Yeni Üyelik
34.
Bölüm

33. Bölüm

@esranurozer


                                                                                         

Kahraman Deniz: Böyle Sever

"Kesinlikle durmam Ahu!" dediğinde kıkırdadım ve dudağına tüy kadar bir öpücük kondurdum. "Durma..." dedim.

Melih dudaklarımın arasından dökülen 'durma' komutundan sonra vakit kaybetmeden dudaklarıma yapıştı. Öpüşü öyle sert, öyle hırçındı ki benim acemice verdiğim karşılık onun hızına yetişemiyordu. Nefesimiz birbirimize yetmediğinde, Melih yavaşça dudaklarını dudaklarımdan ayırdı. Hızlı alıp verdiği nefesi yüzümü yalarken sert göğsü bir volkan gibi kalkıp iniyor, benim göğsüme çarpıyordu.

Melih koyulaşmış ela gözlerini gözlerime dikti. Sağ elinin avuç içini yanağıma koyup okşadı. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp dudaklarını alnıma bastırdı. Gözleri tekrar gözlerimi bulduğunda "Ahu..." dedi. Adımı daha önce bu kadar güzel bir tınıda söyleyip söylemediğinden emin değildim. "Odamıza gidelim." Diyerek beni bir çırpıda kucağına aldı.

Yaşam fonksiyonları olmayan bir kukla gibi kendimi Melih'in ellerine teslim etmiştim. Kollarım Melih'in boynuna bir mengene gibi sarılmışken, gözlerim Melih'in yüzü dışında her yerde geziyordu. Bulunduğumuz odadan çıkıp merdivenleri aceleci bir şekilde tırmanan Melih'in vücudundan yayılan sıcaklık, bütün bedenimi yakıyordu.

Kendi odamızın önüne geldiğimizde Melih dizinin biriyle beni sabitleyip kapıyı tek eliyle açtı. Açtığı kapıyı kapatıp iki kez üzerindeki kilidi çevirdi. Birkaç büyük adımda yatağın yanına beni taşıdı. Yatağın önünde durduğumuzda "Bu defa kaçışın yok." Dedi. Sırtım yatakla buluştuğunda, elleri bel kıvrımımdan aşağı doğru kaydı. "Seni istiyorum..!" diye fısıldadığında, bende onu deli gibi istediğimin farkına vardım.

Ne olursa olsun karar vermiştim, onun olacaktım...

Melih kollarını başımın iki yanına yerleştirdiğinde gözlerimiz birleşti. Dudaklarımın üstüne küçük bir öpücük bıraktı. Dudakları yavaşça boynuma oradan da göğsüme doğru yol aldığında, sağ eli sütyenimin kopçasını açtı.

"Melih" dedim boğuk çıkan bir sesle. Melih başını göğsümden kaldırdı. "Söyle kurban olduğum." Derken gözleri gözlerimi hedef almıştı. Ve ben o gözlerin içinde hissettiğim her duygunun karşılığını fazlasıyla gördüm. Konuşmanın kifayetsiz kalacağı noktadaydık ve şu durumda konuşmak hiçte akıl işi değildi. Melih'te benim konuşmaya devam etmeyeceğimi anladığında, dudakları iki yana kıvrıldı. Yüzünü yüzme yaklaştırıp önce alnımın üstüne daha sonra da dudağıma küçük bir öpücük kondurdu. Yarım bıraktığı şeye kaldığı yerde devam etti.

Üzerimde olan her şeyin bedenimden saniyeler içinde ayrılmasını sabırsızca izledim. Sonrada onun üzerindekiler bedeninden ayrıldı.

Melih için bacaklarımı araladığımda, bacaklarımın arasına girmiş ve vakit kaybetmeden dudaklarıma yapışmıştı. Bacaklarım beline dolanmıştı. Onu hissetmek dudaklarının içinde kaybolan dudaklarımın dokunuşlarını da hırçınlaştırıyordu. Melih'in dudakları dudaklarımı serbest bıraktığında; bu kez dudakları boynumu esir aldı. "Melih" diye boğuk bir sesle inlediğimde ise Melih'in dudaklarının arasından firar eden inilti boynuma çarptı.

Ateşle buzun çarpışmasıydı bu; çarpışıp yok olmasıydı.

Melih'in bir eli bacağımda, diğer eli ise saçlarımın arasında geziniyordu. Dudaklarının boynumdan başlayıp, göğüslerime doğru çizdiği rotaya, ellerimle saçlarını okşayarak karşılık veriyordum. Sevişmemiz tutkusunu ve şiddetini arttırdığında, benliğimi bulmaya çalışan, bu uğurda bulamadığım benliğimi ateş olan bir adama vermek isteyen iflah olmaz bir buz parçasıydım.

Kaybolmakta olan karanlık, yerini yavaş yavaş aydınlığa bırakırken, ateş bütün benliğiyle buza sahip olmak istiyordu.

Ateşin artık buza karışması gerekiyordu... Buzun artık ateşin olması gerekiyordu.

Ateş buzun en derinine ilerlerken, buzda ateşin her zerresini keşfe çıkıyordu. Ateş yavaş yavaş yükseliyor, buz yavaş yavaş eriyor beni ağır ağır yakan ateşin parmaklarına sızıyordu. Melih'in zerrelerini kendi zerremde hissettiğimde kaçınılmaz sona yaklaştığımın artık farkına varmıştım. Melih'in heybetli erkekliği kadınlığımı zorlarken "Gözlerini aç." Dedi. Melih gözlerini aç diyene kadar gözlerimin kapalı olduğunun bile farkında değildim. Gözlerimi açtığımda Melih'in siyaha çalan koyu irisleriyle karşılaştım.

Ellerinin arasına kenetlediği ellerimi başımın iki yanına yasladı. Gözleri gözlerimi delip geçmek ister gibi bakıyordu. Beni parçalara ayırmak ister gibi, ayırdığı parçaları tek tek yeniden birleştirmek ister gibi... İçime doğru sızarken "Seni seviyorum." Diye fısıldadı. Bu yaşadığım benim için ilkti. Korkutucu, heyecanlı, acı dolu ama aşırı tutkuluydu. Sadece bedensel değil ruhsal olarak da sevişiyorduk. Birbirimizi tükete tükete bir oluyorduk.

Buz ateşe karıştığında Ahu ve Melih bir olmuştu. Bir olup birbirlerini yakmışlardı. Ne Ahu kazanmıştı ne de Melih. Bu eşsiz duygunun adı 'Buz yanığı' olmuştu.

***

Islak vücuduma geçirdiğim bornozun bel kısmanda olan kemerini sıkıca bağladım. Banyonun kapısını açtığım an gözlerimi Melih'in üzerine değdirmeden hızlıca giyinme odasına girdim. Bana ait kıyafetlerin olduğu dolabın önüne ilerlediğimde banyo kapısının kapanma sesi geldi. Galiba Melih duş almaya banyoya girmişti. Islak saçlarımda süzülen su damlaları ayak parmak uçlarıma düşüyor, beni huylandırıyordu. Daha fazla vakit kaybetmeden mor askılı şort takım geceliğimi elime aldım. Bacağımın arasında kendini belli eden sızıyı yok saymaya çalışarak, kurulanıp geceliğimi giyindim.

Boydan aynanın karşısına geçtiğimde aynada yansıyan bedenimi süzmeye başladım. Vücudum boydan boya Melih'in birlikteliğimizde bana bıraktığı izlerle doluydu. Boynum, köprücük kemiğim, omzum ve askılı geceliğimden görünen kısımlar yer yer morarmıştı. Melih dudaklarının izini resmen bedenime kazımıştı.

Aynada ki görüntüme öyle dalmıştım ki Melih'in "Ahu" diye seslenmesiyle irkildim ve bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdim. Melih belinde havluyla kapının önünde duruyordu. Su damlaları, saçlarından göğsüne doğru, göğsünden adonislerine doğru süzülüyordu. "Korkuttum mu seni?" diye sorarken gözleri gözlerimi hedef almıştı. Kapı önünde durmayı bırakarak bana doğru adımladığında, bütün bedenimi sıcak basmıştı. Yaklaştı yaklaştı ve tam önümde durdu. Elinin parmak uçlarıyla yanağımı okşadı. "Neyin var?" gözlerini boynum ve köprücük kemiğimin üzerinde gezdirdi. "İyi misin?" büyükçe yutkundu ve gözleri tekrar gözlerimi buldu.

İyi miydim? Bu sorunun cevabını bende bilmiyordum. Bildiğim ve hissettiğim tek şey vardı çok utanıyordum. Dakikalar önce karşında anadan doğma bir vaziyette olduğumda bile bu kadar çok utanmamıştım. Ama şimdi, sanki gözlerinin içine bir daha hiç bakamayacakmışım gibi hissediyordum. Boğazımı hafifçe temizleyip "İyiyim." Dedim. Melih'e arkamı dönüp makyaj aynasının yanına doğru ilerlerken aynı anda da konuşmaya devam ettim. "Saçlarımı tarayıp kurutacağım."

Ben makyaj masanın önünde duran sandık şeklindeki koltuğa oturduğumda Melih bana cevap vermeden üzerini giyinmeye başladı. O benim aksime daha rahattı. Sanırım benim gibi utanmıyordu. Büyük bir savaş verip taradığım uzun saçlarımı kurutmak için fön makinesini prize taktım. Fön makinesini çalıştırdığımda ne zaman yanıma geldiğini fark edemediğim Melih bir anda makineyi elimden alıp saçlarıma tuttu. Gözlerim aynada yansıyan Melih'in bedenine kaydı. Üzeri çıplaktı altında sadece siyah bir eşofman vardı. Fön makinesini tuttuğu için kaslı pazıları iyice şişmişti ve üzerlerinde bana ait birkaç tırnak izi vardı. Bu izleri görmek beni daha da utandırdığında bakışlarımı aynadan çekip dizlerimin üstünde birleştirdiğim ellerime çevirdim. Melih hiç konuşmadan özenle saçlarımı kuruttu. Fön makinesini kapatıp fişini çekti. Başımın üstüne bir öpücük kondurdu ve iri elinin arasına elimi alarak beni oturduğum yerden kaldırdı.

El ele giyinme odasından çıkıp yatağın yanına geldiğimizde, etrafa dağıttığımız kıyafetlerin toplanmış olduğunu gördüm. Yatağın çarşafı da değişmiş ve yenisi serilmişti. Melih yatağın örtüsünü boşta olan eliyle kaldırdı ve yatağın içine geçmem için elimi bıraktı. Yatağın içine girdiğimde, yanımdaki boşluğa da kendisi yerleşti. Tek hamlede beni kendine çekip başımın göğsüne yaslanmasını sağladı. Vakit kaybetmeden elleri saçlarımın üstünde yerini aldığında, benim bakışlarım kapının üstünde çapraz bir şekilde asılı duran saatteydi.

Saat on bir'e beş vardı neredeyse öğlen olmak üzereydi. Oysaki biz Melih'le sevişmeye başladığımızda saat sabahın beşiydi. Biz birbirimizin olurken, zamanda tıpkı bizim birbirimizi tükettiğimiz gibi tükenmişti.

Melih yedi – sekiz dakika kadar saçlarımı sessizce okşadı. Melih'in dudaklarından belki tek bir kelime dökülmüyordu ama başımın altında atan kalbi için aynı şeyi söylemem mümkün değildi. Kalbi öyle hızlı öyle deli atıyordu ki sanki dile gelmişti. Ağzından dökülemeyen kelimeleri kalp atışıyla anlatmak ister gibi hoyratça atıyordu...

"Neden utanıyorsun?" diye sordu. Sesi yorgun ve kısıktı.

"Utanmıyorum." Dedim. Yalandı çok utanıyordum.

Melih derin bir nefes aldı. Aldığı nefesi geri bıraktığında "Utanma..." dedi. Sonra aramızda derin bir sessizlik oldu. Melih birden başımı kolunun üstüne yatırıp, üzerime doğru eğildi. Gözleri gözlerime bir şeyi çözmek ister gibi bakıyordu. Birkaç saniye sadece gözlerimin içine baktıktan sonra kurumuş dolgun dudaklarını diliyle ıslatıp konuştu.

"Pişman mısın?"

Asla pişman değildim. Utanma duygumu bir kenara itip Melih'in gözlerinin en derinine baktım. "Pişman değilim!" dedim net bir ses tonuyla.

Melih belli belirsiz gülümsedi. Daha sonra bir şey söyleyecek gibi dudaklarını araladı ama söyleyeceği şeyden vazgeçerek aralanan dudaklarını alnıma bastırdı. Tekrar yatağa uzanıp beni göğsüne çekti. Elleri saçlarımı okşamaya devam ettiğinde, iyice mayıştım. Kendimi uykunun kollarına teslim etmeden önce Melih'in bir fısıltı şeklinde "Seviyorum... Çok seviyorum." Dediğini duydum.

***

Gün ışığı kendini karanlığın kollarına teslim etmişti. Kaç saattir uyuduğumu bilmiyorum ama çoktan akşam olduğu çok aşikârdı. Gözlerimi açtığımda yatakta tek başımaydım. Melih'in varlığı yatakta yoktu ama sesi giyinme odasından geliyordu. "Yarım saate oradayım." diyordu sanırım telefonla konuşuyordu.

Bedenimde ki farklılığı hissediyordum. Zira ruhumda da aynı farklılıklar vardı. Kasıklarımdaki sızıyı yok saymaya çalışarak yataktan ayaklarımı sarkıtıp, sarsak bir şekilde ayağa kalktım. Adımlarımı giyinme odasına doğru ilerlettim. Giyinme odasının hafif aralık kapısını elimin yardımıyla açtım. Melih saat çekmecesinden üzerine giydiği lacivert gömleğine uygun saat seçiyordu. İçeriye tamamen girdiğimde Melih sonunda bir saat seçmiş ve bileğine takmaya başlamıştı. Sanki benim varlığımı hissetmiş gibi bakışları bana çevrildi. Yüzüne yerleştirdiği tebessümle yanıma doğru adımladığında bende ona doğru bir adım attım.

Melih tam önümde durdu ve iki elinin avuç içiyle yüzümü tuttu. Gözlerini yüzümde durum tespiti yapar gibi gezdirdi. Başparmaklarıyla yanağımı usulca okşuyordu. Kaşları hafiden çatıktı. Ela gözlerinin içinde endişe kırıntıları kol geziyordu.

"Ahu, canın mı yanıyor?" diye sordu.

Kıyıda köşede saklanan utanç duygusu tekrardan bedenime nüfuz ettiğinde, Melih'in elinin altındaki yanaklarımın cayır cayır yandığını hissettim. Ah kör olası utanma duygusu öyle yoğundu ki, beni etkisi altına alıyordu.

"Hayır." Dedim ve ekledim. "Yeni uyandım, kendime gelemedim."

"Emin misin?"

"Evet, eminim." Diyerek yanağımın üstündeki ellerinin üstüne ellerimi koydum. Konuyu değiştirmek için "Sen bir yere mi gidiyorsun?" diye sordum.

Melih "Evet" derken ellerini yanağımdan çekti. Bu kez sağ elimi kendi elinin arasına aldı. Alyansımı ve tek taş yüzüğümü parmağımdan tek hamlede sıyırıp çıkarttı. Sağ elimi bırakıp, sol elimi elinin içine aldı. Az önce çıkarttığı yüzüklerden önce tek taş olanı sol elimin yüzük parmağına taktı. Daha sonrada alyansımı taktı. Elimi dudaklarına yaklaştırdı. Yüzük olan parmağıma uzunca bir öpücük kondurdu.

Melih bütün bunları yaparken ben sanki büyülenmiş gibi onun her bir hareketini izliyordum. Tenime dokunan parmakları aklımı başımdan alıyor, dudaklarının her dokunuşu beni efsunluyordu. Bu büyülü atmosferden Melih'in konuşmasıyla çıktım.

"Şirkete gidip halletmem gereken bir - iki saatlik bir işim var."

"Akşam olmuş zaten, yarın halledebilirsin işini." Dedim.

"Bugün halletmem gerekiyor." Elimi elinin içine aldı. "Yarın seni bir yere götüreceğim." Derken giyinme odasından çıkmış odamızın kapısının önü gelmiştik. Melih kapının kilidini açarken "Nereye gideceğiz?" diye sordum.

"Sürpriz. Gidince görürsün." Dedi.

Kapı açılınca Melih'le birlikte odadan çıktık. Yine birlikte merdivenleri indik ve mutfağa geçtik. Melih buzdolabını açtı içinden su dolu sürahiyi aldı. Mutfak dolabından çıkarttığı bir bardağın içine su doldurdu. Başka bir çekmece açtı ve içinden ilaç kutusu aldı. Doldurduğu suyu bana uzattı. Uzattığı suyu aldığımda ilaç kutusundan bir tane ilacı açıp bana uzattı.

"Al bu ilacı iç Ahu." dediğinde gözlerim elinde tuttuğu ilaca kaydı. Yavaşça gözlerini bulan gözlerime şefkatle bakan Melih "Ağrın olduğunu biliyorum. İlaç içte canın acımasın." Dedi.

Bakışlarımı Melih'in gözlerinden çektim ve elindeki ilacı alıp ağzıma koydum. Suyu da başıma diktikten sonra bardağı Melih'e uzattım. Melih bardağı tezgâhın üstüne koydu. Birlikte mutfaktan çıktığımıza dış kapının önüne geldik. Melih gözlerini üzerimde gezdirdi. Daha sonra bana hiçbir şey söylemeden cebinden çıkarttığı telefondan birine bir mesaj yazıp gönderdi. Gözleri tekrar beni bulduğunda başıyla dış kapıyı işaret ederek "275712" dedi.

"Hıh? Anlamadım." Dedim.

"Kapının şifresi, 275712" dedi.

Şaşkınlıkla kocaman açtığım gözlerimi bir kapıda bir Melih'in üzerinde gezdiriyordum. İşaret parmağımla kapıyı gösterdim. "Sen şimdi bana şifreyi mi söyledin?" diye sordum. Sesim oldukça şaşkın çıkmıştı. Melih yamuk bir şekilde gülümseyip "Evet." Dediğinde çığlık attım. Evet, resmen çığlık attım. Melih yüzünü buruşturdu "Ahu!" diye beni ikaz etti. Ama ben Melih beni hiç ikaz etmemiş gibi sorularımı sıralamaya başladım.

"Şifreyi bana verdiğine göre artık özgürüm değil mi? istediğim gibi dışarıya çıkabilirim, canım kimi isterse eve çağırabilirim değil mi? Bu ceza evinden azad edildim demek değil mi?"

"Ahu..!"

"Melih..." otuz iki diş sırıtarak Melih'e bakıyordum. Melih parmaklarının arasına sıkıştırdığı burun kemerini sıktı gözlerini iki saniye kadar kapatıp geri açtı. "Birincisi" dedi ve ekledi. "Tam anlamıyla özgür oldun sayılmaz. İki zaten istediğin kişileri buraya çağırıyorsun ama sen gidemezsin."

Moralim bozulup yüzüm düştüğünde Melih ensemden tutup başımı göğsüne yasladı. "Böyle yapma kurban olduğum. Senin için tehlike tam anlamıyla geçmiş sayılmaz. Güvenliğin için en iyi yer bu ev." başımın üstüne bir öpücük kondurdu. "Benim şimdi gitmem gerekiyor." dedi.

Melih'in kollarının arasından çıktım. Çenemi, sert göğsüne yasladım. Tekrar otuz iki diş sırıtarak yüzüne baktım. "Şifreyi ben gireyim mi?" diye sordum. Melih kaşlarını havaya kaldırdı. Bunu yaparken ne kadar havalı olduğundan bir haberdi. "Tamam" dediğinde vakit kaybetmeden kapıya yaklaştım. Melih "Şifreyi tekrar söylememi ister misin?" diye sorduğunda elimi havaya kaldırıp hayır der gibi salladım ve şifrenin rakamlarını girdim. Kapı tık diye bir ses çıkartarak açıldığında ellerimi bir birine vurarak kendimi alkışladım.

Melih kolumdan tutup beni kendine çekti ve dudağıma kısa ama tutkulu bir öpücük bıraktı. "Aklın hinlik işlere iyi çalışıyor maşallah kedicik." Bir kez daha dudağıma bir öpücük kondurdu ve benim konuşmama fırsat vermeden dış kapıdan çıkıp kapıyı sertçe kapattı. Bu onun dilinde sakın kendi aklından bir şeyler yapmaya kalkışma demek oluyordu.

Ama Melih bir şeyin farkında değildi. Ben bütün benliğimle ona teslim olmuşken, nereye gidebilirdim ki...

***

Kış baharın gelmesini dört gözle beklerken, aslında baharında kışı dört gözle beklediğinden bir haberdir. Kış bahara âşıktı; baharda kışa. Onların aşkı imkânsızdı, kavuşulmazdı.

Birbirlerini hiç görmeden, asla aynı mevsimi bir arada yaşayamadan birbirlerini seviyorlardı. Bıkmadan, usanmadan. Bir gün karşılaşmak umuduyla birbirlerini bekliyorlardı.

Aslında, baharın âşık olabileceği bir sürü çiçeği, böceği vardı. Keza kışında öyle ama burnunun dibindekileri göremiyorlardı. Tıpkı benim gibi davranıyorlardı.

Hemen yanımda oturup araba kullanan Melih'ten gözlerimi alamıyordum. Yaklaşık bir – bir buçuk saattir yoldaydık ve ben bu süre zarfında Melih'in her bir zerresini incelemiştim. Sakallarının ona ne kadar yakıştığını, kaşları çatıkken nasıl yakışıklı olduğunu, hatta üzerine giydiği gri gömleğin ona ne kadar çok yakıştığını bile düşünmüştüm. Bu tavırlarım normal bir insanın sergileyeceği tavırlar olmadığının farkındaydım ama zaten bizim Melih'le normal bir çift olmamız çok saçma olurdu.

Sanki seviştiğimiz anda biri bana sihirli değnekle dokunmuş, beni Melih'e mühürlemişti.

Ben hülyalı hülyalı Melih'i süzerken, Melih kalabalık trafiğe durmadan küfürler saydırıyordu. Bir ara öyle çok sinirlenmiş ve ettiği küfüre kendisi bile şaşırmıştı. Melih tek kelimeyle trafik adamı değildi. Ne zaman trafiğe çıksak sinirleri tepesine çıkıyordu. İşlek yoldan arabayı sola doğru kırdığında dar bir yol çıktı karşımıza. Melih yolun tek kişilik olmasıyla ve neredeyse hiç arabanın olmadığı gerçekliğiyle biraz olsun rahatlamıştı.

Bakışlarımı Melih'in üzerinden çekip yanımdaki camdan dışarıyı izlemeye başladım. Yolun her iki tarafı da tarlalarla doluydu. Tarlaların içindeki mahsulleri toplayan bir sürü tarım işçileri vardı. Melih birden bileğimden tutup bileğimin üstünü öptüğünde bakışlarımı yoldan çekip Melih'in yüzüne baktım. Melih gözlerini yoldan ayırmadan elimin üstünü öptü ve kendi elinin içine benim elimi aldı. Parmaklarını parmaklarımın arasına kenetledi ve kenetlenen ellerimizi kendi dizinin üstüne koydu.

"Gözlerin bende olsun güzelim." Bakışlarını yoldan çekip gözlerimin içine baktı. "Az önce olduğu gibi sadece beni izle." Dedi.

"Seni izlediğimi de nereden çıkarttın?" diye sordum. Gözünden de hiçbir şey kaçmıyordu. Melih küçük bir kahkaha attı. "Yola çıktığımızdan beri beni yiyecekmişsin gibi bakıyorsun kızım." Gözleri benimle yol arasında mekik dokuyordu. "Kocana yalan mı söyleyeceksin?"

"Melih!"

"Söyle bebeğim..."

"Ya Melih...!"

Melih arabayı dolduran kocaman bir kahkaha attı. Biten kahkahasıyla gözlerini yoldan çekip benimle göz teması kurdu. "Bir kedi gibi adımı miyavlamana bayılıyorum karıcığım." Dediğinde, çemkirmek için açtığım ağzımı yüzüme kaşlarını alayla havaya kaldırarak bakan Melih yüzünden geri kaptım. Kollarımı bağlayıp başımı yola çevirdim.

On beş – yirmi dakika kadar süren yolculuğun ardından kocaman demir siyah kapısı olan çiftlik gibi bir yere geldik. Araba demir kapının önünde durduğunda, kapı otomatik olarak iki yana açıldı. Melih arabayı içeriye geçirdiğinde ise kocaman bir avlu bizi karşıladı. İki katlı bir ev evin önünde büyük bir asma asmanın altına yapılmış devasa bir hamak vardı. Evin her iki tarafında tek katlı küçük birer tane daha ev vardı. Melih arabayı park ettikten sonra arabadan indi. Bende onun arkasından indiğimde Melih elimi tuttu.

Melih'e buraya neden geldiğimizi sormak için araladığım dudaklarım iki katlı evden yetmişli yaşlarda, uzun boylu, sakallı bir adamın çıkıp bize doğru gelmesiyle geri kapattım. Melih'te tıpkı benim gibi adamı gördü ve beni de peşinden çekiştirerek adamın yanına ilerledi. Ortada buluşan ikili birbirlerine sıkıca sarıldıklarında, gözlerimin odağına yaşlı adamın arkasında duran iki tane yirmi yaşlarında genç kızlar takıldı. Melih kollarını yaşlı adamdan ayırıp elini öptü. "Hüseyin amca" dedi beni kolumdan çekiştirip önüne çekti. "Karım Ahu."

Adının Hüseyin olduğunu öğrendiğim yaşlı adamın griye çalan dumanlı gözlerinin içi parladı. Elini bana uzattığında, elini tutup öptüm. Hüseyin amca elini yanağıma koydu. "Hoş geldin kızım. Demek bizim Melih'in Ahu'su sensin." Dediğinde bakışlarım Melih'i buldu. Melih bana sadece göz kırptığında beni kolunun altına aldı.

"Ahu, Hüseyin amca benim dedemin arkadaşı. Yani benimde dedem sayılır. Sizinde tanışmanızı istediğim için seni buraya getirdim."

"Ama düğünümüzde Hüseyin amca yoktu."

"Dedem düğün olacağını öğrenince kalp krizi geçirdi." Diyerek Hüseyin amcanın arkasında duran kumral yeşil gözlü kız konuştu. Hüseyin amca "Leyla!" diyerek ikaz ettiğinde Leyla omuzlarını bana ne der gibi kaldırıp indirdi. "Adamın kalbine indi valla." Yeşil gözlerini yanında duran tıpkı kendisi gibi kumral ama ela gözleri olan kıza çevirdi. "Öyle değil mi Elif abla?" diye sordu.

Elif kaşlarını çatarak "Öyle" dedi sesi öfkeli çıkmıştı. Hüseyin amca iki kıza yandan bir bakış atıp gözlerini bana çevirdi. "Sen bunlara bakma kızım. Çok sevindiğimden dolayı azıcık kalbim tekledi." Gözleri Melih'i buldu "Hadi içeriye geçelim sofra hazır." Dedi.

Birlikte içeriye geçtiğimizde kocaman bir salon bizi karşılamıştı. Kırmızı ve kahverenginin hâkim olduğu salonda sekiz kişilik el işçiliği olduğu çok belli olan bir yemek masası vardı ve masanın üstü envayi çeşit kahvaltılıkla doluydu. İki tane kırmızı örtülü üçlü koltuk ve iki tane yine kırmızı örtüyle örtülmüş tekli koltuk vardı. Masaya geçtiğimizde Hüseyin amca masanın başına oturmuştu. Hüseyin amcanın sağına Melih, onun hemen yanına da ben oturmuştum. Elif ve Leyla ise bizim karşımıza oturmuşlardı. Yemeğimizi yemeye başladığımızda Hüseyin amca ile Melih kendi aralarında bir sohbet kurmuş konuşuyorlardı. Leyla'nın bakışlarını sürekli üzerimde yakalıyor, her yakaladığımda ise Leyla bana büyükçe gülümsüyordu. Elif değişik bir kızdı başını bir kez olsun tabağından kaldırmamıştı.

Biten yemeğimizin ardından Hüseyin amca birden ayağa kalktı. Melih'in omzuna dokunarak onunda kalkmasını sağladı. "Biz yukarıya çıkalım oğlum." Griye çalan dumanlı gözleri benim gözlerimi buldu. "Gelin kızımızda bize birer kahve yapsın." Dedi ve daha benim cevap vermeme fırsat vermeden Melih'le birlikte yukarıya çıktı.

Gözden kaybolan ikilinin ardından bakışlarımı tekrar masaya çevirdiğimde Leyla ile göz göze geldik. Leyla yine sırıttığında gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Kendi tabağımı elime aldığımda Leyla ve Elif'te ayağa kalktı. Birlikte sofrayı topladık. Elif cezveyi kafama vurmak ister gibi sinirle önüme koyup gitti. Onun arkasından anlamsız gözlerle baktığımda ise Leyla'nın konuşmasıyla gözlerimi çektim.

"Sen Elif ablanın kusuruna bakma. O biraz değişiktir." Dedi. Sanki kendisi çok normalmiş gibi. "Sen kahveyi koy bende fincanları ayarlayayım. Dedem şekersiz ve köpüksüz içer." Demeyi de ihmal etmedi. Kahve suyu ayarladığım cezveyi ocağa koyduğumda Leyla dibime yanaştı.

"Saçların çok güzel gerçek mi?"

"Evet."

"Hmm Melih abimle nasıl tanıştınız? "

Kahve bir an önce pişsin diye altını iyice açtığımda "Her çift gibi sıradan bir şekilde tanıştık." Dedim. Leyla beni baştan aşağıya süzdü. Gözleri en son karnımda takılı kaldığında beni dehşete düşüren bir soru sordu.

"Göbeğin çok belli yoksa hamile misin?"

Sonunda pişen kahveleri fincanlara boşalttım. Tepsiyi elime aldığımda kızgın gözlerimi Leyla'nın yeşil gözlerine diktim. "O bebek değil canım göbek." Dedim ve mutfaktan çıktım.

Üst kata çıkmak için merdivenleri hızlı hızlı tırmanırken, aynı anda da Melih'e içimden saydırıyordum. Sanki kendi etrafındaki değişik insanlarla uğraştığım yetmiyormuş gibi birde beni bu değişik insanların yanına getiriyordu. Merdivenler bittiğinde uzun bir hol ve üç tane kapı vardı. Merdivenin sağındaki kapı açık olduğu için adımlarımı diğer kapıya doğru attım. Aralık kapının içinden gelen sesle Melih'lerin burada olduğunu anladım. Tam kapıyı çalmak için elimi kaldırdığımda ise Hüseyin amcanın Melih'e sorduğu soruyla kapıyı çalmaktan vazgeçtim.

"Gerçekten de intikamından bile vazgeçecek kadar seviyor musun bu kızcağızı?"

"Ben Ahu'yu seviyorum Hüseyin amaca ama intikamımdan da vazgeçmiş değilim." Dedi Melih.

Hüseyin amca dalga geçer gibi güldü. "Peki, evlat sevdiğin kadının ailesine zarar verdiğinde, seviyorum dediğin karının seni sevmesini nasıl isteyeceksin?"

"Ben Ahu'nun beni sevmesini beklemiyorum Hüseyin amca." Dedi.

"Beklemede zaten." Dedi Hüseyin amca ve ekledi. "O kıza neler yaşattığını biliyorum. O kadar şey yaşattın intikam intikam diye yiyip bitirdin kızı. Sen annesiz kaldığın günleri unuttun o kızcağızı annesiz bıraktın. Sen bütün bunları yapmışken Ahu'nun seni sevmesini bekleme!"

Melih Hüseyin amcaya cevap vermek yerine derince bir soluk aldı ve sessiz kaldı. Daha fazla dinlemenin bir anlamı olmadığını anladığımda kapıyı bir kez tıklatıp içeriye girdim. İlk Hüseyin amcanın kahvesini verdim daha sonrada Melih'in kahvesini uzattım. Tekrar çıkmak yerine Melih'in yanına oturdum ve elimi bacağının üstüne koydum. Bunu neden yaptığımla ilgili hiçbir fikrim yoktu. Galiba ben sadece Melih'e destek vermek istemiştim.

"Melih" diye seslendi Hüseyin amca "Senin Ahu'n kapı dinler mi?" Melih gülümsedi. "Her zaman ve her daim kapı dinlemek Ahu'nun favori huylarından biridir." Bu kez gülen Hüseyin amcaydı. "İnatçılık var mı?"

Melih elinle hiç olmaz mı der gibi bir hareket yaptı. "Hem de nasıl bir inat Hüseyin amca ne sen sor ne de ben söyleyeyim."

Sanki ben yokmuşum gibi beni çekiştiren ikiliye sinirli bir şekilde baktım. Ama ikisi de beni bir taraflarına takmadı. Sertçe Melih'in dizinde duran elimi çektim ve oturduğum yerden ayağa kalktım. Arkamı dönüp hızla odadan çıktığımda hala ikisinin kahkahası odada yankılanıyordu. Ama suç bendeydi. Bir de Melih'e destek vermek istemişim. Ah ben o destek vermek isteyen yerlerimin içine edeyim.

Sinirle kendimi dışarıya attığımda büyük avluda yürümeye başladım. Karşımda bana doğru gelen kaz ve yavrularını gördüğümde gülümsedim. Yavru kazları sevmek için yanlarına doğru ilerledim. Kaza yaklaşmama birkaç adım kala kaz tıslayarak bana boynunu uzattı ama ben pek oralı olmadım. İki adım daha attım ve ne olduysa ondan sonra oldu. Kaz hızla üzerime atıldı. Ben geriye zar zor sendeleyip kaçmaya başladım. Çığlığım bütün avluda yankılanıyordu. Ben kaçıyordum kaz beni kovalıyordu.

"Ahu" diyerek bana doğru gelen Melih'i görmemle "Melih yardım et" diyerek kendimi Melih'in kollarına attım. Hızla Melih'in arkasına saklandığım da "Bu şey tam bir canavar beni yiyecekti Melih." Dedim nefes nefeseydim ve kurduğum cümleyi ben bile zor anlıyordum. Melih beni kollarının arasına alıp sarıldı. "Şişt tamam geçti sakin ol." Diye telkinler vermeye başladı. Ben sakin olmak şöyle dursun, titreyen ayaklarımın üzerinde bile zor duruyordum. Biraz olsun kendime geldiğimde Leyla ve Elif'in kıkırdayan seslerini duydum. Ölümcül bakışlarımı ikisine de gönderdim.

Melih'in göğsüne birazcık daha sokuldum "Buradan hemen gitmek istiyorum." Dedim. Melih saçlarımın üstüne bir öpücük kondurdu "Tamam gidelim." Dedi.

***

Melih beni arabaya bindirdikten sonra kendisi de Hüseyin amcayla kısaca vedalaşıp arabaya binmişti. Çiftlikten çıktıktan sonra Melih birkaç kez iyi olup olmadığımı bana sormuştu ama içten içe onunda bana gülmek istediğini hissediyordum. O kadar çok korkmuştum ki bir türlü o kazın sinirli halini gözümün önünden silip atamıyordum.

Melih arabayı bir köy yoluna çevirdiğinde "Eve gitmiyor muyuz?" diyerek sessizliğimi bozdum.

"Gitmiyoruz."

"Nereye gidiyoruz o zaman?"

Melih yoldan bakışlarını iki saniye kadar çekip bana baktı. "Seni rahatlatacak bir yere gidiyoruz."

"Boş ver" dedim ve ekledim. "Ben eve gitmek istiyorum."

Melih bana cevap vermedi arabayı kullanmaya devam etti. Zaten Leyla'nın üzerimde olan bakışlarından dolayı doğru düzgün bir şey yiyememiştim ve yaşadığım korkudan dolayı iyice acıkmıştım. Neredeyse midem sırtıma yapıştım yapışacaktı. Karnım birden sesli bir şekilde guruldadığın da Melih'in bakışları ilk karnımı sonrada gözlerimi buldu. Elimle karnımı tutarken karnım bir kez daha guruldadı. Melih başını sabır diler gibi sallayıp torpido gözünü açtı. Elini torpidonun içine uzatım iki tane çikolatalı gofret çıkarttı ve bana uzattı.

Melih'in bana uzattığı gofretleri alıp direkt birini açtım ve büyük bir lokma ısırdım. Hızlı hızlı çiğneyip ikinci, üçünce ve dördüncü lokmayı da yedim. İkinci gofreti açtığımda nezaket gereği Melih'e "Yemek ister misin?" diye sordum. Melih "İsterim." Dedi. Gofreti Melih'in ağzına yaklaştırmamla Melih gofretin yarısından fazlasını ısırdı. Dolan gözlerimle elimde minnacık kalan gofrete baktım.

"Ya sana inanamıyorum Melih. Hepsini yedin."

"Paylaşmış olduk kızım. Sende diğerini tek başına yedin."

Melih'in haklılık payını göz önünde bulundurarak sustum ve elimde kalan küçücük gofreti ağzıma attım. Bir süre daha yolda ilerledikten sonra tepe bir yeri aştık. Etrafımız her iki yandan da elma ağaçlarıyla örülmüştü. Melih biraz daha ilerledi ve arabanın kontağını kapattı.

"İn hadi elma tarlana bakalım." Dedi. Gözlerim kocaman açıldı. "Nasıl?" diye şaşkın bir karşılık verdim. Melih gülümseyerek arabadan indi. Hemen arkasından bende indim. Melih işaret parmağıyla karşımızda duran elma tarlasını gösterdi. "Bu tarla senin Çağlar ve Osman'ın hediye ettiği elma tarlası." Dediğinde gözlerimin yuvalarından fırladığına yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım. Çağlar ve Osman bana doğum günümde elma tarlası hediye etmişti ama ben bir türlü bu tarlaya gelememiştim.

Melih'in boynuna kollarımı dolayıp tam kulağının dibinde "Hadi tarlamı gezelim!" diye bağırdım. Melih kollarımı boynundan ayırıp "Ahu senin o sesinin tınısını... Tövbe Allah'ım." Dedi başını sabır diler gibi sallayarak.

Melih'in bu haline kıkırdamadan edemedim. Her zaman elimden tutup beni bir taraflara doğru çekiştiren Melih'in elinden bu kez ben tuttum. Ve onu peşimden ben çekiştirdim. Melih'te bana hiç itiraz etmedi. Hatta böyle ılıman olmaya devam ederse onu elma ağacının tepesine bile çıkartmayı düşünüyordum.

Tabi hayallerim elma ağacının tepesine çıkan bir adet Melih. Hayatım ise o ağaca beni asan öfkeli bir Melih'ti

BÖLÜM SONU

Loading...
0%