@esranurozer
|

Gülşen: Dillere Düşeceğiz "Kırdığım, incittiğim her bir zerrenden özür dilerim Ahu... Küçücük kalbinin önünde diz çöküyorum." Dizlerinin üzerine çökmüş vaziyette başını karnımın üstüne yaslayan Melih'i yerden kaldırmaya çalıştım. Ama ellerimizi birbirine kenetlediği için bu pek mümkün olmadı. "Melih..." dedim tarazlı bir sesle. Bana bakması lazımdı. Gözlerimizin birleşmesi lazımdı. Benim onun eşsiz ela gözlerini görmem lazımdı. "Çok düşündüm." Dedi sıcak soluklarını tam karnımın üzerinde hissediyordum. Ayağa kalkmayacağını anladığımda, gelinliğin etek kısmı beni zorlasa da aldırış etmeden birden dizlerimin üzerine çöktüm. İşte şimdi eşittik. Hatta daha fazlası göz göze diz dizeydik... Benim gözlerimden yaşlar bir sicim gibi yanaklarıma akarken, onun gözlerindeki yaşlar ela irislerinin içinde sıkışıp içine içine akıyordu. Bana gerçek Melih'i göstermek isterken bile kendinden taviz vermiyor, insan olduğunu unutarak ağlamıyordu. Ellerimiz hala kenetliydi. Melih'in gözleri gözyaşlarımı takip ediyordu ve her bir akan gözyaşım için büyükçe yutkunuyordu. Kaşlarını hafifçe çatmış, ne kadar gizleye çalışsa da ela gözlerine yansıyan masum bir duygu belirmişti. Dudaklarını gözyaşlarımın tam üstüne bastırıp usulca öptü. "Ağlama..." dedi fısıldayarak ve dudakları bu kez önce sağ gözüme, sonra da sol gözüme bir öpücük kondurdu. "Ağlamandan hoşlanmıyorum! Nefret ediyorum ağlama!" Başımı hızla salladım. Melih gülümsedi. Bu öyle memnun bir gülümseme değildi. Bu gülümsemenin içinde burukluk vardı. Dudaklarının kıvrılan kenarlarında yorulmuşluk vardı. "Çok düşündüm." Diyerek tekrar konuşmaya başladığında sonunu getirmeden, içini dökmeden bu konuyu bitirmeyeceğini anladım ve ona konuşması için fırsat tanıdım. "Bensiz daha iyi olabileceğini, hiç ağlamadan sürekli gülebileceğini... Hatta ben olmayınca çok mutlu olabileceğini çok düşündüm..." duraksayıp yutkundu. "Ama bunları düşündüğüm de bana hissettirdikleri, senin için düşündüğüm düşüncelerin önüne geçti Ahu. Ben senin benden gitmene katlanamadım. Benim değil de başka birinin yanında gülmene, mutlu olmana katlanamadım. Ben..." Fısıltıya dönüşen ses tonunun ardından gözlerini kapattı. "Ben benden başka birinin yanında ağlama ihtimaline bile katlanamadım." İtiraflar acıtıyordu. Hele ki bu itiraflar, yıllarca benden nefret ettiğini sandığım ama beni nefretinden daha çok seven adamdan duymak daha çok acıtıyordu. "Bunu kendime yediremedim ben Ahu. Çok kez kendimle savaştım. Çok kez kalbimle yüzleştim. Ama ben bu savaşta sana yenildim. Yenildiğimi bile kabul edemedim. Kabul edemedikçe seni kırdım, incittim, parçalara ayırdım. Ben seni yok ettim Ahu..." gözleri hala kapalıydı. Yüzünde tek bir mimik oynamıyor işimi zorlaştırıyordu. Melih'in aksine ben durmadan ağlıyordum. "Ben acıtarak seviyorum." Gülümsedi ve gözlerini araladı. "Ama ben seni acıtmak istemiyorum Ahu. Bana acıtmadan nasıl sevilir öğretir misin?" Bir an geliyor, bir şeyler kırılıyor. Hatta öyle bir an geliyor ki kırıldığı yerden onarılıyor insan. Evet, belki eski halini almıyor ama eskisinden daha iyi, daha güçlü olmak için iyileşiyor. Tıpkı Melih'in beni iyileştirmek istemesi gibi... Ben Melih'e kayıtsız kalamazdım. Ben kalsam kalbim kayıtsız kalamazdı. Sözleri içimde var olan ölü kelebeklerin kanat çırpmasına sebep oldu. Onun bana açılması benim kalbimi canlandırmıştı. O beni seviyordu, bende onu seviyordum. Hem de çok seviyordum. Bana yaşattığı her şeyin üzerine bir çizgi çekecek kadar çok seviyordum. Kenetlenmiş ellerimizi ayırmaya çalıştığımda Melih bana engel olmadı. Serbest kalan ellerimi Melih'in sakallı yüzüne çıkartıp yüzünü avuçladım. Sakalları avucumun içini doldurdu. Gözyaşlarıma rağmen gülümsedim ve Melih'in sakallarının avuç içimi doldurmasına şükrettim. Melih küçük bir oğlan çocuğu gibi yüzünü elime yasladığında, parmaklarımla usulca yanağını sevdim. "Sevmeyi birlikte öğrenelim." Dedim. "Yan yana, el ele, diz dize... Birlikte öğrenelim." Melih gülümsedi. "Birlikte öğrenelim." Derken sağ gözünden iri bir gözyaşı damlası sakallarında mesken tutan elimin içine doğru süzüldü. Sakallarını sevdiğim gibi gözyaşını da sevdim. İkimizin de gözleri yaşlı, ikimizin de dudakların da gülümse vardı. Melih yanağında duran elimin üstüne elini koydu. "Her şeyi en baştan yapalım." Dedi ve bu kez dudakları avuç içime güçlü bir öpücük kondurdu. "Hiç düşman olmamışız gibi, ben seni hiç üzmemişim, hiç ağlatmamışım gibi. İlk kez tanışıyormuşuz gibi. Her şeye baştan başlayalım. Sıradan mutlu çiftler gibi olalım." "Sıradan mutlu çiftler gibi olalım." Diye tekrarladım. "Gerçek Melih ile sıradan Ahu olarak mutlu bir çift olalım." Melih benden aldığı cevapla gözlerini kapattı ve beni kendi güçlü kollarının arasına sarmalayarak başımı deli gibi atan kalbinin üstüne yasladı. Kulaklarımı dolduran kalbinin sesine Melih'in "Teşekkür ederim." Diyen fısıltılı sesi karıştı. Melih'in ağzından duyduğum ilk teşekkürdü. Sanırım bu sonda olmayacaktı. *** Yeni başlangıçlar yapmak için sevginin gücü yetiyormuş. Sevgi; zehirli okları olan kötü canavarlarla savaşacak kadar güçlü bir hismiş ve ben bu gücü Melih sayesinde fark ediyordum. Melih'in ayarladığı düğün fotoğraflarının çekildiği botanik bahçedeydik. Her şeye yeniden başlama kararı almıştık ve ilk başlangıcı evimizi kendi zevkimize göre dayayıp döşemek olmuştu. İkincisi ise Melih'in isteği üzerine yeniden fotoğraf çekilecektik. Ah pardon 'gelin ve damat olarak' yeniden fotoğraf çekilecektik. Her şey buraya gelene kadar gayet normalken botanik bahçeye geldiğimizde Melih'in bizim fotoğraflarımızı çekecek ekibi görmesiyle işler tam tersine dönmüştü. Fotoğrafı çeken kişi erkekti ve Melih ekiple yaklaşık yarım saat kendisinin ayarladığı ekipte fotoğraf çekenin kadın olduğunu dile getirmiş, fotoğraf çeken adamı istemediğini açık açık belirtmişti. Şans bu ya bizim fotoğraflarımızın çekileceği gün fotoğraf çeken kadın hastalanmış ve onun yerine ortağı olan adam gelmek zorunda kalmıştı. Ama bunu bir türlü Melih'e anlatamıyorlardı. Çünkü kendisinin kıskançlık krizi tutmuş ve fotoğrafçı adamdan hiç hoşlanmamıştı. Sorun bir türlü çözülmüyor, bunun aksine saat hızla ilerliyordu. Dudaklarımın arasından sıkıldığımı belirten bir nefes bıraktığımda Melih göz ucuyla bana baktı ve tekrar önünü dönerek karşısındaki ekibe gözlerini dikti. "Tamam." Dedi tok isteksiz bir sesle "Bir an önce halledelim de bitsin şu fotoğraf işi." İşaret parmağını fotoğraf çeken adama doğru tehditvari bir şekilde salladı. "Temas olmayacak! Sadece benimle muhatap olacaksın!" Gariban adam tamam der gibi hızla başını salladığında Melih ağzının içinde homurdanarak iki büyük adımda yanıma geldi ve elini belime koyarak beni kendine çekti. Dudaklarının yumuşak sıcak dokunuşu alnımın üstüne küçük birkaç öpücük kondurdu. "Fazla uzun sürmez yarım saatlik bir işimiz var bebeğim." Dediğinde gülümseyerek başımı salladım. Ama nereden bilebilirdim ki bu işin yarım saat değil de saatler süreceğini. Fotoğraf çeken adam ne söylese Melih tam tersini yapıyor adama öldürecekmiş gibi bakıyordu. Hem adamın işini yapmasına müsaade etmiyor, hem de bize işkence çektiriyordu. Fotoğrafçı adam gayet dirayetli bir şekilde bize doğru ilerledi. Gözleriyle arkamızda kalan yeşil yaprakları tarayıp düzgün olmayanları eliyle düzeltti. "Biraz sağa doğru dönün lütfen." Dedi. Sağa doğru döndüğümüzde adam fotoğraf makinesini bize doğru tutarak "Fazla döndünüz. Çok hafif bana doğru dönün." Dedi. Dediğini yaptık ama sanırım istediği gibi olmadığı için fotoğraf makinesini gözünden çekip bize doğru yaklaştı. Tam yanımızda durdu. "Dokun..! Hadi bir dokun da bak ben sana ne yapıyorum..!" Melih'in keskin tehdit içeren sesi hemen yanımızda eli bana doğru uzanan adamaydı. Aslında adamcağızın yaptığı bir şey yoktu. Sadece işini yapmaya çalışıyordu ama bu Melih'in kıskançlığı yüzünden pek mümkün olmuyordu. "Melih Bey" dedi adam ince naif bir sesle ve ekledi. "Fotoğraf çekimi yapıyoruz. Doğru açıyı yakalamak için elimden geleni yapıyorum ama siz sürekli beni tehdit edip duruyorsunuz." Alnının üstünde biriken küçük ter tanelerini elinin tersiyle sildi. "Siz böyle yapmaya devam ederseniz biz bu çekimi bitiremeyeceğiz." "Ben çekim falan anlamam!" işaret parmağını adama doğru salladı. "O elin kolun benim karıma değmeyecek o kadar!" Başka zaman olsa Melih'in bu tavırlarına sinir olabilirdim ama şimdi karşımda böyle kıskanç bir aslana dönüşmesi hoşuma gitmişti. Ben alt dudağımı ısırarak hayranca Melih'e bakarken hemen önümüzde duran adam sıkıntılı soluklar veriyordu. "Melih Bey-" diyerek konuşmaya çalışan adamı Melih "Yok Melih Bey falan dediğim olacak. Senin elin kolun benim karıma değmeyecek!" diye susturdu. Bakışlarımı Melih'ten çekip adama çevirdiğimde adam bana yardım ister gibi bakıyordu. Ama benim bunun için yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Çünkü söz konusu kıskançlık olduğunda Melih'i hiçbir güç engelleyemezdi. "Çek lan o gözlerini!" diye kükredi ve elini belime koyarak beni kendine çekti. Saçlarımın bitimine bir öpücük kondurdu. "Eğer gözlerini çekmezsen iki gözünü de si..." Boğazını temizleyip "Oyarım." Diyerek cümlesinin sonunu tamamladı. Adam sabır diler gibi başını sallayıp arkasını döndü ve kendi ekibine doğru ilerledi. Adamın gitmesiyle parmak uçlarımda yükselip dudaklarının üzerine küçük bir öpücük bıraktım. "Kıskanç aslan." Dedim sırıtarak. Melih gözlerini gözlerimden ayırmadan az önce öptüğüm dudaklarının üstünde dilini gezdirdi. "Cık..." dedi ve gülümsedi. "Kedisini ölümüne kıskanan aslan..." Kocaman gülümseyerek Melih'e birazcık daha yaklaştım. Bir elimi ensesine götürüp parmaklarımla ensesini okşarken, diğer elimi göğsünün üstüne koydum. "Çok merak ediyorum." Dedim ve ekledim. "Gerçek Melih mi çok kıskanç yoksa kontrol manyağı olan Melih mi?" "İkisi de" dedi net bir sesle. Göğsünün üstünde duran elimi tuttu ve ensesine götürdü. İki elimle ensesini okşamaya devam ettiğimde o gözlerini bana dikerek konuşmasına devam etti. "Kıskançlık bizim kanımızda var kızım. Ayrıca..." dudağının kenarını sinsice kıvırdı. "Ben kontrol manyağı değilim. Düzenli, disiplin sahibi ve kontrol odaklıyım." Dedi. Bu söylediği kelimelerin eş anlamlısının kontrol manyağı olduğunu söyleyip katıla katıla gülmek istedim ama son anda kendimi tuttum. Bunun yerine gayet ılımlı bir sesle. "Sayın; düzenli, disiplinli ve kontrol odaklı kocacığım. Bırak da adam işini yapsın." Dedim ve yanağına bir öpücük kondurdum. "Çünkü ben hem yoruldum hem de çok acıktım. Hava da çok sıcak. Bu gelinliğin içinde piştim." Melih'in gözleri sanki üzerimde ki gelinliği yeni fark ediyormuş gibi üzerimi taradı. Daha sonra kolunda ki saate baktı. Saatin ikindin üç bucuk olduğunu gördüğünde bana hak verir gibi başını salladı. Başını fotoğraf çekimi yapan ekibe doğru çevirip eliyle gelmeleri için bir işaret yaptı. Ekip Melih'in işaretiyle yanımıza doğru adımlamaya başladığında, bende ellerimi Melih'in ensesinden çektim. Yanımıza gelip önümüzde duran ekibin hiçbir bireyiyle göz teması kurmayan Melih sadece fotoğraf çeken adama bakıyordu. Resmen adama takmıştı. "Bana bak!" dedi sert sesiyle. "Dokunmadan doğal birkaç fotoğraf çekeceksin. Sonra da ben senden sende benden kurtulacaksın. Anladın mı?" "Anladım." Diyerek jet hızıyla cevap veren fotoğrafçı eliyle ekibe bir işaret verdi. "Hazırsanız başlıyoruz." Otuz iki diş sırıtarak "Hazırız."diye coşkuyla bağırmamla Melih'in sert bakışlarına maruz kaldım. Melih'in ateş saçan gözlerinden gözlerimi çekip koluna girdim ve fotoğrafçıya dönerek "Hadi başlayalım artık." Dedim. Fotoğrafçı adam eliyle onay işareti verip bizim fotoğraflarımızı çekmeye başladı. Öyle böyle derken çekildiğimiz birkaç fotoğraftan sonra normalde eğlenceli geçmesi gereken ama Melih'in kıskançlığı yüzünden Çin işkencesine dönen fotoğraf çekimini sonlandırmıştık. Karnım açlıktan tabiri caizse zil çalıyordu. Hatta karnımın gurultusu benim kulaklarıma doluyordu. Melih'in eli belimde bir şekilde arabaya doğru ilerledik ve kapıyı açarak arabanın içine bindik. Melih arabanın kontağını çalıştırdığında karnım gürültülü bir şekilde guruldadı. Melih'in eli kontağın üzerinde durduğunda bakışları karnıma oradan da gözlerime çıktı. Düz çizgi halinde duran kaşlarını çattı. "Çok mu acıktın güzelim?" kafa salladım. "Hı hı açıktım." Melih bakışlarını benden çekti ve elini torpido gözüne uzatarak açtı. İçinden çıkarttığı çubuk krakeri bana uzattı. "Şimdilik bununla idare et yavrum." Elinde ki çubuk krakeri aldım. Melih' de bu arada arabayı çalıştırdı. "Ne yemeye gidelim? Canın ne yemek istiyor yavrum?" "İskender yiyelim." Dedim ve yönümü tamamen Melih'e dönerek heyecanla konuşmaya devam ettim. "Bursa'dayız ve biz Bursa'ya gelmişken İskender yemeden gidersek çok ayıp etmiş oluruz. Kesinlikle İskender yemeliyiz." "Tamam, İskender yiyelim güzelim." Yamukça gülümsedi. "Sonuçta Bursa'ya gelip İskender yemeyenleri ayıplıyorlar ya... Bizi de ayıplamasınlar şimdi." Benimle dalga geçiyordu. Onu takmadığımı belirterek çubuk krakerimden ikişer ikişer yemeye başladım. Melih benim bu halime daha da çok güldü ve iki parmağının arasına yanağımı sıkıştırarak bir makas aldı. "Benim aç kedim." Diyen Melih'in sesinden başka arabada ses oluşmadı. Kısa bir süre sonra Melih arabayı 'Hasan Usta' yazan bir restaurantın önünde durdurdu. Emniyet kemerini açıp arabadan inince bende emniyet kemerimi açtım ve vakit kaybetmeden arabadan indim. Bakışlarım yeşil ve beyazın tonlarıyla boyalı olan restaurantayken Melih yanıma gelip elimi tuttu ve bizi restauranta doğru ilerletti. İçeriye girer girmez bütün müşterilerin bakışları üzerimize odaklandı çünkü benim üzerimde gelinlik Melih'in üzerinde ise damatlık vardı ve bu oldukça dikkat çekiyordu. Herkesin bakışlarının üzerimizde olmasından dolayı tedirgin oldum. Hatta öyle ki aç olan karnımın artık tok olduğunu hissediyordum. Ben ne kadar gergin ve tedirginken Melih o kadar rahattı. Biz öyle restaurantın girişinde beklerken karşımızda bize doğru yaklaşan kırklı yaşların ortasında uzun boylu bir adam "Melih'im..." diye seslendi. Tam önümüzde durup kollarını erkekçe Melih'e doladı. "Hoş geldin Melih'im sefalar getirdin." Melih adamın sarılışına karşılık verirken "Hoş buldum Hasan abi." Dedi ve kollarını adamdan çekip tekrar elimi tuttu. "Karım Ahu." dedi üstüne bastıra bastıra. Adının az önce Hasan olduğunu öğrendiğim adam güçlü bir kahkaha attı. "Karın olduğu hiç belli olmuyordu aslanım. Sağ ol beni aydınlattığın için." Diyerek bakışlarını bana çevirdi. "Hoş geldin yenge Hanım." "Hoş buldum." Dedim gülümseyerek. Sanırım Hasan abinin Melih'e laf sokması hoşuma gitmişti. "Eee haydi içeriye geçelim size güzel bir iskender hazırlatayım." Melih'in omzunu sıktı. "Dün Bursa'da olduğunun haberi geldi kulağıma, eğer yanıma uğramasaydın seninle fena bozuşurduk Melih efendi." Dedi. Melih Hasan abiye nazaran daha sert ve ciddi bir şekilde "Senin yanına uğramadan gitmem abi." Dedi. Melih'in Bursa'lı biriyle yakın olması beni şaşırtmıştı. Çünkü kendisi zamanında sırf ben Bursa'da yaşıyorum diye Bursa'yı ağzıma bile aldırmıyordu. Şimdi bu gördüğüm şey inanılır gibi değildi. "Siz nereden tanışıyorsunuz?" diye birden sormamla ikisinin de bakışları bana döndü. Bir süre benim yüzüme donuk donuk baktıktan sonra sanki ben onlara az önce soru sormamışım gibi Melih "Açız abi yemek yiyelim." Dedi. Hasan abi başını sallayarak eliyle karşıda cam kapılı bölmeyi işaret etti. "Bu tarafa alayım sizi." Derken adımlarını o yöne attı. Bizde onu arkasından takip ettik. Cam bölmenin önüne geldiğimizde Hasan abi geçmemiz için kapıyı açtı. Melih ile içeride sadece dört tane yeşil masa olan alana girdik ve sıradan bir masaya oturduk. Hasan abi yemeklerimizi hazırlamak için yanımızdan kalkıp kapıya doğru ilerledi. Tam bölmeden dışarıya çıkacakken, yan bir şekilde bize döndü ve göz ucuyla önce Melih'e sonrada bana baktı. "Yenge Hanım..." diye seslendi ve ekledi. "Biz Melih ile sen daha on yaşındayken tanıştık." Bu da ne demekti? Ben şaşkınca Melih'e bakarken Hasan abi bir kez daha konuştu. "O zamanlar Melih on altı yaşında genç bir delikanlıydı. Şimdi ise o zamanlara inat yanıma gelinimle gelmiş. Hoş gelmiş." Dedi ve kapıyı tamamen açıp çıktı. Hasan abinin ne demek istediğini Melih'e sormak için araladığım dudaklarım onun telefonunun çalmasıyla geri kapandı. Zaten Melih'e sorsam dahi beni cevaplamayacağını biliyordum. Bende sessizce iskenderimin gelmesini bekledim. *** Saatin gece yarısı olmasına sadece yirmi dakika vardı. Bütün günü dolu dolu geçirmiştik. Zorlu geçen fotoğraf çekiminden sonra Hasan abinin restaurantında harika bir iskender yemiş, güzel sohbetler etmiştik. Hasan abi biraz tuhaf bir adam olmasına rağmen çok sevecen ve muhabbeti iyi bir adamdı. Mesela ortaya bir laf atıyordu ve o lafın sonunu getirmediği gibi benim sormama da izin vermiyordu. Yorgunluktan sızlayan ayaklarım ve kasıklarımda hissettiğim küçücük bir sızı vardı. Bakışlarım yola odaklıyken kendi evimizin bulunduğu siteye geldiğimizi gördüm. Çok geçmeden araba evimizin önünde durdu. Bu kez ben Melih'i beklemeden arabadan indim. Gelinliğin etek kısmını iki elimle tuttum. Melih'te yanıma geldi. Büyük eliyle belimden kavrayıp beni bahçeye doğru çekiştirdi. "Melih" dedim durması için "Çok yoruldum hayatım eve geçelim." "Olmaz." Diyerek beni bahçeye doğru çekiştirmeye devam etti. "Daha gece yeni başlıyor yavrum. Ne yorulmasından bahsediyorsun?" sonunda bahçenin ortasına geldiğimizde diğer elini de belime koyarak beni kendi göğsüne çekti. Bende ellerimi gelinliğin etek kısmından çekip iki yandan kolundaki pazularını tuttum. Gözlerimiz birleşti. "Güzel karım." Dedi Melih ve dudaklarını alnıma bastırdı. Bir süre alnımda kalan dudakları yavaşça burnuma indi. Burnumun ucunu öptü. Tek tek yanaklarımı öptü. Dudakları arsızca çeneme doğru yol aldı ve çeneme de bir öpücük kondurdu. Melih'in dudaklarının her dokunuşunda elimin içinde ki pazularını sıkıyordum. Sonra birden başını boyun girintime soktu. Derin derin soluklar aldığı boynumda dudaklarını gezdirdi ve en son tam şah damarımın üstüne güçlü bir öpücük kondurdu. "Benim kalbim senin şahdamarında atıyor Ahu. Burası..." dedi bir kez daha öperek "Benim son nefesimi verdiğim yer." Başını boynumdan çekip gözlerimin içine baktı. "Şah damarın attığı sürece ben nefes alırım." Boğazımda bir yumru oluştu zar zor yutkundum. Melih'in ela gözlerinde öldüğüm gibi, yine Melih'in ela gözlerinde dirildim. O bana gözleriyle beni sevdiğini anlatmaya çalıştı. Ben çoktan onun gözlerini okudum. Ölümüne sevdi, bende ölümüne hissettim. "Seni seviyorum." Dedim. Gülümsedi. "Gülme... Çok seviyorum." Ellerimi pazularından çekip kollarımı açtım. "Kocaman seviyorum." Dedim. Melih'in yüzündeki gülümseme daha da büyüdü. Ellerini belimden çekip kollarımdan tuttu ve ellerimi kendi ensesine götürdü. Ellerini tekrar belime koydu ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Şimdi karı koca olarak dans etmemiz lazım. Sonrada..." diyerek küçük küçük hareketlerle bedenimizi salmaya başladı. "Sonra da ne?" dedim devamını getirmesi için. "Sonra da yeni evlenen her çiftin yaptığı şeyi yapmalıyız. Birbirimizin olmalıyız." Karanlık geceye rağmen bakışlarının keskinleştiğini çok net görebiliyordum. Elleri belimi sıkı sıkıya kavramışken, dokunuşları tuhaf bir şekilde yumuşacıktı. Onun karşısında aklım işlevini yitirmiş, kalbim çoktan kazanan taraf olduğunu ilan etmişti. Bir birimizin kolları arasında öylece sallanırken " Müzik olmadan mı dans edeceğiz?" diye sordum. Melih keskinleşen gözlerini kıstı. Başını serseri bir tavırla salladı. "Senin istediğin müzik olsun yavrum." Der demez beni şaşkına uğratarak dudaklarını araladı. Belki bir şarkının her sesinde Gözlerimin içine bakıp söylediği şarkının sözlerine nazaran sesi hiç güzel değildi. Ama ben yinede büyülenmiştim. Bir yıldız gökte kayıp giderken Ensesinin üzerinde olan ellerimden birini çekip Melih'in sert göğsünün üstüne koydum. Şarkı söylerken çıkan ses tonunun çirkinliğine rağmen kalp atışları çok güzeldi. Geçmiş değil bugün gibi Beni biraz daha kendine çekti ve elinin birini yanağıma koyup usulca okşadı. Gündüzümde, gecemdesin Yüzümde oluşan aptal bir sırıtışla Melih'in kararan ela gözlerine baktım. O sert bir adamdı. Çok nadir gülümser, az konuşur, kendinden asla taviz vermezdi. Ama şimdi benim için şarkı söylüyordu ve bu inanılmaz bir şeydi. Sesi öyle ilahi bir ses değildi. Hatta şarkı söylerken çıkan ses tonu öylesine kötüydü ki bu bile beni rahatsız etmiyordu. Aşk buydu sanırım. Kulakları tırmalayan sesinin bile senin hoşuna gitmesiydi. İnsan kötü çıkan sesi bile sever miydi? Ben seviyordum. Melih'te var olan her şeyi çok seviyordum. Sanki yeterince yakın değilmişiz gibi Melih'e birazcık daha yaklaştım ve gözlerinin içine bakarak bende dudaklarımı araladım. Onunla birlikte şarkıyı söyleyecektim. Sanki hiç bitmemiş hep var gibi Beni bir şeylerden aklar gibi Dudaklarını alnıma bastırdı. Gözlerimin içine bakarak gülümsedi. Gülümsedim. Geçmiş değil bugün gibi Gündüzümde, gecemdesin Biten şarkıyla Melih dudaklarını dudaklarıma yaklaştırıp beni öptü. Geri çekilir çekilmez bir elini dizlerimin altına koyup, diğer eliyle de belimi destekleyerek beni kucağına aldı. Dudaklarımın arasından firar eden cılız çığlığımı hiçe sayarak eve doğru yürümeye başladı. "Gecemizin sonlanması için son aşamayı da yapmalıyız." Derken dış kapının önünde durdu ve cebinden çıkarttığı anahtarı bana uzattı. "Aç kapıyı Ahu." dedi. Hiç itiraz etmeden anahtarla kapıyı açtım. Melih kucağında benimle birlikte içeriye girdi. Ayağının ucuyla kapıyı kapatıp, yatak odasına gitmek için merdivenlere yöneldi. Hiç acele etmeden çıktığı merdivenleri bitirdikten sonra yatak odamıza girdi. Beni yatağımızın üstüne oturttuktan sonra dizlerinin üstüne çökerek önümde eğildi. Gelinliğin hemen yan tarında olan küçük fermuarı parmaklarının yardımıyla aşağıya indirdi. Gelinliğin üst tarafı bollaştığında, dişlerinin arasından sert bir soluk çekti içine. "Ahu." dedi gözlerini tamamen kısıp, parmaklarıyla köprücük kemiğimi okşarken "Tenin bana ait. Kalbinde bana ait olsun istiyorum." Boğuk çıkan sesi ateş olan bir adama göre oldukça soğuktu. Köprücük kemiğimde gezen parmaklarını tuttum ve avuç içini kendi kalbimin üstüne koydum. Bende elimi onun kalbinin üstüne koyarak gözlerinin içine baktım. "Tenim de kalbimde sana ait. Tıpkı senin teninin ve kalbinin bana ait olduğu gibi." Sertçe yutkundu. Keskin gözleri gözlerimden bir saniye ayrılmıyordu. "Seni istiyorum." Diye fısıldadı. Sözleri ne kadar masum ise ses tonu bir o kadar ayartıcıydı. Sanki yıllardır bu komutu bekliyormuş gibi yutkunarak başımı salladım. Kasıklarımda oluşan amansız sızıyla histerik bir şekilde titredim. Melih'in arsız gözleri beni süzerken ben sanki ilk kez onunla birleşme yaşayacakmışım gibi heyecana bürünmüştüm. Ne yapmam gerektiğini bilmiyor, bana fazlalık gibi gelmeye başlayan ellerimi nereye koyacağımı şaşırıyordum. En sonunda titrek ellerimi destek almak istercesine Melih'in sert omuzlarına koydum. Başım feci bir şekilde dönüyordu. Melih de benim bu halimi fark etmiş olacak ki beni rahatlatmak ister gibi dudaklarımızı birleştirdi. Efsunlu dudaklarının öpüşüyle kendimi kaybettim. Aralanan dudaklarımın arasına vakit kaybetmeden dilini sızdırdığında mantık denen o kavramı beynim tamamen yok etmişti. Az önce nereye koyacağıma karar veremediğim ellerim ona dokunma isteği ile yanıp tutuşurken, ellerimi omzundan çekip yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Onun elleri bel boşluğumu sıkmaya başladığında ikimizde aynı anda boğukça inledik ve iniltimiz birbirimizin dudakları arasında yok oldu. Nefes nefese geri çekildiğimizde "Fazla giyiniğiz." Dedi Melih ve zaten fermuarı açıldığı için bollaşan gelinliğin askılarından tutarak aşağıya indirdi. Üst tarafımda sutyen olmadığından dolayı göğüslerim bütün çıplaklığıyla Melih'in gözleri önüne serildi. Melih dudaklarını önce sağ göğsüme bastırdı. Fazla oyalanmadan çektiği dudaklarını sonrada sol göğsüme bastırdı. Hareketleri aceleciydi ama yinede kendini dizginlemeye çalışır gibi bir hali vardı. Tek kolunu belime sardı ve beni yataktan hafifçe kaldırdı. Diğer eliyle gelinliği vücudumdan çekip aldı. Şimdi karşısında sadece küçük beyaz bir kilotla duruyordum. O ise tamamen giyinikti. Gözlerini bütün vücut hatlarımda yavaşça gezdirdikten sonra art arda birkaç kez yutkundu. Eli damatlığının ceketine gitti ve yavaşça ceketi üzerinden çıkarttı. Gözlerini gözlerime dikerek benim elime uzandı ve gömleğinin düğmelerinin üzerine elimi bıraktı. "Senin açmanı istiyorum." Diye fısıldadı. Titreyen ellerimle gömleğinin düğmelerini açtım ve vücudundan sıyırıp yere attım. Odağıma düşen geniş omuzları ve muhteşem karın kaslarıyla kendime engel olamayarak büyükçe yutkundum. Parmaklarımı karın kaslarında yavaşça gezdirerek pantolonunun kemerinde durdum. Pantolonunun kemerini açmaya çalışırken Melih elini elimin üstüne koydu ve bir nevi bana yardım etti. Kemer açıldı, düğmesi ve fermuarı açıldı ve ben pantolonu iki yandan tutarak Melih'in bacaklarından ayırdım. Şimdi ikimizde çıplaktık. Ve sadece altımızda ince kumaş parçaları vardı. İkimizde yanmak istiyor, ikimizde birbirimizde sönmek istiyorduk. Melih beni hafifçe iterek yatağa uzanmamı sağladı. Kendiside vakit kaybetmeden üzerimdeki yerini aldı. Diliyle köprücük kemiğimin üzerinde gezindikten sonra omzuma ve oradan da kor gibi yanan göğüs uçlarıma ilerledi. Dili her dokunuşta beni yakıyor, bu dünyadan soyutluyordu. İçimde taşmak üzere olan bir lav ateşi vardı. Şehvetten başımı geriye atmış ve gözlerimi kapatmıştım. Kendimi resmen Melih'in arsız dokunuşlarının insafına bırakmıştım ki göğüs ucumda hissettiğim acıyla gözlerimi tekrardan araladım. "Aç gözlerini Ahu. Aç ki beni nasıl tükettiğini kendi gözlerinle gör." Melih'in boğukça mırıldadığı bu sözler beni daha da çıkmaza soktu. Dudakları tekrar göğüslerimle buluştuğunda yavaşça aşağılara doğru kaydırdı. Göbeğimin üstüne bir öpücük kondurup parmaklarının yardımıyla iç çamaşırımın kenarlarından tutarak çekiştirmeye başladı. Ona yardımcı olabilmek için kalçamı kaldırdım ve iç çamaşırı tamamen vücudumdan sıyrıldı. Melih'in arsız parlayan gözleri kadınlığımda bir süre oyalandıktan sonra eli üzerinde ki baxsore gitti ve bir çırpıda baxsore çıkardı. Üzerimde ki yerini tekrar aldığında soluk soluğa kalan yumuşak göğüslerim onun sert kaslı göğüslerine çarpıyordu. Usulca dudaklarıma kapandığında inlemelerim ağzının içinde kaybolmaya başlamıştı. Uzun dakikalar boyunca dudakları ve elleri santim santim bedenimde gezindi. Gözlerimi kapatacakken az önce bana söylediği şey aklıma gelmesiyle gözlerimi araladım. Göz göze geldik. Yüz hatları içine düştüğü arzudan dolayı sertleşmiş ve terlemişti. İkimizde yangın yeriydik. Yanıyor, yanıyor ve yanıyorduk. Kadınlığımda aniden hissettiğim baskıyla içime gömüldüğünde, derin bir nefes aldığını işittim. Tırnaklarım hızla sırtına kaydı ve terli sırtına saplandı. Melih'in erkeliğini kadınlığımın en derinlerinde net bir şekilde hissettiğimde, artık durduramadığım çığlıklarımı serbest bıraktım. Benim çığlıklarım Melih'in sert boğuk inlemelerine karıştı. Melih'in içimde git gelleri hızlandıkça ben zirveye tırmandıkça tırmanıyordum. Parmaklarım usulca sakallı yüzünde dolanmaya başladığında Melih daha da hızlandı. Alnındaki terler parlıyor, teni cayır cayır yanıyordu. Tüm iliklerimin uyuştuğunu hissettiğimde titremeye başladım. Melih'te benimle birlikte sarsıldığında sona yaklaştığımızı anladım. Kalp atışlarımız kulaklarımızı doldururken, Melih ile birlikte tırmandığımız zirveyi ikimizde aynı anda sonlandırdık. Sıvılarımız birbirine karıştığında, Melih bedenini bedenimin üzerine bıraktı ve başını boyun girintime yerleştirdi. Bir süre boynumda soluklandıktan sonra dudaklarını boynuma yapıştırıp küçük küçük öpücükler bıraktı. Erkekliği hala içimdeydi ve bu öpücüklerle beni tekrardan uyarmak istediğini anlıyordum. Hissizleşen kollarımı boynuna doladım ve ona yer açmak için başımı yana doğru attım. Melih benim ne yapmak istediğimi anlayarak öpüşünü daha da çoğalttı ve dilini devreye soktu. "Sana bir türlü doyamıyorum." Başını boynumdan çekip koyulaşmış ela gözleriyle gözlerimin içine baktı. "Her geçen gün sana daha da bağlanıyorum. Senin için ölüyorum." Dudakları dudaklarıma tüy yumuşaklığıyla bir öpücük bıraktı. "Bir bakışına bin meftun oluyorum kurban olduğum." Titrek bir nefes dudaklarımdan firar ettiğinde elimi nemli göğsünün üstüne koydum ve kalp atışının muazzam varlığını hissettim. "Sanırım..." dedim dudaklarımı dilimle ıslatarak "Bende sana doyamıyorum." Gülümsedi. Kalbimde çiçekler açtı. Hala içimde var olan ve kendini giderek belli eden erkeliğini hareket ettirmeye başladığında, bizim için bu gecenin hiç bitmeyeceğini anladım. Yanabildiğimiz kadar yanacak, sonra birlikte sönecektik. *** Gözlerimi araladığımda görüş açıma ilk olarak Melih'in sert kaslı göğsü girdi. Melih sırt üstü uzanmış beni de kollarının arasına çekerek uyumuştu. Dudakları hafif aralık duruyor, kumral saçları ise alnının üstüne dökülmüştü. Kaşları her zaman ki gibi çatık değil düzdü. Yavaşça başımı komodinin üzerinde duran saate doğru uzattım. Saat on birdi neredeyse öğlen olmak üzereydi. Melih'in yüzünde gezen gözlerim aklıma gelen şeyle resmen hinlikle parladı. Sürekli arsızlık yaparak beni baştan çıkartan Melih oluyordu. Bu kez arsızlığı ben yapacak onu baştan ben çıkartacaktım. Yavaşça kollarının arasından çıkmaya çalışırken, kasıklarıma giren ağrıyla duraksadım. Bir süre derin nefes alıp ağrının geçmesini bekledikten sonra başarıyla Melih'in kollarından çıktım. Parmak ucumda yürüyerek banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp, dişlerimi fırçaladım. Saçlarımı üstün körü düzelttikten sonra üzerimdeki askılı saten siyah mini geceliğimi çekiştirerek göğüslerimin belirginleşmesini sağladım. Banyodan çıkıp parmak uçlarımda Melih'in yanına ilerlerken, kasıklarımda baş gösteren sızıyı hiçe saymaya çalışıyordum. Nefesimi tuttum ve deli gibi çırpınan kalbimin sakinleşmesini umdum. Yatakta sere serpe uzanan Melih'in karnının üstüne oturdum ve uzanarak tam kalbinin üstünden öptüm. Melih gözlerini hızla açıp "Yavrum?" dedi sorar gibi uykulu bir sele. Sonra gözleri açıkta kalan göğüslerime kayınca yamukça gülümseyip yatakta doğrularak sırtını başlığa dayadı. "Ne yapıyorsun sen? Yaramaz kedi." Gülen yüzüm ve kısılmış gözlerimin ardından ona bakarken başımı olumlu anlamda salladım. "Evet, ben yaramazlık yapmak istiyorum." Elimle yüzünü kavrayıp dudaklarını öptüm. "Yapamaz mıyım?" "Yaparsın yavrumda. Dün çok yoruldun canın çıktı." elleri saçlarımı sevdi. "Seni düşünüyorum yani benim için hava hoş." Tam Melih'e cevap verecekken kasıklarıma derin bir ağrı saplandı ve iki büklüm olmama sebep oldu. Melih "Ahu" diyerek telaşla yüzümü avucunun arasına aldığında aynı ağrı tekrardan oluştu ve hemen akabinde altımda bir ıslaklık hissettim. Melih'in endişeli gözlerinin arasında hızla kucağından kalktım ve banyoya ilerledim. Banyonun kapısını kapatırken Melih'inde yataktan kalktığını görsem de onu önemsemeden kapıyı kapatıp kilitledim. Hemen iç çamaşırımı indirip baktığımda iki gündür hissettiğim sancıların sebebini gördüm. Regl olmuştum. İnanamıyordum ya resmen kırk yılda bir kere kocama kur yapacakken regl olasım tutmuştu. Gerçekten arsız bir kız olmak benim neyimeydi ki? Düşen yüzümle banyo dolabından bir tane ped aldım ama iç çamaşırımı da değiştirmem gerekiyordu. Banyo kapısının kilidini açıp kapıyı hafifçe aralamamla Melih'in sorgu dolu gözleriyle karşılaştım. Onun bana bir şey sormasına müsaade etmeden "Bana bir tane iç çamaşırı getirir misin?"dedim. Melih önce afallayarak yüzüme baktı daha sonra başını tamam der gibi sallayıp çamaşır dolabının yanındaki çekmeceyi açıp içinden rast gele siyah bir iç çamaşırını alarak yanıma geldi. İç çamaşırını bana uzattığında, yine ona konuşma fırsatı vermeden iç çamaşırını alıp kapıyı yüzüne kapattım. Kısa bir sürede işimi hallettikten sonra banyodan çıktım. Melih yatakta uzanmış gözlerini de banyo kapısına dikmiş vaziyette bana bakıyordu. Küçük adımlarla yanına ilerleyip yatağın boşluğuna uzandım. Melih'e doğru dönüp dizlerimi kendime çektim ve kollarımı karnıma sardım. Melih'in keskin bakışlarını üzerimde hissediyordum ama başımı kaldırıp yüzüne bakmıyordum. "Ahu güzelim." Diye seslendi Melih ve ellerini saçlarıma koyarak saçlarımı okşadı. "Özel günün falan mı?" O da anlamıştı sanırım başımı olumlu anlamda salladığımda, saçlarımı okşamaya devam ederek "Neden böyle yüzün düştü? Ağrın mı var yoksa? Doktora gidelim mi?" saçlarımı şefkatle okşadığı gibi sesi de şefkatli çıkıyordu. Yüzümün düşmesinin tek sebebi regl olduğumdan dolayı canımın istediği gibi gezemeyeceğimden içindi. Hatta denize bile giremeyecektim. Allah bilir bir daha Melih beni buraya ne zaman getirirdi. "Ahu..." diye bir kez daha seslenen Melih'e cılız bir sesle "Biraz ağrım var ama bunun için doktora gitmeye gerek yok." Dedim. "O zaman neden böylesin güzelim?" derken yatakta kayarak yanıma uzandı ve beni kolları arasına aldı. "Yüzün sirke satıyor. Eğer özel günün diye benden çekiniyorsan, rahat ol. Ben o kadar da anlayışsız bir adam değilim." "Seninle alakası yok canım. Ben sadece iki gün sonra buradan ayrılacağız ve doğru düzgün tadını bile çıkaramadan gideceğimiz için üzüldüm." Melih kollarını benden ayırarak, beni altına aldı. Burnumun ucunu öptü. Ellerini geceliğin etek kısmına götürüp geceliğimi yukarıya doğru çekti. Tedirginlikle altında kıpırdandığımda "Şişt... Sakin ol yavrum." Diyerek bacaklarımı okşadı. Gözlerini gözlerimden çekip bacaklarıma baktı ve başını geceliğin açıkta bıraktığı karnımın hizasına getirdi. "Burası bizim evimiz Ahu. Buraya yine geliriz. Hem..." duraksadı. Karnıma doğru yaklaşıp dudaklarını karnıma bastırdı. Güçlü bir öpücük bıraktığı karnımdan dudaklarını ayırıp gözlerimin içine baktı. "Bir bakmışsın bir daha ki gelişimizde tek değilizdir." Gözleri karnım ve gözlerim arasında gidip geldi. "Üç kişi olarak geliriz." Sarf ettiği kelimelerin ne anlama geldiğini biliyordum. Bebeğimiz olsun istiyordu. Ve bunu bana söyleme şekli kalbimde küçük artçı depremlerin oluşmasına sebep oluyordu. Karnımın üzerinde yer edinen dudaklarının yerini elleri aldığında yavaşça kasıklarıma doğru indi ve usulca kasıklarımın üzerini ovaladı. Bu hareketi beni hem iyi hissettiriyor hem de rahatlatıyordu. Bir süre sihirli ellerine bıraktığım kendimi daha sonra aklıma gelen şeyle "Melih" diye seslendim. "Efendim yavrum." "Bana kitap okusana." "Sana kitap okuyayım?" dedi beni teyit etmek ister gibi "Hıhı" dedim "Bana kitap oku." "Tamam" dedi ve yanımdan kalkarak yatak odamızda bulunan küçük kitaplığımızdan bir kitap alarak yanıma geri gelip yatağa uzandı. Beni de kendi kolları arasına alarak kitabın ilk sayfasını aralayıp okumaya başladı. Ne gariptir ki akşam şarkı söylerken sesi kötü çıkan adamın kitap okurken çok güzel çıkıyordu. Dudakları hareket ettikçe içimi kıpırdatıyor beni başka diyarlara götürüyordu. Melih'i seviyordum. Elimi sakallarını kapladığı yanağına götürdüm ve usulca okşadım. "Sakallarını seviyorum. Sanırım ben kocasının sakallarına âşık bir kadınım." Dedim. "Hayır." Kitabı okumaya ara vererek. "Sen hala hikâye dinlemeyi seven küçük bir kedisin." Dedi kıkırdadım. Onun bakışları kitabın sayfalarında gezerken benim gözlerim onun yüzünü talan ediyordu. "Sen benim bütün dinlediğim hikâyelerimin tek kahramanısın. Sen..." gözleri kitabın sayfalarından ayrılıp benim gözlerimi buldu. "Benim kalbimin kahramanısın." "Hayır!" dedi net taviz vermeyen bir sesle "Ben kahraman olamayacak kadar gerçeğim." Parmak uçları kitap sayfasından ayrılıp kalbimin üstüne dokundu. "Kahramanlar acıtmaz. Ben acıtırım... Acımasızım." Kalbimin üstünde gezinen parmak uçlarını ellerimin arasına hapsettim. Otuz iki diş sırıtarak gözlerinin en içine baktım. "Belki ben kötü kahramanları seviyorumdur." Dediğimde yok artık der gibi gözlerimin içine baktı. "Belki benim kalbim acı seviyordur. Acımasızlık istiyordur. Ya her şeyi geçtim. Belki benim kalbim mozaşisttir ve sadistçe seven bir kahraman seviyordur." "Ben miyim sadistçe seven?" diyerek sordu aynı zamanda da eliyle kendini işaret etmeyi de unutmadı. "Ben sadist değilim." Melih'in bu tavrına alt dudağımı ısırarak gözlerimi devirdim. "Belki dedim Melih. Ben sana sadistsin demedim. Ayrıca" diyerek Melih'in göğsünden kalktım ve çattığım kaşlarımla yüzüne baktım. "Ben mozaşist oluyorsam sende sadist ol ne var yani. Benim için sadist olmaya değmez mi? Sonuçta ben senin için mozaşist oluyo-" "Tamam, yeter Ahu." ellerini havaya kaldırdı. "Pes ediyorum sensin. Tamam mı?" "Tamam" diyerek tekrar Melih'in göğsüne uzandım ve Melih'in okumaya başladığı kitabı dinledim. *** İki günlük zaman su gibi akıp gitmişti. Gerçi benim regl sancımdan dolayı dünü yatakta dinlenerek geçirmiştik. Sabah uyandığımda ise Melih'in kahvaltı adı altında hazırladığı tostu yemiştik. Bugün Bursa'da geçirdiğimiz son gündü akşam yola çıkacaktık. Melih havanın sıcaklığından dolayı altına sadece şort giymiş ve üçlü koltuğa gelişi güzel uzanarak işle alakalı maillerine bakıyordu. Bende sıkıntıdan dolayı öylesine televizyona bakarken telefonuma bir bildirim geldi. Telefonuma baktığımda bildirimin kızlarla açtığımız gruptan olduğunu gördüm. Gıybet Time😈 Gönderen: Berna Telefon ekranında hızla parmaklarımı gezdirerek "Evde öylesine televizyon izliyorum. Siz ne yapıyorsunuz kızlar?" diye yazdım gönderdim. Görüldü, Berna yazıyor... Gönderen: Berna Berna ve hiç bitmeyen bomba haberleri... Gönderen: Ahu İki kızdan da görüldü yedikten sonra telefonu yanıma bırakıp televizyona baktım. O sırada televizyonda bir yarışma vardı ve gelinler evlendikleri günü anlatıyordu. Gelinin biri gerile gerile kocasının istemede yaptığı tuzlu kahveyi içmesini anlatırken bakışlarım Melih'i buldu. Bizim Birsen teyze ve Kenan amcanın ısrarıyla üstün körü bir istememiz olmuştu ve Melih bırak tuzlu kahve içmeyi su bile içmemişti. Aklıma dank eden şeyle bir hışımla koltuktan kalkıp mutfağa girdim. Mutfak zaten oturma odasıyla aynı yerde olduğu için hem kahveyi hazırlıyor hem de gözlerimle Melih'i kontrol ediyordum. Bir fincan ölçtüğüm kahvenin içine bir tatlı kaşığı tuz ekleyip iyice karıştırarak pişirdim. Pişen tuzlu kahveyi fincanın içine boşaltıp elime aldım. Bir an gelen deli cesareti ile yapmaya karar verdiğim bu yaramazlık beni aşırı derecede heyecanlandırmıştı. Ve bu heyecan strese dönüşerek tam mideme vurmuştu. Titreyen elimle tuttuğum kahve fincanını sıkı sıkıya tutmuş, dökülmemesi için ekstra bir çaba sarf ediyordum. En nihayetinde üçlü koltukta üstü çıplak altında sadece kısa bir şortla yayılan Melih'in yanına gelebildim. Melih'in tam önünde durduğumda bakışlarını elinde tuttuğu tabletten çekip göz ucuyla bana baktı. Stresli olduğumu belli etmemek adına gülümsedim ve titreyen elimdeki kahve fincanını Melih'e uzattım. Melih bir eliyle uzattığım fincanı alıp diğer eliyle bileğimi kavrayıp dudaklarına götürdü ve tam nabzımın attığı yeri öptü. Onun böyle yapması heyecanımı git gide körükleyip stresimi tavan yaparken, benim aklımdan geçen tek şey işe kahveyi içtikten sonrada böyle ılıman olmasını dilemekti. Melih bakışlarını tekrardan tablete çevirdi. Kahve fincanını yavaşça dudaklarına yaklaştırdı. Kalbimin ağzımda attığını hissettiğimde Melih kahveden kocaman bir yudum aldı. Dudakları hala fincanın kenarında dururken, sert yüz hatları daha da sertleşti. Kaşları çatılıp çatılmamak arasında kaldı. Bakışları yavaşça bana döndü. Kısılmış ela gözleri kocaman açılan kahve gözlerime sabitlendi. Yutkundu... Yutkundum. Bir süre sadece gözlerimin içine baktı ve elinde tuttuğu kahve fincanını tekrardan dudaklarına götürdü. Gözlerini gözlerimden ayırmadan kahveyi aheste aheste yudumladı. Ben onun kahvesine tuz koymuştum ve o benim yaptığım tuzlu kahveyi sinirlenmeden usulca içmeye devam etti. Her yudumda sanki tuzlu kahve içmiyormuş gibi dudaklarının kenarını kıvırdı. Biten kahve fincanını gözlerini gözlerimden ayırmadan sehpaya koydu. "Su getireyim mi?" diye cilveli bir şekilde sorduğum sorunun ardından ani bir hareketle bileğimden yakalayıp beni kendine çekti ve dizlerinin üzerine yan bir şekilde oturmamı sağladı. "Suya gerek yok..." dedi ve dolgun dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Geri çekildiğinde "Nefesini nefesimde hissedeyim yeter bana." Dedi. Sanırım bizden de normal bir çift oluyordu. Sevgimiz her şeyin üstesinden gelemese de en azından bizim çabamıza ortak oluyordu. Melih ile benim bu evde yeni bir başlangıcımız olmuştu. İstanbul'da yapamadığımız, heyecanını yaşayamadığımız ne varsa yavaş yavaş yapıyor, o duyguları bizde tadıyorduk. İki elimle kavradığım Melih'in yüzüne sayısız öpücük kondurdum. En son dudaklarım rotasını alnına çevirdiğinde "Çok seviyorum." Dedim. Melih beni kucağına biraz daha çekerek çenemden öptü. "Ben daha çok seviyorum. Ölürcesine seviyorum." BÖLÜM SONU |
0% |