Yeni Üyelik
41.
Bölüm

40. Bölüm

@esranurozer


 

Deniz Tekin: Sezenler Olmuş

"Ne?(!) Sen ne dedin az önce?"

Melih'in gözleri saydam bir şeffaflığa bürünmüştü. Ela irislerinin tümünü saran saydam şeffaflığın tam ortasında bir ateş harlanmış, sert yüz hatları o ateşe rağmen dona kalmıştı.

Gülümsedim. "Seviyorum..." dedim, avuç içimi yanağına koydum. Yanağını kaplayan sakalları avuç içime batmasına rağmen asla beni rahatsız etmiyordu. "Çok seviyorum."

Melih'in yüz ifadesi daha önce asla görmediğim bir ifadeye yer edindiğinde, dolgun dudakları aralanıp sonra tekrar kapanıyordu. "Sen beni..." dedi ve cümlesini tamamlayamadan sertçe yutkundu. Benim kendisini sevebilme ihtimalime inanamıyordu. Benden duyduğu bu itiraf onu dumura uğratmış, sarf etmesi gereken bütün kelimeleri ona unutturmuştu.

Ah bir bilse benim kalbimin onun ateşine çoktan sürüklendiğini, bir bilse çoktan onda cayır cayır yandığımı hala bana böyle tepkisizce bakar mıydı? Yoksa beni kollarının arasına alıp sarıp sarmalar mıydı?

Melih, yanağında duran elimi kendi elinin içine hapis etti. Hala oldukları yerde bizim etrafımızda duran adamlarına başını çevirdi. "Benim duyduğum şeyi sizde duydunuz değil mi?" diye sordu. Çağlar, Osman, Ufuk ve hatta Mehmet abi bile gülümseyerek başlarını salladığında Melih büyükçe gülümsedi ve bakışlarını bana çevirdi.

"Bir kez daha söylesene Ahu..."

"Seni seviyorum. Çok seviyorum Melih."

Melih gözlerini kapatıp başını havaya kaldırdı. Tekrar gözlerini açtığında aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapattı. Siyah ayakkabılarının ucu benim elbisem ile aynı renk olan kırmızı topuklu ayakkabılarımın ucuna değiyordu. Dolgun dudaklarını tam şakağımın üstüne bastırdı. Geri çekildiğinde elleri ellerimde, gözleri gözlerimdeydi. Dudaklarında yer edinen gülümseme eşsiz ela gözlerine de yansımıştı. Gözleri titriyordu. Hatta nefesi, iri elleri, sesi bile titriyordu. Kaşları ilk kez çatık ya da alayla havaya kalkık değildi.

Bu kez alnının ortasındaki mavi yeşil damar sinirden veya öfkeden değil mutluluktan belirginleşmişti. Tıpkı benim kalbim gibi atıyordu. Yutkunuşları yüzünden gözlerim gözlerinden kayıp âdemelmasına takılıyor, sonra tekrar gözlerini buluyordu.

Gözlerimin içine baktı, baktı ve baktı. Daha sonra ani bir hareketle kollarını belime sarıp beni sıcacık göğsüne çekti ve sıkıca sarıldı.

"Kurban olurum senin beni seven küçük kalbine de, sana da."

***

Masaya geçip oturduğumuzdan beri birbiriyle kedi köpek gibi didişen Berna ve Çağlar'ı gülümseyerek izliyordum. İkisi de ne birbirlerinden vazgeçiyor nede yan yana anlaşabiliyorlardı. Birbirlerine hem bu kadar zıt hem de bu kadar güzel yakışan çift daha önce görmemiştim. Berna deli dolu durmadan konuşan ve hayaller âleminde yaşayan bir karaktere sahipti. Çağlar ise Berna'nın aksine çok konuşmaz, her şeye gülmez ve gerçekçi bir karaktere sahipti. Ama yine de ben onları yan yana görmeye bayılıyordum.

Bakışlarımı onların üzerinden çekip hemen yanımda oturup ikinci tabak karnıyarığı gömen kocama baktım. Sanki ilk kez karnıyarık yiyormuş gibi büyük bir iştahla yemesi beni gülümsetmişti. Melih başını tabaktan kaldırıp bana döndü ve hayırdır der gibi göz kırptı. Gülümsemem yüzümde iyice büyüdü. Kaşlarımla tabağı gösterdim. "Beğendin mi?"

Melih başını sallayıp "Çok güzel olmuş." Derken masanın üstünde duran elimi avucunun içine alıp dudaklarına götürdü ve öptü. "Eline sağlık."

"Osman ile beraber yaptık."

Melih kaşlarını kaldırıp arkasına yaslandığında Çağlar boğazını sesli bir şekilde temizleyip kendini hatırlatmak ister gibi "Yenge," dedi. Hepimizin bakışları Çağlar'ı bulduğunda Çağlar omuzlarını dikleştirdi ve hemen yanında duran Osman'ın omzunu erkekçe sıktı. "Beni söylemeyi unuttun."

Osman ile göz göze gelip aynı anda gülümsedik. Gülümsemem hala dudaklarımda yer edinirken "Canım "dedim Melih'e hitaben ve ekledim. "Çağlar'da bana çok yardımcı oldu. Allah var homurdanma da üstüne yok."

Masada ki herkes kahkahayla güldüğünde Çağlar omuzlarını düşürdü ve dudaklarının arasından homurdandı. Çağlar'ın üzerinde gezen gözlerim kulağımın dibinde hissettiğim Melih'in sıcak nefesiyle rotasını Melih'e çevirdi. Melih, gözlerimin içine haylazca bakıp dudaklarını kulağıma iyice yaklaştırdı. "Senin o canım diyen ağzını öp-"

"Abi?" diye seslenen Osman yüzünden cümlesi yarım kalan Melih'i omzundan hafifçe iterek benden uzaklaştırdım. Sonuçta cümlesini tamamlamasına gerek yoktu. O cümlenin sonunun ne olacağını ikimizde biliyorduk.

"Efendim koçum."

Osman sandalyesini geri çekerek yere eğildi ve elinde kare şeklinde orta boy bir kutuyla doğruldu. Bakışlarını sırasıyla önce Çağlar'a sonra da Ufuk'a değdirdi. Boştaki elinin parmaklarıyla gözlüğünü düzeltip elinde tuttuğu kutuyu Melih'e doğru uzattı. Melih kutu ile Osman'ın üzerinde gezdirdiği gözlerini, en son kutuda tutarak elini uzattı ve Osman'ın elinden kutuyu aldı. "Bu kutu ne?" kutuyu elinde çevirerek inceledi. "Sakın bana doğum günü hediyesi olduğunu söyleme Osman!"

Osman gülümseyerek omuzlarını dikleştirdiğinde, tıpkı onun gibi dik duruşa bürünen Ufuk ve Çağlar gülümsemek yerine bildiğin sinsice sırıtıyorlardı. Osman boğazını gürültülü bir şekilde temizledi ve gözlerini Melih'e dikti.

"Güzel yaşların olsun abi." Kaşlarıyla Çağlar ve Ufuk'u gösterdi. "Hediye üçümüzden." Dedi.

"Siktir lan!" diye çıkışan Melih'in kaşları çatıktı. "Ne lan bu ergenler gibi bana hediye mi aldınız? Oğlum siz bilmiyor musunuz ben sevmem böyle şeyleri?" elinde tuttuğu paketi iyice havaya kaldırıp üçlüye doğru salladı. "Birde üçümüzün diyorsunuz. Acaba şu minik paketin içine üçünüzün aldığı hediye nasıl sığdı?"

Melih'in bu tavırları hepimizi güldürdüğünde, Ufuk alınmış gibi kaşlarını çattı. "Abi hediyenin küçüğü büyüğü mü olur?" bakışlarını hemen yanında oturan Ezgi'nin yüzene çevirdi. "Değil mi kelebeğim." Dedi. Ezgi Ufuk'un koluna girip başını evet der gibi salladı. Ufuk, Ezgi'nin başının üstene bir öpücük kondurup Melih'in yüzene gördün mü bak der gibi baktı. Melih ise Ufuk'a sadece gözlerini devirdi.

"Açsana kutuyu." Diye fısıldadığımda Melih aynı göz devirmeyi bana da yapıp kutuyu nazik olmayan ama kaba da denmeyecek şekilde açtı. Kutunun kapağı açıldığında Melih'in gözleri kocaman açıldı ve şaşkınlık bürünen gözleri bir süre kutunun içinde gezindi. Ben kızlar ile birlikte kutunun içinde ne olduğunu merak ederken, Mehmet abi gayet rahattı, bu muhteşem üçlü ise otuz iki diş sırıtıyordu.

Melih tek elini kutunun içine uzattığında "Ulan!" dedi ve kutunun içinden çıkan elinde duran üç küçük oyuncak arabayı masanın üstüne bıraktı. "Şerefsizler hediye diye bana bunları mı veriyorsunuz lan?"

Şaşkınlık ve aptal bir sırıtışla baktığım oyuncak arabaların etkisinden Berna'nın "Yuh ya koskoca otomobil şirketi olan adama ala ala oyuncak araba mı aldınız? Gerçek olamazsınız!" diye çıkışmasıyla çıktım. Çağlar, Berna'ya göz ucuyla bakıp "Sen ne anlarsın." Dedi ve tekrar bakışları Melih'i buldu.

Mehmet abi bu olanlardan haberdarmışçasına rahatça arkasına yaslanmış ve Melih'in üçlüye sergilediği tavrı zevkle izliyordu.

"Abi..." diye aynı anda seslenen üçlü birbirine bakıp sırıttı ve konuşmayı Çağlar devraldı. "Abi şimdi biz şöyle düşündük. Maaşımızı senden alıyoruz ve şimdi senin bize verdiğin paradan sana hediye almak olmazdı. Senin verdiğin parayı biz niye tekrardan sana harcayalım? Saçma değil mi?" diyerek Osman ve Ufuk'tan onay istedi. Osman ve Ufuk "Saçma!" diyerek karşılık verdiğinde Çağlar gözlerini Melih'e dikti. "Yeni yaşın da, hediyende hayırlı olsun." Dedi içine dede kaçmış gibi.

"Ulan var ya!" diyerek oturduğu yerden kalktı ve tek eline sığdırdığı arabalarla üç adamının yanına ilerledi. Üçünün de üzerinde gözlerini tek tek gezdirdi ve elindeki arabalara baktı.

"Alın çabuk bunları!"

Üçü de istifini bozmadan Melih'e baktıklarında Melih sıkıntılı bir nefesi dudaklarının arasından serbest bıraktı. "Alın dedim lan size! Benim asabımı bozmayın. Hediyeye ne gerek var. Siz yanımda sapa sağlam durun bana yeter aslanlarım." Dedi. Sesinin tınısında bir baba, abi, arkadaş şefkati vardı.

"Olmaz abi bu arabalar senin." Diye konuşan Ufuk Melih'in omzuna elini koydu.

"Lan oğlum bu arabalar sizin çocukluğunuzda sahip olduğunuz tek oyuncak. Çocukluğunuz oğlum lan ben neden sizin çocukluğunuzu hediye diye alayım?"

"Abi sen bize hayat verdin! Biz sana oyuncak bir araba vermişiz çok mu? "diyen Çağlar'ı Osman başıyla onaylayıp Melih'in yanına yaklaştı ve erkekçe sarıldı. Melih Osman'ın sarılışına karşılık verirken, Çağlar konuşmasını sürdürdü. "Hem o oyuncaklar bir tek senin değil." Göz ucuyla bana baktı. "İleride olacak yeğenlerimize amcalarından ufak bir hatıra." Dedi.

Melih'in parlayan gözleri sanki karnımda bir bebek varmış gibi karnıma kaydığında, utançla yerimde kıpırdandım. Melih'in gözleri ise hala üzerimde dolanıyorken, Ufuk Melih'in önüne geçerek kollarını bedenine sardı. Ufuk'u Çağlar takip etti ve oda sarıldı. Berna, Ezgi ve ben hayranlıkla onları izlerken Mehmet abi mutlulukla izliyordu.

Osman, Çağlar ve Ufuk Melih'in hiç olmayan kardeşi gibiydiler. Kan bağına gerek duymadan birbirlerine bağlanmışlardı. Melih belki fark ederek, belki fark etmeyerek tam bilemiyorum ama bu kimsesiz üçlüye aile olmuştu.

***

Gece güzel bir şekilde ilerlemiş ve herkes eğlenmişti. Kızların yardımıyla dağılan her yeri itinayla toparlamıştık. En son herkese kahve yapmış ve afiyetle içmiştik. Kahve bardaklarını da yıkadığımızda vakit çoktan gece yarısını geçmişti. Herkes birden ayaklanmış ve evden ayrılmıştı. Ben mutfağa girip son kontrolleri yaptığımda Melih'in telefonu çalmış ve Melih çalan telefonuyla dışarıya çıkmıştı. Melih'in dışarıya çıkmasını fırsat bilip hazırlanmak için yukarıdaki yatak odasına çıktım.

Odaya girer girmez ayağımdaki topuklu ayakkabıyı çıkarttım ve kendi evimizden getirdiğim beyaz dantelli sexsi geceliği elime aldım. Geceliği incelemek için askılarından tutup önüme doğru tuttum. Geceliğin her yeri transparan tüllerle kaplıydı. Her yeri açıktı. Aklıma gelen şeylerle kıkırdadım. Bu geceliği giydiğimde Melih'in geceliği üzerimden çıkarmasına gerek kalmadan birlikteliğimizi sağlayacağı ihtimali tırnak uçlarımı bile ürperttiğinde sirkelenerek kendime geldim. Burada bir banyo olmadığı için elime aldığım gecelikle aşağıdaki banyoya gitmek için arkamı döndüm ve odanın kapısı açıldı.

Gelen Melih'ti ve ben banyoya gidemeden onun telefon konuşması bitmişti.

Melih gözlerini dikmiş bana bakarken, ben sakin olmaya çalışarak stresten terleyen çıplak ayaklarıma komut verdim ve ona doğru bir adım attım. Melih gözlerini bir saniye bile üzerimden ayırmadığı için adım atarken bile kalbim hızlı hızlı atıyor. Karnımın içinde kelebekler uçuşuyordu. Yanından geçip gitmek istediğimde Melih sert erkesi sesiyle "Nereye?" diye sordu.

"Aşağıya," derken elimdeki geceliği iyice arkama saklıyordum. Bu yaptığım ne kadar saçma olsa da kendime engel olamıyordum. "Banyo yapacağım."

Melih'in kaşları alayvari bir şekilde havalandığında, dudaklarının kenarı da yamuk bir şekilde kıvrılmıştı. "İki kez banyo yapmana gerek yok yavrum. Tek seferde halledebiliriz."

"Hıh..." dedim anlamayarak.

Melih ise gülümsemesini iyice büyüttü ve eli siyah gömleğinin düğmesine gitti. Üsten ilk düğmeyi açtığında "Diyorum ki zaten ben senin zerrelerinde kaybolacağım. Senide kendi zerrelerime katacağım. Birlikte olduktan sonra banyo yaparsın. İki defa uğraşma!"

Melih'in arsızca sarf ettiği kelimeler bacak aramda tatlı bir sızıya sebep olurken, yanaklarım utançtan yanıyordu. "Melih..!" dedim inler gibi. "Banyo yap-"

"Elinde tuttuğun ne?"

Gözlerim elimdeki beyaz geceliğe takıldı ve sonra Melih'i buldu. "Bu şey..." dedim.

"Ney..?" dedi.

"Gecelik. Banyodan sonra giyeceğim." Gözlerimi gözlerinden çekip çıplak ayaklarıma baktım. "Senin için hazırlık yapmak istiyorum."

Melih'in "Gerek yok!" diyen kurşungeçirmez sesiyle bakışlarımı ayaklarımdan çekerek gözlerine baktım. Melih seri hareketlerle gömleğinin düğmelerini açtı ve gömleğini bir çırpıda vücudundan sıyırıp yere attı. Aramızda ki iki adımlık mesafeyi büyük bir adım atarak kapattı. Büyük elleriyle saçlarıma dokundu. "Böyle şeyleri giymene gerek yok. Ben zaten seni her halinle arzuluyorum. Bitiyorum sana kızım. Cayır cayır yanıyorum."

Yutkundu. Yutkundum.

Melih'in alev alan ela gözleri, benim o alevde tutuşmak için sabırsızlanan kahve gözlerimle birleşti. Ben kendi yansımamı onun gözlerinde izlerken, sanırım oda benim gözlerimde kendi yansımasını izliyordu. Yüzünü yüzüme yavaşça yaklaştırdı. Sıcak nefesi yüzümün her zerresini yalayıp geçerken dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve tutku dolu bir öpücük verdikten sonra dudaklarını dudaklarımdan ayırdı.

"Seni seviyorum Ahu." dedi

"Bende..." dedim nefesim bana yetersiz geliyordu sanki. "Seviyorum."

Melih büyükçe yutkundu ve elini elbisemin askısına koydu. İnce askıyı parmaklarının yardımıyla aşağıya indirdiğinde benim ellerim ise onun yüzünde geziniyordu. Askılar omzumdan aşağıya düştü. Melih daha sonra elbisemin yandaki fermuarını indirdi ve elbise bedenimden sıyrılıp çıplak ayaklarımın dibine düştü. Bütün çıplaklığımla Melih'in karşısındaydım. Altımda siyah dantelli külotum haricinde hiçbir şey yoktu. Melih'in gözleri ölüm yavaşlığıyla vücuduma indiğinde, sanki ilk defa görüyormuş gibi bedenimi süzdü. İri elinin kemikli sırtını boynumdan göğüs arama doğru gezdirdi. Eli aşağıya doğru kaydı, kaydı ve en son bel oyuntumda duran eli sıklaştı. Diğer elide bel oyuntumu bulduğunda Melih beni kendine doğru çekti. Benim çıplak göğsüm onun çıplak göğsüyle birleşti.

Melih bir çırpıda beni kaldırdığında refleks olarak bacaklarımı beline doladım. Melih'in dudakları şeytani bir gülümsemeye yer edindiğinde "Aferin benim güzel karıma. Çabuk öğreniyorsun." Dedi ve biten cümlesiyle eş zamanlı sırtım yatağın yumuşak zeminine değdi. Melih, benim üzerimde yerini almadan önce aceleci bir tavırla ilk önce kendi kemerini çözdü. Daha sonra pantolonunun çıkarttı ve en sonda boxser yeri boyladı. Yavaşça yanıma gelip yatağa uzanmadan altımdaki külotu çıkartıp kendi kıyafetlerinin yanına attı. Üzerimdeki yerini aldı ve dizlerinin yardımıyla açtığı bacak arama girdi.

Ağırlığını kollarına vererek kollarımın altından geçirdi ve üzerime uzandı. Benim bir elim kolundaki kaslı pazusunu tutarken, diğer elim sırtındaydı. Elim rahat durmuyor onun teninin sıcaklığını hissetmek için sırtını hafifçe okşuyordu. Melih başını boyun girintime sokup derin derin soluklar aldı. Başı boynumdan çekildiğinde kararan ela gözleri gözlerimi buldu. Kısa bir bakışmanın ardından Melih'in dolgun dudakları dudaklarımın üzerine kapandı.

Öptü. Öptüm.

Nefessiz kalana kadar birbirimizin soluklarında hayat bulduk. Melih geri çekildiğinde dudakları ilk alnımı buldu. Orada biraz oyalandıktan sonra burnuma doğru yol alan dudakları sırasıyla yanaklarım, boyun girintim ve göğüslerime doğru yol aldı. Melih'in arsız dudakları bedenime öpücükler bırakırken benim dudaklarımdan "Melih" dışında bir şey çıkmıyordu.

Melih, üzerimdeki yerini tekrar aldı. Alnının üzerindeki birkaç ter damlasının süzülerek sakallarına karışırken dikkatim bir parça dağıldı. Avuç içimle alnındaki ter damlarını sildiğimde bana sıcacık gülümsedi ve o benim gibi terli alnımı eliyle silmek yerine dudaklarını alnıma bastırıp öptü.

"Ahum," dedi yumuşacık bir ses tonuyla. "Seninle bütün olmak istiyorum." Burnumun ucunu öptü. "Hazır mısın?"

Kolunu öpüp alnımı koluna yaslayıp derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. "Hazırım. Hadi."

Gözlerim kapalı mırıldanışım onu harekete geçirdi ve heybetli erkekliğini birden içime itti. "Ahh..." dudaklarımdan firar eden iniltimi kendi dudaklarının arasına hapis etti. Dudakları dudaklarıma işkence ederken, erkekliği de kadınlığıma işkence ediyordu. Bu işkence birçok duyguyu aynı anda barındırıyordu. Acı, tutku, aşk...

Melih ile sadece bedenlerimiz değil ruhlarımızda bütün oluyordu. O beni seviyor, bende onu seviyordum. Olmayacak şey olmuş, ateş buza âşık olmuştu. Buz da ateşin olmuştu.

*** 

Sabahın keskin güneşi yüzüme vururken uykumdan uyanmamak için resmen direniyordum. Ayrıca saçlarım Melih'in elleri tarafından okşanırken, güneşin kıytırık yakıcı sıcaklığına yenilip de uyanmam imkânsızdı. Başımı yastığa biraz daha gömdüm ve kendimi Melih'in şefkatli dokunuşlarına bıraktım. Tam gözlerim tekrar daldığında Melih'in kısık ama öfke barındıran sesini duydum.

"Hepinizi tek tek sikerim oğlum. Beni delirtmeyin." Diyordu. Böyle konuşmasının iki ihtimali vardı ya kendi kendine konuşuyordu ya da telefonla. "Dediklerimi yapın. Size mi kaldı amına koyayım beni sorgulamak?"

Melih'in öfkeli sesi bir kez daha kulaklarımı doldurduğunda olduğum yerde kıpırdanarak gözlerimi açtım ve yönümü Melih'e döndüm. Tam da tahmin ettiğim gibi Melih telefonla konuşuyordu. Uykulu gözlerim gözleriyle kesiştiğinde, dudaklarının kenarına zoraki bir gülümseme kondurdu. Telefonda ki kişiye hitaben "Bekle iki dakika!" dedi ve telefonu kulağından indirip, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Tek eliyle yüzümü kavrayıp saçlarımın tepesinden öptü. Geri çekilip yataktan kalktı ve telefonu tekrardan kulağına koyarak odadan çıktı.

Melih'in arkasından öylece baka kaldım. Başımı iki yana sallayıp üzerimdeki şaşkınlığı attım. Sanırım telefon konuşmasını duymamı istemiyordu. Ayaklarımı yataktan sarkıtarak ayağa kalktım. Hızlı hareketlerle yatağın üzerini düzelttim ve üzerimi giyinmek için kahverengi çamaşır dolabının önüne ilerledim. Haziran ayındaydık, bu sebepten dolayı hava çok sıcaktı. Hem beni serin tutacak hem de Melih'i delirtmeyecek bir şeyler giymek için dolabı tarayan gözlerim en sonunda kalın askılı beyaz sıradan bir bluz ve mürdüm rengi dizlerimin üstünde biten etekte kaldı. Kıyafetleri seri bir şekilde üzerime giydim ve odadan çıkarak aşağıdaki banyoya girdim. Dişlerimi fırçalayıp, yüzümü yıkadıktan sonra saçlarımı üstten taradım ve gevşek bir şekilde ördüm. Banyodan çıktığımda eş zamlı olarak dış kapıda açıldı. Melih elinde tuttuğu telefonu cebine koyup yanıma geldi.

"Hazırlanmışsın." Dedi üsttün görü üzerimi süzdü ve beni kolunun altına aldı. "Bende üzerimi giyineyim sonra çıkalım bebeğim. Kahvaltı yaptıktan sonra şirkete gitmem lazım."

"Kahvaltıyı dışarıda mı yapacağız?"

"Evet."

Tamam der gibi başımı salladım. "Kiminle konuşuyordun?" diye sormamla Melih'in yüzü gerildi. Parmaklarının arasına burnumu sıkıştırdı. "Böyle her şeye burnunu sokarsan bir gün bu küçük burnun kopar kedicik." Derken sesi ne kadar alay eder gibi çıksa da yüz hatlarının gerildiğini görebiliyordum. "Hadi oyalama beni." Dedi ve ekledi. "Bir ton işim yokmuş gibi birde annemin yemek davetine gideceğiz akşam."

Biten cümlesiyle beni öylece bırakıp yukarıya çıktı. Yine bir şeyler vardı ve Melih benim ne olduğunu öğrenmemi istemiyordu. Bu olan şeyin işiyle alakalı olmadığı gün gibi ortadaydı. Olsaydı işle alakalı der konuyu bıçak gibi keserdi. Bu kesinlikle karanlık işleriyle alakalıydı, ondan beni böyle uzak tutuyordu. Ben böyle kendi kendime istişare yaparken Melih aşağıya inmişti. Yanıma doğru adımladı elimden tutarak kendisiyle birlikte evden çıkmamızı sağladı. Dışarıya çıktığımızda Melih elimi bırakmadan kapıyı kilitledi ve arabaya doğru ilerledik.

Melih sürücü koltuğuna oturduğunda bende yanına oturdum. Emniyet kemerimi takmaya çalışırken, Melih dudaklarının arasına yerleştirdiği sigaranın ucunu tutuşturuyordu. Tutuşan sigaradan sonra Melih'te kemerini taktı ve arabayı çalıştırdı. Araba toprak yolda ilerlerken, bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Bir süre sessiz geçen yolculuğumuzun ardından Melih "Ahu" diye seslendi. Bakışlarımı camdan çekip yüzüne baktım. "Efendim."

"Arka koltukta bir kutu var. O senin." Dedi.

Hızla arka koltuğa dönen bakışlarım ve aceleci tavırlarımla arkaya doğru uzandım. Kutuyu elime alıp tekrar önüme döndüğümde kutuyu bacaklarımın üzerine koydum. "Ne ki bu?" hala gözlerim kutudaydı.

"Açsana kızım." Diyerek bana odunca bir cevap veren Melih'e sadece gözlerimi devirdim ve kutuyu açtım. Kutuyu açıp içindekini görmemle "Melihhh..." diye çığlık attım. Melih yüzünü buruşturdu. "Hay ben senin o sesinin tınısını..."

Kutunun içindeki son model İphone model telefonu elime alıp göğsüme bastırdım. Kalpler fışkıran gözlerimi Melih'in gözlerinin içine diktim. "Ya inanamıyorum." Dedim çığlık atarcasına "Sonunda benimde telefonum var. Yıl olmuş 2020 ama ben telefonsuz eski çağda yaşıyordum. Sonunda günümüz çağına dönebildim."göğsümden kaldırdığım telefona melül melül baktıktan sonra bakışlarımı bir kez daha Melih'e çevirdim ve araba kullanmasını önemsemeden kollarımı boynuna sardım. "Teşekkür ederim kocacığım." Dedim ve yanağına sulu bir öpücük kondurdum.

Melih sıcacık gülümsedi. Gözleri yol ile benim üzerimde mekik dokurken, elini yanağıma koyup okşadı. "Aslında dün akşam verecektim ama senin aklımı başımdan alan itirafından sonra bende akıl falan kalmadı güzelim." Yanağımda olan elinin üstüne elimi koydum ve kocaman gülümsedim. Melih elinin üstünde olan elimi alıp dudaklarına götürdü. Birkaç küçük öpücük kondurdu. "Ölürüm senin gülüşüne " dedi.

***

Melih beni manzarası muhteşem olan cafe tarzı bir yere kahvaltıya götürdü. Birlikte çok güzel bir kahvaltı yaptık ve Melih beni eve bırakıp şirkete geçti. Tabi bu benim rahatça bahsettiğim gibi geçmedi. Melih telefon ile ilgili bir sürü bana nutuk çekti.

Yok, efendim neymiş, kendisinin kaydettiği numaralardan başka bir numara olmayacakmış rehberde. Eğer ki ben bilerek ya da bilmeyerek yabancı bir numara ile konuşursam telefonu elimden alacak ve sonsuza kadar beni telefonsuz bırakacakmış. Aslında kendisi Tekin abimden nefret etse bile yinede numarasını telefon rehberime kaydetmiş ve sırf bunu benim için yapmış. Bu yüzden ona göre davranacak öyle hareket edecekmişim. Bana telefon alması demek onun sınırlarını göz ardı edeceğim anlamına gelmezmiş. Bunun gibi birkaç yasak daha sıraladı ve telefon ile ilgili olan konuşmayı sonlandırdı.

Melih telefon mevzusunu kapatıp akşam annesinin düzenlediği aile yemeğine gitme mevzusunu açmıştı. Yemeğe giderken üzerime düzgün bir şeyler giyecekmişim ve onu zıvanadan çıkartmayacakmışım. Yemekte yanından bir saniye ayrılmayacak ve hep gözünün önünde olacakmışım. Melih akşam yiyeceğimiz yemek ile ilgili isteklerini sıralarken onu bir süreden sonra dinlememiş her şeye başımı tamam der gibi sallamıştım. Sonuçta gideceğimiz yer Birsen teyzelerin eviydi ve o evde otomatikman benim hoşlanmadığım iki kişi vardı. 'Kenan amca ve Renan Hanım.' Bu sebepten ötürü zaten kendisinin yanından ayrılmak gibi bir hata yapmazdım.

Islak saçlarıma saç havlumu bir sadrazam gibi sardım. Beyaz bornozumun kuşağını iyice sıktım ve öylece kendimi yatağın üzerine attım. Gözlerim saate kaydığında vakitin ikindin beş bucuk olduğunu gördüm. Komodinin üzerinde duran telefonumu aldım ve yüz üstü yatarak Whatsappa girdim. Melih'in profiline tıkladım ve mesaj yazdım.

Gönderen: Ahu

Mesaj : "Canım ne yapıyorsun? :)"

Çevrim içi

Yazıyor...

Gönderen: Melih

Mesaj: "Sence ne yapıyor olabilirim yavrum! Çalışıyorum."

Ekrana düşen mesaja bak ya tam bir öküzce cevap.

Gönderen: Ahu

Mesaj: "Bir kibarlık edip sormadın ama bende evde hazırlanmaya çalışıyorum!"

Görüldü, yazıyor...

Gönderen: Melih

Mesaj: "İyi hazırlan o zaman Ahu. Niye hem beni hem de kendini oyalıyorsun?"

Gerçekten tam bir öküzdü. İnsan karısıyla hatta düzeltiyorum âşık olup sevdiği karısıyla böyle mi mesajlaşırdı? Bütün hevesimi kursağımda bırakmıştı. Telefon klavyesinde parmaklarımı hızla oynattım. "Ne zaman gelirsin?" diye sordum. Anında görüldü yaptı bıraktı.

Hem öküzdü hem de odun.

Melih'le uğraşmanın mantıklı olmayacağını düşünerek akşama hazırlanmak için giyinme odasına girdim. Kalın askılı düz siyah bir elbiseyi üzerime geçirdim. Ayaklarıma bantlı yine siyah bir ayakkabı giydim. Saçlarımın suyunu özenle aldım ve fön makinesi ile kuruttum. Kuruttuğum saçlarımı tepeden sıkı bir atkuyruğu yaptım. Makyaj masasının önüne gelip oturdum. Yüzüme nemlendirici krem sürdükten sonra kirpiklerime rimel ile şekil verdim. Dudaklarıma da toprak tonlarında nude bir ruj sürdüm. Artık hazırdım. Giyinme odasından çıktığımda telefonuma bildirim geldi.

Gönderen: Melih

Mesaj: "Kapıdayım aşağıya in."

"Öküz" diye homurdanarak siyah çantamı da alıp aşağıya indim. Dış kapının şifresini girdim ve dışarıya çıktım. Bahçede yürüyerek hapishane kapısını andıran demir kapının yanına geldim. Korumalar beni görünce başlarını öne eğerek kapıyı açtılar. Kapı açılınca arabanın içinde sigara içerek beni bekleyen Melih'in yanına ilerledim ve kapıyı açıp oturdum. Emniyet kemerimi takarken Melih'in gözlerini üzerimde hissetsem de ondan tarafa bakmadım. Sırtımı tamamen koltuğa yasladığımda göz ucuyla Melih'in hareketlerini takip ettim. Melih elindeki sigara izmaritini camdan dışarıya atarak camı kapattı. Arabayı çalıştırmak yerine bedenini bana döndürdü.

"Saçlarını aç." Dedi mekanik bir ses tonuyla. "Hemen, bekliyorum."

"Neden?" elim saçıma gitti. "Hava sıcak. Saçlarım böyle kalsın istiyorum."

"Klimayı açarım." Dedi taviz vermeyen sesiyle "Bende saçlarını açmanı istiyorum."

İstediğini yaptırmakta direnen Melih'e sadece gözlerimi devirdim. Elim saçımdaki tokaya gitti ve bir çırpıda atkuyruğu olan saçımı açtım. Saçlarım iki yana süzüldü. Melih saçlarımın süzülüşünü izledi. İki eliyle yüzümü kavrayıp saçlarımı koklayarak öptü. "Hah şimdi oldu." Diyerek arabayı çalıştırdı.

Sessizlikle akıp giden yol bizi Birsen teyzelerin evine götürmüştü. Melih'le arabadan birlikte inerek eve doğru el ele adımladık. Melih kapıyı çaldı. Kısa bir süre sonra kapı Birsen teyze tarafından açıldı. Birsen teyze tıpkı oğlu gibi ela olan gözlerini ikimizin üzerinde gezdirdi ve kollarını Melih'in boynuna sardı.

"Oğlum. Canım oğlum hoş geldin annem." Yanaklarını tek tek öptükten sonra gözleri beni buldu. Melih'in kollarından çıktıktan sonra bana da sıkıca sarıldı. "Sende hoş geldin kızım."

"Hoş buldum Birsen teyze." Dediğimde içeriden Kenan amca "Birsen bırak da çocuklar içeriye girsin." Diyen sesi geldi. Birsen teyzeden ayrıldıktan sonra o bizim önümüzde Melih ile bende el ele onun arkasından salona ilerledik.

Salona girdiğimizde yemek masasının etrafına oturmuş bizi bekleyen Hüseyin amca, Zehra abla, Mehmet abi, Renan Hanım ve Kenan amcayı gördük. Hepsinin yüzünde bir gülümseme vardı. Gözleri ise parıltıyla Melih'e bakıyordu. Eee ne de olsa Melih bugün doğum günü çocuğuydu. Böyle söyleyince de içimden gelen gülme isteğini bastıramayarak kıkırdadım.

Melih kıkırdamamla bana göz ucuyla baktığında tabiri caizse bir kedi gibi ona yaklaşıp sırnaştım. Alnımı koluna dayadım. "İyi ki doğdun Melih Kılıçaslan." Gülümsedim. Oda gülümsedi.

El ele masaya yaklaştığımızda sırasıyla herkesle sarılıp merhabalaştık ve yemek yemek için masaya oturduk. Birsen teyze Melih'in önünde ki tabağa bir dolu şey koyarken aynı zamanda da hayıflanır gibi konuştu. "Senin bu arkadaşlarına çok kırıldım oğlum. O kadar ısrar ettim davetime gelmediler. Çok ayıp ettiler." Bakışları Hüseyin amcayı buldu. "Sana da kırgınım Hüseyin abi. Ne diye Elif ve Leyla'yı da getirmedin. Bak Ahu kızımla iyi vakit geçirirlerdi."

Ay aman iyi ki gelmediler. Birde o iki kızla uğraşamazdım. Biri gözlerini dikerek bana bakıyor, diğeri ise resmen kocama asılıyordu.

"Birsen onların yaşı küçük kızım. Ne işleri var Melih abilerinin doğum gününde. Melih'e Ahu kızım yeter. Yemek yiyip dağılacağız. Boşuna kırılıp bükülme." Dedi Hüseyin amca.

Birsen teyze Hüseyin amcadan destek alamayınca bakışlarını tekrardan Melih'e çevirdi. "Ya senin o arkadaşların Melih? Nuh dediler peygamber demediler. Yemeğe gelmemek için inat ettiler."

"Anne," dedi Melih sıkılgan bir tavırla "Çocuklar bütün gün çalışıyor. Onlarla dün akşam yemek yedik biz. Sen takma kafana, çocukları da fazla sıkma."

Birsen teyze tam cevap verecekken Kenan amca araya girerek "Tamam artık Birsen. Bırak yemek yiyelim." Dedi. Birsen teyze de böylelikle susmak zorunda kaldı.

***

Yemekler yenilmiş, Birsen teyzenin ısrarı üzerine Melih bir kez daha doğum günü pastasını üflemişti. Bu durumdan sıkıldığı o kadar belliydi ki bütün yüzüne yansımıştı ama sırf annesinin gönlü olsun diye de sesini çıkartmıyordu. Az önce de çay içerken telefonu çalmış ve salondan çıkıp gitmişti. Ve Melih'in salondan ayrılmasının üzerinden yirmi dakika kadar bir zaman geçmişti.

Çay bardağımın dibinde kalan son yudum çayı da yudumlayıp, boşalan bardağı elime aldım ve oturduğum yerden kalktım. Bu ortamda ki muhabbet beni sarmamış ve oldukça sıkılmama sebep olmuştu.

Mutfağa girdim ve elimdeki bardağı ada tezgâhın üzerine koydum. Tam mutfaktan çıkacağım zaman boydan boya cam olan balkon kapısından Melih'in balkonda olduğunu gördüm. Ada tezgâha hafifçe kalçamı yasladım. Gözlerimi Melih'in üzerine diktim ve beni fark etmesini bekledim. Zaten o da çok geçmeden beni fark etti. Telefon kulağında duruyordu ve kaşları çatıktı. Bizim gözlerimiz kesiştiğinde Melih derin bir nefes alıp verdi.

Melih'in yüzü gergin olmasına rağmen dudaklarına bir gülümseme yerleştirdi. Sanırım dün akşamdan beri girdiği bu yoğun telefon trafiği hiç iyi şeylere işaret değildi. Melih telefonu kapattı. Sürgülü cam balkon kapısını iterek açtı ve içeriye girdi. Büyük adımlarını bana doğru attı. Sorgu dolu gözlerini gözlerimden çekmeden gelip önümde durdu.

"Çiçeğim..." dedi nefesimi kesmek ister gibi ve ekledi. "Sıkıldın mı?"

Başımı evet anlamında salladım. Melih'in elleri saçlarımı buldu. Uzunca bir süre saçlarımda dolanan ellerinin yerini dudakları aldı. Birkaç küçük öpücük bıraktığı saçlarımdan dudaklarını ayırdığında, elleri tekrar saçlarımı buldu. Bunu sürekli yapıyordu. Her fırsatta elleri ve gözleri saçlarıma takılıyordu. Hiç abartısız Melih'in benim bedenimde en sevdiği yer saçlarımdı.

"Eve ne zaman gideceğiz?" diye birdenbire sordum. Melih parmaklarını saçlarımın ucuna dolamıştı. "Beş- on dakika daha oturalım annemin gönlü olsun sonra gideriz Ahu." dedi benimle konuşuyordu ama odak noktası saçlarımdı. Melih'e cevap vermek için açtığım ağzım mutfağa giren Birsen teyze ve Zehra abla yüzünden geri kapandı. Birsen teyze parlayan gözlerle bize bakıp gülümsedi. Melih annesinin yüzündeki gülümsemeye takılmadan saçlarımın üzerine bir öpücük daha kondurup mutfaktan çıktı.

"Allah mutluluğunuzu daim etsin Ahu." diyerek kıkırdayan Zehra ablaya gülümseyerek cevap verdim. Birsen teyze gözlerine yerleşen hüzünle yanıma yaklaşıp tıpkı oğlu gibi ellerini saçlarıma koyup okşadı. "Melih saçlarınla oynamayı seviyor galiba kızım?" diye sordu. Sesi naif çıksa da gözleri hüzüne ev sahipliği yapıyordu. Birden mutfağa giren Renan Hanımın topuklu ayakkabısının çıkardığı tok sese imalı sesi karıştığında, "Tıpkı rahmetli abin gibi değil mi Birsen?" diye sordu ve konuşmaya devam etti. "Nedense Ahu'nun uzun saçları bana abinin katilini hatırlatıyor." Dudağının kenarını yapmacık bir şekilde kıvırdı. "Onu öldüren kadının da saçları Ahu'nun saçları gibi uzun ve tıpkı böyle koyu kahveydi." Şeytani bir parlama yer edinen gözlerini Birsen teyzeye dikti.

"Neydi o kadının adı Birsen?" düşünür gibi mırıldandı. "Canan'dı sanırım."

Birsen teyzenin yüzünün rengi attığında elini hızla saçlarımdan çekti. Büyükçe birkaç kez yutkunup arkasını döndü ve mutfaktan çıktı. Onun arkasından da Zehra abla çıktı.

Renan Hanım yapmacık bir şekilde kıvırdığı dudaklarına genişçe bir gülümseme yaydı ve sadece bir adım bana doğru attı. Zehir püsküren gözlerini gözlerime dikti.

"Sanırım soyadını da hatırladım ben Ahu." dedi ve şuh bir kahkaha attı. "Katilin adı Canan Kaya'ydı..."

BÖLÜM SONU

Loading...
0%