Yeni Üyelik
46.
Bölüm

45. Bölüm

@esranurozer

                                                               

Murat Göğebakan: Kalbim Yaralı

"Abin canını hiç olmadığı kadar çok acıtacak kardeşim!"

Tekin saçlarımda olan elinin baskısını artırarak beni geriye doğru çekiştirdi. Acı dolu çığlıklarım mutfakta yankılanıyor ama bir türlü Tekin'e ulaşmıyordu.

Saçlarımı kökünden kopartmak ister gibi çekti ve beni yerde kanlar içinde yatan Berna'nın önüne attı. Dizlerimin üstüne düştüğümde refleks olarak ellerimle yerden destek aldım. İşte tam bu anda Berna'nın kanları elime bulaştı.

Her yer kandı. Berna'nın ağzından akan kanlar gri fayansta küçük bir gölcük oluşturmuştu. Tekin'in arkamda ki varlığını umursamadan dizlerimin üzerinde süründüm. "Berna..." diye seslendim.

Berna bana bir ses vermeyince hızlı bir şekilde hem ellerimle hem de gözlerimle vücudunu taradım. Vücudunda bir kurşun yarası yoktu ama yüzü yara bere içinde, kandan dolayı görünmüyordu. Kolları ve elbisesinin açıkta bıraktığı bacaklarında fazlaca çizikler vardı. "Berna..." dedim bir kez daha ve dikkat ederek başını kaldırıp kucağıma koymaya çalıştığımda Tekin "Sakın dokunma!" diye kükredi.

Dehşet barındıran yaşlı gözlerim Tekin'in gözlerine çevrildi. "Ona dokunmayacaksın!" elinde ki silahı bize doğru uzattı. "Bırak başını yere!" donmuş bir vaziyette gözlerine bakarken "Hadi..!" diye bağırdı.

Korku içinde yerimden sıçradım. Yavaşça Berna'nın başını yere bıraktığımda dudaklarının arasında acılı bir inleme döküldü. Berna'nın acılı inlemesine dayanamayarak "Abi acı çekiyor..." diye feryat ettim.

"Çeksin..!" kan çanağına dönen mavi gözlerini yüzüme dikti. "Uzaklaş biraz." Dediğini yaparak dizlerimin üzerinde geriye doğru uzaklaştım. Tekin'in her hangi bir saldırışına karşılık tetikte bekliyor gözlerimi Berna'nın üzerinden çekmiyordum.

"Abi..."

"Sus! Sus! Sus...!" çıldırmış gibi bağırmaya başlayan Tekin'le Berna'ya yaklaştım. Korku sinsi bir zehir gibi bütün bedenimi etkisi altına almış, beni hiç olmadık düşüncelere sürüklüyordu. Avuç içiyle alnına vurarak "Sus" diye haykıran Tekin kendini kaybetmişti. Hem destek almak hem de destek vermek için Berna'nın ince uzun, narin parmaklarının arasından kendi parmaklarımı geçirerek ellerimizi kenetledim. Berna benim dokunuşumu hissetmiş gibi bal rengi gözlerini zar zor araladı.

"Berna..." fısıltılı çıkan sesim Berna'ya ulaşmıştı ve elinin içinde olan elimi sıktı. "Yorma kendini." Göz ucuyla Tekin'e baktım, sakinleşmişti ve bize öldürücü gözlerle bakıyordu.

"Sana ondan uzaklaş demedim mi Ahu?" büyük iki adımda yanıma gelip kolumdan sertçe tuttu. "Sen beni neden siklemiyorsun kızım?" ağzından fışkıran tükürükler midemi bulandırıyordu. "Dediğimi yapacaksın!" beni kolumdan çekiştirmeye çalıştığında onu var gücümle ittim. Beklemediği bu tavrım karşısında bir iki adam gerilediğinde Berna'yı koruma içgüdüsüyle üzerine kapandım.

"Sen çıldırmışsın! Allah aşkına kendine gel abi!" bu saçmalığı bitirmesi için sitem ettim.

"Kendime gelmezsem?" dedi sorar gibi ve ekledi. "Ne olur? Sevgili kocan beni öldürür mü?" kulakları tırmalayan bir kahkaha attı.

Sürekli yenisi akan gözyaşlarımın izin verdiği kadar Tekin'in gözlerinin içine baktım. "Neden..? Bunu bize neden yapıyorsun abi?"

"Neden mi?" duraksadı. Alnının ortasında bir damar belirginleşti. "Neden mi diye bir de utanmadan soruyor musun?" sesi en soğuk kıştan bile daha soğuktu. Bana doğru üç adım attı. Tam gözlerimin içene bakarak "Nedeni sensin!" dedi beni öldürmek ister gibi.

"Her şeyin nedeni sensin! Şuan bu durum da olmamızın sebebi sensin!" gözleri kollarımla sarmaladığım Berna'ya kaydı. "Berna'nın bu hale gelmesinin sebebi sensin!" işaret parmağıyla mutfak girişini gösterdi. "Bu adamların ölmesinin sebebi sensin!"

Tekin benim küçük abimdi. Sıcacık mavi denizleri andıran gözleri vardı. Baktığımda şefkati tattığım. Beni koşulsuz sevdiğine inandığım kocaman kalbi vardı. Ya da ben öyle sanmıştım. Çünkü hiçbir abi kardeşinin canını acıtmaz. Kalbine bıçak yarası gibi saplanan sözlerle kardeşini itham etmezdi.

Belki de Tekin abi olamayacak kadar gaddar biriydi.

"Bana bak! Şu halime bir bak! Ne hale geldiğime bir bak!" avazı çıktığı kadar bağırıyordu. "Benim bu hale gelmemin sebebi sensin!"

"Be- ben" hıçkırıklarımın arasından zar zor konuşmaya çalıştım. "Ben sana ne yaptım abi?"

"Kes sesini!" elinde ki silahı bana doğrulttu. "Sesini duymak istemiyorum. Sen benim elimden en kıymet verdiğim şeyleri aldın! Senin varlığından nefret ediyorum!"

Tekin'in içi kinle dolmuştu. Gözü dönmüş beni günah keçisi olarak seçmişti. Yanlış yapıyordu ve yanlış yaptığının farkında bile değildi. Onun bu yaptığına göz göre göre ölüme yürümek denirdi.

Berna'nın dudaklarının arasından fısıltıdan bir farkı olmayan inleme döküldüğünde, güç almak için elimi sıktı. Tekin ile bakışlarımız Berna'ya kaydığında durumunun hiçte iyi olmadığını gördüm. Sanırım Tekin onu döverek bu hale getirmişti. "Abi..." diye bağırdım. "Berna iyi değil. Ölecek... Ne olur abi Berna'yı hastaneye götürelim. Lütfen..."

"Berna benim sevgilimdi. O sadece beni sevmeliydi. Çünkü ben sadece onu sevdim. Seviyorum..." acı yüklü sesi titredi. "O..." dedi mavi gözlerinden bir damla yaş yanaklarına doğru süzüldü. "Beni terk etti. Sevgimin üzerine basıp beni terk etti. Peki neden?"

"Abi ba-"

"Senin yüzünden!"

Başımı hızla hayır der gibi iki yana salladım. Birkaç kez yutkunup boğazımda ki yumrunun geçmesini sağladım. "Hayır, abi." Dedim tarazlı bir sesle.

"Evet," dedi net bir sesle. Bakışlarını Berna'dan çekip bana çevirdi. "Sırf sana acı çektirdiğimi düşündüğü için benden ayrıldı." Hissizce gülümsedi. "Bana ayrılırken ne dedi biliyor musun? Sen kendi kardeşinin canının yanmasına sebep olan adamsın. Kendi kardeşine bu kadar acımasız olan biri Allah bilir bana neler yapar. Ben artık seni sevmek istemiyorum. Bitsin. Dedi ve bana bir söz hakkı tanımadan bitirdi." Bana doğru uzanan silahlı elini aşağıya indirdi. "Oysaki ben sana hiçbir şey yapmamıştım. Sen kendi seçtiğin hayatı yaşıyordun ve ben olması gerektiği gibi yoluma bakıyordum."

"Yoluna mı bakıyordun?" diye bağırdım. Tekin konuştukça tahammül sınırlarım yok oluyordu. "Sen değil misin mezarlıkta saldırıya uğramama sebep olan? Sen değil misin doğum günümde hediye adı altında Levent'i buraya getiren? Ya sen değil misin Rüya ile iş birliği yapan?"

"Kocan mesleğimi elimden almasaydı bunların hiç birini yapmazdım. Abim senin arkanda koşuşturduğu kadar benim arkamda da koşuştursaydı bunları yapmazdım! Sevdiğim kadın beni terk etmeseydi ben bunları yapmazdım!"

Bağır çağır haykırdığı şeyler gerçek değildi. Gözlerimi inanamazca açarak yüzüne baktım. Herkes kendi çizdiği yolda ilerliyordu. Tekin'i ilerlediği yol hakkında herkes uyarmıştı ama o inatla kendi bildiğini okumuştu.

"Berna gözümün önünde o siktiğim Çağlar'la öpüştü. Beni sana zarar verdiğim için terk eden Berna, senin canını okuyan Melih'in has adamıyla öpüştü. Kendi gözlerimle gördüm." Dalga geçer gibi kahkaha attı. "Birde sevgili olmuşlar. Lan ben kardeşime zarar veriyorum diye terk ediliyorum. Ama Berna Hanım sana en büyük zararları veren adamın, has adamıyla sevgili oluyor." Seğiren çenesi ve sertleşen yüz hatlarıyla tıpkı bir canavara benziyordu. "Ulan ben bunu yanınıza bırakır mıyım hiç? Hepinizden hesap soracağım."

Birden sustu. İlk önce gözlerini Berna'nın üzerinde gezdirdi. Daha sonra kan çanağına dönen mavi gözlerini bana çevirdi. Baktı, baktı ve baktı.

"Berna hak ettiğini aldı. Bu kadar dayaktan sonra yaşarsa helal olsun ölürse Allah rahmet eylesin. Sırada..." dedi ve kısa bir es verdikten sonra şeytani bir şekilde gülümseyerek "Sen ve sevgili kocan var kardeşim." Telefonuna bir çağrı düştü. "İşte başlıyoruz." Dedi.

Gözlerinde ilk defa şahit olduğum bir öfkeyle, gözlerime kitlenmiş bir şekilde bana doğru adımlamaya başladığında, korkuyla titreyerek "Hayır..." diye çığlık attım. Çığlık atmam onu durdurmadı. Hatta hızını daha fazla arttırdı ve kolumdan yakalayıp beni Berna'nın üzerinden kaldırdı.

Tırnaklarımı kolumu tutan eline geçirdim ve beni bırakması için deli gibi çırpınmaya başladım. Çırpınışlarımda boşunaydı. Çünkü Tekin beni kendi esaretine çoktan almıştı. Korkutucu ifadesinden ödün vermeden mutfak çıkışına doğru beni çekiştirirken, tırnaklarımı bir kez daha etine batırdım. Tekin "Ah..." diyerek elini kolumdan çekip uzun saçlarıma yapıştı.

"Abi..." dudaklarımdan dökülen feryat, geriye doğru çekilen saç tellerimin kopma sesine karıştı.

"Abi yok! Artık abi yok..!"

Saçlarımdaki baskısı artınca çığlık atmamla diğer elini ağzıma kapattı. Yerde ki ölen korumaların arasından çekiştirerek beni mutfaktan çıkarttı. Yine aynı hızla cafeden çıktığımızda siyah doblo bir arabanın kapının hemen önünde durduğunu gördüm. Cafeden çıkmamızla doblo arabanın kapısı açıldı ve içinden beni daha da korkukuya sürükleyen Levent çıktı.

Levent baştan aşağıya giydiği siyah kıyafetleri ve kafasına geçirdiği kapüşonu ile kendini kamufle etmeye çalışmıştı. Ama geçen gün Melih'in kırdığı parmaklarından dolayı alçıya alınan elini gizleyememişti.

Levent bize doğru adımladığında kalp çarpıntılarım göğüs kafesimi delip geçmek isterken, Tekin ağzımdaki elini yavaşça uzaklaştırdı.

"Gelmen neden bu kadar uzun sürdü?"

Levent, Tekin'in sorduğu soruya cevap vermek yerine yeşil gözleriyle vücudumu taradı ve net, soğuk bir sesle "Bırak Ahu'nun saçlarını." Dedi.

Korku öylesine içime işlemişti ki ağzımın üstündeki elin çekildiğinin farkında bile değildim. Yuvalarından çıkacak derecede büyüyen gözlerim, sırasıyla ikisinin üzerinde geziniyordu. Fakat ikisinin de yüzünde gördüğüm ifade kanımı donduracak cinstendi.

"Elbet bırakacağım ama..." dedi ve ölü ruhu andıran mavi gözlerini bana çevirdi. "Önce yapmam gereken bir şey var." Saçlarımdaki baskısını artırdı ve beni kendisiyle birlikte cafenin kapısına döndürdü. Gözleri cafenin kapısının üstünde duran güvenlik kamerasına odaklandı ve elini havaya kaldırarak kameraya doğru salladı.

"Bırak beni!" diye inlediğimde saçımı daha sert çekti.

"Ne yapıyorsun lan? Bırak Ahu'yu!" arkamızda kalan Levent'in uyarısı da bir işe yaramadı.

Tekin gözlerini güvenlik kamerasına dikmiş sanki onu oradan biri izliyormuş gibi bakıyordu. Levent Tekin'in koluna yapışıp saçlarımı kurtarmaya çalıştı. "Bırak lan canı acıyor!"

"Sen karışma!" tok sesiyle üstüne basarak konuştuğunda, saçımdaki baskısını birazcık azaltmıştı.

"Melih Kılıçaslan..." diye kameraya doğru konuştu. "Bak! Elimde kim var?" saçlarımdan çekerek kameraya doğru gösterdi beni "Çok sevgili karın..." Güldü. "Ha bu arada Melih Renan teyzene sevgilerimi ve teşekkürlerimi iletirsen sevinirim. O olmasaydı bir şeylerin farkına varamayacaktım."

Delirmiş gibi birden kahkaha atmaya başladı. "Abi..." dedi bu kez Tunç'un da Melih'in yanında bu videoyu izleyeceğini bildiğinden. "İkimizden biri ölmeden bul bizi abi."

Duyduklarım beni korkutuyor, aklımı yitirmeme sebep oluyordu. Konuşmak, hatta bağırıp çağırmak istedim ama tüm kelimeler sanki harf harf boğazıma saplanmıştı.

"Ne ölmesinden bahsediyorsun amına koyayım?" diye çıkıştı Levent. "Bırak oyalanmayı yakalanacağız şimdi."

Tekin'in bakışları arkamızda kalan Levent'e dönmesiyle onun boşluğundan yararlanarak havada kalan elini yakalayıp ısırdım. Can havliyle saçlarımı bırakıp inleyen Tekin daha ben ne olduğunu anlamadan ısırdığım elinin tersini yüzüme kırbaç gibi indirdi. Tokatın etkisiyle geriye doğru sendelerken Levent beni kollarıyla sarmalayıp düşmemi engelledi.

Gözümden akan yaşlar, ağzımdan akan kanlara karışıyordu. O kanlarda Levent'in üzerine damlıyordu. Ama bu benim zerre umurumda bile değildi. Şuan Levent'in kollarında olmakta midemi bulandırıyordu. Kendimi geri çekerek Levent'in kollarından çıkmaya çalıştığımda Levent buna izin vermedi ve burnundan soluyarak Tekin'e baktı.

"Bir daha Ahu'ya vurursan seni öldürürüm!" dişlerinin arasından tısladı. "Duydun mu beni? Öldürürüm..!"

"Duydum!" diyerek öfke barındıran mavi gözlerini bana çevirdi ve iki büyük adımda yanıma gelerek kolumdan tuttuğu gibi siyah doblo arabanın bagaj kısmına beni çekiştirdi. Çığlık atıyor, haykırıyor, boğazım yırtılana kadar bağırıyordum ama beni bir Allah'ın kulu duymuyordu.

"Fazla uzadı bu iş bagajı aç!" dedi Levent'e

"Niye bagajı açıyorum?"

"Çünkü Ahu'yu bagaja koyacağım!"

Tekin'in sözlerinden sonra çırpınmamı ve bağırışlarımı arttırdığımda, Tekin kan akan ağzımı umursamadan elini dudaklarıma kapattı. "Hadi saatlerce seni bekleyemem burada! Kıpırda!" Levent başını sallayarak elindeki araba anahtarıyla bagajı açtı.

Kalbimin korkudan dolayı boğazımda attığını hissettiğimde, Tekin beni sertçe bagajın içine soktu. Eli hala dudaklarımın üzerinde dururken, diğer eliyle cebinden bir şişe çıkarttı. Çıkarttığı şişeyi Levent'e uzattı. "Bir peçeteye dök şundan!" dedi. Levent hipnoz olmuşçasına Tekin'in dediğini yaptı ve peçeteyi tekrardan Tekin'e uzattı.

"Yolculuğu senin için biraz kolaylaştıracağım kardeşim." Elini ağzımdan çekti ve diğer elindeki peçeteyi burnuma bastırdı. Burnuma dolan eter kokusuyla bilincim kapanmadan duyduğum son şey "Abinin sana yaptığı bu iyiliği unutma küçük kardeşim." Diyen Tekin'in sesiydi.

***

Göz kapaklarımda tonlarca ağırlık varmışçasına açamıyordum. Bilincim yerine yavaş yavaş geliyordu ama gözlerim buna nazaran açılmamak için direniyordu. Ciğerlerimdeki nefes bana yetmiyor, boğazım kurumuş her an boğulacakmışım gibi hissediyordum. Gözlerimi aralamak için biraz daha gayret ettiğimde, işittiğim seslerle aslında bilincimin de tam anlamıyla yerine gelmediğinin farkına vardım.

"İki güne ihtiyacım var. Sonra Ahu'yu da alıp gideceğim buralardan. Sen sadece iki gün daha Melih'in bizi bulmamasına yardım et yeter." Diye konuşan Levent'i.

"İki gün Melih için fazla uzun. Sen bu işi en geç yarın bitir." Diye cevap verdi Tekin.

Ne işinden bahsettiklerinden zerre bir fikrim yoktu.

"Sahte kimlik ve pasaport öyle bir anda hallolmuyor Tekin."

"Bana ne amına koyayım." Bir şeyin devrilme sesi geldi. "Bunları bana anlatma. Yarına kalmaz Melih'in bizi bulacağını sende biliyorsun. Yok, iki gün falan."

"Bağırma Ahu'yu uyandıracaksın!" yüksek sesle çıkıştı Levent.

Tekin uzunca bir kahkaha attı. Kahkahası devam ederken "Aslında seni takdir ediyorum Levent. Gerçekten evli bir kadını sahte kimlikle yurt dışına kaçırıp onunla evlenmek istemen akıl işi değil." Dedi.

Duyduklarımdan dolayı midem bulanıyor, kalbim paramparça oluyordu. Öz abim beni alıkoyduğu yetmiyormuş gibi, birde Levent'in beni kaçırmasına göz yumuyordu.

"Ahu'nun evli olması umurumda bile değil. Aşığım ben Ahu'ya. Onsuz nefes bile alamıyorum."

Tekin gülmeye devan ederek "Merak etme Melih bizi yakaladığında bir daha hiç nefes alamayacaksın." İğrenç kahkahası yankılanarak bulunduğumuz odaya dağıldı.

Bütün gücümü toplayarak ve birazda kendimi zorlayarak gözlerimi en sonunda araladım. Karşılaştığım ilk şey sararmış tavan oldu. Boğazımdaki kuruluğun geçmesi için yutkundum.

Tek kişilik küf kokan eski bir koltuğun üzerinde oturtulmuştum ve başım koltuğun sırt kısmına geriye doğru yatırılmıştı. Başımı kulaklarımı tırmalayan Tekin'in gülme sesinin geldiği yöne doğru çevirdim.

Birkaç saman dolu çuvalın yanında ayakta karşı karşıya duran Levent ve Tekin'i gördüm. Yarı baygın açtığım gözlerim Levent'in yeşil gözleriyle kesiştiğinde, Levent yüzündeki sert görüntüyü sildi "Ahu" diyerek bana doğru hızlı adımlarla yürümeye başladığında Tekin'in de gözleri beni buldu.

"İyi misin güzelim?" diyerek elini saçlarıma koymaya çalışan Levent'in elini ittim.

"Sakın bana dokunma hayvan!" diye bağırdım.

"Tamam," dedi elini geri indirerek "Sakinleş öyle konuşalım." Ayaklarımın önünde diz çöküp yeşil gözleri gözlerimin içine dikti. "Şuan akıllıca düşünemiyorsun sevgilim. Kendine geldiğinde ve mantıklı düşündüğünde bana hak vereceğini biliyorum. Beni sevdiğini de biliyorum."

"Sen ne sevmesinden bahsediyorsun ya?" diye çıkıştım. "Ben sadece kocamı seviyorum. Bir tek onu seviyorum. Bak tane tane söylüyorum. Yalnızca Melih'i seviyorum."

Levent gözlerini kapattı. Birkaç kez büyükçe yutkundu. Gözlerini geri açtığında gözlerinin içinde saf bir öfke vardı. "Seni şimdilik alttan alıyorum." Dedi sesine yansıyan tahammülsüzlük kırıntıları alttan alırken zorlandığını haykırıyordu. "Sen her zaman benim küçük sevgilimdin. Melih ile evlenmen bunu değiştirmez. Seni sevmekten hiçbir zaman vazgeçmedim. Vazgeçmem."

Kafayı yemişti. Yüzünde ve alçılı kırık kolunda Melih'in darp izlerini taşıyordu. Buna rağmen benden vazgeçmediğini söylüyordu. Aklını yitirmişti. Melih'in beni öyle kolayca ona bırakacağını düşünmesinin başka bir açıklaması yoktu. Kesinlikle aklını yitirmişti.

"Sen kafayı yemişsin." Dedim.

"İnan bana bende az önce aynısını söyledim abiciğim." Dedi Tekin eğlenerek. Hemen yanımızda ellerin ceplerinde ayakta duruyordu. Bu durumdan eğlendiğini belli eden tavırlarına bir de konuşması eklenmişti. Öfkeli bakışlarımı Tekin'in üzerinden çekip Levent'e baktım.

"Sanma ki bu yaptığın." Göz ucuyla Tekin'e baktım. "Yaptığınız, yanınıza kalacak! Melih beni bulacak ve bu dünyayı size dar edecek!"

"Melih bizi bulana kadar biz çoktan dünyanın başka bir ucunda olacağız. Ve sen çoktan benim kadınım olacaksın Ahu. Bu fikre kendini alıştırsan iyi edersin. Çünkü Melih defteri senin için kapandı. Bitti."

"Asla..!" diye haykırdım. "Asla ben senin kadının falan olmayacağım!"

"Çok eğlenceli ya..." diyerek ellerini bir birine vuran Tekin'i ikimizde umursamadık.

"Güzelim" eliyle yüzüme dokunmak isteyen Levent'in elini itip yüzüne tükürdüm.

"Bana güzelim deme! Senden nefret ediyorum. Midemi bulandırıyorsun!"

Levent sinirle diz çöktüğü yerden kalktı. Öfke barındıran yeşil gözlerini gözlerime dikti. Dişlerini sıkmaktan çenesi kas katı kesilmiş, alnının ortasında küçük damarlar belirginleşmişti. "Sen..." diye dişlerinin arasından tıslar gibi konuştuğunda Tekin araya girerek "Levent" dedi.

Levent hala öfkeyle gözlerimin içine bakıyordu.

"Levent" dedi bir kez daha ve ekledi. "Sen git şu sahte pasaport ve kimlik işiyle ilgilen!" Levent yerinden kıpırdamadan gözlerimin içine bakmaya devam ettiğinde "Hadi..!" diye kükredi Tekin.

Levent gözlerini benden çekti ve arkasını dönerek hızla kömürlük tarzı küçük depodan çıktı. Onun arkasındanda Tekin gitti.

Onların çıkmasıyla hızla ayağa kalktım ama ani hareketimden dolayı başım döndüğü için gerisin geriye yerime tekrardan oturmak zorunda kaldım. Bakışlarımı aceleci bir tavırla etrafta gezdirdiğimde, bulunduğum yerin oldukça küçük olduğunu fark ettim. Kömürlük tarzı bir yerdi. Benim oturduğum eski küf kokan koltuktan başka oturacak hiç bir şey yoktu. Kapı girişinde birkaç tane saman dolu çuvallar vardı. Kapının hemen yanında iki kanatlı bir pencere vardı ve o pencerenin cam kısımlarına tahta çakılmıştı. Yerdeki beyaz fayanslar kirden artık sararmıştı. Bunun dışında küçük kömürlük bomboştu.

Yaşadığım bu olayın kâbus olmasını istiyordum. Uyuyup uyanınca geçen kötü bir kâbus. Melih'in benden haber alamadığında dünyayı ayağa kaldıracağını biliyordum. Aklım ise bir tek Berna'daydı. Tek umut ettiğim şey Berna ölmeden önce Melih'lerin cafeye gitmeleriydi.

Kendimden bağımsız gözümden yaşlar akmaya başladığında, derinden gelen kalbimin acısını hissettim. Bu acı öyle kolayca geçecek bir acı değildi. Bu acı geçse bile yarası kalacaktı. Bazı yaralar acıtırdı, tıpkı abim gibi olan yaralar.

Bazı abiler acıtırdı. Hem bedensel hem de ruhsal acıtırdı.

Deponun kapısı açıldı ve Tekin elinde su dolu bardakla içeriye girip kapıyı kapattı. Ruhsuz gözlerini benden ayırmadan yanıma doğru adımladı. Tam önümde durup elindeki su bardağını bana uzattı. "Biraz su iç hadi." Dedi.

Bakışlarım su dolu bardağa kaydığında elimi uzatıp su bardağını aldım. Gözlerimi Tekin'in griye çalan mavi gözlerine diktim ve su bardağını ani bir hareketle karşı duvara fırlattım.

"Su falan içmek istemiyorum abi. Buradan gitmek istiyorum."

Tekin kocaman açtığı gözlerini duvarda parçalanarak yere dağılan cam parçalarına çevirdi. Kaşlarını çattı ve ben daha ne olduğunu anlamadan çenemi sertçe tuttu. Canımın acısıyla inlediğimde o yüzünü yüzüme yaklaştırıp alnını alnıma yasladı. "Bana bak! Benim asabımı bozma! Bu asi tavırların beni kışkırtmaktan başka hiçbir işe yaramaz!" çenemi sertçe bıraktı.

"Anlamıyorum." Dedim titrek bir sesle "Neden böyle davrandığını, neden bir canavara dönüştüğünü anlamıyorum abi?"

Sarsılarak bir adım geriye gittiğinde, gözlerindeki pişmanlığı görebiliyordum. Bakışları birçok şeyi ele veriyordu. Acı, öfke, suçluluk.

"Ben sana ne yaptım abi? Ben sizi sevmekten, sizin için çırpınmaktan başka ne yaptım?"

Keskin mavi gözleri anında ciddiyete bürünürken, burnundan aldığı sert soluklar aramızdaki mesafeye rağmen yüzüme çarpıyordu. Gözyaşlarım durmadan akıyor, tuzu dudağımın kenarındaki yarayı yakıyordu.

"Keşke diyorum Ahu. Keşke hiç doğmasaydın." Gözlerinde merhametin zerresi yoktu. "Seni sevdiğimi sanıyordum ama öyle değilmiş... Ben seni hiç sevmiyorum Ahu. Senden nefret ediyorum." Gözyaşlarımdan dolayı buğulaşan gözlerimi onun gözlerine diktim. "Ve biliyor musun senden nefret etmemi sen sağladın."

Bazı sözler vardı. Bıçak kadar keskin, kurşun kadar öldürücüydü.

"Şuan bu duruma gelmemin tek sebebi sensin. Senin varlığın." Dönüp dolaşıp aynı şeyleri tekrar ediyordu. "Her şeyi sen mahvettin!"

Tamamen yanımdan uzaklaşıp kendi etrafında birkaç adım attı. Bunu daha çok sakinleşmek için yapıyordu. Eliyle yüzünü sıvazladı, boynunu sağa sola yatırarak çıtlattı. Sert, tüylerimi ayağa kaldıran bakışları gözlerimi bulduğunda işaret parmağını bana doğru salladı. "Sen..." dedi birkaç kez yutkundu. "Benim olan her şeyi kaybetmeme sebep oldun."

"Yirmi yıl babasız yaşamıştın zaten. Ama sen sana gelme dememize rağmen yanımıza geldin. Göz göre göre kendini Melih'e yakalattın. Bizi onun eline mahkûm ettin. Bu senin hatan yüzünden oldu. Biz seni korumaya çalıştıkça sen Kılıçaslan ailesiyle gelincilik oynadın. Yetme ailemizi paramparça eden adamla evlendin ve o adama âşık oldun."

İnsanın kalbi kaburgasına sığmayacak gibi olur muydu? Şuan benim kalbim kaburgama sığmayacak kadar ağrıyordu. Tekin'in sözleri bir yumruk yemişim gibi karın boşluğuma saplanıyordu. İçimde hissettiğim tuhaf bir duygu vardı. Bu hissettiğim duygunun adı bende yoktu. İsimsizdi.

Tek yaptığım gözyaşlarım kuruyana kadar ağlamak, ağlamak ve ağlamaktı.

"Her şey tek tek elimden yok oldu." Yıkılmışlıkla dizlerinin üstüne çöktü. Ben koltukta oturuyordum, o ise hemen karşımda kirli zeminde dizlerinin üzerinde duruyordu. "Ben yok oldum!" diye bağırdı.

Sesi depoda yankılandı. Bağırmasından dolayı korkarak ayaklarımı kendime çektim ve kollarımı dizlerime doladım. Bu bir nevi kendimi koruma altına almışım gibi hissettirdi.

"Abim gibi bir abi olabilirim zannettim. Onun bana yaptığı abiliği sana yapabilirim zannettim. Koşulsuz sevebilir, koşulsuz koruyabilirim zannettim." Başını iki yana salladı. "Ama sadece zannettim. Yapamadım."

Düğüm düğüm olan boğazımdaki harfler bir türlü dilimin ucuna gelmiyor, ağzımdan "Abi..." kelimesinden başka bir kelime çıkmıyordu.

"İstanbul'a geldiğin ilk gün, hatta ilk dakikada belayı da başımıza sardın. Önce abimi aldın elimden. Artık ben abimin tek küçük kardeşi değildim. Bütün sevgisini bir tek bana vermiyordu. Sevgisini ikiye bölmüştü. Sonra..." mavi gözlerinden bir damla yaş yanaklarına doğru süzüldü. "Berna gitti. Dedem, babam, annem, mesleğim gitti. Beni ben yapan her şey yok olup gitti. Ben bittim."

"Bunların suçlusu ben değilim abi. Bunu sende biliyorsun ama inanmak istemiyorsun." Dediğimde "Hepsinin suçlusu sensin!" diyerek bağırdı.

Tekin diz çöktüğü yerden kalktı. İki elini yüzüne kapatıp sıvazladı. Az önce suçluluk barındıran yaşlı gözleri keskinleşti ve öfkeye büründü.

"Sana buraya gelme dedik geldin. Bizi bu bok çukuruna sürükledin. Ulan..." işaret parmağını tehditvari bir şekilde bana doğru salladı. "Ben her şeyi göze alıp Melih'e rağmen sırf senin için Levent'i Bursa'dan getirdim. Ama sen ne yaptın. Melih'in gölgesinde kaldın. Levent'le siktir olup gitmedin. Ben ise bu yaptığımın karşılığını sevdiğim kadın tarafından terk edilerek ödedim. Yetmedi piç kocan mesleğimi elimden aldı!"

"Abi..." diyerek bu kez ben bağırdım ve oturduğum yerden ayağa kalktım. Ben sustukça Tekin benim üzerime geliyordu. "Sen ne söylediğinin farkında mısın? O zamanları tek başına yaşamışsın gibi davranma! Bir tek ben mi Melih'in gölgesinde kaldım. Melih hepimize hükmediyordu. Hepimize..! Hasta anneme bile." Sonlara doğru titreyen sesime içimden isyan ediyordum. "Lütfen abi bana bak bir." Elimle kendimi gösterdim. "Bu hikâyede benim ne sucum var? Ne günahım var?"

Tekin sanki başına bir kova buzlu su dökülmüş gibi irkildi. Yüz ifadesi donuklaştı ve bir iki adım geriledi. Gözlerinin mavi irislerinin titrediğini aramızda ki mesafeye rağmen gördüm. İkimizin de gözleri yaşlıydı. İkimizin de gözleri suçsuz.

Aramızda asırlara konu olacak ama sadece saniyeler süren bir bakışma geçti. Bu bakışmada Tekin küçük kız kardeşinin elini sonsuza kadar bıraktı. Küçük kız ise boş kalan eline bakarak ağladı.

"Biz seni çoktan gözden çıkartmıştık Ahu. Sensiz de yaşayabiliyorduk. Mutluyduk." Gözlerimizin kesiştiği noktada bir şeyler kırıldı. "Sen yıllarca babasız yaşabildin. Annesizde yaşayabilirdin. Buraya geldin ne oldu? Bak senin annen yaşıyor, benim annem öldü. Dedem öldü. Babam cezaevinde onu göremiyorum bile. Ben senin yüzünden hem annesiz hem babasız kaldım."

Beynimin içinde sürekli aynı cümle dönüp duruyordu. "Sen yıllarca babasız yaşadın. Annesizde yaşayabilirdin." Sürekli sürekli bu cümle tekrar ediliyordu. Ve kalbim mümkünmüş gibi bin parçaya ayrılıyordu.

"Keşke bu kadar bencil bir kız olmasaydın ahu. Keşke biraz fedakâr olsaydın da biz bunları yaşamasaydık." Son söylediği sözler bunlardı. Arkasını dönüp depodan çıktı.

Gözümde yaşlarla öylece kapanan demir kapıya baktım. Sanki Tekin o kapının önün duruyormuşçasına gözlerimi kapıya diktim. O boş demir kapıya dakikalarca baktım. Baktıkça düşündüm. Düşündükçe delirdim. Delirdikçe gözlerimde ki yaşlar sel olup aktı.

Fedakârlık neydi? Kendini ya da başka bir şeyini, biri veya birileri için feda etmek değil miydi?"

Peki, bencillik neydi? Sadece kendini ve kendi çıkarlarını düşünen demek değil miydi?

Evet, yeri geldiğinde ben bencil oluyordum. Evet, konu kendi isteklerim olunca sadece kendi çıkarlarımı düşünüyordum. Ama ben bunları sadece kendime yapıyordum. Ben onlara değil, kendime bencildim.

Ben yaşadığım zorlu yirmi yılımın üzerine kocaman bir çizik atıp onları aile bilmiştim. Babasız yaşadığım zorlukları bir kez dile getirmemiş, sanki doğduğum günden beri babam yanımdaymış, abilerim hep varmış gibi yaşamaya devam ettim. Kendimden geçip mafya bir adamla nişanlandım. Üç yıl boyunca o adamın tehditlerine, hakaretlerine maruz kaldım. Yine ben sonradan bulduğum ailem için hiç günahım yokken günah keçisi seçilmedim mi? Ben daha ne kadar fedakâr olabilirdim ki? Bunun daha üst seviyesi var mıydı?"

Ben onlarsız yirmi yıl yaşadım da onlar benimle üç yıl yaşayamadılar. Hep benim arkamdan oyun kurdular. Hep beni zor duruma düşürdüler. İntikama aç bir aslanın önüne beni atıp, o aslanın beni parçalamasını izlediler.

***

Uzun bir süredir bu depoda tek başımaydım. Tekin çıkıp gittiğinden beri bir kez olsun bile yanıma gelmemişti. Levent desen ortalıkta yoktu. Saatin kaç olduğunu bilmiyorum ama zamanın sinsi bir zehir gibi ilerlediği aşikârdı. Saatlerdir buradaydım.

Melih beni daha bulamamıştı ama bulacağına inanıyordum. Belki geç olacaktı ama beni bulacaktı.

Aklımdan çıkmayan bir diğer kişi ise Berna'ydı. İyi olduğunu bir öğrenebilsem aslında biraz rahatlayacaktım. Ben böyle düşünceler içinde kendi kendimi yiyip bitirirken deponun kapısı açıldı ve Tekin elinde tuttuğu birkaç torbayla içeriye girdi. Gözlerini bana değirmeden yanıma gelip durdu. Torbanın içine elini soktu ve içinden çıkarttığı gazeteye sarılmış ekmeği bana uzattı.

Almayacağımı belirtmek ister gibi boş boş yüzüne baktım. Tekin'e güvenmiyordum ve onun getirdiği yiyeceği yiyecek kadar daha aklımı yitirmemiştim.

"Alsana ne bakıyorsun?"

"İstemiyorum..."

Kıstığı gözlerinin ardından bana baktıktan sonra omuzlarını silkti. "Sen bilirsin. İstersen açlıktan öl." Diyerek ekmeğe sarılmış gazeteyi açıp kocaman bir lokma aldı. Boğazımı temizleyip tam Berna'yı soracakken deponun demir kapısı açıldı ve akabinde Levent'in yeri göğü inleten sesi geldi.

"Lan şerefsiz sen ne yaptın?"

Tekin şok olmuşçasına Levent'e bakarken, Levent demir kapıyı kapatıp hızlı adımlarla Tekin'in yanına yürüdü. "Nasıl yaptın hayvan herif?"

Üzerindeki şaşkınlığı atan Tekin elindeki ekmeği torbanın içine koydu. "Ne bağırıyorsun? Ne yapmışım ben?" diye sordu.

Levent alçısız eliyle Tekin'in yakasına yapıştı ve onu sarstı. "Birde soruyor musun?" yakasından sarsıp iyice kendi yüzüne yaklaştırdı. "Ulan Berna'yı öldüresiye dövmüşsün. Kız şuan yoğun bakımdaymış. Durumu kötü diyorlar."

Ben duyduğum şeyin gerçekliğiyle sarsılırken Tekin gayet rahat bir şekilde "Hee..." dedi ağzını yayarak "Sen ondan bahsediyorsun. Eee ne olmuş dövdüysem?" demesiyle Levent yakasını bırakarak yüzüne bir yumruk attı.

"Sen salak mısın oğlum? Sadece Ahu'yu alacaktık. Niye kızı dövüyorsun. Melih yetmezmiş gibi birde o psikopat Çağlar'la mı uğraşacağız amına koyayım."

"Kes lan dın dın etmeyi. Berna benim sevgilimdi. Dayak yemeyi hak etti o. Ne yapsaydım onu öylece Çağlar'ın koynuna mı bıraksaydım? Bilmediğin işlere karışma sen!"

"Allah sizin belanızı versin!" diye haykırmamla ikisinin de bakışları beni buldu. "Allah sizi kahretsin pislik herifler!"

"Kes sesini Ahu..!" Tekin'in kükremesi depoda yankılandı. "Bütün sinirimi senden almayayım. Elimde kalacaksın şimdi!"

"Ahu'ya dokunmaya kalktığın an senin belanı sikerim." Diye erkeklenen Levent'e yüzümü buruşturarak baktım. Resmen iki caninin eline düşmüştüm. Bu caninin biri benim abimdi, diğeri ise çocukluk aşkımdı.

Tekin psikopatça gülerek elini havaya kaldırdı. "Skin ol şampiyon kimseye bir şey yaptığım yok." Dedi gözleri beni buldu. "Ben kardeşime hiç kıyabilir miyim?" yapmacık konuşması midemi kaynattı. Nerdeyse kustum kusacaktım.

Levent'in yara bere kaplı yüzü Tekin'in konuşmasını samimi bulmuşçasına yumuşadığında, onun bu kadar kör olduğunun yeni yeni farkına vardım.

"Sen hallettin mi pasaport işini?" diye sordu Tekin.

"Hallettim sayılır." Diyerek düşünür gibi çenesini kaşıdı Levent. "Gece yarısından sonra saat bir de buluşacağız adamla." Gözleri beni buldu. Gülümsedi. "Sonrada Ahu'yu da alıp gideceğim buralardan."

Dudaklarının arasından mırıldanan Tekin kolundaki saate baktı. "Saat on bucuk. İki saat var daha. Gel biz seninle dışarıda bir sigara içelim vakit geçsin." Dedi. Levent onu başıyla onaylayıp son kez gözlerimin içine baktı ve depodan çıktılar.

Onların çıkmasıyla oturduğum koltuktan kalkarak etrafı gözlerimle taradım. Levent'le değil başka bir Ülke'ye gitmek, buradan dışarıya kadar gitmem bile mümkün değildi. Kendimi koruyabileceğim, işime yaracak bir şeyler bulmalıydım.

Deponun altını üstüne getirmiştim. Hatta saman çuvallarının içine bile bir şey bulma umuduyla bakmıştım ama işime yarayabilecek hiçbir şey bulamamıştım. Bir umutla kalktığım koltuğa çaresizlikle geri oturdum.

Benim tek umudum Melih'ti. Bir an önce beni bulması için dua etmek başka elimden hiçbir şey gelmiyordu.

***

İnsan kendi ailesini seçemiyordu.

İnsan ailesini seçemediği gibi aile olmayı da başaramıyordu. Bazen sevgi yetmiyor, bazen güven yetmiyor, bazen para yetmiyordu.

Çok sevince olmuyor, az sevince olmuyor. Yaşayınca olmuyor, ölünce olmuyordu. İnsan bir türlü doğru çizgide yürümeyi öğrenemiyordu.

İnsan kötüydü. Hele ki o kötü insan ailenizden biriyse hem merhametsiz hem de kötüydü. Kötü bir Azrail...

Demir sopanın kirli fayansa her sürtündüğünde çıkarttığı ses kulakları tırmalıyordu. Tekin'in etrafımda bir Azrail gibi dönmesi ve demir sopayla etrafımda daireler çizmesi bana uyguladığı bir adet psikolojik şiddetten başka bir şey değildi. Gerçi ben sayesinde hem ruhsal hem de bedensel şiddete de maruz kalmıştım.

Saatlerdir uyanıktım. Artık ağlamıyordum ama içim içimi yiyor, gözpınarlarımı yoklayan yaşları geri gönderiyordum.

"Senin ki..." dedi Tekin, demir sopanın temasını yerden keserek "Kudurmuş." Gözlerimiz birleşti. "Her yerde seni arıyor."

Melih'in beni aradığını hatta delirmiş gibi etrafa saldırdığını tahmin edebiliyordum.

"Beni bulacağını biliyorsun abi." Dedim, akmayan gözyaşlarım tekrardan akmaya başladı. "Beni bulduğunda seni öylece bırakmayacağını da biliyorsun değil mi?"

Uzunca gözlerimin içine baktı. "Seni bulduğunda inan bana Ahu, Melih'in yaşayacağı üzüntüden ötürü ölmeme değecek." Dudağının kenarını kıvırdı. "Sana yapacağım şeyden sonra o seni bulduğunda, değil beni öldürmek bütün dünyayı öldürse bile içindeki acı geçmeyecek."

Bakışları değişti. Sözlerinin beni korkuttuğu yetmiyormuş gibi bakışları da beni korkutuyordu.

"Şu küçük yara için bile beyaz masayı toplayan Melih, sana yaptığım şeyi nasıl kaldıracak?" bana vurduğu için kanayan dudağımın kenarından bahsediyordu. "Belki de kalbi bunu kaldıramaz ve kendi kafasına sıkar!"

"Abi..." diye konuşmaya çalıştığımda "Tekin'in gözleri döndü. "Kes bana böyle seslenmeyi! Ben senin abin değilim! Sen benim kardeşim değilsin!" diye kükredi.

"Sen benim hiçbir zaman kardeşim olmadın. Bende senin abin değilim. Ben sana asla bir kardeşe baktığım gibi bakmadım. Sen benim için Ahu'ydun. Babamın tek gecede sahip olduğu çocuğu..."

Ağlamalarım şiddetini arttırdığında Tekin büyük bir kahkaha attı.

"Bir söz vardır biliyor musun Ahu? Kızlar annelerinin kaderini yaşar diye..." duraksadı.

Yutkunmayı unutmuş gibi yutkunamadığımda konuşmaya devam etti.

"Sende annenin kaderini yaşayacaksın."

Gözlerim kocaman açıldı ve ben tırnak uçlarıma kadar titredim.

Korkuyla kalbim bir kuşun küçük kalbi gibi atmaya başladığında, Tekin'in gözlerinde gördüğüm canavarca hisler kalbimdeki atışları çırpınmaya dönüştürdü.

Bana baktı. Bana baktıkça anladığım şeyin doğruluğunu haykırdı. Ona baktıkça benim halimden haz aldı.

"Hayır..." diyerek çığlık çığlığa oturduğum yerden fırladım.

"Evet..." dedi benim aksime gayet rahat bir sesle ve bana doğru bir adım attığında. Var gücümle çığlık atıp kapıya doğru kaçacakken kolumdan yakalayıp beni kendine çekti. İğrenç nefesimi kulağıma doğru üfleyerek konuştu.

"Enerjini böyle şeylere harcama Ahu. Daha altımda kıvranacaksın!"

Sertçe kolumdaki elini silkeledim. Göğsünden ittim. "Dokunma bana hayvan! Ben senin kardeşinim nasıl konuşuyorsun sen benimle?"

Olduğu yerde kalarak sinsi gözleriyle gözlerimin içine baktı. "Bir..." dedi uzatarak "Sen benim hiçbir şeyim değilsin! Seninle benim aramda kan bağı bile yok!" sinsice sırıttı. "İki..." dedi ve ekledi. "Sana dokunmak için Levent'in gelmesini bekliyorum."

Gözlerim kocaman açıldı. Tekin nasıl bir canavara dönüşmüştü böyle. Midemi bulandırıyordu. "Sen ne kadar şerefsiz bir adamsın!" diye çıkıştığımda. Başını iki yana sallayarak cık cıkladı.

"Merak etme seni Levent ile paylaşacak değilim. Sadece..." bana doğru bir atmasıyla geriye doğru iki adım attım. "Sana yaptıklarımı Melih izlerken yüz ifadesini göremeyeceğimden dolayı, seni seven Levent'in tepkileriyle avunmak istiyorum."

Tekin psikopatın tekiydi. Hızla arkamı dönüp kapıya doğru koşacakken kapı açıldı ve Levent içeriye girdi. "Yardım et Levent!" dememe kalmadan Tekin arkamdan bana sarılıp ağzımı kapattı. Levent şok olmuş gözlerle bize bakıyordu. Kapıyı kapatıp kapatmamak arasında gidip gelse de kapıyı kapatarak yanımıza doğru geldi.

"Ne yapıyorsun lan sen? Bıraksana Ahu'yu!"

Levent'in cümlesi biter bitmez Tekin "Bizde seni bekliyorduk Levent." Diyerek diğer elindeki demir sopayla Levent'in kafasına vurdu ve Levent yere yığıldı. Çığlıklarım Tekin'in ağzıma kapanan elinin içinde kayboluyordu. Tekin bunu umursamadan beni sürükleyerek demir kapının önüne getirdi. Cebinden çıkarttığı anahtarla demir kapıyı kilitledikten sonra beni boş bir çuvalmışım gibi kapının önüne fırlattı ve yerde başından kanlar akan ama yinede ayağa kalkmaya çalışan Levent'in yanına ilerledi.

Levent kafasından akan kana elini bastırıyor, bir yandan küfür ediyor bir yandan da yerden kalkmaya çalışıyordu. Tekin Levent'in sırtına tekme attı. Levent yere tekrardan yığıldı. Tekin levent'in kollarından çekiştirerek tekli koltuğa getirip oturttu.

Arka cebinden çıkarttığı kelepçenin bir ucunu Levent'in eline taktı. Diğer ucunu koltuğun kolçağından geçirip öteki bileğine taktığında, oturduğum yerden kalkarak demir kapıyı yumruklamaya başladım.

"Yardım edin... Kimse yok mu?" diye çığlık çığlığa bağırıyordum ama bir karşılık alamıyordum. Tek aldığım karşılık koltukta elleri kelepçeli, kafasından kan akan Levent'in Tekin'e "Seni öldüreceğim." Diyen haykırışları oluyordu.

Gözlerim yumrukladığım demir kapı ve Tekin'in üzerinde mekik dokuyordu. Ben ölesiye korkuyordum. Levent delicesine çırpınıyordu. Tekin ise bizi umursamadan cebinden çıkarttığı telefondan bir şeyler yaptı. Saman çuvallarını Levent'in bulunduğu duvara dayadı ve üzerine de telefonunu yerleştirdi. Gözlerim saniyelik bir zaman diliminde telefon ekranına kaydığında video kaydını açtığını gördüm.

Dehşet içinde sarsıldım. Bana tecavüz edecekti ve bunu Melih'e izletecekti. Tekin beni yaşarken öldürecekti.

Tekin bana doğru adımladığında arkamı dönüp var gücümle "Yardım edin..!" diye bağırdım. Boğazım acıdı. Ama durmadım. "Yardım edin..!"

Dışarıda yardım çığlığıma ses veren sadece bir köpek havlaması oldu. Ve ben o köpek havlamasına umut bağlayarak daha çok bağırdım. Tekin'in adım sesleri yaklaştı. Ben bağırmaya devam ettim. Levent küfürler haykırdı ben yine bağırmaya devam ettim. Ta ki uzun saçlarım Tekin'in elleri tarafından sertçe çekilene dek.

"Şişt..." pis nefesini boynumda hissettim. "Çırpınmaya devam etmen seni benim elimden kurtarmaz!"

"Bırak beni...!" elimle ayağımla ona vurmaya çalıştım. "Yalvarırım bırak!"

"Şerefini siktiğim piç! Bırak lan kızı!"

Tekin saçımı geriye doğru çekip karnıma sert bir yumruk attı. "Ah..." diye inleyerek iki büklüm olduğumda, beni yere fırlattı. "Tekin... Tekin..." diye haykıran Levent'in sesine aldırış etmeden bana doğru atıldı ve yüzüme tekme attı.

Yediğim tekmenin etkisiyle sırt üstü yere çakıldığımda Tekin üzerime geldi, dizlerinin üzerine çökerek gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Geriye doğru sürünerek kendimce çabaladığımda Levent'in acı ve pişmanlık barındıran sesi depoda yankılandı.

"Öldür beni! Sana yalvarırım öldür beni Tekin! Bunu bana yaşatacağına kafama sık! Öldür beni!"

Levent'te benim Tekin'in elinden kurtulamayacağımı anlamıştı. Ama ben kurtulmak istiyordum. Ölümden bile daha beter olan bu şeyi yaşamak istemiyordum. Ben abim tarafından tecavüze uğramak istemiyordum.

Gömleğini tamamen üzerinden çıkartan Tekin dizlerinin üzerine çöküp üzerime yatmaya çalıştığında son kalan gücümü toparlayarak kasığına dizimi geçirdim.

"Ahh siktir..." diyerek kasığını tutarak yan tarafa yattı. Sırtımın üstünde geriye sürünerek Tekin'den uzaklaşmaya çalıştığımda, Tekin kendini toparlayarak öfkeli mavi gözleriyle bana baktı ve ayak bileğimden tutarak beni kendine doğru çekti. Birden boğazıma yapıştı.

"Seni sürdük." Diğer elinin tersini suratıma indirdi. Ağzımdan ve burnumdan akan kanlar boynuma doğru süzüldü. "Bırak beni. Bırak..." son sözlerim buydu.

Tekin boynumu sıkan elini serbest bırakarak iki el bileğimden tuttu ve başımın üzerinde sabitledi. Dizinin birini karnıma yasladı. Diğer eliyle üzerimdeki tişörtün ucunu yukarıya çekiştirdi. Eli pantolonumun düğmesine gittiğinde, artık bitmişti.

Küçük Ahu oyun parkında babasının ona aldığı kırmızı balonlarla oynarken, kıskanç kötü kalpli abisi balonlarını patlatmıştı. Küçük Ahu'nun asla bir daha babası tarafından alınan bir balona sahip olamayacağını bilerek bunu yapmıştı.

Tekin'in dudaklarını karnımın üstünde hissettiğimde hiçliğe doğru gözlerimi kapatmamla, demir kapıda bir gürültü duyuldu. Tekin başını karnımdan çekip kapıya baktığında o gürültü bir kez daha duyuldu. "Ne oluyor lan?" diye kendi kendine söylendiğinde demir kapı sert bir gürültüyle açıldı.

Kalbimdeki kelebekler umutla kanat çırptığında yarı baygın gözlerim kapıya kaydı. İşte ordaydılar. Gelmişlerdi. Maskeli adamlar beni kurtarmaya gelmişti. Gözümden akan yaşlar yüzümdeki kanlara karıştığında Tekin'in ağırlığı üzerimden kalktı.

Geriye doğru sendeleyen Tekin "Sizde kimsiniz?" diye sormasıyla deponun kapısında duran uzun boylu iri yarı maskeli adamlardan biri maskesini çıkarttı. Gözyaşlarımdan ve kaybetmek üzere olduğum bilincimden dolayı zar zor seçtiğim yüz çok tanıdıktı.

"Se-Sen..." dedi kekeleyerek Tekin "Fikret Yıldırımsın..!"

Duyduğum isimden dolayı gözlerimi iyice açmak istesem de buna gücüm yetmemişti. Yüzü açılan adamın yanındaki maskeli eliyle beni işaret etti. "Abi maskeni tak." Dedi.

Maskesini uyarılara rağmen takmayan adam zangır zangır titreyen Tekin'in yanına ilerledi ve boğazına yapışarak bedenini duvara çarptı. "Azrailline iyi bak Tekin Demir!" dedi sesi sert ve netti. Bakışları koltukta elleri kelepçelenmiş Levent'e kaydı. Belinden çıkarttığı silahı tam Levent'in kalbinin üzerine nişan aldı ve sıktı.

"Abi maskeni tak Melih Beyler yaklaşmak üzere..!" bozuk bir plaktan ses çıkar gibi konuşan maskeli adam. Bana doğru yaklaştı. "Ahu Hanımında durumu iyi değil!"

Diğer maskeli üç adam kaşla göz arası Tekin'in kayda aldığı telefonu aldı. Maskesini açan adam Tekin'i yere fırlattı. Bana doğru adımladı. Yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı.

Aynı renk gözlerimiz birleştiğinde büyükçe yutkundu. Narince açılan tişörtümü düzeltip pantolonumun düğmesini ilikledi. Kolunun birini dizlerimin altından geçirip, diğeriyle belimden destekleyerek beni kucağına aldı. Gözlerini gözlerimden ayırmadan konuştu.

"Ahu'yu Melih'e ulaştırın."Kaşlarıyla arkamızda kalan Tekin'i gösterdi. "Bu şerefsizi ölüm deposuna götürün. Onunla önce ben ilgileneceğim." Diyerek kucağında duran bedenimi maskeli adamın birine uzattı.

Gözlerim tamamen kapanmadan duyduğum son şey ise "Cevdet Demir'den alamadığım öcümü oğlu Tekin Demir'den alacağım!" oldu.

BÖLÜM SONU

Merhaba arkadaşlar bu bölümü yazarken gerçekten çok zorlandım. Sizlerde bana bu bölümde bol bol fikirlerinizi ve düşüncelerinizi yazın. Bana destek veren bütün okurlarıma tek tek teşekkür ediyor, sizleri kocaman öpüyorum.

46. bölümü Melih Kılıçaslan'ın anlatımından okuyacaksınız.

 

Loading...
0%