@esranurozer
|

Murat Boz: Can Kenarım Melih'in kolundan çekiştirerek hızla çıktığımız merdivenlerin ardından, odamıza girip kapıyı kapattım ve kapattığım kapıya Melih'in sırtını yasladım. Melih yüzüme kızgınlık ve şaşkınlıkla bakıyordu. Gözlerimde oluşan haylaz parlamalar Melih'in koyu ela gözlerinin içinde yansıyordu. Otuz iki diş sırıtmaktan yanak kaslarım neredeyse işlevini yitirmek üzereydi. Melih'i aşağıdan odaya getirmek kolaydı, zor olan onu kızdırmadan konuşmaktı. "Kocacığım..." dedim cilveli bir ses tonuyla "Nasıl oldun? İyileştin mi?" Melih çatık kaşlarını alayla havaya kaldırdı. "Bırak şimdi benim nasıl olduğumu karıcığım!" dedi buram buram ima kokan sesiyle "Sen bana aşağıda neler döndüğünü anlatmaya başla!" Sanırım Melih'e yaptığım cilve işe yaramamıştı. Ama ben inatçı bir istekle cilveli bir şekilde "Kocacığım-" diye konuşmaya çalışırken Melih "Ahu!" diyerek konuşmamı ağzımın içine tıkadı. "Kes şöyle ağzını yüzünü yaya yaya konuşmayı!" "Hah" dedim gözlerimi kocaman açarak "Ben ağzımı yüzümü yayarak konuşmuyorum. Senin gözlerinde bir problem var." Sinirlenmiştim. Ben alttan almaya çalıştıkça damarıma basan Melih'in yüzüne okkalı bir yumruk geçirmemek için kendimi zor tutuyordum. "Ben" dedim elimle kendimi göstererek "Senin için endişeleniyorum. Nasıl olduğunu merak ediyorum, sen bana çıkışıyorsun." Derken, bu kez Melih'in gözleri kocaman açıldı. "Sürekli kuyruğuna basılmış öküz gibi böğürüyorsun." Dediğimde Melih'in tıpkı gözleri gibi ağzı da açıldı. "Hiç hoşlanmıyorum bu huyundan!" Melih afallamış yüz mimikleriyle yüzüme bakıyor, bu konuya nasıl geldiğimizi kendince sorguluyordu. Ben ise zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışıyordum. "Ne olmuş yani arkadaşlarımla, kendi evimde oturup sohbet ediyorsam?" diye sordum. Melih başını iki yana sallayarak "Pes yani Ahu." İki elini birbirine birkaç kez vurarak alkışladı. "Ben bundan daha iyi konuyu kıvıran biri görmedim. Vallahi pes!" Kollarımı göğsümde bağladım. Bir ayağımın üstüne ağırlık verip, diğer ayağımın ucunu ritmik bir şekilde yere vururken, çatık kaşlarımla Melih'in yüzüne baktım. Hala bir umut kendimce üstte çıkmaya çalışıyor, Melih'i alt etmek için elimdeki bütün kozları kullanıyordum. Ama karşımda sert çehresi ve koyulaşmaktan neredeyse siyaha çalan gözleriyle gözlerimin içine bakan Melih'in taviz vermeyen tavrı işimi zorlaştırıyordu. Bir süre birbirimizin gözlerinin içine baktık. Daha sonra Melih yaslandığı kapıdan kımıldamadan tek hamleyle, göğsümde bağladığım kolumdan tutup, beni kendine çekti. Birbirine yapışan bedenlerimiz ve aramızdaki hatırı sayılır boy farkından dolayı, ben başımı kaldırarak, o ise eğerek bana bakıyordu. Kolumu tutan elini belime doladı. Diğer eliyle de burnumu tuttu. "Söyle bakalım kedicik. Yine bu küçük burnunu neye soktun?" "Melih..." dedim burnumu elinin esaretinden kurtarmaya çalışarak, Melih cık cıkladı hayıflanır gibi "Melih mi olduk şimdi? Canıma ne oldu?" diye sordu. Dudaklarımı büzüp, omuzlarımı bana ne der gibi kaldırıp indirdim. Melih elini burnumdan çekerek burnumu serbest bıraktı. Serbest bıraktığı elini de belime sararak iyice beni kendine yapıştırdı. Burnumun ucunu öptü. "Neden beni dinlemiyorsun Ahu?" diye sordu sesi sakindi. "Ben sana kimseyle görüşmeyeceksin demedim mi?" burnumun ucuna bir öpücük kondurdu. "Sen beni ezip geçip neden kendi başına iş çeviriyorsun?" dudakları burnumun ucuna bir öpücük daha kondurduğunda elinin birini belimden çekip uzun saçlarımın üstüne koydu. Yavaşça saçlarımı okşamaya başladı. "Neden kurban olduğum?" Melih'in bana sorduğu soruların hepsini hiçe sayarak "Ama onlar kimse değil ki." Dedim. Melih'in saçlarımda olan elleri duraksadı, ela gözleri gözlerimin en derinine inmek ister gibi bakıyordu. "Babamla" yutkundum. Melih'in ela gözleri yutkununca boynuma kaydı. "Onunla bir daha görüşmeyeceğim." Melih'in gözleri boynumdan gözlerime tırmandı. "Ama arkadaşlarımla ve abilerimle görüşeyim Melih." Melih'in saçlarımın üstünde duran elleri tekrar hareket etmeye başladı. Bir süre bana cevap vermeden saçlarımı sessizce sevdi. Daha sonra koyulaşmış ela gözlerini gözlerimin içine dikti. "Tamam." Dedi tok bir sesle ve ekledi. "Ama bir şartım var." Saçımdan bir tutam parmaklarına doladı. "Cevdet'e yapacaklarıma engel olmayacaksın!" dedi sesinde buz gibi intikam kırıntıları kol geziyordu. İntikam intikam diye yanan Melih'e ne diyebilirdim ki? Beni iki kuruş paraya satan babamı nasıl olurda kocama karşı savunabilirdim? Beni yuvasına hiç kabul etmeyen babamı, bana yuva olan kocama karşı nasıl kabul edebilirdim? Ben kabul etsem, Melih kabul etmezdi... Ben kabul etsem, babasıyla uçuramadığı balonları patlayan küçük Ahu kabul etmezdi... Başımı tamam der gibi sallayıp "Engel olmayacağım." Dedim. Melih parmağına doladığı saçımı serbest bırakıp kulağımın arkasına sıkıştırdı. İki elinin avuç içiyle yanağımdan tutup, dudaklarını alnıma bastırdı. Derin soluklar alarak küçük küçük öpücükler bıraktığı alnımdan, dudaklarını ayırdı. "Aferim benim küçük kedime." Diyerek dudağıma tüy kadar küçük bir öpücük bıraktı. "Anlaştık." Dedi ve kollarını benden ayırdı. Yanımdan uzaklaşıp giyinme odasına doğru ilerlerken üzerimden ki şaşkınlığı atıp hızla bende arkasından ilerledim. Tam giyinme odasının girişinde kolundan tutarak onu durdurdum. "Melih" dedim şaşkınca elimi alnında ve yüzünde gezdirip ateşini ölçtüm, biraz ateşi vardı. "Sen iyi misin? Az önce anlaştık mı dedin? Ben yanlış duymadım değil mi?" diye peş peşe sorularımı sıraladım. Melih gülümsedi. "İyiyim Ahu ve evet doğru duydun anlaştık dedim." derken gözlerim yuvalarından çıkacakmış gibi kocaman açıldı. Otuz iki diş sırıtarak Melih'e baktığımda, Melih boğazını temizleyip "Hangi konuda anlaştığımızı, detaylı olarak misafirlerimiz gittikten sonra konuşacağız. Tamam mı?" "Tamam" dedim hala otuz iki diş sırıtıyordum. "Böyle çirkince sırıtmaya başladığına göre anladın sen." Dedi yüzünü buruşturarak "Hadi aşağıya in bende üzerimi giyip geleceğim." İki elimle Melih'in yanaklarını tutup sıktım. "Tamam, o zaman ben aşağıya ineyim." Derken Melih yanaklarını elimden kurtarıp çatık kaşlarıyla "Ahu!" diye kükredi. Melih'in kükremesi odanın içine yayılıp havada uçuşurken, ben çoktan arkamı dönmüş ve çıkışa doğru ilerlemiştim. Melih'in sinirli homurtularını duymazdan gelerek kapıyı açıp odadan çıktım. Ah bu sözü söyleyen ne güzel söylemişti. "Kadının fendi erkeği yendi!" *** Ben aşağıya indikten bir süre sonra da Melih inmişti. Birsen teyze oğluna sarılmış ev konusunda sitemli bir sürü söz söylemişti ama Melih tam bir öküz olduğundan dolayı annesini pek dinlememiş ve önündeki kıymalığı böreği yemekle meşgul olmuştu. Saatlerdir tekli koltukta oturan annemin artık dinlemesi gerektiği için, Tunç abimden onu odasına taşımasını istemiştim. Tunç abimle birlikte annemi odasına yatırdıktan sonra tekrar solana inmiş, sohbete kaldığımız yerden devam etmiştik. Şimdi ise Berna ile mutfakta kahve yapıyorduk. Ben ocağın üstünde pişen kahvelerle meşgulken Berna su bardaklarına su dolduruyordu. Doldurduğu suları tepsiye dizen Berna, tepsiyi de alıp yanıma geldi. Elindeki tepsiyi tezgâhın üstüne bıraktı. Kalçasını tezgâha yaslayıp yüzünü yan bir şekilde bana döndü ve çekingen bir ses tonuyla "Ahu" diye seslendi. "Efendim canım" dedim gözlerim pişen kahvenin üstündeydi. Berna derin bir nefes aldı, aldığı nefesi sanki ciğerlerine fazlaymış gibi sesli bir şekilde bıraktı. "Saçlarımı diyorum senin saçların gibi koyu kahveye mi boyasam?" Bakışlarım anında Berna'nın bal rengi gözlerini buldu. Berna'yı İstanbul'a geldiğim ve Bursa'da ki üniversiteden kaydımı aldırıp aynı üniversitede okumaya başladığım ilk andan itibaren tanıyordum. Üniversite de ilk arkadaşım Berna'ydı. Berna ile tanıştıktan sonra Berna beni ısrarla bırakmamış ve onun içten, sıcacık kişiliği sayesinde çok yakın iki dost olmuştuk. Samimi oldukça ben onun hayatında ki her şeyi, oda benim hayatımda ki her şeyi, buna Melih'le yaşadıklarımda dâhil olmak üzere birbirimizle alakalı her şeyi bilirdik. Berna doğuştan sarışındı, saçları ise hep ensesine kadar uzun olurdu. Ne bir santim kısa ne bir santim uzun. Modayı ve en trend olan şeyleri durmadan takip eder, her sene muhakkak tarzını değiştirirdi. Ama saçlarının boyutu ve rengi buna dâhil değildi. Berna annesi ve babası ayrıldığında, annesi başka bir adamla evlendiğinde, hatta Tekin abimden ayrıldığında bile saçlarıyla oynamamıştı. Berna'yı saçını değiştirmeye iten şeyin ne olduğunu merak ederek, hatta merakımı gizleme gereği bile duymadan "Neden?" diye sordum. Berna omzunu silkti. "Ne neden?" diye sordu anlamamış gibi davranarak. Pişmekte olan kahvenin altını kıstım ve bakışlarımı Berna'nın benden sürekli kaçırmaya çalıştığı bal rengi gözlerine diktim. "Diyorum ki neden saçlarının rengini değiştirmek istiyorsun?" "Sıkıldım Ahu. Doğduğum günden beri hep aynı renk." Derken gözleri mutfakta benim gözlerim hariç her yerde geziyordu. "Berna." Dedim bana bakması için. Berna "Hıh" dedi ama bana bakmadı. Göz ucuyla kahveyi kontrol edip tekrar Berna'ya döndüm. "Nedenini benden mi saklayacaksın?" cesaret vermek için elimle kolunu sıvazladım. "Biz ne zaman birbirimizden bir şey sakladık?" Berna'nın benden kaçırdığı gözleri sonunda gözlerimi bulduğunda "Hiç saklamadık." Dedi Berna ve ikimizde aynı anda gülümsedik. Berna birden yüzündeki gülümsemeyi silip kaşlarını çattı. Arkasını dönüp mutfak kapısını kontrol etti. Tekrar bakışları beni buldu. "Ama sinirlerim bozuldu Ahu ya! O Sezen sürtüğü yüzünden güzelim sarı saçlarımdan bile vazgeçmek istiyorum. Hem de niye biliyor musun sırf onun saçları da sarı diye kendi saçlarımdan vazgeçmek istiyorum." Dedi durduk yere öfkelenmişti. Sinirli bir şekilde saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Ya inanabiliyor musun? Kızın içinden resmen oscarlık bir sürtük çıktı. Düşündükçe deliriyorum. Ben bu kızın içindeki sürtüğü yıllarca nasıl görememişim ya!" Berna'nın motoru bozulmuş makine gibi Sezen'e durmadan saydırmasına anlam veremiyordum. Berna üniversiteden, Sezen ve Dilan'la görüşmeyi hiç kesmemiş ve her fırsatta muhakkak bir araya gelmişlerdi. Bizim düğüne de onları davet etmek tamamen Berna'nın fikriydi. Ne olduysa düğünde olmuş Berna resmen Sezen'e düşman kesilmişti. "Sen Sezen'i severdin. Ne olduda bu kadar sinir oldun kıza?" diye sordum. Berna gözlerini devirdi. Dişlerini sıkıp elini yumruk haline getirip, diğer elinin avuç kısmına vurdu. "Ahu demek ki benim sevgi diye adlandırdığım şeyin adı nefretmiş!" başını inanmazca iki yana sallayıp bana biraz daha yaklaştı. "Ne yapmak istiyorum biliyor musun?" diye sordu. Kocaman açtığım gözlerle Berna'nın öfkeden parlayan gözlerinin içine baktım ve "Ne yapmak istiyorsun?" diye sordum. "Şöyle Sezen'in sarı saçlarını elime dalayıp, kafasını duvarlara sürtmek istiyorum." Derken eliyle de sanki gerçekten Sezen'in saçlarını çekiyormuş gibi yapmayı da ihmal etmedi. Berna'nın sinir olduğu kişilere karşı böyle duygular beslemesi beni hiç şaşırtmamıştı. Çünkü Berna gıcık olduğu birini alt etmek istediğinde ya onu diliyle öldürürdü. Ya da gerçekten şiddete başvururdu. Sanırım şuan Sezen burada olsa Berna'nın hem dilinden hem de şiddetinden nasibini alırdı. Karşımda öfkeden patlamak üzere olan arkadaşımı sakinleştirmek için kısa saçlarını elimle okşadım. Berna burnundan verdiği soluklarla gözlerimin içine bakarken "Ne yaptı sana Sezen iki gözümün çiçeği?" diye sordum. Berna kaşlarını çattı çattığı kaşlarının ortasında sabrının son demleri vardı. "Çağlar..." dedi ve ekledi. "Sezen ve Çağlar beni deli ediyor!" "Neden?" "Nedeni yok! Ama yinede ikisi beni delirtiyor Ahu!" yüzünü memnuniyetsizce buruşturdu. "Düğünde Sezen Çağlar'ın telefon numarasını istedi. Bana karşı bir ayı olan Çağlar Efendi Sezen'e karşı beyaz atlı bir prens oldu."Sanki o anlara tekrar gitmiş gibi gözlerinin içinde şimşekler çaktı. "İkisi de utanmadan sizin düğünü fırsat bildi. Yetmedi kuytu köşede yan yana fingirdeştiler!" "Ne?" diye şaşkınlıkla tepki verdim. Berna gözlerini iki saniye kadar kapatıp geri açtı. "Daha dur sen şimdi söyleyeceğim şeye daha çok şaşıracaksın!" dedi ve sanki birileri duyacakmış gibi bana biraz daha yaklaştı. "Çağlar, Sezen'in koca memelerini elledi." Dudaklarımdan dökülen şaşkınlık nidalarına, ocağın üstünde unuttuğumuz ve taşan kahvenin cost diye çıkarttığı ses karıştı. Berna ile aynı anda ocağa taşan kahveye dönen bakışlarımızın ardından, yine ikimizde aynı anda "Hay Allah!" diye söylendik. Kahvenin taşması Sezen ve Çağlar'ı bize unutturmuş ikimizde el birliğiyle ocağı temizleyip, tekrardan ocağa kahveyi koyduk. Bu kez bakışlarımı kahvenin üzerinden ayırmadan, "Berna" diye seslendim. "Sen niye bu kadar çok takıyorsun? Bırak kim kime memesini dokundurtuyorsa dokundurtsun. Sanki Çağlar Sezen'in değil de senin memelerine dokunmuş gibi davranıyorsun!" "Ahu!" Berna'ya cevap vermek için açtığım ağzım mutfağın girişinde Çağlar'ın boğazını temizleyerek bize doğru yaklaşmasıyla geri kapandı. Çağlar, Berna'nın öldürücü bakışlarını aldırmadan yanımıza geldi ve Berna'nın yanında durdu. Çağlar'ın gözleri benim üzerimdeyken, iri elini kaldırıp Berna'nın kısa saçlarını köpek yavrusu sever gibi okşamaya başladı. Çağlar'ın yaptığı bu hareketten dolayı benim gözlerim fal taşı gibi açılmışken, Berna sahibine sırnaşan yavru köpek misali mutluydu. "Yenge biz bahçedeyiz. Kahveleri zahmet olmazsa bahçeye getirin demeye geldim." Bakışlarını benden çekip Berna'nın bal rengi gözlerinin içine baktı. "Ben kimsenin memesine ellemedim!" dedi her bir harfin üstüne basarak. Hülyalı hülyalı bakan Berna'nın saçlarından elini çekip arkasını döndü ve mutfaktan çıktı. Beş karış açık kalan ağzımla Berna'ya bir uzaylıymış gibi bakıyordum. Berna birden önünü bana döndü ve tezgâhın üstündeki su tepsisini eline aldı. "Sakın bana bir şey söyleme Ahu." kaşıyla ocağın üstündeki kahveyi gösterdi. "Bu kahveyi de taşırmadan pişir ve gel." Diyerek oda tıpkı Çağlar gibi mutfaktan çıktı. İkisi de dengesizdi ve kendi dengesizliklerine beni de ortak etmişlerdi. Artık emindim. Berna Çağlar'dan hoşlanıyordu. Çağlar'da Berna'dan. İkisi de tencere kapak misali birbirini tamamlamışlardı. Bu konunun bütün detaylarını Berna ile konuşmayı kafamın en ücra yerlerine kayıt edip, ocakta ki kahveyi taşmadan pişirdim. Pişirdiğim kahveleri salona getirdim. Kızlara kahvelerini dağıttıktan sonra bahçeye çıkacakken Osman yanıma gelip elimden tepsiyi aldı. Osman'a tepsiyi verip kızların yanına gidip oturdum. Aslı tırnağını yiyerek siyah cam duvardan bahçede konuşan Melih, Çağlar, Ufuk, Tunç ve Osman'a bakıyordu. Benimde bakışlarım cam duvara kaydı. Tunç abim Melih'e bir şeyler anlatıyordu. Bunu yaparken Çağlar, Ufuk ve Osman'la göz teması kurmayı da ihmal etmiyordu. Aslı'nın tedirgince onlara baktığına göre sanırım konu Tunç ve Aslı ile alakalıydı. Tunç uzunca konuştuktan sonra Çağlar'ın dudakları kımıldadı. Hemen arkasından sırasıyla Ufuk ve Osman'ın dudakları kımıldadı. Tunç bakışlarını Melih'in üzerine dikti. Melih biraz uzun bir cümle kurdu. Biten cümlesiyle Tunç'un omzunu erkekçe sıkmasıyla Aslı derin bir nefes aldı. Bakışlarımı Aslı'nın üzerinden çekip sohbet eden Birsen teyze ve Füsun hanıma katıldım. Ne de olsa ne olduğunu akşam kocamdan öğrenebilirdim. *** Akşam saat yediyi gösterdiğinde Birsen teyze eve gitmek için ayaklanmış ve ardından herkeste Birsen teyzeyle gitmek için kalkmıştı. Herkesle tek tek sarılıp vedalaştıktan sonra biz Sevgi Hanımla etrafı toparlarken, Melih çalışma odasında işi olduğunu söyleyerek kendini odaya kapatmıştı. Sevgi Hanımla biten işimizden sonra Sevgi Hanımı dinlenmesi için odasına gönderdim. Bende yatak odasına çıkmış ve direk kendimi banyoya atmıştım. Şimdi ise giyinme odasında dakikalardır beyaz sütyenimin kopçasını takmaya çalışıyordum. Kopçayı takmaya çalışan elimin üstünde bir el hissettim. Daha sonra o elin sahibinin karanfil kokusunu duyumsamamla, elimi kopçadan çektim. Melih ustaca kopçayı takıp elinin birini belimden karnıma doğru sardı. Beni hafifçe kendi göğsüne çekip, omzumun üstüne dolgun dudaklarını bastırdı. Burnunu boynum boyunca sürttü, boynumdan derin bir nefes aldı. Dudaklarını şahdamarımın üstüne bastırdı ve hala dudakları şah damarımın üstündeyken "Mis gibi kokuyorsun kedicik." Dedi. Melih'in kolunu belimden çekmeden önümü yüzüne doğru döndüm. Gözlerinin içine bakıp teşekkür eder gibi gülümsedim. Parmaklarımın ucunda yükselerek, tıpkı onun beni öptüğü gibi bende şahdamarını kaplayan dövmesinin üstünden öptüm. Melih'in afallayan halinden yaralanıp kollarının arasından çıktım. Kendi geceliklerimi hiçe sayarak Melih'in geniş ve bol tişörtlerinden mavi olanı alıp üzerime geçirdim. Melih'in ela gözlerinin baskısı altında yanına gelip elimin tersini alnına koydum. "Ateşin düşmüş." Dedim. Melih alnının üstünde olan elimi alıp öptü. "Emin misin ateşimin düştüğüne?" diye sordu ve ekledi. "Ben hala cayır cayır yanıyormuşum gibi hissediyorum." Dedi imayla. Cayır cayır yanmaktan bahsettiği şey tabi ki de hastalık değildi. Aklı fikri başka şeylere çalışıyordu. Melih'e sadece gülümseyip, zaten elinde olan elim sayesinde onu çekiştirerek giyinme odasından çıkarttım. Yatağın yanına geldiğimizde, Melih elimi bırakıp üzerindeki tişörtü çıkarttı. Ben Melih'e bakmamak için yatağın üstündeki örtüyü kaldırdım. Örtünün içine girecekken kemerin yere çarpma sesi geldi. Ben yatağa girdiğimde Melih sadece altında kalan iç çamaşırıyla yanımdaki boşluğa gelip uzandı. Kaslı kollarının arasına bedenimi alıp, başımı sert göğsüne yaslamamı sağladı. Bir süre sessizce Melih benim saçlarımı okşadı. Bende Melih'in göğsünü okşadım. "Melih" diye seslenerek sessizliği bozan kişi ben oldum. Melih dudaklarının arasından "Hıh" der gibi mırıldandı. Mırıltısı uykulu çıkmıştı. Hâlbuki uyku ilacının sayesinde saatlerce uyumuştu. Odamızda hala ışık yanıyordu ve bu benim bile uykumu kaçırırken Melih'in nasıl uykusu gelebiliyordu? "Tunç abimle bahçede ne konuşuyordunuz?" diye sordum. Melih saçlarımı usulca okşamaya devam ederek "Aslı ile evlenmek istiyorlarmış bize onu anlatıyordu." Bu zaten bilindik bir şeydi. Neredeyse Tunç önüne gelen tanıdık tanımadık herkese Aslı'yı sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini söylüyordu. Konuşmanın sadece bu olmadığından adımın Ahu olduğu kadar emindim. "Başka?" dedim konuşmaya devam etmesi için. "Aslı'nın abileri olarak bizden izin istedi. Aslı ile konuşmuşlar işi ciddiyete dökmek istiyorlarmış. Tunç'ta Aslı'nın gözünde bir şeyin kalmaması için ailesini de alıp Aslı'yı ailesinden usulüne göre istemek istiyormuş. Bizde çocuklarla hep birlikte ortak bir karara vardık. İki gün sonra Tunç ailesini alıp Aslı'yı babamdan istemeye gelecek." Melih'in söylediklerine hiç şaşırmamıştım. Çünkü Tunç ne kadar sert bir karaktere sahip olsa bile kalbi pamuk gibiydi. Sevdiği kızın gözünde hiçbir şeyi bırakmamak için elinden geleni yapardı. Melih'in göğsüne biraz daha sokuldum. "O zaman iki gün sonra nişanımız mı var?" diye sordum. Melih dudaklarının arasından onaylar gibi mırıltılar çıkarttığında, bu kez beynimi meşgul eden diğer sorumu sordum. "Peki, babama ne yapacaksın? Yani nişandan önce mi yoksa sonra mı babamın karşısına çıkacaksın?" "Baban..." derken derin bir nefes aldı. Aldığı nefesten dolayı göğsü kalkıp indi. "Onun için çok güzel planlarım var. Ama sırf Aslı'nın mutluluğu için iki gün daha sabır edebilirim." Aramıza tekrar sessizlik çöktü. Gözlerim uykuya yenik düşmek üzereyken aklıma dank eden şeyle "Melih" diyerek hızla Melih'in göğsünden kalktım. Melih çatılan kaşlarıyla yüzüme ne oldu der gibi baktı. "Bilmiyorum farkında mısın ama insanlar evlenince hastalıkta ve sağlıkta diye söz veriyorlar." "Evet, yani de nereden çıktı şimdi bu Ahu?" Melih'in sorgulayan gözlerine karşılık ben gözlerimi devirdim. "Ben senin sağlığında yanında oldum. Eee dün gece hastalandın ve hastalığında da yanında oldum." Ellerimi kaldırıp gözüne gözüne soktum. "Bu ellerle sana baktım." "Ağzında ki baklayı çıkartsan da ikimiz birden rahatlasak Ahu!" dedi. "Diyorum ki hastalıkta ve sağlıkta kısmını başarıyla geçtim." Bu kez kaşları çatık olan taraf bendim. "Ama sen bırak hastalıkta bakmayı sağlıkta bile bir fayda göstermedin bana!" Melih yapma ya der gibi kaşlarını alayla kaldırdı. Yatakta diklenerek sırtını yatak başlığına yasladı. Kollarını göğsünde bağlayıp, gözlerimin içine devam et der gibi baktı. "Bu hayatta her şeyin bir bedeli var Melih." İşaret parmağımı yüzüne doğru salladım. "Sen benim telefonumu kırdın. İçinde Yunanistan'da çekildiğim güzelim fotoğraflarım vardı. Hepsi senin yüzünden yok oldu." "Sana yeni telefon alırım ve seni tekrar Yunanistan'a götürürüm." Dedi ve ekledi. "Başka şikâyetin ne? "Biz evlendik." Dedim ve ekledim. "Bunun farkındasın değil mi?" Melih tek kaşını havaya kaldırıp haylaz gözlerini üzerimde gezdirdi. Üzerimde ki kendisine ait tişörtten dolayı açık olan bacaklarımda takılı kalan gözlerini çekmeden "Ben evlendiğimizin farkındayım ama..." Yutkundu. Yutkunmasıyla gözleri bacaklarımdan ayrılıp gözlerime çıktı. "Sen tam olarak farkında değilsin. İstersen hemen şimdi seninde farkında olmanı sağlayabilirim."dedi. Kocaman açtığım gözlerimle Melih'in bana ima ettiği sözleri dinliyordum. Gerçekten aklı fikri o şeyden başka bir şeye çalışmıyor, ne zaman bir şey konuşsak, konuyu bu malûm olaya getiriyordu. "Bundan bahsetmiyorum." Dedim konunun son bulması için. Melih yüzünü asarak neyden bahsediyorsun der gibi bir bakış attı bana. Anlaşılan onun düşündüğü gibi olmaması moralini bozmuştu. Peki ya bu benim umurumda mıydı? Tabi ki de hayır... "Sen zengin bir iş adamısın ama bana düğün hediyesi bile almadın." Melih'in havada olan tek kaşının yanını diğer kaşıda aldı. "Ayrıca koskocaman otomobil şirketin var ama benim bir arabam bile yok!" Yazıklar olsun der gibi yüzümü buruşturdum. "Sen zaten doğum günümde aldığın stüdyoyu da yakmıştın." İşaret parmağımı gözüne sokarcasına salladım. "Düşünceli bir insan yok ettiği hediyenin yerine yenisini koyar." Melih'in her bir kurduğum cümlede yüzünde oluşan ifadeyi anlatmak imkansızdı. Kaşları sinirli gibi çatık, dudakları şaşkın gibi açık, gözleri ise dehşete düşmüş gibi kocamandı. Arada birşey söylemek için dudaklarını oynatıyor, ama sonra söyleyeceği şeyden vazgeçiyordu. "Bana hesap açmalısın ve açtığın o hesaba yanan stüdyonun ücretini yatırmalısın." Daha fazla dayanamayan Melih "Başka?" Diye sordu sesine yansıyan kızgınlıkla. Düşünür gibi mırıldandım ve aklıma gelen düşünceyle otuz iki diş sırıtarak Melih'in koyu ela gözlerine baktım. "Mesela..." Derken dizlerimin üzerinde sürünerek Melih'in tam dibine gelmiştim. "Düğün hediyesi olarak beni senin şirketine ortak edebilirsin." Bütün dişlerimin görünmesini sağlayacak derecede gülümsüyordum. "Her gün birlikte işe gider geliriz. Hem-" daha cümlem bitmeden Melih kuyruğuna basılmış bir öküz gibi "Ahu!" Diye böğürdü. Evet kesinlikle bunu başka bir cümle ile tanımlayamazdım. Melih bazen gerçekten aslandan bir öküze dönüşüyordu. "Ne bu kızım ya gece gece?" Başını sabır diler gibi iki yana salladı. "Koca yıldırma şekli mi?" Başlığa dayadığı sırtını kaydırarak yatağa uzandı. "Çok konuşuyorsun. Seni takip edemiyorum." Yatağa tamamen uzanmıştı. Eliyle örtüyü kaldırmaya çalışırken, ben ona asık bir surat ve çatık kaşlarımla bakıyordum. Melih birden beni kolumdan çekerek yatağa yatmamı sağladı. Az önce kaldırdığı örtüyü de üzerimize örttü. Başım Melih'in göğsünün üstünde yer edinirken, Melih'in elleri ise çoktan saçlarımı okşamaya başlamıştı. "Yeterince içini döktüysen uyuyalım artık Ahu." "Ya Melih..." "Söyle kurban olduğum..." Söyleyeceğim ne varsa gerisin geriye gönderdim. Melih'in göğsüne biraz daha sokuldum. "İyi geceler." Derken dudaklarımı Melih'in tam kalbinin üstüne bastırdım. Bu dakikadan sonra gece benim için iyiydi. Ama dudağımın altında kas katı kesilen Melih için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil di. *** Başımın üstünde hissettim küçük öpücükler ve burnuma dolan karanfil kokusuna rağmen uykulu gözlerimi bir türlü açamıyordum. Hatta bu karanfil kokusu ve başımın üstünde ki öpücükler beni uyandırmak yerine daha da mayıştırıyordu. "Bebeğim." Dedi Melih burnu boyun girintime ulaşmıştı. "Uyanmayacak mısın?" Uyanmak istemediğimi belirtir nitelikte mırıldanmam ile eş zamanlı Melih'in burnu boynumdan çekildi. Bir kaç kıpırtı sesi, bir kaç adım sesi duyuldu. Sonra yatağın boş kısmı çöktü ve Melih'in eşsiz kokusu tekrar burnuma doldu. "Benim şirkete gitmem lazım." Dudakları başımın üstüne buldu. "Ben gelene kadar uslu bir kedi ol tamam mı?" Uykumun el verdiği kadar "Tamam" dedim. Melih'in ferah nefesini yüzümde hissederken, kulaklarım kısık gülümsemesini ve hemen ardından o erkeksi sesi duydu. "Seni seviyorum Ahu." "Tamam..." Odaya yayılan Melih'e ait gülme sesi. "Çok mu uykun var?" Diye soran Melih'i başımla onayladım. Melih bir kez daha güldü. "Tamam hadi bana öpücüğümü ver ben işe gideyim sende rahatça uyu." Uykudan dolayı açılmayan gözlerimi açmak için hiç sarf etmeden, yastıktan başımı hafifçe kaldırdım. Melih'in iri elleri yanağımı tuttuğunda dudakları dudağımın üstüne vakit kaybetmeden kapanmıştı. Kısa ama sevgi dolu öpücüğün ardından Melih dudaklarını bu kez başımın üstüne bastırıp, bir buse bıraktı. Başımı yavaşça tekrar yastığa koyduktan sonra, yatakta ki ağırlığı yok oldu. Bir kaç adım sesinden sonra kapının açılıp kapanma sesi geldi. Melih gitmişti. Yastığıma sarılarak beni esiri altına almaya çalışan uykuya teslim oldum. *** Tepsiyi alıp oturduğum yerden kalktığımda gözüm duvarda ki saate kaydı. Saat akşamın yedisini gösteriyordu ve Melih hâlâ eve gelmemişti. Son kez anneme gülümseyerek baktım ve odadan çıktım. Merdivenleri inip direkt mutfağa geçtim. Sevgi Hanım bulaşıkları makinaya yerleştiriyordu. Elimdeki tepsiyi tezgâhın üstüne koydum ve "Sevgi Hanım" diye seslendim. Sevgi Hanım yaptığı işi bırakmadan "Efendim Ahu Hanım." Dedi. "Melih gelmedi sizi hiç aradı mı?" "Ahu Hanım Melih Bey yarım saat önce Mehmet Bey'le beraber geldi. Sizi sordu bende annenizin yanında olduğunuzu söyledim. Melih Bey ve Mehmet Bey'le beraber yukarıya çıktılar." Sevgi Hanımın nefes bile almadan söylediklerine karşılık sadece başımı anladığımı belirtir gibi salladım. Mutfaktan çıkıp merdivenlere doğru adımladım. Merdivenleri çıktıktan sonra yatak odasına girdim. Benim yatak odasına girmem ile banyonun kapısı eş zamanlı olarak aynı anda açıldı. Melih beline doladığı beyaz havlu ile banyodan çıktı. Elinde tuttuğu saç havlusu ile de saçını kuruluyordu. Gözlerim kaslı vücudun da gezintiye çıkmışken, boynundan göğsüne doğru süzülen su damlacıklarına gözlerimin takılmaması imkansızdı. Yavaşça gözlerimi su damlacıklarından çekip Melih'in gözlerine baktım. Melih dudağının kenarını kıvırmış, bir şekilde bana çapkınca göz kırparak giyinme odasına girdi. Bir süre Melih'in giyinmesi için olduğum yerde bekledim. Bir türlü içeriden çıkmayan Melih'in yüzünden daha fazla dayanamayıp ben giyinme odasına girdim. Melih üzerini çoktan giyinmiş aynanın karşısında eliyle saçlarını düzeltiyortu. Tam arkasında durup varlığımın aynaya yansımasını sağladım. Melih ile gözlerimiz aynada birleşti. "Sevgi Hanım Mehmet abinin de burada olduğunu söyledi." Dedim. Melih aynada birleşen gözlerimizi çekip "Evet burada." Diyerek saçlarını düzeltmeye devam etti. "Niye burada?" "İşimiz var bir konu üzerinde çalışıyoruz Ahu." Anladım der gibi mırıldandım. "Yemek yedin mi?" Diye sormamla Melih aynadan bakışlarını çekip önünü bana döndü. "Yedim." Dedi sıcacık bir sesle. Elini uzatıp at kuyruğu olan saçımın kuyruğunu okşamaya başladı. "Yarın Tunç ile Aslı'nın sözü olacak." Duraksadı "Biliyorsun Aslı'yı baban babamdan isteyecek." Gözlerinin içine biliyorum der gibi baktım ve Melih konuşmasına devam etti. "Annem yarın erken gelin kahvaltıyı burada birlikte yapalım dedi ve bende kabul ettim. Senin için sorun olmaz değil mi?" "Sorun olmaz." Dediğim de Melih gülümseyerek şakağımdan öptü. Dudaklarını şakağımdan ayırdı. "O zaman ben Mehmet abinin yanına gidiyorum. Çalışma odasında olacağım sen beni bekleme uyu." Dedi. Yanından geçip gidecek olan Melih'in kolunu tuttum. Melih gözlerinin içine ne oldu der gibi bakınca, gözlerimi kaçırıp başımı yere eğdim. "Şey..." Dedim olduğum yerde sallanarak. Melih "Ne oldu Ahu?" Diye sordu. "Benim Aslı ile konuşmam gerekiyor. Sonuçta ben görümceyim ve Aslı ile bir görümce gibi ilgilenmem, neye ihtiyacı olduğunu sormam gerekiyor." Melih sanki ben ona dünyanın en saçma şeyini söylemişim gibi yüzüme bakıyordu. "Aslı'yı arayacak bir telefonum bile yok." Dediğimde Melih gözlerini devirdi ve bana cevap verme gereği bile duymadan cebinden çıkardığı kendi telefonuna parmağını okuttu. Açılan telefondan rehbere girip Aslı'nın numarasını aramadan önce gözleri beni buldu. "Al sabaha kadar kime görümcelik yapıyorsan yap Ahu." Diyerek Aslı'yı aradı telefonu bana uzatıp odadan çıktı. Çalmakta olan telefonu kulağıma koydum ve bende giyinme odasından çıktım. Kendimi yatağın üstüne attım telefon neredeyse kapanacakken Aslı telefonu yanıtladı. "Efendim Melih abi." Dedi sesi sanki maraton koşmuş gibi nefes nefeseydi. "Aslı benim." Diye ses verdiğimde Aslı derin bir soluk verip "Ahu" dedi ve ekledi. "Nasılsın?" "Ben iyiyim de asıl sen nasılsın? Neden nefes nefesesin?" Aslı kem küm ederken telefonun diğer ucundan Tunç abimin "Aslı güzelim" diyen sesi duyuldu. Uzandığım yataktan doğruldum. Sanırım Aslı'nın nefesini kesen Tunç'tu. "Ahu ben şey..." Diye ağzının içinde sözcükleri geveleyen Aslı'yı utandırmamak için "Aslıcığım canım ben bir ihtiyacın var mı diye aramıştım. Ama sanırım ihtiyacın yok yarın Birsen teyzeler de görüşürüz. Tunç abimi öp yerime." Diyerek hızlı hızlı konuşup telefonu kapattım. Tunç'un Aslı'nın yanında olması benim görümcelik yapmama engel olmuştu. Elimdeki telefonla yatak odasından çıktığımda merdivenlerin başında elinde tepsi olan Sevgi Hanımı gördüm. Adımlarımı hızlandırıp Sevgi Hanımın önünde durdum. Elinde tuttuğu tepsinin içinde iki tane Türk kahvesi, bir tane elma suyu ve çerez tabağı vardı. "Melih'lere mi götürüyorsunuz bunları?" Diye sordum. Sevgi Hanım " Evet elma suyu sizin için kahveleri Melih Bey istedi." Dedi. Sevgi Hanımın elinden tepsiyi alıp gülümsedim. "Ben götürürüm siz kendi odanıza gidin isterseniz. İyi geceler." Derken çoktan elimde ki tepsiyle Melih'in çalışma odasına doğru ilerlemeye başlamıştım bile. Çalışma odasının önüne geldiğimde tek elimde tepsiyi sabitledim. Kapıyı bir kez tıklattım ve içeriden gel komutunu beklemeden kapıyı açıp içeriye girdim. Benim içeriye gitmemle Mehmet abi ve Melih'in gözleri beni buldu. İkisinin delici bakışlarının arasında yanlarına doğru ilerledim. İlk önce Mehmet abiye kahvesini uzattım. Daha sonra da Melih'e uzattım. Tepsinin içinde kalan çerez tabağı ve elma suyunu tepsiyle birlikte odanın içinde bulunan koyu kırmızı, büyük üç kişilik koltuğun önünde duran siyah sehpanın üstünü koydum. Melih ve Mehmet abinin gözleri hala üzerimdeyken üçlü koltuğun ortasına oturup bağdaş kurdum. Elime çerez tabağı alıp içinden kabuksuz bir fıstık alıp ağzıma attım. Fıstığı yerken bakışlarımı Melih'e çevirdim. "Burada oturmam sizin için sorun mu?" Diye sordum. Melih oturmuş olduğu çalışma masasının koltuğundan kalkarak yanıma geldi. İki avucunun arasına yüzümü alıp başımın üstünden öptü. Bu Melih dilinde sorun yok demekti. Ama aynı şeyi gözlerinden ateş püskürten Mehmet abi için söyleyemeyecektim. Mehmet abi için burada olmam sorundu. "Aslında önemli bir şey konuşuyorduk Ahu." Dedi Mehmet abi. "Ben yokmuşum gibi devam edin konuşmaya Mehmet abi." Diye cevap verdiğimde Mehmet abinin sinirden neredeyse kulaklarından duman çıkacaktı. Melih ise tiyatro izler gibi bizi izlemeyi tercih etmişti. Mehmet abi bakışlarını Melih'e çevirip "Aslanım karına bir şey söyle." Diyerek resmen bir çocuk gibi beni Melih'e şikayet etmişti. Melih, eliyle saçlarımı okşayarak "Tamam Mehmet abi. Seninde söylediğin gibi Ahu benim karım. Burada olması sorun değil." Mehmet abi bana üsten bir bakış atıp arkasını döndü. Melih'te son kez saçımı öptü ve oturduğu yerden kalkarak çalışma masasına gidip oturdu. İlk konuşan Mehmet abiydi. "Herşey istediğimiz gibi hazırlandı. Plan eksiksiz olarak işliyor." Melih başını olumlu anlamda salladı. "Sen sözden önce bizim evden ayrıl. Mekanı istediğim şekilde ayarla." "Tamam" Odada cebimde olan Melih'in telefonu çaldığında Melih'in bakışları beni buldu. Telefonu cebimden çıkartıp kim arıyor diye ekrana baktım. Ama isim yoktu numara kayıtlı değildi. Melih yanıma gelip telefonu elimden alıp yanıtladı ve odadan çıktı. Melih'in odadan çıkmasıyla Mehmet abi yönünü bana döndü. Kindar gözleriyle yüzüme baktı. "Yatıp kalkıp Allah'a dua ediyor musun Ahu?" Diye sordu. Yüzüne boş boş baktığım da Mehmet abi bir kez daha konuştu. "Babanın yaptıklarını duydun ve gördün değil mi? Sen şuan burada sapa sağlam duruyorsan sırf Melih'in karısı olduğun için duruyorsun. Yat kalk Melih bana iyi ki aşık oldu diye Allah'a yalvar." Oturduğum yerden kalkarak odanın çıkışına doğru ilerledim. Kapıyı açmadan önce Mehmet abinin yüzüne alayla baktım. "Sende dua etmeye başla istersen Mehmet abi. Çünkü bu söylediklerini her an Melih'e söyleyebilirim." Dedim ve kapıyı açarak odadan çıktım. Tamam belki annem için Melih'e boyun eğebilirdim ama Mehmet abiye asla boyun eğmeyecektim. Yatak odasına girip üzerimi değiştirdim ve hiç beklemeden yatağa girip güzelce uyudum. *** Birsen teyze beni mutfağa çekmiş mahcup bir şekilde Rüya'nın kahvaltıda olmasının tek sebebi Kenan amcanın teyzesi olan Renan Hanım olduğunu bana anlatmıştı. Birsen teyzenin daha fazla üzülmesini ve mahcup olmasını istemediğim için sorun olmadığını dile getirdim ama inanılmaz bir derecede sorundu ve bunu birtek ben biliyordum. Kahvaltı masasında baş köşenin birine Kenan amca, diğerine ise Renan Hanım oturmuştu. Renan Hanım sağına Mehmet abiyi, soluna ise Rüya'yı oturmuştu. Kenan amcanın hemen sol tarafında Birsen teyze oturuyordu. Sağ tarafında Melih, Melih'in yanında da ben oturuyordum. Renan Hanım hiç durmadan Rüya'nın güzelliğini övüyor, resmen Rüya'nın burnunu havaya kaldırıyordu. Arada alttan alttan bana bakış atıyor. Sanki ben bir katilmişim gibi kindar bakışlarını bana sunuyordu. Ben ise Rüya ve Renan Hanımı umursamadan Birsen teyzenin yapmış olduğu elma reçelini yiyiyordum. Ekmeğimin üstüne koyduğum elma reçelini ağzıma atıp çiğnediğimde Birsen teyze "Ahu reçeli beğendin mi kızım?" Diye sordu. Ağzım dolu olduğu için başımı evet der gibi salladım. Birsen teyze bu kez Kenan amcaya "Hayatım?" Diye seslendi. Kenan amca sevgi dolu gözlerle Birsen teyzeye baktı. "Hatırlıyor musun? Abimde tıpkı Ahu gibi elmalı reçeli çok severdi. Bir oturmaya bir kilo elmalı reçeli yer kalkardı." Hüzün dolan bakışları gözlerimi bulduğunda büyükçe yutkundu. "Allah rahmet eylesin. Bak yine aklıma düştü." Birsen teyzenin sözleri yüreğime oturdu. Boğazımda koca bir yumru oluşmasını sağladı. Ağzımın içindeki lokma büyüdükçe büyüdü. Birsen teyzenin biricik abisini benim babam ve annem öldürmüştü. Yazık Birsen teyze ise abisinin çok sevdiği reçeli, abisinin katilinin çocuğunun yemesine seviniyordu. Bilseydi eğer benim kim olduğumu kesin beni bu elma reçelin de boğardı. Kahvaltı öyle böyle derken geçmiş, Aslı'nın da gelmesiyle hazırlıklar başlamıştı. Mehmet abi kahvaltıdan sonra işim var diyerek buradan ayrılmıştı ama aynı şeyi Rüya yapmamış gitmek için her hangi bir girişimde bulunmamıştı. İki saat önce Osman, Ufuk ve Ezgi gelmiş, onlardan yarım saat sonra ise Çağlar, Berna ile teşrif etmişti. Kesinlikle bu Berna, Çağlar ikilisinin arasında birşey vardı ve bu söz biter bitmez ben bunu öğrenecektim. Aslı üzerine giydiği dizlerinin üzerinde, pudra pembe, kalın üzeri tüylerle kaplı elbisesiyle çok güzel olmuştu. Doğal karemel saçlarını ensesinde dağınık topuz yapmış makyajını hafif yaparak Kehribar gözlerini ortaya çıkartmıştı. Ezgi öğretmen olduğunu belli etmek ister gibi siyah kalem etek ve saks mavisi bir gömlek giymişti. Berna mor uzun bir elbise giymeyi tercih ederken, ben görümce edasıyla kırmızı, kolları düşük, ayak bileğimde biten bir elbise giymiştim. Vakit neredeyse yaklaşmıştı ve Aslı yaklaşan vakitten dolayı heyecanla eli ayağına dolaşmıştı. Berna ve Ezgi onu ne kadar teselli etmeye çalışsalarda Aslı bir türlü sakinleşemiyordu. En sonunda Aslı "Dilim damağım bile kurudu." Diye isyan edince ona su getirmek için mutfağa geldim. Bardağa doldurduğum suyu Aslı'ya götürmek için mutfaktan çıkacağım zaman Rüya mini yeşil elbisesiyle salına salına mutfağa girdi ve tam karşımda durdu. İri çekik mavi gözleri beni baştan aşağıya süzdü. "Nasılsın Ahu? İnşaallah mutlu değilsindir." Dedi ve ekledi. "Mutsuzluktan ölmeni nasıl istediğimi bilemezsin." Sesi nefret doluydu. "Üzgünüm Rüya ama Melih gibi bir kocam varken benim mutsuz olmam imkansız." Rüya'nın yüzü gözle görülür şekilde düştü. Mavi gözlerinin etrafında oluşan kızıllar neredeyse, gözlerinden akacaktı. "Melih'i sevmediğini biliyorum Ahu!" Diye çıkıştı. "Yanlış biliyorsun ben kocamı seviyorum." Dediğimde kocam lafına özellikle baskı yapmıştım. Rüya öfkeden neredeyse ağlayacak kıvama geldiğinde soğukça gülümsedi. "Ahu senin haberin yoktu değil mi?" Dedi ve devam etti. "Eski arkadaşın Duygu ve Levent nişanlanıyor." Defalarca karşıma çıkıp benimle konuşmaya çalışan Levent şimdi nişanlanıyordu. Hemde Duygu'yu sevmediğini sarhoşken onunla birlikte olduğunu söyleyen Levent sözüm ona sevmediği Duygu ile nişanlanıyordu. "Ne o rengin gitti. Yüzün falan düştü." Diyerek kahkaha attı Rüya. Biten kahkahasıyla elinde tuttuğu telefonla birşeyler yaptı ve telefon ekranını bana doğru dönderdi. Telefon ekranında siyah takım elbisesiyle ekrana donuk bir şekilde bakan Levent. Üzerine krem rengi, ayak bileğine kadar uzun geniş bir elbise giyen Duygu ise kameraya bakmak yerine Levent'in yüzüne gülümseyerek bakıyordu. Rüya telefonu gözümün önünden çekip sinsi gözlerini gözlerime dikti. "Nasıl hissettin Ahu?" Diye sordu. Bir kaç saniye gözlerimi açıp kapattım. Elimde tuttuğum su bardağını daha da sıkı kavradım. Rüya'ya biraz yaklaşıp tam gözlerinin içine baktım. "Melih benimle evlendiğinde senin hissettiğin gibi hissetmedim." Gülümsedim. "Ben senin kafanda kurduğun gibi bir şey hissetmedim Rüya." Biten cümlemle Rüya'yı orada öylece bırakıp mutfaktan çıktığımda Melih'in bana doğru geldiğini gördüm. Yanımda duran Melih çatık kaslarıyla "Ne bu halin?" Diye sordu. "Git üzerini değiştir omuzun çok açık." Bende tıpkı onun gibi kaşlarımı çattım ve gözlerimi gözlerine diktim. "Sen bana karışamazsın tamam mı?" Elimle kendimi gösterdim. "Benim telefonum bile yok. Ve bu yüzden ben istediğimi giyerim." Diye çıkmıştım. Söylediklerime şaşkınlıkla afallayan Melih'i orada bırakıp ayaklarımı yere vura vura kızların yanına çıktım. Sanırım ben kocasına istediğini yaptıran kadın profilini çok yanlış anlamıştım ve bunun farkına varmam ise Melih'in arkamdan "Ahu..." Diye bağırmasıyla oldu. Bu kez kesinlikle aslan kediciği çiğ çiğ yiyecekti. BÖLÜM SONU |
0% |