Yeni Üyelik
32.
Bölüm

31. Bölüm

@esranurozer

                       

                                                                        

Eda Baba: Beni Vur

Eğer şimdi arkamdan bağıran Melih'i tek kelimeyle anlatacak olsaydım, kesinlikle avı elinden alınan ürkütücü bir aslan olduğunu söylerdim. Çünkü sesinden etrafa yayılan sert dalgalar duvarlara çarpa çarpa bana ulaşıyordu. Ve Melih böyle adımı bağırmaya devam ederse bütün ev halkının başımıza toplanması an meselesiydi.

Kızların yanına gitmek yerine, elimdeki su bardağını merdivenin kenarına bırakıp sinirden küplere binen Melih'i sakinleştirmek için gerisin geriye döndüm. Melih olduğu yerde kıpırdamadan gözlerinden fışkıran alevlerle bana bakıyordu. Mutfak kapısının önünde duran Rüya'nın gözleri ise Melih'in üzerindeydi.

Rüyanın gözlerini oyma isteğimi sonraya erteleyerek, hızlı adımlarla Melih'in yanına geldim ve kaşlarımı çatarak "Neden bağırıyorsun?" diye sordum. Sorduğum soru Melih'in koluma yapışıp beni çekiştirmesiyle havada asılı kalırken, gözlerim son kez Rüya'nın yüzüne takıldı. Rüya'nın mavi gözlerinin bizi böyle gördüğü için zevkten parladığını görmemle tabiri caizse kan beynime sıçradı.

Melih'in beni çekiştirmesinden dolayı Rüya görüş açımdan çıktığında, koridorun sonundaydık. Melih kahverengi bir kapıyı açtı. Açtığı kapıdan içeriye önce beni geçirip, daha sonra kendisi geçti. Kapıyı sert bir şekilde kapatıp, kapattığı kapıya sırtımı yasladı. Bir eli kolumda dururken diğer elini başımın yanından kapıya dayadı. Koyu ela gözleri gözlerimi talan ederken, burnundan soluduğu sert nefesi yüzümü yalayıp geçiyordu.

"Bir daha söylesene!" dedi sesi sert, kaşları çatıktı. "Bir daha sana karışamayacağımı söylesene!" bana biraz daha yaklaşıp kapı ile kendisi arasında iyice sıkıştırdı. Ben cevap vermeyince üstten bir bakış attı. "Beni..." derken kolumdaki eli gevşedi. "Çıldırtıyorsun Ahu!"

Kendisi de beni çıldırtıyordu. Ama benim çıldırmam Melih için pek önemli bir konu değildi. Melih çıldırabilir ama Ahu çıldıramaz gibi davranıyordu. Melih'le aramızda boş ruhsuz bir bakışma geçti. Melih'in parmakları açık omuzlarımda gezinmeye başladı. Yüzümüz arasında bir nefeslik bile bir mesafe yoktu. Benim nefesimde Melih soluklanıyor, Melih'in nefesinde ise ben soluklanıyordum.

"Beni sinirlendirdikten sonra böyle süt dökmüş kediye dönüşmene deli oluyorum!" dedi. Konuştukça kımıldayan dudakları dudaklarıma değdi. Burnunu yanağım boyunda gezdirip boynun girintime doğru yol aldı. Boynumda birkaç nefes soluklandıktan sonra şah damarımın üzerini dudakları aldı ve bir öpücük kondurdu. Koyu ela gözleri gözlerimi tekrar bulduğunda, kaşları çatıktı. Çattığı kaşlarının ortasında ki boşlukta sabırsızlık vardı.

"Benim sınırlarımı ihlal etme Ahu! O her şeye batan burnunu da, ne dediğini bilmeyen uzayan dilini de törpüle. Yoksa ben kendi yöntemlerimle törpülerim."

Melih'in biten cümlesiyle bu kez kaşları çatık olan taraf bendim. Melih'in tam gözlerinin içine bakarak iki elimin avuç içini göğsüne koyup ittirdim. Ama Melih yerinden bir santim bile kımıldamadı.

"Asıl sen beni deli ediyorsun Melih!" dediğimde gözlerimden öfke taştığına yemin edebilirdim. Melih'in çatık kaşları yapma ya der gibi havaya kalktığında, göğsünden bir kez daha ittirdim "Çekil gideceğim!" dedim.

"Çekilmiyorum..." dudağının kenarını kıvırdı. "Çekebiliyorsan çeksene."

"Melih!" dedim, sakinleşmek için gözlerimi kapatıp geri açtım. "Gitmek istiyorum çekil!"

Melih çekilmedi. Hatta sanki yeterince yakın değilmişiz gibi iyice bana yaklaştı. Çenemden tuttu. "Senin gidebileceğin en uzak yer ancak benim bir santim uzağım olur Ahu!" "Çenemden elini çekip iki eliyle yüzümü kavradı. "Gidebildiğin her yerdeyim."

İzah etmesi zor olan sözler vardır. Ve sen o sözleri izah etmeye çalışmak yerine gözyaşı dökersin. Tıpkı şuan benim yaptığım gibi. Sağ gözümden akan bir damla gözyaşı, yanağımın üstünde duran Melih'in büyük elinin içinde kayboldu. Melih'in içi titreyen gözleri gözlerimi bulduğunda, bir damla daha göz pınarlarımdan yanağıma doğru intihar etti.

"Ahu..." diye fısıldayan Melih'in yüzü en az sesi kadar afallamıştı. "Neden ağlıyorsun kurban olduğum?"

"Hep bunu yapıyorsun." Dedim burnumu sesli bir şekilde çekerek "Bana bağırıyorsun, çağırıyorsun. Sonra kurban olduğum diyorsun. Ama beni kurban ettiğini görmüyorsun!" yüzümü Melih'in ellerinden kurtarmaya çalıştım. Melih buna izin vermeyerek, başparmaklarıyla sürekli yenisi akan gözyaşlarımı sildi.

"Ağlama! Ne oldu söyle?"

"Hani Rüya bir daha benim etrafımda olmayacaktı? Bana yaklaşamayacaktı? Yalancı!" Melih'in kasılan suratını hiçe sayarak konuşmaya devam ettim. "Ben onunla aynı masada kahvaltı yaptım. Sende buna müsaade ettin. Sesini bile çıkartmadın benim karımın olduğu yerde Rüya olamaz demedin!"

Melih yüzümde olan ellerini çekti ve vakit kaybetmeden kollarıyla beni belimden sardı. Başımı göğsüne yaslayıp, bir eliyle başımı okşayıp bir eliyle de sırtımı sıvazladı.

"Rüya sana bir şey mi söyledi?"

Evet, söylemişti ama bunu Melih'in bilmesine gerek yoktu. "Hayır, söylemedi." Dedim ve ekledim. "Onunla aynı ortamda bulunmak istemiyorum. Nefret ediyorum. Gitsin buradan!"

Kesinlikle konumuz Rüya değildi. Konumuz benim elbisemin açık olması ve yine benim Melih'e bağırmamdı. Ama ben nedendir bilinmez konumuz Rüya olsun istiyorum.

Belki de Levent ile Duygu'nun nişanlanmasına sinirlendim. Bunu bana gösteren Rüya'ya sinirlendim. Belki de ben Levent ile Duygu'nun nişanlanmasını kaldıramadım. Bunun acısını da hiç olmayacak birinden Melih'ten çıkartmaya çalıştım. Yine düşünmeden hareket ettim ve yine ben bu işin içinden zararlı çıktım.

Bir süre Melih'in göğsünde sakinleşmeye çalıştım. Bu süre içinde Melih benim sakinleşmemi sabırla beklemişti. Onun gibi sinirli ve sabırsız biri için beni sabırla beklemekte çok tuhaftı. Aramızda büyülü bir sessizlik vardı ve bu büyülü sessizliği Melih konuşarak bozdu.

"İnan bana Rüya'dan bende nefret ediyorum. Ama sadece bugünlük ona katlanmam gerekiyor. Onun bu gece nişanda olması lazım..."

Melih'in göğsünden başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. "Nasıl yani anlamadım? Neden nişanda Rüya'nın olması gerekiyor?" diye sordum.

Melih bana cevap vermek yerine cebinden çıkarttığı mendille yanağımı sildi. Çok önemli bir iş yapıyormuş gibi titizlikle silmeyi bitirdiği yanağımdan sonra dudaklarını alnıma bastırdı. "Şimdi bana soru sorma Ahu. Akşam Rüya'nın niye burada olduğunu göreceksin zaten." Dediğinde korkuyla gözlerimi kocaman açtım.

"Melih Tunç abim ve Aslı'nın nişanını mahvedecek bir şey yapmayacaksın değil mi?"

Melih kaşlarını çatarak "Saçmalama Ahu!" diye çıkıştı.

"Ama-"

"Bırak şimdi âmâsını falan." Gözleri açık omzuma kaydı. Parmaklarını düşük duran elbisenin koluna geçirip omzuma çıkartmaya çalıştı. "Bu elbisenin kolu omzunda duramıyor mu?" diye sordu.

Onun bu haline kıkırdamadan edemedim. Evet, sonunda asıl konumuza gelmiştik. Ona göre çok açık ama normal insanlara göre sıradan bir açıklığı olan elbisem resmen Melih'i kıskançlık krizine sokmuştu. Azimle düşen kolu tekrar tekrar omzuma çıkartıyordu. Melih elbisenin kolunu bir kez daha omzuma çıkartı ama kol tekrar düştüğünde sıkkın bir nefes bırakıp "Ahu bu elbise bozuk sen başka bir elbise giy!" dedi. Melih'in elbisemde olan elini tuttum. "Elbisenin modeli böyle Melih!" dedim.

"Başka bir elbise giy Ahu."

"Başka bir elbise giymek istemiyorum Melih."

Melih sıkıntıyla alnını ovalayıp, gözleriyle beni baştan aşağıya süzdü. Bakışları saçlarıma takılı kalınca, daha ben ne olduğunu anlamadan ensemde atkuyruğu yaptığım saçımın tokasını parmaklarıyla çıkarttı. Çıkarttığı tokayı cebine koydu. Elleriyle saçlarımı omzumun iki yanında aşağıya doğru sarkıttı. "O zaman saçların böyle açık kalsın Ahu." Dedi.

İtiraz etmedim. Başımı tamam der gibi sallayıp Melih'in elinden tuttum ve arkamda kalan kapıyı açtım. "Gidip kızlara bakayım. Abimler şimdi gelir." Dedim. Melih bana bir cevap vermedi ama arkamdan da usulca yürüdü.

***

Bir keresinde Şöyle bir yazı okumuştum; "İstediğin kadar taşı sula, taş büyümez." Bu cümleyi hatırlamam babamdan vazgeçme eşiğim oldu.

Babam kalbinde çocuklarına yer açmak yerine taş koymuş. O taşların yerini zamanla abilerim almış ama benim yerimde hep taş bırakmıştı. Babam beni büyüttüğünü sanarak kalbinde kocaman bir taşa su vermiş. O taş babamın kalbinde yara açmamış belki ama babamı benden sonsuza kadar almıştı.

Benim tek mutlu anımda olmayan babam, Tunç'un mutluluğunda yanında bulunuyordu. Onun için düşmanının bile kızını gelin isteyebiliyor, bunu kendine sorun etmiyordu. Ama babam, beni kolayca ölüme gönderiyordu.

Dakikalardır, ikili koltukta dedemle birlikte oturmuş babama gözlerimi dikmiş derin düşüncelere içindeydim. Ve beni bu düşünceden çıkartıp, bakışlarımı babamın üzerinden çekmeme sebep olan kişi yanımdan oturan elimi sıkı sıkıya tutan kocamdı. Melih'le gözlerimiz birleştiğinde, elini dudaklarına götürüp öptü. Bu hareket Melih dilinde sakin ol demekti. Melih'e gülümseyerek oturduğum yerden kalktım. "Aslı'ya bakacağım." Dedim ve salondan çıkıp mutfağa ilerledim.

Mutfağa girdiğimde Aslı ocakta yaptığı kahveyi karıştırıyordu. Yanında duran Berna ve Ezgi ise Aslı'nın heyecanını yatıştırmak için çeşitli sözler söylüyorlardı. İçeriye girdiğimi ilk fark eden Ezgi "Ahu içerisi ne durumda?" diye sormasıyla Berna ve Aslı'nın bakışları bana döndü. Kızlara kocaman gülümseyip "Her şey harika ilerliyor." Aslı'nın isteme çikolatalarından bir tane alıp ağzıma attım. "Gelin Hanımın kahvesini içmeyi bekliyorlar." Dedim.

Aslı daha da telaşlanarak kahve yapma işine geri döndü. Bizimde yardımımızla pişen kahveleri Aslı sonunda götürdü. Kahveler içilirken Tunç'un isteği üzerine Aslı'yı babam değil dedem istedi. Kenan amca en ruhsuz bir şekilde Aslı'yı Tunç'a verdiğini söylediğinde Tunç ve Aslı derin bir nefes verdiler.

Yüzükler takıldı. Büyüklerin eli öpüldü. Tebrikler edilip, iyi dilekler sunuldu. Zaman hızla akıp giderken, Melih'in telefonuna bir mesaj geldi. Melih göz ucuyla mesajı okuduktan sonra dudaklarını iki yana kıvırdı. Daha sonra babamın telefonu çaldı. Babam müsaade isteyerek çalan telefonuyla salondan çıktı. Birkaç dakika sonra tekrar içeriye geldiğinde, Melih oturduğu yerden ayağa kalktı. Elimden tutup beni de kaldırdı.

"Biz kalkalım artık. Ahu ile söz verdiğimiz ve gitmemiz gereken bir yer var." Dedi. Kesinlikle böyle bir şey yoktu. Bakışlarım Melih'i bulduğunda susmam için elimi sıktı.

Kısaca herkesten vedalaştıktan sonra, Melih'le birlikte Birsen teyzelerin evinden ayrıldık. Arabaya bindiğimizde Melih kontağı çalıştırmadan önce "Ne olduğunu merak ettiğini biliyorum Ahu. Ama az sabırlı olmanı istiyorum. Merak ettiğin şeyin cevabını kendi gözlerinle görmeni istiyorum." Dedi ve arabanın kontağını çalıştırdı.

Benim merak ettiğim şey ne olduğu değildi. Benim merak ettiğim şey Melih'in ne yapmaya çalıştığıydı.

***

Melih direksiyonu sağa doğru kırdığında, iki tarafı orman olan asfalt bir yola girdik. Bu yol ve ormanlık alan o kadar tanıdık geliyordu ki bir türlü çıkartamıyordum. Araba biraz daha ilerledikten sonra Melih bu kez arabayı ormanın içine sürdü. Ve işte o an buranın neresi olduğunu çıkarttım. Burası Melih'in adamlara işkence yaptığı eski izbe fabrikanın olduğu yerdi.

Dehşetle açtığım gözlerimi etrafta gezdirip "Melih burası..." dedim ama cümlemin sonunu getiremeden Eski fabrika görüş açıma girdi. Korkum hat safhaya ulaşırken, kalbimin ağzımda attığını hissediyordum. Melih arabayı fabrikanın önünde durdurmak yerine arka tarafa geçirdi. Fabrikanın arka tarafında olan siyah depo tarzı binanın önünde durdu. Elindeki telefonla bir şeyler yaptı. Depo tarzı binanın kepenkleri açıldı ve Melih arabayı içeriye soktu. Araba içeriye girer girmez binanın içinde tam tepede sarı cılız bir ışık yandı.

Etrafın aydınlanmasıyla içeride olan üç arabalar görüş açıma girdi. Bu arabalardan biri Çağlar'ındı. Diğer ikisi ise Tunç ve Tekin'in arabasıydı. Korkuyla açtığım gözlerim etrafı tararken, Melih arabadan indi. Benim tarafıma gelip kapıyı açtı. "İn Ahu!" dedi.

Titreyen ayaklarıma zar zor komut vererek arabadan indim. Gözlerim hala Tunç ve Tekin'in arabasının üzerindeydi. Eğer onlar buradaysa, şu durumdayken bizden önce nasıl geldiklerini sorgulamam saçmamıydı.

Melih "Ahu" diye seslenince bakışlarım Melih'in gözlerini buldu. Melih önce saçlarımı okşadı. Daha sonrada üzerinde ki siyah takım elbisesinin ceketini çıkartıp bana giydirdi. Bir yaprak gibi titreyen bedenimi ayakta güçlükle tutuyordum. Melih ceketin içinde kalan saçlarımı çıkartırken "Korkuyorum..." dedim. Melih beni duymazdan gelerek saçlarımı ceketin içinden komple çıkarttı.

"Çok korkuyorum Melih..."

"Korkma bebeğim." Derken iri ellerinin arasına küçük ellerimi yerleştirdi. "Korkulacak bir şey yok. Sadece gerçeklerle yüzleşeceğiz."

Elimi sıkı sıkıya tutarak deponun içinden çıktı. Deponun kepengini kapattı ve birlikte fabrikaya doğru ilerledik. Fabrikaya ilerledikçe korkum artıyordu.

Bir elim Melih'in elinin içindeyken, diğer elimle Melih'in ceketinin ucunu sıkı sıkıya tutmuştum. Midem bulanıyor, başım dönüyordu. Melih'le birlikte fabrikanın küf kokan merdivenlerini çıktık. Numan'a işkence yaptıkları odanın kapısını es geçip bir kat daha çıktıktan sonra küf yeşili demir kapının önünde durduk. Melih kapıyı iki kez sert, bir kez hafif tıklattı. Birkaç saniye sonra kapı kulakları tırmalayan bir ses bırakarak açıldı. Kapıyı açan Ufuk geçmemiz için kenara çekildi ve kapıyı tekrar kapattı.

Gözlerim duvarları siyah boya ile boyanmış alanda gezinmeye başladı. Kapının hemen sağında oda gibi bir bölme vardı ve o bölmenin kapısı siyah odaya tezat beyazdı. Kapının solunda ise üç tane kırmızı perdeli kabin vardı. Tam kapının karşında ki duvarda üç kanatlı pencere vardı ve ortadaki pencere açıktı. Geri kalan alan duvarın dibine yerleştirilmiş iki sandalyenin haricinde bomboştu.

Melih "Her şey tamam mı Ufuk?" Diye sordu.

"Tamamız abi. Tekin biraz sorun çıkarttı ama onu da hallettik. Mehmet abi her şeyi ayarlamış. Bir tek Cevdet'in gelmesi kaldı." Diyen Ufuk'a bakışlarımı çevirdiğimde, gözlerini benden kaçırdı ve eliyle beyaz kapıyı gösterdi. "İçeriye geçelim abi." Dedi.

Melih kendisiyle birlikte beni Ufuk'un gösterdiği yere doğru ilerletti. Arkamızdan gelen Ufuk önümüze birden geçerek kapıyı açtı. Ufuk kapıyı sonuna kadar açtığında, önümüzde durduğu için ilk hiç bir şey göremedim. Ufuk tamamen içeriye geçip, bizimde girmemiz için kenara çekildiğinde ise kocaman odada gözlerim annemin varlığına takıldı.

Korku bütün bedenimi etkisi altına aldığında dudaklarımın arasından "Anne!" Feryadı döküldü. Elimi Melih'in elinden kurtarmaya çalışırken, gözlerim tekerlekli sandalyede oturan annemdeydi.

"Ahu!" Diyerek beni kendine doğru çekti Melih. Gözlerimin odağı annemden koparak Melih'in kararan ela gözleriyle birleşti. "Sakin ol! Annene birşey olduğu yok!"

"O zaman niye burada?"

"Çünkü geçmişi öğrenmem gerekiyor." Gözleri kısa bir an arkaya kayıp tekrar gözlerimi buldu. "Cevdet'i en zayıf yanından vurmak istiyorum."

Ağzım şaşkınlıktan o şeklini alırken gözlerim Melih'in gözlerine doğru anlayıp anlamadığımı sorgular gibi bakıyordu. Melih'in net bakan gözleri ise doğru anladığımı haykırıyordu. Annemle babamı yan yana getirecekti. Ve bu hiç sağlıklı düşünen birine göre değildi.

"Melih yapma!" Derken sesim titredi. "Annem hasta biliyorsun. Babamla görüşmesi pek mantıklı değil. Lütfen yapma!"

"Hiç nefesini tüketme Ahu. Çünkü bu karşılaşma olacak ve ben Cevdet'in hayatını sikeceğim!"

Cevap vermeye fırsat kalmadan bir telefon melodisi duyuldu ve hemen ardından Mehmet abinin "Melih Cevdet geldi." Diyen sesi.

Melih gözlerini benden çekip arkasına baktı. "Başlıyoruz."dedi.

Melih gibi bende arkamı döndüğümde, annemin acı kahve gözlerini teyet geçerek, Tunç'un yorgun açık kahve gözlerinin içine baktım. Krem rengi plastik sandalye de oturan Tunç'un sanki olacakları tahmin etmiş gibi omuzları düşüktü. Hemen yanında asık suratı ve mavi gözlerinden öfke taşan Tekin oturuyordu. Tekin'in başında Çağlar ayakta bekliyordu. Osman bilgisayar sistemi olan beyaz bir masanın yanında oturuyordu. Ufuk bizim bir kaç adım ilerimizdeydi. Bakışlarım usulca odanın tam ortasında tekerlekli sandalyede oturan anneme kaydı. Mehmet abi arkadan annemin sandalyesinden tutmuştu. Doktor Emre Mehmet abinin az ilerisinde üzerindeki yeşil doktor kıyafetiyle ayakta duruyordu.

Gözümden akan yaşı elimle sildim. Anneme doğru adımladığımda, bu kez Melih beni engellemedi. Benimle birlikte ilerledi. Annemin önünde durduğum da annem sanki babamla yüz yüze gelmeyecekmiş gibi, korkutucu bir yerde değilmiş gibi sıcacık gülümsedi. Göğsümün üstünden aşağıya doğru sarkan saçımın ucunu eliyle okşadı. Parmaklarına sıkıştırdığı bir tutam saçı dudaklarına götürüp öptü. Bu haldeyken bile iyiyim demek istiyordu.

Gözümden akan yaş, anneme olan sevgimdendi. Mehmet abi annemin sandalyesini çektiğinde, önce annemin dudakları saçlarımın ucundan çekildi. Daha sonra ise parmakları saçlarımı serbest bıraktı. Ve ben gözümden akan yaşı kalbimde hissettim.

Melih Mehmet abinin bizim bulunduğumuz yerden çıkmasıyla elimden çekiştirerek Osman'ın yanındaki boş sandalyeden birine kendisi oturdu ve hemen yanında ki boşluğa da beni oturttu.

"Abi bağlantıyı ekrana veriyorum." Dedi Osman. Melih başını sallayınca karşı duvarda yeni fark ettiğim projeksiyon ekranına az önceki siyah duvarlı oda yansıdı. Annemin çapraz bir şekilde pencerenin sağ tarafında duruyordu. Mehmet abi ise ayakta bekliyordu. Kapı çaldı, Mehmet abi kamera açısına bakarak baş parmağıyla olumlu bir işaret yaptı ve kapıyı açmaya gitti.

Açılan kapıyla babam içeriye girdi. Mehmet abiye tek bir kelam etmeden bakışlarını odada gezdirdi. Gözleri annemi bulunca mavi gözleri büyüdü ve "Canan..." Dedi sesi kurak çöllerde su bulmuş gibi mutlu çıktı. İçeriye girip direkt annemin yanına doğru ilerledi. Annemin önünde durdu, gözlerini annemden çekmeden konuştu.

"Açıkçası sana güvenmek konusunda çok tedirgindim Mehmet ama..." Hissizce gülümsedi. "Akşam nişan da Rüya'nın bile olup senin olmayışın sana güvenme mi sağladı."

Bakışlarım yanımda oturan Melih'e kaydığında onun gözlerinin çoktan benim üstümde olduğunu fark ettim. Bakışları bana Rüya'nın neden nişanda olduğuna müsade ettiğini anlayıp anlamadığımı sorgular nitelikteydi. Tekrar ekrana dönmeme sebep olan şey ise bir kez daha babamın konuşmasıydı.

"Aslında biz ikimiz çok iyi bir ekip olabiliriz Mehmet."

"Ekip falan yok Cevdet Efendi!" Diye çıkıştı Mehmet abi. "Biz sadece seninle bir anlaşma yaptık. Ben sana Melih'e rağmen aşığını getirdim. Sen de bana ihaleyi sattığın kişilerin adını vereceksin!"

Mehmet abi, babamın ihaleyi sattığı kişileri bilmesine rağmen, sırf kurduğu tuzak bozulmasın diye oyununu öyle güzel oynuyordu ki, babamın inanmaması mümkün değildi.

Babam güçlü bir kahkaha attı. Mehmet abiyi baştan aşağıya süzdü. "Tıpkı babana benziyorsun Mehmet. Baban da Fikret'i çok sever ve saygı duyardı. Tıpkı senin Melih'i sevdiğin gibi."

Mehmet abi dudağının kenarını kıvırdı. "Evet babam senin aksine Fikret amcaya çok saygı duyardı. Arkasından iş çevirmez, yatağına hainlik için bir kadın sokmaz ve onu öldürmeye kalkmaz onun yerine kendi ölürdü! Ki öldü de zaten." Dedi.

Babam okkalı bir tokat yemiş gibi sarsıldı. Beyaz yüzü direkt morardığında kaşlarını çattı. Mehmet abiye öldürecek gibi bakıyor, sık nefesler veriyordu. "Seninle eskiyi konuşacak değilim!" Gömleğinin üstten iki düğmesini açtı."Şimdi izin verirsen Canan'la yalnız konuşmak istiyorum." Dedi ve ekledi. " Konuşmam bitince sana adamların ismini ve mekanlarını söylerim."

Mehmet abi hay hay der gibi başını salladı ve arkasını dönüp bizim yanımıza gelmek yerine küf yeşili demir kapıyı açıp dışarıya çıktı. Babam Mehmet abinin çıkmasıyla bakışlarını anneme çevirdi. Annemin gözlerinin içine bakarak odada bulunan sandalyelerden birini çekip annemin karşına oturdu.

"Canan... Benim küçük kadınım. Nasılsın?" Derken elini kaldırıp annemin saçlarına dokunmaya çalıştı ama annem başını geriye doğru çekince babamın eli havada boş kaldı. "Peki" elini indirim kendi dizlerinin üzerine koydu. "Bana çok kızgınsın biliyorum." Yutkundu "Geçmişi geri getiremem Canan ama şunu bil o geçmişi yüz defa da yaşasam ben yine seni severim." Dedi.

Babamın sözleri biter bitmez Tekin oturduğu yerden ayağa kalktı. "Kes şu saçmalığı. Bizi buraya babamın aşk hayatını izleyelim diyemi getirdin Melih Kılıçaslan!" Diye bağırdı.

Melih Tekin'in yüzüne bomboş baktı ve sanki Tekin yokmuş gibi elini üzerimdeki kendisine ait ceketin cebine atarak içinden sigara paketini çıkarttı. Sigara paketinin içinden çıkardığı bir dal sigarayı, dolgun dudaklarının arasına sıkıştırdı ve ucunu tutuşturdu. Derin bir nefes aldığı sigaranın dumanını bir kaç saniye içinde tuttu ve daha sonra usulca dumanı havaya doğru üfledi. Tekin Melih'in kendisini umursamadığını gördüğünde bu kez bakışlarını yanında oturan Tunç'a çevirdi.

"Abi sen bir şey söylesene. Bizim burada ne işimiz var?"

Tunç sağ eliyle sıkıntıyla alnını ovaladığında, gözüm parmağında ki daha kurdalesi bile yerinde duran nişan yüzüğüne takıldı. "Ne söyleyeyim Tekin?" Diye sorduğunda sesi umutsuzluk barındırıyordu. "Babam yapmıştır yine birşeyler ve bizde onun çocukları olarak böyle cezalandırılıyoruzdur."

Tekin istediği cevabı alamamanın hayal kırıklığıyla kalktığı yere tekrar oturdu. Herkesin bakışları ekrana döndüğünde, Melih ikinci sigarasını yaktı. Tekin'in çıkışması yüzünden babamın konuşmalarının bir kısmını kaçırmıştık.

"Füsun'dan boşandım." Diyen babamın sesi anneme ulaşmadığı kesindi. Çünkü annem karşında bir insan değilde bir duvar varmış gibi hissizdi. "Beni aldattı." Gülümsedi "Tıpkı benim onu aldattığım gibi o da beni aldattı. " İki eliyle yüzünü sıvazladı. "Çok ağrıma gitti ama senin bana yaptığın ihanet kadar da canımı acıtmadı." Dediğinde annemin yüzünde ilk defa bir mimik belirtisi oldu.

"Senin Fikret'e aşık olman kadar, ona gülmen kadar, onunla yatman kadar canımı acıtmadı!"

Babamın sözleri içeride bulunan buna Melih'te dahil olmak üzere herkesi şoka sokarken, annem hızla elini kaldırıp babamın yüzüne gücü yettiğince bir tokat attı. Babam yüzüne yediği tokattan sonra sinirlendi ve oturduğu yerden ayağa kalktı.

"Ne oldu Canan gerekçeleri söyleyince zoruna mı gitti? Sen Fikret'e aşık olmasaydın ben Fikret'i öldürmeyecektim. Kızım benim yanımda büyüyecekti. Kardeşler ayrı kalmayacaktı. Fikret'ten bile daha acımasız olan Melih benim düşmanım olmayacaktı." Diye bağırdı.

Annem çattığı kaslarıyla babama bakarken babam az önce oturduğu sandalyeye bir tekme atarak yere düşmesini sağladı. "Bana böyle iğrenç biriymişim gibi bakma!"

"Herşey benim suçum değil!" Kendi etrafında bir kaç adım attı. "Ben sadece Fikret'in parasını alacaktım. Zengin olacaktık. Fikret öldü ve biz sadece Melih büyüyene kadar zengin olabildik. Elimizden herşeyi aldı. Kendi kızımızı bile aldı sen düşün!" Yalancı bir kahkaha attı. "Belki de ilahı adalet tecelli etti. Fikret'in hayatına karşılık kızımızın hayatı." Dedi.

Oysa ki böyle babamın düşündüğü gibi bir ilahi adalet yoktu. İlla ilahi adalet tecelli edecekse günahsız birinin değilde o günahı işleyen kişinin hayatına karşılık tecelli etmeliydi. Annemde benim gibi düşünüyor olacak ki gözlerini babamdan çekip başını diğer tarafa çevirdi. Babam annemin bu hareketine sinirlenerek eliyle yanağını sıkarak annemin yüzünü kendi yüzüne çevirdi. İç güdüsel olarak müdahale etmek için yerimden kalktığımda Melih bileğimden tutarak beni tekrar yerine oturttu.

"Biliyor musun Canan bu huyun Ahu'da da var?" Annemin yüzünü serbest bıraktı. "Bazen düşünüyorum da Ahu senin yanında büyümemeliydi. En başında Ahu'yu yanıma almalıydım. Yirmi yaşından sonra insanın çocuğunu tanıma biraz zor oluyor." Dudakları iki yana kıvrıldı. "Hiç bir şeyi bana benzemiyor. Hele bir huyu var ki hiç bir şeyi unutmuyor, tıpkı Fikret gibi unutmuş gibi yapıyor ama unutmuyor." Yüzündeki gülümseme silindi. "Benim kızımda, Fikret Yıldırımın huyu var!"

Babam Fikret Yıldırımdan bahsettikçe Melih geriliyor, gerildikçe de bileğimi sıkıyordu. Canımın acısına dayanamayarak "Ah..." Diye mırıldandım. Melih gözlerini ekrandan çekip bana baktığında, bileğimi sıktığının yeni farkına varmıştı. Parmaklarını gevşetip elimi dudaklarına götürdü. Bileğimin üzerine dudağını bastırdı. Bir kaç kez küçük küçük öpücükler kondurduğu bileğinin üzerini bu kez parmakları aldı ve usulca okşamaya başladı.

"Her neyse Canan asıl konumuza gelelim." Diyen babam sıkıntıyla bir nefes bıraktı. "Ben Melih'in düşmanlarına para karşılığında Ahu'nun hayatını feda ettim." Annemin zaten bildiği, abilerimin ise şimdi öğrendiği babamın yaptığı şey. Annemin gözünden yaş, abilerimin dudaklarından ise şaşkınlık nidaları dökülmesine sebep olmuştu.

Tunç abim oturduğu yerden fırlayıp ne zaman odadan çıktı. Arkasından Tekin ne zaman koştu, ekran ne zaman karardı anlayamadım. Çağlar, Ufuk ve doktor Emre de odadan çıktıktan sonra, sonunda Melih'te oturduğu yerden kalkarak beni de kaldırdı ve bizde odadan dışarıya çıktık.

"Nasıl yaparsın baba bunu nasıl?" Diye bağıran Tunç'u Çağlar tutmaya çalışıyordu. Tekin gözlerini babasına dikmek yerine Tunç'a dikmişti. Babam korkudan mı yoksa şaşkınlıktan mı bilinmez gözlerini kocaman açmış oğullarına bakıyordu. Mavi gözleri benim gözlerimle kesiştiğinde gözlerinde azıcık utanma duygusuna rastladım. Ama asıl babamın gözlerinin büyümesine sebep olan kişi ise Melih'ti.

Babam kendini kaybetmiş gibi serzeniş eden Tunç'a hitaben "Oğlum ben-" diye açıklama yapamadan Tunç "Bana oğlum deme! Bizim hayatımızı siktigin yetmedi. Utanmadan Ahu'nun da mı hayatını sikecektin!"

Küf yeşili kapı açıldı Mehmet abi içeriye girdi. Yüzündeki şeytani gülümseme ile gelip Melih'in omzunu erkekçe sıktı. Babamın gözleri tabiri caizse yuvalarından fırlayacaktı. "Siz" dedi işaret parmağını ikilinin üzerine doğrultarak "Siz bana oyun oynadınız."

"Ha şunu bileydin Cevdet Demir." Dedi Mehmet abi "Düşmanın sen olduğunu biliyoruz. Çocuklarında öğrensin istedik."

Babam Mehmet abiyi ve üç çocuğunu hiçe sayarak "Melih" dedi ve devam etti. "Herşeyi açıklayabilirim. Ben Kızımı çok seviyorum. Onun tırnağına diken batsa benim kalbim acır." dedi.

Yalan söylüyordu. Babam yıllarca dikeni benim kalbime kendi elleriyle batırmıştı ve bir kez bile benim acımı hissetmemişti. Annem beni doğum yaptığında yanımda değildi. İlk yaş günümde, ilk düştüğümde, ilk dişim çıktığında, ilk yürüdüğümde, ilk okula başladığımda, babam benim ilk mutluluğumda yanımda yoktu. Ama yine aynı babam ilk kez gittiğim evinden beni kovdu. İlk tokadı yüzüme kendi vurdu. Benim kalbime diken değil hançer batıran kişiydi babam.

Melih babam hiç konuşmamış gibi "Emre?" Diye seslendi. Emre yan odadan çıktığında "Canan Hanımı bizim eve götür" dedi. Emre annemin yanına doğru ilerlerken Melih "Ufuk perdeleri kaldır."dedi. Ufuk kabin şeklinde olan önünde kırmızı perde ile örtülü örtüyü kaldırdı. Elleri, ayakları ve ağızları bağlı bir şekilde sandalyeye oturtulmuş iki adam vardı. Bu adamlar babamın para karşılığında benim hayatımı feda ettiği adamlardı. Babam gördüğü adamlardan sonra başından aşağıya soğuk su dökülmüş gibi irkildi. Melih belinden çıkarttığı silahı adamlara doğrulttuğun da Emre hızlıca konuştu.

"Aman diyeyim abi ben çıktıktan sonra ne yapıyorsan yap. Doktorum yemin ettik o kadar." Dedi ve annemle birlikte bulunduğumuz yerden çıktı.

Melih, sıkıca tuttuğu elimden beni sandalyede ki bağlı adamların yanına getirdi. Diğer elinde tuttuğu silahı kel olan adamın başına doğrultu. Adamları öldürecekti ve bunu benim gözümün önünde yapacaktı.

"Melih" diye seslendim. Bu vahşeti görmek istemiyordum. "Ben annemle gideyim."

"Hayır!" Sert ve netti cevabı.

"Melih lütfen görmek istemiyorum."

"Göreceksin! Seni öldürmeye çalışan bu pezevenkleri nasıl kendi ellerimle öldürdüğümü göreceksin!" Silahın emniyet kilidini açtı. "Sizin ölünüzü bile sikerdim ama maalesef bu enerjimi sevgili kayınpederime ayırdım." Dedi ve hiç tereddüt etmeden ilk önce kel adamın daha sonrada sarışın adanın alnının çatından vurdu. Silahtan çıkan ses benim çığlığıma karışırken, iki adam çoktan ölmüşlerdi.

Şuan hissettiğim dehşetin adı korkuydu. Melih'i ilk kez birini öldürürken görmüyordum ama yinede bu benim ondan ürkmemem için bir sebep değildi. Eline silah aldığında başka birine dönüşüyordu. İnsanlıktan çıkıyor, tabiri caizse bir canavara dönüşüyordu.

Yaşlı gözlerim ölen adamların alnından yanağına doğru sızan kan izinde takılı kalırken, arkamda çıkan kargaşadan tamamen soyutlanmıştım. Birileri bağırır, birileri küfürler savuruyordu ama beynim o kadar doluydu ki tam olarak seslerin kime ait olduğunu çözemiyordum. Tek odaklandığım nokta ölü bedenlerden akan kandı. Biri adımı seslendi, kolumdan çekiştirdi ama ben hiç birini algılayamadım. Ta ki sert bir el çenemden tutup gözlerimi ölen adamlardan çekene kadar.

Beni çenemden çeken elin sahibiyle gözlerim kesiştiğinde, gerçek dünyaya geri döndüm. Melih'in ela gözleri tedirgindi. İrisleri büyümüş, akı kırmızıya boyanmıştı. Melih'in ela gözleri hiç az önce bir adam öldürmüş gibi bakmıyordu. Birçok şeye sahiplik yapan gözleri katil bir ruhu barındırmıyordu. Hala o gözlerin içinde yedi yaşındaki oğlan çocuğu vardı ama dıştan görünen katil bir adamdı.

Ağlamam şiddetini arttırdığında "Çağlar!" Diye seslendi Melih. Çağlar sadece iki saniye de yanımıza geldiğinde, "Ahu'yu eve götür." Dedi. Çağlar yanıma gelip beni kolumdan tutacakken, ben ondan önce davrandım ve Melih'in beyaz gömleğinin ucundan sıkı sıkıya tuttum.

Çağlar ne yapacağını bilemez bir şekilde Melih'e bakarken, Melih gömleğini tutan elime bakıyordu. Yavaşça gözlerini gözlerime çıkarttı. "Ahu" dedi gözleri benim gözlerim ve gömleğini tutan elinde mekik dokurken "Sen Çağlar'la eve git bende işim biter bitmez geleceğim."

Başımı hızla hayır der gibi salladım. Melih yüzümü ellerinin arasına aldı. "Güzelim yapma böyle. Eve git."

"Gitmek istemiyorum." Ağlamalarımın arasından zar zor konuştum. "Korkuyorum."

Melih'in yüzü sarsıldı. Göz ucuyla Çağlar'a bir işaret yaptı. Çağlar yanımızdan bir adım gerilediginde Melih gömleğini elimden çekip kurtardı. Boşluğa düşen elimle boğazımdan bir hıçkırık koptuğunda, Melih vakit kaybetmeden elimi elinin içine aldı. Bakışlarını odanın içindekilerin üzerinde gezdirdi ve en son Tunç'un üzerinde durdu.

"Cevdet Demir benim için ölü bir adamdır. Onu bu saatten sonra elimden feriştahı gelse kimse alamaz. Sizi buraya getirdim çünkü babanızın gerçek yüzünü görün istedim." Kısa bir an bakışları babamı buldu ve tekrar Tunç'a döndü. "Şimdi size iki tane tercih hakkı sunacağım." Bunu söylerken özellikle Tunç'tan bakışlarını çekip Tekin'e bakmıştı.

" Ya şimdi burada kalır babanızın suçuna ortak olursunuz Ahu'yla olan bütün bağınızı kesersiniz. Ya da hiç babanızı görmemiş gibi şu kapıdan çıkıp gidersiniz. Ahu ile abi kardeş gibi görüşmeye devam edersiniz." Dedi.

Tekin kocaman açtığı dudaklarından "Nasıl yani?" Diye mırıldandı. Tunç ise Tekin'in aksine arkasında kalan babama dönüp baktı. Babam çocuklarının onu seçeneğinden o kadar emindi ki resmen gözlerinin içi parlıyordu.

Tunç babama baktı baktı ve baktı. Daha sonra önünü bize döndü. "Hadi Tekin." Diyerek bize doğru adımladı. Benim önümde durdu. Açık kahve gözlerinin pınarlarını zorlayan yaşlara rağmen sıcacık gülümsedi. Elini yanağıma koydu, dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Telefon alınca ara beni güzelim. Abi kardeş kahvaltıya gideriz." Dedi. Bir kez daha dudaklarını başımın üstüne bastırdı.

"Babamı burada mı bırakacağız abi?" Diye soran Tekin'in sorusu havada asılı kaldı.

Tunç Melih'e bir baş selamı verdi ve çıkışa doğru ilerledi. Tekin "Abi, sana diyorum. Babamı burada tek bırakamayız. Melih babamı öldürmez öldürmekten beter eder." Derken Tunç'un peşimden de yürüyordu.

Tunç çıkmak için kapıyı açtığında arkasını dönmeden "Babam çoktan öldü. Ama bunun farkında bile değil." Dedi ve dışarıya çıktı. Onun arkasından da Tekin çıktı.

Babam bitmiş bir vaziyette yere çöktüğünde "Ben seni gerçekten seviyorum Ahu. Ama sana bakınca Fikret'i görüyorum. Seni daha önce yanıma gelme diye uyarmama rağmen sen geldin. Beni tercih yapmaya sen zorladın kızım." Yumruk yaptığı elini bir kaç kez yere vurdu. "Bu hikeye bitmişti. Sen geldin ve bu hikayeyi tekrardan başlattın. Sen ölürsen hikaye tekrar bitecekti."

İçimde büyüttüm baba sevgisi bir toz bulutu olup uçtu. Öyle kasırgalar, fırtınalar çıkararak da değil. Ruhumda iz bırakan bir kaç cümleyle. Bende babaları tarafından hiç sevilmeyen kız çocukları kervanına girmiştim.

Ayakta zor duran bedenim Melih'in elimi bırakıp, küfür ederek babama doğru atılmasıyla, yere yığıldı.

Sonrası ise karanlıktı. Kocaman bir boşluktu.

***
Başımda hissettiğim zonklama ile gözlerimi araladım. Elimi zonklayan yere götürdüğüm de sargı bezi olduğunu fark ettim. Kolumda ise serum iğnesi takılıydı. Bitmiş serum iğnesini kolumdan çıkarttım ve yatakta otur pozisyona geldim.

Beynimi zorlayarak bana ne olduğunu hatırlamaya çalıştım ve yavaş yavaş yaşadıklarım gözümün önünden film şeridi gibi geçti. En son eski fabrikada bayılmıştım ve şimdi kendi evimizde, kendi yatağımızdaydım. Babama ne olduğuna dair tek bir fikrim yoktu. Üstelik Melih'te ortalarda görünmüyordu.

Yavaşça yataktan kalkıp banyoya girdim. Lavabo tezgahına yaklaşık aynada kendi yansımama baktım. Üzerimdeki kırmızı elbisenin yerinde yeller esiyordu. Onun yerine Melih'e ait mavi bir tişört vardı üzerimde. Yüzüm desen solmuş, ağlamaktan gözlerimin içi kızarmıştı. Daha fazla kendi yansımamı görmeye dayanamayarak musluğu açıp yüzümü yıkamaya başladım.

Banyodan çıktıktan sonra Melih'e bakmak için odadan çıktım. Merdivenlere doğru ilerlerken bir kadın sesi duydum. Sese kulak kabarttığım da annemin odasından geldiğini anladım. Adımlarımı annemin odasının önüne doğru ilerlettim. Kapıyı tıklatacakken içeriden annemin mırıltı şeklinde sesini duydum.

Hızla kapıyı açıp içeriye girdim. Yatakta uzanır vaziyette oturan annemin şaşkın yüzüne gülümseyerek baktım. "Anne sen konuşuyor musun?" Diye sordum.

Annem kocaman açtığı gözlerini gözlerime diktiğinde ben hala duyduğum sesin anneme ait olduğunun sevincindeydim.

"Anne?" Dedim bana cevap vermesi için ama annem sessizce yüzüme bakıyordu. Bir kez daha "Anne?" Diye seslendim ama aldığım tek cevap sessizlik oldu.

Yanlış duymadığımdan emindim. Üç yıldır sesine hasret kaldığım annemin sesini yanlış duymam kesinlikle mümkün değildi.

BÖLÜM SONU

Loading...
0%