@esranurozer
|

Burkay: Durduramadım Gitti Yârim Acı, endişe, korku. Hissettiğim tam anlamıyla buydu. Gözlerim kapalıyken duyduğum silah sesine paldır küldür sert ayak sesleri ve sol kolumda omzumun hemen altında hissettiğim acı karıştı. Gözlerim hala kapalıydı ve ben bir uğultu gibi gelen seslerden dolayı gözlerimi açmaya cesaret edemiyordum. "Kadına bakın yaşıyor mu?" taş plaktan çıkar gibi çıkan sesin tanıdık tınısıyla gözlerimi hızla açtım. Kalbimin atışı öyle hızlıydı ki neredeyse göğsümü delip geçecekti. Korku bir canavar misali saklandığı yerden çıkmış ve beni kollarıyla sarmalamıştı. Gözlerim sanki yıllarca kör kalmışım gibi etrafı taramaya başladığında, endişe kırıntıları damarlarıma çoktan işlemişti. Gözlerimin odağına giren siyah maskeli adamlar oldukça kalabalıktı. İki tanesi hemen karşımda dudağından ve burnundan kan akan dedemi yüz üstü yatırmış ve onu etkisiz hale getirmişlerdi. Kapının girişinde bekleyen iki siyah maskeliden biri sürekli konuşandı. Diğeri ise burada bulunan maskeliler gibi gözlerine lens takmayı değil de siyah aynalı bir gözlük takmayı tercih etmişti. Bakışlarımı onların üzerinden çekip hemen ayaklarımın dibinde yerde ölü gibi yatan Füsun Hanıma çevirdim. Füsun Hanımın da başında iki maskeli adam vardı ve biri Füsun Hanımın yaşayıp yaşamadığını kontrol ediyor, diğeri de hemen başında bekliyordu. "Durum ne? Yaşıyor mu?" diye konuşan maskeli adamın sorduğu sorunun cevabını bende deli gibi merak ediyordum. Aynı zamanda da Füsun Hanımın ölmemesi için içimden dualar ediyordum. Bakışlarım Füsun Hanımı kontrol eden maskeli adamın üzerinde sabitlenmişken maskeli adam Füsun Hanımın öldüğünü belirtmek ister gibi başını salladı. Başımı hızla iki yana sallayarak "Hayır..." dedim. Dizlerimin üzerine çöktüm. Beyaz teni soluklaşan Füsun Hanıma yaklaştım ve vakit kaybetmeden kan akan göğsünün üzerine elimi bastırdım. "Hayır! O ölmedi!" tam kalbinden akan oluk oluk kanlar çoktan elime bulaşmış, elimle bir bütün olmuştu. "Ne olur yardım edin hastaneye götürelim." Diye feryat ettim. "Ahh..." inleyen dedemin sesi benim feryadıma karıştığında bakışlarım histerik bir hareketle dedeme döndü. Maskeli adamlardan bir tanesi dedemin karnına durmadan tekme atıyordu ve bu dedemin acıyla inlemesine sebep oluyordu. Bakışlarımı hızla dedemden çektim ve tekrar Füsun Hanıma çevirdim. "Lütfen..." dedim "Ne olur yardım edin." İçeride bulunan altı maskeli adam beni duymazdan geldi. Füsun Hanımı ise ölmezden geldi. Maskeli adam "Yeter bırak Ökkeş'i" dedi zar zor anlaşılan sesiyle "Kızı kaldırın ölen kadının başından!" Füsun Hanımın başında bekleyen iki maskeli adam cansız bir varlıkmışım gibi beni sertçe kollarımdan tutarak ayağa kaldırdılar. Sol koluma saplanan acıyla inlediğimde "Koluna bakın. Eğer ciddi bir şeyse Melih tek tek ebemizi siker." Dedi. Bakışlarım sol koluma kaydığında, omzumun az aşağısından ellerime doğru akan kanın anca farkına varabilmiştim. Yaşadığım korkudan dolayı vurulduğumdan bir haberdim ve şimdi fark etmemle kolumdaki acılı yangını hissediyordum. Hıçkırarak ağlamaya başladığımda, dedemin başında bekleyen maskeli adam yemek masasının etrafında dizili olan lacivert sandalyelerden birini tek eliyle sürükleyerek yanıma getirdi. Kolumdan tutan adamlar beni sandalyeye oturttular. Bana davranışları öyle sert ve hoyrattı ki zaten acıyan canımın acısını iki katına çıkartıyorlardı. Sandalyeyi getiren maskeli adam sol tarafımda dizlerinin üzerine çöktü ve yaralı kolumu tuttu. Bir süre durum tespiti yapar gibi kolumu inceledi. Daha sonra birden ayağa kalktı ve yemek masasının üstündeki örtüye çekerek aldı. Örtüyü gücünü kullanarak iki parçaya ayırdı ve kısa olan parçayla yanıma doğru ilerledi. Parçayı yaralı koluma sıkıca sarmaya başladığında canımın acısıyla dudaklarımdan "Ahh" nidaları döküldü ama maskeli adam beni umursamadan örtü parçasını koluma sarmaya devam etti. İşi bitince ayağa kalktı ve bakışlarını hala kapının girişinde bekleyen iki maskeli adama dikti. "Kurşun sıyırmış. Ciddi bir şeyi yok." Dedi sesi cızırtılı bozuk bir radyodan çıkar gibiydi. Sürekli konuşan ve her defasında bizim karşımıza çıkan maskeli başını tamam der gibi sallayıp yine başıyla dedemi işaret etti. Kolumu saran adam dedeme doğru ilerledi ve yerde kanlar içinde yatan dedemi başında bekleyen iki maskeliyle ayağa kaldırdı. Hemen sağ tarafımda bir Azrail gibi duran maskeli adam, sanki kaçmam mümkünmüş gibi kocaman siyah eldivenli eliyle sağ omzumu tutmuştu. Durmadan ağlıyor ve korkuyordum. Melih yoktu. Füsun Hanım ölmüştü. Maskeli adamlar ürkütücüydü ve az önce Füsun Hanımı öldürürken erkeklik gösteren dedem şimdi korkak bir fare gibi tırsıyor ve maskeli adamların elinden kurtulmak için çırpınıyordu. "Siz kimsiniz? Bırakın beni..!" diye yalvaran dedemin karnına maskeli adamlardan bir tanesi yumrukla vurdu. Dedem iki büklüm olduğunda kapının girişinde bekleyen maskeli adam anlaşılmamasına rağmen bir kahkaha attı. "Ah be Ökkeş şu durumda bile horoz gibi dikleniyorsun ya bayılıyorum..." dedi. Dedemin dudaklarından iniltiden başka bir ses çıkmazken konuşan maskeli ve hemen yanında duran gözlüklü maskeli dedeme doğru adımladılar. Dedemin tam önünde durduklarında kollarından tutan maskeli adamlar sertçe dedemin başını kaldırdı. Dedemin kandan dolayı zor seçilen yüzünün şekli acıdan dehşete dönüştü. "Si-siz" dedi kekeleyerek "Melih'in bahsettiği maskeli şeytanlarsınız..." "Aferin o kadar darbeye rağmen beynin hala çalışıyor Ökkeş Demir." Dedem "Benden ne istiyorsunuz?" diye korkuyla karışık sitem ettiğinde maskeli adam kahkaha atmaya başladı. Kahkaha atarken çıkarttığı sesin ne kadar ürkütücü olduğundan acaba haberi var mıydı? Baştan aşağıya siyah giyinmişler, gözlerine lens takmışlar ve seslerini değiştirmişlerdi. Melih'in bu adamlara 'Maskeli şeytanlar' diye hitap etmesinin hakkını veriyorlardı. "Biz senden ne isteyebiliriz ki Ökkeş? Ya da şöyle sorayım senin bize verebilecek nevin var ki? Canından başka..." "Ben size hiç bir şey yapmadım!" "Sen..!" dedi elindeki siyah eldiveni düzelterek "Konuşman gereken yerde konuşmadın. Görmen gerekeni görmedin. Duyman gerekeni duymadın. Sorun tam da bu sen gerçekten yapman gereken hiçbir şeyi hakkıyla yapmadın." Eldivenlerini düzelttikten sonra dedemin kollarından tutan iki maskeli adama elini kaldırarak geri çekilmeleri için bir işaret yaptı. Maskeli adamlar dedemin kollarını serbest bırakıp iki adım geriye gitti. "Ölmen gerekiyor Ökkeş Demir!" Gözlerim dehşetle açıldığında, dedem "Hayır..." diyerek başını şokla iki yana sallıyordu. "Bence fazla bile yaşadın." Başını arkaya çevirerek lensli sahte gözleriyle gözlerime baktı ve tekrar dedeme döndü. "Sen şimdi ölmezsen Melih karısının canını yaktığın için önce seni siker! Sonra seni işkenceyle öldürür, en sonda leşini köpeklere yedirir." Dedem koca cüssesine bakmadan ağlamaya başladığında, benim aklım maskeli adamın söylediklerinde takılı kalmıştı. Çünkü buradaki herkes hatta buna bende dâhil olmak üzere Melih'in bu söylenenlerin hepsini, daha da fazlasını yapabileceğini biliyorduk. "Merak etme sen öldükten sonra bütün Türkiye senin hakkında masum gelinini hiç uğruna öldüren namussuz pislik diye konuşacak." Dedi ve kenara çekilerek gözlüklü maskeli adama öncelik verdi. Gözlüklü maskeli tam dedemin önünde durdu. Önce bir eliyle gözlüğünü çıkarttı. Daha sonrada arkasından gördüğüm kadarıyla maskesini yarıya kadar indirdi. Maskeli adamın maskesini yarıya kadar indirmesiyle dedem bir adım geriye doğru sendeledi. Mavisine kırmızılık bulaşan gözlerini kocaman açtı. İşaret parmağını maskeli adama doğru uzattı. "Se-sen" dedi ve hemen ardından maskeli adamın başını sallamasıyla arkada bekleyen maskeliden biri dedemin başının sol tarafına silahı dayayıp ateşlemesi bir oldu. Benim çığlığım solanda yankılanırken, dedem gürültüyle yere düştü. Mavi gözleri açıktı ve başından çenesine doğru kanlar akıyordu. Çıldırmış gibi bağırarak oturduğum yerden kalkmaya çalıştığımda sağ omzumdan beni tutan maskeli adamın engeliyle karşılaştım. Yerimde duramıyor çırpındıkça çırpınıyordum ama elime hiçbir şey geçmiyordu. "Neredesin Melih?" diye çığlık attığımda maskeli adam ağzımı kapattı. Bu korkunç adamların yanında tek başımaydım. Bir saat önce dedem tarafından Füsun Hanımın öldürülmesine şahitlik etmiş, yetmemiş dedem tarafından kolumdan vurulmuştum. Maskeli adamlar evi basmış, gözlerimin önünde dedemi öldürmüşlerdi. Yaşadıklarımı kaldıramıyordum. Ağzıma kapatılmış el yüzünden hıçkırıklarım boğazımda düğümleniyor, gözyaşlarım bir sel misali yanaklarımdan akıyordu. Dedemin hala açık olan gözlerini görmeye dayanamayarak başımı eğip gözlerimi kapattım. Bir süre başım yerde gözlerim kapalı bir şekilde ağladım. Hıçkırıklarımı içime ata ata Melih'in gelmesi için dua ede ede ağladım. Birkaç dakika sonra "Kaldır başını!" diye emir içeren ve zor seçilen bir ses duydum. Başımı yerden kaldırmadım sadece gözlerimi açtım. Gözlerimin odağına siyah botlar girdi. Ben başımı kaldırmadığım için bir kez daha "Kaldır başını!" diye emir verdi. Başımı kaldırmadım. Bu durumda şu yaptığım şeyin ne kadar doğru olup olmadığını düşünecek durumda değildim. Tek bildiğim başımı kaldırıp onların o sahte lensli gözleriyle karşılaşmak istemememdi. Daha ben ne olduğunu anlamadan birden sertçe çenemden tutup başımı kaldırdı. Başım bu hareketle geriye doğru eğildiğinde çenemi kopartmak ister gibi tutan gözlüklü maskeli yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Boyu uzundu. Başını eğdiği gibi belini de eğmek zorunda kalmıştı. "Sana kaldır başını dedim! Beni ikiletme!" diye yüzüme doğru tısladı. Uğradığım muameleden dolayı durmaksızın akan gözlerimden iri iki damla daha firar edip çenemdeki elin üstünde durduğunda maskeli adam sanki ateşe değmiş gibi çenemi serbest bıraktı. Bir adım geriye giderek öylece yüzüme odaklandı. Daha sonra elini gözlüğüne uzatarak gözlüğünü çıkarttı. Gözlerime odaklanan bir çift kahverengi gözle karşılaştım. Buradaki maskeli adamlara nazaran sahte lens olmayan gerçek kahverengi gözdü. "Abi..." diye seslendi sürekli konuşan maskeli adam bu sesleniş daha çok uyarı niteliğindeydi. Gözlerini gözlerimden çekmeyen kahverengi gözlü maskeli adam karışma der gibi elini havaya kaldırdı. Az önce bir adım geriye atarak açılan aramızı hızla kapattı. Gözleri gözlerimden uzun koyu kahve saçlarıma kaydı. Gözlerini saçlarımın tabiri caizse her bir telinde gezdirdi. Elini saçlarıma uzatıp tutmak istediğinde başımı geriye çektim ama bu hareketim bile onun saçlarımı ellerinin arasına almasına engel olmadı. "Saçların..." dedi koca ellerinin arasında duran saç tutamıma bakarak "Aynı onunki gibi." "Abi..." "Sus..! Sen bana karışma!" diye arkasında kalan maskeli adamı uyardı. Bakışları tekrar saçlarımı buldu. Bir süre saçlarımda oyalanan gözleri sonunda gözlerimi bulduğunda, saçlarımı serbest bıraktı. Hala dudaklarımın üzerine elini kapatan maskeli adama bir baş işareti yaptı ve dudaklarım serbest kaldı. İçimde biriktirdiğim birkaç nefesi ağzımdan verdiğimde kahve gözlü maskeli adam nefesimi kökünden kesecek sözleri sarf etti. "Başını gövdenden ayırmak istiyorum." O bana öldürecek gibi bakıyor, ben ona korkuyla bakıyordum. "Seni öldürmek istiyorum ama öldüremiyorum. Neden biliyor musun?" başımı bilmiyorum der gibi salladığımda "Çünkü..." dedi ve duraksadı. "Çünkü Melih sana âşık. Senin yaşıyor olmanın tek sebebi Melih." "Be-ben size ne yaptım? Neden? Neden beni öldürmek istiyorsunuz?" "Senin varlığından hoşlanmıyorum. Senin ve etrafındaki gereksiz insanların varlığından hoşlanmıyorum. Melih'in kafasını karıştırdın, onu kendine âşık ettin." Gözleriyle baştan aşağıya beni süzdü. "Tıpkı annen gibisin. Bir erkeği nasıl baştan çıkartacağını biliyorsun!" Kaşlarımı sinirle çattım. "Ben Melih'i baştan çıkartmadım. O benim kocam." Diye çıkıştım. "İşte baştan çıkarttığın için kocan oldu!" en az benim kadar öfkeliydi ve gözleri beni çoktan öldürmüş gibi bakıyordu. "Şuan seni öldürmüyorsam bunu Melih için yapıyorum. Ama eğer Melih'in saçının teli bile senin yüzünden dökülürse seni mahvederim." Geriye çekildi ve gözlüğünü tekrar taktı. Bakışlarını arkasındaki maskeliye çevirdi. Maskeli başını aşağı yukarı salladığında, bana komple arkasını döndü ve solandan çıktı. "Görüşmeyeli nasılsın bakalım kedicik?" diye alayla konuşan maskeliye bakışlarım değdiğinde bana doğru adımladığın gördüm. Yanıma yaklaştığında aramıza birkaç adımlık mesafe bırakarak durdu. Benim arkamda kalan ama maskeli adamın tam karşısında duran saati işaret ederek "Melih ile Mehmet'in buraya yetişmesine iki dakika var." Dedi. Melih'in sonunda geleceğini duyduğumda kalbim sevinçle çarpmaya başladı. Ama bu sevincim "Melih'in geleceğine ciğer görmüş kedi gibi sevindin." Diyerek kahkaha atan maskeli adam yüzünden yarıda kesildi. Gözlerim salon kapısına takılı kaldığında içimden saniyeleri sayıyordum. "Yüz on, yüz on bir, yüz on iki," dış kapı gürültülü bir ses çıkartarak açıldı ve hemen ardından Melih'in "Ahu..!" diye yeri göğü inleten sert sesi duyuldu. Melih'in beni duyması için "Melih..!" Diye çığlık attım. Oturduğum sandalyeden kalkmaya çalıştım ama başımda bekleyen maskeli adam buna engel oldu ve beni sertçe tekrar sandalyeye oturttu. Fazla değil sadece bir saniye kadar sonra Melih elinde silahla salonun girişinde göründü. Hemen onun arkasında ise Mehmet abi vardı ve onunda elinde silah vardı. Melih'in delici gözleri salonda bulunan bu kaosa rağmen ilk benim gözlerimi buldu. Elinde tuttuğu silah bir an sarsıldı ama kendini toparladı. Ela gözlerinin etrafına zehirli yeşiller bulaşmıştı. Sert duran ifadesi daha da sertleşti. Gözlerini gözlerimden çekip etrafı taradı. Önce hemen ayaklarımın az ilerisinde artık ölen Füsun Hanıma baktı. Sonra kendisinin sağ çaprazında kalan ve ölen dedeme baktı. En son gözleri salonda bulunan ve biri bana diğer dördü ise kendisi ve Mehmet abiye silah doğrultan maskeli adamlara baktı. Mehmet abi, Melih'in arkasında kaldığı için içeride ne olup bittiğini tam görememişti. Maskeli adamları gören gözleri Füsun Hanımı görememişti. "Füsun..?" Diye seslendi. Gözlerimden yaşlar tekrar dökülmeye başladığında Melih gözlerini kapatıp geri açtı. Bu kez gözlerinde cehennem ateşi vardı. Bu kez gözleri beni değil başımda bekleyen ve bir eliyle sağ omzumu tutan, diğer eliyle de başıma silah dayayan maskeli adamdaydı. "Eğer..."dedi dişlerinin arasından bir yılan gibi tıslayarak "Karımın omzuna değen o elini hemen çekmezsen senin parmaklarını kökünden kopartıp götüne sokarım!" Maskeli adam elini hızla omzundan çekti. Melih bir adım içeriye doğru arttığında, arkasında kalan Mehmet abiye ne olduğunu görebilmesi için yol açtığını anladım. Melih'in bir adım daha atmasıyla Mehmet abi sonunda tam anlamıyla salona girdi. Gözleri Melih'in aksine ilk Füsun Hanımı değilde içeride bulunan maskelileri buldu. Yerde kanlar içinde olan ve artık ölen Füsun Hanım gözlerinin odağına girdiğinde, içeriye doğru tuttuğu silahlı kolu aşağıya düştü ve bir fısıltıdan farkı olmayan bir sesle "Füsun..." Dedi. Adımları Füsun Hanımın ölü bedenine doğru yol aldığında maskeliler Mehmet abiye engel olmadı. Mehmet abi Füsun Hanımın yanına diz çöktü ve parmak uçlarıyla cansız yüzüne dokunup okşadı. Mehmet abinin elleri Füsun Hanımın kanlar içinde kalan kalbini bulduğunda, dayanamayarak gözlerimi çektim ve Melih'e baktım. Melih ile kesişen gözlerimizle Melih bana doğru bir adım atacakken konuşan maskeli adam silahını Melih'ten çekip bana çevirdi. "Dur orada Kılıçaslan!" Diye ikaz etti. Melih birinden veya birilerinden emir alabilecek en son adam bile değildi ama onun şuan durmasını sağlayan bendim. O silah bana değil kendisini hedef alsa hatta o silah ateş alsa bile emir almaz yapmak istediğini yapardı. Ama silahın ucunda ben vardım ve bu Melih'in elini kolunu bağlıyordu. "Bu ne amıma koyayım? Her delikten siz çıkıyorsunuz. Ve inanın bana bu benim artık hiç hoşuma gitmiyor!" Gözleri yaşlı gözlerimi buldu. "Karımı ağlattığınız için hepinizi delirtene kadar sikeceğim!" Maskeli adam kısa bir kahkaha attı "Ayıp ediyorsun ama Melih." Ayıplar gibi cık cıkladı. "Biz olmasaydık az kalsın dedesi Füsun gibi karını öldürecekti. Allah'tan ufak bir sıyrıkla atlattı ölmeyi." "Ne diyorsun lan sen?" Melih kaşlarını olabildiğince çattı. Gözleri vücudumu talan etmeye başladığından sonunda aradığı yarayı görerek yutkundu. "Ahu iyi misin?" Diyerek bana doğru yaklaşmaya çalıştığında maskeli adam onu bir kez daha "Dur!" Diye ikaz etti. "Sikeceğim ulan sizin gizeminizi. Kimsiniz oğlum siz?" Silahını konuşan maskeliye doğrulttu. "Çek o silahı Ahu'nun üzerinden. Hemde hemen!" Maskeli adam Melih'i dinleyerek silahı benim üzerimden çekti. Başımda bekleyen adamında silahını çekmesinin emrini verdi. Şimdi sadece üç maskeli adamdan biri Füsun Hanımın başında bekleyen Mehmet abiye diğer ikisi ise Melih'e silah doğrultmuştu. "Ahu ile evlendikten sonra aklın karıştı Melih Kılıçaslan. Biz sadece sana yolunu bulmanda yardım ediyoruz. Mehmet evinin önüne bile diktiği adamları iyi seçemiyor. Adamlar yaşlı Ökkeş tarafından nakavt ediliyor. Sen dışardan bakıldığında zırhlı bir hapishaneye benzeyen korunaklı bir ev yaptırıyorsun. Ulan yetmiyor karının elinden telefonu bile alıyorsun ama buna rağmen evde iki kadını yalnız bırakıp gidiyorsunuz. İntikamından uzaklaşıyorsun. Sende Mehmet'de intikamı geri plana atıyorsunuz. Sen normal bir insan değilsin mafyasın mafya!" "Kes sesini piç herif ben ne olduğumu biliyorum!" Evi inletecek kadar yüksek bir sesle bağırdı. "Şu anlaşılmayan siktiğim sesinle konuştuğunun hiç biri doğru değil. Ben intikamı unutmuş değilim. İntikamı alıyorum ve siz bunu çok iyi biliyorsunuz. Düşman mı dost mu olmayan siyah maske takıp kendine gizem katan bir avuç insanları dinleyecek değilim. Anlaşmaya uyun. Karşıma böyle sikik sikik çıkmayı bırakın. Bana yardım edecekseniz uzaktan edeceksiniz. Karıma dokunmadan. Karımın karşına çıkmadan." "Biz" dedi maskeli adam göz ucuyla bana baktı. "Karının karşına çıkmasaydık o çoktan ölecekti ve sende tıpkı Mehmet gibi başında ağlayacaktın." "Doğru konuş!" Melih artık sabrının son noktasındaydı. Kendini zor tutuyor saldırıya geçmek için fırsat kolluyordu. "Niye kedicik hakkında konuşamaz mıyım?" Diye alayla konuşan maskeli adam Melih'in sınırını geçmişti. Melih maskeli adama doğru atıldığında yan tarafında ona silah çeken maskeliler silahın emniyet kilidini açtı. Korkuyla "Melih..." Diyerek oturduğum yerden kalktığımda arkamdaki maskeli adamın saçıma yapışıp beni yerime oturtması ve dudaklarımdan "Ahh..." Diye acılı bir inilti kopması bir oldu. Ne olduysa bu dakikadan sonra oldu Melih konuşan maskeliyi bırakıp saçımı çeken maskelinin üzerine saldırdı. Maskeli Melih'in saldırısıyla yere düştüğünde Melih hiç durmadan maskeliye vurdu. Melih'in bir adam öldürdüğüne ilk kez şahitlik etmiyordum. Ama ben her defasında ilk kez görüyormuşum gibi tepki veriyordum. Çünkü gözlerimin önünde her ne olursa olsun bir insanın ölmesini kaldıramıyordum. Melih beni kollarının arasına alıp saçlarıma sayısız öpücük kondurduğunda bile ben ağlamanın dışında pek birşey yapamıyordum. Kollarım Melih'in iri bedenine bir mengene gibi yapışmışken içinden Rabbime şükürler ediyordum. Melih benim cehennemim olduğu kadar, sığındığım ve beni koruyan tek limanımdı. "Geçti kurban olduğum ağlama artık." Kollarını benden ayırıp kolumu inceledi. "Canın çok yanıyor mu?" Ben daha Melih'e cevap vermeden maskeli adam araya girdi. "Yeter bu kadar." Başıyla sağ olan maskeli adamlardan ikisine bir işaret yaptı. Maskeli iki adam Melih'in öldürdüğü maskeli adamın yanına gelip onu kaldırdılar ve solandan çıktılar. "Şimdi beni iyi dinle Melih Kılıçaslan. Bu olayı biz halledeceğiz hiç kimse Füsun'un Mehmet'in evinde öldüğünü öğrenmeyecek! Herkes kayınbabası tarafından namus cinayeti adı altında öldürüldüğünü ve kayınbabasının da gelinini öldürdükten sonra intihar ettiğini bilecek. Polisler, adli tıp ve otopsi sonucunu biz halledeceğiz." "Füsun'u bırakmam."diye çıkıştı Mehmet abi. Maskeli adamın bakışları Mehmet abiyi buldu. Bir süre sadece Mehmet abiyi izledi daha sonra ise "Ya Füsun'u bırakmayıp cenazesini sen üstlenirsin aşkına sahip çıkarsın. Ya da Melih'i seçerek aşkından vazgeçersin." Melih'in göğsünden başımı kaldırıp Mehmet abiye beklenti dolu gözlerle baktım. Sadece bir an çok kısa bir an Mehmet abinin Füsun Hanıma yaşattıkların hatırına onu seçmesini istedim. Ama Mehmet abi hiç düşünmeden Füsun Hanımdan vazgeçti. Hemde sadece dakikalar önce 'Füsun'u bırakamam' demesine rağmen ondan vazgeçmişti. Sesler uğultu gibi gelmeye görüntüler silikleşmeye başladığında, başımın dönmesiyle kurumuş kanların kapladığı elimle Melih'in gri gömleğini avuçladım. Melih beni düşmemem için sıkı sıkıya tuttu. Kendimi karanlığın kollarına bıraktığımda son duyduğum ses "Ahu..." oldu. *** Etraf zifiri karanlık ve sisliydi. Gökyüzünde durmadan çakan şimşekler birazdan yağacak yağmurun habercisiydi. Üzerimde kırmızı uzun bir elbise ayağımda ise sıradan siyah terlik vardı. Bir labirenti andıran dar sokaklardan nefes nefese koşarak geçiyordum. Neden koştuğumu ve neden bu bilinmedik sokaklarda olduğumu bilmiyordum. Sadece koşuyordum. Sokağın sağına döndüğümde birden kendimi bir evin içinde buldum ve her yer aydınlandı. Şaşkınca etrafa bakındığımda küçük bir kız çocuğunun ağlama sesini duydum. Adımlarımı sesin geldiği yöne attım. Önüne gelen beyaz ahşap kapıyı açtım. Açılan kapıyla gördüğüm şeyle kala kaldım. Çünkü ağlayan küçük kız bendim benim altı yaşım. Üzerimde mavi bir okul önlüğü vardı ve durmadan ağlıyordum. Adımlarımı küçüklüğüme doğru attığımda annem benim girdiğim kapıdan içeriye girerek yatağın üstüne oturdu. "Ahu kızım ağlama üzülüyorum bak." "Bana ne ağlayacağım işte. Ağlamaktan gözlerim çıksa bile ağlayacağım." Küçük yaşından dolayı kelimeleri tam telaffuz edemeyen küçüklüğüm başını yastığa gömdü. Annem eliyle saçlarını okşamaya başladığında birden başını kaldırıp boncuk boncuk akan gözyaşlarıyla annemin yüzüne baktı. "Neden benim adımı Ahu koydun anne? Ben bir daha okula gitmeyeceğim. Ece benimle dalga geçti. Senin adın babaanne adı dedi. Onun babaannesinin de adı Ahu'ymuş. Sen neden bana babaanne adı koydun?" Annem, kollarını uzatıp, tek hamlede küçük Ahu'yu kucağına oturttu. Saçlarını şefkatle okşayıp gözyaşlarını sildi. Tek tek yanaklarını öptü. "Benim güzel kızım babanın en sevdiği isim Ahu bu yüzden senin adını Ahu koydum." Dedi. Küçük Ahu'nun gözleri ışıltıyla parladığında, bu saçmalığa son vermek için elimi uzattım ama onlar birden yok oldu ve önümde başka bir kapı belirdi. Kapıyı açtım bu kez babamın evindeki mutfaktaydım ve yirmi yaşındaki Ahu babasına kahve yapıyor. Babam ise yemek masasında oturuyordu. Bu anı hatırlıyordum. Yirmi yaşım yaptığı kahveyi babamın önüne bırakıp karşısına geçti. "Baba" diye seslendi ve ekledi. "Sen en çok Ahu ismini seviyorsun değil mi? Annem benim adımı bu yüzden Ahu koymuş." Babam kahvesinden bir yudum aldı. Gözleri telefonundayken "Hayır, ben bir kızım olsa ismini Eylül koymak istiyordum." Dedi. Yirmi yaşımın binbir heyecanla sorduğu sorunun cevabından sonra binbir parçaya bölünmesini şimdiki halimle izledim. Yirmi yaşım masadan kalktığında etraf birden karardı. Karanlık beni içine doğru çekerken, önümde bir kapı daha belirdi. Hiç düşünmeden o kapıyı açtığımda; bu kez annemle kahvaltı yapan on yaşımla karşılaştım. Annem sürekli ekmeğime elma reçeli sürüyor ve benim önüme koyuyordu. İlk kez çay içecektim ve içine kaç tane şeker atmam gerektiğini hesaplıyordum. On yaşındaki Ahu karar veremeyerek "Anne babam çayına kaç şeker atıyordu?" Diye sordu. Annem elini havaya kaldırıp iki parmağını gösterdi. "İki şeker." Dedi. O zamanlar mutlu bir şekilde çayına sırf babası iki şekerli içiyor diye iki şeker atan on yaşındaki Ahu'yu hüzünle izledim. Çünkü babam asla çayına şeker atmıyor, kahvesini orta şekerli içiyordu. Ve bunu on yaşındaki Ahu bilmiyor koşulsuzca annesine inanıyordu. Yine bir rüyanın içindeydim yine rüyam beni geçmişim ve geleceğimle karşılaştırıyordu. Bakışlarım annemin gülen yüzünde takılı kaldığında on yaşındaki Ahu "Anne ben büyüyünce Levent'le evleneceğim."dedi çayından bir yudum aldı ve tadından pek hoşlanmayarak yüzünü buruşturdu. "Levent'i seviyorum çünkü onun gözleri tıpkı babamın gözleri gibi renkli." Annemin gülen yüzü yavaşça soldu kendi tabağını eline aldı "Senin babanın gözleri renkli değil kızım. Senin babanın gözleri tıpkı senin gözlerin gibi kahverengi." Dedi ve masadan kalktı. On yaşındaki Ahu annesinin renkleri tam bilmediğini düşündüğü için onu pek umursamadı. Sonuçta annesinin ona söylediği ilk yalan değildi bunu tıpkı benim gibi yaşayarak öğrenecekti. Birden etrafımdaki herşey dönmeye başladığında kendimi ilk kez para istemeye babamın evine gittim günde buldum. Sonra yanağımda babamın tokadını hissettim. Melih'in beni dopaya götürüşü, Mehmet abinin beni ormanın ortasında bırakması, nişandan kaçıp Melih'e yakalanmam, sadist bir adam tarafından saldırıya uğramam, Melih'in vurulması ve en son dedemin Füsun Hanımı öldürmesi bir bir gözümün önünden geçti. Etraf tekrardan zifiri karanlığa gömüldü. Karanlığın ortasında güçlü bir ateş belirdi. Kırmızı elbisemin eteğinin ucu yerde sürünüyordu ve benim yürümemi zorlaştırıyordu. Ateşe yaklaştım, yaklaştım ve yaklaştım. Ateş birden söndü ve karşımda Melih belirdi. Öyle bana bakıyordu "Gel" dedi sesi geceyi yok edecek güçlükte güzeldi. Bir adım ona doğru atmamla sağ ayak bileğimde bir kelepçe hissettim. Durmadım bir adım daha attım ve aynı kelepçeden bu kez sol el bileğimde hissettim. Son adımı atıp Melih'in kollarının arasına girdiğimde geniş kelepçe ikimizin bedenini sardı. Gerçeğimde bana kendinden başka bir seçenek sunmayan Melih rüyamda bile beni kendine mühürlüyordu. İyi değildim. Hatta o kadar kötüydüm ki Melih'in sorusunun cevabını vermek bile istemiyordum. "Annemi görmek istiyorum." Dedim ve ilk önce Melih'in göğsünden kalktım. Daha sonrada yataktan kalktım ve giyinme odasına girdim. Üzerimde olan askılı pijama takımımı çıkartma gereği duymadan dolaptan aldığım uzun hırkayı üstten giydim. Giyinme odasından çıktım. Yatakta hala düşünceli bir şekilde oturan Melih'e hitaben konuştum. "Boş bir not defteri ve kalem ayarlayabilir misin bana?" Melih başını salladığında banyoya girdim yüzüme bir kez bile aynada bakmadan yıkadım. Banyodan çıktığımda Melih elinde sarı kaplı küçük bir not defteri ve mavi kalemle beni bekliyordu. Melih'in yanına ilerleyip not defterini ve kalemi elinden aldım. Odadan çıkarak annemin odasına ilerledim. Melih'in de benim arkamdan geldiğini hissediyordum. Annemin odasının kapısını açtım ve içeriye girdim. Melih içeriye girmek yerine kapı girişinde beklemeyi tercih etti. İçeriye girer girmez annemin acı kahve gözleriyle karşılaştım. Uzunca bir süre annemin yanına gelmediğim için üzüntüyle çökmüştü. Göz altları çukurlaşmış zayıf bedeni daha da zayıflamıştı. Mutluluk ve beklenti dolu gözlerinden yaşlar akmaya başladığında adımlarımı hızlandırdım ve yatağın ucuna çökerek başımı karnına yasladım. "Nasıl yaptın?" Diye sordum. Göz yaşım annemin karnına damladığında "Nasıl beni karnında taşıyabildin? Nasıl beni doğurdun anne?" Annemin şefkatli ellerini saçlarımda hissettim. Bu şefkat ilk kez benim canımı çok yaktı. Hıçkırıklarım durdurulamaz bir hal aldığında başımı annemin karnından çektim. "Nasıl tecavüze uğradığın adamın çocuğunu doğurdun. Sen nasıl sevdin beni anne?" Annemin acı kahve gözleri şokla açıldı başını hayır der gibi iki yana salladı. Elleriyle yüzümü kavradı. Yanaklarıma öpücük bırakıp küçücük bedenine rağmen beni göğsüne yapıştırdı. Dudakları saçlarımın üzerine konduğunda, kolları beni sıkı sıkıya sarıyordu. Güçlükle annemin kollarından çıktım. Elimdeki not defterini ve kalemi anneme uzattım. "Şimdi ben sana soracağım ve sende bana yalansız bir şekilde cevap vereceksin." Annem not defterini eline aldı. İlk sayfayı açıp daha ben soru sormadan bir şeyler yazdı ve defteri bana uzattı. "Sen tecavüzden dünyaya gelmedin kızım." "Herşeyi biliyorum anne babamın sana ne yaptığını, Füsun Hanımı, annene ne olduğunu herşeyi biliyorum." Bakışlarım Melih'i buldu. Melih yanındayım der gibi gözlerini kapatıp açtığında, ondan aldığım cesaretle hem annemi hemde Melih'i şoka uğrayacak soruyu sordum. "Bana yıllarca anlattığın baba figürü Fikret Yıldırım'mıydı?" BÖLÜM SONU Merhaba ballı çöreklerim nasılsınız bakalım? Ben çok iyiyim umarım sizde iyisinizdir 😊 |
0% |