@esranurozer
|

Duman: Her Şeyi Yak Burnuma dolan yoğun karanfil kokusu ve yüzüme konan sayısız öpücüklerle gözlerimi açtım. Gözlerimi açmamla Melih'in ela gözleriyle karşılaştım. Ne olduğunu idrak etmeye çalışırken, Melih burnumun ucuna bir öpücük kondurdu. "Günaydın güzelim." Dedi dinç sesiyle. Yattığım yerden doğrulmak istedim ama Melih beni kollarıyla iki yandan tuttuğu için bu girişimim başarısız oldu. Uykulu ses tonumla "Günaydın," dediğimde Melih gülümseyerek kolunun birini belime doğru atıp yatakta doğrulmamı sağladı. Yorgun görünmesine rağmen gülümsüyordu. Eli üzerimdeki örtüye gidip üzerimden çekti. Ela gözlerini ayaklarımda gezdirip, tekrar gözlerime baktı. "Nasılsın? Ayakların acıyor mu bebeğim?" diye sordu. Esneyerek başımı iki yana salladım. "Hayır." Elimi enseme atıp ovalarken aklıma gelen şeyle "Melih..." dedim ve irice açtığım gözlerimi yüzüne sabitledim. "Sen ne zaman geldin? Renan Hanıma ne yaptın?" gözlerimi yüzünden çekip üzerini taradım. Siyah takım elbisesi üzerindeydi. Bu haliyle hiçte yataktan kalkmışa benzemiyordu. Az öce sorduğum soruların üzerine bir yenisini de ekleyerek "Sen bir yere mi gidiyorsun?" diye sordum. Melih dizini dayadığı yataktan kalktı. İki eliyle yüzümü kavradı ve alnıma güçlü bir öpücük kondurdu. "Çok soru soruyorsun yavrum." Yüzümdeki parmaklarıyla yanağımı okşayarak "İşim var." Dedi. "Ne işi?" diye sormamla kaşları havaya kalktı. Sergilemiş olduğu bu tavrı onu sorguladığım içindi. "Peki," dedim ve ekledim. "Renan Hanıma ne-" "Ahu!" diye dişlerinin arasından adımı söyleyerek vurguladı. Sormamı istemiyordu. Ama ben merak ediyordum. O ise benim merak etmemi gereksiz buluyordu. "Bana bak!" iki parmağının arasına sıkıştırdı burnumu "Bu küçük burnunu her şeye sokma ve beni deli etme." Yüzünü boynuma yaklaştırıp burnunu boyun girintime sürdü ve derince bir soluk aldıktan sonra burnunun yerini dudakları aldı. "Benim şimdi gitmem lazım. Annem gelecek. Sen fazla yorma kendini bebeğim." Ilık nefesi şah damarıma işlerken, evin zili çaldı. Melih "Hah işte geldi bile "diyerek boynumdan başını çekti ve elimden tutarak beni yataktan kaldırdı. Ayak tabanım yere değmenin etkisiyle azıcık sızlasa da çokta önemsenecek bir şey değildi. Melih kapıya doğru ilerlerken, adımlarımı durdurdum ve Melih'inde durmasını sağladım. Melih başını bana çevirip ne oldu der gibi baktı. "Daha yüzümü bile yıkamadım." Dedim "Tamam, git yıka bekliyorum seni Ahu." dedi. Melih'in elini bırakıp yüzümü yıkamak için banyoya ilerledim. Yüzüme birkaç kez su çarptıktan sonra yüzümü kurulayıp tekrar Melih'in yanına geldim ve el ele odadan çıktık. Merdivenleri indiğimizde Birsen teyzenin ve Sevgi Hanımın neşeli sesleri mutfaktan geliyordu. Mutfağa doğru ilerlediğimde, Melih elinde olan elimi sıkarak beni durdurdu. Tam önüme geçip boştaki elini yüzüme çıkardı. "Ahu..." dedi parmaklarının sırt kısmı yanağımda gezerken "Benim işe gitmem lazım. Eminim ki aklında ki soruların cevabını annem sana verecektir." Gülümsedi. Gözlerim gülümsemesine takılı kaldığında beni kollarının arasına alıp alnımdan öptü. Geri çekildiğinde göz kırpıp çıkışa doğru ilerledi. Melih'in çıkmasıyla bir süre gözlerim kapanan kapıda asılı kaldı. Daha sonra ayaklarıma komut vererek mutfağa ilerledim. "Bu ceviz yeter mi acaba Sevgiciğim? Fıstık yeter de cevizden çok emin değilim." Diye hızlı hızlı konuşan Birsen teyzeye yine aynı hızla Sevgi Hanım cevap verdi. "Yeter Birsen Hanımım. Hem yetmezse de evde ceviz var ekleme yaparız." Mutfağa komple girdiğimde Birsen teyze ve Sevgi Hanım tezgâhın üstünde bir şeylerle uğraşıyorlardı. İkisinin de sırtı bana dönüktü ve ikisi de hem konuşuyor hem de tezgâhın üstünde ne varsa onunla uğraşıyorlardı. "Birsen Teyze." Dedim beni fark etmeleri için. Birsen teyze ve Sevgi Hanım aynı andan bana döndü ve Birsen teyze parlayan ela gözleriyle gözlerimin içine bakarak gülümsedi. "Ahu, kızım uyandın mı sen?" sesinin ilk kez bu kadar sevinçli çıktığına şahitlik ediyordum. "Ne duruyorsun kızım orada öyle robot gibi." Önüne dönüp elini iki kez çırptı. Elini çırpmasının etkisiyle un olduğunu düşündüğüm beyaz tozlar havaya savruldu. Birsen teyze tekrar önünü bana döndü. "Baklava yapacağız Ahu." "Ne..?" dedim sesim cılız çıkmıştı. Ayrıca şaşkındım da ne baklavasıydı bu Allah aşkına? Bu kadının dün oğlu sorun çıkardı diye dertlere düşmesi gerekirken, kendisi baklava derdine düşmüştü. Pesti Vallahi. "Birsen teyze ne baklavası?" diye sordum. Bu kez sesim gayette normal çıkmıştı. "Cevizli ve fıstıklı ev baklavası." Diye beni yanıtlayan Birsen teyzeye gerçek olamazsın der gibi bir bakış attım. Birsen teyze ve Sevgi Hanım göz göze gelip kahkaha attılar. Benim şaşkın bakışlarım ikisinin gülen yüzünde gezerken, Birsen teyze yanıma doğru adımlayıp hala un kırıntılarının olduğu elleriyle ellerimden tuttu. "Ahu..." dedi heyecanla "Renan'dan kurtulmanın şerefine ev baklası açmaya karar verdim. Yetmedi daha... Bu açtığım baklavaları köye götüreceğim Zehra'da orada baklava açıyor. Bugün köydeki camide kermes varmış hepsini oraya götüreceğim." Parlayan gözlerini gözlerimin içine dikti. "Ben Renan cadısından kurtulmuşum, değil kermese baklava açmak bunun şerefine bütün Türkiye'ye baklava açarım." Dedi. Sevgi Hanım kıkırdayarak "Açarız Valla." Dediğinde, Birsen teyzede kıkırdadı. Şu an bu iki kadında acaba bu kadar abartmasalar mıydı? İçime işleyen merakımı gidermek için "Renan Hanıma ne oldu ki?" diye sordum. "Gitti. Uçtu." Diyerek coşkuyla konuşan Birsen teyze başını havaya kaldırmış resmen otuz iki diş sırıtıyordu. "Ay Ahu," dedi birden ve ekledi. "Dün akşam neler oldu bilemezsin?" Bilemezdim ama az çok tahmin ediyordum. "Ne oldu Birsen teyze?" "Gel şöyle oturalım." Diyerek beni yemek masasının oraya çekiştirdi ve sandalyeye oturmamı sağladı. Sonra kendisi de karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Sevgi Hanıma göz ucuyla bakıp "Sende gel Sevgi." Dedi eliyle yanında duran sandalyeyi göstererek, Sevgi Hanım ikiletmeden Birsen teyzenin yanına gelip oturdu ve Birsen teyze derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı. "Dün akşam yemek yiyoruz tam o sıra kapı çaldı ve Melih geldi. Ama görsen bu Melih'in yüzü nasıl sert nasıl donuk. Tabi ben anladım bir şeyler var. Kenan sevinçle ayağa kalktı ama Renan cadısı için aynı şeyi söylemem mümkün değil. Melih'i görünce yüzünün şekli şemalı değişti." Bir şeyler düşünüyormuş gibi gözlerini kıstı. "Neyse," dedi ve ekledi. "Melih içeriye girdiği ilk andan itibaren gözlerini Renan'dan çekmemişti ve tıpkı avını parçalamak isteyen bir aslan gibi gözlerini Renan cadısına dikti." Hülyalı hülyalı gülümseyip "Benim aslan oğlum." Dedi iki arada bir derede oğlunu överek. "Melih Renan'ın tam karşısında durdu ve sen kimsin diyerek kükredi. "Gözleri benimle Sevgi Hanım arasında mekik dokuyordu. "Yemin ederim Ahu Melih'in kükremesi evi inletti. Kenan ile ikimiz olduğumuz yerde sıçradık daha kendimize gelemeden Melih bir kez daha Sen kimsin diye bağırdı. Renan tir tir titriyor ama o kaf dağında ki burnunu da indirmiyordu. Ben babanın teyzesiyim dedi. Sanki çok önemli biriymiş gibi..." Birsen teyze yüzünü buruşturup o anları tekrar yaşıyormuş gibi "Iys" dedi iğrenerek. "Sen bu saatten sonra Kılıçaslanlar'ın hiç bir şeyi değilsin! Diye bağıran Melih'le benim gözlerim parlarken Kenan şaşkınlıkla Melih dedi. Ama benim aslan oğlum Kenan'ı dinlemedi ve bütün dikkatini Renan'a verdi. Benim karımı kimse tehdit edemez! Hele ki sen bırak benim karımı tehdit etmeyi, konuşamazsın bile. Gideceksin. Hem buradan hem de hayatımızdan gideceksin. Babamın şirketindeki bütün hisselerini babama satacaksın ve iki saat sonra siktir olup gideceksin dedi. Ve bunları söylerken ben bile kendi doğurduğum oğlumun ses tonundan korktum." Birsen teyze dün akşam yaşadıklarını hiç aksatmadan, hatta tabiri caizse noktasından virgülüne kadar anlatıyordu. Hiçbir detayı öylesine geçiştirmiyor, üstüne basa basa, zevkten dört köşe olmuşçasına konuşuyordu. "Peki, bu duruma Renan Hanım ve Kenan amca karşı çıkmadılar mı? Yani öylesine kabul etmiş olamazlar diye düşünüyorum." Dedim. "Ay gözünü seveyim Ahu şu cadı kadına Hanım deyip durma!" yüzünü memnuniyetsizce buruşturdu. "Demez olurlar mı hiç... Özellikle Renan cadısı senin Melih'i dolduruşa getirdiğini, bilerek aile ilişkilerini zedelemek istediğini söyledi." Kaşlarını bilmiş bir tavırla havaya kaldırdı. "Ama benim aslan oğlum ne yaptı? O cadıyı dinlemedi bile. Kenan desen zaten o da ayrı bir dert karşı çıkmaya çalıştığında Melih'in bir bakışı yetti. Zaten yeni yeni baba oğul araları düzelmişken tekrar bozulmasını göze alamadı ve susmak zorunda kaldı." Birsen teyze öyle bir gülümsedi ki küçük dilini bile gördüm. Renan Hanımı sevmediğini biliyordum. Renan Hanımın onların evinde yaşamasından da rahatsızdı. Melih'in Renan Hanımı bir daha dönmemek üzere buradan göndermesi onun çok hoşuna gitmişti. Nedenini ya da nasılını sorma gereği bile duymamış, sonuç odaklı olaya bakmıştı. Ve sonuç Birsen teyzeyi çok mutlu etmişti. "İki saat" diyerek iki parmağını havaya kaldırıp gösterdi Birsen teyze "İnanabiliyor musunuz? Tam iki saat içinde Renan evimden, hayatımdan çıkıp gitti. Yok oldu." Dedi heyecanla, Birsen teyzenin bu tavrını şahitlik etmek beni gülümsetti. Güya Melih benim için Renan Hanıma ceza kesmişti ama bu durumdan en çok annesi memnundu. "Gerçi Kenan, teyzesi gidiyor bağları komple kopuyor diye üzüldü ama..." dedi birazcık yüzü düşmüştü. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi kocaman gülümsedi. "Ben onu teselli ederim. Teyzesini unuttururum." Dediğinde Sevgi Hanım ile ikisi aynı anda kahkaha attılar. Ben ise şaşkınca ikisine bakıyordum. En son şey şu durumda kaynanamla böyle şeyler konuşmaktı. "Hadi yeter oturduğumuz." Diyerek oturduğu yerden kalktı Sevgi Hanım "Ben baklava hamurunu yoğurayım, anca yaparız." "Doğru söylüyorsun Sevgi anca yaparız, daha köye gideceğiz." Bakışları beni buldu. "Kızım anneni de indirelim. Kadıncağız bütün gün yatakta yatıyor, bizimle teselli olur." Sıcacık bir ses tonuyla konuşan Birsen teyzeye itiraz edecekken Sevgi Hanım benden önce davrandı. "Siz yukarıya çıkıp üzerinizi değiştirin Ahu Hanım. Ben dışarıdaki adamlardan birine söylerim annenizi aşağıya indiririz." Bakışlarım üzerime takıldığında hala gecelikle olduğumu gördüm. Birsen teyze ve Sevgi Hanıma ne söylersem söyleyeyim yine ikisinin istediği olacakmış gibi hissettim. Bu yüzden sadece başımı olumlu anlamda sallayıp mutfaktan çıktım. *** "Ahu Hanım pişi yapmıyoruz, baklava yapıyoruz biliyorsunuz değil mi?" Sevgi Hanım iki saattir büyük uğraşlar verip açtığım hamur bezesini bir türlü beğenmiyordu. Gerçi Birsen teyzenin de Sevgi Hanımdan aşağı kalır yanı yoktu ama en azında o Sevgi Hanım gibi beğenmediğini dile getirmiyordu. "Sizin kadar tecrübeli değilim Sevgi Hanım." Diyerek göz devirdim. "Yeni öğrenmeye çalışıyorum." Mutfakta yere kocaman bir yer sofrası açmış onun üstüne de ayaklı tahta yer masasını koymuştuk. Annem hemen yanımızda tekerlekli sandalyede oturuyor, her ne kadar başarısız olsam da baklava açmamdan memnun bir şekilde gülümseyerek parlayan gözlerle bana bakıyordu. "Ahu Hanım tam tamına dört tane baklava bezesini hiç ettiniz." cık cıkladı. "Hayır, yani ziyan oluyor nimet ben ondan diyorum. Yapamıyorsunuz işte neden inat ediyorsunuz anlamıyorum." "Hah" dedim dikkatleri üzerime çekerek "Ben mi yapamıyorum?" işaret parmağımla fırında pişen iki tepsi baklavayı gösterdim. "Pardon ama ben yapamıyorsam bu fırında pişen ne?" "Ay Ahu Hanım fırında olan baklavaları biz açtık. Sizin tek yaptığınız ara katlara ceviz serpmekti." Dedi lafını çekmeyerek, Birsen teyze gülümsemesini saklamaya çalışarak "Sevgiciğim..." dediğinde. "Ama yalan mı söylüyorum canım? Yapamıyor işte inadından yapmaya çalışıyor. Allah Melih Beyime sabırlar versin." Diyerek sitem etti. Hayır, yani Sevgi Hanıma ne oluyordu ki? Eğer amacı beni kızdırıp kavga etmekse, bunu çok iyi başarıyordu. Birsen teyze ve annemin çaktırmadan gülümseyerek Sevgi Hanımı haklı bulmaları ise cabasıydı. Ağzımı açıp tam Sevgi Hanıma cevap verecekken, Birsen teyze "Ahu, kızım hadi sen kalk şerbete bak. Sonrada bize kahve yap yavrum." Demesiyle söyleyeceklerimi söyleyemeden yuttum ve oturduğum yerden kalktım. Kıvamı tutan şerbetin altını kapattıktan sonra kahve makinesinin içine dört kişilik kahve ayarlayıp fişini prize taktım. Kahve hazır olana kadar fincanları hazırlamaya başladığımda Birsen teyze konuştu. "Kahvelerimizi içene kadar baklavalar pişmiş olur. Vakit kaybetmeden bir an önce köye gideriz Sevgi." "Tamam" diyerek cevap veren Sevgi Hanımın sesini duymamla önümü dönüp "Sevgi Hanımda mı sizinle köye gidecek Birsen teyze?" diye sordum. "Evet kızım. Sevgi'siz olur mu hiç? Hem kermes var dedim ya sana yavrum. Zehra'da kalacağız bu akşam. Üç kadın kafa dinleyeceğiz. "Bakışları anneni buldu ve ikisi de birbirlerine bakıp tebessüm etti. "İnşallah en kısa zamanda annen de iyileşir de onunla da gideriz köye." Dedi. Boğazıma bir şey oturdu yutkunamadım. Birsen teyzenin annemin hakkında böylesine iyi dilekte bulunması kalbimi parçaladı. Annem onun en değerlisi olan abisinin ölümüne sebebiyet vermişti ve bunu Birsen teyze bilmeden annem için iyi dileklerde bulunuyordu. Pişen kahveleri fincanlara boşaltıp tepsiyi elime aldım ve herkesin kahvesini dağıttım. Ben annemin yanına geçip oturduğumda Birsen teyze ve Sevgi Hanım son baklavayı dilimliyorlardı. "Bunu size yaptım Ahucuğum. Melih pek tatlı sevmez ama ev baklavasına hayır da demez. Hem arkadaşları da sever. Zaten yavrularım sizin evden çıkmıyorlar, geldiklerinde verde yesinler." Dedi Birsen teyze. "Tamam" diyerek gülümsedim. "Ahu Hanım?" diye seslendi Sevgi Hanım göz göze gelince "Akşam için yemek yok siz yaparsınız değil mi? Gerçi dolapta dünden iki tabak kadar taze fasulye var ama yine de Melih Bey sıcak yemek ister." Dedi. Sevgi Hanıma da tıpkı Birsen teyzeye gülümsediğim gibi gülümseyip "Yaparım" dedim. Sevgi Hanımda rahat bir nefes aldı. Az önce biz atışmamışız gibi birbirimize gülümsemeye devam ettik ve kahvelerimizi içtik. *** Birsen teyzeler baklavalarını da alıp gittikten sonra mutfağı toparlamış ve annemle sohbet ederek akşam için yemek hazırlamaya koyulmuştum. Daha doğrusu ben konuşmuş annemde beni mecburen dinlemişti. Tavuk sote ve bulgur pilavını pişirdikten sonra annem sıkılmasın diye onu salona götürüp televizyonu açtım izlemesi için. Şimdi ise son olarak salata yapıyordum. Yıkadığım yeşillikler süzüldükten sonra derin bir kabın içine doğradım. Domatesleri ve salatalıkları da doğradıktan sonra salata da hazır olmuştu. Sosunu hazırlamak için dolaptan limon çıkardığımda dış kapının sesini duydum. Sanırım Melih gelmişti. İçeriye bakma gereği duymadan aldığım limonu kesip sıkmaya çalışırken, Melih'in sert kollarını belimde hissettim. Bu temasla azıcık irkilsem de fazla bir tepki vermeyerek kendimi hemen topladım. Boyun girintimde ilk olarak Melih'in sıcak nefesini, daha sonrada ıslak dudaklarının baskısını hissettim. Melih'in dokunuşlarını hissetmek beni gülümsetti. "Hoş geldin." Dedim "Hoş buldum yavrum." Kokumu derince içine çekti ve burnunu boynumdan çekti. İki eliyle bel oyuntumu kavramış parmaklarının baskısını tenime kazıyordu. "Çok açım. Ne yemek var Ahu?" Sıktığım limonu salatanın üzerine döktükten sonra yavaşça Melih'e doğru döndüm ve çattığım kaşlarımla gözlerinin içine baktım. "Yemek yemedin mi bütün gün? Diye sordum sitemle. "Yemedim." Dedi Melih ve ekledi. "Vaktim hiç yoktu. Bitirmem gereken işlerim vardı. Özellikle bugün bitirmem gereken işler..." "Yarına kalamaz mıydı?" diye sordum. Melih dudağının kenarını kıvırdı. "Kalamazdı. Bugünden bitmesi gerekiyordu." Dedi. "Hımm" dedim cilveli bir şekilde mırıldanarak. "Hımm" dedi o da benim gibi ve dudaklarıma tüy yumuşaklığıyla bir öpücük bıraktı. "Açım." Dedi ve ekledi. "Ne var yemekte?" "Tavuk sote, bulgur pilavı ve salata yaptım." "Sen mi yaptın?" diyerek heyecanla sordu. Daha ben cevap vermeden başka bir soru sordu. "Yemeği hazırlaman uzun sürer mi?" Kocaman gülümsedim ve ellerimi Melih'in yüzüne çıkartıp avuç içimi sakallarına bastırdım ve sakallarının avuç içime batmasına izin verdim. Sakallarının izin verdiği kadar yüzünü okşadım ve iki yanağından da sulu iki öpücük aldım. "Her şey hazır, sadece masayı kuracağım." Dedim. Melih ellerini bel oyuntumdan çekip yanağımdan makas aldı. "Çocuklarda geldi. İçerideler. Ona göre tabak çıkar güzelim." "Tamam" diyerek dolaba yöneldim ve servis tabaklarını Melih'e uzattım. "Sen içeriye giderken bunları da götür. Bende yemekleri getireceğim." Melih itiraz etmeden servis tabaklarını alarak içeriye geçti. Bende bir tepsinin içine çatal, bıçak, kaşık ve bardakları hazırlayıp mutfaktan çıktım. Salondan içeriye girdiğimde Melih'in yemek masasının önünde gerilmiş sırtıyla bir noktaya baktığını gördüm. Baktığı yere bakışlarımı çevirdiğimde annemi gördüm. Ufuk, Çağlar ve Osman ayağa kalkmış gözlerini annem ve Melih üzerinde gezdiriyorlarken, Melih ile annem sadece kilitlenmiş gibi birbirlerine bakıyorlardı. Ben annemin salonda olduğu kısmı çoktan unutmuştum. Melih gelmeden annemi yukarıya çıkartmak aklımdan uçup gitmişti. Melih annemle aynı ortamda olmaktan hiç hoşlanmıyordu. Hatta daha da ileri Melih annemin nefes almasından bile hoşlanmıyor sırf benim için anneme göz yumuyordu. Şimdi ortamda var olan durum benim yüzümden olmuştu. Titreyen ellerimin arasında zar zor tuttuğum tepsiyi yemek masasının üzerine koydum. "Be-ben şimdi annemi yukarıya çıkartırım." Dedim sesimin titremesine engel olamamıştım. Melih'in delici bakışları hala annemin üzerindeyken, anneme doğru iki adım atmamla Melih elindeki tabakları sert bir şekilde masaya koydu. Gözlerimi Melih'e değdirmeden anneme doğru bir adım attığımda "Osman" diye seslendim. "Annemi yukarıya çıkarmama yardım eder misin?" Osman öylece gözlerimi içine bakarken, Melih bileğimden sertçe tuttu. "Osman..!" diye seslendi. Gözleri annemin gözlerinde, eli ise benim bileğimde iz sürüyordu. "Canan Hanımı yemek masasına yaklaştır. Yemek yiyeceğiz." Metalik bir ses tonuyla söyledi cümle, beni ve adamlarını şaşkına çevirdi. "Ama..." "Yemek yiyeceğiz dedim. Açım." Sözleri banaydı ama bakışlarını bir türlü annemden çekmiyordu. Anneminde Melih'ten kalır yanı yoktu. O da tıpkı Melih gibi bakışlarını çekmiyor, Melih'in meydan okumasına karşılık veriyordu. Ama keşke böyle yapmasaydı ve gözlerini Melih'ten çekseydi çünkü ben bu durumdan oldukça rahatsızlık duyuyordum. Ufuk annemin yanına gelip tekerlekli sandalyesinin arkasından iterken aynı anda da konuştu. "Canan Hanımı masaya ben yerleştiririm. Osman sana yardım etsin yenge. Valla bizde kurt gibi açız." Osman'a göz ucuyla bakıp onay istedi. Osman bana doğru adımlayıp "Yardım edeyim ben sana yenge." Dedi. Ortamda ki hava tam dağılmasa da Melih ile annemin bakışları birbirinden koptu. Daha sonra Melih bileğimi serbest bıraktı. Osman ile mutfağa girdiğimizde içeride ki salondan Çağlar ve Ufuk'un atışma sesleri geliyordu. "Tabakları ben diziyorum. Sende bardakları hallet oğlum." Diyen Ufuk'tu. "Ben niye hallediyorum oğlum ya. Sen elini vurmuşken hem tabakları diz hem de bardakları." Diye karşılık veren ise Çağlar'dı. Osman'la göz göze geldiğimizde ikimizde gülümsedik. Çağlar ve hiç değişmeyen huyları yine iş başındaydı. Çağlar'a göre insanlar ikiye ayrılıyordu. Kadınlar ve erkeler. Kadınlar kendi bildiği işi yapmalı, erkekler ise kendi bildiği işi yapmalıydı. Yani Çağlar'a göre erkeler yemek hazırlamaz, temizlik yapmazdı. Osman tavuk sote tenceresini eline aldı. Bende pilav tenceresini elime alarak salona girdim. Ufuk tek başına hem tabakları hem de bardakları diziyordu. Çağlar ise yemek masasının başında oturan Melih'in hemen sağ tarafındaki boşluğa oturmuştu. Annem Melih'ten bir sandalye geride sol tarafta oturuyordu ve Ufuk ile Çağlar'ın atışmalarını gülümseyerek izliyordu. Melih zaten telefonuna kafasını gömmüş ortamdan soyutlanmıştı. Elimizdekileri bırakıp tekrar mutfağa girdik ve geri kalan malzemeleri getirdik. Ben yemekleri tabaklara servis ederken, en büyük yardımcım Osman bardaklara su dolduruyordu. Tamamen hazır olan masadan sonra Osman, Ufuk ve Çağlar'ın yanına sağ tarafa oturdu. Bende annem ile Melih'in arasına sol tarafa oturdum. Sessizce yemeğimizi yemeye başladığımızda benim gözlerim yanımdaki anneme kayıyordu. Üç yıldan beri ilk kez annenle yemek masasında beraber yemek yiyordum. Hem de sevdiğim adamla ve onun kardeşleriyle. Az önce ne kadar gerilsem de şimdi bu durum beni içten içe mutlu ediyordu. Şuan gerçekten sıradan bir aile gibi akşam yemeği yiyorduk ve bu çok güzeldi. Bakışlarımı annemden çekip karşımdaki üçlüye baktım. Üçü de iştahla yemek yiyorlardı. Demek ki gerçekten çok açlardı. Gözlerim bu kez hemen yanımdaki kocama kaydı ve onunda üçlüden farklı olmadığını gördüm. Daha annemle biz yarısını bile yemediğimiz yemeği Melih'ler bitirmiş ikinci tabaklarını yemeye başlamışlardı. "Eline sağlık yenge, yemekler çok güzel olmuş." Dedi Osman. Gülümseyerek "Afiyet olsun." Dediğimde Melih masanın üstünde duran elimi avuç içine alarak öptü. "Eline sağlık güzelim." Diyerek bir kez daha öptü. Melih'in bu tavrı kalbimin atışını değiştiriyordu. Parlayan gözlerimden neredeyse kalpler fışkıracakken Çağlar'ın sesiyle bulunduğum ortama geri döndüm. "Abi saat kaçta yola çıkacaksın?" Melih nereye gidiyordu ki? Çağlar'ın üzerinde olan bakışlarım Melih'in konuşmasıyla Melih'in üzerine yoğunlaştı. "Sabaha karşı dört buçuk- beş gibi." Dedi Melih. "Nereye gidiyorsun canım?" "Gidiyoruz. Sende geliyorsun canım." Dedi canım kelimesini vurgulayarak. Ona canım demem hoşuna gidiyordu. Sorumu değiştirerek "O zaman nereye gidiyoruz?" diye sordum. Melih arkasına yaslanıp eline aldığı su bardağını kafasına dikti. Bir su damlası dudağını kenarından çenesine doğru süzülüp sakallarının arasında kayboldu. Gözlerini gözlerime kenetledi ve net bir tavırla "Gidince görürsün." Dedi Bakışlarımı Melih'ten çekip yemeğime odaklandım. Üstelemedim. Zaten üstelesem de bana söyleyeceğini pek sanmıyordum. Melih bildiğimiz gibiydi işte. O her zaman olduğu gibi kontrol manyağı bir adamdı. Herkes yavaşça arkasına yaslandığında, yemek faslının bittiğini anladım. Ayaklanıp tabakları iç içe koyarak toparlamaya çalışırken aynı anda da konuşuyordum. "Siz oturun ben çay demleyeyim. Birsen teyze ve Sevgi Hanımla baklava açtık size baklava getireceğim." "Lan bende ne eksik diyordum ya. Oğlum Sevgi Hanım yokmuş ya lan." Diye çıkıştı Çağlar. "Bir eksiklik vardı zaten ev fazla sessiz." Diye de ekledi. Ufuk, kocaman bir kahkaha attı ve aniden Çağlar'ın ensesine bir şaplak indirdi. Çağlar "Ne yapıyorsun ulan?" diye kükrediğinde, Melih ve Osman gülerek ikisini izliyordu. "Oğlum demedin mi bir eksiklik var diye? Eee bende sende ki eksikliği tamamladım." Diyerek bir kahkaha daha attı Ufuk. Sonra bakışlarını bana çevirip "Yenge..." dedi eliyle Çağlar'ı işaret ederek. "Bu var ya geçen Sevgi Hanımı kızdırmış. Sevgi Hanımda hiç acımadan bunun ensesine kepçeyle vurmuş." Ufuk'un biten cümlesiyle herkes kahkahaya boğulduğunda, bende güldüm. Çağlar ağzının içinde bir şeyler homurdanarak oturduğu yerden kalktı ve beni şaşırtarak iç içe koyduğum tabakları eline alıp salondan çıktı. Bu haline daha da çok güldüm. Yüzümde yer edinen gülümsemeyle masayı kısa sürede toparladım. Çayı demledim. Yapmaya çalıştığım ama yapamadığım, Birsen teyzelerin yaptığı baklavaları dilimleyip tabaklara koydum. Demlenen çayı da alıp içeriye geçtim. Melih normalde tatlı sevmiyordu ama Birsen teyzenin de dediği gibi ev baklavasına hayır diyememişti. Saatler ilerleyince annemi odasına çıkarmanın zamanı geldiğini fark ettim. Oturduğum yerden kalkarak ortaya konuştum. "Annemi odasına çıkartmak lazım..." Ortamda derin bir sessizlik oluştu. Bakışlarımı salonda oturan adamlara çevirdiğimde Melih eline aldığı sigara paketiyle oturduğu yerden kalktı. Bu demek oluyordu ki Melih annemi yukarıya çıkartan kişi olmayacaktı. Zaten benim de burada olan insanların içinde bunu isteyeceğim son kişi bile değildi. Osman "Ben hallederim yenge." Derken Melih yanımızdan geçip gidiyordu ki annem birden Melih'in bileğini tuttu. "Anne..!" diye şaşkınca fısıldadım. Melih sıktığı dişlerinden dolayı içine çöken yüz hatlarıyla ve çatık kaşlarıyla annemin gözlerinin içine bakıyordu. Tepkisizdi. Sessizdi. Tek verdiği tepki dişlerini sıkmak ve annemin gözlerinin içine bakmaktı. Annem de Melih'in gözlerinin en içine bakıyor, resmen gözleriyle Melih'le konuşuyordu. "Anne..." dedim tekrardan "Ne yapıyorsun?" Annem beni duymadı. Umursamadı. Kulaklarını bana kapatıp Melih'e odaklandı. Her şey güzel gitmişken böyle yapmamalıydı. Melih'in sınırlarını ihlal ediyor, adamın sabrını taşırıyordu. Annemin Melih'in elini bırakmayacağını anladığımda "Osman, annemi odasına çıkartalım." Dedim. Osman birkaç büyük adımda yanımıza geldi. Elini anneme doğru uzatıp, kucaklamaya çalıştığında Melih'in "Dur Osman!" diye ikaz etmesiyle durmak zorunda kaldı. Melih dişlerini sıkmayı bıraktı. Kaşlarını düzeltti ve alayla havaya kaldırdı. "Canan Hanım." Dedi ölüm kokan ses tonuyla "Sizi benim mi taşıma mı istiyorsunuz?" cık cıkladı. "Belki de" dedi yüzünü iyice anneme yaklaştırıp tam gözlerinin içine baktı. "Benimle konuşmak istediğiniz bir şeyler vardır." Annemin eli gevşedi ama Melih durmadı. "Diliniz açılmıştır belki de. Dile gelmişsinizdir." "Melih..." "Uzun olmasa da birkaç kelime söylemek istiyorsunuzdur. Ha Canan Hanım." "Abi..." diye bu kez Çağlar araya girdi. "Zamanı değil." Melih Çağlar'ın ne demek istediğini anlayarak annemin gevşemiş elinden bileğini sertçe çekip kurtardı ve dışarıya çıktı. Derin bir nefes aldığımda sadece kırgınca anneme baktım. Annem başını öne eğdiğinde, Osman annemi kucaklayarak merdivenlere yöneldi, bende hemen arkalarından çıktım. Ne Melih'in konuşmasından bir şey anlamıştım. Ne de annemin Melih'in damarına basmasından bir şey anlamıştım. *** "Melih azıcık gülümseyemez misin ya?" Yola çıkalı neredeyse bir saat olmuştu ve henüz hava yeni yeni aydınlanıyordu. Arabaya bindiğimizden beri sanki bir yere gitme planını ben yapmışım gibi asık, uykusuz suratıyla araba kullanan Melih'in uyuzluğu üstündeydi. Hem nereye gideceğimizi söylemiyor, hem de on dakikadır bütün ısrarlarıma rağmen kameraya gülümsemiyordu. Hayır, yani Ezgi bizim için Whatsapp grubu açmıştı ve ben fotoğrafımızı o gruba atıp hava atmak istiyordum. Ama bu Melih'in somurtkan suratından dolayı pek mümkün olmuyordu. "Bir kez ya" elimle bir işareti yapıp Melih'e doğru salladım. "Sadece bir kez gülümse. Fotoğraf çekip kızlara atacağım." "Yavrum..." dedi sıkıldığını belli eden bir nefes bırakarak. "Gönder işte çektiğin fotoğraflardan. Sanki kızlar beni daha önce gülerken görmüşler gibi, gülme kısmına takılıyorsun. Uğraştırma beni. Nefret ediyorum fotoğraf çekilmekten." Suratımı düşürerek önüme döndüğümde Melih elini uzatıp elimi kavradı ve dudaklarına götürüp öptü. "Asma şöyle suratını yavrum." Derken bir kez daha elimi öptüğünde hızlı davranarak elimi öperken fotoğrafını çektim. Melih dudaklarını elimden çekip yüzüme baktı. Alt dudağını ısırarak bana bakan Melih'e otuz iki dişimi göstererek sırıttım. Melih başını iki yana sallayıp önüne döndü. Elimi bırakmadan kendi dizinde tutarak arabayı kullanmaya devam etti. Elimde olan telefonla direkt gruba grip kızlara mesaj attım. -GIYBET TİME😈 Gönderen: Ahu Görüldü, yazıyor. Gönderen: Berna Ezgi, yazıyor... Gönderen: Ahu Gönderen: Ezgi Hiç beklemeden az önce Melih'in elimi öperken çektiğim fotoğrafı attım. Fotoğraf görüldü oldu ve hemen arkasına ilk mesaj Ezgi'den geldi. Gönderen: Ezgi Görüldü, yazıyor... Gönderen: Berna Yüzümdeki sırıtmayı silmeyerek gruptan çıktım ve gözlerimi etrafa diktim. Tam o sırada yanından geçtiğimiz Bursa yazan tabelayla gözlerimi kocaman açtım ve başımı geriye yatırarak doğru görüp görmediğimi kontrol ettim. Doğruydu. Tabelada koskocaman 'Bursa' yazıyordu. "Melih..." diye çığlık attığımda, Melih sadece bana gülümseyerek yandan bir bakış attı. Sesim çok yüksek çıktı diye bana bağırmadı aksine bana gülümsedi. "Ya inanamıyorum Bursa'ya mı geldik? Benim eskiden yaşadığım Bursa'ya... Kaç gün kalacağız? Burası benim memleketim ve ben sana her yeri gezdirmek istiyorum Melih." Melih'in yüzündeki gülümseme kahkahaya dönüştüğünde "Sakin ol güzelim." Dedi ve ekledi. "Ben zaten Bursa'nın her yerini biliyorum." "Olsun..." dedim omzumu silkerek "Ben yinede sana gezdirmek istiyorum." "Vaktimiz kalırsa gezeriz Ahu." derken gözlerini yoldan ayırmamıştı. Bende başımı yanımda ki cama çevirdim ve üç yıldır hasret kaldığım memleketimin yollarını izledim. Kırk yıl düşünsem, hatta hayalini kursam bile gelemeyeceğim Bursa'ya Melih beni kendi elleriyle getirmişti. Çabalıyordu. Benim için bizim için çabalıyordu. Bir süre daha yolda ilerledikten sonra Melih arabayı bir kahvaltı mekânında durdurdu. El ele arabadan indikten sonra az önce araba kullandığından dolayı sarılamadığım boynuna kollarımı doladım. "Seni seviyorum Melih." Dudaklarımı boynuna bastırdım. "Hem de çok seviyorum." "Bende seni seviyorum kurban olduğum." Melih'in boynundan kollarımı ayırdıktan sonra birlikte kahvaltı yapmak için içeriye girdik. Siparişlerimiz verdikten sonra gelen kahvaltımızı yaptık ve fazla vakit kaybetmeden tekrar yola koyulduk. Bir süre ilerlediğimiz yolda Melih telefonunu çıkartarak birini aradı. Açılan telefonla "İsmail Bey en geç yarım saate oradayız. Sizin hazırlıklar tamam değil mi?" diye sordu bir süre karşı tarafı dinledikten sonra "Bizim kendi aracımız var. Sizde kendi aracınızla gelin orada buluşalım." Telefonun ucundaki kişi tamam demiş olacak ki Melih "Görüşürüz." Dedikten sonra telefonu kapattı. Yönümü Melih'e döndüm. "Kimdi o konuştuğun?" diye sordum. Melih bana göz ucuyla baktı. Tek kelimelik bir cevap vererek "Emlakçı" dedi. "Emlakçı mı?" dedim şaşırarak "Ne yapacağız ki emlakçı da?" "Bize ev alacağım." "Bize ev mi alacaksın?" "Of Ahu" dedi sıkkın bir nefes vererek "Papağan gibi söylediğim her şeyi tekrarlama kızım!" Başımı cama çevirdiğimde Mudanya tabelasını gördüm. Sanırım Melih evi Mudanya'dan alacaktı. Niye böyle bir şey yaptığına dair hiçbir fikrim yoktu. Öylece yola odaklanmış akıp giden yolu izliyordum. Melih'te sessizdi ama ara sıra gözlerinin bana değdiğini hissediyordum. Kendi dizlerimin üstünde olan elime uzanıp kendi elinin içinde kenetledi ve kenetlenmiş ellerimizi kendi dizinin üstüne koydu. Arabada bir süre daha ilerledikten sonra yolun karşısında dörtlülerini yakarak bize sinyal veren arabanın yanına doğru ilerledik. Arabanın yanında durduğumuzda içinden uzun boylu, hafif kilolu, beyaz tenli, bıyıklı bir adam indi. Melih emniyet kemerini açtı. İki eliyle yüzümü kavrayıp saçlarımdan öptü. "Sen beni arabada bekle güzelim. Hemen geleceğim." Başımı tamam der gibi salladığımda Melih arabadan indi adamla kısaca bir şeyler konuştuktan sonra tekrar arabaya bindi ve adam önde ilerlerken bizde adamı arkasından takip ettik. Düz yolun her iki tarafı da yeşil ağaçlarla doluydu. Geçtiğimiz yerlerde ki doğanın güzellikleri başımı döndürecek kadar harikaydı. On dakika kadar ilerlediğimiz yolun sonunda kocaman masmavi bir deniz gözlerimin önüne serildi. Rüya gibiydi resmen. Melih'in bulunduğu tarafta kalan denize âşık olmuş gözlerle bakarken, araba birden sağ tarafa döndü ve deniz görüş açımdan çıktı. Girdiğimiz yer site tarzı bir yerdi. Yaklaşık on-on beş civarında iki katlı rengârenk evler vardı ve her evin arasında da en az iki ev sığacak kadar mesafe vardı. Önümüzde ki araba beşinci evin önünde durunca bizde durduk. Melih arabadan inince bende indim. Yanına gidip elini tuttum. Bu hareketim Melih'in hoşuna gitmiş olacak ki gülümseyerek yanağımı okşadı. "Melih Bey evi istediğiniz gibi tadilat yaptırdık. Bahçenin düzenini bir bahçıvana yaptırdık. Buyurun bakalım isterseniz?" diyerek eliyle evi gösteren emlakçı geçmemiz için bize öncelik verdi. Bahçeden içeriye girdiğimizde bahçenin ter temiz olduğunu ve insanı içine çeken bir güzelliğe sahip olduğunu görebiliyordum. Eve doğru adımlayıp emlakçının açtığı siyah dış kapıdan içeriye girdik. Gözlerim evin ter temiz beyaz duvarlarında gezerken Melih beni içeriye doğru çekiştiriyordu. İlk girişte uzun bir hol bizi karşılıyordu. Sağ tarafta küçük bir banyo, hemen sol tarafta yukarıya çıkan kıvrımlı merdiven vardı ve tıpkı yerdeki gri ahşaptan kaplıydı. Merdivenin karşısında duran kapı girişinden içeriye girdik. Burası da kocaman bir salondu ve mutfak salona bağlıydı Amerikan mutfaktı. Kapının tam karşısında cam bir kapı vardı ve orası da buradan göründüğü üzere kış bahçesine açılıyordu. Amerikan mutfağa gözlerim kaydığında, beyaz mutfak dolaplarının üzerinde siyah kelebeklerin olduğunu gördüm. Melih ile göz göze geldiğimizde ikimizin de aynı anda dudakları kıvrıldı. Daha sonra salondan çıktık ve kıvrımlı merdivenden yukarıya çıktık. Yukarıda da sadece üç oda vardı. Merdivenin sağ tarafında yine bir banyo, sol tarafında ise başka bir oda vardı. Merdivenin karşı çaprazında duran oda ise sanırım yatak odasıydı. "İsmail Bey" dedi Melih gözlerini benim üzerimden çekmeden. "Siz gidebilirsiniz artık biz gerisini hallederiz." "Peki, Melih Bey tekrardan hayırlı olsun." Diyerek anahtarı Melih'e verip gitti İsmail Bey. Dış kapının kapanma sesini duyduğumuzda Melih elimi daha sıkı kavrayıp beni yatak odasına doğru çekiştirdi. İçeriye girdiğimde ilk dikkatimi çeken şey duvarların buz mavisine boyalı olmasıydı. Odada hiçbir şey yoktu. Yerler ahşap ve gri renkliydi. Sağ taraf da orta büyüklükte bir pencere vardı. Sol tarafta ise banyo olduğunu düşündüğüm bir oda vardı. "Ahu..." diye seslendi Melih ve beni kendine çekerek kollarını belime sardı. Boyunun uzunluğundan dolayı başını aşağıya eğerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Beğendin mi?" diye sordu. "Çok... Çok beğendim." Gülümsedi. Gülümsedim. "Senin için." Dedi ve duraksadı. "Senin için burayı aldım. Sana kendimi açmak istiyorum. Burayı..." Başıyla odayı işaret etti. "Birlikte döşeyelim. Senin seçtiğin ve benim seçtiğim eşyalarla bize ait kılalım." Yutkundu. "En baştan başlayalım. Normal çiftler gibi ilk evimizi döşeyelim." Dedi. "Döşeyelim." Dedim gülümseyerek "Bizim birlikte seçtiğimiz eşyalarla evimizi kuralım." Melih biten cümlemle dudaklarıma yapıştı. Öptü. Öptüm. Sardı. Sardım. Kokladı. Kokladım. *** İyi ki internet vardı da biz her şeyi sadece dakikalar içinde internetten halledebiliyorduk. Bütün evin eşyalarını Melih ile beraber internetten seçmiş ve sipariş vermiştik. Evi zaten biz gelmeden temizlik şirketine temizlettikleri için temizdi ve biz çok şükür ki bununla uğraşmayacaktık. Melih mobilyalar bugünden gelip kurulsun diye adamlara fazladan ücret vermişti ve gerçekten bu işe yaramış seçtiğimiz mobilyalar iki saat sonra eve gelmişti. Ah bu paranın cidden açamadığı kapı yoktu. Yukarıdaki odaya çift kişilik yeşil ağırlıklı bir mobilya seçmiştik. Salon için ise mutfak dolaplarına uygun olduğunu düşünerek mor ve siyah karışımı koltuk takımı ve siyah yemek masası almıştık. Mutfak araç gereçlerini de alıp özenle yerleştirmiştik. Yatak odamızı buz mavisi duvarların aksine mat siyah başlıklı bir yatak ve yine mat siyah çamaşır dolabı almıştık. Her şey yerleşince benim tahmin ettiğimden bile daha güzel bir oda çıkmıştı ortaya. Ve biz bunları birçok insanın yardımıyla bir güne sığdırmıştık. En son akşam dışarıdan söylediğimiz yemeği yedikten sonra olduğumuz yerde uyuya kalmıştık. Dün yaşadıklarımız gözümün önünden akıp giderken gülümsemeden edemedim. İyice suyunu aldığım saçlarımdan havluyu çekip kirli sepetine koydum ve banyodan çıktım. Banyodan çıkar çıkmaz Melih'i tam karşımda görerek irkildim. Melih ise dik duruşuyla sanki saatlerdir benim banyodan çıkmamı bekliyormuş gibi gözlerimin içine bakıyordu. Yatağa doğru adımlayıp yatağın üzerinde nereden çıktığını bilmediğim gelinliği eline alarak tekrar gözlerime baktı ve bana doğru birkaç attı. "Bunu giymeni istiyorum Ahu." Tam karşımda elinde tuttuğu gelinliği bana uzatan Melih'e şaşkınca baktım. Melih'in ise ifadesi ne çok sert ne de rica eder gibiydi. Üzerimde ki şaşkınlığı atıp "Bu ne?" diye sordum. "Gelinlik..." dedi sanki sıradan bir şeyden bahseder gibi ve ekledi. "Senin giymeni istiyorum." Kocaman gülümseyerek işi dalgaya vurdum. "Ben bu gelinliği giyince sende damatlık giyecek misin?" Gayet ciddi bir tavırla başını sallayıp "Evet, giyeceğim." Dedi. O benim gibi dalga geçmiyor, aksine ciddi olduğunu bizzat sergiliyordu. Gülümseyen dudaklarım düz bir çizgi halini aldığında, gerçekten ciddi olup olmadığını anlamak için Melih'in gözlerine gözlerimi diktim. Ciddiydi. Hem de çok ciddiydi. Melih donup kaldığımı ve benim ona bir tepki veremediğimi kavradığında elinde tuttuğu gelinlikle yanıma doğru adımladı ve tam önümde durdu. Aramızda sessiz değişik bir bakışma geçti. Sonra o sertçe yutkundu. Tek eliyle gelinliği tutup diğer elini yanağıma koydu. Usulca yanağımı okşayan eli boynuma, oradan şahdamarıma indi. Bir süre şah damarımda kalan eli yavaşça göğsüme inip tam kalbimin üstünde durdu. Eli kalbimin üstündeyken, gözleri gözlerimdeydi. "İzin ver bana Ahu. İzin ver ki sana Melih'i göstereyim." Gülümsedi. "Sana âşık olan Melih'i göstereyim. Uğruna ölen, kırdığı yerden birleştirmek isteyen Melih'i göstereyim. Bana izin ver Ahu. Küçücük kalbinden af dileyeyim." İnsan sevince başka biri oluyor, diğer yarısını bulup tamamlanıyordu. Ben nasıl Melih'in diğer yarısıysam, Melih'te benim diğer yarımdı. Ben diğer yarımın farkına biraz geç varmıştım. Melih ise farkına vardıktan sonra bile diğer yarısını incitmişti. Melih yıkılmazdı. Sarsılmaz asla ayağı tökezlemezdi. Ama şuan karşımda duran Melih bana olan aşkına yıkılmış ayağı benim kalbime çarparak tökezlemişti. Yere düşmüş ve düştüğü yerden ben olmadan kalkamıyordu. Yıkılmayan adam tam karşımdaydı. Yıkılmıştı... Sarsılmayan adam tam karşımdaydı. Sarsılmıştı... Melih'in kalbi bana düşmüş, benim olmuştu... Gözlerimin içine bakarak onay bekleyen Melih'e sadece başımı salladım. İstediği onayı alan Melih bornozumun kuşağını açıp bornozun üzerimden düşmesini sağladı. Dolaptan çıkardığı alt beyaz iç çamaşırımı önümde dizlerinin üstüne çökerek bana giydirdi. Ayağa kalkmadan tam karnımın üstüne dudaklarını bastırdı. Dudaklarının dokunuşuyla elim ayağım hem terledi hem de buza kesti. Elinde tuttuğu gelinliği özenle üzerime giydirip, hemen arkasında olan küçücük görünmez fermuarı çekti. Ellerini saçlarıma koyup okşadı. Bir süre saçlarımı sevdikten sonra elleri yanağımı buldu. Yanağımda fazla oyalanmayan elleri yavaşça omzuma tutundu. Tüy yumuşaklığında omzumda kayan elleri ellerime doğru kaydı ve ellerimizin kenetlenmesini sağladı. "Sana sıradan Ahu gibi yaşayacağın sözünü veremem ama... Ben senin için sıradan Melih olurum." Dedi dudakları alnıma bir buse kondurdu. "Sana bir daha bağırmayacağım sözünü veremem ama... Senin için değişmeye çalışırım. Çok severim. Öyle böyle değil kendimden eksilerek, sana kat ve kat katarak severim." Gözümden bir damla yaş aktı. Melih o yaşı dudaklarıyla sildi. "Seni bir daha ağlatmayacağımın sözünü veremem ama... Seni ağlatmalarına izin vermem. Tek bir gözyaşın için herkesi her şeyi yakarım." Kalbimin atışı hızlandıkça sanki tam kalbime yüzlerce kelebeklerin konduğunu hissediyordum. Kalbim sancıyor, içim acıyordu. Ama ben tuhaf bir şekilde mutlu hissediyordum. "Ahu sen zannediyorsun ki, benim ateşimde yok oluyorsun." Başını iki yana hayır der gibi salladı. "Ben senin bir damla suyunda yok oluyorum, sen görmüyorsun. Sönmek için bir damla suyuna muhtacım. Sen benim ateşime damladıkça ben daha da yanıyorum Ahu. Senin için, sana yanıyorum. Ben hep sana yanıyorum kurban olduğum." Ağlamam şiddetlendiğinde Melih tekrar dudaklarını gözyaşlarıma bastırdı ve usulca gözyaşlarımdan öptü. Sonra ellerimiz hala kenetliyken dizlerinin üzerine çöküp, başını karnıma yasladı. "Kırdığım, incittiğim her bir zerrenden özür dilerim Ahu... Küçücük kalbinin önünde diz çöküyorum." BÖLÜM SONU
|
0% |