@esranurozer
|

Yüksek Sadakat: Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer İstanbul'a gelmek için Bursa'dan sabaha karşı yola çıkmıştık. Yolların boş olmasından dolayı yaklaşık iki-iki bucuk saatte İstanbul'a giriş yaptık. Melih arabayı dışarıdan bakıldığında cezaevini andıran evimizin önünde durdurduğunda, evimizin etrafında bulunan güvenlikten sorumlu üç koruma bize doğru adımladı. Mesafelerini koruyarak arabanın yanında durdular. "İn Ahu" diyerek emniyet kemerini çözen Melih'e başımı çevirdim. "Neden?" diye sordum. Melih emniyet kemerini açtı arabanın kontağını tamamen kapattı. "Arabayı bahçeye geçirmen gerekmiyor mu? Neden burada iniyorum?" "Çünkü şirkete gideceğim Ahu." başıyla yanımdaki kapıyı gösterdi. "Hadi..." İtiraz etmek için araladığım ağzım Melih'in arabadan inmesiyle gerisin geriye kapandı. İstanbul'a giriş yaptığımız saniyeden itibaren Melih eski hali olan öküzlük ve odunluğa geri dönmüştü. Hâlbuki ben ona dinlenmesini söyleyecektim. İki bucuk saattir araba kullanıyordu, uykusuzdu. Arkaya uzanarak kol çantamı aldım ve arabadan indim. Melih üç korumayla bir şeyler konuşuyordu. Benim arabadan indiğimi fark ettiğinde başını bana doğru çevirdi ve gözlerimin içine bakarak başıyla demir kapıyı içeriye geçmem için işaret etti. Onun bu tavrına gözlerimi devirdim ve aralanan demir kapıdan içeriye girdim. Hızlı adımlarla dış kapıya doğru yürüdüm ve bir an önce annemi görebilmek için kapının ziline bastım. Aynı zamanda da kapıyı yumruklamayı da ihmal etmedim. Sevgi Hanım nefes nefese kapıyı açtığında "Ahu Hanım?" dedi şaşkınca ve sonra üzerinde ki şaşkınlığı atarak kocaman gülümsedi "Hoş geldiniz." "Hoş buldum Sevgi Hanım." İçeriye girdim. Çantamı vestiyere bıraktım. "Nasılsınız? Annem nasıl? Her şey yolunda değil mi?" "Her şey yolunda Ahu Hanım. Anneniz odasında." Diyen Sevgi Hanım birden kaşlarını çattı. "Melih Bey yok mu?" diye sordu. Gözleri hala açık olan kapıdaydı. "Siz tek mi geldiniz?" Sevgi Hanımın da her Melih sever gibi önceliğinin Melih olduğunu biliyordum. Hayır, yani bu Melih'te olan ama bende olmayan şey neydi acaba? Sevgi Hanımın kırmızı tombul yanaklarını parmaklarımla sıktım. "Merak etme." Dedim ve ekledim. "Melih Beyciğini yemedim. Gelir şimdi." Sevgi Hanımın bana bir cevap vermesini beklemeden hızla merdivenlere doğru yürüdüm ve ikişer ikişer merdivenleri çıktım. Benimde bu hayatta ki tek önceliğim olan annemin odasına doğru ilerledim. Kapıyı çalmadan açtım ve yatakta oturur vaziyette uzanan annemin üzerine "Anne ben geldim." Diyerek atladım. Bir süre sadece annemin kollarının arasında durup bahar kokan kokusunu içime çektim. Sonra annemin kollarından çıkarak güller açan yüzüne baktım. "Özledin mi beni?" diye sordum kıkırdayarak. Annem elleriyle saçlarımı okşayarak başını aşağı yukarı salladı. "Bende özledim." Dedim ellerimle yüzünü kavrayıp yanağına güçlü bir öpücük bıraktım. "Senide, sesini duymayı da çok özledim." Annemin yüzü düştüğünde hemen kendimi toparlayarak heyecanla konuşmaya başladım. "Anne biliyor musun?" tekrar gülümseyen annem neyi der gibi bir bakış attığında konuşmaya devam ettim. "Melih beni Bursa'ya götürdü. Hatta bizim için Mudanya'dan ev aldı. İnanabiliyor musun? Çünkü ben zorlukla inanıyorum." Annem kocaman gülümseyerek bir eliyle saçlarımı okşuyor, bir eliyle de yanağımı okşayarak beni can kulağıyla dinliyordu. Gözlerim yüzüne takıldığında bura ilk geldiği güne nazaran biraz kilo aldığını ve yüzüne can geldiğinin farkına vardım. Gözlerim bu kez kızıla boyadığımız kısa saçlarına takıldı. Bir zamanlar benim saçlarım gibi koyu kahve ve uzun olan saçlarından nasıl vazgeçtiğini düşündüm ve sonra beynim bana Fikret Yıldırım'ı hatırlattı. Annem Fikret Yıldırım'ın hayatına karşılık uzun saçlarından vazgeçmişti. Bunu ondan duyamasam da böyle olduğunu tahmin edebiliyordum. "Melih'i seviyorum anne." Dedim. Konumuzla hiç alakası yoktu ama ben yinede bunu anneme söylemek istedim. "O da beni seviyor. Her şeyden çok seviyor. İntikamından bile daha çok..." Annemle aramızda fazlasıyla anlam içeren duygulu bir bakışma geçti. "Ahu..." aramızdaki yoğun bakışmayı sonlandıran ses buydu. Sesin sahibi ise Melih'ten başkası değildi. "Ahuuu..." diyerek bir kez daha bağırdı. Anneme gülümsedim ve kaşlarımla kapıyı gösterdim. "Birde adımı söylemeyi çok seviyor." Dediğimde annemin odasının kapısı açıldı ve Melih üzerinde ki siyah takım elbisesiyle gözlerimizin odağına girdi. "İki saattir sana sesleniyorum. Neden cevap vermiyorsun Ahu?" göz ucuyla anneme bakıp tekrar bana döndü. "Şirkete gidiyorum. Telefonun açık olsun. Sakın yanından ayırayım deme." Annemin bakışları ben ve Melih arasında mekik dokuyordu. Ama en çok Melih'in üstünde kalıyordu. Melih ise ısrarla anneme bakmıyor, onu yok sayıyordu. Anlamadığım bir şekilde annem ve Melih'in arasında bir şeyler dönüyordu. "Tamam" diyerek oturduğum yerden kalktım. Melih'in yanına ilerledim. Önünde durduğumda boyunun uzunluğundan dolayı başımı kaldırarak gözlerine baktım. "Keşke bir-iki saat uyuyup dinlendikten sonra şirkete gitseydin." Melih elini belime atıp beni kendine çekti. Şakağımdan öptü. "Gitmem lazım yavrum. İşlerim var." Bir kez daha şakağımdan öptü. "Akşam istediğin bir şey var mı?" diye sordu. "Sen gel yeter sevgilim." Melih yamuk bir şekilde gülümsedi. Elini belimden çekerek saçlarımı en tepeden ucuna doğru okşayıp, en son parmakları arasına aldığı saç uçlarıma bir öpücük kondurdu. "Akşam görüşürüz." Diyerek arkasını döndü ve merdivenlere doğru ilerledi. Leyla olmuş bir vaziyette onun arkasından o yok olana kadar baktım. Suratımda var olan aptal sırıtışla önümü annene döndüm. Gözlerimi kaçırarak "Bende duş alayım anne. Ezgi ve Berna'yı çağıracağım. Onlar geldiğinde senide aşağıya indiririm." Dedim. Annem gülümseyerek başını tama der gibi salladığında odadan çıkıp kendi yatak odamıza girdim. Duşa girmeden önce gruba grip kızlara bize gelmeleri için mesaj attım ve banyoya girdim. *** Abartısız iki saattir Berna annemi soru bombardımanına tutmuştu. Yanında getirdiği defter ve kalemi anneme uzatmış, bir sürü kek ve kurabiye tarifi almıştı. Gariban annemin yüz ifadesi bu durumdan ne çok memnun gibi duruyor ne de memnun değilmiş gibi duruyordu. Sevgi Hanım birkaç kez Berna'ya "Kızım kadını rahat bırak yazı yazmaktan kadının parmakları ağrımıştır." Dese de Berna "Yazı yazıyorken parmakları hareket ediyor egzersiz gibi düşünün." diyerek Sevgi Hanımı geri püskürtmüştü. Ezgi ise son bir saati onun deyimiyle kelebeği ile yani Ufuk ile telefonda konuşarak geçirmiş, Berna'ya maruz kalmamıştı. Berna'nın en son sorduğu tar tarifinden sonra annem pes etmiş ve defterin boşluk kısmına "Yoruldum. Yukarıya çıkıp uyusam iyi olur." Yazdı. Sevgi Hanımda bunu bekliyormuş gibi dışarıdaki korumalardan birini çağırarak annemi odasına çıkartmış, bir daha da geri inmemişti. Önümde ki meyve tabağından soyulmuş bir dilim elma ağzıma attım. Hızla çiğneyip yuttuğum lokmamdan sonra "Eee Berna" dedim ve ekledim. "Bomba haberlerim var demiştin. Neymiş bakalım bu bomba haberler?" "Ay evet!" diyerek coşkuyla araya girdi Ezgi. Elini havaya kaldırarak iki işareti yaptı. "Tam iki gündür bu bomba haberi bekliyoruz. Söyle de bilelim artık." "Ne yani sende mi bilmiyorsun bomba haberin ne olduğunu?" diye sordum Ezgi'ye hitaben. "Cık" dedi Ezgi ve öldürücü gözlerle Berna'ya baktı. "Bu deli bana da söylemedi. İlla hep beraberken söyleyecekmiş." Diyerek Berna'ya sitemde bulundu. Berna ise hiç oralı olmadan kütür kütür erik yiyordu. Eriğin çekirdeğini tabağa koyarak arkasına yaslandı. Ensesinde biten sarı saçlarını parmak uçlarıyla geriye doğru savurdu. Ve bal rengi gözlerini bir benim bir Ezgi'nin üzerinde gezdirdi. "Başlıyorum hazır mısınız?" "Hazırız." Dedik ikimizde aynı anda. "Biz Çağlar ile sevgili olduk." "Ne..?" "Nasıl..?" Ezgi ile aynı anda farklı tepkilerle çığlık attığımızda. Berna yüzünü buruşturarak "Bu biraz hızlı ve ani oldu. Bende kabul ediyorum." Dedi. Sonra bize doğru eğilip sinsice sırıttı. "Durun hemen size uzun uzun anlatayım." Dediğinde yine Ezgi ile aynı anda başımızı salladık. Berna tekrardan arkasına yaslandı ve ayak ayak üzerine atarak konuşmaya başladı. "Sizin tatile çıktığınız gün akşama doğru Çağlar benim cafeye geldi. Ama cafe nasıl kalabalık bir görseniz kızlar; iğne atsan yere düşmez o derece işte." Berna'nın kısa bir es vermesiyle Ezgi ile birbirimize bakıp Allah Allah der gibi kaşlarımızı kaldırdık. Berna ise bizi umursamadan kaldığı yerden devam etti. "Masalardan birinde oturan bir adam var sabahtan beri adam beni kesiyor. Çağlar adamın bana baktığını gördüğünde, kendinden emin adımlarla yanıma yaklaştı. Elini belime attı beni kendine çekti ve adamın gözlerinin içine bakarak şöyle söyledi. "Sevgilimden gözlerini çek." Dedi." "Çağlar mı?" diye inanmazca sorduğum soruya Ezgi destek verdi. "Aynen Çağlar abi mi böyle söyledi? Hiç inanmam!" "Ay inanmazsanız inanmayın ya! Şurada bir şey anlatıyorum." Diye bize çemkirdikten sonra uzaklara dalarak konuşmasını sürdürdü. "Sonra o kadar müşterinin içinde beni dudağımdan öptü." kıkırdayarak hala o anı yaşıyormuş gibi parmaklarını dudaklarının üzerinde gezdirdi. "Ve bizde sevgili olduk." Dedi. "Hah" dedi Ezgi büyükçe bir tepki vererek "Çağlar abinin senin anlattığın şeyleri yapmayacak bir adam olduğunu bilecek kadar tanıyorum onu." Kaşıyla sende bir şeyler söylesene der gibi bana işaret yaptıktan sonra tekrar Berna'ya döndü. "Bir kere Çağlar abi o bahsettiğin adama seni sevgilim diye takdim etmez direk adamın suratına patlatır. Sonuçta Çağlar abiden bahsediyoruz adam sert, soğuk nevale!" "Sen yanlış biliyorsun demek ki Çağlar'ı! Hiçte soğuk nevale falan değil. Gayet kibar benim sevgilim." Ezgi ile Berna'nın atışmalarını sessizce izliyordum ama Ezgi'ye hak veriyordum. Çünkü Çağlar gerçekten Berna'nın anlattığı gibi bir adam değildi. Muhtemelen Berna'yı sevdiğini söylerken "Bundan sonra sen benim sevgilimsin!" diyerek emir kipi kullanmıştır. Ama Berna bunu bize olduğu gibi anlatmak yerine, hayal ettiği gibi anlatmayı seçiyordu. Çağlar'dan daha çok Berna'yı tanıyordum ve kesinlikle hayalinde kurguladığı şekilde anlattığından emindim. "Üzgünüm canım ama Ezgi'ye katılıyorum." Dediğimde, Berna bana sende mi der gibi bir bakış attı. Ezgi ise iki elini çırptı "Dökül çabuk. Doğru düzgün anlat şunu. Siz nasıl sevgili oldunuz?" diye sordu. "Of aman ya! Her şeyi de kursağımda bırakın tamam mı? Ne var yani beni sorgulamadan anlattığım şeye inansanız?" Berna çırpınıyordu. Çırpındıkça batıyordu. Muhtemelen bu son çırpınışlarıydı. "Tam bir öküz!" diye çığlık attı birden ve eline aldığı yastığı sıktı. "Çağlar tam bir dağ ayısı. O gün siftah bile yapamamıştım. Birden müşteri geldi ve iki masa doldu. Nerden çıkıp geldiğini anlamadığım Çağlar'ın cafeye uğrayası tuttu. Ya adam sadece göz ucuyla iki kez bana baktı diye adamı yakasından tuttuğu gibi dışarıya attı. Dur dememe rağmen çığlık çığlığa bağırmama rağmen beni dinlemedi şerefsiz ve adamı attı." Elinde sıktığı yastığa birkaç yumruk attı. "Eee tabi bizim kavgamız cafenin dışına taştı. Ben ona bağırdım o bana bağırdı. En son beni kolumdan tuttuğu gibi dudaklarıma yapıştı." "Ay çok heyecanlı ya!" diyerek ellerini birbirine vuran Ezgi en az benim kadar pür dikkat Berna'yı dinliyordu. "Sonra bana ne dedi biliyor musunuz?" "Ne dedi?" diye sordum. "Benim kadınıma kimse bakamaz dedi." otuz iki diş sırıttı "Ayı falan ama o an bana çok tatlı geldi." Gözlerini ikimizin üzerinde gezdirdi. "Bundan sonra sen benim sevgilimsin! İşte o kadar! Dedi ve biz sevgili olduk." Ezgi, "İşte bu be... Gerçek Çağlar böyle yapar." Derken Berna'nın yanına geldi ve Berna'nın elinde tuttuğu yastığı alarak kafasına vurdu. "Siz iki deli bir araya gelmemeliydiniz. Artık seninle elti sayılırız Berna..!" birbirlerine yastıkla vuran ikiliyi gülerek izlerken telefonum çaldı. Kimin aradığına görmek için ekrana baktığımda Tunç abimin aradığını gördüm ve hemen çağrıyı yanıtladım. "Alo abi..." "Güzelim." Kısık ve tarazlı çıkan bir ses tonuyla konuşan abim "Nasılsın?" diye sordu. "İyiyim abi. Sen nasılsın? Senin neden böyle geliyor?" Telefonun ucundan abimim öksürme sesi geldi. "Biraz rahatsızım Ahu. Bu yaz gününde nasıl soğuk almayı başardıysam beni yatak mahkümu yaptı feleksiz grip." Gülümsedim. Kızlarda durulmuş bana bakıyorlardı. "Geçmiş olsun abi." Dedim ve ekledim. "Hastaneye gidip bir doktora görünseydin." Dediğimde abim ardı ardına hapşurdu. "Ne hastanesi Ahu? Hemşire bir nişanlım var." Dedi. Evet, hemşire bir nişanlısı vardı. Ben resmen Aslı'yı unutmuştum. Zaten anlamadığım bir şekilde Aslı hayatımıza girdikten sonra neredeyse Tunç abimden bile kopmak üzereydik. Ama bunu benim gibi abimde fark etmiş olacak ki beni sık sık arıyor, elinden geldikçe beni ihmal etmemeye çalışıyordu. "Ahu..." diye seslendi abim. "Orada mısın?" "Buradayım abi. Eminim ki Aslı sana güzelce bakıyordur." Dediğimde Tunç dudaklarının arasından bir şeyler mırıldandı. "Neyse sen onu bunu bırak da bak ben sana ne diyeceğim." Dedi ve ekledi. "Az önce Melih'i aradım yarın akşam seni bize getirecek. O meşhur adamları da gelecek. Hem ben seni görmüş olacağım hem de Aslı abilerini görmüş olacak." Öksürükle karışık gülümsedi. "Sen o çok konuşan arkadaşın Berna'ya da haber verirsin." Gülümseyerek "Veririm." Dedim. "Görüşürüz güzelim." "Görüşürüz abi." Telefonu kapattığımda Berna ile göz göze geldik. Berna'nın yüzü düşmüştü. Ezgi ise telefondan birine mesaj yazıyordu. Sonra başını ekrandan kaldırıp bize baktı. "Ufuk yarın akşam Aslı'lar da toplanıyoruz diye mesaj atmış." Dedi. "Hı hı. Abim senide çağırdı Berna." Berna başını tamam der gibi salladı. Bal rengi gözlerine çöken hüzünle gözlerimin içine baktı. "Tekin orada olmaz değil mi?" diye sordu. "Sanmıyorum. Tunç abim ile Tekin abimin arası çok açıldı. Tekin abim resmen bambaşka bir adama dönüştü. Tunç abim desen Aslı hayatına girdiğinden beri bir tuhaf." "Bilmiyorum." Diyerek omuz silkti Berna "Aslı konusunda sana katılıyorum ama Tekin..." "Ne olmuş Tekin'e?" "Çağlar'la öpüşürken Tekin bizi gördü. Bunu Çağlar'a belli etmedim ama ben onun o korkunç bakışını unutamıyorum kızlar. Sanki beni öldürmek ister gibi bakıyordu." Başını iki yana salladı. "Sanırım psikolojim bozuldu." Oturduğum yerden kalkarak Berna'nın yanına geldim ve hemen boşluğa oturdum. "Kıskançlık yapmıştır. Tekin'i biliyorsun." "Öyle tabi. Ama yinede bir tuhaf hissettim Ahu. Tekin'in bakışları çok ürkütücüydü." "Boş ver sen onu bunu şimdi." Dedi Ezgi koluyla Berna'yı dürterek "Sen bana Çağlar abi ile olan çatlak ilişkinizi anlat." "Yaa yemin ederim size hiçbir şey söylenmiyor." Diyerek sitem eden Berna'yı bu kez ben omzumla ittim ve üçümüz birden kahkaha atmaya başladık. Bizim ruhumuz çocuktu ve yan yana gelince delice eğleniyor, kendimizi kaybediyorduk. *** Saçlarımın üstünde hissettiğim dokunuşlarla gözlerimi yarım yamalak araladım. Odanın içi karanlıktı ve hemen sol tarafımda yatarak dudaklarını saçıma bastıran Melih'in karanfil kokusu burnuma doluyordu. "Melih" diye seslendim. Dudaklarını saçlarımdan ayırmadan "Hıh" diye mırıldandı. Yattığım yerden doğrulmaya çalıştığımda Melih buna izin vermeyerek beni kollarının arasına iyice sardı. Bu kez dudakları alnıma değdi. "Uyu güzelim saat gecenin bir yarısı." Melih'in sözlerine itaat ederek göğsüne sokuldum. "Sen ne zaman geldin Melih?" "Az önce geldim yavrum. İzin verirsen uyumak istiyorum. Yarın bir toplantım var sonrada Tunç Beyin davetine icabet edeceğiz." Sesinin tınısından Tunç'un evine gitmek istemediğini çok net anlamıştım. Ama sırf beni kırmamak için o eve gideceğini de çok net biliyordum. Tam gözlerim dalacakken aklıma gelen ve beynimi kurcalayan şeyi Melih'e sormak için göğsünden kalktım. Melih'in homurtuları arasında kollarından çıkıp yatakta bağdaş kurdum. "Melih" diye seslendiğimde sıkkın bir nefesi dudaklarından vererek yattığı yerden doğruldu ve sırtını yatak başlığına yasladı. "Evet, yavrum ne oldu? Dinliyorum seni. Umarım söyleyeceğin şey mantıklıdır." Melih'in çekilmesi zor tavırlarına gözlerimi devirmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Eveleyip gevelemek yerine aklıma takılan şeyi olduğu gibi birden sordum. "Renan Hanımın beni tehdit ettiğini nereden öğrendin? Yani o gün mutfakta sadece ikimiz vardık Melih. Eğer sen mutfağa dinleme cihazı... Ya da dur üzerime dinleme cihazı yerleştirmediysen bunu nereden öğrendin?" Gece lambasının sarı cılız ışığı Melih'in yüzüne vuruyor ve kirpiklerinin gölgesini yanaklarına düşürüyordu. Melih kısmış olduğu gözlerinin ardından gözlerimin içine baktı ve dolgun dudaklarını oynatarak "Zehra abladan öğrendim." Dedi. Şaşırdım ama buna sesli bir tepki veremedim. Sadece "Zehra abla benim kimin kızı olduğu mu biliyor mu?" diye sordum. "Biliyor." Dedi. "Ne zamandır biliyor?" dedim "İstanbul'a geldiğin ilk andan itibaren biliyor Ahu." ellerini uzatıp saçlarımı okşadı. "Hüseyin amcada biliyor." Bileğimden tuttu. "Başka sorun yoksa uyuyalım artık." "Zehra abla yanımızda bile değildi. Birsen teyze ile birlikte mutfaktan çıkmışlardı. Nasıl oldu da Renan Hanımın beni tehdit ettiğini öğrendi?" "Annemin arkasından gitmemiş. Renan teyzenin sana karşı imalı konuşmalarından şüphelenmiş ve sizi dinlemiş Ahu." Burnundan verdiği sert soluklarıyla sabrının son demlerinde olduğunun farkındaydım. Gecenin bir yarısı bu konuşmayı yapmaktan oldukça rahatsızdı. "Uyuyalım artık." Başımı sallayarak "Uyuyalım" der demez Melih beni kollarının arasına çekerek yatağa uzandı. Başım göğsünün üstünde kendine yer edindiğinde, dudakları saçlarımın arasına sayısız öpücük bırakıyordu. "Ama üzerine dinleme cihazı takma fikrini sevdim." "Melih..!" "Bunu uygulamaya sokabiliriz bence yavrum." Elimle göğsüne vurdum. Gülümsedi. "Uyu hadi. İyi geceler güzel karım." "İyi geceler yakışıklı kocam." *** Bordo mat rujumu dudağıma sürdükten sonra ayağa kalkarak kendimi baştan aşıya süzdüm. Üzerime ince askılı hem arkadan hem de önden V şeklinde gelen dökümlü bir gömlek giymiştim. Altına ise koyu mavi yüksek bel dar paça kot pantolon giymiş, gömleğimi de içine geçirmiştim. Melih saçlarımı toplamamdan hoşlanmasa da hava çok sıcaktı ve ben saçlarımı tepeden sıkı bir atkuyruğu yapmıştım. V şeklinde göğsüme inen gömleğimin açıklığını kapatmak ister gibi ucunda çiçek deseni olan uzun kolyemi taktım. Ayaklarıma da rujumla aynı renk topuklu ayakkabılarımı geçirdim. Elime siyah küçük kol çantamı aldım ve işte sonunda hazırdım. Bu akşam Tunç'un evine gidecektik. Saat öğleden sonra üçü gösteriyordu. Akşam Melih'in gelip beni, almasını bekleyemeyecek kadar sabırsızlanıyordum. Bende Melih'in şirketine erkenden gitmeye karar verdim. Hem Melih'e sürpriz yapmış olacaktım. Hem de zamandan kazanmış olacaktım. Tabi bu sürpriz işine Melih'in vereceği tepkiyi az çok tahmin etsem de kafama takmamaya çalışarak yatak odasından çıktım. Aşağıya indiğimde Osman mutfakta oturmuş Sevgi Hanımın yaptığı keki yiyordu. Beni görünce ayağa kalktı. Ağzındaki lokmayı yuttu. "Hazır mısın Yenge?" diye sordu. "Evet" dediğimde peçete yardımıyla ağzını silip Sevgi Hanıma döndü "Elinize sağlık." Dedi ve bakışları beni buldu. "Çıkalım mı yenge?" "Çıkalım." Osman ile birlikte evden çıkıp arabaya bindik. Yaklaşık kırk beş dakika- bir saat süren araba yolculuğumuzdan sonra Osman arabayı şirketin önünde durdurdu. Yan bir şekilde arkasını dönüp benimle göz teması kurdu. Parmaklarının yardımıyla düzelttiği gözlüğünün ardından gözlerime baktı. "Dikkat et yenge kendine. Her ihtimale karşı ben seni burada bekliyor olacağım. Eğer abim çok sinirlenirse çık gel eve gidelim." Yok, canım der gibi gülümsedim. Ama Osman benim kadar rahat olmadığı için öylece gözlerimin içine baktı. "Sen yinede dikkat et yenge." dedi ve önünü dönerek arabadan indi. İnmem için benim kapımı açtı. Arabadan indikten sonra Osman'a samimice gülümseyerek "Dikkat ederim." Diyerek şirkete doğru ilerledim. Şirketin kapısından içeriye girer girmez etrafta hummalı bir şekilde koşuşturan çalışanlarda kısaca gözlerimi gezdirdim. Herkes kendini işine öyle bir kaptırmıştı ki benim varlığımı bile fark etmediler. Asansörlerin olduğu tarafa ilerleyip boş olan asansöre binerek Melih'in odasının bulunduğu en üst katın numarasını tuşladım. Asansör tek tek katları çıkarken birden durdu ve kapısı açıldı. Karşımda hiç beklemediğim Levent'i gördüm. Gözlerimiz kesiştiğinde Levent üzerindeki dumura uğramışlığı atıp açık asansöre doğru adımlamaya başladığında bende kendime geldim. Onunla aynı ortamda bulunmam imkânsız gibi bir şeydi. O asansörün içine girmeye çalışırken, hızlı adımlarla ben asansörden çıkacakken Levent koluma yapıştı ve beni sertçe içeriye çekti. Elinin kolumun etine olan temasından kurtulmak için çırpındığımda asansörün kapısı kapandı. Eş zamanlı olarak Levent'te kolumu bıraktı. Hızla asansörden inmek için açma kapatma düğmesine basmaya başladım. Kalbim bir kuş gibi çarpıyordu. Melih Levent ile aynı ortamda bulunduğumu öğrenirse beni mahvederdi. Parmaklarımın baskı uyguladığı tuş seslerine Levent'in adımı seslenen sesi karıştı. "Ahu..." Duymadım. Duymamalıydım. "Ahu diyorum. Kes şunu! Ben canavar değilim!" Levent'in konuşması benim kulaklarıma kesinlikle uğramıyordu. "Bana bak bana!" diye haykırdı Levent. Asansörün düğmesine olabildiğince hızlı basıyordum. "Ahu..." acı çeker gibi inlediğinde asansör dank diye durdu. Düğmelerin üstünde yanan yeşil ışık kırmızı oldu. Kat numarasını gösteren küçük ekranda error yazısı çıktı. Allah kahretsin ki asansör bozulmuştu ve biz Levent'le asansörde mahsur kalmıştık. Ağladım ağlayacak bir ses tonuyla "Allah'ım hayır bu olamaz." Diyerek asansör kapısını yumrukladım. Aynı zamanda da "Kimse yok mu? Asansörde kaldık. Yardım edin!" diye çığlık çığlığa bağırdım. "Böyle yapınca eline hiçbir şey geçmeyecek Ahu!" diyen Levent'e önümü döndüm ve sertçe baktım. Asansörün kapısının yanında ben vardım ve Levent tam kapının karşısında tek eli cebinde duruyordu. "Bana böyle bakma Ahu!" "Nasıl bakayım. Sen farkında değilsin galiba biz asansörde mahsur kaldık." Elimle asansörün kapısını gösterdim. "Ve mahsur kaldığımız asansör Melih'in şirketinin asansörü. Melih'in bizi yan yana gördüğünde neler yapabileceğini düşünüyor musun?" "Neler yaparmış?" ellerini iki yana açtı. "Gerçekten çok merak ediyorum Melih Kılıçaslan bize daha neler yaparmış?" Levent'in takmayan tavırları beni germekten başka bir işe yaramıyordu. Levent eski Levent değildi çok değişmişti. Konuşmasından bakışına kadar her bir zerresi değişmişti. Tekrar kapıyı yumruklamaya başladığımda Levent konuşmasını sürdürdü. "Senin sevgili kocan beni kendi ayağına çağırdı. Eee bir zahmet milyonda bir ihtimal olan karşılaşmamızı da hesaplamış olacaktır. Asansöre bindik ve asansör arıza verdi. Bizde seninle asansörde mahsur kaldık. Bunda ne var ki?" Ona cevap vermeden çantamdan telefonumu çıkarttım. Telefonun çekmediğini gördüğümde neredeyse hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım. Gözlerim telefon ve kapı arasında mekik dokurken Levent "Sen korkuyorsun." Dedi ve ekledi. "Sen Melih'in seni yanlış anlamasından korkuyorsun." Cevap vermedim. Bir süre sessizlik oldu. "Melih'i seviyor musun?" Başımı çevirip Levent'in gözlerinin içine baktım. "Seviyorum!" dedim. Levent'in yeşil hareleri titredi. Çenesi kaskatı kesildi. "Bu yaptığın..." duraksadı. "Bize günah değil mi Ahu? İkimize, kalbimize, aşkımıza günah değil mi?" "Değil!" diye çığlık çığlığa bağırdım. Melih'in şirketinde, küçücük asansörün içinde Levent ile baş başaydık. Telaşlıydım ve çokça korkuyordum. Levent üzerime geldikçe geliyor, hiç susmadan durmadan konuşuyordu. Bir zamanlar huzuru bulduğum orman yeşili gözleri şimdi beni tedirgin ediyordu. "Seni seviyorum Ahu." elini havaya kaldırıp nişan yüzüğünü gösterdi. "Buna rağmen... Melih'e rağmen seni köpek gibi seviyorum!" Gözü dönmüştü. "Bak" dedi başını havaya kaldırarak mahsur kaldığımız asansörü işaret etti. "Evren bile bizi bir araya getiriyor. Ama sen bizim aşkımızın farkında değilsin." "Kes saçmalamayı!" Levent bağırmamdan hiç etkilenmeden kahkaha attı. Bana doğru bir adım attığında "Sakın..." dedim "Sakın bana yaklaşayım deme!" İki elini de havaya kaldırdı. "Tamam yaklaşmıyorum. Sakin ol." Duraksadı ve hissizce gülümsedi. "Ben zaten ne zaman sana yaklaşabildim ki Ahu? Ben ne zaman o şerefsiz kocanın sana yaklaştığı kadar yaklaştım. Bir kere ulan..." İşaret parmağını bana doğru salladı. "Bir kere bile öpemedim ben seni!" Tamam demesine rağmen bana doğru adım attığında birinin beni duymasını umut ederek asansörün kapısını yumruklayarak "Kimse yok mu?" diye bağırdım. Kimse sesimi duymuyordu. Ben boşuna çırpınıyordum. Levent aramızda sadece bir adımlık bir mesafe bıraktı. Yeşil gözlerini gözlerime dikti. "Yanımda Duygu yatıyor ama kalbimde sen varsın. Parmağımda Duygu'nun yüzüğü var ama aklımda sen varsın. Duygu'ya dokunuyorum ama seni hayal ediyorum Ahu. Senden geçemiyorum." Dehşetle açtığım gözlerimle gözlerine bakarken o bana doğru elini uzatmasıyla aynı anda asansörün kapısı gürültüyle açıldı. Bakışlarımız kapıya kaydığında Levent'in yutkunma sesine benim dudaklarımdan dökülen kocamın adı karıştı. "Melih..." Kapının önünde Mehmet abi ve ikisi tamirci olmak üzere bir sağlıkçı biri güvenlik görevlisi olan adamlarla duran Melih'le gözlerimiz buluşunca gözlerindeki sert ifade ürkmeme sebep oldu. "Şerefini siktiğimin pezevengi!" diyerek dişlerinin arasından konuştuğunda hemen bir adım arkamda duran Levent "Melih Bey açıklayabilirim." Dedi telaşla. Bu telaş boşa bir telaştı. Çünkü kırmızı boğa görmüş gibi deliren Melih'in gözleri dönmüştü. Ve yapılabilecek hiçbir açıklama onu ikna etmeyecekti. "Senin gelmişini geçmişini ulan yedi ceddini sikeceğim!" ölüm sakinliğiyle kurduğu cümleler beni daha da ürkütüyordu. Sözleri Levent'eydi ama gözleri benim gözlerimden ayrılmıyordu. "Melih Bey..." dedi Levent bir kez daha. Melih ise gözlerini gözlerimden ayırmadan "Mehmet abi..." diye seslendi. "Söyle aslanım." "Ahu'yu benim odaya götür!" tek tek üstüne basarak söylediği emri yerine getirmek için Mehmet abi başını sallayarak bana doğru yaklaştığında, kalbim gümbür gümbür atmaya nefes alış verişlerim hızlanmaya başladı. Mehmet abi yanıma gelip elini koluma uzattığında Melih gözleriyle hadi der gibi bir işaret yaptı ve Mehmet abi kolumdan tuttu. Melih'le konuşmak istiyordum ama öyle sinirli öyle öfke dolu bana bakıyordu ki buna cesaret edemiyordum. Mehmet abi beni asansörden çekerek çıkartmaya çalıştığında Levent'in korkudan suratının sarardığını bedeninin titrediğini gördüm. "Seni ölümüne sikmeyen Melih'i siksinler!" diyerek asansörün içinde ki Levent'in üzerine atladı. İki yakasından tuttuğu Levent'in yüzüne kafasını geçirdi. "Amına koyarım oğlum senin. Sen kimsin piç herif?" Levent'in burnundan akan kan Melih'in beyaz gömleğine damlıyordu. "Senin o benim karıma dokunmaya kalkan ellerini sikerim." Levent'in parmaklarını tek tek kırdığında acı dolu inlemeler asansörün içinde yankılanıyordu. Mehmet abi kolumdaki elini sıklaştırarak beni diğer tarafta duran asansöre doğru çekiştirdiğinde, görüş açımdan görüntüler yok oldu. Ama hala etin ete çarpma sesini ve Melih'in akıl almaz küfürlerini duyuyordum. Asansöre bindik Mehmet abi Melih'in odasının bulunduğu katı tuşladı. Asansörün kapısı kapandı. Hala Mehmet abinin elinin içinde olan kolumu çekmek istesem de Mehmet abi buna izin vermedi. Gözlerim dolu dolu oluyor, ama sırf Mehmet abinin yanında ağlamak için kendimi sıkıyordum. Kalbim ise Melih'in bana vereceği hasardan dolayı işlevini yitirmiş gibiydi. "Şu yarattığın sorunun farkında mısın Ahu?" diye tok bir sesle soran Mehmet abiye çatık kaşlarımla göz ucuyla baktım. "Gerçi farkında olduğunu pek sanmıyorum ama..." başını iki yana sabır diler gibi salladı. "Yine de bu kadar vurdumduymaz ve sorun yaratan biri olmaktan vazgeçmeni istiyorum. Senin yüzünden Melih bu hale geliyor." "Ben bir şey yapmadım. Asansörün bozulması benim suçum değil!" "Bağırma..." dişlerinin arsından Tıslar gibi konuştu. "Bağırarak konuşunca bir şey değişmiyor. Benim senin hakkında düşüncelerim aynı kalıyor Ahu." "Sende bana sürekli sorun çıkartıyormuşum gibi davranmayı bırak!" dedim. Öldürücü zehir saçan bakışlarını bana çevirdi. Gözlerinin odağına aldığı gözlerimden bakışlarını çekmeden "Senin nefes alıyor oluşun bile sorun." Dedi asansör kapısı açıldı. Hızlı adımlarla Melih'in odasına doğru çekiştirdi beni. Melih'in odasına önüne geldiğimizde tek eliyle kapıyı açtı ve birlikte içeriye girmemizi sağladıktan sonra kapıyı kapattı. Tekli koltuğa beni oturttu ve hemen kendisi de karşımda ki koltuğa oturdu. Mehmet abi bacaklarını açtı. Dirseklerini açmış olduğu bacaklarının üzerine yasladı ve bana doğru eğildi. Aramızda sadece dikdörtgen bir sehpa vardı ve Mehmet abinin gözleri beni öldürmek ister gibi bakıyordu. "Hatırlıyor musun?" diye sordu. "Neyi?" diye sorusuna soruyla karşılık verdim. "Melih'in kafasına vazo fırlattığın günü hatırlıyor musun?" Hatırlıyordum. Hem de dün gibi hatırlıyordum. O günü unutmam mümkün değildi. Yamukça gülümsedi "Hatırlıyorsun..." dedi gülümsemesi yüzünde yok oldu. "Sakın o günü unutayım deme Ahu. O gün sırf Melih senin yüzünden bir gece hastanede yattığı için seni ormanın ortasında ölüme bıraktığımı da hatırlıyorsundur." Aramızda boş anlamsız bir bakışma geçti. "Eğer ki Melih'in saçının teline senin yüzünden bir zarar gelirse, bu kez o ormana seni canlı götürmem Ahu." Açık açık beni tehdit ediyordu. Ve ben Mehmet abiden Melih yüzünden ilk kez tehdit edilmiyordum. Diklediğim omuzlarımı indirmeden dik dik Mehmet abiye bakarken odanın kapısı bir kez tıklatılarak açıldı. Osman nefes nefese içeriye daldığında gözleriyle üzerimde hasar tespiti yaptı. "Yenge iyisin değil mi?" diye sordu. "İyiyim" dedim. Aslında hiç iyi değildim bir sürpriz yapmak istemiştim ama elime yüzüme bulaşmıştı. Bahtım da kötüydü kaderim de. "Hah" dedi Mehmet abi ayağa kalkarak "Osman sen Ahu'nun yanında bekle bende Melih'e bakayım." Osman daha Mehmet abiye cevap vermeden Mehmet abi odadan çıktı. Bu kez Osman karşıma oturdu. "Duydum başına gelenleri yenge." Dedi sesindeki teselliyi hissediyordum. "Abimin sana bir şey söyleyeceğini pek sanmıyorum. Zaten bütün sinir stresini Levent lavuğunun üzerinde atmış." "Bu söylediğine sen inanıyor musun Allah aşkına Osman? Melih beni çiğ çiğ yiyecek."dedim. Osman haklısın der gibi başını salladığında odanın kapısı sertçe açıldı ve Osman ile aynı anda ayağa kalktık. Melih kollarını kıvırdığı üzerinde yer yer kanların bulaştığı beyaz gömleği ve zehirli yeşiller bulaşan ela gözleriyle avını parçalamak isteyen aç bir aslan gibi bana bakıyordu. "Osman..." dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan. "Az bize müsaade et koçum." Osman "Tamam abi." Diyerek kapıya doğru ilerledi ve Melih'in yanından geçerek odadan çıktı. Çıkarken kapıyı da kapatmayı ihmal etmedi. Melih'in gözlerini gözlerimden ayırmadan bana doğru attığı her bir adımda kalbimin üzerinde sanki ateş parçası varmış gibi hissediyordum. Tam kalbimin üstünde hissettiğim ateş bütün vücuduma yayılıyordu. Acıyı hissetmiyordum fakat nefeste alamıyordum. Biri sanki tam kalbimin üstüne esaslı bir yumruk atmıştı ve benim nefesim kesilmişti. Melih sert ve kendinden emin adımlarla bana doğru yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı. Tam önümde durup alev alev yanan gözlerini korkudan büyüyen gözlerime dikti. Melih'in üzerimde kurduğu hâkimiyetin altında ezilirken, kalbim kendine kaçacak yer bulamıyordu. O ateşti. Bende yanmayı göze alan buz parçası. O sürekli yakıyordu, benim ise onu söndürmeye gücüm yetmiyordu. "Yemin ederim benim bir suçum yok Melih." Diyerek ilk konuşan ben oldum. "Ben sadece sana sürpriz yapmak istedim. Levent ile asansör-" "Alma şu sikik herifin adını ağzına!" diye kükredi. Gözlerimi kapatıp iki saniye doğru kelimeleri bulmak için soluklandım. Tekrar gözlerimi açtığımda Melih'in iyice burnumun dibine sokulduğunu gördüm. "Melih, sevgilim... Gerçekten benim bir suçum yok!" Aramızda asırlara konu olacak ama sadece saniyeler süren bir bakışma geçti. Daha sonra Melih elini kaldırıp atkuyruğu yaptığım saçıma götürdü. Usulca tokayı aşağıya doğru çekti ve saçlarımın serbest kalmasını sağladı. Omuzlarıma dağılan saçlarımın usunu parmaklarına dolayıp, önce burnuna götürüp kokladı. Daha sonrada dudaklarına götürüp öptü. "Sikerim kızım sürpriz işini! Aklım çıktı. Sana bir şey oldu sandım." "Hıh" diye şaşkınlıkla tepki verdiğimde Melih kollarını belime sararak beni göğsüne çekti. "Senin evden çıktığından haberim vardı. Sen şirkete girdiğinde elime bir zarf ulaştı. Sevdiklerine dikkat et diye. Asansörün bozulduğunu söylediklerinde aklım çıktı. Ama..." başımı göğsünden kaldırıp iki eliyle yüzümü avuçladı. "O, oruspu çocuğunu senin yanında görmemle nevrim döndü. İyi de oldu bütün hırsımı o sikik beyinliden çıkarttım." "Sen bana kızmadın mı şimdi?" diye sorduğumda "Beni zorlama istersen Ahu? Çünkü gerçekten sana kızmamak için kendimi zor tutuyorum." Dedi. Elimle ağzıma görünmez bir fermuar çektim. "Tamam sustum." Dedim ve ekledim. "Sürprizimi beğendin mi?" Avucunun içinde olan yanaklarımı sıkıştırdı. "Ahu..." diye ikaz etti beni. "Delirtme beni!" dudaklarını alnıma bastırıp birkaç küçük öpücük bıraktı. "Şu üzerimde ki gömleği değiştireyim çıkalım." "Tamam, sen üzerini değiştirene kadar bende Tunç abimi arayıp geleceğimizi söyleyeyim." Dediğimde Melih yüzümden ellerini çekti ve homurdanarak odasından çıktı. Melih ve bitmek bilmeyen homurdanmalarını hiçe sayarak abimi aradım. Neyse ki kötü başlayan sürpriz kötü bitmemişti. *** Tam kadro bir şekilde Tunç abimin evinde misafirdik. Yani tam kadro derken Tekin abim ve Mehmet abi hariç hepimiz toplanmıştık. Tunç abim ağır bir grip geçiriyordu. Ama buna rağmen bizi gördüğünde yüzünde güller açmıştı. Aslı da en az Tunç abim kadar mutluydu ama aramızda soğuk rüzgârlar esiyordu. Ne ara bu soğuk rüzgâra kapıldığımızdan ise bir haberdim. Melih, Çağlar, Ufuk, Osman ve abim oturma odasında hararetli bir şekilde bir şeyler konuşuyorlardı. Konu ne ise beşinin de yüzü gergindi. Abim eliyle koluyla bir şeyler anlatıyor, Melih ifadesiz bir şekilde abimi dinliyordu. Sanırım bu gece burada toplanmamızın sebebi sadece abimin beni özlemesi değildi. Kızlarla mutfaktaydık ve mutfağın kapısının karşısı oturma odası olduğu için abimleri çok net görüyordum. Gözlerim salonda dolanırken Aslı'nın "Ahu..." diye seslenmesiyle bakışlarım onun yüzünü buldu. Bir zamanlar bana Ahu Hanım diye hitap eden Aslı abimle nişanlandıktan sonra sanki çok yakınmışız gibi bana Ahu demeye başlamıştı. Normalde bu tarz şeylere takılmıyordum ama Aslı'nın bana adımla seslenmesi benim hoşuma gitmiyordu. "Kaç defa seslendim duymadın. Sen iyi misin?" diye sordu. "İyiyim gözüm dalmış." Dediğimde telefonla uğraşan Ezgi ve Berna'ya göz ucuyla baktım. "Sen bir şey mi söyleyecektin?" "Hah evet." Parmaklarının yardımıyla doğal karamel rengi saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Biliyorsun ki Tunç ile yaklaşık beş aydır nişanlıyız. Aynı evde yaşıyoruz ve ben artık evlenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ama Tunç seni bahane ederek düğünü erteliyor." "Ne alaka?" diye araya girdi Berna. "Evet, ne alaka?" diye Ezgi de Berna'ya destek çıktı. Aslı Berna ve Ezgi'ye gözlerini devirdi ve onları önemsemeden kehribar rengi gözlerini gözlerime dikti. "Tunç seni ihmal ettiğini düşünüyor. Oysaki ben de tam tersini düşünüyorum. Çünkü eğer biri ihmal ediliyorsa bu sen değil senin yüzünden ben oluyorum." "Yapma ya..." diye dalga geçti Berna "İhmal edilenler kraliçesi." Hissizce Aslı'ya baktım. Ciddi ciddi sorunun ben olduğumu düşünüyordu. Ona bir cevap vermediğim ve sürekli Ezgi ile Berna'nın konuşmaya dâhil olmasından dolayı sinirleniyordu. "Bak beni yanlış anlamanı istemiyorum. Ben Tunç'u çok seviyorum. Oda beni seviyor biliyorum. Ama bizim bütün tartışmalarımız senin yüzünden oluyor Ahu." "Mesela..." dedim ilk kez konuşarak. "Mesela..." dedi derin bir nefes alarak "Sırf sen Rüya ile sıkıntılı bir dönem yaşadın diye benim Rüya ile görüşmemi istemiyor. Bunun tek sebebi sensin. Ben senin aran kötü diye yıllarca tanıdığım arkadaşımdan vazgeçemem. Tunç bunu anlamıyor. O benim Rüya ile görüşmeme engel oluyorsa, bende seni ben merkezine koymasını istemiyorum." "Senin karın ağrın şimdi belli oldu Aslı." Dedi Ezgi ve ekledi. "Rüya ile görüşmeni bir tek Tunç değil farkında mısın bilmiyorum ama abilerim dediğin adamlarda istemiyor." "Sen karışma! Ben Ahu ile konuşuyorum." "Boş konuşuyorsun!" dedi Berna "Sana ne kızım?" diyerek çemkirdi Aslı. Oturduğum yerden usulca kalktım. Aslı benim hayatımda var olsa ne olurdu yok olsa ne olurdu? Dikkatleri üzerime çekmek ister gibi boğazımı temizledim. "İstediğin kişiyle görüşebilirsin Aslı. Senin düşüncelerin beni, zerre ilgilendirmiyor. Tunç seninle nişanlanmadan önce de benim abimdi. Şimdi de benim abim. Bir daha seninle böyle saçma bir konuşma yapmak istemiyorum." Arkamı dönüp mutfaktan çıkacağım zaman "Ahu..." diye seslendi. Önümü usulca ona döndüm ve gözlerinin içine baktım. "Ahu değil. Ahu Hanım diyeceksin. Tıpkı ilk günlerde bana hitap ettiğin gibi hitap edeceksin. Ben senin arkadaşın değilim. Ahu Demir'de değilim. Ahu Kılıçaslan'ım ben ona göre davranacaksın!" dedim net taviz vermeyen bir sesle ve mutfaktan çıkarak salona girdim. Gece öyle böyle derken ilerledi ve en son herkes ki buna Aslı da dâhil olmak üzere yüzünde gülücükler açarak evlerine dağıldı. Arabalara geçmeden önce Berna ile yarın cafede bir müşterinin doğum günü organizasyonun ayarlamak için sözleştik. Hatta Berna o kadar akıllı bir kızdı ki bunu bilerek Melih'in önünde açmış izin işimi kolaylaştırmıştı. Ezgi ise yarın bize katılmayacaktı. Okul öncesi öğretmeni olduğu için yarın çalıştığı kreşte öğretmenler arası toplantısı olduğundan dolayı anca akşam gelecekti yanımıza. Abimle ne kadar sarılmak istesem de hasta olduğu için birbirimize sarılamamıştık. Onun yerine abim iyileşir iyileşmez yanıma gelip bana sarılacağının sözünü vermişti. En sonunda da herkes arabasına binip evlerimize dağılmıştık. *** Osman'ın işi olduğu için Melih beni Berna'nın cafesine iki korumayla göndermişti. Koruma olan adam arabayı cafenin önünde durdurdu. Diğeri ise hemen arabadan inip kapımı açtı. Cafeye doğru adımlarken korumanın biri yanımda biri arkamda benimle birlikte geliyordu. Cafenin önünde durduğumda yanımda ki koruma "Sizi tam burada bekleyeceğim efendim." Dedi. Başımı olumlu anlamda sallayıp içeriye girdim. Ortam çok sessizdi ve Berna ortalıkta görünmüyordu. "Berna..." diye seslendiğimde bir süre ses gelmedi. Bir kez daha seslenecekken mutfak bölümünden bir tıngırtı sesi geldi. Kocaman gülümseyerek mutfağa doğru ilerledim. Aynı anda da "Sakar kız seni." Diyerek konuşuyordum. Mutfağın kapısını açıp içeriye girdiğimde kulağıma bir inleme sesi geldi. Ne olduğunu anlamak için bir iki adım attım ve "Berna düştün mü gerçekten? Neredesin?" dedim. Duvardaki kolonu döndüğümde yerde boylu boyunca kanlar içinde yatan Berna'yı gördüm. Dehşet içinde "Berna..!" diye çığlık attığımda hemen Berna'nın arkasında ki tezgâhtan kanlı ellerinin arasında tuttuğu silahla Tekin çıktı. "Hoş geldin kardeşim..! Abinde seni bekliyordu!" Çığlık atarak arkamı döndüm ve mutfak kapısına doğru koştum. Aynı zamanda da "Yardım edin!" diye korumalar sesleniyordum. Tam kapıdan çıkacakken, Tekin abim uzun saçlarıma elini dolayıp beni sertçe içeriye çekti. Acı içinde boğazımdan kopan feryat mutfak kapısına çarpıp tekrar bana geldi. "Şişt... Daha yeni başlıyoruz kardeşim!" diye tıslayarak konuşan Tekin'in sesine koruma adamın "Ahu Hanım..." diyen sesi karıştı. "Mutfaktayız!" diye çığlık çığlığa bağırdığımda Tekin beni önüne siper ederek elinde ki silahı mutfak kapısına doğrulttu. Kapı açılır açılmaz koruma adamın bizi fark etmesine müsaade etmeden adamı alnından vurdu. Çığlıklarım havada uçuşurken, diğer koruma koşarak geldi. Tekin elinde ki silahı bu kez benim başıma dayadı. "İndir silahını yoksa patronunun karısının beynini dağıtırım." Diye adama bağırdı. Koruma adam bir süre düşünür gibi oldu ama daha sonra silahını indirdi. Tekin adam silahını indirir indirmez adamın alnını nişan aldı ve onu da vurdu." "Abi..." diye ağlayarak çığlık attım. Tekin saçlarımı geriye doğru çekip dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Zehirli bir yılan gibi dişlerinin arasından tıslayarak konuştu. "Abin canını hiç olmadığı kadar çok acıtacak kardeşim!" BÖLÜM SONU Merhaba çiçeklerim ben geldim. Bir sonraki bölüm hikayenin dönüm noktasından biri olacak. Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın, sizi seviyorum.💜 |
0% |