@esranurozer
|

Batuhan Kordel: Sar Bu Şehri Kendimi bir romanın en ortasında ki sayfadaymışım gibi hissediyorum. Romanın ortasına gelene kadar bir şeyler yaşamış, çokça gülmüş, çokça ağlamıştım. Mutlu anlar yaşamış yaşadığım mutlu anları çektiğim acıdan dolayı hatırlayamaz olmuştum. Romanın ilk sayfasını açtığımda, Melih'in bitmek bilmeyen intikam hırsıyla karşılaşmıştım. İkinci sayfada öfkesi, üçüncü sayfada beni yavaş yavaş yok ettiğiyle karşılaşmıştım. Yani romanın ortasına gelene kadar birçok kez aşılamaz şeyler yaşamıştım. Şuan romanın tam ortasındaydım ve Melih'in bana birkaç gündür yaşattığı mutluluğun bozulacağından korktuğum için romanın diğer sayfasına geçmeye korkuyordum. Zaten ben hep böyleydim. Bir filmin sonunun mutlu biteceğini hissettiğimde o filmin sonunu getirmez yarıda bırakırdım. Mesela severek okuduğum ama ortasına geldiğimde istemediğim şekilde biteceğini düşündüğüm kitaplarımı yarım bıraktığım gibi... İstediğim bisikleti almak için kumbaramda biriktirdiğim parayı, bisikletten düşen bir çocuğu görmemle yarım bırakmam gibi... Tıpkı şuan olduğu gibi başlangıç çizgisine de çok yakındım, bitiş çizgisine de ama ben hayat çizgimin tam ortasında kalmayı tercih ederek Melih'in ateşinde yanıyordum. Sabah gözlerimi Melih'in yanımda olmayan yokluğuyla açtım. Akşam Melih tarafından üzerimden çıkartılan ve yeri boylayan bordo tişörtü üzerime geçirip yataktan kalktığımda Melih odanın kapısını açarak içeriye girdi. Birkaç büyük adımda yanıma gelip beni kolları arsına aldı ve başımın üstüne bir öpücük kondurdu. Dudakları saçlarımın arasında gezerken "Duşunu alda çıkalım." Dedi. Gözlerim gayri ihtiyar Melih'in ela gözlerini bulduğunda, saçlarının nemli olduğunu fark edebilmiştim. Sanırım o duşunu çoktan almıştı. "Nereye gideceğiz?" diye sorduğumda, Melih mekanik bir ses tonuyla "Evimize," diyerek beni yanıtladı. Melih'ten aldığım cevapla kollarından çıktım ve direkt banyoya girdim. Hızlıca duş aldım. Yine aynı hızda üzerime turuncu, kalın askılı, dizlerimin tam üstünde biten bir elbise giydim. Saçlarımı üstten tarayıp kurutma gereği duymadan hafifçe ıslaklığını aldım ve odadan çıktım. Merdivenleri temkinli bir şekilde indikten sonra mutfaktan gelen tıkırtı sesleriyle adımlarımı mutfağa yönlendirdim. Melih sanki sabah sabah kuzu yemiş gibi soda şişesini kafasına dikmiş içiyordu. Tek dikişte bitirdiği sodanın boşalan şişesini mutfak tezgâhının altında bulunan çöp kutusuna attı. İşi bitince arkasını döndü ve gözlerimiz kesişti. Gözlerini gözlerimden ayırmadan yanıma doğru adımlayıp önümde durdu. "Neden böyle bakıyorsun?" diye sordu. Nasıl baktığımı bilmiyordum ama gözlerimin de artık Melih'i eskisi gibi görmediğine de yemin edebilirdim. Bu düşünceyi geriye atarak "Nasıl bakıyormuşum?" diye sordum. "Sanki..." dedi ve duraksadı. Kafasının içinde doğru kelimeleri tartıp ölçtükten sonra dolgun dudaklarını aralayarak "Sanki beni ilk kez görüyormuşsun gibi bakıyorsun." Dedi. Gözlerim için bir şey söylemem mümkün değildi ama kalbim için çok şey söyleyebilirdim. Çünkü kalbim her Melih'in varlığını hissetmesiyle göğsümü delip geçmek ister gibi atıyordu. Melih'in esmer uzun parmakları yanağıma dokunduğunda düşüncelerim bir toz bulutu olup uçtu. Melih'in parmakları durmaksızın yanaklarımdan şakağıma doğru yol aldı. Aramızdaki mesafeyi yok etmek isteyen Melih bir adım bana doğru atarak aramızda var olan mesafeyi sıfıra indirdi. Parmaklarının izlediği yolu bu kez elleri devraldığında, büyük iri elleri saçlarımı buldu. Saçlarımın üzerinde kendine yer edinen ellerinden dolayı kaşları çatıldı. "Saçların niye ıslak Ahu?" ellerini uzun saçlarımdan baştan aşağıya doğru gezdirdi. "Neden saçlarını kurutmuyorsun? Hasta olacaksın." Diye hayıflandı. Melih'in bu tavrına sadece gülümsedim. Saçlarımın üstünde gezinen ellerinden birini tuttum. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan elini dudaklarıma yaklaştırıp avuç içine bir öpücük kondurdum. "Bir şey olmaz. Hem hava sıcak kendi kendine kurur saçlarım." Diyerek bir kez daha avuç içini öptüm. Melih kararan ela gözleriyle, yüzünün her zerresine yansıyan şaşkınlıkla gözlerimin içine baktı. Gözlerimin içinde her ne gördüyse yutkundu ve az önce öptüğüm avuç içini yanağıma bastırdı. Çok geçmeden dudakları da alnımı bulduğunda, derince bir soluğu içine çekti ve sanki ilk defa beni öpüyormuş gibi alnımdan öptü. Dudakları alnımdan ayrıldığında yanağımda duran elleri ise elimi buldu ve ikimizin parmaklarının birbirine kenetlenmesini sağladı. Mutfaktan çıkıp dış kapının oraya geldiğimizde Melih kapıyı tek eliyle açtı. Önce kendisi dışarıya çıktı, daha sonrada ben çıktım. Dış kapıyı kapattıktan sonra cebinden çıkarttığı anahtarı kapının kilit kısmına taktı ve tam iki kez kilidi çevirdi. Kilitlenen kapıdan kilidi çıkartıp kapının yanında bulunan yapay çiçek saksısının içine koydu. Evin önünde bulunan arabanın yanına geldiğimizde, Melih arabaya binmem için elimi bıraktı. Ben arabaya bindiğimde, Melih'te çoktan benim yanımda yerini aldı. Melih arabayı çalıştırdı ve ben ev gözlerimin odağından çıkana kadar bakışlarımı iki katlı bu dağ başındaki evden çekmedim. Sonunda ev görüş açımdan tamamen çıktığında önüme döndüm. Arabanın radyosuyla biraz uğraştıktan sonra istediğim gibi bir müzik bulamayarak müzik dinleme isteğimden vazgeçtim ve bakışlarımı Melih'e çevirdim. Melih gözlerini yoldan ayırmadan araba kullanıyordu. Yanında bulunan camı sonuna kadar indirmiş, indirdiği cama kolunun dirseğini yaslamıştı. Bir anda kolunu camdan çekerek arabanın torpido gözüne elini uzattı. Torpido gözünden çıkarttığı sigara paketini sallayarak bir dal sigaranın dışarıya çıkmasını sağladı. Dışarı çıkan sigarayı dolgun dudaklarının arasına yerleştirip, seri bir şekilde ucunu tutuşturdu. Tutuşan sigaradan derin bir nefes çekti ve çektiği nefesi duman olarak dışarıya üfledi. Bunu bir kez daha yaptığında dudaklarının arasından firar eden dumana gözlerim takıldı. Çok kısa bir an Melih'in dudaklarından firar eden sigara dumanın ona bu kadar yakın olmasını kıskandım. Bu duygu çok başkaydı. Benim aklımla oynuyor, beni çıkmaza sürüklüyordu. Yirmi üç yıllık hayatım boyunca hiç böyle sapkın düşünceler yaşamamıştım. Melih beni bir girdaba sürüklüyordu ve ben bu girdaba sürüklendiğim için mutsuz değildim. Sanırım benim hem kalbim hem de aklım hastalanmıştı. Çünkü bu yaşadığım şeyin başka bir açıklaması olamazdı. Beni oradan oraya savuran ve sanki bir matematik problemi çözüyormuşum gibi beni çıkmaza sürükleyen düşüncelerim, Melih'in telefonun çalmasıyla son buldu. Melih çalan telefonu yanıtlayıp kulağına koyduğunda "Söyle" dedi. Bir süre hiçbir şey söylemeden karşı tarafı dinleyen Melih "Başka?" diye sordu ve karşı tarafı dinlemeye devam etti. Bir dakika kadar karşı tarafı dinledikten sonra "Tamam" dedi ve telefonu kapattı. Bakışları benim meraklı gözlerimi bulduğunda elini yanağıma uzatıp yanağımdan makas aldı. "İşle alakalıydı kedicik." Diyerek açıklama yaptı ve bakışlarını tekrardan yola çevirdi. "Eve gitmiyor muyuz?" diye sorduğumda, Melih direksiyonu sağa doğru kırarak ana caddeye geçti. "Seni eve bırakıp ben şirkete geçeceğim." Yanındaki camı yarıya kadar kapattı. "Biraz işim var. İşimi bitirdikten sonra eve geleceğim." Dedi. Onu anladığıma dair dudaklarımdan mırıltılar çıkarttım. Birkaç dakika sessizce yola devam ederken, aklıma gelen şeyle "Melih" diye seslendim. Melih gözlerini yoldan ayırmadan "Hıh" dedi. "Beni Berna'ya bırakır mısın? Sen işini bitirene kadar Berna'yı görmüş olurum." "Olmaz! Bizim çocuklardan biri Berna'yı alıp bize getirsin. Bizim evde birbirinizi görün Ahu." "Melih" dedim sıkkın bir nefes vererek "Ben Berna'nın yanına gitmek istiyorum. Zaten hep evdeyim. Sıkıldım." "Ahu ol-" diye konuşan Melih'i "Lütfen Melih. Ne olur ben gideyim." Diye konuşarak susturdum. Melih bakışlarını yoldan çekip gözlerimin içine baktı. Daha sonra bakışları tekrar yola döndüğünde, bir süre düşündü ve dudaklarının arsından firar eden sıkkın bir nefesin ardından konuştu. "Tamam, ama bir şartla." Dedi parmağını bana sallayarak, şartını şimdiden kabul ettiğimi belirtir nitelikte mırıldandığım da, "Berna ile kafede değil onun evinde oturacaksınız." Dedi. Hiç beklemeden "Tamam." Dedim ve başımı yüzüne doğru yaklaştırıp yanağından öptüm. Arabanın vites kolunun yanında ki boşlukta duran Melih'in telefonunu elime alarak Berna'nın numarasını tuşlayıp direkt Berna'yı aradım. Telefon üçüncü çalışta açıldığında son gördüğüm şey Melih'in gözlerini devirerek bana bakmasıydı. *** Berna ile konuştuktan sonra Melih beni Berna'nın evine bırakmıştı. Arabadan inmeden önce tane tane ve üstüne basarak "Evden çıkmamam gerektiğini, işi bitince beni gelip alacağını söylemişti" biten cümlesiyle dudaklarıma tüy yumuşaklığıyla bir öpücük bırakmış ve ben Berna'nın evine girene kadar evin önünden ayrılmamıştı. Şimdi ise elimdeki turşu tabağını dört kişilik yemek masasının üzerine koyuyordum. Çünkü eve girer girmez Berna tarafından bir ahtapot misali sarmalanmış ve sarılma faslımız bittikten sonra yine Berna tarafından direkt mutfağa çekiştirilmiştim. Berna sosu sadece kendisine ait olan özel makarnasını yaparken, bende salata yapma ve masayı kurma işini üstlenmiştim. Salatayı yaptıktan sonra masayı kurmuş, salata tabağını da masanın ortasına koymuştum. Bardaklarımıza kolayı açıp doldurduktan sonra masanın etrafında ki yeşil sandalyeyi çekip oturdum ve turşu tabağından bir turşu alıp ağzıma attım. Bu sırada da Berna elinde makarna dolu iki tabakla yanıma gelip tabaklardan birini benim önüme bıraktı ve kendiside karşıma geçip oturdu. Dumanı üstünde tüten ve enfes kokan fesleğen soslu makarnaya iştahla bakarken Berna kendini övmekten geriye durmayarak "Ay sanat eseri gibi bir makarna yapmışım." Dedi. Berna'nın Kafdağı'n da olan egosunu hiçe sayarak kıkırdadım ve makarnadan bir çatal alarak ağzıma attım. Damağıma yayılan nefis tatla ağzımın içinde beğendiğime dair mırıltılar çıkartırken, aklımdan 'bu kız gerçekten bu işi biliyor" diye geçiriyordum. Kısa sürede yiyip bitirdiğimiz yemeklerimizden sonra el birliğiyle masayı toplamış ve hızlıca bulaşıkları makineye dizmiştik. Berna yaptığı elmalı kekin üstüne karamel sos dökerken bende kahve makinesine süt ve kahveyi boşaltım makineyi çalıştırdım. Sütlü kahve piştikten sonra Berna'da kek tabaklarını aldı ve birlikte salona geçtik. Çiçekli tekli iki koltuğun ortasında duran bej rengi sehpanın üstüne kahveleri ve kekleri bıraktıktan sonra bizde tekli koltuklara oturduk. "Eee anlat bakalım iki gözümün çiçeği" diye konuştu Berna elini kahve fincanına uzatıp aldığında "Melih eniştemle ne âlemdesiniz?" "Her zamanki gibiyiz." Dediğimde Berna dudağının kenarını şeytani bir tavırla kıvırdı. Elinde tuttuğu kahve fincanından büyükçe bir yudum aldı. "Nedense bana hiçte her zaman ki gibiymişsiniz gibi gelmiyor." Kaşıyla omzumu işaret etti. "Daha önce omzunda hiç diş izi olmuyordu." Dediğinde gözlerim kocaman açıldı ve hızla bakışlarım omzumu buldu. Kalın askının bile saklamaya yetmediği diş izleri Melih'e aitti. Ben bunu nasıl fark edemedim diye kendimi yiyip bitirirken Berna bir kahkaha attı. Kahkahalarının arasından zar zor "Yemin ederim Ahu kendini benim gözümden görseydin, tam bir şaşkın kediye benzediğini görürdün." Dedi. "Kes gülmeyi Berna!" omzumdaki diş izini saklamak için elimle kalın askıyı çekiştirdim. "Hiç boşuna uğraşma güzellik! O diş izini kumaş parçasının örtmeye gücü yetmez." "Berna..!" "Ne var be Berna Berna deyip duruyorsun." Diye resmen çemkirdi. Elinde tuttuğu kahve fincanını sehpaya koydu ve yönünü tamamen bana döndü. "Konuşacağız! Yemeğini verdim, karnını doyurdum." Gözleriyle sehpanın üstündeki kek tabağını işaret etti. "Sevdiğin keki yaptım. Şimdi sıra sende kaç zamandır konuşmuyoruz. Kesinlikle bugün konuşacağız!" dedi ve ekledi "Başla çabuk!" "Neyden başlayayım?" "Melih ile birlikte oldunuz mu?" diye sorduğunda cevap vermek için açtığım ağzımı işaret parmağını havaya kaldırıp sallayarak beni susturdu ve kendisi sorduğu soruya bir soru daha ekledi. "Cinsellik olarak birlikte oldunuz mu?" Berna'dan kaçamayacağımı anladığımda sorusuna "Evet birlikte olduk." Diyerek net bir cevap verdim ve gelecek diğer soruyu yanıtlamak istemediğimi belirtmek ister gibi kekten kocaman bir lokma aldım. Berna yüzüne yerleştirdiği hınzır bir sırıtışla "Aferin" dedi. "Kaç kez birlikte oldunuz?" Kulaklarımın duyduğu soruyu beynim idrak edene kadar ağzımın içindeki kek kırıntıları nefes boruma kaçtı ve ben öksürmeye başladım. Öksürmekten boğulmak üzereyken Berna bana yardım etmek yerine beni tırnağıma kadar kızartacak başka bir soru sordu. "Korundunuz mu?" Tamam, Berna oldum olası dan dan diye konuşan bir kızdı ama bu kadarda açık sözlü olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. Hafifleyen öksürüğümün ardından sıvı bir şeyler içme gereksinimi duyarak kahvemden birkaç yudum aldım. "Berna gerçekten bunu mu konuşacağız?" diye sinirle çıkıştım. "Tabi ki de tam olarak bunu konuşacağız Ahu!" diye oda bana çıkıştı. Bal rengi gözlerini ilgiyle gözlerimin içine dikti. "Bak biz arkadaşız. Hatta arkadaştan da öte kardeş sayılırız. Bu konular çok önemli tamam mı?" ellerini uzatıp ellerimden tuttu. "Sen şimdi bu durumdayken bir çocuk dünyaya getirmek ister misin?" diye sordu. Berna'nın sorduğu soru kafamda bir yerlerde çan etkisi yarattı. Bir çocuk sahibi olmak ister miydim? Ben istesem Melih dayısının katili olan kadının kızından bir çocuk sahibi olmak ister miydi? Hadi diyelim ikimizde istedik, bu kadar sorunla ve düşmanlarla uğraştığımız dünyaya bir çocuk getirmek ne kadar doğru bir karar olurdu. "İstemem..." diye mırıldandığımda Berna elimi güven vermek ister gibi sıktı. "İlerleyen zamanda, annen tam anlamıyla iyileştiğinde ve Melih intikam diye diretmeyi bıraktığında bir çocuk sahibi olmanız daha doğru bir karar olur Ahu." dedi. Haklıydı. Hem de çok haklıydı. "Bak bana üç yıldır tanıyoruz birbirimizi sen benim yanımda bir kez olsun annemi ya da babamı gördün mü?" "Görmedim." Sesim yıkık döküktü. "Hah işte Ahu şuan Melih seninle evlenmiş olsa da aşılmayan sorunlarınız var. Mesela Birsen teyze var. Senin annenin kendi abisinin ölümüne sebep olduğunu öğrendiğinde vereceği tepki var. Sana karşı duran Kenan amca, Renan Hanım ve Mehmet abi var. Bunları göz önünde bulundurmalısın. Öyle sırf siz istiyorsunuz diye bir çocuğu dünyaya getirmek çok bencilce olur." Dudaklarının arasından acı bir nefes firar etti. "Mesela sen Ahu kaç kez keşke doğmasaydım demiyor musun tıpkı ben gibi?" Söylüyordum. Bu kaçınılmaz bir gerçekti ama söylüyordum. "İlk olarak Melih ile arandaki bütün sorunları hallet. Annen konuşup yürüsün. Birsen teyze anneni hatırlayıp geçmişiyle yüzleştiğinde onunla savaşan annen olsun sen değil. Her şeyi geçtim sen Melih'i tam anlamıyla sevip onun çektiği acılara bencil olmayı bıraktığında bir çocuk sahibi olun." "Berna ben – " dediğimde duraksadım. Çünkü cümlemin devamı gelmedi. Ne dilimin ucuna geldi ne boğazımda düğümlendi. Melih'e olan bencilliğime kurabileceğim bir cümle bende hiç yoktu. Berna'da bunu anlayarak bana gülümsedi. "Sen söyleyecek bir şey bulamıyorsun Ahu. Ben seni anlıyorum. Ama seninde artık gözlerini açıp etrafında olan şeyleri anlamanı istiyorum." Dedi ve gözlerini gözlerimin içine dikerek "Bak" dedi ve ekledi. "Seninle bu konuyu ilk ve son kez konuşacağım. " tamam, anlamında başımı salladığımda derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. "Baban Cevdet amca sen daha doğmadan senden vazgeçmiş bir adam. Artık sende ondan vazgeçmelisin. Tunç abiyi çok seviyorum. Seninde Tunç abini sevdiğini biliyorum, keza Tunç abide seni seviyor. Ama Tekin için aynı şeyleri düşünmüyorum. Tekin senden o mezarlık saldırısında vazgeçti. Artık sende ondan vazgeçmelisin. Deden Ökkeş amca bütün bu olaylara sessiz kalıyor. Olayların içinde taraf tutmuyormuş gibi görünse de Ökkeş amca oğlu Cevdet amcayı tutuyor. Sessizce konuşmadan onun tarafında saf tutuyor. Mesela Tunç abi senin yanında ama sadece şimdilik senin yanında Aslı hayatına girdikten sonra sen ikinci plana girdin. Bir aya aşkın bir süredir telefonun yok ve sen bizimle Melih'in telefonuyla konuşuyorsun. Tunç abi bir kez olsun senin neden telefonunun olmadığını sordu mu? Sen çağırmadan dışarıdan bir hapishaneyi andıran evine geldi mi?" Dudaklarını iki yana kıvırıp hissizce gülümsedi. "Senin yerine ben cevap vereyim. Gelmedi de, sormadı da." Hayatta bazı anlar vardır. Biri tarafından gerçekler yüzünüze bir tokat gibi çarpılır. Aslında siz bu gerçekleri bilirsiniz ama bilmemezlikten gelirsiniz. Kendinize türlü bahaneler uydurur olmasını istediğiniz gibi düşünürsünüz. Ben şuan Berna tarafından gerçeklerle yüzleşiyordum. Bunlar öğrenmek istemediğim acı gerçeklerdi. "Bazen ne düşünüyorum biliyor musun Ahu? Annenin bilerek iyileşmediğini düşünüyorum." dediğinde gözlerim yok artık der gibi kocaman açıldı. " Bakma bana öyle saçma ama ben öyle düşünüyorum. Kendi kendime diyorum ki, bu kadın Fransa'nın en başarılı Profesörü tarafından tedavi edilmiş. Hem de tamı tamına üç yıl boyunca ama hala iyileşmede bir ilerleme gösteremiyor." "Annem iyileşmek istiyor ama iyileşemiyor Berna." "Bende onu diyorum ya. Belki de Canan teyze iyileşti ama iyileştiğini göstermek istemiyor." "İyice saçmaladın Berna!" dalga geçer gibi gülümsedim. "Annem neden böyle bir şey yapsın? Kim hayatını yatağa bağlı bir şekilde yaşamak ister?" "Bazen böyle düşünüyorum dedim Ahu. Benim sana söylediğim sadece bir ihtimal. Sonuçta kendimi annenin yerine koyduğumda, kızımın başına bir şey gelmesin diye yatağa bağlı yaşayabilirdim." Konu bizim Melih'le olan birlikteliğimizden anneme ne ara gelmişti bilmiyordum ama bu annemin konusu benim canımı oldukça sıkmıştı. "Annem iyileşmiş olsa emin ol bir saniye bile beklemez benimle konuşurdu." Dedim. Berna sıkıldığını belirtir gibi ofladı. "Sorunda bu ya zaten Ahu." sabır diler gibi başını salladı. "Allah aşkına şu gözündeki at gözlüklerini çıkart. Ortada yıllar önce öldürülen bir adam var. O adam senin kocanın dayısı. Kocanın annesi sırf abisi öldüğü için karnındaki bebeğini kaybetmiş, yetmemiş kadın delirmiş. Baban annenle birlikteyken Füsun Hanımla evli ve Füsun Hanımdan iki tane çocuğu var. Ortada bir şeyler var Ahu. Ölen adam Fikret Yıldırım ünlü bir iş adamı ama aynı zamanda insanların korktuğu bir mafya." Oturduğu yerden kalktı. "Bir dakika bekle geliyorum." Diyerek salondan çıktı. Daha sonra elinde bir tabletle yanıma gelip oturdu. Tablet ekranında bir şeyler yazdıktan sonra ekranı ikimizin göreceği şekilde ortamızda tuttu. "Bak" dedi ve ekledi. "Adam mafya ama bunu kız kardeşi bilmiyor. Daha doğrusu Kenan amca bile tam anlamıyla bir mafya olduğunu bilmiyor sadece karanlık işlerle uğraştığını biliyor. Fikret Yıldırım ölmeden önce yeğeninden yani Melih'ten herkese bahsetmiş ve koltuğunun tek sahibinin Melih olduğunu söylemiş." Tabletin ekranını kaydırıp başka bir sayfaya geçtiğinde ekranda Fikret Yıldırım ve elinden tuttuğu üç yaşlarında erkek bir çocuk belirdi. "Ve asıl şaşırdığım şey ise adam bunu söylerken Melih daha üç yaşında." Berna ile göz göze geldik ve ikimizde aynı anda yutkunduk. Berna bir kez daha sayfayı kaydırdığında aynı anda da konuştu. "Çağlar'la Ufuk konuşurken Ezgi duymuş. Melih'in bir mafya olduğunu annesi ve babası bilmiyormuş." Ekranda babam ve Fikret Yıldırımın resmi belirdi. "İnanabiliyor musun Ahu Melih senin annen ve baban yüzünden mafya olmuş. Yani anlayacağın sadece hayatı çalınan kişi sen değilsin aynı zamanda Melih'inde hayatı çalınmış. Kenan amca Melih'e o kadar güveniyor ki mafya olduğunu göremiyor, tıpkı dayısı gibi ufak tefek karanlık işlerle uğraştığını ve bunu sadece dayısının koltuğuna sahip çıkmak istediği için yaptığını düşünüyormuş." Histerik bir şekilde titredi ve kolunu sıvazladı." Tüylerim diken diken oldu Valla." Dedi. Gözlerim ekranda birbirlerine bakarak gülümseyen babam ve Fikret Yıldırıma kaydığında Berna bir kez daha konuştu. "Sana niye bunlardan bahsediyorum biliyor musun Ahu? Çünkü artık gözlerini açmanı istiyorum. Senin tek güveneceğin kişi Melih olmalı. Melih geçmişin peşine bir yılan gibi sızmış, o geçmişin kapısını araladığında yer yerinden oynayacak taş taş üstünde kalmayacak. Sen hep Melih'in yanında ol ki o taşların altında kalma istiyorum." Başıyla ekranı işaret etti. Birkaç defa sayfayı kaydırdı. "Görüyor musun? İnternet sitelerinde, geçmiş gazete sayfalarında ve hatta dergilerde bile Fikret Yıldırımın ölümünden bahsedilirken annenden de söz ediliyor ama annenin tek bir resmi bile yok!" "Na-nasıl?" diye şaşkınlıkla sordum. "Bayağı işte yok! Tek tek aradım yok! Birsen teyze Canan teyzeyi hatırlamayıp çıkartmaya çalıştığında aklıma takılmıştı. Bende o günden sonra araştırmaya başladım ama dediğim gibi bir tane bile fotoğrafına rastlamadım. Hatta öyle bir şey ki birçok internet sitesinin haberine göre annenin adı bile geçmiyor. Sadece C. K. Diye bahsedilmiş annenden. Bak sadece bir internet sitesi haberinde annenin adından bahsediliyor." Bir haber sitesine girdi ve ekrana yansıyan haberi okumam için tableti bana uzattı. Tableti elime alıp haberi okumaya başladım. "Ünlü iş adamı Fikret Yıldırım geçen sene ürettiği araba markasından dolayı dünyaya açılmış ve Türkiye için güzel bir işe imza atmıştı. Dünya basınının da gündeminde olan bekâr iş adamı bir konferansta üniversite öğrencisi bir gencin "Hayatınızda biri var mı?" sorusuna "Hayatımda bir kadına yer yok. Benim hayatımdaki tek kadın kız kardeşim." Diye yanıt vermişti. Ama hayat hiç olmadık bir anda hamlesini yapmıştı ve Otuz dokuz (39) yaşındaki Fikret Yıldırım kendisinden on yedi yaş (17) küçük olan Canan adında birine gönlünü kaptırmıştı. Sürekli yan yana olan çift bu yaz düğün yapacak hayatlarını birleştirecekti. Ama olmadı Ünlü iş adamı sevdiği kadın tarafından kendi evinin mutfağında haince öldürüldü. Katil zanlısı Canan K. Ortalıktan kaybolurken, Fikret Yıldırımın kız kardeşi Birsen Kılıçaslan akıl sağlığını yitirerek karnındaki bebeğini kaybetti. Katil zanlısı Canan K. İse hala bulunamadı." Haber böyle sonlanırken altında üç tane resim belirdi. Resimlerin birinde Fikret Yıldırım vardı ve altında adı yazıyordu. Diğerinde ise Birsen teyze vardı ve onunda ismi altında yazıyordu. Diğer resim boştu ve altında Canan K. Yazıyordu ama anneme ait fotoğraf yoktu. Sanki resim biri tarafından kasten kaldırılmıştı. Şaşkın gözlerim boş resmi talan ederken Berna'nın "Ahu" diye seslenmesiyle bakışlarımı resimden çektim. "Canım sen iyi misin?" "İyiyim" dedim ama iyi olmadığımın ben bile farkındaydım. Berna elimden tableti aldı ve önümde dizlerinin üstüne çöktü. "Bana bak!" diyerek yüzümden tuttu. "Kendine gel. Sen kötü ol diye göstermedim ben bunları. İyi ol bir şeylerin farkına var diye gösterdim." "Ben hiçbir şey anlamıyorum." Gözümden firar eden bir damla gözyaşı yanağım boyunca süzülmek yerine direk yere düştü. "Annem ben küçükken oyun olsun diye cam kavanozun içine hapis ettiğim sinekler için bile bana ceza verirdi. Benim annem tabiri caizse karıncayı bile incitmezdi. Nasıl olur da bir insanın canına kıydığını anlayamıyorum. Gerçekten anlayamıyorum." Berna bana cevap vermek yerine kollarını bedenime sardı. Bu hareket birçok sözden daha etkili oldu. Göz pınarlarımda bekleyen yaşlar bir bir düşerken, aklımdaki sorularında düşmesini istedim. Annem artık iyileşsin istedim. Babam kötü biri olmasın istedim. En bencil istediğim ise Fikret Yıldırım yaşasın istedim. *** Ağaç sert estiği için dalını kıran rüzgâra asla küsmezdi. Hatta bir sonraki hamlesini dört gözle bekler kırıldığı dalına inat ayakta dimdik durur ve rüzgârla savaşırdı. Ağaca tutunmak istemeyen dallar kırılır ve ağacı terk ederdi ama ağaçla bütünleşen kalın dallar bütün felaketlere rağmen ağaçtan kopmazdı. Berna ile benim ilişkimde tıpkı o ağaç gibiydi. Üzerimize gelen bütün felaketlere rağmen bir oluyor asla birbirimizden kopmuyorduk. Bazen saatlerce konuşuyor, kendi konuşmamızdan hiçbir şey anlamıyorduk. Bazen de hiç konuşmadan sadece bir bakışmayla birbirimizin ne demek istediğini anlıyorduk. Olur, olmadık konulardan bahsedip, olur olmadık konulara geçiş yapabiliyorduk. Saatlerce gülerken birden ağlıyor, ağladığımız için tekrardan kendimize gülüyorduk. İçimi dökene kadar ağladıktan sonra delirmiş gibi birbirimize gülmeye başladığımızda kendimi biraz olsun toparlayabilmiştim. Berna hiç erinmeden yeniden bize kahve yapmış ve tekrardan kek dilimlemişti. Hatta hiç üşenmeden evinin az ilerisinde bulunan eczaneye gitmiş benim için iki kutu doğum kontrol hapı almıştı. Şimdi ise o aldığı doğum kontrol hapının nasıl kullanılması gerektiğini okuyordu. "Ahu âdetinin ilk gününde almaya başlayacaksın. Burada öyle yazıyor." Dedi. Sonra birden aklına bir şey gelmiş gibi gözlerini gözlerime dikti. "Kaç kez birlikte oldunuz kız? O malum iş olurken kendi çapınızda korundunuz umarım?" Berna'nın beni utanç kazanına attığı soruları bir türlü bitmiyordu ve beni çileden çıkartıyordu. "Merak etme çocuk olacak kadar çok birlikte olmadık." Dedim sitem ederek. Berna yamuk bir şekilde gülümseyip sanki bizi biri duyacakmış gibi fısıldayarak konuştu. "Düşük bir ihtimal ama ilk gecede hamile kalan insanlar var." "Gerçekten mi?" diye sorduğumda aklıma Melih ile iki kez birlikte olduğum gerçekliği geldi. "Şey yani biz iki kez birlikte olduk. Hamile kalmamışımdır değil mi?" Berna bilmem der gibi dudağını büzdü. "Sonuçta düşük bir ihtimal ve bu düşük ihtimal gelip seni bulmaz merak etme." İçime oturan karamsar düşüncelerle boğuşurken "Adet olana kadar Melih'i nasıl durduracağım?" diye sordum "Başım ağrıyor dersin. En iyi taktik bu." Dedi kıkırdayarak ama benim yüzüm çoktan düşmüştü. "Asma suratını Ahu. Melih hınzır gibi bir adam seni iki birliktelikte hamile bırakmaz." "Berna..!" "Efendim Ahu..!" "Enişten hakkında düzgün konuş." Dediğimde ikimizde kıkırdamaya başladık. Kahkahalarımızı kapının çalan zil sesi durdurdu. Berna oturduğu yerden kalkıp kapıyı açtı. Açılan kapıyla Osman'ın "İyi günler" diyen sesini duydum. Bende oturduğum yerden kalkarak dış kapının oraya geldim. Osman ile göz göze gelince Osman saygıyla bana baş selamı verdi. "Yenge Melih abinin işi uzayacak. Seni eve ben bırakacağım. Hazırsan çıkalım." Dedi. Osman'a tamam anlamında başımı sallayıp salona girdim ve bana ait çantamı alarak tekrar dış kapının yanına geldim. Berna ile sarılıp vedalaştıktan sonra Osman'la birlikte evin önünde bekleyen arabaya ilerledik. Ben arka koltuğa otururken, Osman sürücü koltuğuna geçti ve arabayı çalıştırarak Berna'nın evinin önünden uzaklaşmamızı sağladı. "Melih'in işi ne zaman bitecekmiş?" diye sorduğumda Osman dikiz aynasından benimle göz teması kurdu ve iki kelimelik net bir cevap verdi. "Bilmiyorum yenge." Konuşmamız Osman'ın verdiği cevapla bitti ve ikimizden de başka ses çıkmadı. *** Eve geldiğimde kapıyı bana güler yüzüyle Sevgi Hanım açmıştı. Kapı önünde onunla kısa bir sohbet ettikten sonra direkt annemin odasına çıkmıştım. Yatağında uzanan annemle göz göze geldiğimizde Berna'nın bana söyledikleri aklıma gelmesine rağmen gidip kendimi annemin kollarına atmıştım. Annemi yıkamış, gezdiğim yerlerden anneme bahsetmiş ve kitap okumuştum. Annem uykuya daldığında saat gece yarısını çeyrek geçiyordu ve hala Melih ortalıkta yoktu. Telefonum olmadığı için Melih'in nerede kaldığını arayıp soramıyordum. Sevgi Hanımdan da telefonunu isteyebilirdim ama ben bunu da yapmak istemiyordum. Merdivenleri inip mutfağa geçtiğimde buzdolabından bir tane yeşil elma ve süt aldım. Mutfak dolabından aldığım rende ve derin bir kâseyi tezgâhın üstüne bıraktım. Elmanın kabuklarını özenle soyduktan sonra kâsenin içine rendeledim. Rendelediğim elmanın üstüne üç yemek kaşığı süt koydum ve sütü tekrardan buzdolabına koydum. Buzdolabının üstünde bulunan raftan karanfil yağını alıp beş damla kâsenin içine damlattım ve bir kaşık yardımıyla karıştırdım. Yüzüme sürmek için hazırladığım maskeyi de alarak yukarıya yatak odasına çıktım. Maskeyi banyoya bırakıp giyinme odasına girdim. Üzerimdeki elbiseyi çıkartıp askılı pijama takımımı giydim. Saçlarım önüme gelmesin diye bandana taktım ve uzun saçlarımı sırtıma doğru saldım. Banyoya girdim ve lavabo tezgâhının üstünde duran maskeye doğru ilerledim. Gözlerim karşımda duran aynada ki yansımama kaydığında bakışlarım otomatikman omzumda duran diş izine takıldı. Askılı geceliğimin saklamadığı hatta bilhassa gözler önüne serdiği diş izine gülümseyerek baktım ve bakışlarımı çektim. Maskeyi yüzüme sürmek için karıştırmaya başladığımda odanın kapısının açılıp kapanma sesi geldi ve saniyeler sonrada akabinde Melih'in "Ahu" diyen sesi duyuldu. "Banyodayım." Diye ses verdiğimde Melih bir öküzlük yaparak kapıyı çalmadan pat diye banyoya daldı. Birkaç büyük adımda yanıma gelip bana direkt arkamdan belime sarıldı. Burnunu boynuma gömüp derin bir soluk aldıktan sonra şahdamarıma güçlü bir öpücük kondurdu. Daha sonra burnunu saçlarıma gömdü ve saçlarımı koklamaya başladı. Melih'in hareketlerinin hepsini karşımdaki aynaya yansıyan görüntüsünden dolayı görüyordum. Melih'in burnu ve dudakları bir süre saçlarımla boynumda gezdikten sonra gözlerini karşımda duran aynaya sabitledi ve benimle ayna sayesinde göz teması kurdu. "Neden uyumadın?" diye sordu. Nefesi saçlarımı yalayıp geçerken nefesinden yayılan alkol kokusunu aldım. "Seni bekledim." Dedim. "Hımm" diye mırıldandığında beni tek seferde kendisine doğru çevirdi ve bir eliyle belimden tutarken diğer elini yanağıma koydu. Kararan ela gözleri omzumdaki diş izine takıldı ve birden dudaklarını omzuma bastırdı. "Acıyor mu?" "Acımıyor..." Melih'in geceyi gölgede bırakan ela gözleri gözlerimi bulduğunda yutkundu. O yutkununca benim gözlerim onun hareket eden âdem elmasına takıldı. Melih belimde olan elini de yüzüme koyarak dudaklarıma yapıştı ve beni hırçınca öpmeye başladı. Dili bir yılan gibi ağzımın içine sızdığında ağzındaki alkol tadını kendi damağımda hissettim. Melih'in iş bilir dili her yerdeydi ve sürekli ağzımı talan ediyordu. Dudaklarımı zorlukla Melih'in dudaklarından ayırdığımda, düzene sokmaya çalıştığım nefesimin el verdiği kadar konuştum. "Daha fazla ileriye gidemeyiz Melih. Çünkü benim başım ağrıyor." Dedim. Melih kısa bir süre şaşkınlıktan balık gibi açılan ağzıyla gözlerimin içine baktı ve başını geriye yatırarak kahkaha atmaya başladı. Biten kahkahasıyla burnumun ucunu parmaklarıyla sıkıştırdı. "O çok konuşan arkadaşından görüşmeni yasaklamalıyım galiba." Dedi. "Berna ile ne alakası var?" diye sazan gibi atladığımda Melih bir kez daha kahkaha attı. "Çok alakası var. Demek başın ağrıyor ha? Bunu senin aklına o kız sokmadıysa ben hiçbir şey bilmiyorum Ahu." Tam ağzımı açıp bir şey söyleyecekken Melih dudaklarıma bir öpücük kondurdu. "Sakın kocana cevap vereyim deme konu kapanmıştır." Başıyla tezgâhın üstünde duran maske kâsesini işaret etti. "Bu ne?" "Hah" dedim Melih'in ellerinden kurtuldum ve tezgâha doğru döndüm. "Kendime maske hazırladım. Yüzüme süreceğim." Göz ucuyla Melih'e bakıp gülümsedim. "Sen istersen duş alıp yat. Bende maskeyi sürdükten sonra gelirim yanına." Dedim. Melih çattığı kaşlarıyla "Ne gerek var şimdi maskeye?" diye homurdandı. Ben ise Melih'e cevap vermek yerine maskeyi karıştırmaya devam ettim. Melih cevap vermediğim için ağzının içinde bir şeyler mırıldandı ve beni tek eliyle kendisine döndürüp daha ben şaşkınlığımı üzerimden atamadan belimden tutarak beni tezgâhın üstüne oturttu. İki bacağımın arasına girdi ve hemen yanımda duran maskeyi eline aldı. "Bu maskeyi yüzüne sürünce ne olacak Ahu? Senin çirkinliğini bu maske geçirmez." "Beni güzel bulduğunu biliyorum Melih." Otuz iki diş sırıttım. "Bu maskeyi sürdüğümde sabah yüzüm bir yıldız gibi parlayacak." Dedim. Melih yamuk bir şekilde gülümseyip kâsenin içine parmaklarını daldırdı ve krem kıvamına gelen maskeyi yanağıma sürmeye başladı. "Ahu güzellik anlayışın bile elmadan geçiyor. Sana inanamıyorum." Derken çok önemli bir iş yapıyormuş gibi maskeyi yüzüme sürmeye devam ediyordu. "Sadece elma yok o maskenin içinde canım. Karanfil yağıda var." Dedim. Melih'in yüzündeki gülümseme büyüdüğünde kendime hâkim olamayarak "Melih" diye seslendim. Melih "Hıh" diye mırıldandığında "Beni beğeniyor musun?" diye sordum. Beğeniyorum demedi. Ama beğenmiyorum da demedi. Bunun aksine boğazından anlamadığım tuhaf mırıltılar çıkarttı. Yüzümün her tarafı tamamen maskeyle kaplandığında Melih gözlerini yüzümde gezdirip "Çirkin kedi" dedi. "Ben çirkin değilim." Derken elimi kâsenin içine daldırıp aldığım maskeyi Melih'in sakallı yüzüne sürdüm. Melih kaşlarını çattığında ben otuz iki dişimi de göstererek sırıttım. "Ben yıldız gibi parlarken sen yanımda sönük kalma diye sana da maske sürmeliyiz." Dedim. "Ulan..!" diye dişlerinin arasından tıslayarak konuşan Melih aynada yansıyan yüzüne çatık kaşlarıyla bakıyordu. Ben ise onun çatık kaşlarına rağmen durmadım ve diğer yanağına da maskeden sürdüm. Melih'in koyulaşan ela gözleri gözlerimi bulduğunda, tezgâhta oturmanın da verdiği avantajı kullanarak dudaklarımı alnına bastırıp öptüm. Geri çekildiğimde Melih'in ela irislerinin etrafını yeşil bulutlar sarmıştı. "Seni var ya..." dedi. "Eee..." dedim. "Çok severim. Öyle böyle değil evire çevire severim." "Sev... Hep çok sev..." dedim ve dudaklarımı bir kez daha alnına bastırdım. *** Sabah gözlerimi açtığımda Melih'in bütün homurdanmalarına rağmen kollarının arasından çıktım ve üzerimi değiştirip merdivenleri inerek dış kapının önüne geldim. Temiz hava almak için dış kapının şifresini girdim ve kendimi bahçeye attım. Benim dışarıya çıkmamla kapının önünde bekleyen adamların bakışları kısa bir an beni buldu ve sonra hepsi tekrardan önüne döndü. Sabah serinliğinin verdiği temiz havayı solurken kollarımı gerdirdim. Tekrar içeriye girecekken büyük demir kapının dışından gürültülü bir ses gelmeye başladı. Sese kulak astığımda bu sesin dedeme ait olduğunu anladım. "Melih" diye bağıran dedemin sesiyle bahçede bulunan adamlar dış kapıya doğru adımladıklarında Melih evden elinde tuttuğu tişörtü başından geçirmeye çalışarak çıktı. Gözleri beni bulduğunda "İçeriye geç Ahu." dedi ve dış kapıya doğru ilerledi. Melih'i dinlemedim ve bende onu takip ettim. Dış kapı açılınca üç adamın dedemin etrafını sardığını gördüm. Melih "Ne oluyor Ökkeş Demir." Diye kükrediğinde dedemin gözleri önce Melih'in gözlerini daha sonrada benim gözlerimi buldu. Melih dedemin gözlerinin odağının kimde olduğunu görmek için arkasını döndüğünde kaşlarını çattı ve yeri göğü inleten bir sesle "Eve gir Ahu!" diye bağırdı. Korkuyla arkamı dönüp eve girecekken dedemin sesiyle olduğum yerde kaldım. "Her şeye sahip oldun Melih Kılıçaslan. Kardeşi kardeşe kırdırdın. Tek varlığım olan oğlumun karısından ayrılmasına sebep oldun. Gözlerden uzakta yaşattığımız torunumu kendine kadın yaptın. Bunların hepsini yuttum sesimi çıkartmadım ama oğlumun hapiste o canilerle aynı kovuşta kalmasına sessiz kalamam. Sen oğlumu o kovuştan çıkart bende sana senin bilmediğin dayının ölümüyle alakalı çok önemli bir şeyi söyleyeyim. BÖLÜM SONU |
0% |