Yeni Üyelik
35.
Bölüm

34. Bölüm

@esranurozer

               


                                                                                              

Sezen Aksu: Kaçın Kurası

Nefret aşka dahil miydi?

İnsan ölümüne nefret ettiği birine aşık olabilir miydi?

Peki, aşk bir insanın kalbine kaç kez uğrardı? Bir kalp kaç kez aşk diye çarpardı?

Yıllarca Levent'e hissettiğim duygunun adı aşk'sa eğer. Peki, Melih'e hissettiğim duygunun adı neydi?

Karmakarışık olmuştum. Kendimle ve kalbimle kazananı belli olmayan bir savaşa girmiştim. Bu savaşta mantığa nedense yer yoktu. Duygularımı yönetemiyor, beni ne tarafa doğru çekerse o tarafa doğru sürükleniyordum.

"Yeter artık Ahu!" diye söylenen Melih'in sesi sıkılgan çıkmıştı. Elma tarlasına geldiğimiz ilk an oradan oraya deli gibi koşuşturmuş, henüz olgunlaşmamış elmaların tadına bile bakmıştım. Burası o kadar güzeldi ki her bir detayında ayrı ayrı fotoğraf çekilmiştim. Tabi benim telefonum olmadığı için bütün fotoğrafları Melih'in telefonuyla çekilmiştim. "Yeter artık diyorum Ahu! Hadi!" diyerek bir kez daha sitem eden Melih'e parmağımla bir işareti yaparak"Bu son." Dedim. Oysaki son olmadığını ikimizde biliyorduk.

Melih tam da benim tahmin ettiğim gibi elma ağacına çıkmasını istediğimde bana öyle bir bakış attı ki. Sözlere gerek kalmadan gözleriyle olmayacağını anlamamı sağladı. Ben deli gibi eğlenirken, Melih bir İstanbul Beyefendisi edasıyla elleri ceplerinde beni izlemeyi tercih etti. Yıldırıcı birçok ısrarımdan sonra benimle birkaç tane zar zor fotoğraf çekilmişti ve bu fotoğrafların hiç birinde gülümsememişti. Hayır, anlamadığım bu kadar güzel bir yüze ve vücuda sahip biri nasıl hiç fotoğraf çekilmekten hoşlanmazdı ki?

Son diye söylediğim sözün ardından beşinci fotoğrafı da çekildiğimde Melih pes ederek arabaya doğru ilerlemeye başladı. Arabaya binip kontağı çalıştırdığında ise başını camdan dışarıya uzattı. "Beş saniye içinde yanıma gelmezsen seni burada bırakıp giderim Ahu." derken ne kadar ciddi olduğu sesine yansıdığı kadar gözlerine de yansımıştı. Bulunduğum elma ağacının dibinden nasıl ayrıldım nasıl koşarak arabanın yanına geldim ben bile anlayamadım. Arabanın içine bindiğimde Melih sinsice gülümsedi "Aferin benim küçük kedime." Dedi ve arabanın direksiyonunu yola doğru çevirdi.

***

Geldiğimiz yolu gerisin geriye döndük Melih arabayı kullanırken, bende Melih'in telefonundan çekildiğim fotoğraflara bakıyordum. Kendi başıma olan fotoğrafları geçip Melih'le çekildiğimiz fotoğraflara geldiğimde, suratımda aptalca bir sırıtış belirdi. Ekranda görünen fotoğrafta, ben kameraya bakarken Melih rüzgarın uçurduğu saçlarıma bakıyordu. Fotoğrafı Melih'e göstermek için ekrandan bakışlarımı çektim ve telefonu yüzüne uzattım.

"Melih baksana ne kadar güzel çıkmışız"

Melih yoldan gözlerini ayırma gereği duymadan göz ucuyla telefon ekranına baktı ve "Gerçekten boş şeylere vakit harcamayı seviyorsun Ahu." dedi. Onun yüzüne uzaydan dünyaya inen bir uzaylıymış gibi bir bakış attım. Yüzene doğru uzattığım telefonu hızla çektim ve "Hıh" dedim sen ne anlarsın der gibi. "Benim uğraşlarım boş değil. Boş olan senin sabit düşüncelerin!"

"Ahu!"

"Ne var ne kızıyorsun?" elimdeki adeta benimle bütünleşen Melih'in telefonunu pantolonumun cebine sıkıştırdım. Koltukta yan bir şekilde dönerek gözlerimi Melih'in yüzüne sabitledim. "Bilmiyorum farkında mısın?" diye sorduğumda Melih yoldan bakışlarını çekip neyin der gibi bir bakış attı.

"Normal insanlar yaşadıkları güzel anların ve anıların fotoğrafını çekmek ve o anı ölümsüzleştirmek ister." Melih'in yandan görünen profilinden dolayı yüzünün aldığı şekli tam göremiyordum ama tek kaşının havaya kalkmasından yüzünde alay barındıran bir ifade yer edindiğine dahil kalıbımı basardım.

"Normal bir insan olduğumu iddia etmedim zaten..." derken arabanın direksiyonunu karizmatik bir şekilde sola kırdı. "Normal bir insan olsam seninle evlenir miydim hiç?"

"Evlenmeseydin o zaman!" diye çıkıştım. Melih kahkaha attığında sinirlerim iyice gerildi. "Sanki Beyimize ucu yanık mektup gönderdik. Evlenmek isteyen sendin!"

Melih kahkahalarının arasından "Atarlı küçük kedim." Dedi. Ona cevap vermek için açtığım ağzım görüş açıma giren Hüseyin amcaların çiftliğiyle iyice açıldı. Çiftliğin önüne yaklaştıkça üzerimdeki şaşkınlığı atarak "Melih neden buraya tekrar geldik?" diyerek sitem ettim.

Melih bana cevap vermedi. Dahası arabayı çiftliğin demir kapısının önünde durdurdu. Benim şaşkın bakışlarımın arasında arabadan indi. Demir kapıyı açıp tekrar arabaya bindi ve arabayı çiftliğin içine sürdü. Tamamen çiftliğin içine girdiğimizde Melih çalışan arabanın kontağını kapattı. Gün ışığı kendini akşamın karanlığına teslim ettiğinden dolayı Melih tepemizde olan lambayı yaktı. Sarı bir ışık arabanın içini aydınlattığında Melih gözlerini yüzümde gezdirdi. Avuç içiyle yüzümü tuttu. Parmakları yanağımı okşamaya başladığında dolgun dudaklarını aralayarak konuştu.

"Bu gece Hüseyin amcalarda kalalım. Yarın seni dedemin ve babaannemin mezarına götürmek istiyorum. Bir gece burada kalmaya katlanabilirsin diye düşünüyorum Ahu."

"Ben senin gibi katlanabileceğimi düşünmüyorum Melih." Yüzümü Melih'in ellerinden kurtarmaya çalıştım ama bu uğraşım olumsuz sonuçlandı çünkü Melih yüzümü elleriyle iyice kavradı. "Ya bak Hüseyin amcaya bir şey demiyorum ama o iki kızdan hoşlanmadım."

"Elif ve Leyla'dan mı hoşlanmadın?" diye soran Melih'e öldürmek ister gibi baktığımda Melih konuşmasına devam etti. "İkisi de iyi kızdır. Tanısan sende seversin güzelim." Yüzümü kendine biraz daha yaklaştırıp burnumun ucunu öptü. "Hadi içeriye girelim, yemeğe bizi bekliyorlar."

"Nereden biliyorsun bizi beklediklerini? Belki de çoktan yemek yemişlerdir."

"Sen telefonumu ele geçirmeden önce Hüseyin amcayla konuştum. Zaten o çok istediği için buradayız. Onu kıramadım ve bu gece burada kalmayı kabul ettim." Dedi.

Çaresiz bir nefes bıraktığımda Melih yüzümden ellerini çekti. Arabadan indi ve benim bulunduğum yere gelmeden önce açık kalan demir kapıyı kapattı. Sonra da benim yanıma doğru adımlayıp kapımı açtı. "İn bakalım." Dedi. Arabadan indiğimde Melih kendi elinin içine benim elimi hapsetti. Hüseyin amcaların evine doğru ilerlerken aynı anda da söyleniyordum.

"O kadar çok paran var ama sen beni otele götürmek yerine Hüseyin amcanın evine getiriyorsun. Cimri..."

Melih sanki ben ona cimri dememişim gibi elinin içinde olan elimi dudaklarına götürdü ve koklayarak birkaç öpücük bıraktı. Bu hareketi susmam için yetti de arttı da.

***

Gerçekten insan cinnet getirip birini öldürmeyi isteyebiliyormuş.

Hüseyin amca ne kadar iyi ve anlayışlı biriyse iki kız torunu bir o kadar itici ve sevimsizdi. İçeriye girdiğimizden beri Leyla'nın sırıtan suratı benim üzerimden, Elif'in ise kem gözleri kocamın üzerinden çekilmemişti. Sabah geldiğimizin aksine bu kez ikisinin de üzerinde özenle giyinilmiş güzel elbiseler vardı. Leyla kırmızı çiçekli dizlerinin altında biten kısa kollu bir elbise giymişti. Elif ise dizlerinin tam üstünde, önden düğmeli, yakalı ve ela gözlerine çok yakışan mürdüm düz bir elbise giymişti. Bir an Elif'in Melih'le aynı renk olan gözlerini çıkartıp eline vermek istedim. Ama bu psikopatça düşüncemi geriye atıp gayri ihtiyar kendi üzerime baktım. Keşke bakmaz olsaydım. Bu iki kızın yanında benim üzerimde siyah dar paça bir kot ve onun üzerinde salaş, haki yeşili bir gömlek vardı. Ve ben bunları giydiğim için içten içe kendimle kavga etmeye başlamıştım.

Hazır olan yemek masasına geçtiğimizde, bizim dışımızda yemekte Hüseyin amcanın kızı Zehra ablada vardı. Zehra abla tıpkı babası gibi sevecen ve sıcakkanlıydı. Kırklı yaşların ortasında ve başörtülüydü. Zehra abla masayı envai çeşit mezelerle donatmıştı. Sırf Melih çok seviyor diye karnıyarık yapmıştı. Yanına pirinç pilavı ve cacıkta yapmıştı. Bende böylelikle kocamın en sevdiği yemeğin karnıyarık olduğunu öğrenmiş olmuştum.

Gözüm yanımda iştahla karnıyarık yiyen Melih'e kaydığında, onun hakkında hiçbir şey bilmediğimin farkına vardım.

Ne en sevdiği yemeği, ne en sevdiği rengin ne olgunu, neyi sevip neyi sevmediğini bilmediğim gerçekler yüzüme tokat misali indi. Ben böyle derin düşünceler içinde Melih'i izlerken, beni bu düşüncelerden Zehra ablanın "Ahu" diye seslenmesi çıkartmıştı.

"Sen neden yemiyorsun? Yoksa yemekleri sevmedin mi?" diye sordu.

"Yok, hayır. Her şey çok güzel olmuş." Diyerek kaşığımı cacık kesesine daldırıp bir kaşık alıp ağzıma götürdüm. "Elinize sağlık."

Zehra abla sıcacık gülümsedi ve onun gülümsemesiyle iki yanağında da olan gamzeleri gözler önüne serildi. "Afiyet olsun" dedi ve ekledi. "Melih'in en sevdiği yemeği biliyorum ama senin ne sevip sevmediğinden pek emin olamadığım için sana özel bir şey yapamadım. Sen sevdiğin yemeği bana söyle ben bir dahaki gelişinizde senin sevdiğin yemeği yaparım."

"Ahu'nun en sevdiği yemek mantı." Dedi Melih. Bir parça ekmeğin içine yoğurtlu patlıcan mezesini koyup ağzına attı. "Eee tabi birde elmalı her şeyi sever." Ağzı dolu olduğu için söyledikleri biraz zor anlaşılmıştı ama masada bulunan herkes gayet net bir şekilde Melih'i anlamıştı. Melih'in bu haline Hüseyin amca, Zehra abla ve Leyla gülerken, Elif tepkisiz kalmıştı.

"O zaman sana sözüm olsun Ahucuğum bir daha ki gelişinizde sana kendi ellerimle mantı açacağım." Diyerek sıcacık gülümsedi Zehra abla. Bende ona tıpkı onun gibi sıcacık gülümseyerek karşılık verdim. "Zahmet etmeyin teşekkür ederim." Dedim. Ama Zehra abla ne zahmeti canım der gibi kaşlarını çattı ve "Yapacağım dedim mi yaparım. Konu tartışmaya kapalıdır." Dedi yalancı bir kızgınlıkla. Ve böylelikle herkes yemeğine kaldığı yerden devam etti.

Biten yemeğimizle, Leyla'nın üzerimde olan tuhaf bakışlarıyla hep birlikte masayı topladık. Kahve yapma işi Leyla'ya kaldığından dolayı Zehra abla, Elif ve ben içeriye geçtik. Kırmızı örtülü tekli koltuğun birine Hüseyin amca diğerine ise Melih oturmuştu. Melih'in sol tarafında kalan üçlü koltuğa doğru ilerleyip Melih'in yanına oturmak isterken Elif benden önce davranıp Melih'e yakın olan koltuğun ucuna oturdu. Elif'in bu hareketi başımdan aşağıya bir kova kaynar suyun dökülmesine eş değer bir şekilde beni sinir etmişti. Öfkeyle Melih'in şaşkın ela gözlerinin içine sertçe baktım ve Hüseyin amcanın yanında kalan üçlü koltuğa geçip oturdum.

Hayır, yani kocamın yanına benim oturmam gerekirken bu kendini bilmez Elif'in oturması ne alakaydı. İyice süslendiği yetmiyormuş gibi bir de cilveli cilveli Melih'e bakıp ağzını erimiş kaşar gibi yaya yaya konuşması yok muydu? Beni sinir ediyordu. Böyle cilveli bir şekilde konuşmaya devam ederse, hiç düşünmeden ayağımdaki ev terliğini ağzına geçirmem an meselesiydi.

Leyla elinde kahvelerle içeriye geçince Melih oturduğu yerden kalkarak yanıma geldi. hemen yanımdaki boşluğa oturdu ve elimi tutarak avuç içime bir öpücük kondurdu.

Melih elimi öperken Leyla önümüzden geçtiği için Elif Melih'in elimi öptüğünü görmemişti ve ben içimde baş gösteren kıskançlık krizinden dolayı Melih'in dudaklarına doğru elimi kaldırdım. Melih gülümseyerek elimi öptüğünde ben Elif'in kızaran yüzüne zafer kazanmışçasına baktım.

"Evlilik nasıl gidiyor çocuklar?" diye soran Zehra ablaya kocaman gülümseyip Melih'e fırsat vermeden direkt ben konuştum.

"Çok güzel gidiyor Zehra abla. Öyle güzel ki inan anlatmaya kelimeler yetmez." Boşta kalan elimle Melih'in sakallı yüzünü okşadım. "Bazen diyorum keşke bu kadar beklemeseydik. Daha önce evlenseydik Melih'le diye düşünüyoruz." Dedim.

Melih'in benim değişen hal ve hareketlerime şaşırdığı yetmiyormuş gibi, birde benim bu düşünceden neden haberim yok der gibi bakması eklenmişti.

"Oh iyi Rabbim mutluluğunuzu daim etsin inşallah." Dedi Zehra abla. Ona sadece gülümsedim. Kahvelerimizi yavaş yavaş içerken bu kez Leyla söze girdi.

"Sen kaç yaşındasın Ahu?"

İçimden sana ne sen benim yaşımı ne yapacaksın demek geçse de sadece yapmacık bir şekilde gülümseyip "Yirmi üç" dedim. Leyla, Elif'e göz ucuyla bakıp bakışlarını tekrardan bana çevirdi. "Elif ablamdan iki yaş büyüksün. Elif ablam yirmi bir yaşında. Bende on dokuz." Dedi.

Bana ne sizin yaşınızdan diye çığlık atmamak için kendimi resmen zor tutuyordum. Leyla benden küçük Elif'e abla derken bana Ahu diyordu. Ve gerçekten bu saçma detay bile beni sinir ediyordu.

Hüseyin amca oturduğu yerden ayağa kalktı. "Ben bir yukarıya çıkayım." Dedi ve salondan çıktı. Hüseyin amcanın çıkmasıyla Elif ayağa kalktı ve süzüle süzüle solandan çıktı. yaklaşık beş dakika sonra elinde tepsiyle salona tekrar geldi. Tepsinin içinde olan kırmızı renkli içeceği ilk olarak Melih'e uzattı. Melih bardağı eline aldığında bu kez içeceği bana uzattı ve gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladı.

"Kendi ellerimle vişne suyu yaptım. İçinede karanfil attım. Yaparken her yer Melih gibi koktu."

Kaşlarım bir ok gibi havaya kalktığında elimin içindeki bardağı sıktığımdan bir haberdim. Elif'in yanımızdan uzaklaşıp Zehra ablaya tepsiyi uzattığında, yanımda daha vişne suyundan içmeyen Melih'in kulağına dudaklarımı yaklaştırdım. "Eğer bu vişne suyundan içersen seni mahvederim. İçmeyeceksin!" dedim.

Melih bana cevap vermedi ama dediğimi yaparak da vişne suyunu içmedi. Elif buna ne kadar bozulsa da Melih Elif'i hiçe sayarak benim dediğimi yaptı. Bu durum Zehra ablanın da gözünden kaçmamıştı ama o ağzını açıp tek kelime etmemişti.

"Zehra abla biz artık yatalım." Diye konuşan Melih'le ayağa kalktım. Zehra ablada kalacağımız odayı göstermek için oturduğu yerden kalktı. Elif ve Leyla'ya bakmadan nispet yapar gibi "İyi geceler kızlar." Dedim ve merdivenleri çıkan Melih ile Zehra ablanın arkasından ilerledim. Zehra abla ikinci katta açık kahverengi bir kapıyı açtı ve içeriye geçmemiz için kenara çekildi. İçeriye geçtiğimizde kahverengi el işçiliği olduğu çok belli olan bir yatak vardı. Yatak örtüsü pembeydi ve ben yeniyim diye resmen bağırıyordu.

"Örtüyü sizin için yeni serdim. Eğer başka bir isteğiniz olursa ben hemen sizin odanın karşısındaki odada kalıyorum." Dedi Zehra abla.

"Teşekkür ederiz. İyi geceler Zehra abla" dedim. Zehra abla gülümsedi "İyi geceler" diyerek odadan çıktı. kapıyı kapatır kapatmaz birden kendimi kapı ve Melih'in sert kollarının arasında buldum. Melih beğeni dolu gözlerini yüzümde gezdirdi ve dudaklarımı dudaklarına hapsetti. Hızlı bir manevrayla tek eliyle kapının üstündeki kilidi çevirdi. Kilitlenen kapıyla, dudaklarını dudaklarımdan ayırmadan üzerimdeki gömleğin düğmelerini tek tek açtı ve gömleğimi üzerimden çıkarttı. Daha sonra kısa bir an dudaklarını dudaklarımdan ayırıp dizlerinin üzerine çöktü ve pantolonumu aceleyle çıkarttı. Onun hareketlerine hiç karşı gelmeden kendimi onun ellerine teslim ettim. Melih tekrardan dudaklarıma yapıştığında en az onun öpüşü kadar sert bir karşılık verdim. Geri geri giden ayaklarım yatağa değdiğinde Melih'in dudaklarından dudaklarımı ayırdım.

"Melih" dedim inler gibi. Melih büyükçe yutkunup dudaklarını dudaklarıma yaklaştırmaya çalıştığında iki elimi de göğsüne koyarak onu durdum. Şeytani bir parlama olan gözlerimi Melih'in sabırsız bakan ela gözlerine diktim.

"Soyunmama yardım ettiğin için teşekkür ederim kocacığım. Ama..."

"Ama ne Ahu?"

"Ama burası başkasının evi ve biz başkasının evinde o senin aklından geçen şeyi yapamayız. Üzgünüm." Dudaklarımı üzgün olduğumu kanıtlamak ister gibi büzdüm. "İşte bir otelde kalsaydık aklındaki şeyi birlikte yaşardık Canım!" dedim, canım kelimesine bastırarak. Melih'in kaşları çatıldığında ona arkamı döndüm ve pembe yatak örtüsünü kaldırarak içine geçtim.

"Işığı kapatır mısın kocacığım?" dediğimde Melih sinirle dudaklarının arasından homurdandı. Bu homurdanmanın küfürden başka bir şey olmadığını ikimizde çok iyi biliyorduk.

Oh olsundu ona beni Elif ve Leyla gibi değişik kızlarla tanıştırdığı için bu ceza ona azdı bile. Şimdi kendisi düşünsün burada soğuk duşta alamazdı. Artık sabaha kadar patlamaya hazır bir bomba gibi odada gezerdi.

***

Sabah erken saatlerde kalkmış ve Hüseyin amca ile Zehra ablanın kahvaltıya kalmamıza dair tüm ısrarlarına rağmen onları kibarca reddetmiştik. Hüseyin amcaları bize gelmeleri için davet etmiş ve vedalaşarak arabaya binmiştik.

Melih arabaya bindiğinden beri sessizleşmişti. Mezarlığa geldiğimizde de aynı sessizliği sürdürmüş, ağzını resmen bıçak açmamıştı. Onu ilk kez böyle gördüğüm için nasıl davranacağımı bilmediğimden dolayı bende onun gibi sessizleşmiştim. Mezarlık kapısından içeriye girdiğimizde elinde akasya fidesi ve mor sümbül olan mezarlık bekçisi bizi karşılamıştı. Melih'in dedesi ve babaannesinin mezarına kadar bize eşlik eden bekçi daha sonra yanımızdan ayrılmıştı.

Mezar taşında "Rıfat Kılıçaslan ve Gülay Kılıçaslan" yazıyordu. Melih dedesinin mezarına akasya fidesini dikerken, babaannesinin mezarına mor sümbülü bıraktı. Tek bir kelime etmeden elini açarak dua okumaya başlayınca bende onunla birlikte dua okumaya başladım. Biten duayla yine Melih hiç konuşmadan elimden tutarak mezarlıktan çıktı. arabaya bindiğimizde Melih sessizliğini sürdürdü. Oysaki beni dedesi ve babaannesiyle tanıştıracaktı ama tanıştırmadı. Bunun aksine anlamadığım bir sessizliğe gömüldü.

Köy yolundan işlek şehir yoluna girene kadar Melih'in ağzını tabiri caizse bıçak açmadı. Arabanın içinde ikimizin de nefes alış verişinden başka ses yoktu. Bir süre daha devam eden sessizliği Melih'in konuşması bozdu.

"Neden sesin çıkmıyor kedicik?"

"Senin de sesin çıkmıyor." Dediğimde Melih yoldan bakışlarını çekip bana baktı. Bir cevap vermeden gözleri tekrardan yola döndüğünde ise yamuk bir şekilde gülümsedi. Gözlerimin odağı dudağının muhteşem kıvrımına takıldı. Aklımı yitirmiş gibi Melih'in her bir hareketine hayran kalıyordum. Aslında bu hayranlıktan da öte bir duyguydu ve ben bu duyguya bir isim koyamıyordum.

"Eve mi gidiyoruz?" Diye birden sordum. Melih, arabayı bir benzin istasyonunda durdurdu. "Hayır eve gitmiyoruz." Dedi ve arabadan indi. Arabanın etrafını dolanıp benim bulunduğum tarafa geldi ve kapımı açtı. "İn Ahu" dedi.

Dediğini itiraz etmeden yaptığımda, Melih arabanın kapısını kapattı. Benzin dolduran görevliye arabayı fullemesini söyledi ve benim yanıma gelip elimi tuttu. Benzin istasyonunda bulunan markete doğru adımladığımızda "Eve gitmiyorsak nereye gidiyoruz o zaman?" Diye sordum. Melih bana bakmadan market kapısını açtı ve eline bir tane alışveriş arabası aldı.

"Seni dağa kaçırıyorum bebeğim. Orada açlıktan ölmeyelim diye biraz alışveriş yapalım." Dedi.

Şaşkın bir ördek gibi Melih'in yüzüne baktığımda Melih iki parmağının arasına burnumun ucunu sıkıştırdı. "Bana böyle şaşkoloz bir kedi gibi bakmaya devam edersen, buradaki insanları önemsemeden seni burada deli gibi öperim Ahu." Gözleri dudaklarıma kaydığında gürültülü bir şekilde yutkundu. "Hadi bir an önce yapalım şu alışverişi." Dedi. Başımı tamam der gibi salladığımda, Melih bir eliyle arabayı itip diğer eliyle de elimden tutarak markette ilerlemeye başladı.

Bir kaç tane kuru gıda, yağ ve küçük kahvaltılıklar aldığımızda, dondurucunun oraya ilerledik. Dondurucudan tavuk alıp alışveriş arabasına koyduğumuzda, kedi viyaklaması gibi bir ses duyuldu. Melih ile sesin geldiği yöne baktığımızda, alışveriş arabasında bir yaşlarında biri kız biri erkek iki tane bebek olduğunu gördük. Erkek olan bebek kız olan bebeğin iki bölük yapılmış saçlarına yapışmıştı. Ve bu kız bebeğin bir kedi gibi viyaklamasına sebep olmuştu. Çocukların etrafında bir yetişkin yoktu. Melih çatık kaşlarıyla bebeklerin yanına beni çekiştirdi. Hâlâ kız bebeğin saçını çeken erkek bebeğe gözlerini dikti.

Sanki bebek onu anlayacakmış gibi "Çek çabuk o ellerini kızın üzerinden küçük adam." Dedi.

Küçük erkek çocuğu ağzının içinden bıcır bıcır birşeyler mırıldandığında Melih, başını çocuğa doğru eğdi. "Ne diyorsun oğlum hiç birşey anlamıyorum." Kaşlarını çattı. "Anlayacağım şekilde konuş."

Melih'in yüzüne ciddi olup olmadığını sorgular gibi bir bakış attım. Gayet ciddi olduğunu gördüğümde ise "Melih farkında mısın bilmiyorum ama bu daha bebek. Nasıl seninle konuşsun?" Diye sorduğumda erkek bebek resmen bana meydan okurcasına kız bebeğin saçında olan elini çekip iki eliyle ağu uğu diyerek Melih'e birşeyler anlatlamaya başladı. Melih bana bilmiş bir bakış attı ve beni şaşkına çeviren bir hareket yaparak ellerini erkek çocuğa uzatıp onu kucağına aldı. "Bu teyze ne diyor küçük adam?" Dediğinde bebek kaşlarını çatarak küçük sesler çıkarttı. "Tamam senin dediğin gibi olsun oğlum ne kızıyorsun?"

Bakışlarımı Melih'ten çekip arabanın içinde kalan küçük kıza çevirdim ve bende vakit kaybetmeden kızı kucağıma aldım. "Acaba annesi veya babası nerede bu bebeklerin?" Diye kendi kendime konuştum. O sırada Melih'in kucağında olan erkek bebek "ba-ba memme" diyerek başını Melih'in göğsüne yasladığında Melih kaşlarını çattı çocuğu göğsünden uzaklaştırıp "Ne memesi oğlum düzgün konuş." Dedi. Melih'in bu hallerine kıkırdağımda Melih bakışlarını bana çevirdi. Tam o anda bize doğru gelen bir kadının "Erdem. Eslem." Dediğini duyduk. Melih ile bakışlarımızı kadına çevirdiğimizde kadın elindeki sütleri alışveriş arabasının içine koydu ve Melih'in kucağında olan çocuğa ellerini uzattı. Adı Erdem olan çocuk annesini görmenin mutluluğuyla iki saniyede Melih'i satıp annesinin kollarına atıldı.

"Çocuklarımın babaları nerede?" Diye soran kadına Melih ters bir bakış attı. "Çocuklarınızı bir yabancının ellerinden alıyorsunuz ama siz ilk olarak babalarını mı soruyorsunuz?" Başını sabır diler gibi iki yana salladı. Kadının cevap vermesine müsade etmeden benim kucağımda olan kız bebeği alıp bize doğru koşar adım yaklaşan, yanımızda duran ve büyük ihtimalle çocukların aranan babası olan adama uzattı. Elimden tutup kavga etmeye başlayan çifti arkamızda bırakarak kasaya doğru beni çekiştirdi.

Aldığımız eşyaların parasını ödeyen Melih benim taşımama müsade etmeden üç poşeti eline aldı ve marketten çıktık. Poşetleri arabanın bagajına yerleştirdikten sonra bizde arabaya geçtik ve Melih arabayı beni kaçırdığı dağ başına doğru sürdü.

***
Melih'in dağ başı diye bahsettiği yer, kuş uçmaz kervan geçmez ve inle cinin top oynadığı eviydi. Buraya yetiştiğimiz de nerdeyse öğlen olmak üzereydi ve biz sabahtan beri hiç bir şey yendiğimiz için açtık. Melih aldığımız yiyecek poşetlerini mutfağa bıraktığında bende yemek işine girişmiştim. Yapabildiğim en kısa sürede tavuklu pilav yapmış ve yanına doldurduğum iki bardak ayranla sofrayı kurmuştum. Melih yaptığım yemeği beğenmiş hatta iki tabak yemişti. Sofrayı topladıktan sonra Melih balkona sigara içmeye çıkmıştı. Bende sadece aşağı katta olan banyoya girdim.

Kısa bir duşun ardından bedenime sardığım krem rengi havluyla banyodan çıkıp yukarıda ki odaya çıktım. Kahverenginin hâkim olduğu yatak odasında yine kahverengi olan çamaşır dolabını açtım. Melih'in kendi kıyafetlerinin yanında bir kaç tane özenle yerleştirilmiş bana ait kıyafetler gördüğümde gülümsemeden edemedim. Kıyafetlerin üzerinde ellerimi gezdirip Melih'in kıyafetlerine bakışlarımı çevirdim. Elimi beyaz bir gömleğe uzattığım gibi aldım ve yatağın üzerine koydum. İç çamaşırların olduğu çekmeceyi açıp içinden bebe mavisi bir iç çamaşır takımı çıkarttım ve giyinmeye başladım. Saçlarımı da hızla kurutup üzerimde sadece Melih'in gömleğiyle odadan çıkıp salona indim.

Melih ortalıkta görünmüyordu. Dışardan gelen seslerin ne olduğunu anlamak için kapıyı açtım ve Melih'in bahçede odun kırdığını gördüm. Dışarıya çıkmak yerine önce mutfağa geçtim ve kendime koca bir bardak elma suyu doldurdum. Mutfaktan çıkıp dışarıya çıktığımda balkonda olan iki tane tekli koltuktan birine oturdum. Melih'in bakışları kısa bir an beni buldu, daha sonra ise tekrar odun kırma işine devam etti.

Hafif esen rüzgar çıplak bacaklarımı sızlatsada önemsemedim ve üzeri çıplak bir şekilde odun kıran Melih'e gözlerimi diktim. Baltayı her oduna indirdiğinde pazuları patlayacakmış gibi şişiyordu. Alnında biriken bir kaç ter damlası yanağı boyunca akıyor ve bizi simgeleyen şahdamarının üstünde olan dövmede kayboluyordu. Küçük belli belirsiz tüyler olan sert kaslı göğsünden başlayıp adonislerine doğru süzülen damlacıklardan bahsetmiyorum bile. Melih'in gözler önüne serilen ve beni hayran bırakan vücudu büyükçe yutkunmama sebeb oldu.

İki bacağımın arasının yanmasıyla bacaklarımı birbirine bastırdım. Melih'i bu denli istemem resmen akıl işi değildi. Elimdeki elma suyunu tek dikişte içtim ve tekrar Melih'e gözlerimi diktim. Ve nasıl olduğunu anlamadan kendimi tutamadım delici bakışlarım Melih'in üzerindeyken şarkı söylemeye başladım.

Gönül gözüm kapalı
Bilerek sana yazılıyorum
A penceresi aralı
Her yerine bayılıyorum

Melih'in koyulaşan ela gözleri gözlerimi bulduğunda, odun kırma işi çoktan sona ermişti.

Yavrum baban nereli
Nereden bu kaşın gözün temeli
Sana neler demeli
Ay seni çıtır çıtır yemeli

Melih gözlerinin içine bakarak söylediğim şarkının sözleriyle gülümsedi ve dolgun alt dudağını dişlerinin arasına alıp ısırdı.

Anam babam aman kaçın kurası bu
Ne baş belası bu gönül kirası
Anam babam aman kaçın kurası bu
Ne baş belası bu gönül kirası aah

Melih büyükçe yutkundu yutkunurken hareket eden Adem elmasını ısırmamak için kendimi zor tuttum.

Aman bize nasip olur inşallah
Boyuna da posuna da bin maşallah
Senden gelecek cefalara nazlara
Sözlere sazlara eyvallah

Biten şarkımla Melih elinde ki baltayı odunun üstüne sertçe sapladı. Bana doğru attığı ilk adımda Melih'in telefonu çaldı. Melih cebinden çıkarttığı telefona göz ucuyla bakıp yanıtladığında oturduğum yerden kalktım ve boşalan bardağı da alarak içeriye geçtim. Bardağı mutfağa bırakıp yukarıya çıktım. Yatak odasına girip kapıyı kapattım tam yatağa uzanacakken kapı gürültüyle açıldı ve Melih bütün ihtişamıyla içeriye girdi. İki büyük adımda yanıma gelip yüzümden tutarak dudaklarıma yapıştı.

Melih'in dudaklarına vakit kaybetmeden karşılık verdiğimde Melih ağzımın içine inledi. Ellerim sert omuzlarını bulduğunda Melih'in dili ağzımın içini talan ediyordu. Dudakları dudaklarımdan ayrıldığında nefes nefese kulağıma doğru fısıldadı.

"Seni istiyorum. Her zerreni hissetmek istiyorum." Dedi

Tekrar dudaklarımız birleştiğinde Melih gömleğimin iki yanından tutarak ikiye ayırdı. Gömlekten düşerek etrafa saçılan kırık düğmelerin çıkarttığı tiz ses Melih ile benim inleme sesimize karıştı. Daha sonra sırasıyla önce gömlek sonrada iç çamaşırlarım yeri boyladığında Melih'in karşısında çırılçıplak kaldım. Biz hâlâ ayaktaydık ve Melih'in gözlerimin vücudum da arsızca gezmesi beni utandırmıştı. Sırtıma doğru süzülen uzun saçlarımı elimle tutup göğsümün iki yanında aşağıya doğru sarkıttığımda biraz olsun çıplaklığımı kapatmıştım.

Melih gözlerini gözlerime dikti ve elimi elinin içine alıp pantolonunun kemerinin üstüne koydu. "Bunu senin çıkartmanı istiyorum." Dedi. Ela gözleri neredeyse gece kadar kararmış, neredeyse siyaha dönüşmüştü. Titreyen ellerimle pantolonunun kemerini açmaya çalıştığım da Melih'de bu sırada saçlarımı tekrardan sırtıma doğru bırakıyordu. Benim göğüslerim gün yüzüne çıktığında, Melih'in de pantolonunun kemeri açılmıştı. Fermuarıda indirdiğim de Melih'in eli devreye girdi ve bir çırpıda pantolonu bacaklarından sıyırdı. Aramızda sadece altında kalan siyah boxserı vardı. Melih boxserinden de kurtulduktan sonra beni kolları arasına alıp kucakladı.

Sırtım yatakla buluştuğunda Melih'de benim üzerimdeki yerini aldı. Arsız dudakları boynuma oradanda göğsüme doğru yol aldığında sol göğsümü emmeye başladı. Melih'in arsız dudaklarına benim iş bilmez ellerimde eklenince, sevişmemiz boyutunu çoktan aşmıştı.

Uslanmaz buz bir kez daha ateşte yanmaya başladığında ateş buzun bütün iliklerine işliyordu. Ateş arşa çıkıyor çıkarken buzuda en üstte taşıyordu. Bu ikili birbirlerine zıtlardı ama bir o kadar da birbirlerine aittiler.

Melih kendine uygun bir pozisyon ayarlayıp bacaklarımın arasına girdi ve heybetli erkekliği tıpkı bir yılan gibi kadınlığımın içine sızdı. Ve biz bir kez daha tek beden olduk. Karnımın içinden kasıklarıma doğru yol çizen sızı aklımı başımdan almak ister gibi beni tüketiyordu.

Melih'in hızlanan hareketleri nefesimi kesiyor beni bu dünyadan soyutluyordu. Uzun uğraşlar verip birlikte tırmandığımız bulutların üzerinden birlikte aşağıya düştüğümüzde bu kez ilk ilişkimizde hissetmediğim içimden akan sıcak bir sıvı hissettim. İçimden akan sıcak sıvı bacaklarıma süzülürken, Melih'in terli alnı omzuma düştü.

Yine bir olmuş, iliklerimize kadar birbirimizi tüketmiştik. Sanırım ben Melih'in ateşine su olup söndürmeyi değil onun ateşine atlayıp yok olmayı seviyordum.

***
Gözlerimi susuzluktan kuruyan boğazımın acısıyla açtım. Üzerimiz hâlâ çıplaktı ve sadece ince bir pike ile örtülmüştük. Melih bana arkadan sarılmış yüzünü de boynuma gömmüştü. Ağzından ve burnundan verdiği sıcak nefesi boynumu yakıyor, teninden yayılan karanfil kokusu beni mest ediyordu.

Kalkmak için kıpırdandığımda Melih izin vermeyerek iyice kollarıyla sardı beni. "Susadım Melih." Dedim.

"Çok mu susadın?" Diye sordu yüzünü boynuma gömdüğü için sesi boğuk çıkmıştı. "Hıhım çok susadım." Dediğimde Melih kollarını benden ayırdı. "Çabuk suyunu iç gel." Dedi

Yataktan çıkar çıkmaz çamaşır dolabını açtım ve Melih'e ait bordo bir tişörtü üzerime geçirdim. Hızlı bir şekilde aşağıya inip mutfağa geçtim. İki bardak dolusu suyu içip, tekrardan yatak odasına çıktım. Pikeyi kaldırıp içine geçtiğimde Melih gözlerini yarım yamalak açtı. Gözleri üzerimde ki tişörtte durunca parmağının ucuyla tişörtü çekiştirdi. "Bu ne kızım ya? Çıkart şunu üzerinden." Diyerek bir çırpıda tişörtü üzerimden çıkarttı.

Beni tek eliyle üzerine çekti. Elleri saçlarımı okşamaya başladığında, dudakları omzuma öpücük konduruyordu. "Hah bak böyle daha iyi." Dedi ve ekledi. "Teninle aramıza bir kumaş parçasının girmesinden hoşlanmıyorum. Seni tam anlamıyla hissetmek istiyorum."

Bir cevap vermek yerine dudaklarımı kalbinin tam üstüne bastırdım. Bu cevap ona vereceğim sesli cevaplardan daha anlamlı ve yeterliydi. Melih'te benim gibi düşünmüş olacak ki derin bir nefes aldı aldığı nefesi geri vermeden konuştu.

"Kurban olurum sana ben. Seni yaradana da sana da kurban olurum..."

Gözlerimi kapatmadan önce zihnimde yankılanan geçmişin acı çığlıklarını duyumsadım.

Yıllarca bana hayatı zehir eden Melih şimdi bana kurban oluyordu. İntikamına kurban eden Melih beni intikamından koruyordu. Çirkin olduğumu her defasında söyleyip beni küçük düşüren Melih, benim dizlerimin önünde eğiliyordu.

İlahi adalet diye bir şey var mı bilmiyorum ama aşk diye bir şey vardı. Ve üç harflik bu kelime aslan diye bahsedilen bir adamın boynunu eğiyor. Bütün yelkenleri indirip gücünü yok ediyordu.

Melih bana aşık olmuştu ve ben değil herşeyden önce Melih bana yenilmişti. İntikamına rağmen, ölen dayısına rağmen, ailesine rağmen, benim aileme rağmen aşk kazanmıştı.

Gözlerim kapalıyken bir kez daha dudağımı Melih'in tam kalbinin üstüne bastırdım. Bu kez yedi yaşındaki küçük Melih'in kalbine armağan ettim bu öpücüğü. Bu öpücük yedi yaşındaki küçük Melih'ten özür dileme şeklimdi. Bencillik yaparak küçükken çektiği acıları görmezden geldiğim için geç kalınmış bir af dilemeydi.

Kollarımı Melih'e iyice sardığımda, Melih küçüklüğüne de sarıldığımdan bir haberdi.

Karanfil kokan koca adamın karanfil kokan küçüklüğü burnunun direğini sızlata sızlata beni uykunun kollarına teslim etti.

BÖLÜM SONU

Merhaba ballı çöreklerim nasılsınız bakalım?👋 Ben çok çok iyiyim. Giderek büyüyen kocaman bir "Buz Yanığı" ailesine sahibim.😍💜

Loading...
0%