Yeni Üyelik
37.
Bölüm

36. Bölüm

@esranurozer

                                                     
  
          

Toygar Işıklı: Ben Hayatın Mağlubuyum.

"Her şeye sahip oldun Melih Kılıçaslan. Kardeşi kardeşe kırdırdın. Tek varlığım olan oğlumun karısından ayrılmasına sebep oldun. Gözlerden uzakta yaşattığımız torunumu kendine kadın yaptın. Bunların hepsini yuttum sesimi çıkartmadım ama oğlumun hapiste o canilerle aynı kovuşta kalmasına sessiz kalamam. Sen oğlumu o kovuştan çıkart bende sana, senin bilmediğin dayının ölümüyle alakalı çok önemli bir şeyi söyleyeyim."

Dedemin sarf ettiği kelimeler beynimin içinde yankılanırken, bedenim kendiliğinden yönünü dedem ile Melih'in olduğu yöne dönmüştü. Dedem her an ona saldıracak gibi duran üç tane adamın ortasında durmuş, tıpkı babam gibi mavi olan gözlerini Melih'in gözlerine dikmişti.

Dedem yaşlıydı, yüzünde ki belirgin çizgiler neredeyse çukurlaşmıştı. Saçlarının birazı dökülmüş, geri kalan saçlarına ise ak düşmüştü. Normal şartlar altında yeni yetme bir genç çocuğun bile devireceği dedem Melih ve adamlarına kafa tutmaya gelmişti. Bu cesaretinin tek sebebi ise biricik oğlu babamdı.

"Bilmediğin bir gerçeği söyleyeceğim sana Melih. Hem de ispat ederek." Gözlerini Melih'in gözlerinden ayırmadan konuşan dedemin sesi kendinden emin ve netti. "Oğluma karşılık bilmediğin gerçekler."

"Dede..." diye mırıldandığımda, dedemin mavi gözleri gözlerimi buldu. Her zaman bir cam gibi parlayan gözleri sönmüştü. Mavi irisleri griye dönmüş, sanki üzerine binlerce cam parçası düşmüş gibi yıkık döküktü. Dedemin gözleri benim gözlerimde sadece üç saniye durdu ve bakışları tekrar Melih'in gözlerini buldu.

"Evet, Melih Kılıçaslan oğlumu çıkart-" Melih daha dedemin cümlesini bitirmesini beklemeden büyük bir kahkaha attı. Biten kahkahasıyla dedemin etrafında duran üç adama bir el işareti yaparak "Geri çekilin beyler!" dedi. Adamlar Melih'in dediğini yaparak dedemden birkaç adım uzaklaştıklarında, dedemin yüzüne bir rahatlama çöktü.

Melih elini arkaya uzatarak "Yanıma gel Ahu!" diyerek emir verdi. Melih'in hemen arka çaprazında üç adımlık bir mesafede duran bedenimi hareket ettirerek Melih'in yanına geldim ve uzattığı elini tuttum. Melih parmaklarımızı birbirine kenetlediğinde, bakışlarını dedemden çekmeden dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Beni dinlemeyip içeriye girmemenin hesabını sana soracağım Ahu." dedi ve ekledi. "Sakın yanımdan ayrılma!"

Melih'in sözlerine karşılık yutkundum. Bakışlarım yan profilden görünen sert yüzünde asılı kalmıştı. Öyle sert bir çehreye sahipti ki ona bakan birinin korkmaması mümkün değildi. Delici bakışlarım Melih'in yüzünü eskitmeye yemin etmiş gibi odaklanmışken, gürültülü bir ses çıkartarak evin önünde duran araçların yüzünden bakışlarımı Melih'ten çektim. İki siyah aracın birinden Ufuk ve Osman, diğerinden ise Çağlar indi.

"Hah" dedi Melih tek eliyle kendisine doğru gelen adamlarını göstererek "Bizde sizi bekliyorduk. Geldiğinize göre Ökkeş Demir'i içeriye alın!"

Acımasız kimliklerine bürünen Osman, Ufuk ve Çağlar Melih'in emrine itaat ederek başlarını salladılar. Çağlar dedemin yanından geçip bize doğru ilerlemeye başladığında, Osman ve Ufuk dedemin kolundan tutarak bize doğru çekiştirdiler. Dedem onlara zorluk çıkartmadan yürüyordu. Melih dedemin bize yaklaşmasını müsaade etmeden arkasını döndü ve kendisiyle birlikte beni de peşinden sürükledi. Adımları hızlı, hareketleri sertti.

Evin içine girdiğimizde salona doğru ilerledik. Melih beni tekli koltuğa oturtup elini elimden çektiğinde "Melih" diye seslendim. Melih iki elinin arasına aldığı yüzümü es geçerek dudaklarını başımın üstüne bastırdı. "Şişt... Sessiz ol ve sadece izle kedicik." Dedi sesi sır verir gibi kısıktı. Başımı tamam anlamında salladığımda Melih dudaklarını bir kez daha başımın üstüne bastırdı.

Çok geçmeden salona önce Çağlar girdi ve hemen benim yanımda sağ çaprazımda durdu. Sonra ise Osman, Ufuk ve bu ikili tarafından kollarından tutulan dedem girdi. Osman dedemin kolunu bırakıp yemek masasının etrafında dizili olan sandalyelerden birini çekti ve salonun ortasına yerleştirdi. Ufuk ise dedemi çekiştirerek az önce Osman'ın ortaya yerleştirdiği sandalyeye oturttu. Sandalyeye oturan dedemin sağ tarafına Ufuk, sol tarafına ise Osman durdu.

Melih ve adamları sanki dedem azılı bir suçluymuş gibi davranıyorlardı. Oysaki dedem bütün bunlara ses çıkartmadan her söyleneni yapıyordu. Çağlar cebinden çıkarttığı sigara paketini Melih'e doğru uzattığında Melih hiç beklemeden Çağlar'ın uzattığı sigara paketinden bir dal sigarayı çekip aldı ve dudaklarının arasına yerleştirdi. Çakmak yardımıyla ucunu tutuşturduğu sigaradan derin bir nefes çekti ve çektiği nefesi dedemin gözlerinin içine bakarak üfledi.

"Bir atasözü vardır bilir misin Ökkeş Demir?" diye sordu. Sigaradan bir nefes daha aldı. "Vakitsiz öten horozun başını keserler." Sigarayı dudaklarıyla bir kez daha buluşturdu ve ardı ardına sigaradan nefesler aldı. "Bu atasözü tam seni ifade ediyor. Öteceğin şey erken ya da gecikmiş bir şeyse başını keserim!" dedem sesli bir şekilde yutkundu. Melih kollarını göğsünde birleştirdi. "Öt bakalım Ökkeş Demir!" dedi.

"Ahu buradan gitsin. Biz baş başa konuşalım."

"Cık" dedi Melih kaşlarını havaya kaldırarak "Ahu tamda burada kalacak. Benim yanımdan bir santim uzaklaşamaz."

"Melih bak – "

"Kes Melih diye zırvalamayı da öt çabuk!" diye hiddetle bağırdı Melih. Dedem Melih'in bağırmasıyla gözlerini kapattı, elini kalbinin üzerine koyup ovaladı. Tekrar gözlerini açtığında buz kesmiş gözleri direkt benim gözlerimi buldu.

"Ahu..." dedi sesi acı çeker gibiydi. "Üzgünüm." Bakışları Melih'in gözlerini buldu. "Sen önce söz ver bana, oğlumu o canilerin bulunduğu koğuştan çıkartıp başka bir koğuşa yerleşmesini sağlayacaksın!"

"Bu senin söyleyeceğin sözde benim bilmediğim ama senin bildiğin şeye bağlı. Eğer senin bana söyleyeceğin şey benim bilmediğim bir şeyse Cevdet'i bırak başka koğuşa koymayı, onu direkt cezaevinden çıkartırım. Ama..." dedi ve duraksadı. "Eğer bu söyleyeceğin şeyi ben biliyorsam sende benim isteğim üzerine torunlarından birinin hayatından vazgeçeceksin."

"Melih..." diye seslendim. Dehşetle açtığım gözlerim neredeyse yerinden çıkacaktı. Melih beni umursamadı. Gözleri dedemin şaşkınlık içinde kalan yüzündeydi. "Kabul mü Ökkeş Demir?" diye sordu.

Beti benzi atan dedem öylece Melih'e bakarken kesik kesik nefes alıyordu. Melih'in ona sunduğu seçeneği kendince tartıp biçiyordu. Melih ise avını köşeye sıkıştıran aslan edasıyla pür dikkat dedeme bakıyordu. Bu saçmalığa bir son vermeleri için bir kez daha "Melih" diye seslendim. Ama cevap Melih'ten değil dedemden geldi.

"Kabul..." dedi.

"Dede..." diye resmen inledim. "Akıllıca düşünemiyorsun?"

"Kabul ediyorum Melih Kılıçaslan!" diye bağırdı dedem ve başını dikleyerek konuşmasına devam etti. "Kabul ediyorum ulan! Nede olsa ben kaybetmeyeceğim!"

Yanılıyordu. Dedem hem de çok yanılıyordu. Karşısında duran adamın Melih Kılıçaslan olduğunu unutuyordu. Acımasız, kontrol manyağı, garantici bir adamın elinde güvendiği bir şey olmazsa böyle bir seçenek sunmayacağını unutuyordu. Melih'in seçenek diye sunduğu şeyler her ihtimalle işine yarayan şeyler olduğunu unutuyordu. Dedemin verdiği karar çok yanlıştı ve geri dönüşü yoktu.

Melih benim oturduğum tekli koltuğun kolçağına kalçasını yasladı. Bakışları dedemin yüzündeyken, parmaklarının yardımıyla saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Elini saçlarıma çıkartıp okşamaya başladığında, diğer elini dedeme doğru sallayıp "Konuşmaya başla!" dedi. Dedem bakışlarını içeride bulunan Ufuk, Osman, Melih ve benim üzerimde tek tek gezdirip en son Melih'in yüzünde durdu gözleri. Derin bir nefes alıp dudaklarını araladı.

"Rahmetli babamdan kalma kumaş fabrikamız vardı. Cevdet makine mühendisliği okuyup üniversiteden mezun olduğunda fabrikayı ona devrettim. Ama benim oğluma kumaş fabrikası yetmedi. İşleri büyütmek istedi, ona güvendim benim oğlum en iyisini yapar dedim ve bir köşede sadece onu izledim. Ama olmadı Cevdet büyümek amaçlı tefecilerden borç para almış ve başını belaya sokmuştu. Fabrikayı büyüteceğiz derken elimizde avucumuzda olandan da olduk. Cevdet alkole başladı günden güne kötüye gidiyordu." Duraksadı ve büyükçe yutkundu. "Su içebilir miyim?" diye sordu.

Melih başıyla Osman'a bir işaret yaptı. Osman hızlı adımlarla solandan çıktı ve birkaç saniye sonra elinde büyük su dolu bir bardakla salona tekrar girdi. Suyu dedeme uzattı. Dedem suyu yarıya kadar içtikten sonra tekrar Osman'a verdi ve içine doldurduğu derin nefesle konuşmaya kaldığı yerden devam etti.

"Bu hayatta tek varlığım olan oğlumun gözümün önünde yok olmasına dayanamadım. Adana'da oturan askerlik arkadaşıma oğlumu evlendirmek istediğimi ve bize uygun gözü açılmamış bir kız bulmasını söyledim. Askerlik arkadaşım Fırat iki gün sonra beni arayıp birini bulduğunu söyledi. Hiç beklemeden tek başıma Adana'nın yolunu tuttum. Adana'ya vardığımda Fırat beni Füsun'un yaşadığı eve götürdü. Füsun'un annesi ve babası tarlada çalışırken iş makinesinin altında kalmış ve ölmüştü. Füsun'a amcası sahip çıkmış o bakıyordu ama gel gör ki amcasının durumu da içler acısıydı. Adamın karısı doğum yaparken doğum felci geçirmiş yatağa mahkûm kalmıştı. Adam yatalak karısına, kızına ve Füsun'a bakıyordu. Füsun o zaman yirmi iki yaşlarında bir şey tabi köyde oturuyorlar tam evlenecek yaşta. Amcası da zaten çökmüş evden bir boğaz eksik olsa onunda işine yaracak, bende istedim Füsun'u ve sabahına düğünsüz derneksiz, hatta damatsız Füsun'u aldığım gibi İstanbul'a geldim. Cevdet bu durumu kabullenmedi. Tabi Füsun'u saymıyorum bile... Ama ben yinede kendi oğlum için bir genç kızın hayatını çaldım."

Dedemin sesi sonlara doğru kısıldı. Başını yere doğru eğdi ve iki elinin arasına aldı. Aslında direk Melih'in bilmesi gereken gerçeği söylese yeterdi ama kendisi en başından açıklama yapmak istiyordu. Melih ise dedemin konuşmasını bölmüyordu. Çünkü oda her şeyi en başından dinlemek istiyordu. Dedem başını kaldırıp kızaran gözlerine inat Melih'in gözlerinin içine bakmayı sürdürdü.

"İşte ikisi de birbirlerini sevmedi ama ikisi de birbirlerine yuva olmayı kabul etti." dedi ve kısaca bir es verip konuşmasına devam etti. "Küçük çaplı bir düğün yaptık, zaten kısa sürede Füsun Tunç'a hamile kaldı. Yavaş yavaşta Cevdet düzeliyordu, işlerini yoluna koymuş ekmeğinin peşindeydi. Yani biz öyle sanıyorduk çünkü Cevdet hiç değişmemiş yine tefecilere bulaşmıştı. Füsun'un doğum yaptığı gün tefeciler Cevdet'i yakalamış ve öldüresiye dövmeye başladıklarında onu tefecilerin elinden senin dayın Fikret Yıldırım kurtarmış. Yüzü gözü dağınık kan revan içinde eve geldiğinde Fikret'e yanındaydı. Füsun Tunç'u doğurmuştu. Cevdet Tunç'u gördüğünde hıçkırarak ağlamaya başladığında, Fikret Cevdet'in omzunu sıktı ve daha yeni tanışmalarına rağmen borcun benim borcum dedi. Öylede oldu Cevdet'in bütün borcunu ödedi, sonra nasıl oldu bilmiyorum ama Cevdet'i yanına aldı ona kendi şirketinde iş verdi. Öyle böyle derken tam bir yıl geçti. Bir yılın sonunda Fikret Cevdet'e o kadar çok güvendi ki bir mafya olduğunu, karanlık işlerle uğraştığını ve beyaz masa diye bilinen masanın başı olduğunu söyledi."

Dedem o günlere tekrardan gitmiş gibi kaşlarını çattığında, benim gözlerim şaşkınlıktan açılmış, başıma büyük çaplı ağrılar girmişti. İçeride bulunan herkes buna Melih'te dâhil olmak üzere ifadesiz bir şekilde dedemi dinliyorlardı.

"Cevdet, Fikret'in mafya oluşundan korktu ama Fikret'in ona olan güveni sayesinde de her zaman yan yana oldular. Fikret'in kız kardeşinden başka hiç kimsesi yoktu. Kız kardeşi de İstanbul'un en ünlü iş adamı Kenan Kılıçaslan ile evliydi ve birde erkek çocukları vardı. Fikret her fırsatta yer altında da iş dünyasında da tek varisi yeğeni Melih Kılıçaslan olacağını söyleyip duruyordu. Sonra Fikret ile Cevdet ortak bir şirket kurdular. Fikret'in dördüncü şirketiydi ama Cevdet'in ilk şirket deneyimiydi bu. Güzel paralar kazandılar. Fikret başarısıyla dünyaya açıldı. Fikret'in bu başarısıyla Cevdet'de adını iş camiasına duyurmaya başladı. Beyaz masaya da ara sıra oturuyordu. İki yılın ardından Füsun bu kez Tekin'e hamle kaldı ve bu hamileliği biraz zor geçiyordu. Sonra bir gün Adana'dan bir haber geldi. Füsun'un amcası ölmüş, yatalak karısı ve kızı ortalıkta kalmıştı. Füsun amcasının karsını ve kızını ortada bırakmak istemediği için onları bizim eve getirmek istedi."

Dedem yarım bıraktığı su bardağını eline alarak kafasına dikti. Bardağı Osman'a uzatıp "Bir bardak daha su..." dedi. Osman bardağı alıp salondan çıktığında Melih'in gözleri gözlerimi buldu. Şeffaflaşan ela irislerinin etrafındaki damarlarına kızıl renkler bulaşmıştı. Ne hissettiğimi, ne durumda olduğumu sorgular nitelikte bakan gözlerine, karmakarışık bir şekilde bakıyordum. Dedemin anlattığı hikâye tadında olan şeylere anlam veremiyordum.

Osman elindeki su bardağını dedeme uzattığında dedem suyun hepsini tek dikişte içti ve boşalan bardağı Osman'a vermek yerine iki eliyle sıkı sıkıya tutup dizinin üstünde sabitledi.

"Füsun'un bu isteğini kabul ettik. Yengesi ve amcasının kızı özel bir araçla eve geldi. Füsun'un amcasının kızı Füsun'a yardım edecek, bizde onlara kalacak yer verecektik." Dedemin artık iyice kızaran gözleri gözlerimi buldu. "Ama bizim dediğimiz gibi olmadı. Cevdet Füsun'un amcasının kızına âşık oldu. Füsun yıkıldı, hamileliği daha da kötüye gitti. Amcasının kızının başına böyle bir olay getirdiği için kendini yiyip bitirdi. Ne kızı evden göndermeye gücü yetti ne de Cevdet'i kızdan uzak tutmaya gücü yetti. Bir gün Fikret Tunç'u sevmek için eve geldiğinde Füsun'un amcasının kızını gördü ve her şey o saatten sonra değişti. Cevdet kızı Fikret'e Tunç'un bakıcısı diye tanıttı."

Ortam birden ölüm sessizliğine büründü. Dedemin gözleri Melih'in üzerindeyken, benim gözlerim dedemin üzerindeydi. Melih'in eli hiç durmadan saçlarımı okşuyordu. Osman ve Ufuk dedeme gözlerini dikmişken, Çağlar'ın delici bakışlarını üzerimde hissediyordum. Bu sessiz ortam öyle bir ambiyans yaratmıştı ki dedem söyleyeceği şeyin sadece kendine ait bir bilgi olduğunu haykırıyor. Melih ve üç adamı ise bu bilgiyi zaten bildiklerini ama dedemden duymak için can attıklarını belirtir nitelikte duruyorlardı.

"O kız. Yani Füsun'un amcasının kızı..." dedi dedem ve duraksadı. Gözlerini iki saniye kadar kapatıp açtı. "O kız Canan'dı. Ahu'nun annesi Canan Kaya'ydı!"

"Ne.!?" Dedim. Dudaklarımın arasından firar eden şaşkınlık kelimesinden başka bir şey çıkmamıştı ağzımdan. Beynimin içinde dolanan tek cümle "O kız Canan'dı. Ahu'nun annesi Canan Kaya." Başka bir şey yankılanmıyordu beynimde. Beynim, aklım her şeyim durmuştu.

"Fikret, Canan'a âşık olunca, Cevdet kudurdu. Fikret'i bitirmek istedi bunun içinde Canan lazımdı. Ama Füsun buna izin vermedi karşı geldi ve Canan'ın yanında durdu. Sonra bir gün Canan'ın annesi evde kayboldu. Kadın resmen ortadan yok oldu. Canan'da annesinin yok olmasıyla Cevdet'in teklifini kabul etti. İlk başlarda Fikret'i iyice kendine bağlayacak ve yavaş yavaş Fikret'in parasını Cevdet'e geçirecekti. Ama buda olmadı. Cevdet ve Canan birlikte olurken Füsun bunları yakaladı. Hayat bağımız bu saatten sonra koptu. Füsun her şeyi Fikret'e itiraf edeceğini söylediğinde Cevdet Füsun'u öldüresiye dövdü."

Dedem konuşuyordu ama benim hala aklım Füsun Hanımla annemin amca kızı olduğu kısımda kalmıştı. Keza ne dedemin gözünden akan yaşı ne de söylediklerini algılayabiliyordum.

"Cevdet Canan'ın hamile olduğunu öğrenince, bir plan yaptı. Canan Fikret'e bir uyuşturucu iğne vuracaktı ve Fikret kısmen felç geçirecekti. Böylelikle Fikret'in bütün mal varlığına ortağı olarak sahip olacaktı. Ama planlar istediği gibi gitmedi ve Fikret öldü. Canan Füsun'un yardımıyla kaçtı. Yer altı dünyası Fikret öldükten sonra Cevdet'e itimat etmeye başladı. Cevdet güçlendi ta ki sen on altı yaşına gelene kadar Cevdet bütün gücü eline aldı. Sonrasını zaten biliyorsunuz."

Gözümden akan yaşa aldırmadan "Bütün bunlar olurken sen ne yapıyordun?" diye sordum. Sesim elektrik akımına uğramış gibi titrek çıkmıştı. Dedem şaşırdığını gizleme gere duymadan "Anlamadım?" dedi sorar gibi.

"Sen ne yapıyordun? Bütün bunlar olurken sen ne cehennemdeydin?" diye bağırdım.

Melih saçlarımı okşamaya devam ederek eğildi ve alnıma bir öpücük kondurdu. "Şişt sakin ol bebeğim." Bakışlarını dedeme çevirdi. "Karımın sorusuna cevap ver Ökkeş Demir!" dedi bariton bir ses tonuyla.

"Ben... Ben sadece sessiz kaldım. Sustum, görmemiş gibi yaptım. Ben olayları akışına bıraktım. Kader böyleymiş deyip geçtim."

Dedemin verdiği cevap içimde patlamaya hazır bekleyen yangınları körükledi ve gözümden yaş olarak düştü. Hıçkırarak ağlamaya başladığımda, koltuğun kolçağında oturan Melih'e kollarımı dolayıp yüzümü karnına gömdüm ve hıçkıra hıçkıra ağladım. Melih beni kendinden uzaklaştırmadı, ağlama da demedi. Beni kendime bıraktı. Salonda benim hıçkırık sesimden başka bir ses çıkmıyordu. Bu sessizliği ise yine dedem konuşarak bozdu.

"Ben sana gerçekleri anlattım Melih. Sende sözünü tut ve oğlumu çıkart."

Melih dedeme cevap vermek yerine karnına sardığım kollarımdan tutarak beni kendinden ayırdı. Yüzümü iki elinin arasına aldı ve başını eğerek yüzüme doğru eğildi. Başparmaklarının yardımıyla sürekli yenisi akan gözyaşlarımı sildi ve sadece ikimizin duyacağı bir ses tonuyla konuştu.

"Ağlamandan nefret ediyorum. Bunu da bir kenara yazdım. İtinayla sana tek tek hesabını soracağım."

Ellerini yüzümden çektiğinde doğruldu ve kendini dikleştirdi. Ela gözleri dedemin gözlerini hedef alırken "Bu anlattıklarını benim bilmediğimi nereden çıkarttın Ökkeş Demir?" diye sordu.

"Bilmen mümkün değil. Bu anlattıklarımı hiç kimse bilmiyor!" diye çıkıştı dedem.

"Yanılıyorsun Ökkeş Demir."

Dedem oturduğu sandalyeden bir hışımla ayağa kalmaya çalıştığında onu Osman ve Ufuk tekrar yerine oturttu. Dedem ateş püsküren mavi gözlerini Melih'in gözlerine dikti ve işaret parmağını tehditvari bir şekilde salladı. "Sen sözünde durmuyorsun Melih Kılıçaslan. Ben sana söylediğim her şeyi ispat ederim. Bak Füsun'un kızlık soyadına Kaya. Canan'ın da Kaya. İkisi de Adana doğumlu. Getir Füsun'u sor söylediğim her şeyi onaylar." Diye bağırdı.

Çağlar sanki kulakları ağrımış gibi serçe parmağıyla kulağıyla oynadı. "Adama bak amına koyayım. Sesinin voltajı yüzünden sağır olacağız." Dedi. Osman ve Ufuk Çağlar'ın sözlerine dalga geçer gibi güldüklerinde Melih "Cık, cık çok ayıp beyler." Dedi ayıplar gibi ama kendisinin de ses tonunda bariz alay vardı. "Sen bizim çocukları kafana takma saygı değer dedemiz. Onlar biraz erkenden eğlenmek istiyorlar."

Dedem afallamış bir halde Melih'te olan bakışlarını çekip bana yöneltti. Ama sorun şuydu ki bende Melih'in bu tavrından hiçbir şey anlamıyordum. Melih boğazını gürültülü bir şekilde temizleyip dedemle benim bakışmamızın bölünmesini sağladı. Boş bileğini havaya kaldırıp Çağlar'a doğru sanki saat varmış gibi gösterdi. Çağlar Melih'e tam cevap verecekken dış kapının tık diye şifresinin açılma sesi keldi. Melih "İşte geldiler." Dedi iki elini de birbirine vurarak.

Hepimizin bakışları salon girişine yöneldiğinde birkaç saniye sonra Mehmet abi ve Füsun Hanım görüş açımıza girdi. Mehmet abi Füsun Hanımı kolundan sert bir şekilde çekiştiriyordu ve Füsun Hanımın ağzı bantlıydı. Mehmet abinin ise iki yanağı da boydan boya tırnak iziyle doluydu.

Melih alaylı bir tavırla "Yaşlanmışsın Mehmet abi artık vaktinde olman gereken yerde olamıyorsun." Dedi. Mehmet abi Füsun Hanımı L şeklindeki koltuğa resmen fırlatır şeklinde oturttu. "Sende bu kadın gibi carbuk birinden uğraş da bende seni göreyim her yere vaktinde gidebiliyor musun?" diye sitem etti. Füsun Hanım oturduğu yerden kalkmaya çalışırken Mehmet abi omzundan bastırdı. "Dur artık be kadın! Allah'ını Peygamberini seviyorsan dur!" dedi. Osman, Ufuk ve Çağlar güldüğünde Mehmet abi sabır diler gibi başını iki yana salladı.

"Ne oluyor burada? Füsun'un ne işi var sizin yanınızda ?" diye sordu dedem. Sesi öfkeli, hareketleri fevriydi.

"Ne olduğunu ben açıklayayım Ökkeş Demir." Dedi Melih ve dedeme doğru iki adım attı. "Sen kaybettin, ben ise kazandım."

"Hayır, yalan söylüyorsun!"

"Yalan söylemek mi?" dalga geçer gibi gülümsedi. "Keşke bu saçmalıklar gerçek olacağına ben yalan söyleseydim. Ama maalesef senin az önce bize iki saattir gazel gibi okuduğun hikâye gerçek! Ve sana bir şey söyleyeyim mi Ökkeş Demir? Ben bu hikâyeyi dün sabah belgeli bir şekilde hem gördüm hem dinledim. Yani anlayacağın senin bana bahsettiğin sözde bilmediğim gerçekleri ben zaten biliyorum." Derken aynı anda da Osman'a bir baş işareti yaptı. Osman salondan çıktığında Melih tekrar konuştu.

"Ama dur ben sana senin bilmediğin ama benim bildiğim bir gerçekten bahsedeyim." Bakışları Mehmet abi ve Füsun Hanımı buldu. "Eski gelininin öpüştüğü adam Mehmet abiydi. Oğlunu Mehmet abiyle aldattı." Dedemin rengi attı Melih umursamadan konuşmaya devam etti. "Mehmet abide tıpkı senin oğlun gibi bir oyun olarak Füsun Hanımdan görüşmeye başlamış..." dudaklarını büzdü "Ama sonra ilahi adalet yerini buldu ve Mehmet abiyi Füsun Hanımın kapısına köpek yaptı."

"Melih aslanım..." diye ikaz etti Mehmet abi. Melih Mehmet abiye yandan bir bakış atıp dudaklarını yana doğru kıvırdı. "Ne o abi yalan mı?" diye sordu. Mehmet abi bakışlarını kendisini öldürmek ister gibi bakan Füsun Hanımın gözlerine dikti. Dudakları iki yana kıvrıldı. "Yalan değil." Dedi.

Ortada dönen şeyi bir ben birde dedem anlamıyordu. Çünkü içeride bulunan diğer herkes ne olup bittiğini biliyorlardı. Füsun Hanım ve Mehmet abinin üzerinde olan bakışlarım Melih'in tekrardan konuşmasıyla Melih'e döndü.

"Yani senin anlayacağın Ökkeş Demir sen sıfırsın ben bir. Kaybettin! Benim her zaman kazanan taraf olduğumu unutup bana kafa tutmaya geldin. Yanlış yaptın Ökkeş dede çok yanlış yaptın."

Osman elinde siyah bir çantayla salona girdi. Çantayı Melih'e uzattı. Melih çantayı açıp içinden siyah renkli iki tane kalın dosya çıkarttı. Çıkarttığı dosyaları Osman'a uzattı. "Dosyaları Ökkeş Beye ver Osman." Dedi. Osman dosyaları alıp dedeme verdiğinde Dedem daha dosyayı açmadan kapağında gördüğü şeyle gözlerini kocaman açtı. "Bu – bu nasıl olur? " dedi kekeleyerek.

"Daha içini bile açmadan sen böyle şaşırıyorsan. İçini görsen kalpten gidersin herhalde." Yüzündeki gülümsemeyi sildi. "Aç dosyayı Ökkeş Demir. Aç ve senin bana anlattığın hikâyenin bütün detaylarını gör. Bu dosyalarda Cevdet'in, Füsun Hanımın ve Canan Hanımın doğduğu günden bugüne kadar olan bütün bilgileri var." kaşıyla diğer dosyayı gösterdi. "Bu dosyada da dayımı nasıl ölüme sürüklediğinizin bilgileri var." Dedi kurşungeçirmez sert sesiyle.

"Bu bilgiler senin eline nasıl geçti?" diye sordu dedem. Yüzü gibi sesi de dehşeti kana kana içiyordu. Melih psikopatça bir kahkaha attı. Biten kahkahasıyla "Maskeli şeytanlarım var." Dedi.

Dedem anlamadığını belirtir nitelikte Melih'e bakarken ben anlamıştım. Bu bilgileri her şeyden Melih'i koruyan maskeli adamlar ona ulaştırmışlardı. Melih dün şirkette işim var diyerek beni Berna'ya bıraktığında demek ki bunlardan uğraşmıştı. Akşam yanıma gelip bana maske sürdüğünde annemin Füsun Hanımın kuzeni olduğunu öğrenmesine rağmen bunu bana çaktırmamıştı. Ben düşünce denizinde yüzerken, dedem dosyalara bakıyordu. Bizi bulunduğumuz ortama tekrar getiren ise Melih'in sert sesi oldu.

"Evet, Ökkeş Demir." dedi ve ekledi "Kazanan ben olduğuma göre Cevdet aynı koğuşta kalmaya devam ediyor. Ve sen kabul ettiğin üzere torunlarından birinin hayatından vazgeçeceksin!"

Dedem sertçe yutkundu. Yutkunduğunda hareket eden âdemelmasının çıkarttığı sesi salonda bulunan herkes duydu. Füsun Hanım olduğu yerde çırpınmaya başladığında Mehmet abi onu kollarından sıkıca sabitledi. Dedem "Melih bak – " diye konuşmaya çalıştığında Melih sert sesiyle dedemin sözünü kesti.

"Söyle bakalım Ökkeş Demir hangi torununun hayatından vazgeçiyorsun? Tekin mi? Ahu mu?"

Bakışlarım jet hızıyla Melih'i bulduğunda Melih'in bakışları dedemin üzerindeydi. "Melih" diye seslendim. Melih bana cevap vermedi. Belki de bu olanların cezasını bana böyle kesecekti.

"Melih ben yapamam. Konuşalım."

"Tekin mi, Ahu mu? Hemen kararını ver!" diye öyle bir bağırdı ki oturduğum yerden sıçramama sebep oldu. Dedem gözlerini kapattı. Birkaç saniye kapalı olan gözlerini geri açtığında gözleri benim gözlerimi buldu. Mavi gözünden bir damla yaş yanağın da çukurlaşmış çizgilerinden akıp gittiğinde bakışlarını benden çekti.

"Ahu..." dedi bir fısıltıdan farksız olan acılı sesiyle "Ahu'nun hayatından vazgeçiyorum."

Kalbim göğsüme sığmayıp çarpmaya başladığında, beynim kalbime telkinler veriyordu. 'Bu senden ilk vazgeçişleri değil. Böyle hoyratça atma' diyordu. Evet, bu ailemin benden ilk vazgeçişleri değildi. Onlar benden hep vazgeçmişlerdi. Ben kendi kendime aptallık etmiş her defasında onları seçmişken, onlar beni bırak ilk tercihlerine son tercihlerine bile koymamışlardı. Ben onlar için kolay vazgeçilen biriydim. Gözümden akan yaşlar dur durak bilmezken, dedemin gözleri yerdeydi.

"Bende öyle düşünmüştüm Ökkeş Bey. Tam da benim düşündüğüm gibi bir karar verdiniz." Gözleri Çağlar'ı buldu. "Saat kaç Çağlar?" diye sordu.

Çağlar kolundaki saate baktı "On bire iki var abi." Dedi. Melih başını salladı "Televizyonu aç haberler başlayacak." Diyerek benim yanıma doğru adımladı ve dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdı. "Kes ağlamayı Ahu! Sinirlerimi bozuyorsun!" dedi ve dudaklarını kulağımın yanına bastırdı. Geri çekildiğinde televizyon kanalında haberler başlamıştı.

"Kaldır kafanı ve hayatından vazgeçtiğin torununun başına ne gelmiş izle Ökkeş Demir!" dedi Melih. Dedemin bakışları televizyona çevrildiğinde haber kanalında son dakika yazısı geçti ve hemen akabinde spiker adam haberi sunmaya başladı.

"Yayınımızı bir son dakika haberiyle açıyoruz. Bu sabah polislerin düzenlediği bir operasyonda Türkiye'nin başarılı avukatlarından biri olan Tekin Demir suçüstü yakalandı. Polisler bir ihbar üzerine Tekin Demir'i yaklaşık iki aydır takibe almıştı. İki ayın sonunda ihbarın gerçek olduğu ortaya çıktı. Tekin Demir. Mesleğini kötüye kullanma, evrakta sahtelik ve nitelikli dolandırıcılık sucundan polisler tarafından tutuklanarak karakola götürüldü. Ayrıca Tekin Demir'in babası Cevdet Demirde geçtiğimiz aylarda adam öldürme suçundan cezaevine girmişti. Bütün haber kanalları bu olaydan bahsederken, gözler ünlü iş adamı Melih Kılıçaslan'a çevrildi. Çünkü Melih Kılıçaslan Tekin Demir'in kız kardeşi Ahu Demir ile evli ve herkes Melih Beyden gelecek açıklamayı bekliyor."

"Senin Ahu Demir diyen ağzını sikeyim ulan piç herif. Ahu Kılıçaslan diyeceksiniz!" birden "Ufuk" diye seslendi. Hayır, seslenmedi resmen evi inletti.

"Buyur abi..."

"Eğer başka bir haber kanalında Ahu Demir diye bahsedilirse yakarım oğlum çıranızı git hallet şu işi Ahu Kılıçaslan diyecekler!"

Ufuk hızla salondan ayrıldığında Melih bakışlarını Füsun Hanıma çevirdi. "Senin oğlun bunu hak etmişti." Dedi ve Mehmet abiye dönerek ekledi. "Füsun Hanımı götür buradan." Mehmet abi Füsun Hanımı kolundan tutarak oturduğu yerden kaldırdı ve salondan çıktılar. Melih'in bakışları dedemi bulduğunda, yavaş yavaş dedeme doğru adımlayıp tam önünde durdu.

"Sen daha kiminle uğraştığını bilmiyorsun Ökkeş Demir. Ben dayım gibi değilim. Acımam acıtırım."

"Sen canavarsın!" diye hiddetlendi dedem aynı anda da elini göğsünün üstüne koydu. "Suçsuz günahsız Tekin'den ne istedin?"

"Peki ya sen? Sen suçsuz günahsız Ahu'dan ne istedin?"

"Senin Ahu'ya zarar vermeyeceğini bildiğim için ben Ahu'dan vazgeçip Tekin'i seçtim."

"Cık yanlış." Dedi Melih ve ekledi. "Ben en çok Ahu'ya zarar veririm ve sende bunu adın gibi çok iyi biliyorsun. Tercih yapmama hakkına sahiptin veya torunlarına karşılık kendi hayatından vazgeçebilirdin. Ama sen Ahu'dan vazgeçtin."

"Ben... Yani ben..." diye konuşmaya çalışan dedemi Melih elini havaya kaldırarak susturdu.

"Sen şimdi son kez bu eve ve Ahu'nun etrafına bu kadar yakın yaklaşabileceksin. Bu Ahu'nun yüzünü son görüşün. Bitti Ahu'nun dedesi öldü."

Dedem kısık kısık nefes alarak eliyle göğsünü sıkmaya başladığında Melih dedemden uzaklaşıp benim yanıma geldi ve ben daha ne olduğunu anlamadan kucağına aldı. Salonun girişinde durduğunda arkasını dönmeden Çağlar ve Osman'a hitaben konuştu.

"O adamı evimden çıkarttın."

Melih'in son konuşması gibi dedemin de son yüzünü görüşümdü.

***

Ben masallarla büyümüş bir çocuktum. O masalların gerçekliğini sorgulamadan o masallara tutunmuş ve yine o masalların peşinden gitmiş bir çocuktum. Büyürken bile annemin bana anlattığı masallara inanmış babamın bir kahraman olacağına kendimi inandırmıştım.

Aslında her şeyin annemin hayal gücüne ait bir senaryo olduğunu ilk babamla tanıştığımda fark etmiştim ama kabullenememiştim. İstanbul'a geldiğimde, Melih'in eline düştüğümde, ailemin bana asla bir aile olmadığını öğrendiğimde masalların gerçek olmadığını fark ettim ama ben yine kabullenemedim. Hep annemin anlattığı masallarda takılı kalıp durdum. Ve yine her zaman o masalların gerçeğiyle karşılaştığımda en çok ben üzüldüm. En çok ben ağladım. Hep en çoklar bana oldu.

Dedemin evimize baskın yaptığı günün üstünden tam üç gün geçmişti bu üç günde durmadan ağlamış, kendimi odama kapatmıştım. Geceleri ise Melih beni kolları arası alıyor uzunca saçlarımı okşuyor, büyülü öpücükler bahşediyordu. Melih'in bana bu denli iyi davranmasına da dayanamıyor ve onun içinde saatlerce ağlıyordum.

Sevgi Hanım bir keresinde odama gelmiş ve annemin yemek yemediğini sürekli ağladığını söylemişti. Ama ben annemi görmeye cesaret edememiştim. Bunun yerine kendimi odama kapatmıştım. Hem kendimi hem de annemi kendimce böyle cezalandırıyordum.

Saat akşam dokuzdu Melih bir saat önce beni kontrol etmeye geldiğinde aşağıda spor yapacağını söyleyerek yanımdan ayrılmıştı. Ben ise yüzümü yıkadıktan sonra, havanın sıcaklığını hiçe sayarak giyinme odasından Melih'e ait siyah yünlü bir kazak üzerime geçirdim ve odadan çıktım. Merdivenleri yavaşça indikten sonra aşağı katta olan gizli kapıyı açıp spor odasına girdim.

Melih'in üzeri çıplak altında sadece gri bir eşofman altı vardı ve tekli koltukta nefes nefese oturuyordu. Benim içeriye girmemle bakışlarımız birleştiğinde, Melih bana gülümsedi. Bende ayaklarıma komut vererek Melih'in yanına ilerledim.

Melih'in tam önünde durduğumda, benden beklenmeyecek bir hareket yaparak Melih'in kucağına çıkıp dizlerinin üstüne yan bir şekilde oturdum. Ellerimi kaldırıp özenle terleyen alnını ve yüzünü sildim. Melih'in eli kalçamda, delici bakışları yüzümde gezerken, bir elimle ensesini tutup diğer elimle de yüzünden tutarak dudaklarımı alnıma bastırdım ve koklayarak öptüm.

"İyi misin kurban olduğum?" diye soran Melih'e sadece başımı sallayarak cevap verdim. Ellerim yüzünün her zerresinde dolaşırken "Melih" diye seslendim.

"Söyle bebeğim..."

"Seninle bir oyun oynayalım mı?"

Melih "Oynayalım." Derken eli kalın kazağımın etek kısmına gitti ve tek hamlede kazağı üzerimden sıyırıp attı. Karşısında beyaz atlet ve onun altına giydiğim pembe iç çamaşırlarımla kaldım. "Söyle bakalım ne oyunu bu?"

"Şimdi ben sana iki tane seçenek sunacağım ve sende hangisi vazgeçilmezinse onu söyleyeceksin bana tamam mı?"

"Tamam" diyerek şah damarımdan öptü ve dudakları yavaşça göğsüme doğru yol aldı. İki göğsümün çıkıntısını tek tek öptükten sonra "Başla hadi."

"Siyah mı, beyaz mı?" diye ilk sorumu sordum.

"Siyah." Dedi.

"Kahve mi, çay mı?"

"Kahve."

"Sarışın mı, esmer mi?"

Melih koyulaşan ela gözlerini gözlerime çıkarttı. Ve birden üzerimdeki atleti de bedenimden ayırdı. Gözleri gözlerimden ayrılıp göğüslerime takıldığında yutkundu. "Kumral." Dedi.

"Ama sorduğum seçeneklerde kumral yok ki?" diye hayıflandım. Melih dudaklarının arasından "Hmm" diye mırıldandı. Elini sutyenimin kopçasına atıp tek hamlede açtı ve sutyenimde yeri boyladı. Artık Melih'in karşısında sadece pembe bir kilot ile kalmıştım. Melih dudağıma küçük bir öpücük kondurdu. "Ama sen kumralsın güzelim." Dedi.

Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp ısırdım tıpkı Melih gibi "Hmm" diye mırıldandım. Melih'in gözleri ısırmış olduğum dudağıma kaydığında parmağının yardımıyla dudağımı dişlerimin arasından kurtardı ve vakit kaybetmeden kendi dudaklarının arasına aldı dudaklarımı. Nefessiz kalana kadar birbirimizi hırçınca öptük. Daha sonra Melih dudaklarını dudaklarımdan ayırıp alnını alnıma yasladı.

"Acaba Ahu bugün başın ağrıyor mu?" diye muzipçe sordu.

"Bugün başımın ağrıyası yok." Dedim. Gülümsedi. "Ama şuan oyun oynuyoruz." Dediğimde gülümsemesi kayboldu. "Hadi hızlıca sor bitsin şu oyun o zaman Ahu."

"Soğuk mu, sıcak mı?"

"Normalde soğuk ama tam şuan sıcak olsun istiyorum Ahu." der demez sağ göğsümü ağzının içine alıp somurdu. Melih'in bu hareketiyle belim bir yay gibi gerildi. "Melih" diye adını inlediğimde Melih göğsümü serbest bıraktı. Düzene sokmaya çalıştığım nefesimle "Yaz mı, kış mı?" diye sordum.

Melih sen ciddi misin der gibi gözlerini devirdiğinde hoşnutsuz bir ses tonuyla "Kış." Dedi. Melih'in göz devirmesini umursamadan "Bu son soru." Dedim. Melih parlayan ela gözlerini gözlerime çıkarttığında, benim gözlerim çoktan dolmuş ve sol gözümden bir damla yaş yanağıma doğru süzülmüştü.

"İntikamın mı, ben mi?"

BÖLÜM SONU

Loading...
0%