@esranurozer
|

Sertab Erener: Mecbursun "Bana yıllarca anlattığın baba figürü Fikret Yıldırım'mıydı?" Beynimi kemiren soru, fütursuzca dudaklarımdan döküldüğünde gözlerim annemin şaşkınlıkla dumura uğrayan yüzünde asılı kaldı. Melih hemen odanın kapı pervazına yaslanmış ve o da en az annem kadar şaşkındı. Bunu onun yüzüne bakmadan da çok net bir şekilde hissedip anlayabiliyordum. Sanki az önce ben bir soru sormamışım gibi ölüden farkı olmayan bir yüz ifadesiyle gözlerimin içine bakan anneme "Anne?" diye seslendim. "Bana yıllarca anlat—" "Yeter! Sus Ahu!" Melih'in kükremeyi andıran sesi soracağım soruyu ağzıma tıkamıştı. O, annem ile dayısının aynı cümle içinde bile geçmesine tahammülü olmayan bir adamdı. Ben ise onun tahammül sınırlarını zorlamış, annemin bana anlattığı baba figürünün bizzat dayısı olup olmadığını sormuştum. Melih'i duymazdan geldim. "Sana soruyorum anne?" bakışlarımı asla Melih'in üzerine çevirmeden direkt annemin titreyen acı kahve irislerine diktim. "Cevap versene. Bana yıllarca anlattığın baba fi—" "Yeter lan! Kes sesini!" Melih'in evi inleten sesi ölüm çağrıştırıyordu. Bakışlarım annemin üzerindeyken daha ben ne olduğunu anlamadan Melih yanıma gelip kolumdan sertçe tuttu ve beni oturduğum yerden kaldırdı. Büyük elleriyle iki kolumdan kavramış ve beni tabiri caizse kendi bedenine yapıştırmıştı. Burnundan alıp verdiği sert solukları yüzüme çarpıyor, ela gözleri alev alev yanıyordu. "Sana kes sesini dedim Ahu!" dişlerinin arasından tıslar gibi konuşan Melih, onu ilk tanıdığım kimliğine bürünmüştü. Kollarımı ellerinin esaretinden kurtarmaya çalıştım. Ama bu boşuna bir çaba oldu çünkü Melih çırpınmaya çalıştıkça tutuşunu sıklaştırdı. Onun esaretinden o istemeden kurtulamayacağımı idrak ettiğimde, sabır içeren bir nefes bıraktım. Gözlerimi, zehirli yeşiller bulaşan ela gözlerine diktim. "Eğer konuşmamdan ya da sorduğum sorudan rahatsız oluyorsan, bu odadan çıkabilirsin Melih!" dedim her bir harfin üzerine basa basa konuşarak "Bu annem ile benim aramda olan bir mesele." Melih öylemi der gibi kaşlarını alayla havaya kaldırdı. Yüzünde oluşan mimikler hiç hayra alamet değildi. "Bir," dedi ve ekledi "Konuşmandan da sorduğun sorudan da rahatsız oldum. İki ters ters konuşup benim asabımı bozma!" "Bırak kolumu! Asabını bozacak bir şey yapmadım. Annemle konuşuyorum. Bu konuşmadan gerçekten asabın bozuluyorsa çık git odadan diyorum sana!" "Ahu!" Melih'in sürekli bağırması bir şeyi değiştirmiyordu. Sırf ondan ve hiddetinden korktuğumu bildiği için bana sesini yükseltiyordu. Ama benim şuan gözümü kararttığımı ve istediğim cevabı almadan bu işin peşini bırakmayacağımı görmüyordu. "Bırak..." dudaklarımın arasından tükenmişlikle dökülen kelimeler zayıflığımı ulu orta haykırıyordu. "Lütfen... Bırak kolumu. Bırak ki aklımdaki soruların cevabını alayım. Karışma, ne olur bir kez olsun karışma. Annemle arama girme." Melih kolumu tutan iri elleriyle yüzümü kavradı. Eşsiz ela gözlerinin büründüğü duyguyu görmemi ister gibi gözlerimin içine baktı, baktı ve baktı. Göz kapaklarını ağır ağır kapattı ve ela gözlerini görmemi engelledi. Gözleri hala kapalıyken dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Yapma..." dedi. Kısık çıkan sesiyle ılık nefesi kulağıma doldu. "Bunu kendine yapma. Üzüleceğin, canını yakacak hamleler yapma. Bak yapma diyorum, canın yanarsa can alırım yapma." Bu bir tehditten başka bir şey değildi. Melih benim sorduğum sorunun cevabından dolayı canımın yanacağını düşünüyordu ama en çok kendisinin canının yanacağını bildiğinden beni engelliyordu. Çünkü eğer annem sorduğum soruya evet derse Melih üç yıl boyunca bana yaşattıklarının acısını çekecekti. Ve o buna hiç hazır değildi. Ellerimi Melih'in göğsüne koydum ve onu hafifçe ittirdim. Melih kendi isteğiyle bir adım benden uzaklaştığında yüzümü kavrayan elleri yer çekimine karşı gelemeyerek aşağıya doğru düştü. Melih'in bedenin benden ayrılmasıyla bedenim buz tutsa da bakışlarımı anneme çevirdim. Bugün kaçıncı kez sorduğumu unuttuğum soruyu bir kez daha tekrarladım. "Bana yıllarca anlattığın baba figürü Fikret Yıldırım'mıydı anne?" Annem sanki ben ona ilk defa karşı geliyormuşum gibi kaşlarını çattı. Minyon yüzü sertleşti. Dudağının kenarında oluşan çizgileri daha da belirginleşti. Açı kahve gözleri ruhsuzca gözlerimin içine bakıyordu. Benim kahverengi gözlerimde yer edinen hüzün annemin acı kahve gözlerindeki ruhsuzlukta yok oluyordu. Annem gözlerini gözlerimden ayırmadan elinde tuttuğu sarı kaplı not defterini ve mavi kalemi yanı başında duran komodinin üzerine bıraktı. Oturur vaziyette durduğu yatakta kayarak uzandı. Gözlerini gözlerimden çekti ve arkasını bana döndü. Annem beni hiçliğe sürükleyerek hiç düşünmeden sırtını bana döndü ve beni arkasında bıraktı. "Anne..." annem üzerindeki pikeyi başına kadar çekti ve beni cevapsız bıraktı. Gözlerimden akan yaşlar artık benden bağımsızca hareket ediyordu. Bütün bedenim annemin yaptığı bu hareketten dolayı taş kesilmişken, hemen yan tarafımda duran Melih'in üzerimdeki üstünlük bakışını hissediyordum. Yine haklı çıkmış, öğrenmek istediğim şeylerin sonucunda sadece benim canım yanmıştı. Benim gözlerim annemin üzerindeyken Melih'in bakışları ise benim üzerimdeydi. İki dakikadan daha kısa bir zaman diliminde Melih beni izlemeye devam etti. Daha sonra dudaklarının arasından "Ben böyle işi sikeyim! Al sana cevap Ahu!" dedi ve beni oracıkta bırakıp odadan çıktı. Ben ne yapacağımı bilmiyordum. Psikolojim tamamen çökmüş durumdaydı. Gördüğüm rüyalar, rüyalarla alakası olmayan gerçek yaşantım. Önümde öldürülen insanlar ve yeni yeni öğrendiğim gerçeklerle sıkışmış kalmıştım. Bu hayatta tek inandığım insan annemdi ve ben şimdi ondan duyacağım her şeye koşulsuz inanmaya hazırdım. O ise beni cevapsız bırakarak sırtını bana dönüyordu. Belki de bu annemin bana ilk kez sırtını dönüşü değildi. Belki de beni ilk kez arkasında bırakışı değildi ama bunu yüzüme ilk vuruşuydu. Bu benim annemden yediğim ilk darbemdi. *** Hayat acımasızdı. Yalnız başına yaşayan kadınlara, kimsesiz çocuklara, savunmasız hayvanlara, hayat her daim acımasızdı. Yazın ortasında bir fırtına koptu ve kopan fırtına kasırgayı oluşturdu. Kasırga önüne ne gelirse içine çekti ve her şeyi en uzağa dagılttı. Bir kadın öldü. Üzeri örtüldü. Bir anne öldü. Gözyaşı döküldü. Bir insan öldü. Bütün insanlık öldü. İki hafta önce Füsun Hanımın cenazesini doğup büyüdüğü topraklara Adana'ya anne ve basının bulunduğu mezarın yanına defnettik. Füsun Hanımın ölümü arkasında bıraktığı iki oğlunu derinden etkilemişti. Tunç annesinin acısını nişanlısı Aslı'nın omzunda ağlayarak hafifletirken, Tekin yanına kimseyi yaklaştırmamış uzun günler ve geceler boyunca annesinin mezarında sessiz gözyaşı dökmüştü. Babamın durumunu ise Çağlar ile Osman konuşurlarken tesadüfen duymuştum. Melih cezaevine gitmiş ve babama ilk olarak Füsun Hanımın öldüğünü söylemiş. Babam Füsun Hanımın ölümüne sevinemeden Melih babasının da öldüğünü söylediğinde, babam arkasını her daim toplayan babasının ölümüne dayanamayıp kalp krizi geçirmiş. Ben, Çağlar ve Osman konuşurken duyduğum bu olaydan zerre etkilenmemiştim. Tek derdim bu dünyada güzelce yaşamasına izin verilmeyen Füsun Hanımın öteki dünyaya güzelce uğurlanmasını sağlamaktı. Bu konuda ise en büyük destekçim bizzat Melih'ti. Füsun Hanımı defnederken elinden ne geliyorsa her şeyi yaptığı yetmiyormuş gibi. Dedemin cenazesini defnederken, kimsesizmiş gibi defnettirmişti. Kendi ayarladığı üç adam ve yeni yetme bir imam ile dedemi defnetmiş, cenazeye hiç kimsenin katılmasına müsaade etmeyerek, mezarının başında bir Fatiha bile okunmasına engel olmuştu. Melih kendinden hiç taviz vermeden, her koşulda sonu ölüm bile olsa kendisini seçen Mehmet abiyide cezasız bırakmamıştı. Füsun Hanıma yaşarken saygı göstermediği, onun masum duygularıyla oynadığı için ve bütün bunlar yetmezmiş gibi ölüsüne bile sahip çıkmadığından dolayı ona cenazeye katılmayı yasaklamıştı. Adana'ya gitmeden iki gün önce bizim evin salonunda Mehmet abinin bütün yakarışına ve yalvarmalarına karşılık o sadece ruhsuzca "Sevseydin, o kadının ölüsünden bile vazgeçemezdin. Sen cenazeye katılmayı hak etmiyorsun Mehmet abi." Demişti ve ben ilk kez Mehmet abinin böylesine yıkıldığına şahit olmuştum. Bu zorlu süreçte benden desteklerini esirgemeyen bir diğer kişi de Birsen teyzeydi. Sürekli yanımda olmuştu. Öz çocuğuyla ilgilenir gibi benimle ilgilendiği yetmezmiş gibi yorulmaksızın hiç şikâyet etmeden kendi evi ve bizim ev arasında günlerce mekik dokumuştu. Dün yanıma gelemediği için bu sabah yanıma gelmek isteyen Birsen teyze, yanında Aslı, Ezgi ve Berna'yı da getireceğini bana haber vermesi için Sevgi Hanıma söylemişti. Düşüncelerle boğuşmayı bırakıp Melih'in kolları arasından çıktım ve banyoya ilerledim. Kısaca bir duş aldıktan sonra banyodan çıkıp giyinme odasına girdim. Üzerime rahat edebileceğim küçük mavi çiçekleri olan bir elbise giydim ve giyinme odasından çıktım. Melih yatağa yüz üstü yatmış ve bir kolunu yastığın altından geçirmişken, diğer kolunu yastığın üstüne koymuştu. İçimde anlam veremediğim bir kıpırtı can bulduğunda sessiz adımlarla yanına yaklaştım. Bir kalkan kadar geniş çıplak sırtına dudaklarımı bastırıp kocaman bir öpücük aldım. Melih öpücüğümün etkisiyle hafifçe kıpırdandı. Onu uyandırmak istemediğim için bir kez daha öpmek yerine kendimi odadan dışarıya attım. Merdivenlerin son basamağına geldiğimde dış kapının zil sesi evin içinde duyuldu. Merdivenden tamamen indikten sonra mutfağa doğru "Ben bakıyorum kapıya." Diyerek Sevgi Hanıma hitaben seslendim. Dış kapıya yaklaşıp şifreyi girdim ve kapı açılır açılmaz Berna resmen üzerime atladı. "Ahu, iki gözümün çiçeği çok özledim kızım seni." Çocuk gibi ses çıkarttığı yetmiyormuş gibi birde dudaklarını büzerek konuşan Berna'ya hiç şaşırmıyordum. Birsen teyzelerde tıpkı benim gibi şaşırmadıklarını belli ederek içeriye girdiler ve beni Berna'nın kollarından kurtardılar. Bunu yaparken Birsen teyze ve Ezgi gülüyordu. Aslı ise öylece tebessümle bize bakıyordu. Berna'dan ayrıldıktan sonra sırasıyla Birsen teyze, Ezgi ve Aslı ile de sarıldık ve salona geçtik. Salona geçtiğimizde Birsen teyze elinde tuttuğu ve benim yeni fark ettiğim çanta şeklindeki poşeti havaya kaldırıp salladı. "Ahu kızım senin için elma suyu yaptım. Birde geçen severek yediğin elma reçelinden getirdim." Dedi ve benim bir teşekkür etmeme müsaade etmeden elindeki çantayla salondan çıktı. "Valla böyle kaynanaya can kurban ." diyerek kendini tekli koltuğa atan Berna aklına bir şey gelmiş gibi oturduğu yerde diklendi. "Ay Ahu, düşündüm de iyi ki senin kaynanan Birsen teyze. Yemin ederim bu kadar entrikanın içinde bir de kötü kaynana ile hiç uğraşamazdım." "Hıh... Sen niye uğraşıyor muşsun Berna? Kaynana Ahu'nun kaynanası dert ettiğin şeye bak." Diye konuşan Ezgi resmen iç sesimdi. Ezgi, Berna'nın ölümcül bakışlarına aldırmadan hemen yanındaki diğer tekli koltuğa oturdu. Elini Berna'nın yanaklarına uzatıp bir makas aldı. "Allah'tan senin bir kaynanan yok. Yoksa Çağlar abi ne yapardı." Ezgi bana göz kırpınca kıkırdadım. Berna'nın ise gözleri parladı, dudakları iki yana kıvrıldığında keyfinin yerine geldiğini apaçık belli ediyordu. Anlaşılan ateş bacayı çoktan sarmış hatta cayır cayır yanıyordu. Geldiğinden beri L koltuğun bir köşesine oturmuş elindeki telefondan başını kaldırmayan Aslı'nın yanına gidip oturdum. Aslı bakışlarını telefon ekranından kaldırmadan göz ucuyla bana bakıp, hafifçe dudaklarını kıvırdı. "Aslı?" dedi Berna ve ekledi. "Tunç abi nasıl oldu? Yoksa onunla mı mesajlaşıyorsun?" "Tunç iyi. Daha da iyi olacak." Telefon ekranına bir mesaj bildirimi geldi. Bakışlarım ekrana kaydığında gördüğüm ismin gerçeklik payını tartıp ölçerken Aslı'nın "Rüya ile mesajlaşıyorum." Demesiyle gördüğüm ismin gerçekliği doğrulandı. Berna ve Ezgi dudaklarının arasından anlam veremediğim mırıltılar çıkartırken, benim gözlerim ekranda Rüya yazan mesajdaydı. Aslı, benim en sevdiğim abimin sevdiği kadın. Aslı abimin nişanlısı. Kocamın kız kardeşinden farklı görmediği kişi. Aslı kocamın has adamlarının sahip çıktıkları kadın... Rüya'nın yüzünden başıma gelmeyen kalmadığını sağır sultanın duyup bilmesine rağmen hala Rüya ile konuşması, hatta bunu benim evimin salonunda yapması beni üzmekten ziyade güldürdü. Bakışlarımı yavaşça ekrandan çekip Aslı'nın kehribar rengi gözlerine baktım. "Öyle mesajlaşarak yorulma canım. Hemen üst katta bir odaya girip direkt arayıp konuş." Yapmacık bir şekilde gülümsedim. "Parmakların incimesin. Sonra abim çok üzülür." Aslı'nın yüzü düştü. Ağzını açıp bana cevap verecekken Birsen teyze ve Sevgi Hanım ellerinde tuttukları tepsilerle içeriye girdiler. Ayağa kalkıp Birsen teyzenin elinden tepsiye ben alırken, Sevgi Hanımın elindeki tepsiyi Ezgi aldı. Aslı'nın varlığını unutarak ortamdaki havadan sudan bahsi geçen sohbete bende katıldım. Durmadan yeni konuşmalar açan Berna'nın hızına yetişmeye çalışan Sevgi Hanım ve Birsen teyzenin çabasını gülerek izliyordum. Ortamdaki koyu sohbeti bölen ses ise yukarıdan Melih'in "Ahu..." diye seslenmesiydi. Elimdeki kahve fincanını sehpaya koyduğumda Melih bir kez daha "Ahu..." diye seslendi. Birsen teyze "Kalk kocana bak kızım." Derken sıcacık gülümsüyordu. "Biz yabancı değiliz." Başımı tamam der gibi salladım ve hızlı adımlarla salondan çıktım. Merdivenleri seri bir şekilde çıktım ve yatak odasına girdim. Melih'in homurtuları giyinme odasından geliyordu. Adımlarımı giyinme odasına attığımda Melih "Ahuuu..." diye resmen böğürdü. "Ne oldu? Ahu, Ahu diye bağırıyorsun?" Melih gömleklerin asılı olduğu bölmenin önünde sadece altına giydiği siyah kot pantolonu ile duruyordu. "Mavi gömleğimi bulamıyorum. Nerede?" "Bütün bu yaygara bir gömlek için mi Melih?" Melih çatık kaşlarının gölge düşürdüğü sert yüzünü bana döndü. Kısa bir bakış attıktan sonra tekrar gömlekleri bulan gözleri gömlekleri tarıyordu. Yavaşça yanına doğru adımlayıp önüne geçtim ve sanki onun bulamadığı gömleği ben bulabilecekmişim gibi ellerimle gömlekleri karıştırdım. "Acaba Sevgi Hanım kuru temizlemeye mi verdi?" kendi kendime konuşurken Melih iki elini karnımın üzerinde birleştirip beni kendine çekti. Elinin biriyle saçlarımı bir omzumun üzerinde topladı ve acık kalan boynuma burnunu sürterek dudaklarını bastırdı. Küçük küçük birkaç öpücük bıraktığı boynum alev alırken, bütün vücudum tir tir titriyordu. Melih'in üstümde bıraktığı meftunsu etkiden dolayı elim ayağım dolaşmıştı. "Sen neden erkenden kalktın güzelim?" Dudakları hala boynumda hüküm sürerken sarf ettiği kelimelerin bana ulaşması mümkün değildi. Melih'in büyülü etkisinden sıyrılmak için elime ilk geçen gömleği alıp önümü yüzüne döndüm. "Şimdilik bu gömleği giysen olur mu?" diye sordum. Melih elimde tuttuğum gömleğe uzanıp aldı ve üzerine geçirdi. Haylaz bakan gözlerini gözlerimden ayırmadan gömleğinin düğmelerini ilikledi. "Sorumun cevabını alamadım Ahu. Sen neden erken kalktın?" "Birsen teyze ve kızlar kahveye geldi. Bu yüzden erken kalktım." "Hımm..." diye mırıldandı Melih ve kolumdan tutarak beni kendine çekip dudaklarıma yapıştı. Kısa ama ayaklarımın bile yerden kesilmesine sebep olan öpüşünün ardından dudaklarını dudaklarımdan ayırdı. Parmaklarının tersiyle yanağımı okşadı. "Yorma fazla kendini." Dedi. "Hıh" dedim şaşkınlıkla. Melih yamuk bir şekilde gülümsedi. "Kızlarla uğraşırken yorma kendini diyorum bebeğim." Diyerek alayla konuştu. Melih'in büyülü kıskacından sirkelenerek kurtuldum ve benimle alayla konuşmasını önemsemeden giyinme odasından çıktım. Odadan da çıkmak üzereyken son duyduğum şey ise Melih'in güçlü kahkahasıydı. *** Birsen teyze ve kızlar gitmek için ayaklandığında, Birsen teyze bir anda "Ay bak neredeyse unutuyordum Ahu." dedi kendi kendine söylenerek. Yanıma geldi ve elimi tuttu. "İki gün sonra yani yirmi altı Haziran Melih'imin doğum günü..." Birsen teyzeden yeni öğrendiğim şeyle afalladım. Çünkü ben Melih'in doğum günü hangi günü bırak hangi ay bile olduğunu bilmiyordum. "Gerçi Melih doğum günü kutlamayı hiç sevmez ama ben ailecek yemek yiyelim istiyorum Ahu. Hem Hüseyin abileride çağırdım bizim evde toplanalım. Sende Melih'i ikna et. Sen gelirsen Melih'te gelir kızım." Birsen teyzenin heyecanlı bir şekilde söylediklerini dinledikten sonra başımı ne yaptığımdan bağımsız bir şekilde tamam der gibi salladım. Birsen teyze mutlulukla bana sarılıp öptükten sonra çıkışa doğru ilerledi. Ben hala nasıl olurda Melih'in doğum gününü bilmem diye kendimi yerken Berna geldi ve kollarını bana sardı. Dudaklarını kulağıma yaklaştırıp sır verir gibi konuştu. "Sen Ahu Kılıçaslansın güzellik, kocana muhteşem bir doğum günü kutlaması yaparsın!" Berna kollarını benden ayırıp yanağımı öptükten sonra el sallayarak evden ayrıldığında benim yüzümde aptal bir sırıtış yer edinmişti. Çünkü Berna'nın da dediği gibi ben Ahu Kılıçaslan'dım ve kocama muhteşem bir doğum günü kutlaması yapacaktım. *** Birçok şey için çaba harcamış ve uğraşmıştım ama içlerinden hiç biri bu yaptığım şey için harcadığım çabaya değmemişti. İlk defa kendi isteğimle ve içimden gelerek Melih için sürpriz hazırlıyordum. Tabi bu bir gün içinde o kadar kolay olmamıştı. İlk önce Melih'in canını emanet ettiği üç arkadaşı Çağlar, Ufuk ve Osman'ı bu işe alet etmiş, onlardan da Mehmet abiyi ikna etmelerini istemiştim. Berna ile Ezgi benim safımda oldukları için bana çok yardımcı olmuşlardı. Tarih yirmi beş hazirandı. Melih'in doğum günü yirmi altı Hazirandı ama o gün Birsen teyzelerde yemek yiyeceğimiz için ben tam anlamıyla sürprize yakışır bir şekilde bir gün önce doğum gününü kutlayacaktım. Sırf bu dağ başındaki eve gelebilmek için akşam Melih'in ağzından girip burnundan çıkmıştım. Melih'e baş başa bir iki gün kafa dinlemek istiyorum beni oraya götür demiştim ve kazanan ben olmuştum. Gerisini ise Çağlar halletti. Melih beni eve götüreceği zaman önemli bir toplantıyı o güne aldı. Melih başta toplantıyı ertelemek istedi ama bu pek mümkün olmayınca Çağlar "Abi Ahu yengeyi ben götürürüm. Yanıma da Osman'ı alırım sen gelene kadar yengeye göz kulak oluruz." Diyerek zar zor ikna etmişti. Şimdi ise bana göz kulak olan adamlardan Çağlar olanı patates kızartırken, Osman salata için salatalık doğruyordu. Ben ise Osman'ın hemen karşısında yaprak sarması sarıyordum. Bu akşam Melih'in sevdiği yemekleri yapıyordum. Eee tabi yaparken de adalarından yardım almak en doğal hakkımdı. Osman bana ayak uydurup sesini çıkartmazken Çağlar durmadan homurdanıyor verdiğim her iş için bir bahane uyduruyordu. "Gözünü seveyim yenge ya ben niye patates kızartıyorum. Senin o çatlak arkadaşın ve Ezgi gelip sana yardım etsin." Artık saymayı bıraktığım bilmem kaçıncı isyanını eden Çağlar'a gözlerimi devirdim. "Herkesin bir görevi var Çağlar. Berna doğum günü pastasını yapıyor. Ezgi ise börek açıyor. Eminim ki Ufuk'ta Ezgi'ye yardım ediyordur." Çağlar, benim söylediklerimden pek haz etmeyerek "Osman!" diye kükredi. Osman salatalığı doğramaya devam ederek "Buyur abi." Diye karşılık verdi. "Ulan sen niye hiç itiraz etmiyorsun. Sanki içine aşçı kaçmış amına koyayım. " bakışları beni buldu "Kusura bakma yenge." Diyerek tekrar Osman'a döndü. "Seni şöyle görünce kan beynime sıçrıyor." "Ben seni patates kızartırken gördüğümde kan beynime sıçramıyor abi rahat olabilirsin." Osman'ın sakince konuşması üzerine kıkırdağımda Çağlar ağzının içinde homurdanmaya devam ederek patateslere işkence etmeye devam etti. Öyle böyle derken bütün hazırlıkları bitirmiş ve masayı yine Çağlar'ın isyanlarıyla kurmuştuk. Biz yemeği hazırlarken Ufuk, Ezgi'yi, Berna'yı ve Mehmet abiyide alarak gelmişti. Kızların gelmesiyle Çağlar kendini koltuklara atmış ve masayı komple bize bırakmıştı. Bütün hazırlıklar bitince gözlerimi masanın üzerinde gezdirdim. Karnıyarık, pilav, yaprak sarması, salata, patates kızartması, Ezgi'nin yaptığı kıymalı ve peynirli kol böreği, Berna'nın yaptığı karamelli pasta ve elmalı kurabiyelerle masa nefis görünüyordu. Bende üzerimi giyinmek için üst kattaki yatak odasına girdim. İnce askılı dizlerimin altında biten kırmızı düz bir elbise giydim. Yanaklarıma hafif allık sürdüm ve dudaklarıma da kırmızı ruj sürerek makyajımı tamamladım. Saçlarımı ensemde atkuyruğu yaparak boynumu ve omuzlarımı açık bıraktım. Aynada son kez gendi üzerimde gözlerimi gezdirdikten sonra yatak odasından çıkarak aşağıya indim. Aşağıya indiğimde birbirini kedi köpek gibi yiyen Çağlar ile Berna ile karşılaştım. İkili kavga ederken, Ufuk sevgilisi Ezgi'yi kolunun altına alarak, Osman ile Mehmet abi ise yan yana oturmuş ikilinin çekişmesini gülerek izliyordu. Bu tatlı kargaşanın içinde beni ilk fark eden Mehmet abi oldu ve anında yüzünde ki gülümseme yok oldu. Mehmet abi ile aramızda oluşan duygu tam anlamıyla karşılıklı nefretten başka bir şey değildi. O, benimle aynı ortamda bulunmaktan hoşnut değilken keza bende onunla aynı ortamda bulunmaktan hoşnut değildim. Ama sırf Melih'in yakını diye onu buraya çağırmış ve varlığına göz yummuştum. "Yenge hazır mısın?" Diye soran Çağlar aynı anda da Berna'yı kolundan tutarak yanına çekiyordu. "Hazırım." Dediğimde Çağlar cebinden telefonunu çıkarttı ve Melih'in numarasını tuşlayarak sesi dışarıya verdi. Telefon ilk çalış da açıldı ve Melih'in "Ne oldu Çağlar?" Diyen sert sesi duyuldu. "Abi, nerede kaldın diye aradım. Yenge evde seni bekliyor" Dışarıdan duyulan bir korna sesi ve hemen ardından "Kornasını siktiğim piç!" Diye Melih'in küfürü geldi. Kesinlikle trafik de araba kullanmak Melih'e göre değildi. "Geliyorum oğlum. On-onbeş dakikaya oradayım." Sesli bir iç çekişin ardından "Zaten nereden çıktı bu kafa dinleme işi anlamadım." Çağlar'ın mavi gözleri gözlerimi buldu. "Aman boşver abi senin için de iyi olur." "Öyle tabi" dedi Melih ve güler gibi bir ses çıkardı. "Şimdi Ahu birlikte yiyelim diye elmayla çeşitli bir sürü şey yapmıştır. Hayır kendisi yiyor yetmiyor birde banada yediriyor." İçeride bulunan kalabalık grup buna Mehmet abide dahil olmak üzere sırıttığın da bende gülümsedim. Çağlar bundan sonraki konuşmayı kısa kesip telefonu kapattı. Dakikalar ilerledikçe sanki karnımın içinde eşek arıları tepiniyormuş gibi hissediyordum. Evin dışından araba sesi gelince pastanın üzerine dizdiğimiz mumları yaktık ve ben pastayı elime aldım. Çağlar kapının yanına ilerledi. Ben hemen kapının önünde birkaç adım gerisinde duruyordum. Mehmet abi, Osman ve Ufuk sol tarafımda dururken, Ezgi ile Berna sağ tarafım da duruyorlardı. Beklenen an geldi ve kapı çaldı. Çağlar kapıyı açıp geriye çekildi ve Melih'in beni görmesini sağladı. Melih ile gözlerimiz kesiştiğinde içeride birden. Alkış kıyamet koptu ve hep bir ağızdan "Sürpriz... İyi ki doğdun Melih Kılıçaslan..!" Diye haykırdılar. Melih tek elinden tuttuğu market poşetlerini daha sıkı tutarak hayran olmuşluk ve afalma bulaşan yüz ifadesiyle bana bakmaya devam etti. "Sen..?" Dedi ve duraksadı Melih. Hâlâ kapı pervazında elinde tuttuğu market poşetleri ile gözlerimin en derinine bakıyordu. Bakışları öyle derin, öyle güzeldi ki, bu kadar kalabalığın içinde sadece ikimiz varmışız gibi hissettiriyordu. "Evet,ben..." Dedim onun aksine rahatça konuşarak. Melih şaşkınlık yer edinen yüz ifadesini yavaşça dağıttı ve kendini toparladı. Uğruna ölümü bile göze aldığım ela gözlerini gözlerimden çekip ağır ağır içeride bulunan sadık adamlarının üzerinde gezdirdi. Onun gözleri adamlarının üzerinde gezerken benim gözlerim onun üzerinden bir saniye bile ayrılmıyordu. Melih bakışlarını bana tekrar çevirdiğinde ela gözleri artık geceyi bile kıskandıracak derecede kararmış ve parlıyordu."Ahu," sanki konuşmayı unutmuş da iki kelimeyi bir araya getiremiyordu. Kapı pervazında durmayı bırakıp bana doğru üç adım atarak önümde durdu. İri elinin parmaklarını yanağımda gezdirdi. "Benim güzel karım." Dedi ve gülümsedi. Hayır Melih sadece gülümsemedi. Melih gülümsemesiyle küçücük kalbimde artçı depremler yarattı. Melih'in pastanın üstündeki mumları üflemesi için pastayı yüzüne doğru yaklaştırdım. Melih mumları üflemeden önce dudaklarını alnıma bastırdı ve pastanın üstündeki mumları söndürdü. Pastayı elimden alarak hemen sol tarafımda duran Osman'a uzattı. Osman pastayı aldığında Melih'in kolları bedenimi bulup beni sardı. Eli yavaşça saçlarıma gitti ve atkuyruğu yaptığım saçlarımın üzerindeki tokaya parmaklarını geçirdi. Uzun saçlarımdan sıyırıp aldığı tokayı cebine attı. Saçlarımı iki yandan omuzlarımı kapatacak şekilde önüme aldı. "Böyle kalsın saçların." Dedi Parlayan ela gözlerinin içinde gördüğüm yedi yaşındaki erkek çocuğunun mutluluk çırpınışı kendi gözlerimde yansıdığında Melih yüzünü yüzüme yaklaştırıp dudaklarıma bir öpücük bıraktı. Utançla gülümsedim. Melih'ten bakışlarımı çekmeme sebep olan şey ise Ufuk'un marş söyler gibi söylediği şarkı oldu. Bir dost gibi davran bana Ufuk'un söylediği şarkıya Ezgi ve Berna'da katıldı. Fırtınalar koparsa kopsun Şarkının nakarat kısmına geldiklerinde Melih'in elini elimin içene aldım ve diğer elimle de yanağını okşamaya başladım. Ben sana öylesi taptım inan Biten şarkı ile dudaklarımı Melih'in dolgun dudaklarına bastırdım. Geriye çekildiğimde bana hayran gözlerle bakan Melih'in ela gözlerinin en içine baktım ve aylardır içimde adlandıramadığım duygunun artık aşk olduğunu kendime itaraf ettiğim gibi Melih'e de itiraf ettim. "Seni seviyorum. Çok seviyorum..." BÖLÜM SONU |
0% |