Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Bölüm

@esranurozer

                                                                

Sıla: Yara Bende

Akşam vaktinin serin rüzgârı üstümüze çivi sertliğiyle çarpıyordu. Bedenimize çarpan rüzgâr havaya karışarak uğultulu sesler çıkarıyor ve silah seslerine karışıyordu. Gözlerim kapalı alnım Melih'in sert göğsüne dayanmıştı. Kollarımla sıkı sıkıya sarıldığım sıcacık beden Melih'e aitti.

Kulaklarımda sadece keskin silah sesleri yankılanıyordu. Ne yerinde duramayan kalbimin sesini nede Melih'in küfürlü gürlemesini duyamıyordum.

Gözlerimi açmak istiyordum ama buna beni tek eliyle mengene gibi kavrayıp göğsüne yapıştıran Melih, izin vermiyordu.

Sıradan bir mezar ziyareti bir kaosa dönmüş yabancı filmlerini aratmayacak bir çatışmaya dönüşmüştü. Her şey ani gerçekleşmiş ve patlayan silahların arasında kendimi Melih'in kolları arasında bulmuştum. Zor olsa da kendimi hafif geriye çekerek gözlerimi açtım. Kollarım hala Melih'e sarılı duruyordu.

Çenemi Melih'in sert göğsüne koydum, kafamı kaldırıp yüzünü görmeye çalıştım. Kirli sakallarının sarmaladığı çenesi seğiriyor, dolgun dudaklarından daha önce hiç duymadığım küfürler dökülüyordu. Bulunduğum durumda gözlerini göremiyordum ama kaşlarını çattığını ve ela irislerinin alev aldığını hissedebiliyordum. Bu silahlı çatışmanın ortasında yapılabilecek en iyi şey Melih'i süzmekmiş gibi yüzünü inceliyordum.

"Arkalarından gidin hadi!" Melih'in gür sesiyle silah sesleri de durmuştu. Çenemi göğsüne biraz daha bastırdım Melih'in sonunda dikkatini çekmiş olacağım ki gür kirpiklerinin arasında alev alev yanan ela gözlerini benim gözlerimle buluşturdu. Birçok anlam yüklü bakışmamız Melih'in arkasından gelen Çağlar'ın sesiyle son buldu.

"Abi Ufuk vuruldu!"

Mezarlıkta yankılanan sesle aynı anda bakışlarımızı birbirimizden çekip sesin geldiği yöne döndük. Ufuk yerde boylu boyunca uzanmış, sol omzunu sağ eliyle tutmuştu. Omzunu tuttuğu el kana bulanmış elinden yol çizerek yere damlıyordu.

Melih'in kolunu iki elimle kavradım, sanki o olanı biteni görmüyormuş gibi "Ufuk vurulmuş "dedim şaşkınlığımı gizlemeden. Koluna yapıştığım ellerimin arasından kolunu kurtardı, serbest kalan ellerim boşluğa savruldu. Ne olduğunu anlayamadan sağ elim Melih'in sıcak büyük ellerinin arasında kendine yer buldu. Elimi sıkı sıkıya tutan Melih, büyük adımlarla vurulan Ufuk'un yanına gidiyor beni de beşinden sürüklüyordu. Yanına geldiğimiz Ufuk'un yüzünde acı çektiğini belli eden bir ifade vardı. Omzundan vurulduğu için şanslı sayılan Ufuk, eğer biraz daha burada bekleyip hastaneye gitmezse kesinlikle kan kaybından ölecekti. Çünkü omzundan oluk oluk kan akıyordu.

"Ufuk iyi misin?" dedi Melih. Sesi oldukça üzgün ve telaşlı çıkmıştı.

"İyiyim abi bir şey yok." Diyerek yanıtladı Ufuk Melih'i ama sesi ve görüntüsü iyi olmadığını çığlık çığlığa bağırıyordu.

Eli hala benim elimde kenetli olan Melih, bunu önemsemeden Ufuk'un yanına diz çöktü ve akabinde benim de kendisiyle birlikte aynı hizaya gelmemi sağladı. Melih, boşta kalan elini kaldırıp Ufuk'un terleyen anlına koydu ve terini sildi.

"Arabayı getirin hastaneye gidiyoruz." Diyerek bağırdı.

"Abi hastane olmaz başın belaya girer." Dedi Ufuk acı sesine yansımıştı. "Hastaneye gideceğiz."

"Abi..." konuşmakta zorlanan Ufuk alnının üstünde duran Melih'in elinin üstüne elini koydu. "Hastane olmaz... Hastanelik bir şeyim yok eve gidelim." Dedi.

Birbirlerine güven vermek ister gibi bakan bu iki adam kendi canlarını hiçe sayarak birbirlerini kolluyordu. Melih'in Ufuk'a değer verdiğini bu zamana kadar hiç fark edememiştim ama şimdi verdiği değeri görebiliyordum. Ufuk zaten Melih'e canını verecek kadar çok değer veriyordu.

"Çağlar... Emre'yi ara benim eve gelsin." Diyerek yanımızda olan Çağlara seslendi. Çağlar başını onaylar gibi salladı ve Emre denen adamı aramak için yanımızdan uzaklaştı.

Melih, Ufuk'a biraz daha yaklaştı. "Sana bunu yapanı bululacağım... Bulduğum zamanda anasından emdiği sütü burnundan getireceğim. " dedi ölüm kokan sesiyle. "Yaparsın abi" Ufuk'un güler gibi söylediği cümleden sonra bilinci kapandı. "Hadi çabuk olun." Diyerek kükredi Melih.

Çevremizde olan Melih'in adamları Ufuk'u arabaya bindirdi. Mezarlıktan çıktık ve Melih'in evine gitmek üzere yola çıktık.

Melih'in evine geldiğimizde adının Emre olduğunu öğrendiğim kısa boylu, Sarışın, uzun saçlı ve sakalsız adam evde bekliyordu. Ufuk'u üst katta bulunan odalardan birine çıkarttık ve doktor olduğunu yeni fark ettiğim Emre, Ufuk'un omzuna müdahale etmeye başladı. Mekanik ve hızlı bir şekilde işine odaklanan Emre'ye Çağlar'da yardım ediyordu.

Ufuk'u daha fazla böyle görmek istemeyen gözlerim yüzünden odadan sessizce çıktım. Odadan çıktığımı Melih, bile hissetmemişti. Merdivenleri yavaşça indim, sağ çaprazda bulunan mutfağa ilerledim. Beyaz ve kahverenginin hâkim olduğu mutfakta buzdolabını açtım. İçinde bulduğum soğuk su şişesini aldım ve kendime koca bir bardak su doldurup içtim. Boğazımda bir yumru gibi oturan kuruluğu bir nebze alabilen sudan bir bardak daha doldurup tek seferde nefes almadan bir bardak daha içtim. Boşalan bardağı tezgâhın üstüne bıraktım. Kahverengi yemek masasının sandalyesini çekerek oturdum, dirseklerimi masaya koydum ve iki elimin arasına başımı koyarak düşünmeye başladım.

Bin bir türlü umutlarımı bırakarak sabah çıktığım bu eve daha gün bitmeden akşamına tekrar geri gelmiştim. Normal başlamayan günüm haliyle normalde sonlanmamıştı. Sıradan insanlar gibi bir mezarlık ziyaretine gitmiştim ama başıma gelmeyen kalmamıştı. İşin garip kısmı da bu olanlara hiçbir tepki veremem. Ne kadar alışmak istemesem de bugün gerçek yüzüme esaslı bir tokat vurarak alıştığımı bana hatırlatmıştı. Bu mafyavari hayata alışmıştım artık bir silahlı çatışmada deli gibi günlerce ağlamıyor. Üzümde eskisi gibi bir şaşkınlık oluşmuyordu. Ben korkmuyordum.

Bize silahlı saldırı kuran o damları merak ediyordum. En çokta Melih'in benim olduğum yeri nasıl bulup geldiğini merak ediyordum. Aklımı istila eden düşünceyi aklımdan def ederek Melih'e soracaktım. Kendimle girdiğim düşünce savaşında galip gelmeye çalışırken Melih'in sesini duymamla kafamı kaldırdım. Karşımda ki sandalyeye ne ara oturduğunu fark edemediğim Melih, beyaz gömleğinin üsten üç düğmesini açmış, ellerini masaya koymuş, sorgulayıcı gözlerini bana dikmişti.

"Mezarlıkta ne yapıyordun?"

"Mezarlıkta ne yapılıyorsa onu yapıyordum."

Kaşlarını alay eder gibi havaya kaldırdı. "Pardon benim hatam sorumu düzeltiyorum. Dayımın mezarında ne yapıyordun Ahu?" Sakince ve tane tane, kurduğu cümleyi hiçe sayarak. "Sen benim mezarlıkta olduğumu nereden bildin?" diyerek sordum. Meydan okuyan ela gözlerini gözlerime dikti. "Sence" dedi gevşek bir şekilde.

Aslında bildiğim cevabı bana sesli olarak vermişti. Peşime adam takmış ve bunu bana ima ederek söylerken bile sinir bozucu bir tavır takınıyordu. Bana güvenmediği için bütün yollarımı tıkamış ve peşime adam takacak kadar gözü dönmüştü. Onunla şimdi burada bağır çağır kavga etmeyecektim. Susacaktım ve umursamayacaktım.

"O adamlar kimdi?" dedim az önce konuştuğumuz konuya noktayı koyarak. Konuşmanın burada sonlanmasını beklemeyen Melih'in yüzünde şaşkınlık belirir gibi oldu ama saniyelik süren şaşkınlığı ustaca yüzünden sildi.

"Bir ihale meselesi yüzünden bana gözdağı vermek isteyen şerefsizin biri." Dişlerinin arsından tıslar gibi sarf etti sözcükleri. "Sana zarar vermek isteyen biri neden mezarlığa gelsin ki?" dedim şaşkın ses tonumla. Ela gözlerinde bir ışık yandı ve geri söndü.

"Çünkü... Nişanlımın benim için değerli olduğunu düşünmüş olmalılar ki seninle bana gözdağı vermek istemiş olmalılar." Diyerek bana doğru eğildi, neredeyse burun buruna gelecek kadar yakın olan yüzlerimizin arasından birbirimizin verdiği nefesleri kendi yüzümüzde hissediyorduk. Ela gözlerinin çevresini yine yeşiller boyamış tehlike barındıran patlamak üzere olan bir lav kuyusunu andırıyordu. Gözlerini kırpmadan gözlerimi istila etmeye devam etti.

"Ama onların bilmediği bir gerçek var ki... Sen benim değer verdiğim biri değilsin."

Acımasızca dudaklarından dökülen cümleye üzülmeye hakkım varmıydı bilmiyorum ama üzülmüştüm. Ben beni değerli görmeyen nefret ettiğim bu adamın kurduğu cümleye üzülmüştüm.

"Anladım" dedim neyi anladığımı bilmeyerek. Geriye doğru giderek yakın olan yüzlerimiz arasına mesafe koydum. Ellerim masanın üzerinde öylece amaçsızca duruyordu. Gözlerimi Melih'in gözlerinden çekip masanın üzerinde duran ellerime diktim.

"Neyi anladın Ahu?" cevap vermedim suçlu çocuklar gibi ellerimi izlemeye devam ettim. "Mesela senin kendi kafana göre hareket etmelerin yüzünden Ufuk'un vurulmasının senin yüzünden olduğunu anladın mı?" diyerek sordu ruhsuzca.

Ellerimde olan gözlerimi kaldırarak gözlerine baktım. Ufuk'un vurulmasından dolayı beni suçladığını bariz bir şekilde ima etmişti. Ben böyle olacağını bilemezdim, sadece Fikret Beyden af dilemek istemiştim. Gözlerimden akmak için benimle savaş veren gözyaşlarımı zorda olsa durdurdum. "Özür dilerim." Büyükçe yutkundum.

"Benim yüzümden Ufuk'un canı yandığı için çok özür dilerim." Dedim titreyen sesimle. Melih'in gözlerinde kaçıncısının yandığını sayamadığım bir ateş tekrardan var oldu. Ela irislerinin etrafında çark gibi dönen yeşiller mürekkep misali dağılıyordu.

"Başıma kör düğümler atarak bela olduktan sonra hiçbir şeyi değiştirmeyecek özür dilemelerinden nefret ediyorum!" diyerek iki elini de sert bir şekilde masaya vurdu. Olduğum yerde korkuyla sıçradım. Masanın üzerinde olan ellerimle masadan destek alarak ayağa kalktım. Boğazımda var olan kuruluğun geçmesi için büyükçe yutkundum. "Ben gitsem iyi olacak." Dedim.

Yanından geçip gidecekken eliyle bileğimi kavradı olduğum yerde kalmamı sağladı. Şimdi benim yönüm karşı çıkış kapısına bakarken, onun yönü az önce kalktığım yöne bakıyordu. Oturduğu yerden ayağa kalkarak birbirimize bakmamızı sağladı. Ben ona başımı yukarı kaldırarak bakıyordum, o ise başını aşağıya eğerek bakıyordu. Eli hala bileğimi sert bir şekilde kavramıştı. Kaşları çatık, dişlerini kıracak kadar çok sıktığından dolayı çenesi kaskatıydı.

"Otur oturduğun yerde Ahu benim asabımı bozma." Dedi kurşungeçirmez bir sesle "Melih" sözümü bir bıçak gibi kesti "Ne Melih ne?" beni kendine biraz daha çekerek aramızdaki mesafeyi sıfırladı. "Gözümün önünde olacaksın. Birde seninle uğraşamam, ayaklı bela gibisin sürekli her taşın altından sen çıkıyorsun." Cümlesini yarıda keserek boşta kalan elini bel oyuntuma koyup sanki yeterince yakın değilmişiz gibi beni kendine tabiri caizse resmen yapıştırdı. "Bugün yanımda kalacaksın." Dedi itiraz kabul etmeyen bir ses tonuyla. Zaten benim de itiraz etme gibi bir düşüncem yoktu. Başımı tamam der gibi salladım. Verdiğim cevap hoşuna gitmiş olacak ki "Aferin benim uslu kızıma" diyerek gözlerimin içine delip geçmek ister gibi baktı.

Sadece saniyeler süren ama saatlere konu olacak kadar uzun bakışmamız mutfağa birden konuşarak giren Çağların sayesinde son buldu.

"Abi Emre işini bitirdi. Ufuk'un uyanmasını bekliyoruz." Diyerek konuşan Çağlar'ın sesi bizi böyle görmesiyle fısıltılı bir hale dönüşmüştü. Ben bu durumda olmaktan oldukça rahatsızdım ama aynı şeyi Melih için söyleyemezdim. Çünkü hala bir eli belimde bir eli bileğimde hiç istifini bozmadan duruyordu. Bakışlarını benden çekmeden "Tamam Çağlar geliyorum şimdi." Dedi.

Çağlar başını sallayarak çıkışa doğru yöneldiğinde Melih "Çağlar" diyerek seslenmesiyle Çağlar, olduğu yerde durdu. "Buyur abi"

"Mehmet abi nerede? Bütün bu olaylar olurken bu siktiğim adam nerede?" diyerek kükredi. "Abi Rüya Hanımın yanında haber verdik gelecek yola çıkmıştır." Diye yanıtladı Çağlar. Melih'in bir cevap vermeyeceğini anlayınca çıkışa doğru ilerleyip mutfaktan çıktı. Bir süre daha sanki konuşmayı unutan insanlar gibi gözlerimize bakmaya devam ettik. Elinin kavradığı bileğimin uyuştuğunu hissediyordum. Ama Melih geri çekilmeden çekilmeyecek bugün bütün gardımı indirecek ve onun gözüne batmayacaktım. Gözlerimizde aramızda kurduğumuz sessiz konuşmamız benim telefonumun çalmasıyla son buldu. Melih önce belimdeki elini daha sonra bileğimi tutan elini çekerek telefonu açmam için bana fırsat sundu.

Omzumda asılı duran çantamın içini açarak teflonu çıkardım. Ekranda Tunç'un ismini görünce hemen telefona cevap verdim.

"Ahu... Neden geç cevap veriyorsun bu telefona kızım. Neredesin sana bir şey oldu mu?" diyerek nefes bile almadan telaşla konuşan Tunç'u "İyiyim abi Merak etme" diyerek sakinleştirmeye çalıştım.

"Silahlı saldırıya uğruyorsun ama iyisin öyle mi? Sakın buna inanmamı bekleme benden Ahu." Sesi öyle öfkeli öyle sertti ki ne söylesem fayda etmeyecekti.

"Ben Melih'in yanındayım." Bakışlarımı Melih'e çevirdim abimi buraya çağırmak istiyordum ama bunu onun onayını almadan yapmak istemiyordum. Gözlerimle istediğim şeyi anlayan Melih usulca başını sallayınca hiç beklemeden "Abi istersen sende gel buraya" dedim. "Tamam, güzelim Tekin'e de haber veriyorum orada görüşürüz" dedi ve cevap vermemi beklemeden telefonu kapattı.

Melih, başıyla mutfağın çıkışını göstererek çıkmamı işaret etti. İtiraz etmeden dediğini yaptım. Birlikte mutfaktan çıkıp üst kata Ufuk'un kaldığı odaya çıktık. Melih kapıyı bile çalmadan direk odaya girdi ve benimde geçmemi bekledi. Ufuk'un sol omzu bütünüyle sargı beziyle sarılıydı. Bilinci yerine gelmiş ve iyi görünüyordu. Başında Doktor Emre, Çağlar ve gözlüklü, kızıl saçlı Osman vardı. Odaya girdiğimizi yeni fark eden Ufuk "Abi" diyerek yerinden doğrulmaya çalıştı.

Melih eliyle durmasını işaret ederek "Yat oğlum hareket etme." Diyerek kızar gibi konuştu. Ufuk'un yanına iki büyük adımla gitti. "Nasılsın? Çok ağrın var mı?" diyerek sordu. "Bomba gibiyim abi."

Ufuk'un feri sönmüş yeşil gözleriyle gözlerim kesişince boğazımı temizleyip "Geçmiş olsun Ufuk." Dedim samimi olduğunu düşündüğüm sesimle. Üç yıldır bir kere bile onlarla konuşmamış sürekli görmezden gelmiştim. Ama şimdi onunla samimi bir şekilde konuşmam Doktor Emre haricinde odada bulunan herkesin şaşırmasına sebep olmuştu. Buna Melih'te dâhildi. Ufuk acısını hiçe sayarak büyükçe bir gülümseme yerleştirdi yüzene "Sağol yenge" dedi.

Ortamda kısa çaplı bir sessizlik oluştu bu sessizliği Melih, bozarak Emre'ye hitaben konuştu. "Bir sorun ya da sıkıntı yok değil mi?"

"Yok, abi, şanslıyız ki kurşun sıyırmış sadece biraz kan kaybetmişti ama onu da Osman sağolsun kanı uyuştuğu için hallettik. Şimdi tek yapması gereken dinlenmek." Diyerek açıklama yaptı. Bakışlarını bana çevirdi, "Bu arada nişana katılamadım kusura bakmayın, tebrik ederim yenge" dedi. "Teşekkür ederim" diyerek gülümsedim.

"Abi ben gideyim artık geçmiş olsun." Melih elini Emre'nin omzuna iki kez vurdu. "Sağol kardeşim. Bıraksın seni bizim çocuklar" diyerek Çağlar'a işaret etti. Emre, Çağlar ile birlikte odadan çıktı. Böylece odada Osman, Melih, Ufuk ve ben kalmıştık. Ufuk oturduğu yerde hayıflanarak sitemle konuştu. "Abi valla sıkıldım burada aşağıdaki salonda yatayım bari"

"Ne sıkılması lan yat işte güzelce yatakta."

"Abi yatamıyorum burada aşağıda yatayım işte." Diyerek homurdandı. Melih başını sabır diler gibi sağa sola salladı "Tamam lan anlaşıldı sana rahat batıyor." Dedi. Ufuk cevap vermek yerine otuz iki dişini göstererek güldü. Ama bu gülümseme Melih'in sert uyarıcı bakışlarından dolayı kısa sürdü.

Melih ve Osman'ın yardımıyla Ufuk'u aşağıya indirmiştik. Lacivert ve grinin hâkim olduğu ihtişamlı salonda üçlü koltuğa Ufuk için yer açtık. Çağlar'da Emre'yi yolcu etmiş ve solana Mehmet abi ve Rüya'yla birlikte girmişti. Solana giren üçlüyü ilk fark eden ben oldum.

"Melih, nasılsınız bir şeyiniz var mı?" diyerek soran Mehmet abinin sesiyle Melih bakışlarını salonun girişinde duran üçlüye çevirdi. "Bu soruyu gerçekten soruyor musun?"

"Melih, aslanım nasıl gözümden kaçtı anlayamadım." Diyerek Melih'e doğru ilerledi Mehmet abi. "Kaçmasın Mehmet abi gözünden kaçmasın. Senin güvenerek Ahu'nun takibine koyduğun adamı etkisiz hale getirmeleri çok kolay oldu. Bu mu senin en iyi yaptığın iş?" dişlerinin arasından yaralı bir yılan tıslaması gibi sarf etti sözcüklerini. Mehmet abi bu çıkışa kendisini hazırladığı çok belliydi. Çünkü oldukça sakin ve dingindi.

"Ben başka bir adamı Ahu'nun peşine koymasaydım. Ahu vurulacaktı ve senin ruhun bile duymayacaktı Mehmet abi." Evi inletecek kadar yüksek sesle konuşuyordu Melih. "Melih, ben-" Mehmet abinin sesini elini havaya kaldırarak kesti Melih. "Çok merak ediyorum biz bu siktiğimin işiyle uğraşırken sen neredeydin?" diye sorduğu soruya cevap beklemeden işaret parmağını üçlü koltukta uzanan Ufuk'a yöneltti. "Bak Ufuk vuruldu." Dedi sesi kalıplaşmış buz parçalarını bile çatlatacak kadar sertti.

Mehmet abinin yutkunma sesini oturduğum yerden bile hissedebilmiştim. Salonda bulunan Çağlar, Osman, Ufuk, Rüya ve bende dâhil olmak üzere ikilinin tartışmasına hiçbir şey demeden öylece izliyorduk. Mehmet abi Melih, konusunda her zaman çok titiz ve öncelik göstermiştir. Hatta bir keresinde Melih'in kafasına vazo fırlattığım ve bu sebepten dolayı bilinci kapalı bir gün boyunca hastanede yattığı için. Beni hiç acımadan ormanın ortasına öylece bırakıp gitmişliği bile vardı. Bunu bana yaptığını öğrenen Melih'in sert uyarısı sonucunda bana ne kadar temkinli yaklaşsa da şimdi aynı şey tekrar olsa bana yine aynı şeyleri yapardı. Mehmet abi konu Melih, olunca sivri dişli, gözü dönmüş, yırtıcı bir canavara dönüşüyordu.

Mehmet abi cevap vermek için boğazını temizlediği an kapı çalma sesi onu durdurdu. Açılan kapıyla birlikte salonun ortasına bir bomba gibi düşen Tunç, açık kahverengi gözlerini salonda gezdirdi. Gözlerinin odağına gözlerim takıldığı an büyük adımlarla yanıma gelip oturduğum yerden beni kaldırarak bana sıkı sıkıya sarıldı. Arkamızda kalan Melih'in "Bir bu eksikti." Diyerek homurdandığını duydum.

"Ahu çok korktum... İyi misin güzelim?"

"İyiyim sakin ol." Diyerek fısıldadım aynı zamanda sırtında olan elimle sırtını da sıvazlıyordum. Kollarını benden ayırıp iki eliyle yüzümü kavradı. "Hadi gidiyoruz." Dedi. Ellerini yüzümden çekerek elimden tuttu.

"Ahu hiçbir yere gitmiyor." Dedi Melih.

"Ne demek gitmiyor lan... Az kalsın senin yüzünden ölecekti bu kız." Diye çıkıştı Tunç.

"Gitmiyor burada benim gözümün önünde kalacak... Çok istiyorsan buyur kapı orada sen git. Ya da sesini çıkarmadan otur oturduğun yerde." Nefes bile almadan sinirli bir şekilde bitirdiği cümlesinin ardından cebinden çıkardığı sigarayı dolgun dudaklarına yerleştirdi ve gümüş zippo ile ucunu tutuşturdu. Kendini tekli koltuğa rahat bir şekilde attı.

Cevap vermek için kendini hazırlayan Tunç'u bileğinden yakalayıp dizginledim. Parmak uçlarımla yükselerek kulağına doğru fısıldadım. "Abi lütfen sorun çıkmasın ben de burada kalmak istiyorum." Dedim Tunç gözlerime yanlış anlamış olmayı dileyerek bakıyordu. Ama yanlış yoktu ben bugün gerçekten burada kalmak istiyordum. "Hem Ufuk vuruldu, sende kalmalısın." Tunç Ufuk'un vurulduğunu duyunca salonda gözlerini bir kez daha gezdirdi ve yaralı Ufuk'u gözleriyle buldu. Bana onay verir gibi başını sallayıp Ufuk'a yönünü döndü.

"Geçmiş olsun birader." Dedi "Sağol" diye karşılık verdi Ufuk abime. Mehmet abiyle gelen ve varlığını unuttuğumuz Rüya konuşarak varlığını bize hatırlattı. "İyi madem herkes burada ben açıktım Sevgi Hanımı çağırında bize yemek hazırlasın." Dedi ağzını yaya yaya.

"Sevgi Hanım izinli bugün." Dedi Çağlar. Rüya oflayarak boş koltuklardan birine oturdu. Kapı bir kez daha çaldı. Osman kapıyı açmak için solandan çıktı. Kısa bir süre sonra Osman önde Tekin arkada, Tekin'in arkasında Berna salona giriş yaptılar. Tekin vakit kaybetmeden beni kolları arasına alırken ben şaşkın ve şüpheci bakışlarımı Berna'nın üzerine diktim.

Genelde çok soğukta ve utandığı zaman al al olan Berna'nın yanakları şimdide al al olmuştu. Hava soğuk olmadığına göre, geriye kalan seçenek bana daha mantıklı gelmişti. Tekin ve Berna'nın beraber buraya gelmeleri beni şüphelendirmişti. Tekin'in kolları arsında duruyordum ama gözlerim Berna'nın üzerindeydi. "Ahu sana diyorum duymuyor musun beni?" diye soran Tekin'in kolları arsından çıktım. "Dalmışım... Ne diyordun?"

"İyi misin bir şeyin yok değil mi?" diye sordu gözlerimin içine bakarak. Gülümseyerek "İyiyim " dedim. Tekin'in kenara çekilmesiyle Berna gelip bana sarıldı. Berna'nın konuşmasına müsaade etmeden kulağına doğru fısıldadım. "Neler oluyor Berna?"

" Her şeyi anlatacağım Ahu" kulağıma tıpkı benim yaptığım gibi fısıldadı. Berna ile birlikte birbirimizden ayrıldık. Yalnız kalmak için fırsat kollayan beynim Rüya'nın "Bari kahve içelim ya" demesiyle. Oturduğumuz yerden Berna'yla birlikte kalktık ve ikimiz birden "Biz yaparız" diyerek ortaya atıldık. Salonda şaşkın gözlerle yüzümüze bakan ahaliyi gerimizde bırakarak mutfağa gittik.

Berna ısıtıcıya su doldururken bende bardakları hazırladım. Su kaynayana kadar vaktimiz vardı ve ben Berna'dan öğrenmem gerekenleri öğrenmeden mutfaktan çıkmayacaktım. "Evet" diyerek ikimiz aynı anda konuştuk. Elimi kaldırıp sen başla der gibi bir işaret yaptım. Berna kafasını sallayarak bana doğru biraz daha yaklaşıp mutfak kapısını gözleriyle kontrol etti. Yanakları kan kırmızı olmuş, titreyen ellerini nereye koyacağını bilemez bir haldeydi.

"Ahu... Ben Tekin'den hoşlanıyorum." Diyerek itiraf etti kısık bir sesle sanki birilerinin duymasından korkar gibi. Şaşırmayı çok isterdim ama zaten aklıma gelen başıma gelmişti. Onlar içeriye girer girmez böyle bir ihtimal zaten yer edinmişti beynimin en uçra yerinde.

"Ne zamandan beri hoşlanıyorsun abimden?" Ona biraz daha yaklaşarak" Peki o senden hoşlanıyor mu?" dedim onun gibi fısıltılı bir sesle. "Bilmiyorum... Sanırım seni tanıdığım günden beri." Otuz iki diş sırıtarak "Ve evet o da benden hoşlanıyor" diyerek ellerini ses çıkarmamaya dikkat ederek birbirine çırptı."Sen çıktıktan sonra biz buluştuk Tekin'le benden hoşlandığını söyledi... Sanırım biz sevgili olduk." Dedi heyecanlı sesiyle. Onun bu heyecanını, mutluluğunu paylaşmak istedim. Kollarımı açarak onu kucakladım ve sırtını şefkatle sıvazlayıp "Çok sevindim, iki gözümün çiçeği" "Bende" dedi coşkulu sesiyle Berna.

Isınan kahve suları ile kahveleri yapmış, iki tepsiye ayırarak içeriye geçecekken bugün kaçıncı kez çaldığını sayamadığım kapı tekrar çaldı. İçerden neşeli bir şekilde Çağlar'ın sesi duyuldu. "Ben bakarım Ufuk için hazırladığım sürpriz gelmiş olmalı." Dedi. Berna ile mutfaktan elimizde kahve tepsileriyle birlikte çıktık. Bu sırada Çağların sürpriz diye bahsettiği şeyle burun buruna geldik. Sürpriz kızıl kıvırcık saçlı, siyah inci gibi gözleri, beyaz teni ve minyon tipiyle afet denecek kadar güzel bir kızdı. Ağladığı için burnunun ucu kızarmıştı. Bizi hiçe sayarak salona doğru ilerledi. Çağlar'da kızın arkasından sırıtarak gitti. Bizde kilitlenen ayaklarımızı açarak içeriye geçtik.

Kızıl afet içeriye geçer geçmez "Ufuk" diyerek çığlık çığlığa bağırınca herkesin dikkatini çekmişti. Herkes bir Ufuk'a birde İçeriye giren yabancı kızıl afete bakıyordu. Ufuk uzandığı yerden hafif doğrularak "Kelebeğim" diye seslendi kızıl afete. Burnunu çekerek ağlayan kızıl afet Ufuk'a doğru resmen uçtu ve kolları arasına girdi.

"Çok korktum Ufuk." Ağladığı için hırıltılı çıkan sesiyle konuşan kızıl afete "Bir şey yok Ezgi korkma." Diyerek adının Ezgi olduğunu öğrendiğimiz kızın saçlarını okşadı. Sanırım Ezgi Ufuk'un sevgilisiydi. Çağlar'da Ufuk, için sevgilisini buraya getirmişti. Elimizdeki kahveleri herkese verdik. Berna ile boş bulduğumuz yerlere geçip oturduk. Kahve kupasını dudaklarıma yaklaştırdığım an duyduğumuz sesle herkes yönünü Ufuk'ların oraya çevirdi.

"Şen uf mu oydun?" bir çocuk gibi ses çıkararak konuşan Ezgi'ye "Hıhı uf oydum kelebeğim" diyerek Ufuk'ta tıpkı çocuk gibi ses çıkararak cevap verdi.

Buna bende dâhil olmak üzere salonda bulunan herkes şok geçirdi. Saatler önce bir silahlı çatışmaya girmiş ve vurulmuş olan bu kocaman adamın bir kız için çocuklaşması kadar güzel bir şey yoktu ama yinede insan bu heybetli bedenden böyle bir konuşmayı duyunca da şaşırmadan edemiyordu. Üstündeki şaşkınlığı atan ilk Çağlar oldu.

"Bu ne lan... Allah'ım kulaklarım kanadı ." diyerek çıkıştı. Ellerini kulaklarına koymayı da ihmal etmemişti. Ezgi, Çağlar'ı pek takmadı. Ufuk Ezgi'yi kolları arasına iyice yerleştirip "Sen bu zorba herife bakma kelebeğim" diyerek Ezgi'nin saçlarından öptü. "Kıskanç herifin teki işte bizi kıskanıyor." Dedi sitemle. Çağlar oturduğu yerden ayağa kalkarak. "Valla dayanamıyorum işkence gibi kusacağım şimdi." Diyerek konuştu kocaman olmuş gözlerle.

Ufuk'la Çağlar'ın birbirine laf sokmaları biraz daha sürmüş, biten laf sokma tartışmaların sonunda hepimiz tek tek Ezgi'yle tanışmıştık. Ezgi okul öncesi öğretmeni olduğunu ve dört yıldır Ufuk'la sevgili olduklarından bahsetti. Gecenin ilerleyen saatlerinde dışarıdan yemek söylemiş ve hep birlikte yemiştik. Biten yemeklerimizden sonra Tekin Berna'yla birlikte evden çıkmıştı. Arkasından Rüya ne kadar itiraz etse de itirazlarına kulak asmayan Melih onu da Osman'la birlikte evine göndermişti. Tunç beni eve götürmek için bütün gücüyle Melih'e direnmiş ama oda sonunda pes ederek Melih'in evinden bensiz Çağlar'la ayrılmak zorunda kalmıştı. Ezgi Ufuk'u bırakmak istemediği için Melih'in Ufuk için hazırlattığı odada bu gece Ufuk'la birlikte kalacaktı.

Salonda Mehmet abi, Melih ve ben tek kalmıştık. Onlarla aynı ortamda kalmak istemediğim için kendime mutfaktaki bulaşıkları yıkayacağım diyerek bahane üreterek yanlarından ayrıldım.

Mutfakta biriken bulaşıkların pisini alarak bulaşık makinesina yerleştirdim. Mutfağı üsten toparladım. İçeriye geçmemek için kendime türlü tevirli işler çıkardım. Bugün olanlar filmleri aratmayacak türdendi. Melih hiç çekinmeden her seferinde başına bela olduğumu dile getiriyordu ama beni başından atmak için kafesinden uçurmuyordu da. Özgürlük kavramını hissetmeyeli tam üç yıl olmuştu. Üç yıldır saçma bir intikam hikâyesinde başrolde oynuyordum. Bu tıpkı ince çürümüş halatlarla yapılmış dibi sivri kayalıklarla dolu uçurumu bağlayan köprüde yürümek gibiydi. Karşıya geçmen gerek ama çürümüş halatlı köprüye güvenemiyorsun. Karşıya geçmezsen de burada kurtlar tarafından parçalara ayrılarak öleceksin.

İki tarafı da çaresizlik... İki tarafı da ölüm.

Bitmek bilmeyen düşüncelerim gözlerimi talan eden uyku ile son buldu. Minik adımlarla salona girdim. Melih, Mehmet abiyle hararetli bir şekilde konuşuyordu. Beni fark edince oturduğu yerden ayağa kalkarak Mehmet abinin omzuna dokundu. "Dediğim gibi yap... Gerisini yarın konuşuruz." Dedi kurşungeçirmez bir sesle. "Tamam, ben gidiyorum yarın görüşürüz." Diyerek yönünü bana döndü "İyi geceler Ahu" dedi cevap vermedim boş boş baktım yüzüne çıkışa ilerledi ve evden çıktı. Dış kapının kapanma sesi gelince Melih'e doğru adımladım.

"Benim uykum geldi." Dedim

"Belli oluyor yine kedi gibi mırlamaya başladın." Diyerek merdivenleri çıkmaya başladı arkasından bende çıkarak konuştum. "Ben kedi gibi mırlamıyorum tamam mı?"

"Tam da kedi gibi mırlıyorsun." Güler gibi ses çıkardı. "İnatçı, mızmız kedi." Dedi eğlenir gibi.

"Ben inatçı ve mızmız bir kedi değilim." Dedim söylenerek. "Bak şimdide pençelerini çıkaran saldırgan bir kedi oldun." Dedi eğlendiğini gizlemeden gülerek. "Seninle evde misafir varken tartışmayacağım. " diyerek yanından geçerek hızlıca merdivenleri çıktım. Onun odasının önüne gelince durup arkama baktım. Aheste aheste süzülerek yürüyor ve yüzündeki sinir bozucu gülümsemesiyle sırıtıyordu. Yanıma yaklaşıp kapıyı açtı elini içeriye doğru uzattı. "Önden buyurun sinirli kedi hanım." Diyerek dalga geçmeye devam etti. İçeriye geçtim.

"Kes artık şunu Melih."

"Neden kesecekmişim."

"Çünkü sinirlerimi bozuyorsun." Dedim dişlerimin arasından

"Olur, keserim" diyerek arkasını döndü banyoya doğru ilerledi kapıyı açtı arkasını bana dönmeden "Kedicik." diyerek kapıyı kapattı. "Melih" diyerek arkasından sinirle bağırdım. Ama o resmen kahkaha atıyordu. Melih'in banyo dan çıkmasını beklerken yatağa uzandım. Zor ve yorucu bir gün geçirmiştim ve bedenim artık uyku diye isyan ediyordu.

Kısa bir süre sonra Melih, banyodan altında siyah havluyla çıktı. Elindeki küçük siyah havluyla da saçlarından akan yaşları siliyordu. Kumral kavruk teni, çalışılarak var edilen kaslı vücudu ve köprücük kemiğinden kendine yol çizerek aşağıya akan su damlasıyla karşımda çıplaklığıyla duruyordu.

"Sen ne yapıyorsun? Buraya böyle nasıl girersin içerde bende varım farkında mısın?" Diyerek çıkıştım. Yüzünü buluşturarak giyinme odasına girdi "Az yavaş konuş kızım ya" diyerek söylendi. Onu umursamadım. "Ben nerede yatacağım?" diyerek bir kez daha bağırdım. Üstü çıplak altında sadece gri bir eşofman altıyla giyinme odasından bir anda çıktı ve kendini yanımdaki boşluğa attı. "Tam burada bu yatakta yatacaksın." Dedi.

"Peki, sen nerede yatacaksın?" dedim dalga geçer gibi. "Ben yatıyorum ya işte" diyerek yatağa biraz daha yerleşti.

"Hadi ya... Kalk çabuk buradan git başka yerde yat." Beni umursamadı bile. "Melih kalk diyorum sana."

"Ahu sana gözümün önünde olacaksın derken gerçekten çok ciddiydim" kapalı gözlerini açarak yanında ki yastığı işaret ederek. "Yat zıbar hemen."

"Ya yatmazsam" diyerek meydan okudum. "Seni banyoya kilitlerim." Dedi tehditkâr sesiyle. Dehşete düşmüş gözlerle ela gözlerine baktım. Bunu yapacağını gözleri bile resmen haykırıyordu. Büyükçe yutkundum yatağa hafifçe aramızda mesafe bırakacak şekilde uzandım. "Eğer bana dokunacak olursan seni gerçekten perişan ederim."

"Ov çok korktum indir o pençelerini kedicik." Diyerek dalga geçer gibi güldü. Ona sırtımı dönerek o yokmuş gibi hiç umursamadan gözlerimi kapattım. Arkamda hala kısık bir şekilde gülüyordu. Ne kadar daha böyle güldüğünü hatırlayamadığım Melih'in düzene giren nefes alışverişlerinden sonra bende kendimi uykunun kollarına bıraktım. Zaten bitap düşen bedenim kendine uykunun kollarında rahat bir yer edindi ve uykunun derinliklerine ulaştı.

BÖLÜM SONU

Arkadaşlar hepinizi bolca öpüyorum ve lütfen yıldıza basarak oylama yapmayı unutmayın.❤ Yeni bölümde görüşmek üzere😘

Loading...
0%