Yeni Üyelik
33.
Bölüm

32. Bölüm

@esranurozer

                                                       

Toygar Işıklı: Korkuyorum

Kimi zaman acıtıyor sessizlik. Canım çok fazla yanıyor hatta nefes bile alamıyorum. Bu acıya dayanmak çok zor ama dayanmak zorundayım.

"Anne..." dedim birçok umutları sırtlanarak. Ama annemin sessiz kalması sırtımdaki bütün umutları alaşağı etti.

Boğazıma oturan yumrunun geçmesi için büyükçe yutkundum. "Hadi anne kızım de bana." Dedim.

Annemden aldığım tek cevap kahve gözlerinden akan iri iki damla ve kocaman bir sessizlik odu.

Evet, kesinlikle kimi zaman sessizlik acıtıyordu.

Melih'in "Ahu" diye evi inleten sesi sayesinde gözlerimi annemin yaşlı gözlerinden çektim. Odadan çıkmak için kapıya döndüğümde kapının girişinde Melih'le karşılaştım. Melih'in kaşları çatık, yüzü gergindi.

"Ne yapıyorsun burada Ahu? Niye yatağında değilsin?"

"Annemin sesini duydum Melih." Dedim dan diye.

Melih'in çatık kaşları düzeldi. Yorgunluktan ve uykusuzluktan içi kızaran gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Nasıl?" gözleri annemin üzerine çevrildi ve tekrar benim gözlerimi buldu. "Konuşmaya mı başladı?"

"Sesini duydum ama şimdi konuşmuyor Melih."

Melih'in yüzü afalladı. İki büyük adımda yanıma gelip ellerinin arasına yüzümü aldı. "Seninle konuştu mu?" diye sordu. Sesi endişeli, gözleri merak doluydu.

"Benimle konuşmuyor ama sesini duydum." Dediğimde Melih'in meraklı gözlerine endişe kırıntıları çöktü. Yüzümü kavrayan ellerinin başparmaklarıyla yanağımı okşadı "Ahu" diyerek yutkundu. "Dün akşam bayıldığında başını sert vurdun. İyi değilsin sen şuan. Yanlış duymuş olmalısın." Dudaklarını alnıma bastırdı. "Bir şeyler ye ilacını al ve dinlen."

İtiraz etmek için "Melih" diye konuşmaya çalıştım ama Melih çoktan yüzümden ellerini çekip, elimden tutarak beni odadan dışarıya çıkarttı. Melih bana inanmamış, annem benimle konuşmamıştı ama ben annemin sesini duyduğuma emindim.

Ya beynim benimle bir oyun oynuyordu, ya da ben kafayı yemeye başlamıştım.

***

Başımdan akan sıcak su çıplak ayaklarımın altındaki beyaz fayansa damlıyordu. Tıpkı zihnim gibi duşa kabinin etrafını buharlar kaplamıştı. Gözyaşlarım yüzümden akan suya karışıyordu. Yaklaşık abartısız bir saattir banyoda sıcak suyun altında oturuyordum. Yaptığım eylem yıkanmaktan ziyade kalbim ve beynimdeki düşüncelerle savaşmaktı.

Benim babamdan dinlediğim hiç masalım yoktu. Masallarımı hep annen anlatır, kendince bana bir baba figürü çizerdi. Babamın bir kahraman olduğunu bana düşündüren kişi annemdi. Benim bütün masallarımda babam vardı. Babamla ilk karşılaştığımızda, beni istemediğini söylemesine rağmen bile masallarım tükenmemişti. Annemin anlattığı gibi biri çıkmadığında bile masallarım tükenmemişti. Benim masallarım babam benden kolayca vazgeçtiğinde tükendi.

Salıncakta sallanan küçük Ahu'yu babam düşürdü. Küçük Ahu'nun avuç içleri yara bere içinde kaldı. Çok ağladı ama küçücük yüreği babamı affetti. Küçük Ahu babama güvendi ve bir kez daha o salıncağa bindi. Ama babam onu bir kez daha düşürdü. Küçük Ahu'nun dizleri kanadı. Buna rağmen Küçük Ahu yine babama güvendi ve o salıncağa bindi. Babam küçük Ahu'yu bir kere daha düşürdü ve küçük Ahu öldü. Önce küçücük kalbi, sonra babasına beslediği sevgisi öldü.

Güneş soldu, gün zifiri karanlığa boyandı. Ve bir baba küçük kızının masallarının katili oldu.

Sürekli yenisi akan gözyaşlarımı elimle silmeme gerek kalmadan başımdan akan su sayesinde gizliyordum. Kızgındım, küskündüm belki de en çok kırgındım. Kızgınlığım; sürekli babasına inanan küçük Ahu'ya idi. Küskünlüğüm; benden kolayca vazgeçen babamaydı. Kırgınlığım; bana yalan yanlış masal anlatan annemeydi.

Belki de ben en çok kendime kızgındım. Hala babama ne olduğunu merak ediyor olmama anlam veremiyordum ama babamı da düşünmekten geri duramıyordum.

"Ahu" diye seslendi Melih banyonun kapısından. Sanırım banyoda bu kadar uzun kalmam onu endişelendirmişti. Normal şartlarda olsaydık bu durum benim hoşuma gidebilirdi ama biz Melih'le normal şartlarda değildik ve ben Melih benim için endişelensin istemiyordum. Sadece suyun altında içim dışıma çıkana kadar hatta buharlaşana kadar ağlamak istiyordum.

"Ahu ses ver iyi misin?" diye sordu bu kez Melih. Benden cevap alamayınca "İçeriye giriyorum." Dedi.

Kapı zaten kilitli değildi. Melih kapıyı açtı içeriye girer girmez bu yoğun buhara rağmen banyoyu karanfil kokusu doldurdu. Melih'in kokusunu sert adımları eşlik edince dizlerimi kendime iyice çektim. Kollarımı dizlerim boyunca sardım ve başımı dizlerimin üstüne koydum. Sudan dolayı ağırlaşan uzun kahve saçlarım bedenimin iki yanından sarkarak vücudumu bir örtü misali örttü.

Melih bu kez bana seslenme gereği duymadan duşa kabinin kapısını açtı. Başımı kaldırıp onun ela gözlerine bakmadım ama ne kadar tepkisiz kalacağını merak ettiğim için içimden saymaya başladım. "Bir, iki, üç, dört, beş-" Melih'in tepkisiz kalması içimden beşe kadar sayana kadardı. Ellerini saçlarımın üzerinde hissettim. Dudaklarının arasından "Ahu" diye adımı zikretti. Sessizce ağlamaya devam ettiğimde, önce Melih'in eli saçlarımdan çekildi. Daha sonrada başımdan akan su kesildi. Birkaç adım sesi biraz hışırtının ardından üzerime havlu örtüldü. Başımı dizlerimin üstünden kaldırmama fırsat kalmadan Melih beni kucağına aldı.

Havlu vücudumda örtmesi gereken yerleri örtmüş olsa da hala çıplaktım. Saçlarımdan akan su damlalarının birazı Melih'in siyah tişörtüne değiyor ve tişörtte yuvarlak koyu halkalar bırakıyordu. Birazı ise yerde iz bırakarak yere damlıyordu. Melih beni yatağa kadar taşıdı. Bedenimi yatağa yatırmak yerine kendisi yatağa oturdu ve beni de iyice kucağında sabitledi. Benim başım onun sert göğsüne yaslıyken onun başı benim ıslak saçlarımın üstündeydi.

Melih benim saçlarımı okşuyor, başımın üstüne küçük küçük öpücükler bırakıyordu. Ben ise hiç durmadan ağlıyordum. Ağlamanın çare olmadığını biliyordum ama ağlamaktan başka çarem olmadığını da biliyordum. Tıpkı Melih'e sığınmak istemediğim ama yine ondan başka sığınağım olmadığı gibi.

Melih'in sıcak nefesi ıslak saçlarımın üstünde geziniyordu. Kulağımın altında ise göğsünü yarıp geçmek isteyen kalp atışları vardı. Ölüm çağrıştıran karanfil kokusu burnuma doluyordu. Melih ateşti. Kokusu ölüm, gözleri ateşten kafesti. Sözleri ise ucu sivri zehirli bir oktu. Ateş olan bir adamın bir buz parçasını böylesine sevmesi akıl işi değildi.

"Seni anlıyorum Ahu." Dedi Melih derin bir nefes alarak başımın üstünü öptü. "Seni gerçekten anlıyorum. İçinde bir yerlerin acıdığını biliyorum. Üzüldüğünü görebiliyorum ama ne olur bunu yapma! Sen üzülünce ben kahroluyorum." Kollarıyla beni kendine biraz daha çekti. "Ağlama... Ağlamana dayanamıyorum!" dedi.

Gözümden akan bir damla yaş yanağım boyunca süzüldü ve kurumuş dudaklarımın arasında kayboldu. Ben bana ne olduğunu anlamazken Melih'in beni anlamasının adı neydi?

Ağlamalarımın arasından zar zor kendimi toparlayıp çatlak bir sesle "Melih" dediğimde, Melih'in parmak uçları çıplak omzumda gezinmeye başladı. Dudaklarının arasından beni dinlediğini belirtir mırıltılar çıkardığında, sanki son kez derin bir nefes alıyormuşum gibi içime Melih'in karanfil kokusunu çektim. Ve içimi kemiren soruyu sordum.

"Babama ne yaptın?"

Derin bir sessizlik oluştu. Bu sessizlikte canımı yaktı.

"Babama ne yaptın Melih?" diye sorumu tekrarladım. Ama Melih bana cevap vermek yerine sessiz kalmayı seçiyordu. Sessizliği benim canımı gerçekten çok yakıyordu.

"Babamı öldürdün mü?" diye başka bir soru sorduğumda sesim gibi kirpiklerimde titremişti. Melih "Ahu" dedi acı çeker gibi. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda zehirli yeşiller bulaşan ela gözleriyle kahve gözlerim birleşti.

"Senden duymak istiyorum. Öldürdün mü babamı?"

"O adama baba deyip durma Ahu!" dedi. Sesi öyle soğuk, öyle donuktu ki üşüdüğümü hissettim. "Bundan sonra senin baban yok!"

Söyledikleri de babam yokmuş gibi davranmakta benim için kolay değildi. Gözlerimden birkaç damla yaş aksa da gülümsedim. "Ama o benim babam." Dedim.

Melih'in şeffaflaşan ela gözleri şefkatle gözlerime baktı. Yüz katları sert olmasına rağmen dudaklarını iki yana kıvırıp tebessüm etti. "Sen sadece bana izin ver." Dedi sol eliyle belimden sabitledi. Sağ elinin parmakları ise şahdamarımın üstündeydi. "Ben sana baba olurum."

Gülümsedim... Gözlerimden akan yaşlara rağmen gülümsedim. İlk önce gözlerimi Melih'in gözlerinden çektim. Daha sonra söyleyeceklerimden dolayı yüzünün şeklini görmek istemediğim için başımı göğsüne yasladım. Melih şahdamarımda olan elini saçlarımın üstüne koydu ve usulca okşamaya başladı.

"Ben senin..." dedim büyükçe yutkundum. "Kocam olmanı kabullenemiyorum. Sen bana baba olmaktan bahsediyorsun." Melih'in saçımın üstündeki elleri durdu ama ben durmadım. "Kalsın istemiyorum. Ben senden hiçbir şey istemiyorum."

Bu kez zehirli ucu sivri ok benim sözlerimdi. Ve ben o oku hiç düşünmeden Melih'e saplamıştım. Melih'te oluşan acıyı kalbimde hissetmem ise hiç normal değildi.

***

Bir kadın sevilmediğini anladığı zaman hissettikleri gözlerinden okunurdu. Peki, bir adam sevilmediğini anladığında hissettikleri nasıl okunurdu?

Melih'in ne hissettiğini anlayamamıştım. Sanki ben o sözleri ona sarf etmemişim gibi bir süre saçlarımı okşamaya devam etmişti. Daha sonra beni kucağından kaldırıp yatağa bırakmış ve giyinme odasına girmişti. Elinde kıyafetlerle yanıma geldiğinde, beni yatakta oturur pozisyona getirmiş ve gözlerini bir kez bile olsun vücuduma değirmeden kendisine ait yeşil tişörtü bana giydirmişti. Yetmemiş saçlarımı özenle kurutup taramıştı. Beni tekrar yatağa yatırdığında ışığı kapatarak kendiside yanımdaki boşluğa uzanmış ve beni göğsüne çekerek sarılıp öyle uyumuştu. Melih bana bağırıp çağırmak yerine derin bir sessizliğe gömülmüştü.

Sabah uyandığımda yatakta Melih'in boşluğuyla karşılaştım. Biraz yatakta öylece tavanı izledim. Babamla ilgili her şeyi unutmuş gibi yaparak kendimi toparlamaya çalıştım ve de çok geçmeden eski halime döndüm.

Şimdi ise annemin yanındaydım ve üzerini giydiriyordum. Az önce Sevgi Hanımdan dışarıda bekleyen korumalardan birini annemi aşağıya indirmesi için çağırmasını rica etmiştim. Odanın kapısı tıklatıldı ve hemen ardından Osman'ın "Yenge müsaade var mı?" diyen sesi duyuldu. Osman'a "İçeriye gel" dediğimde hiç beklemeden içeriye girdi. Önce bana bir baş selamı verdi, daha sonra da aynı baş selamını anneme de verdi.

"Osman annemi salona götürür müsün?"

Osman başını olumlu anlamda sallayıp annemi kucağına aldı. Rahat çıkabilmesi için kapıyı tuttum ve Osman kucağında annem ile önde bende onların arkasında salona indik. Annemi L koltuğun ortasına oturturdum ve sırtına yastıkla destek verdim. Osman'ın yardımıyla orta sehpayı annemin önüne çektim. Sevgi Hanımda o sırada atıştırmalıkları salona taşımaya başladı.

"Başka bir isteğin yoksa ben dışarıdayım yenge." Diyen Osman'a "Var" dedim ve ekledim. "Dış kapının şifresini bana söylemeni istiyorum."

Osman parmağının ucuyla gözlüğünü düzeltti. Boğazını gürültülü bir şekilde temizledi ve gözlerini gözlerime değdirmeden "Melih abi bana böyle bir talimat vermedi. Kusura bakma yenge." Dedi ve konuşmanın burada son bulduğunu düşünerek bana arkasını dönüp salondan çıktı. Oysaki benim konuşmam daha bitmemişti. Ama Osman'da Melih'in diğer adamları gibi beni dinlememişti. Söz konusu Melih abileri olduğunda her zaman ikinci hatta üçüncü plana atılıyordum.

Osman evden çıktıktan sonra annemin yanındaki boşluğa oturdum. Annem yanına oturmamla saçlarımı okşamaya başladı. Başımı çevirip de anneme bakamıyordum, bunun sebebi ise dün ağladığım için gözlerimin içinin kızarmasıydı. Annem ağladığımı bilsin istemiyordum. Bana üzülmesin ve artık gerçekten bir an önce iyileşsin istiyordum. Sehpanın üzerindeki kumandayı elime aldığımda, Sevgi Hanım elinde çay tepsisiyle yanımıza geldi. Çaylarımızı bize verdikten sonra kendi çayına üç küp şeker aldı ve annemin diğer yanında ki boşluğa oturdu. Televizyonu açıp kanalları tek tek gezdim ve en son bir yemek programında durdum.

Televizyonda ki programda yemek yapan adam iki dakikadır yumurtanın akını çırpıyordu. Gözlerim televizyonda odaklıydı ama zihnim için aynı şeyleri söyleyemeyecektim. Ara da sırada Sevgi Hanım, annemle konuşuyor yemekler hakkındaki bilgilerini anneme anlatıyordu. Ne kadar öylece televizyon izledik bilmiyorum. Belki yarım saat belki de daha fazla tam olarak kestiremiyorum. Televizyondan bakışlarımızı çekmemizin sebebi ise dış kapının açılma sesi oldu. Önce birkaç adım sesi daha sonra ise Kenan amcanın sesi duyuldu.

"Melih!" diye bağırıyordu. Allah bilir yine ne olmuştu da sinirlenmişti. "Allah aşkına sakin ol Kenan!" diyen Birsen teyzenin sesiyle birlikte kendileri de görüş açımıza girmişti. Kenan amca ve Birsen teyze yan yana hemen arkalarında ise Renan Hanım ve Osman vardı.

"Bana sakin ol deme Birsen!" diye bağıran Kenan amcanın gözleri beni buldu. Yüzünün şekli hepten sinire büründüğünde, gözlerinden gözlerime akan nefreti iliklerime kadar hissettim. "Sen..." dedi eliyle beni göstererek "Her şeyin sebebi sensin!"

Birsen teyze "Kenan" diyerek araya girdi. Tıpkı oğlunun gözleri gibi ela olan gözleri endişeyle yüzüme bakıyordu. Kenan amca Birsen teyzenin araya girmesini önemsemeden bana doğru bir adım attığında Osman onu kolundan tuttu. "Kenan amca sakin ol istersen!" dedi.

Gözlerimi Kenan amcadan çekip Birsen teyzeye çevirdim. "Ne oldu Birsen teyze?" diye sordum. Birsen teyze bana cevap vermek için ağzını açtığında ondan önce Renan Hanım davrandı. "Ne olacak!" gözlerini annemde ve sehpanın üstünde gezdirdi. "Sen burada keyif çayı içerken, bizim senin ailen yüzünden itibarımız zedeleniyor." Dedi.

"Renan Hanım lütfen siz yapmayın bari. Ahu'nun ne suçu var?" dedi Birsen teyze. Renan Hanım Birsen teyzeye küçümseyici bir bakış attı ve topuklu ayakkabılarının zemine bıraktığı tok seslerle yemek masasının yanındaki sandalyeyi çekip oturdu. "Tamam, ben karışmıyorum Birsen ama sende karışma! Kenan'a sürekli sakin ol deyip durma!"

Olaysız bir gün geçirmiyorduk ve bu olayların hepsi nedense benim başıma patlıyordu. İki saniye kadar gözlerimi kapattım ve elimle başımı ovaladım. "Osman" diye seslendim. Gözlerimi açıp kaşlarımla annemi işaret ettim. "Sen annemi odasına götürür müsün?"

Osman başını tamam der gibi salladı. Kenan amcanın kolunu bıraktı bize doğru yaklaştığında, annem bir anda elime yapıştı. Bakışlarım anneme kaydığında kaygılandığı gözlerinden okunuyordu. Annemi rahatlatmak için gülümsedim ve yanağını öptüm. "Sen odanda dinlen ben de hemen geleceğim yanına anne." bakışlarımı Sevgi Hanıma çevirdim. "Sizde annemle kalın lütfen." Dedim. Sevgi Hanım beni başıyla onaylayınca Osman annemi kucakladı. Üçü birlikte salondan çıkınca bakışlarımı direkt Birsen teyzeye çevirdim.

"Ne oldu?" diye sordum.

Birsen teyze şaşkınlıkla "Senin haberin yok mu kızım?" diye soruma soruyla karşılık verdi. "Neyden haberim yok mu?" diye sorduğumda Kenan amca evi inletecek kadar bağırdı. "Katil babandan!"

"Ne?..."

"Siz nasıl ailesiniz ya? Biz nasıl günah işledikte sizin gibi bir aile ile karşılaştık?" diye sitem eden Kenan amcanın sözleri beynimi zonklattı. Babamın katil olduğunu öğrendilerse neden Birsen teyze bu kadar sakindi?

"Bütün haberlerde Cevdet'in katil olduğu konuşuluyor. Ve bu katilin kızı Kılıçaslan'ların gelini!" dedi Renan Hanım.

"Yeter!" diyerek araya girdi Birsen teyze "Ahu'nun ne suçu var? Böyle konuşmayın!"

"Sus Birsen asıl sen konuşma!" dedi Renan Hanım ve ekledi. "Bu kızın babası iki tane adam öldürmüş. Biz hala mı susalım?"

Renan Hanımın bu cümlesi beni gerçek dünyaya geri getirdi. "Birsen teyze" diye seslendim. "Ne olduğunu anlayamıyorum." Birsen teyze sıkkın bir nefes verdi ve benim yanıma gelip yüzümü ellerinin arasına aldı. "Ahu baban iki tane adam öldürmüş. Bizde sabah haberlerde duyduk tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. Melih'e onu sormaya geldik." Dedi.

Gözlerim kendiliğinden kapandığımda beynimde sürekli "Melih cinayeti babamın üstüne yıkmış." Cümlesi yankılanmaya başladı. Birsen teyze yanağımı okşuyordu, Renan Hanımın sesini duyuyordum ama hiç birini algılayamıyordum. Algıladığım tek şey Melih'in cinayeti babamın üstüne yıkmasıydı.

Bir anda gözlerimi açtım ve Birsen teyzeye "Yalnız kalmak istiyorum." Diyerek mırıldandım. Bakışlarımı ilk önce Renan Hanıma daha sonra Kenan amcaya çevirdim. "Çıkın evimden!" dedim yüksek bir ses tonuyla. Kenan amcanın yüzü afalladı. Kaşlarını çattı. "Sen bizi evden mi kovuyorsun?" diye sordu.

"Evet!" dedim.

Üst kattan inen Osman Kenan amcanın yanına doğru ilerleyerek "Kenan amca siz gidin şimdi Melih abi gelince gelirsiniz." Dedi.

Kenan amca Osman'a öldürücü bakışlarını dikti. "Ben "dedi eliyle kendini göstererek "Hiçbir yere gitmiyorum." Bakışları beni buldu. "Bu evden de hayatımızdan da gitmesi gereken sensin. Saygısız!" diye bağırdı.

Kenan amcaya benimle bu denli çirkin konuşma hakkını kim verdi bilmiyorum ama ben ona bu hakkı asla vermem.

"Saygısız sizsiniz!" diye bağırdım. Kenan amca sinirle bana doğru atılacağı zaman Osman onu kolundan kavrayarak durdurdu. Gözlerinden çıkan ateşleri sözleriyle bana atmaya devam etti. "Burası benim oğlumun evi. Ve sen sırf oğlumun parası için oğlumla evlendin. Yetmedi anneni tedavi ettirdin. Sen oğlumun parasında gözü olan gurur yoksunu bir edepsizsin!"

"Kenan!..."

"Ne var yalan mı? Kene gibi yapıştı oğlumuza!"

Osman "Kenan amca!" diye kükredi. "Eğer yengeyle böyle konuşmaya devam edersen, canını yakarım!"

Renan Hanım oturduğu yerden kalkarak Kenan amcanın yanına geldi ve Osman'ın elini Kenan amcanın kolundan çekmeye çalışarak "Bırak Kenan'ın kolunu Osman!" dedi

Osman Renan Hanımı dinlemedi bile Kenan amcanın kolunu sıkı sıkıya tutmaya devam etti. Bakışlarını Birsen teyzeye çevirdi. "Birsen teyze evinize gidin!" dedi. Birsen teyze başını olumlu anlamda salladı. Yanağımı eliyle okşayıp Kenan amcaların yanına doğru ilerledi. "Melih'le aranın tekrar kötü olmasını istemiyorsan gidelim. "dedi.

Kenan amca kaşlarını çattı. Çattığı kaşlarının ortasında oluşan boşlukta kabulleniş vardı. Belki de kaybetme korkusu vardı. Bilmiyorum. Ama gözleri gözlerimin içine öyle bir baktı ki onunda Melih gibi bir aslan olduğunu görmemi sağladı. Bakışları babamın bana baktığı gibi değildi. Bakışları yavrusunu korumaya çalışan yırtıcı bir baba aslan gibiydi.

"Benim bir tane çocuğum var Ahu. Bir tanede canım var. Canımdan vazgeçerim ama çocuğumdan vazgeçmem. Ben zaten bu dünyaya bir çocuk verdim. Melih'imi vermem." Dedi ve arkasını dönüp salondan çıktı.

Bazı babalar vardı. Çocuğu için kendi hayatından geçen; tıpkı Kenan amca gibi...

Bazı babalar vardı. Kendi hayatı için çocuğundan geçen; tıpkı babam gibi...

***

Saatlerdir bütün haber kanallarını tek tek geziyordum ve babamla ilgili bütün haberleri dinliyordum. Hemen hemen hepsi aynı şeylere söylüyordu.

"Türkiye'nin ileri gelen başarılı iş adamı Melih Kılıçaslan'ın yaklaşık bir ay önce evlendiği eşi Ahu Kılıçaslan'ın babası Cevdet Demir canice adam öldürmekten mahkemeye çıkartıldı. Suçlu Cevdet Demir iki iş adamını öldürmekten yargılanıyor. Aldığımız bilgilere göre Cevdet Demir yasa dışı işlere girmiş ve iki iş adamından borç para istemiş. Aldığı borcu ödeyemeyince de canice adamları öldürmüş."

Haberlerin hepsi bu yöndeydi. Telefonum olmadığı için ve Sevgi Hanımın bana telefon vermesi Melih tarafından engellendiği için internete düşen haberlerde ne yazılıp çizildiğinden bir haberdim. Asıl beni şaşırtan ise Tunç ve Tekin'in bu olaya sessiz kalmasıydı. Birde dedem vardı acaba bu haberleri duyduğunda ne yapmıştı?

Ben salonda karanlıkta oturmuş düşüncelerle boğuşurken, dış kapının sesi duyuldu ve hemen arkasından Melih'in "Sevgi Hanım?" diyen sesi duyuldu. Saniyeler sonra Sevgi Hanım "Efendim Melih Bey." Dedi.

"Siz bu evde ne yapıyorsunuz?"

"Nasıl? Anlamadım." Diye şaşkınca soran Sevgi Hanımın aksine Melih yüksek sesle bağırdı. "Sizin bu evde göreviniz ne Sevgi Hanım? Evde olup biteni bana haber etmiyorsanız bu evde ne işiniz var. Ben sizi benim haberim olmadan bu evde kuş uçmayacak demedim mi?"

"Dediniz Melih Bey ama anneniz ve babanız geldiğinde Osman beyde buradaydı. Ben sizin haberiniz vardır diye düşündüm."

"Düşünmeyeceksiniz! Ne olursa olsun bana haber vereceksiniz!" dedi Melih ve ekledi. "Ahu nerede?"

"Ahu Hanım salonda televizyon izliyor." Diye cevap veren Sevgi Hanımın ardından Melih bir daha konuşmadı ama adım seslerinden yanına geldiğini anlayabiliyordum. Melih sadece televizyon ışığının aydınlattığı karanlık salona girdi. Ben tekli koltuğa oturmuştum. Göz ucuyla da Melih'in L koltuğa oturduğunu gördüm. Benim bakışlarım televizyondayken Melih'in bakışları benim üzerimdeydi. Bir süre sessizce beni izledi daha sonra konuşarak sessizliği bozdu.

"Neden Karanlıkta oturuyorsun Ahu?"

"Benim hayatım senin yüzünden hep karanlık. Aydınlık olmayan hayatımda neden karanlıkta oturuyorsun diye sorgulamanda çok komik Melih." Dedim. Sesimin bu denli hissiz ve soğuk çıkması beni bile şaşırtmıştı.

Melih derin bir nefes bıraktı. "Yine bana kızgınsın..." sesi kısık ve sakindi. "Seni anlıyorum. Belki de kızgınlıktan da öte bana kırgınsın." Dediğinde bakışlarımı televizyondan çekip Melih'in karanlıkta bir inci gibi parlayan ela gözlerine baktım.

"İnsan çok sevdiği birine kırılır." Melih'in parlayan gözleri soldu. "Ben seni sevmiyorum." Dediğimde Melih gözlerini kapattı ve büyükçe yutkundu. Yutkunurken çıkarttığı ses karanlık odada bana ulaşmadan yok oldu.

"Sevmediğini biliyorum." Dedi gözleri hala kapalıydı. Sesi ise çölde susuz kalmış gibi kısık ve çatlaktı. "Senden beni sevmeni beklemiyorum." Gözlerini açtı. Melih'in koyulaşan ela gözleriyle benim kahve gözlerim birleşti.

Aramızda ruhsuz boş bir bakışma geçti. Asırlara konu alacak bakışmamız sadece saniyeler sürdüğünde Melih "Böyle sessiz durma." Dedi.

"İnan bana Melih sana söyleyecek hiç sözüm kalmadı." Ruhsuzca gülümsedim. "Artık senin için tek kelime dökülmüyor dilimden."

"Baban yüzünden bana böyle davranıyorsan eğer beni hiç zorlama Ahu? Çünkü zararlı sen çıkarsın."

"Yani her zaman olduğu gibi..." boğazımda oluşan yumrunun geçmesi için yutkundum. "Her zaman en çok zarar gören ben oluyorum."

Melih sanki nefes alamıyormuş gibi gömleğinin üsten üç düğmesini açtı. "Bak Ahu seninle bu konuyu uzun uzun tartışmayacağım. Çünkü bu konu tartışmaya açık değil. Bana tavır almanı anlayabilirim ama..." öfkeden kararan gözlerini gözlerime dikti. "Para karşılığında senin hayatından vazgeçen sikik bir herif için bana tavır almanı anlayamam. Ben bunu anlayamam! Mümkünse sende anlama! Beni bunun için sakın sorgulama! Çünkü bu gördüklerin babana yapacaklarımın yanında devede kulak gibi kalıyor."

Melih'in öfkesi cehennem ateşininin yanında sönük kalırdı. Melih zaten cehennem ateşinin ta kendisiydi. Yakan yıkan adamdı. Yaktığını küle çeviriyordu. Yetmiyor o külleri bile yakıyordu.

"Unutma Ahu bu hayatı yaşamayı baban seçti. Senin baban zaten bir katil unuttun mu yoksa bunu? Annenle birlikte dayımı öldürdü!"

"Unutmadım! Unutturmuyorsun!" diye bağırdım. "Kıs o sesinin ayarını Ahu!" diye Melih'te bana bağırdı.

"Üzülmeye değmeyecek amına koyduğum bir herif yüzünden kendini mahvediyorsun! Beni de çileden çıkartıyorsun!"

"Düzgün konuş babam hakkında!" diye çıkıştığımda Melih yapmacık bir kahkaha attı. "Yemin ederim sen iflah olmazsın kızım! Adam seni ölüme gönderdi. Ölecektin ölecek!" oturduğu yerden ayağa kalktı saçlarının içinden elini sertçe geçirdi. "Hay Allah'ım ya kıt beyinli misin? Hala babam deyip duruyorsun! Anla artık senin baban yok! " eliyle kendi göğsüne vurdu. "Senin benden başka hiç kimsen yok!" diye kükredi.

Daha fazla kendimi tutamayarak ağlamaya başladım. Boğazımdan kaçan hıçkırıklarla ayağa kalktım ve Melih'in önüne geldim. Yumruk yaptığım elimi Melih'in sert göğsüne vurmaya başladım.

"Sen benim hayatımı mahvettin! Sen benim geleceğimi elimden aldın! Sen benim geçmişimi yok ettin!" Melih beni engellemiyor öylece göğsüne vurmama izin veriyordu. "Sen benden annemi çaldın! Babamı çaldın! Sırf sen çocukluğunu annesiz geçirdin diye hıncını Levent ve benden aldın!"

"Kes sesini Ahu!" dedi Melih dişlerinin arasından tıslar gibi. Elimden tutup beni L koltuğun ucuna oturttu. "İyi değilsin sonra konuşalım!" diyerek arkasını dönüp yürümeye başladı.

"Sen benim hayatımı mahvettin Melih Kılıçaslan. Beni kendi cehennemine hapis ettin! Sevdiğim adamı terk etmeme sebep oldun!" dememle Melih olduğu yerden durdu ve hızla bana döndü alev alan ela gözlerini gözlerime dikti. "SANA KES SESİNİ DEDİM!" diye bağırdı.

"Bir daha o oruspu çocuğunun adını ağzına alırsan seni mahvederim" iki adımla yanıma geldi önümde duran sehpaya bir tekme attı ve sehpa benim çığlığımla birlikte yere devrildi. "Benim sınırlarımı zorlama Ahu! Bana kendine zarar verdirecek cümleler kurma!" arkasını döndü ve salonun çıkışına doğru ilerledi. Birkaç adım atmıştı ki durdu ve bana doğru döndü.

"Neyden nefret ediyorum biliyor musun Ahu?" diye sordu ve ben daha cevap vermeden kendi sorusunu kendisi yanıtladı. "Senin bu bencil tavırlarından nefret ediyorum." Yutkundu. "Her şeyi sırf öyle olsun istediğin için öyle düşünmenden. Kendinden başka hiç kimsenin acısının boyutundan ilgilenmemenden... Benmerkezci olmandan nefret ediyorum."

"Melih-"

"Sürekli aynı şeyi söyleyip duruyorsun. Babam da babam deyip duruyorsun ama baban seni sikine bile takmıyor! Annen üç senedir bir kez olsun bile iyileşme çabası göstermiyor. Ama sen benim annem, benim babam, benim hayatım, benim geçmişim, benim geleceğim, deyip duruyorsun. Ulan bir kez olsun düşündün mü benim ailem nasıl bir can yaktı ki bu adam hıncını bizden alıyor." Başını inanmazca iki yana salladı "Ya sadece bir kez olsun bana sordun mu Melih sen yedi yaşında küçük bir çocukken annesizliğe nasıl dayandın diye? Sormadın."

Melih'in yüzüme vurduğu gerçeklerle gözlerimden haddi hesabı olmayan yaşlar akmaya devam etti. "Melih ben-" diye konuşmaya çalıştığımda Melih benim konuşmamı engelleyerek kendisi konuşmaya başladı.

"Neleri sineye çektiğimi bilemezsin Ahu? Aklının alamayacağı her şeyi sineye çektim. Annesiz kaldığımı, annemin çektiği acıları, dayımın haince öldürülmesini bile sineye çektim. Ben bütün bunları sırf seni sevdiğim için yaptım. Senin beni sevmen benim umurumda bile değil!" avuç içini göğsüne vurdu. "Ben seviyorum seni!" arkasını döndü ve yürümeden önce beni hıçkırıklara boğan kelimeleri sarf etti.

"Senin bencilliğine inat ben seni bütün zerrelerim tükenene kadar seveceğim... Buna rağmen çıkıp gitmek istiyorsan dış kapıyı senin için açık bırakacağım. Gidebilirsin. Ama unutma Ahu ben senin gidebildiğin her yerdeyim!"

Melih söyledikleri bittikten sonra beni öylece bırakıp salondan çıktı. Melih'in çıkmasıyla ilk kez kendim için değil de Melih için içim dışıma çıkana kadar ağladım. Kendimi biraz toparladığım da oturduğum yerden kalktım ve bende salondan çıktım. Bakışlarım sonuna kadar açık dış kapıya çevrildiğinde bir süre açık kapıyı izledim. Daha sonra açık kapıya sırtımı dönüp merdivenlere doğru ilerledim. Merdivenin ilk basamağını çıktığımda anlamıştım.

Bizim hikâyemiz bir varoluş hikâyesi değil, yok oluş hikâyesiydi.

***

Melih'le kavga ettiğimiz o gecenin üstünden tam tamına iki hafta geçmişti. Bu iki haftada Melih'i sadece sabah erken saatte üzerini değiştirip çıkarken görmüştüm. Onun dışında Melih eve gelmiyor, benimle aynı yatakta yatmıyor hatta benimle konuşmuyordu bile. Birkaç kez ben konuşmaya çalışsam da beni duymazdan gelmiş hiç cevap vermemişti.

Yine Melih'siz bir sabaha uyanmıştım ve saat daha sabahın beşiydi. Belki Melih'i görürüm diye erken uyanmıştım ama Melih yine ortalıkta yoktu. Yukarıdaki odaları gezdikten sonra salona inip baktım ama Melih yoktu. Erken olduğu için daha Sevgi Hanım uyanmamıştı. Dışarıdaki korumalardan birine Melih'i sormak için dış kapıya doğru ilerledim. Ama dış kapının şifreli sistemiyle umutlarım yıkıldı.

Bir süre kapının yanındaki şifrede gözlerimi gezdirdim daha sonra şifreyi çözmeye karar verdim ve ilk olarak Melih ile evlendiğimiz tarihi tuşladım. Küçük ekranda şifrenin yanlış olduğunu belirten kırmızı bir ışık yandığında, bu kez Melih'in doğum tarihini tuşladım. Yine şifre yanlış çıktı. Şifre ne olabilir diye birkaç saniye düşünüp en son Birsen teyzenin doğum tarihini tuşladım ve şifrenin yanlış olmasıyla bütün evde siren sesi yankılandı. Şok olmuş gözlerle korku içinde kapıya bakıyordum.

Daha ben ne olduğunu anlamadan kapı açıldı ve daha önce yüzlerini görmediğim beş adam bana silah doğrulttu. Korktuğum için geri geriye gitmeye başladığımda arkamdan Melih'in "Ne oluyor?" diyen sesi duyuldu. Yönümü direkt Melih'e çevirdiğimde, altında sadece gri bir eşofman olduğunu ve elindeki silahı bana doğrulttuğunu gördüm. Gözlerim daha da büyüdüğünde dışarıdaki adamlardan birisi konuştu.

"Melih Bey şifre yanlış girildiği için alarm çaldı. Ahu Hanımın olacağını düşünmedik kusura bakmayın." Dedi.

Melih bana doğrulttuğu silahı indirip beline taktı. Konuşan adama bakışlarını çevirdi. "Tamam, Sinan siz işinizin başına dönebilirsiniz." Dedi. Korumalar dışarıya çıkıp kapıyı kapattıklarında, Melih gözlerini yüzümden ayırmadan yanıma gelip önümde durdu. Melih'in uzun boyu yüzünden başımı kaldırıp dolu gözlerimle yüzüne baktım.

"Ben hmm şey..." diye geveledim. Melih yüzüme ifadesizce bakmayı sürdürdü. "Ben sadece korumalara seni sormak istedim." diyerek titrek bir sesle açıklama yaptım. Melih dilini dudaklarının üstünde gezdirdi ve alt dudağını dişlerinin arasına alıp ısırdı. Sonra da bana hiçbir şey söylemeden yanımdan geçip mutfağa doğru ilerledi. Korkudan ağzımda atan kalbimin sakinleşmesi için biraz olduğum yerde bekledim. Sakinleşince bende Melih'in arkasından mutfağa girdim.

Melih mutfak tezgâhının önünde su içiyordu. Gözlerim suyu her yudumladığında kışkırtıcı bir şekilde hareket eden âdem elmasına takıldı. Yavaşça çıplak kaslı göğsünü süzme işine bir son vererek Melih'in yanına adımladım.

Melih tezgâhın üstündeki sürahiden bir bardak daha su doldurdu. Doldurduğu suyu içtikten sonra bardağı tezgâhın üstüne bıraktı. Dolaptan çıkarttığı yeni bir bardağın içine buzdolabından aldığı sütü doldurdu. Doldurduğu sütü işaret parmağının yardımıyla benim önüme itti. Başıyla süt dolu bardağı işaret ettiğinde vakit kaybetmeden bardağı elime alıp kocaman bir yudum aldım. Melih aferin der gibi başıma dokundu ve yanımdan geçip gitti.

Elimdeki süt bardağıyla annesini takip eden bir ördek gibi Melih'in arkasından gittim. Melih mutfağın az ilerisinde duvarla gizlenmiş olan bir kapıyı açtı ve o kapıdan içeriye girdi. Bende beklemeden arkasından girdim. Birkaç basamak merdiven indikten sonra bir spor salonundan farkı olmayan kocaman bir oda karşıladı beni. Duvarlar sarıya boyanmıştı ve içeride akla gelebilecek bir sürü spor aleti vardı. Gözlerimi odadan çekip yerde mekik çeken Melih'e çevirdim. Birkaç adımda yanına gidip tam dibine bağdaş kurup oturdum.

Melih ben yokmuşum gibi mekik çekmeye devam etti. Bende sütümü içerek onu izledim. Her şeyini bütün uzuvlarını aklıma kazımak ister gibi izledim. Dağılmış saçları, yeni çıkan kirli sakalları, sert çehresi, dolgun dudakları ve sıkı kaslı vücudu. Melih öyle yakışıklıydı ki insanın izledikçe izleyesi geliyordu. Bu yakışıklı adam benim kocamdı ve ben kocama dokunmak istiyordum.

Melih birden mekik çekmeyi bırakıp sırt üstü uzandı. Nefesini kontrol altına almaya çalışarak "Ahu" dedi. "Hıh" diye karşılık verdim. Ne olduysa ondan sonra oldu daha ben ne olduğunu anlamadan Melih tek eliyle beni kolumdan tutarak üstüne çekti. Uzun saçlarım Melih'in başının iki yanına doğru süzülürken, çığlığım Melih'in dolgun dudaklarının arasında hapsoldu.

Melih'in baştan çıkaran öpüşüne hiç beklemeden karşılık verdiğimde, Melih beni altına aldı ve kendisi üstüme çıktı. Melih'in elleri yüzümü kavramışken benim ellerim ise çoktan Melih'in çıplak sırtında gezinmeye başladı. Kendimizi kaybetmişçesine öpüşüyorduk. Melih kısa bir an dudaklarını dudaklarımdan ayırdı. Ferah nefesi yüzüme çarparken "Çok özledim." Dedi ve tekrardan dudaklarıma kapandı.

Bir süre daha birbirimizin dudaklarında soluklandık. Daha sonra Melih dudaklarını dudaklarımdan ayırıp tişörtümün etek kısmına parmaklarını geçirdi. Gözlerini gözlerime izin ister gibi dikti. İstediği izini başımı sallayarak verdiğimde Melih bir çırpıda tişörtümü üzerimden çıkarttı. Üzerimde ki yerini tekrar aldığında "Bak bu kez durmam." Dedi.

Omzumu silktim "Durma..." dedim.

"Kesinlikle durmam Ahu!" dediğinde kıkırdadım ve dudağına tüy kadar bir öpücük kondurdum. "Durma..." dedim.

BÖLÜM SONU

Loading...
0%