Yeni Üyelik
38.
Bölüm

37. Bölüm

@esranurozer

                                                            

Tuğkan: Unutmak O Kadar Kolay mı sandın
Koray Avcı: Arka Mahalle

Sevmek...

Birinin senden sonsuza kadar vazgeçememesi demekti. Koşulsuzca yanında olması demekti.

Sevmek hiç olmadık birinin hayatında ilk tercih olmayı istemek demekti.

Melih; Yüreğime yangınlar serpen adam. Ela gözleriyle beni yakan adam. Kendine beni mühürleyip cehenneminde saklayan adam...

Melih; Beni ben olmaktan çıkartan adam. Her çıkış yolumun en sonunda beni bekleyen adam. Kaçamadığım. Kaçmaya gücümün yetmediği adam...

Melih; Ateş olan bir adam ve o artık ateşinde yanmak istediğim adam...

Sol gözümden akan yaşı, sağ gözümden akan yaş takip ettiğinde, gözyaşlarım Melih'in koyulaşmış ela gözleri tarafından takip ediliyordu.

"İntikamın mı, ben mi?" diye sorumu bir kez daha yeniledim ve Melih'in koyulaşmaktan artık siyaha dönen gözleri gözlerimi buldu. Aramızda çözemediğim tuhaf bir bakışma geçti. Melih gözlerinin içinde adlandıramadığım bir duygu ile yaşlı gözlerimin en derinine bakarken sertçe yutkundu. Belirginleşen âdem elması boynunda inişli çıkışlı bir yol çizdiğinde gözlerimin odağı gözlerinden boynuna indi.

"Aptal!" dedi Melih inler gibi.

Bakışlarım tekrar gözlerini bulduğunda "Aptal kedi!" diyerek kalçamda duran elini bel oyuntuma yerleştirdi ve beni hafifçe kaldırdı. Şaşkın gözlerim ne yapmaya çalıştığını anlamak ister gibi kocaman açılmışken Melih'in boştaki eli eşofmanının lastikli kısmına gitti ve eşofmanını sıyırarak heybetli erkekliğini çıkarttı. Yuvalarından çıkacak kadar kocaman açılan gözlerimin en derinine bakarak pembe kilotumu parmaklarının yardımıyla kenara çekti. Erkekliğini kadınlığımın girişene yerleştirdi ve birden sertçe içime girdi.

Acıyla "Melih" diye inlemem Melih'in nefes nefese kalmış erkeksi sesine karıştı. "Burnunun ucunu görmeyen aptal kedi!" bel oyuntumda olan eli kalçamı buldu ve beni hafifçe yukarı kaldırıp sertçe bir kez daha içime girdi. Kadınlığımda hissettiğim ölümcül acıyla çığlığım spor odasında yankılanırken, Melih bir kez daha beni kaldırıp sertçe içime girdiğinde daha fazla dayanamayarak ellerimle çıplak omuzlarına tutundum.

Nefesim kesilmek üzereydi ve hala kadınlığımın içinde olan Melih'in erkeliği yüzünden kadınlığım felaket derecede ağrıyor, ateş gibi yanıyordu. Melih'in kesik kesik çıkan nefesi yüzümü yalayıp geçerken gözleri "Sen" diye resmen haykırıyordu.

Gözleriyle beni seçtiğini haykıran Melih'in bana hissettirdikleriyle şuan da ilgilenmiyordum. Ben Melih'in beni seçtiğini bizzat dudaklarından çıkarken duymak istiyordum.

"Söyle" dedim sesimin her bir kırıntısına yansıyan acı dolu şehvetle "İntikamın mı, ben mi?"

Melih kalçamın üstünde duran ellerini çekerek yüzümü kavradı. "Soyadın soyadım olduğu günden beri Sen!" dedi, dudaklarını şefkatle dudaklarıma bastırdı. "Sen tercihlerime çoktandır girmiyorsun Ahu. Sen..." yutkundu. "Sen bu hayatta tek vazgeçemeyeceğim kişisin."

Zaman durdu. Melih'in dudaklarından dökülen her bir kelime kelebek misali kanat çırparak kalbime kondu. Zamanın durmasına inat kalbim deli gibi çarpmaya başladığında, ben çoktan iki çift ela gözde yandım.

İnsan sadece bakışlarıyla bir inansı öldürebiliyor veya yaşatabiliyordu. Melih üç yıl boyunca beni bakışlarıyla bile öldürmüş bir adamdı. Şimdi ise o bakışlar beni yaşatıyordu.

Ailemin beni kendi hayatlarında bir yerlere sığdıramayıp benden vazgeçmelerine rağmen intikam diye yeri göğü inleten kocamın vazgeçilmeziydim. Melih, nefret ettiği bir adamdan ve nefret ettiği bir kadından dünyaya gelmeme rağmen bile beni vazgeçilmezi yapmıştı.

Gözümden kendinden bağımsız akan yaşları hiçe sayarak Melih'in omuzlarına baskı uygulayan ellerimi, göğüslerine doğru indirip okşadım. Bu hareketimle Melih önce parmaklarının yardımıyla yüzümdeki yaşları sildi. Daha sonra ellerini tekrardan kalçama indirdi. Hala içimde olan erkekliğini bana hatırlatmak ister gibi içimde kıpırdandı. Gözlerimiz sanki yıllarca birbirine hasretmiş gibi kenetlendi. Kadınlığımda olan acı, şehvet duyguma karıştığında kalçamı kaldırarak onu istediğimi göstermek istedim. Melih ne yapmaya çalıştığımı anlayarak dudağının kenarını haylaz bir tavırla kıvırdı. Yavaşça içimde hareket etmeye başladığında, dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırıp "Hazır mısın?" diye fısıldadı.

"Neye?" diyerek inledim. İçimde büyüyen yangın dilimin ucuna gelen kelimeleri sarf etmeme pek yardımcı olmuyordu.

"Cezanı çekmeye..." sıcak nefesini kulağıma üfleyerek konuşan Melih bütün tüylerimin ürpermesine neden olmuştu. Dudaklarını kulağımın dibinden çektiğinde tekrar göz göze geldik. Melih'in şeytani bir tavırla beni baştan çıkartan gözlerine kayıtsız kalamayarak başımı salladığımda, Melih zafer kazanmış gibi gülümsedi. Ve daha ben ne olduğunu anlamadan iri ellerinin yardımıyla kalçamı kaldırıp erkekliğini içimden çıkarttı. Beklenti dolu gözlerle yüzüne bakarken hızlıca birden içime tekrar girdi.

"Ahh Melih..!" haykırışım spor odasında yankılanırken Melih sert sesiyle fısıldadı. "Bir daha seni hiçe sayan ailen için tek bir gözyaşı bile dökmeyeceksin!"

Çölde susuz kalmış gibi kuruyan dudaklarımı dilimin yardımıyla ıslattım. Konuşmak için araladığım ağzımdan Melih'in yine aynı şekilde sertçe içime girmesiyle kelimeler yerine iniltiler firar etti.

"Senin benden başka hiç kimsen yok!" bir kez daha kadınlığıma işkence çektiren hareketi yaptı. "Sen Ahu Kılıçaslansın! Benimsin..!"

Melih tekrardan kalçamı havaya kaldırdığında omzunda olan ellerimi boynuna sardım. "Yapma!" dedim nefes nefese "Kes beni yarım bırakmayı! Görmüyor musun ne haldeyim?"

Melih dudaklarını omzuma bastırıp birkaç küçük öpücük bıraktı ve kucağında benimle birlikte oturduğu yerden kalktı. Yine beni kucağından indirmeden az önce üzerimde olan ama şuan yeri boylayan geniş siyah kazağı eğilip yerden aldı. Kazağı çıplaklığımı kapatarak üzerime örttü. Melih bütün bunları yaparken ben yarım kalmışlığın etkisiyle neredeyse çıldırmak üzereydim. Melih spor odasının kapısına adımlayıp kapıyı tek eliyle açtı. Parlayan haylaz gözleri gözlerimi buldu.

"Kendi odamızda tamamlanalım karıcığım." Dedi ve ekledi. "Seni biraz evire çevire seveyim." Kıkırdadım. Melih spor odasından tamamen çıkıp merdivenleri tırmandığında bile kıkırdamaya devam ettim. En son kendi odamıza geldiğimizde Melih kapının üstünde duran kilidi iki kez çevirip kapıyı kilitledi. Özenle beni yatağa taşıyıp sırtımın yumuşak zemine değmesini sağladı ve kendisi de üzerimdeki yerini aldı.

İki eliyle kavradığı yüzümde başparmakları hüküm sürerken "Ahu... Güzel karım... "diye fısıldadığında gözlerim kocaman açıldı ve otuz iki dişimi de göstererek sırıttım. "Hani ben çirkindim?" diye sordum ve Melih'in cevap vermesine müsaade etmeden "Sonunda sende kabul ettin güzel olduğumu." Dedim. Otuz iki diş sırıtmaya devam ederek beklenti dolu gözlerle gözlerine baktım. Ama Melih bana cevap vermek yerine dudaklarıma yapıştı.

Bundan sonrası için zaten konuşmaya gerek yoktu. Vuslat vardı. Birbirimizin bedeninde kaybolmak vardı.

***

Sarı askılı şort takım geceliğimin üstüne sütyen giymeden giyindim. Az önce banyoda kuruttuğum saçlarımı serbest bıraktım ve makyaj masamın önünde duran nemlendirici kremden bir parça aldım. Elime yedirmeye çalıştığım kremle giyinme odasından çıktım. Yatağa doğru attığım her adımda göz ardı edemeyeceğim kadar çok sızlayan kadınlığımın ağrısı yürümemi kısıtlıyordu. Yatağın örtüsünü kaldırıp içine girdiğimde otururken bile canım felaket yanıyordu. Bunun tek sebebi ise banyoda duş alan öküz kocamdı.

Spor odasında resmen bana ve kadınlığıma işkence çektirmişti. Sert hareketleri yüzünden bu haldeydim ve bunu bilerek yaptığını da biliyordum. Çünkü dedemin geldiği gün sözünü dinlemediğim için sana bunun hesabını soracağım demişti ve bay kontrol manyağı dediğini de yapmıştı.

Oysa kendi odamıza geldiğimizde dokunuşları o kadar naif, o kadar yumuşaktı ki beni bulutların en üstüne çıkarmıştı. Bir bebeğe dokunur gibi dokunmuş, verdiği hasarları yok etmek ister gibi küçük küçük öpücükler bahşetmişti.

Daldığım o muhteşem düşünce denizinden çıkmama sebep olan şey birden kasıklarıma saplanan kramp tarzında ağrı oldu. Kasıklarımı elimle ovalamaya başladığımda aynı ağrıdan belime de saplandı. Acıyla yüzümü buruşturduğum da Melih belinde beyaz bir havlu ile banyodan çıktı. Göz ucuyla bana baktığında kaşlarını çattı ve birkaç büyük adımda yanıma geldi.

"Ahu" diye seslendi. Nemli eli alnımı buldu. "Neyin var? İyi görünmüyorsun."

Tıpkı onun gibi kaşlarımı çatarak "İyi değilim çünkü."dedim.

"Neden? Dakikalar önce kucağımda kıvranırken gayette iyiydin bebeğim."

"Melih..!" diye çemkirdim.

"Efendim kurban olduğum." Dedi.

Dudaklarında eğlenir bir gülümseme vardı. Onun bu haline gözlerimi devirdim. "İki dakika ciddi olamaz mısın?" diye sitem ettim ve ekledim. "Kasıklarıma ve belime kramp girdi. Bacak aramın nasıl ağrıdığından bahsetmiyorum bile. Öküz gibi sert ve hoyratça hareketlerin yüzünden bu haldeyim."

Melih başını geriye atarak güçlü bir kahkaha attı. "Öküz değil bebeğim aslan diyeceksin." İki avuç içiyle yanaklarımdan tutup alnıma kocaman bir öpücük kondurdu. Gözleri beni baştan aşağı süzdükten sonra iki parmağının arasına burnumun ucunu sıkıştırdı. "Üzerimi giyineyim alırım senin ağrılarını..." dedi imayla karışık gülerek.

"Melih..." diye resmen sinirle inlediğimde Melih odanın duvarlarında yankılanacak kadar büyük bir kahkaha daha attı. "Fesat kedi. Sadece masaj yapacağım." Diyerek arkasını döndü ve giyinme odasına girdi.

Onun bu tavırları beynimde şimşeklerin çakmasına sebep oluyordu. Beni olur olmadık her yerde ve her konuda böyle köşeye sıkıştırmasına sinir oluyordum. Hatta beni benden daha iyi tanıyıp tepkilerimin ne olacağını önceden sezmesine de deli olurdum. İçimden beni sinir ettiğinden dolayı Melih'e küfür etmemek için kendime telkinler veriyorken, aklıma gelen şeyle duraksadım.

Melih'le birkaç kez birlikte olmuştuk ve biz hiç birinde korunmamıştık. Berna'nın benim için aldığı doğum kontrol hapları hala çekmecede duruyordu ama ben onları Melih'le konuşmadan kullanmak istemiyordum. Sonuçta biz evliydik ve ben onun arkasından ikimizin vermesi gereken bir karar için gizli iş çevirmek istemiyordum. Aynı zamanda şuanda bir bebeğe sahip olup olmak istediğimden de emin değildim. Çünkü kendimi bu konuda hazır hissetmiyordum. Ve Melih'in ne düşündüğünü de merak ediyordum.

Hala giyinme odasından çıkmayan Melih'e çekingen bir ses tonuyla "Melih" diye seslendim. Melih giyinme odasından çıkmadan "Evet" diye ses verdi.

"Daha giyinmedin mi? Sana sormak istediğim bir şey var."

Melih giyinme odasının girişine gelip sol eli arkasında duracak şekilde kapıya yaslandı. Gözleri gözlerime odaklanmışken "Seni dinliyorum Ahu." dedi.

Melih'in gözlerinden gözlerimi kaçırıp boğazımı gürültülü bir şekilde temizledim. "Neden orada öyle duruyorsun? Yanıma gelsene."

Melih sol elini arkasından çıkartmadan yanıma doğru yavaşça adımla. Tam önümde durduğunda başını eğerek yüzüme baktı. "Evet, konuş bakalım."

"Ben şey – yani biz." Konuya bir türlü giremediğim için gözlerimi kapatıp iki saniye kadar derin bir nefes alıp verdim. Gözlerimi tekrar açtığımda Melih'in ifadesiz gözlerinin içine bakarak direkt konuştum. "Biz hiçbir birlikteliğimizde korunmadık. Bunun için bir şey yapmamız gerekmez mi?"

"Bunu neden bana soruyorsun ki Ahu? Sen zaten kendi önlemini almışsın."

"Ne..? Anlamadım."

Melih arkasında sakladığı elini çıkarttı; elinde tuttuğu doğum kontrol hap kutusunu gözlerimin içine sokmak ister gibi salladı. "Bu ne Ahu?" sesine yansıyan kızgınlık kırıntısıyla sorduğu soruya cevap vermemi beklemeden konuşmasına devam etti. "Görüyorum ki sen yine kendi başına göre hareket etmiş ve ikimizi ilgilendiren bir meseleye tek başına karar vermişsin. Hayır, çok merak ediyorum artık evli olduğunu ne zaman fark edeceksin? Ne zaman sana sırtımı rahatça döneceğim ben Ahu?"

Melih elinde bana doğru salladığı doğum kontrol hap kutusunu başucumdaki komodinin üzerine fırlatır şeklinde attı. Yüzüne yansıyan hayal kırıklığıyla arkasını döndü ve odadan çıktı. Melih'in odadan çıkmasıyla pişmanlık bir çember gibi etrafı sardı. Melih'in bu olaya böyle tepki vereceğini düşünemeyip o doğum kontrol kaplarını eve getirdiğim için çok pişmandım. Ama görünen oydu ki son pişmanlık bir işe yaramıyordu.

Gözlerim az önce Melih'in çıktığı kapıya kilitlenmişken dizlerimi kendime doğru çekerek kollarımı etrafından doladım ve bir yumak haline geldim. Melih beni odada yalnız bırakıp gidecek kadar bana kırılmıştı. Gözpınarlarıma doluşan yaşlar gözlerimden akmak için savaşırken odanın kapısı açıldı ve Melih içeriye girdi. Gözlerini benim gözlerime değdirmeden ışığı kapattı. Yatağa doğru adımladı, örtüyü kaldırarak içine girdi ve sırtını bana dönerek yattı. Melih'in bana böyle kırgın bir şekilde sırtını dönerek yatmasına dayanamadım ve yatakta kayarak Melih'e doğru uzandım. Arkasından kollarımı kaslı sert göğsüne sardım. Dudaklarımı omzunun üstüne bastırdım ve başımı sırtına yasladım. Melih'in gerilen sırtını hissettiğimde bu kez sırtını öptüm.

"Ben o haplardan hiç kullanmadım Melih. Tamam, bana kızmakta haklısın kabul ediyorum düşüncesizce davrandım ama ben gerçekten hapları kullanmadan önce seninle konuşmak istedim." ellerimle göğsünü okşadım. "Senin ne düşündüğün benim için çok önemli."

Ne bir tepki verdi ne de bir ses.

"Melih..." diye seslendim. Benimle konuşmasını istiyordum. Bir süre daha sessizce bekledikten sonra sıkıntıyla bir nefes verdi.

"O hapları kullanmanı istemiyorum."

Yüzüme yerleşen gülümseme ile "Tamam, kullanmam." Diye yanıt verdim.

"Ben zaten korunmam! Sende korunmayacaksın!"

"Tamam" derken dudaklarımın arsından benden bağımsız bir kıkırtı koptu. Melih birden önünü bana döndü ve elini enseme atarak kendine çekip dudaklarıma yapıştı. Dudaklarını dudaklarımdan çektikten sonra başımı sert göğsüne yasladı. Elleri saçlarımı okşarken "Beni deli ediyorsun Ahu." diye mırıldandı. Onun mırıltısına cevap olarak verdiğim şey ise dudaklarımın tam kalbinin üstüne konmasıydı.

***

Asfalt yolda ki beyaz şeritler arabanın hızıyla gölge gibi altımızdan kayıp gidiyordu. Şansımıza trafik oldukça durgundu ve bu Melih'in dudaklarından firar edecek küfürleri engelmiş oluyordu. Gözlerim ara sıra sigara içen Melih'e kaysa da genel olarak camdan dışarıyı izliyordum.

Sabah uyandığımızda kahvaltı yaparken Melih dedemin anlattığı hikâyeyi birde Füsun Hanımdan dinlemek istediğini ve kendisi Füsun Hanımla konuşurken benimde yanında olmamı istemişti. O an bir gaflete düşerek bu fikri kabul etmiştim ama şimdi aynı fikirde değildim. İçim hiç rahat değildi ve ben sanki duymak istemeyeceğim bir şey duyacakmışım gibi hissediyordum.

Araba Mehmet abinin iki katlı evinin bulunduğu caddeye girdiğinde, yerimde kıpırdandım. Mehmet abi Füsun Hanımı babamın ceza evine girdiği gün kendi evine zorla kapatmıştı. Bu durumdan ne Tunç'un ne de Tekin'in haberi vardı. İki kardeşte sorumsuzlukta çığır aşmış ve bir kez bile annelerinin nerede olduğunu sormamıştı. Hatta o kadar ki evden çıkmadan önce Melih'in telefonuyla Tunç'u aramış Füsun Hanımı sormuştum. Onun bana verdiği cevap ise resmen beni şok etmişti. Annem bir arkadaşıyla tatile gitti demişti. Aslı ile nişanlandıktan sonra Tunç çok değişmiş, içinden başka bir karakter çıkmıştı.

Araba sonunda Mehmet abinin evinin önünde durdu Melih kontağı kapatıp arabadan indi ve hemen arkasından bende indim. El ele eve ilerleyip kapıyı çaldık.

Kısa bir süre sonra kapıyı Mehmet abi açtı ve Melih ile erkekçe selamlaştıktan sonra bizi içeriye davet etti. Salona girdiğimizde gözlerimin odağını ilk olarak bahçeye bakan boydan boya cam duvar çekti. En son bu eve geldiğimizde babam Füsun Hanım ve Mehmet abiyi basmış, ikisini öldürmek istemişti ama ne olduysa ev birileri tarafından kurşunlanmış o kurşunlardan biri Füsun Hanıma isabet ederken diğeri Melih'e isabet etmişti. O zaman paramparça olan cam duvar şuan tekrardan sapasağlam karşımda duruyordu.

"Ahu" diye elimden çekiştirerek bana seslenen Melih sayesinde geçmişten günümüze döndüm. Gözlerim salonda gezintiye çıktığında lacivert üçlü koltukta oturan Füsun Hanımda durdu. Füsun Hanımla kesişen gözlerimiz nedeniyle ikimizin de yutkunmasına sebep oldu.

Melih'le birlikte Füsun Hanıma doğru bir adım attık Füsun Hanım ayağa kalktı. Bir adım daha attığımızda Füsun Hanım dudaklarını iki yana kıvırdı. Bir adım daha attık ve Füsun Hanım "Ahu hoş geldin." Dedi. Sesi babamın karısı Füsun Hanım gibi değildi. Sesi Tunç ve Tekin'in annesi gibi değildi. Sesi normal bir insanla konuşur gibi de değildi. Füsun Hanımın sesi yıllarca beklediği bir parçasına kavuşan bir kadının sesi gibiydi. Açık kahverengi gözleri parlaktı. Hatta öyle bir parlaktı ki yıldızsız bir gecede tek başına görünen yıldız gibiydi.

"Hoş buldum..." diye mırıldandım. Sesimin nereye kaçtığını bilmiyordum. Dudaklarımdan çıkan kelimeler benim kendi kulağıma bile zor ulaşmıştı. Melih'in yardımıyla ikili lacivert koltuğa yan yana oturdum ve hemen karşımızda bulunan tekli koltuğa da Mehmet abi oturdu. Sessizce bir süre Füsun Hanımın gözlerinin beni süzmesini izledim daha sonra Füsun Hanım bir anda ayağa kalktı "Ben içecek bir şeyler getireyim." Diyerek salondan çıktı. Yaklaşık üç dakika kadar sonra elindeki tepsiyle salona girdi. Yeşil renkli kupa bardaklarını Melih'le bana uzatırken aynı anda da konuşuyordu "Ben bitki çayı demlemiştim. Sinirlere çok iyi geliyor. İnsanın başının ağrısını da alıyor." Kupa bardağın birini Mehmet abiye uzattı, diğerini de kendisi aldı. "Hem zaten geçen bir haberde okumuştum bitki çayı sağlığı da çok iyi etkiliyormuş." Dedi. Durmadan konuşuyor kendini ifade etmeye çalışıyordu. Stres yapmıştı ve bunu Melih fark ederek araya girdi.

"Füsun Hanım sakin olun lütfen."

Füsun Hanım derin bir nefes aldı. Dudaklarını gerginlikle iki yana kıvırdığında gözünden bir damla yaş aktı. "Ben..." dedi ve duraksadı. Yaşlar yanaklarından bir bir akarken gözlerini gözlerime dikti. "Ben bir an önce anlatıp kurtulmak istiyorum." Dediğinde Mehmet abi Füsun Hanımın yanına gelip kolunu sıvazladı. Füsun Hanımın gözleri beklenti dolu bakışlarla gözlerime bakarken başımı anlatması için olumlu anlamda salladım.

Bulunduğumuz ortamda derin bir sessizlik oldu. Füsun Hanım sustu. Bizde sustuk. Ben Füsun Hanımın konuşmasını beklerken, sanırım Füsun Hanımda benim ona soru sormamı bekliyordu. Ama ben şuan araftaydım ve bir şey sormayı bırak nefes alırken bile zorlanıyordum. Bunu fark eden Melih "Füsun Hanım rahatlayın ve neler yaşandığını anlatmaya başlayın." Dedi. Füsun hanım derin derin nefesler aldı ve anlatmaya başladı.

"Ben annem ve babamın yüzünü bile hatırlamıyorum. Canan'ın babası yani amcam bana sahip çıktı. Allah razı olsun ondan. Bana baktı kızından ayırt etmedi. Çok fakirdik ilk parasızlık susturdu beni. Sonra büyüdüm Ökkeş baba gençliğimi alarak susturdu beni. Sonra Cevdet'in işkenceleri susturdu. Çocuklarım doğdu onlar beni susturdu. Ben birileri tarafından hep susturulan oldum.. O yüzden konuşmam biraz zor oluyor. Kusura bakmayın." Dedi. Bitki çayından bir yudum aldı.

"Neyi merak ediyorsunuz?" diye sordu.

"Her şeyi." Dedi Melih ve ekledi. "Canan Hanım, Ahu ve sizin hakkınızda olan her şeyi anlatın. Hiçbir detayı atlamadan lütfen!"

Füsun Hanım anladığını belirtir gibi başını salladı. Sonra yine sessizliğe büründüğünde kendimi toparlayarak ona cesaret vermek için ilk ben konuştum.

"Annemin sizin eve geldiği ilk günden başlayın Füsun Hanım." Füsun Hanım hissizce gülümsedi.

"Canan bizim eve geldiğinde tıpkı benim ilk İstanbul'a geldiğim gibiydi. Gözü açılmamış bir gonca. İnsanların zalimliğiyle karşılaşmamış yüreği çocuk bir kadındı. Tıpkı benim açılmama fırsat tanımadan kafamı kopartan Cevdet annenin de kafasını koparttı. Ben sadece amcama olan vefa borcumu yengem ve kuzenime sahip çıkarak ödemek istedim. Keşke o günlere geri gidebilme şansım olsaydı inan bana Ahu vefasız kalır yinede yengem ile Canan'ı yanıma almazdım."

"Dedem annemin annesinin birden ortadan kaybolduğunu söyledi. Ona ne oldu."

"Öldü." Dedi ve ekledi. "Cevdet Canan'a şantaj yapmak için yengemi bir depoya kapatmış, yengem orada kalp krizi geçirerek öldü."

"Oruspu çocuğu!" diye mırıldandı Mehmet abi.

Melih avuç içiyle kolumu sıvazlarken, diğer eliyle de uzun saçlarımı okşuyordu.

"Ben sürekli Cevdet'ten şiddet görüyordum. Bu şiddetler rahmetli Fikret Beyin hayatımıza girmesiyle son buldu. Sonra Canan ile yengem bizim eve taşındığında Cevdet Canan'a ilk görüşte âşık oldu. Onun aşkının boyutu çok farklıydı takıntı gibi bir şey. Fikret Bey Canan'ı gördüğünde oda tıpkı Cevdet gibi âşık oldu. Canan'da Fikret Beye âşık oldu."

Melih kolumu sertçe sıktığında dudaklarımın arasından "Ahh" diye bir inilti çıktı. Melih yaptığının yeni farkına vararak şaşkın gözlerle koluma baktı ve dudaklarını sıktığı yere bastırdı. "İyi misin bebeğim." Dedi endişeli bir ses tonuyla. Sanırım annemin dayısına âşık olduğuna inanmamış ve bu durumdan rahatsız olmuştu. İyi olduğumu belirtmek ister gibi başımı aşağı yukarı salladım. Gözlerim tekrardan Füsun Hanıma döndü. Füsun Hanım bitki çayından sıcaklığına aldırmadan birkaç yudum aldı. Ve kaldığı yerden anlatmaya devam etti.

"Cevdet bir oyun kurdu. Bu oyuna zorla Canan'ı dâhil etti. Ona itiraz edemiyorduk etmeye kalkıştığımızda beni çocuklarımla, Canan'ı annesiyle tehdit ediyordu. Cevdet köşe bucak Canan'ı sıkıştırıyor onu taciz ediyordu. Fikret Bey Canan'a evlenme teklifi ettiğinde Canan'la bir karar aldık ve bu oyunu Fikret Beye söyleyecektik. Hem Canan kurtulacaktı hem de ben. Ama Cevdet kıskançlık krizine girdi. Resmen gözü dönmüştü. Bir gece..." birden hıçkırıklara boğuldu. Ağlamalarının arasından zar zor konuşarak "Benim bütün engellemelerime rağmen beni odaya kilitleyip Canan'a tecavüz etti."

Hissettim... Ta saç diplerime kadar annemin acısını hissettim. Maruz kaldı şeyin ne kadar zor olduğunu hissettim. Dünya şimdi olduğu gibi yirmi yıl öncede zalimdi. O kadar zalimdi ki iki yaralı kadının çığlığına sağır olmuştu.

"O günün sabahında Cevdet beni kilitlediği yerden çıkarttığın da hiç düşünmeden mutfağa gidip elime bıçak aldım onu öldürecektim. Ama gücüm yetmedi Cevdet beni öldüresiye dövdü. Canan yaşadığı bu şeyden sonra her şeyi bitirmişti. Fikret Beye her şeyi anlatacak gerekirse Fikret Beyin silahından çıkan bir kurşunla ölecekti ama yinede bu oyunu bitirecekti. Fikret Bey yurt dışındaydı onun gelmesine ise bir ay kadar bir zaman vardı. Canan Fikret Beyin gelmesine bir hafta kala şüphesi üzerine hamilelik testi yaptı ve olumlu sonuç çıkınca resmen kafayı yedi."

"Ne.!?" Mehmet abi, Melih ve benim dudaklarımdan çıkan sadece bu kelime oldu. Üçümüzde şaşkındık. Mehmet abi "Yani şimdi Ahu..." dedi ve sonunu getiremeden sustu. Füsun Hanımın ağlaması şiddetini arttırdığında aldığı zar zor nefeslerle konuştu.

"Üzgünüm... Ben çok üzgünüm... Ahu sen tecavüzden dünyaya gelen bir çocuksun!"

Duyduklarımdan dolayı vücudum elektrik akımına kapılmış gibi titrediğinde yanı başımda ağza alınmayacak küfürler eden Melih'i duyamıyordum. Aklım, kalbim hatta bütün hücrelerim annemin bu acıya nasıl dayanıp da beni doğurmasını sorguluyordu. Annemin yaşadığı acılar benim acıma eklenip bir bir gözümden yaş olarak düşmeye başladığında Melih tarafından sıkı sıkıya sarmalandım. Ben ağladıkça Melih saçlarımı okşadı. Ben ağladıkça Melih kulağıma özürler fısıldadı. Ben ağladıkça Melih beni daha da sıkı sardı.

Ağlamaktan dolayı bitap düşen bedenimi Melih'in kollarından ayırdım ve Füsun Hanımın gözlerinin içine bakarak "Anlatmaya devam et." Dedim.

"Canan bebeği aldıracaktı kesin kararlıydı. Merdiven altı bir yer ayarladık. Canan'la birlikte oradaki doktora gittik ve Canan tek başına tetkitler için odaya girdi. Geri çıktığında ise bebeği aldırmaktan vazgeçtiğini söyledi. Hala bunu neden yaptığını anlayamıyorum. Cevdet bebeği öğrendi. Yengemi kaçırdı ve Canan'ı Fikret Beye o iğneyi yapması için zorladı. Canan mecburen bunu yaptı ama sonuç kötü oldu. Yengem öldü. Fikret Bey öldü. Sonra Canan ve Cevdet bir anlaşma daha yaptılar ne olduğunu bilmiyorum. Canan İstanbul'dan gitti ve Cevdet'ten kurtuldu."

Mehmet abi "Tamam yeter anlatma artık." Diye sitem ettiğinde Füsun Hanım konuşmaya devam etti.

"Canan Fikret Beyin ona aldığı bütün değerli eşyaları sattı ve sırf kendine eziyet etmek ister gibi Fikret Beyin en sevdiği şehir Bursa'da yaşamaya başladı. Biz ara sıra konuşuyorduk ama Canan bu konuşmalarımızı önce ayda bire sonra yılda bire düşürdü. Zaten sonrada bir daha benimle iletişime girmedi."

"Yeter Füsun!"

"Yetmez! Ben kalpsizmişim gibi yaşamaya başladım. Vurdumduymaz oldum. Ben bir kız babası tarafından nasıl sevilir bilmediğim gibi kocası tarafından sevilen bir kadın nasıl olunur onu da hiç bilemedim." Mehmet abiyi iki eliyle göğsünden itti. "Ben beni sevdiğini düşünerek sevmenin ne olduğunu yaşadığım adamın oyunun geldim!" diye bağırdı.

"Özür dilerim Füsun. Milyonlarca kez özür dilerim. Sikik sikik davrandım. Allah benim belamı versin!"

"Versin!" diye çıldırmış gibi bağırdı Füsun Hanım. Mehmet abi Füsun Hanımı kollarının arasına aldığında onun gözlerinden pişmanlık gözyaşları akarken benim gözlerimden iki tane hayatı mahvolmuş kadın için yaş akıyordu. Bu kadınlardan biri benim annem diğeri ise Füsun Hanımdı.

Kadın olmak zordu. Kendini adam sanan erkeklerin içinde kadın olmak zordu.

Tecavüze uğrayıp, tecavüzcüsünden çocuk doğurmak zordu.

Babasından görmediği sevgiyi kocasında arayıp aradığı sevgiyi bulamayıp şiddete maruz kalmak zordu.

Çocuk yaşta çocuk sahibi olmak zordu.

Kadın olmak gerçekten zordu.

***

Füsun Hanımın geçirdiği küçük çaplı krizden sonra Mehmet abi de kötü olmuştu. Neyse ki Füsun Hanım kendini çabuk toparlamış, hatta hepimizi dehşete düşürerek bize kendi elleriyle yemek bile hazırlamıştı. Yemek yedikten sonra Melih ve Mehmet abinin telefonları çalmış onları şirkete çağırmışlardı. Melih ile Mehmet abi evden çıktıklarında, bizde Füsun Hanımla masayı topladık. Füsun Hanım elinde çay bardaklarıyla salona geçince bende bulaşık makinesini çalıştırıyordum. Tam mutfaktan çıkacakken dış kapının zili çaldı "Ben bakıyorum." Diyerek salona doğru bağırıp kapıyı açtım. Kapının önünde kimseyi göremeyip kapıyı tam kapatacakken kapı biri tarafından sertçe itildi. Kapının sertçe itilmesiyle sendeleyen bedenim yeri bulduğunda görüş açıma kırmızı görmüş boğa gibi çıldıran dedem girdi.

"Kapıyı sertçe kapattı ve evi inletecek şekilde "Nerede o kahpe Füsun!" diye bağırdı. Benim yerde olduğumu önemsemeden salona doğru ilerledi. Hemen ayağa kalkıp "Dede git buradan!" diye bağırdım. Dedem beni dinlemedi ve salona girdi. Bende hemen dedemin arkasından girdim. Füsun Hanım korkulu gözlerle ayakta dikilmiş dedeme bakıyordu.

"Seni rezil sürtük! Sen benim oğlumu nasıl düşmanıyla boynuzlarsın?"

"Dede kes şunu!" diye araya girdiğimde dedem "Sen karışma sende küçük sürtüksün!" belinden çıkarttığı silahı bana doğrulttu ve silahın ucuyla Füsun Hanımın olduğu tarafı göstererek "Sende geç şöyle çabuk!"

Füsun Hanım korkuyla ağlamaya başladığında ben dehşetle açtığım gözlerimle dedemin dediği gibi Füsun Hanımın yanına ilerledim. Dedem elinde tuttuğu silahın ucunu bize doğru doğrultmuşken gözü resmen dönmüştü.

"Dede yapma! Bak Melih'ler gelmeden git buradan."

Dedem dalga geçer gibi gülümsedi. "Ulan benim oğlum ceza evinde. Torunumun elinden avukatlık görevi alınmış. Karısı onu düşmanla boynuzlamış. Melih bu saatten sonra gelse ne yazar?"

"Eski karısı!" diye bağırdı Füsun Hanım." Ben Cevdet'in eski karısıyım!"

"Kes sesini sen kahpe! Seni öldüreceğim. Oğlumun namusunu kirlettin ben seni öldürüp namusunu temizleyeceğim!"

"ÖLDÜR! Hiç durma! HADİ ÖLDÜR!"

"Dede sakın... Sakın yapayım deme." Elimi dedeme durması için kaldırdığımda dedem bir canavarı andıran mavi gözlerini gözlerime değdirip geri çekti ve Füsun Hanımın açık kahve yorgun gözlerine baktı. Elindeki silahın emniyet kilidini açtı. Füsun Hanımın gözlerinin içine bakarak benim "Hayır" diye haykırmalarımın arasında silahı ateşledi.

Çığlığım tek bir el silah senine karıştığında Füsun Hanım önce dizlerinin üstüne çöktü ve daha sonra zayıf bedeni yan bir şekilde kahverengi ahşap zemine düştü. Bej rengi tişörtünde tam kalbinin üzerinde akmaya başlayan kan ahşap zemine doğru süzüldüğünde Füsun Hanım gözlerini yavaşça kapattı.

Hızla yanına gidip dizlerimin üzerine çöktüm. Füsun Hanımın kalbinin üstüne elimi bastırıp uyanması için çığlık çığlığa bağırırken Füsun Hanım hiçbir yaşam fonksiyonu vermiyordu.

Kalbe isabet eden tek bir kurşun iki çocuk annesi gençliği elinden alınan bir kadının kalbine isabet etmişti. Hayatını çalan adam kendi oğlu için yıllarca eziyet gören kadını tek bir kurşunla yere yıkmıştı.

"Yardım et! Hastaneye götürelim!" diye dedeme bağırdığımda aynı anda da gözlerim telefonumu arıyordu. Füsun Hanımın başını yere yavaşça koyup ayağa kalktığımda arkamı döndüm ve dedemin burnumun ucuna soktuğu silahla karşı karşıya geldim.

"Üzgünüm Ahu sende ölmelisin!"

Gözlerimi kapattığımda, duyduğum en son şey ise bir el silah sesiydi.

BÖLÜM SONU

Loading...
0%