Yeni Üyelik
47.
Bölüm

46. Bölüm

@esranurozer

       

  

                        

Ahmet Kaya: Korkarım

MELİH KILIÇASLAN

Toplantı başlayalı yaklaşık yarım saat olmuştu. Bu süre zarfında Ahu'dan tek bir mesaj bile almamıştım. Ahu'dan aldığım tek haber toplantı başlamadan önce yanında olan korumalardan Berna'nın kafesine sağ salim girdiği haberiydi.

Bakışlarımı karşımda proje sunumu yapan adamdan çekip göz ucuyla telefonuma baktım. Hala bir mesaj veya çağrı yoktu. Oysaki şimdiye kadar Ahu'nun bana en az elli tane mesaj yazması ve beni delirtmesi gerekti. Ama o mesaj bu kez yoktu ve ben Ahu mesaj atmadığı içinde deliriyordum.

Ah, bu kadın yok muydu resmen benim tam merkezim olmuştu.

"Melih Bey sizin içinde uygun mu?" diye soran adamla, kendimi toparlayıp bakışlarımı adama çevirdim. Şu toplantı bitene kadar karımı düşünmeyi bırakmalıydım. "Projeyi tekrar anlatın lütfen." Dedim. Adam önce afalladı. İri gözleri toplantı odasında bulunan herkesin üzerinde gezdikten sonra projeyi tekrardan anlatmaya başladı.

Bir yirmi dakikada böyle geçti. Neredeyse bir saattir süren toplantıyı Ahu'dan gelmeyen mesaj yüzünden bitirmeye karar verdim ve projeleri değerlendireceğimi söyleyerek toplantıyı bitirdim. Oturduğum yerden kalktığımda benimle birlikte Çağlar, Ufuk ve Osman da ayaklandı. Hızlı adımlarla toplantı odasından çıktım.

Arkamdan bana yetişmeye çalışan Seda'ya "Mehmet abi nerede?" diye sordum.

"Mehmet Bey maslaktaki ihale için görüşmeye gitti Melih Bey."

Seda'nın arkamda yürüdükçe topuklu ayakkabısının çıkarttığı ses sinirlerimi bozuyordu. Kendi odama ilerlerken cebimdeki telefonumu çıkartıp Ahu'yu aradım. Telefon çaldı, çaldı ve çaldı. Arama sonlandırıldı. Sinirlerim cevap vermeyen Ahu yüzünden daha da gerildi.

Odamın önüne geldiğimde direkt içeriye girdim ve Ahu'yu bir kez daha aradım. Ama sonuç değişmedi ve çağrı bir kez daha cevap verilmeden sonlandırıldı. "Hay ben sana izin veren aklımı sikeyim Ahu." diye söylendiğimde kapı bir kez tıklatılarak açıldı. Çağlar, Ufuk ve Osman içeriye girdi.

Abi," diye konuşmaya çalışan Ufuk'u elimi kaldırarak susturdum. "Çağlar" dedim ve ekledim. "Ara Berna'yı sor bakayım ne yapıyorlarmış? Ahu neden şu siktiğim telefona cevap vermiyormuş öğren."

Çağlar başını sallayarak telefonun çıkartıp Berna'yı aramaya koyulduğunda Ufuk konuştu. "Abi kadın milleti işte dedikoduya dalmışlardır."

"Boş boş konuşma Ufuk." Diye karşılık verdi Osman.

"Öyle oğlum. Sen şimdi tek tabanca takıldığın için kadınları bilmiyorsun."

"Ne alaka lan!" diyerek kaşlarıyla beni işaret etti Osman "Abimi daha da sinirlendirme istersen."

Osman ve Ufuk'ta olan bakışlarımın odağı Çağlar'ın "Berna telefonu açmıyor abi." Demesiyle Çağlar'a yöneldi.

"Ne demek açmıyor?"

"Açmıyor abi iki defa aradım açmadı."

İyice gerilen sinirlerime hâkim olmakta güçlük çekiyordum. Dişlerimin arasından "Ahu..." diye tıslayarak bir kez daha aradım. Telefon açılmayıp çağrı sonlandığında "Sana bu telefonu boşuna mı aldım ben lan!"

"Abi hemen celallenme. Korumaları arayalım." Diyen Osman'ın gözlerinin içine baktım. Elimle yüzümü sıvazladıktan sonra "Ara." Dedim ve ekledim. "Yoksa ben bu sinirle korumalarla birlikte o kafeyi yakarım."

Osman ve Ufuk aynı anda korumaları aradılar. Ben ise gözlerimi ikisine dikmiş odanın içinde dolanıyordum. Ama ne hikmetse ikisinin de kulağında olan telefona bir cevap gelmiyordu. İkisi aynı anda telefonlarını kulaklarından indirip "Açmadılar abi." Dediklerinde bende film koptu. Gözlerim karardı ve önümde duran koltuğa sert bir tekme attım.

"Ulan sikeyim sizin yapacağınız işi! Kim buldu lan bu amına koyduğum adamları?"

"Sakin ol abi." Dedi Ufuk aynı anda da telefonla birini arıyordu.

Sakin olmak şöyle bir yana dursun, öfkemin kuvveti resmen beni harlıyordu.

"Kafeye gidiyoruz." dişlerimin arasından tıslar gibi çıkan harfler bir bir adamlarıma ulaştığında herkesten önce Çağlar kapıya doğru adımladı. "Gidelim abi." Dedi.

Kendi bulunduğum odamdan çıkarken de asansöre binerken de sinirim geçmemişti. Otoparka inen asansörle herkes kendi arabasına bindi. Arabanın kontağını çalıştırmadan önce son kez adamlarımın üzerinde gözlerimi gezdirdiğimde üçünün de telefonlarıyla korumaları ve Berna'yı aradığını gördüm. Bakışlarımı onların üzerinden çekip kontağı çalıştırdım ve hızla otoparktan çıktım.

Trafik her zaman olduğu gibi yoğundu ve ben trafikten nefret ediyordum. Öfke kontrolümün olmadığının çok net farkındaydım. Bunun benim gibi farkında olan bir kişi daha vardı; karım. Ama kendisi telefonlarıma cevap vermeyerek öfkemi harladığı yetmiyormuş gibi bu trafiği çekmeme de sebep oluyordu.

"Senin kornana sokayım. Oruspu çocuğu!" korna çalan arabaya küfürle karşılık verdim.

Aklımda fikrimde Ahu olduğu için ne yola odaklanabiliyordum ne de sakin kalabiliyordum. Sakin kalabilmek için iki elimle sıkı sıkıya kavradığım direksiyona var gücümle vurdum. "Ah Ahu ah... Ben sana niye izin verdim ki? Ama bir geleyim yanına telefonlarıma cevap vermemek neymiş göstereceğim sana."

Berna'nın kafesinin bulunduğu sokağa girdiğimde sinirlerim biraz daha bozuldu. Yıllardır farkına varmadığım ama şuan yüzüme tokat gibi vuran şey Berna'nın kafesinin olduğu sokağın işlek bir yer olmamasıydı. Burada düşmanlarım Ahu'yu kaçırsa kimsenin ruhu duymayacağı gibi duyanında yardım etmeyeceği bir sokaktı.

"Aklımı sikeyim." Derken dikiz aynasından arkamda beni takip eden adamlarımı kontrol ettim. Bakışlarımı dikiz aynasından çekip görüş açıma giren Berna'nın kafesine diktim. Kafenin hemen önünde korumaların arabası park edilmişti. Arabayı korumaların arabasının yanına park edip indiğimde, Çağlar, Ufuk ve Osman'da kendi arabalarından indi.

Osman hızlı adımlarla korumaların arabasına yaklaştı. Siyah filmli camın içini görebilmek için iyice cama yaklaştı ve sadece saniyeler sonra "Korumalar yok. Arabanın içi boş." Dedi. Çağlar silahına davranırken, Ufuk "Nasıl yok lan?" diye çıkıştı.

Ben tepki bile veremedim.

Bakışlarım bir ölünün bedeninden çıkan ruhun yavaşlığıyla kafeye yöneldi. Cam kapıdan ve cam duvarlardan apaçık görünen kafenin içi bomboştu. Kendime gelmem ve belimdeki silaha davranarak kafeye doğru hızlı adımlarla yürümem sadece saniyelerimi aldı.

Ben önde Çağlar sağımda, Ufuk solumda ve Osman'da hemen arkamda elimizde silahlarımızla kafenin içine girdik. Önce birkaç saniye içeriden ses geliyor mu diye can kulağıyla dinledik. Ses gelmediğinde temkinli adımlarla ilerleyerek "Ahu..?" diye seslendim. Bakışlarım bir şahinin keskin gözleri gibi etrafta gezerken Ufuk'un sesini duydum.

"Abi burada kan var."

Ufuk'un sesinin geldiği yöne adımladığımızda onu ahşap bir kapının önünde gördüm. Bakışlarım yavaşça kapının altına kaydığında, bir şerit halinde yere sızan kanı fark ettim.

Duygusuz adamım ben asla acımam. Her şeyi kontrol ederim. Anlık düşünmem ben çok düşünürüm. Ama gördüğüm bu kan beni ilk kez düşünmeye itmedi. Parmağımla bile açabileceğim ahşap kapıyı sert bir tekme atarak açtım. Kapının çıkarttığı gıcırtılı sese Ufuk'un "Siktir!" diyen sesi karıştı.

Çünkü korumalar yerde cansız yatıyorlardı. Ölmüşlerdi.

Elimde tuttuğum silah titremeye başladığında beynimde Ahu'nun başına bir şey gelme ihtimali yankılanıyordu. İçeriye nasıl girdim. Korumalardan nasıl bakışlarımı çektim bilmiyorum. Beni kendime getiren tek şey Çağlar'ın yıkılmış sesi oldu."

"Ber...Berna." Diyordu. Hem de kekeleyerek. Yıllardır yanımda olan Çağlar ilk kez kekeleyerek konuşuyordu. İlk önce metal silahın fayansa düşerken çıkarttığı tok ses duyuldu. Hemen ardından da Çağlar'ın "Berna..." diye haykırışı duyuldu.

Fersiz adımlarım dizlerinin üzerine çökmüş Çağlar'ın yanına ilerlediğinde Berna'nın kan revan içinde ölü gibi yerde yattığını gördüm.

"Berna uyan güzelim." Elleriyle yüzünün bir kısmını okşayarak Berna'yı uyandırmaya çalışan Çağlar'dan bakışlarımı çekip şok olmuş vaziyette kapı girişinde bekleyen Osman ve Ufuk'a hitaben konuştum. "Ambulansı arayın."

Ufuk hemen telefonuna davrandı. Osman birkaç büyük adımda yanımıza geldi ve tıpkı Çağlar gibi Berna'nın yanına diz çöküp parmağını Berna'nın şah damarına koydu. Gözlerim Osman'ın üzerindeyken elimle destek vermek için Çağlar'ın omzunu sıktım.

"Berna... Kim yaptı sana bunu Berna?" Çağlar'ın titreyen sesinin rengi değişikti. Onun sesinin rengi her zaman siyahtı ama şuan sesinin rengi karmakarışıktı. Bütün renkler birbirine girmişti. "Yaşıyor mu?" diye bağırdı. "Ne olur yaşadığını söyle!"

"Sarsma kızı! Daha kötü olacak." Dedi Ufuk. "Ambulansı aradım geliyor. Sakin ol toparla kendini."

Çağlar toparlanamayacak kadar yıkık döküktü.

"Ne sakin olmasından bahsediyordun amına koyayım. Korumalar öldürülmüş, Berna ölü gibi yatıyor. Yenge ortalıkta yok!" diye kükreyen Çağlar beynimde şimşekler çaktırdı.

Boğazımı yaran nefesi yutkundum. Ahu ortalıkta yoktu.

"Nabzı çok az atıyor. Ambulansın gelmesini bekleyemeyiz." Osman'ın cümlesi biter bitmez Çağlar'ın omzunda olan elim Çağlar'ın öne doğru eğilmesiyle yere düştü. Çağlar tek hamlede Berna'yı kucağına aldı.

Berna kucağındayken "Abi" dedi, gözlerinden gözlerime uzanan lavın yakıcılığını hissediyordum. "Berna'yı hastaneye götürüp geleceğim ve Ahu yengeyi bulacağız." Benden bir cevap beklemeden arkasını dönüp gitti.

Öylece durdum. Kilitlenmiştim. Hayır hayır ben bitmiştim.

Ateş alan gözlerimin önüne Ahu'nun yüzü düştüğünde, bende hayat durdu. Bende dünya durdu. Ateşim daha da yükseldi nevrim döndü.

"Ahuuuuu...." Diye bağırdım. "Bulun. Bana karımı bulun." Öldürücü bakışlarımı Osman ve Ufuk'a çevirdim. "Mehmet abiyi arayın. Adamları toplayın. Her yeri didik didik arayacaksınız. Her taşın altına bakacaksınız!" İşaret parmağımı ikisine doğru salladım. "Ne kadar güvenlik kamerası varsa hepsini istiyorum. Gören duyan kim varsa istiyorum! Hadi!"

"Abi yen-"

"Sikerim lan abini! Hadi diyorum HADİ..!"

Koşturarak dışarıya çıkan ikilinin ardından artık beni taşıyamayan dizlerimin üzerine çöktüm. Gözlerim az önce Berna'nın yattığı ve yer yer küçük kan gölcükleri olan yere takıldı. Kanların bir kısmı kurumuş rengi açık kırmızıya dönmüştü. O kanların içinde Ahu'ya ait kan olabileceğini düşündüğümde aklımı yitirecekmişim gibi hissettim.

Nefesim kesildi, nefes alamadım.

"Ahuuu..." engel olamadığım bir damla yaş yanaklarım boyunca süzüldü. Ahu'nun öpüp kokladığı sakallarımın arasından sızıp dudağımın kenarında durdu. "Ahuuu..." diye bir kez daha haykırdım. Boğazım parçalandı ama ben karımın adını zikretmekten vazgeçmedim.

"Ahuuu..."

***

Tam şakağımın ortasında derin bir ağrı hissediyordum. Ve bu ağrının milyon hatta trilyon katını kalbimin ortasında da hissediyordum.

İstanbul'un her köşesine adamlarımı salmış, her taşın, her deliğin arasını ilmek ilmek aratmıştım ama Ahu'ya dair bir iz bulamadığım gibi tek bir görgü şahidi de bulamamıştım. Tek tutunduğum dal Berna'nın kafesindeki güvenlik kamerasıydı ve ben salak gibi onu izlemeyi en sona bırakmıştım. Çünkü saatlerdir deli gibi sağa sola koşturuyor Ahu'yu arıyordum.

Şimdi Ahu'nun cezaevine benzettiği evimizde çalışma odasında Osman'ın sorunlu olan güvenlik kamerası görüntülerini çalıştırmasını bekliyorduk. Mehmet abi, hemen sağ tarafımda oturmuş sakin olmam konusunda bana direktifler veriyordu ama ben onun ağzından çıkan kelimeleri duymazdan geliyordum. Ufuk, Osman'a yardım ederken, Tunç başlarında telaşla bekliyordu. Çağlar sevdiği kadının durumunun vahim olması ve yoğun bakımda müşade altında yatmasından dolayı yerinde duramıyor, öfkeyle küfürler savuruyor, bir oyana bir buyana dolanıyordu.

Gözlerim öfkeli Çağlar'ın üzerinde takıldığında çok kısa bir an aklımın ucundan keşke dedim. Keşke Ahu'da burada olsaydı da yoğun bakımda yatsaydı diye düşündüm. Bu kısacık anda düşündüğüm ihtimalin bile olmasını isteyecek kadar kafayı yemiştim.

"Kim yaptıysa hepsini kurşuna dizeceğim. Hepsinin amına koyacağım." Çağlar'ın öfkeli hiddeti ses tellerine yansımıştı.

"Sakin ol oğlum." Diye ikaz etti onu hemen yanımda oturan Mehmet abi. "Berna da iyi olacak Ahu'yu da bulacağız."

Mehmet abinin bu söylediklerine kahkahalarla gülmek istedim.

"Sende sürekli sakin ol deyip durma amına koyayım! Sanki sakin olmanın zamanıymış gibi."

"Çağlar!" diye ikaz etti Mehmet abi "Acına veriyorum koçum. Boş boş konuşup daha da sinirlerimizi germe!"

"Sinirinizi sikeyim." Diye çıkışan Çağlar'ı tam susturacakken Tunç "Hah sonunda açıldı." Diye bağırdı. Osman hemen ardından "Abi ekran açıldı." Dediğinde oturduğum yerden kalkarak bilgisayarın yanına ilerledim. Arkamdan da Çağlar ve Mehmet abi geldi.

Osman videoyu başlattığında ekran yavaşça açıldı. Pür dikkat ekrana bakarken Osman videoyu hızlı bir şekilde ilerletti ve durdurdu. Ekrana yansıyan ilk şey siyah doblo bir arabaydı. Doblo araba kafenin önünde durdu ama içinden hiç kimse çıkmadı. Video bir dakika kırk dokuz saniye daha ilerledikten sonra kafenin kapısı açıldı ve içeriden karımın saçlarını çekerek Tekin çıktı.

Tekin benim dokunmaya kıyamadığım karımın saçlarını çekiyordu. Benim karımın saçlarını. Bütün uzuvlarım elektrik akımına kapılmış gibi titrediğinde video durdu. "Lan..!" diye bir kükreyiş duydum ama bu kükreyişin kime ait olduğunu çözemedim. Çünkü benim bütün odağım ekrana yansıyan karımın saçlarını çeken Tekin'deydi.

"Tekin sen nasıl yaparsın bunu?" diye sorguladı Tunç.

"Çağlar'ın küfürleri havada uçuşurken, Ufuk'un mu yoksa Osman'ın mı olduğunu çözemediğim bir ses "Melih abi..." diyerek bana sesleniyordu.

"Niye durdurdun oğlum? Çalıştır şu videoyu." Dedi Mehmet abi.

"Melih abi iyi görünmüyor görmüyor musun? Önce biz izleyelim." Mehmet abiye kafa tutan kişi Osman'dı ve bu konuşma benim canımı sıkıyordu.

"Çalıştır..." dedim baskılı bir sesle ve ekledim. "Bir daha da videoyu durdurma!"

Saliselik bir sessizlik oluştu. Hemen arkasından Osman videoyu çalıştırdı.

Tekin ve Ahu'nun dışarıya çıkmasıyla doblo arabanın kapısı açıldı ve içinden bir adam çıktı. Adamın kim olduğunu görebilmek için ekrana pür dikkat baktığımda siyahlar içinde ve de kendisin kapüşonla gizlemesine rağmen Levent olduğunu gördüm. Ne ara yumruk yaptığımı fark etmediğim elimi sertçe masaya vurdum. "Ulan seni sikmeyen Melih'i siksinler!"

"Abi..."

"Bana abi deyip durma lan. Şu ekrandaki pezevenklerin dudaklarını oku! Ve video bir daha durursa bu piçlerden önce seni sikeceğim. "

Osman bilgisayarın içini dışını okuduğu gibi insanların dudaklarını ve mimiklerini de okuyabiliyordu. Ve şuan yapması gereken buyken durmadan abi deyip duruyor beni çileden çıkartıyordu.

Ekrandaki video tekrar başladı. Ahu korku ve endişe içinde Tekin'in kollarında çırpınırken Ahu'nun yüzüne bakmaya zorlanıyordum. Levent yanlarına doğru adımlarken Tekin konuştu. Güvenlik kamerasında ses duyulmadığı için ne konuştuklarını Osman'ın dudaklarını okumasıyla öğrenecektik.

"Tekin gelmen neden bu kadar uzun sürdü diye sordu abi?"

Levent'in gözleri karımın üzerinde gezdiğinde, ekrana girip onun o gözlerini oymamak için kendimi zor tuttum.

"Bırak Ahu'nun saçlarını dedi Levent."

Sanki Osman'ın değil de Levent'in sesini duyuyormuş gibi hissediyordum. Gözlerim ekrana yırtıcı bir hayvanın avına odaklandığı gibi odaklanmıştı. Nefes almayı unutmuş gibiydim.

Tekin Ahu'nun saçlarını daha küvetli çektiğinde Ahu'nun acılı haykırışını Osman'ın söylemesine gerek duymadan hissettim. Zaten derime sığmayan damarlarım öfkeden patlayacak kıvama gelmişti. Birde üstüne Tekin'in pişkince kameraya el sallamasıyla bendeki bütün kontrol gitti.

"Senin o elini götüne sokacağım."

"Tekin..." diye konuşmaya çalışan Tunç'u Osman konuşarak susturdu.

"Abi Levent Tekin'e yengenin saçlarını bırakmasını söylüyor."

Yumruk yaptığım elimi ritmik bir şekilde masaya vurmaya başladığımda ekrandaki Tekin'in dudakları oynadı. Osman'da Tekin'in dudaklarını okuyarak "Melih Kılıçaslan bak elimde kim var." Dedi ve Ahu'nun saçlarının çekilmesiyle cılız bir sesle "Sevgili karın." Video ilerledi Tekin konuştu ama Osman Tekin'in ne söylediğini söylemedi. Göz ucuyla Osman'a baktığımda büyükçe yutkundu.

"Abi Renan teyzeye teşekkürlerini iletmeni ve o olmasaydı bir şeylerin farkına varamayacağını söylüyor."

"Renan teyze ne alaka amına koyayım? Sen dudaklarını yanlış okumuş olamaz mısın?" diye sordu Ufuk.

"Yanlışlık yok." Dedi Osman ve videoyu geriye sardı tekrardan dudaklarını okudu. "Öyle diyor işte. Yanlışlık yok."

Elimde oluşan isimler vardı. Cayır cayır yakacağım isimleri bir bir topluyordum ama beni söndürecek suyumu bulamıyordum.

"İkimizden biri ölmeden önce bizi bul abi dedi. Sanırım bu mesaj Tunç'a."

"Ne ölmesi? Kim ölecek?" Tunç'un sorduğu soru havada kaldı.

Video ilerledi nasıl olduğunu tam çözemediğim bir zamandan Ahu Tekin'in elini ısırdı ve Tekin elimi ayağımı buza keserek Ahu'ya tokat attı. Tokatın etkisiyle Ahu'nun dudağı kanadı. Dünyam durdu. Levent kollarını Ahu'ya kalkan yaptı. Nefesim kesildi.

Tam bu anda bir şey oldu. İki kaburgamın arasından küçücük bir kıvılcım koptu. Kopan kıvılcım büyüdü, büyüdü ve büyüdü. Ben o büyüyen kıvılcımla baş etmeye çalışırken, video ilerledi Ahu'yu boş bir çuvalmış gibi bagaja koydular, kafenin önünden uzaklaştılar. Ben sadece ekrana baktım.

Bu kez ateşimde birilerini değil, kendimi yakmak istedim. Sırf Ahu'ya dokundular diye dünyayı yakmak istedim.

Sustum. Sustukça öfkelendim.

Bekledim. Bekledikçe delirdim.

Yazın ortasında üşüyordum. Soğuk kalbimi dondurmuş dışımı yakıyordu. Uçurumun ucundaydım ve rüzgâr hem benliğimi hem de bedenimi uçuşturuyordu.

Ölüyordum. Ama öldüğümü hiç kimse görmüyordu.

Bitmişti. Bu saatten sonra önüme kim gelirse yakacak yıkacaktım. Kulağıma doluşan uğultular eşliğinde oturduğum yerden kalkarak hiddetle masanın üzerinde ne varsa yere savurdum.

"Bu kadar adamım, çuvallar dolusu param varken karımı koruyamadım." Yere savrulan eşyalara tekme attım. "Eğer ben karımı bile koruyamıyorsam ne işe yarıyorum lan? Siz doğru düzgün işinizi yapamıyorsanız benim yanımda ne işiniz var lan?"

"Melih, aslanım..."

"Senide sikeyim aslanınıda sikeyim!" Mehmet abiye doğru adımlayıp sertçe göğsüne vurdum. "Bitti... Sabrımda bitti. Aklımda bitti." Arkamı dönüm Osman ve Ufuk'un yanı başında ağladım ağlayacak gibi kıpkırmızı kesilen Tunç'un yanına ilerledim.

Aniden yakasına yapışıp suratına kafa attım. Tunç'un acı dolu iniltisi ve burnundan boşalan kanları umursamadan tuttuğum yakasından sarstım. "Eğer ki karımın başına gelenlerde senin de parmağın varsa derinizi yüzüp ibreti âlem olsun diye İstanbul köprüsünden sallandırırım."

"Ne saçmalıyorsun sen? Görmüyor musun benimde hiçbir şeyden haberim yok. İkisi de benim kardeşim. Ne haldeyim görmüyor musun?" yakasında olan elimden kendini kurtarmaya çalıştı başarılı olamadı "Ahu yoksa bu senin suçun! Onu sen koruyacaktın."

Gözlerimi kırpmadan Tunç'un gözlerinin içine bakarken söylediği şeylerin haklılığıyla yıkıldım. Dişlerimi sıkmaktan acıyan çene kaslarıma rağmen dişlerimi sıkmaya devam ettim.

"Hemen." Dedim Tunç'un yakasını serbest bırakarak "Beyaz masayı toplayın!" gözlerimi Tunç'tan çekip adamlarıma baktım. "Hemen."

"Ben şimdi hallediyorum." Diyerek cebinden telefonunu çıkartan Mehmet abiye "Sen beyaz masaya gelmeyeceksin." Diyerek durdurdum.

"Nasıl?"

"Şöyle ki Mehmet abi sen şimdi çıkıyorsun ve Renan teyzemi alıp geliyorsun."

"Aslanım Renan teyzeyi suçlamayacaksın değil mi?"

"Dediğimi yap!" diye bağırdım. "Beni sorgulama!"

Mehmet abi şaşkınlıkla afalladı. Dudakları hafif aralıktı bana cevap verip vermemek arasında gidip geliyordu. İlk kez ne yapacağını bilmeyen tavırlar sergiliyordu.

"Hadi daha ne duruyorsun. Özel uçakla git. Renan teyzeyi bizzat sen al ve benim karşıma getir." Bakışlarımı Mehmet abiden çekip adamlarıma çevirdim. "Gün bitmeden bana karımı bulacaksınız. Yarım saat içinde beyaz masayı toplayın."

"O iş bende abi." Dedi Çağlar.

"Gerekli yerlere haber uçurmakta bende abi." Dedi Ufuk.

"Levent'in nişanlısı da bende abi." Dedi Osman.

"Daha burada mısın sen Mehmet abi." Dediğimde Mehmet abi sesli bir soluk verdi ve "Gidiyorum Melih." Diyerek çalışma odasından çıktı. Mehmet abinin ardından bizde çıkacakken Tunç bağır çağır konuştu.

"Bende sizinle geleceğim. Bende o beyaz masaya oturacağım. Bende kardeşimi arayacağım."

"Sen hiçbir sikime gelmiyorsun." Dedim dişlerimin arasından "Dolanma ayakaltında."

"Geleceğim." Burnundan akmaya devam eden kanı eliyle durdurmaya çalışarak yanıma ilerledi. "Bende geleceğim." Diye bağırdı. "Madem iki kardeşimde ortalıkta yok. Madem kardeşimden biri ikimizden biri ölmeden bizi bul abi dedi. Bu yüzden ben tercihimi Ahu'dan yana yapıyorum. Ahu'yu bulmaya bende geleceğim.

Düz ama şiddet yüklü bir bakışma...

Cevap vermeden arkamı döndüğümde bu Tunç için gel demekti.

Çalışma odasından çıktığımızda tam karşımda Canan Hanımın odasının önünde ağlayan Sevgi Hanımı gördüm. Hemen onun önünde tekerlekli sandalyede oturan Canan Hanımda ağlıyordu. Sanırım konuşmalarımızı duymuşlardı.

Canan Hanımın yaşlı gözleriyle benim öfkeli gözlerim birleştiğinde, Ahu'ya rağmen boğazını sıkmak istedim. Ben nasıl nefessiz kaldıysam onun da nefesini kesmek istedim. Ama sadece istedim. Sonu gelmeyen nefretli bakışlarımı çekip merdivenlere doğru ilerledim ve seri bir şekilde aşağıya indim.

Aynı hızlılıkla evden çıkıp arabaya bindiğimde aklımda tek bir şey vardı. Beyaz masayı topladığımı duyan maskeli şeytanlarımın devreye girerek karımı bulmamda bana yardım etmeleriydi.

Ben güçlüydüm. Ama maskeli şeytanlar benden daha güçlüydü. Ve ben karım için onların önünde bile eğilmeye razıydım.

***

Gün kendini geceye bırakmıştı. Aydınlığın üzerini kara bir çarşaf gibi örten gece beni ilk kez tedirgin ediyordu. Çünkü zaman durmadan ilerliyor ve ben Ahu'yu bulamıyordum.

Neyse ki planım işe yaramış beyaz masayı toplar toplamaz maskeli şeytanlara duyum gitmişti. Daha ben masaya oturur oturmaz önüme bir dosya gelmiş ve Ahu'nun peşine düştüklerini bildirerek yanımda olduklarını göstermişlerdi.

Bir tarafım o maskelilere güvenmese de diğer tarafım daha öncede Ahu'yu sevmemelerine rağmen birçok kez kurtardıkları için güvenmemi söylüyordu. Belki riskliydi ama Ahu için değerdi ve ben onların yardımını kabul etmeye mecburdum.

Beyaz masada toplandığımızda Emre Çağlar'a telefon ederek Berna'nın kritik durumu atlattığını haber vermişti. Çağlar'a hastaneye gitmesini söylememe rağmen gitmedi ve bana "Abi benim kadınım iyileşti. Sıra yengede onu bulmadan yanından ayrılmayacağım." Dedi.

Mehmet abi Almanya'dan Renan teyzeyi alıp gelmişti. Az önce uçağın indiğini ve depoya geçeceklerini haberini verdi. Onlar depoya geçene kadar üzerimi değiştirmek için eve geldim. Yatak odasına girdiğimde, gözlerim yatağın boşluğuna takıldı. İçimdeki fırtınalar ölü ruhumu oradan araya savurdu.

Kendi nefesimde boğulacakmışım gibi hissettim. Ahu'nun yokluğunun bıraktığı ince sızı kalbime zehirli bir hançer misali saplandı.

Gözlerimi yataktan çekip hızlı adımlarla giyinme odasına girdim ve üzerimi seri bir şekilde çıkarttım. Altıma sıradan kot pantolon giydikten sonra lacivert gömleğimi üzerime geçirdim. Gömleğin düğmelerini iliklerken odanın kapısının açılma sesini duydum. Gömleğin düğmelerini ilikleyerek giyinme odasından çıkarken aynı andada konuşuyordum.

"Hazırım Çağlar gel—" Cümlemin yarım kalması gibi parmaklarımda gömleğin düğmesinin üstünde kaldı.

Aylar önce farkına vardığım ve bildiğim olayın gerçekliğini karşımda canlı kanlı görmenin şaşkınlığını yaşıyordum. Şaşkınlığımın sebebi ise hiç beklemediğim anda karşıma çıkarak beni gafil avlamasıydı.

Düz çizgi halini almış dudaklarım ve hissiz bakan gözlerimle çaresizlik akan yaşlı gözlerinin içine baktım. Oda benim gözlerimin içine bakıyordu. Onu anlamamı ister gibi, konuşmamı bekler gibi. Bu hamleyi yaparak cesaretle karşıma çıkan kadının konuşmasını bekledim.

Baktı. Baktım.

Durdu. Durdum.

Aramızda olaşan ölüm sessizliğinde çıkan tek ses akrebin yelkovanı kovalayan sesiydi. Sabırlı bir adam asla değildim ve ilk kez bu kadının karşısında sabır gösteriyordum.

"Melih..." dedi kapana sıkışmış bir sesle ve ben anında gözlerimi kapattım.

Tamda tahmin ettiğim gibi yürüyebildiği gibi konuşadabiliyordu. Dişlerimi sıktığım için çıkan ses kulaklarıma ulaşıyordu. Gözlerimi yavaşça açtım ve dudağımın kenarını alayla kıvırdım.

"Canan Hanım..?"

Canan Hanım adını söylememle elini ağzına kapatarak boğazından kaçan hıçkırığı engellemeye çalıştı. Bu girişimi başarısızlıkla sonuçlandı çünkü gözlerinden sicim gibi akan yaşlar yüzünün tamamını kaplamıştı.

"Kızım Ahum..." dedi boğuk çıkan bir sesle "Kızımı bana bul Melih."

Kızım diye ağlayan kadının yüzüne tiksinerek baktım. Her şeyin sebebi oydu. Yıllar önce kurduğu acımasız kumpasa kızını feda ettiği yetmemiş gibi. İyileşmesine rağmen bunu kızından saklamıştı.

Canan Hanımın gözlerinin içine bakarak gömleğimin iki düğmesini daha ilikledim. Ona doğru bir-iki adım attım. Gözlerinin tam içine baktım. "Çok merak ediyorum." Dedim ve ekledim. "Şu an karşımda sapasağlam durmanızı Ahu görmeyi hak etmiyor muydu?"

Acı kahve gözlerinin içi titredi. Kaşları çatılıp çatılmamak arasında kaldı. Gözünden yeni düşen bir damla yaş süzülmeyi bırakarak yanağında durdu.

"Hak ediyordu. En çok Ahum hak ediyordu." Dediğinde ses tellerindeki çatlaklık buzu kucaklamışçasına donuktu. "Benim biricik kızım bütün güzellikleri hak ediyor ama ona sadece kötülükler rast geliyor. Kötü bir geçmiş, kötü bir aile..."

"Ve kötü bir anne!" dedim kurşungeçirmez bir sesle.

Canan Hanım "Üzgünüm." Diye fısıldadı başını inanmazca iki yana salladı .Acı kahve gözleri koyulaştı. Gözleri sanki benim gözlerimin içine değil de boşluğa bakıyormuş gibi hissizdi. Aramızdaki bir beden sığacak kadar olan boşluğu üç büyük adımda kapatıp tam önümde durdu.

Ne ben bir adım geri çekildim ne o bana yaklaşmaktan geri durdu.

Baktı, baktı ve baktı.

"Ben..." dedi duraksadı. İçine çektiği derin solukların tek amacı ona biraz daha zaman kazandırmaktı. "Katil değilim."

"Katilsin! Yalancı katil!"

Gözleri gittikçe kararıp, acı kahve irislerine gölge düşürürken, büyükçe yutkundu.

"Ben katil değilim. Sadece mecburdum!"

İçinde bulunduğumuz durumun saçmalığını göz ardı edebilseydim gülecektim. Ama nedense damarına basmak bana daha cazip geldiğinden alayla dudaklarımı kıvırdım tama ona cevap verecekken kapı açıldı. Çağlar "Abi..." diyerek içeriye girdi ve Canan Hanımı görmenin şaşkınlığıyla bir süre gözleri ben ve Canan Hanımın arasında gidip geldi.

Çağlar, Ufuk ve Osman tıpkı benim gibi Canan Hanımın sağlığına kavuştuğunu biliyorlardı. Ama öyle ki Çağlar Canan Hanımın ayaklanıp benim karşıma çıkmasına şaşırmıştı.

Kendini toparlayarak sesli bir şekilde boğazını temizledi. Bakışlarını Canan Hanımdan çekip benim yüzüme baktı. "Mehmet abiler depoya geçmişler abi bizi bekliyorlar." Dedi.

"Öyleyse gidelim." Dedim Canan Hanımı arkamda bırakarak kapıya doğru yaklaştım ve arkamı dönmeden "Çağlar" diye seslendim. "Kimse görmeden Canan Hanımı odasına götür. Ben seni arabada bekliyorum." Dedikten sonra odadan çıktım. Sabır dileyerek evden dışarıya çıkıp kendimi arabanın içine attım.

Beş dakika kadar sonra Çağlar'da evden çıkarak arabaya bindi. Ben arabayı çalıştırırken "Sikeyim resmen yengenin annesi iyileşmiş ve bunu saklamış." Diyerek homurdandı Çağlar. "Bu nasıl iş amına koyayım. Tahmin ediyorduk ama ben bu kadarını da yengeye yapmaz diye düşünmüştüm."

Arabayı evin bahçesinden çıkarttıktan sonra gaza yüklendim. "Bu iyileşme olayını Mehmet abi bilmeyecek!" göz ucuyla bana çatık kaşlarla bakan Çağlar'a baktım. "Ve Ahu'da bilmeyecek!"

"Eyvallah." Dedi. Çağlar nedenini niyesini sorgulamadı ve konuşma bitti. Yol bir yılan gibi altımızdan akıp gidiyordu ve ben arabanın hız limitini her geçen saniye biraz daha arttırıyordum. Aklımda fikrimde Ahu'yu bir an önce bulmanın düşünceleri zihnime sızmıştı ve onu benden koparan herkese hesap soracaktım. İlk kişide Renan teyzeydi.

***

Deponun önüne kaç dakikada geldim, asansöre ne zaman binim en üst kata çıktım hiç bilmiyorum. Bu deponun her yerinde Ahu'nun acı izleri vardı. Ona sunduğum tercihlerin altında ezilişleri vardı. Bu depoda acımasız Melih Kılıçaslan'ın kuralları vardı.

Renan teyzenin bekletildiği deponun kapısını açtım ve içeriye girdim. Renan teyze siyah koltuğun üzerinde oturmuş titreyerek su içiyordu. Mehmet abide hemen yanı başında onu telkin eden sözler söylüyordu. Ufuk içeride olan beş adamla bir şey konuşuyordu. Ve hepsinin bakışları kapıyı açıp içeriye girmemle bana odaklandı.

"Yazıklar olsun sana Melih!" diyerek oturduğu yerden ayağa kalkan Renan teyze bana doğru adım atacakken "Otur yerine!" diye kükredim. Renan teyze dondu kaldı. Aramızda ki mesafeye rağmen gözlerindeki saf korkuyu hissedebiliyordum.

Sirkelenerek kendine gelmeye çalıştı. "Ben kaç yaşında kadınım. Sen beni yaka paça buraya getirmeye utanmıyor musun?" diyerek destek almak için bakışlarını Mehmet abiye çevirdi.

Yanlış kişiden destek istiyordu. Bu hayatta beni bırak sırtımdan vurmayı, yanımdan ayrılamayacak tek adam Mehmet abiydi. Benim için öldürür. Hatta daha da fazlası benim için ölürdü.

Renan teyzeme doğru sert adımlarla ilerledim. Tam karşısında durduğumda "Sana otur yerine dedim." diyerek bağırdım. Renan teyze sesimin yüksek çıkmasından dolayı irkilerek yerine oturdu. Yüzü sararmış burnunun ucu kızarmıştı. Nerdeyse ağlayacak kıvama gelmişti.

"Tekin'e ne söyledin?" diye sordum. Uzatmaya hiç gerek yoktu. Vakit kaybedemezdim.

"Hi—Hiçbir şey." Dedi kekeleyerek. Tıpkı sesi gibi vücudunun her yeri titriyordu ve bu titreme korkudan dolayıydı.

"Sabrım hiç yok bitti, tükendi." Yüzüne doğru eğilerek gözlerinin içine baktım. "Sana son kez soruyorum Tekin'e Ahu ile ilgili ne söyledin?"

Ardı ardına yutkundu ve tekrar yardım ister gibi Mehmet abiye baktı. "Ben sadece," derin bir nefes alıp verdi. "Ben sadece Ahu belki de senin kardeşin değildir dedim."

Gözlerimin önünde şimşekler çaktı. "Ne dedin, ne dedin?"

"Melih" diye araya giren Mehmet abiye "Sen karışma!" diye bağırdım.

"Kötü bir amacım yoktu Melih oğlum." Derken Renan teyze ağlamaya başladı. "Sen beni Ahu yüzünden tekrar Almanya'ya gönderdiğin için öfkeyle Tekin'e böyle söyledim. Nerden bilebilirdim ki ben Ahu'yu kaçıracağını?"

"Nasıl?" diye tepki verdi Mehmet abi. Şaşkınca Renan teyzeye bakıyordu. "Renan teyze siz Tekin'in Ahu'yu kaçırdığını nereden biliyorsunuz?"

"Ne oluyor lan?" diyerek konuşmaya dâhil olan Ufuk. "Mehmet abi sen Renan Hanıma söylemedin mi Ahu yengenin kaçırıldığını?"

"Hayır söylemedim!"

Renan teyzenin rengi döndüğünde, benim de gözüm döndü. Elimi Mehmet abinin beline uzatıp silahını aldığım gibi Renan teyzeye doğrulttum. Renan teyzenin korku dolu çığlığı depoda yankılanırken, ben biten sabrımla karşımdakinin yaşlı bir kadın olduğunu çoktan yok saymıştım.

"O şerefsizin nerede olduğunu biliyor musun lan?"

"Yapma çek şunu üzerimden."

"Kes sesini!" diye avazım çıktığı kadar bağırdım. "O ağzını sadece karımın nerede olduğunu söylemek için açacaksın. Karım nerede?"

Ağlaması şiddetlenen Renan teyze "Yemin ederim nerede olduğunu bilmiyorum. Ben sadece bir yere götürür azıcık hırpalar diye düşündüm. Kaçıracağını söylediğinde yapmamasını söyledim ama beni dinlemedi." Dedi.

Duyduklarım karşısında kanımın çekildiğini hissettim. "Demek azıcık hırpalamasını söyledin?"

"Melih... Yalvarırım çek şu silahı korkuyorum."

"Lanet olsun lan karımda korkuyor!" silahın emniyet kilidini açtım. "Seni öldürmeyip buradan gönderdiğim için çok pişmanım."

"Yapma Melih..."

Hiç acımadan kalbine nişan alarak silahı ateşledim. Ve durmadım hırsımı almak için bir kez daha ateşledin. Bir kez daha ve bir kez daha ateşledim.

"Yeter öldü." Diyerek kolumdan tutan Mehmet abinin elini sertçe ittim. "Ne yeter lan ne yeter?"

"Öldü. Kadın öldü. Yeter toparla kendini yeter mahvoldun yeter!"

"Bırak beni amına koyayım. Sikik sikik konuşacağına bana karımı bul!"

"Melih, aslanım." Elini bana uzatan Mehmet abiden bir adım geriye uzaklaştım. Gömleğimin üsten iki düğmesini açtım. Yutkunamıyordum. Boğuluyordum.

"Ahu yok ve ben nefes alamıyorum. Bana nefesimi getirin."

Dibi görünmeyen derin bir kuyunun içine hapsolmuş gibiydim. Tırnaklarımla kazıdığım bu kuyudan ne yukarıya çıkabiliyordum ne de başka bir çıkış yolu bulabiliyordum. Kaybediyordum. Ben nefesimi kaybediyordum.

Aniden, kapı gürültüyle açıldı ve Osman ile Tunç nefes nefese içeriye girdi. "Bulduk. Ahu'nun yerini bulduk." İlk konuşan Tunç'tu. Tunç'un söylediklerinin doğruluğunu teyit etmek ister gibi Osman'a baktığımda sık aldığı nefesler arasında "Doğru söylüyor abi yengenin yerini bulduk."

Dibi görünmeyen kuyunun tepesinde umut ışığı belirdiğinde "Neredeyse hemen gidelim." Dedim aceleci bir tavırla.

"Yerinden eminiz değil mi?" diye sordu Mehmet abi

"Eminiz! Terk edilmiş bir köyde kömürlükte abi. Biz yengenin nerede olduğunu bulduğumuzda maskeli adamlar tarafından elimize bir zarf ulaştı. Zarfta da aynı konum görünüyor onlarda yengeyi bulmuşlar. Eminiz yani."

Boğazımda oluşan kocaman yumruyu sertçe yutkunarak gidermeye çalıştım. "Bu kadını yok edin." Ses çıkartmadan elleri önlerinde bekleyen beş adamdan ikisine kaşımla ölen Renan teyzeyi gösterdim. "Kimse ne öldüğünü bilecek ne de yaşadığını." Adamların cevap vermesini beklemeden kapıya doğru adımladım.

"Gidelim ve karımı alalım."

Oldukça hızlı bir şekilde depodan çıkıp arabalara bindiğimizde Osman ve Tunç arabayla önümüzde ilerlediğinde ben, Mehmet abi, Çağlar ve Ufuk arabalarımızla onları takip ediyorduk.

Elimle kavradığım direksiyonu sıktıkça sıkıyor, Ahu'ya kavuşacağımı düşünerek sakinleşiyordum. Altımızdan kayıp giden yol sanki uzuyordu. Kaç kez viraj döndük, kaç kez ağaçlı yol geçtik sayamadım. Zihnimdeki her şey Ahu dışında bulanıktı.

Osman bir anda arabayı durdurduğunda hepimiz birden durduk ve hiç vakit kaybetmeden arabadan indim. Yaklaşık iki yüz metre ilerde duran kömürlüğün etrafında siyah bir minibüs ve ona yakın motor vardı. Belimdeki silaha davrandığımda yanıma gelen Mehmet abi "Ne oluyor?" diye sordu.

"Maskeliler." Dedim ve ekledim. "Bizden önce gelmişler." Koşar adımlarla kömürlüğe doğru ilerlediğimde diğerleri de benim peşimden koşuşturdular.

"Dikkatli ol Melih."

Mehmet abiyi umursamadım. Koşmaya devam ettim. Kömürlükle aramda elli metre kadar bir mesafe kaldığında içeriden maskeli adam kucağında Ahu ile çıktı.

Ahu'yu öyle maskeli adamın kucağında kanlar içinde gördüğümde, ayaklarım işlevini yitirdi. Kalbimin ağzında attığını hissettim. "Ahu..." dedim bir fısıltıdan farksız çıkmayan sesimle ve ayaklarıma komut vererek maskeli adama doğru ilerledim. Maskeli adam benim yaklaşmama müsaade etmeden Ahu'yu yere bıraktı ve geriye doğru çekildi.

Zar zor beni Ahu'nun yanına taşıdı ayaklarım. Dizlerimin üzerine çöküp kan revan içinde kalan Ahu'nun yüzünü ellerimin arasına aldım. Kaşı patlamıştı. Ağzından ve burnundan kanlar akıyordu. "Kurban olduğum." dedim cılız bir sesle ve kalp atışlarını duymak için başımı göğsüne yasladım. Kulaklarımı dolduran küçücük kalbinin atışları gözümden iki damla yaşın akmasına sebep oldu.

"Çok şükür Allah'ım." Diyerek Ahu'yu kucağıma aldım. Bu benim Ahu'yu ilk kez böyle can havliyle kucaklayışım değildi. Hızlı adımlarla arabama doğru ilerlerken "Burası sende Mehmet abi." Diye bağırdım. "O oruspu çocuklarını sağ istiyorum."

"Ahu..." diyerek bana doğru koşuşturan Tunç'u önemsemeden Ahu'yu kollarımla iyice sardım. "Ahu..." dedi Tunç bir kez daha "Güzelim... Ne yaptılar sana abim?"

"Arabayı aç Çağlar!"

Çağlar arabayı açtı Ahu'yu kucağımda sabitleyip arka koltuğa oturdum. Çağlar şoför koltuğuna geçtiğinde Tunç'ta yanına oturdu ve vakit kaybetmeden arabayı çalıştırdı.

Bakışlarım kandan görünmeyen karımın yüzüne değdiğinde, parmaklarımla yüzündeki kanlara dokundum. "Bebeğim. Ben geldim yanındayım."

Dudaklarından dökülen cılız bir inleme sesinin ardından gözleri hafifçe açıldı. "Melih..." dedi.

"Yanındayım kurban olduğum."

"Gel..." öksürdü. "Geldin."

"Şişt..." dudaklarımı alnına bastırdım. "Yorma kendini yavrum."

Ahu'nun gözleri kapanınca "Emre'yi ara Çağlar ambulans göndersin. Yarı yolda karşılasın bizi."

"Tamam, abi hemen arıyorum."

Çağlar Emre'yi arayıp durumu izah ettikten sonra arabanın hızını arttırdı. Gözlerim bir saniye bile olsun Ahu'nun üzerinden ayrılmıyordu. Tunç'un konuşmalarını duymuyor, sadece içimden Allah'a şükürler ediyordum.

Nefesimi bulmuştum. Nefesimin de iyi olması gerekiyordu.

***

Allah der ki; kimi benden çok seversen onu senden alırım... Ve ekler: "Onsuz yaşayamam" deme, seni onsuz da yaşatırım.

Dayım öldüğünde yaşayamam sanmıştım. Yaşadım.

Annem delirdiğinde yaşayamam sanmıştım. Yaşadım.

Ama eğer Ahu ölürse... Bu kez gerçekten yaşayamam.

Hastaneye geleli tam üç saat olmuştu ve bu üç saat ölüm gibi geçmişti. Ahu yüzüne altığı sert darbeler yüzünden bilincini kaybetmiş ve yoğun bakımlık olmuştu. Yanına girmeme onu görmeme izin vermiyorlardı. Bir cam bölmenin arkasında öyle hiçbir şey yapmadan ölü gibi yatan bedenini izliyordum.

Yanıma yaklaşan adım seslerini duyduğumda arkama dönüp bakmama gerek kalmadan Mehmet abi olduğunu anladım.

"Melih iyi misin?" Kötü olanın Ahu olmasına rağmen benim iyiliğimle ilgilenen Mehmet abinin yakasına yapışmak istedim ama kendimi durdurdum. Bunun yerine yönümü Mehmet abiye çevirip gözlerinin içine baktım.

"Tam iki kez..." hissizce dudaklarımdan dökülen kelimeler Mehmet abinin gözlerine ulaştı. "Tam iki kez Ahu'yu yara bere içinde kucağımda taşıdım. Tam iki kez onu hastane köşesinde bekledim."

"Melih, aslanım."

"Ve sen Mehmet abi" dedim buz gibi bir sesle "Hiç bir şey yapmadın."

"Aslanım ben—"

"Sana son bir şans veriyorum. Ya benim nefesime kast eden Tekin'in yerini bana bulursun. Ya da... Hayatımdan sonsuza kadar siktir olup gidersin!"

Mehmet abi afallayarak gözlerini kocaman açtığında, bakışlarımı onun üzerinden çekip tekrar Ahu'ya çevirdim.

"Bulacağım." Dedi net kendinden emin bir sesle "Bir saate Tekin'in yerini sana bulacağım." Diyerek yanımdan uzaklaştı.

Mehmet abiye Tekin'i bana sağ getirmesi için kömürlükte bırakmama rağmen maskeli adamlarla baş edememiş ve Tekin'i alıp götürmelerine engel olamamıştı. Levent zaten tam kalbine isabet eden tek kurşunla öldürülmüştü. Ben hıncımı alamamanın öfkesini yaşarken Tekin'in telefonuna kayıtlı Ahu'ya tecavüz etmeye yeltendiği iğrenç videoyu izlerken kafayı yemiş bütün hastaneyi ayağa kaldırmıştım. Sonuç ise kıçıma yediğim sakinleştirici olmuştu.

Şuan ki sakin durmamın tek sebebi lanet sakinleştiriciydi. Gerçi videodaki Tekin'in sözleri aklıma geldikçe deliriyor gibi oluyordum ama ilacın etkisiyle içimdeki fırtınayı dışıma vuramıyordum.

"Melih abi." Diye seslendi Emre. Göz ucuyla Emre'ye baktığımda "Abi sen bu fikrinde kararlı mısın?" diye sordu.

"Kararlıyım. Sen Ufuk'la konuştun mu? Halletmiş mi meseleyi?"

Sıkıntılı bir nefes veren Emre "Konuştum abi yola çıkmış geliyormuş." Dedi ve gözleri Ahu'yu buldu. "Bende şimdi yengenin kanını alacağım."

Başımı tamam der gibi salladım. "Sonuçlar ne zaman çıkar."

"Bir hafta da sonuçlar çıkıyor."

Kafamı kemiren şeyin sonuçlarının çıkmasına sanırım bir hafta daha dayanabilirdim.

"Melih..." diye seslendi Mehmet abi yanıma gelip omzumu erkekçe sıktı. "Tekin'i götürdükleri yerin adresini aldım. Zor oldu ama maskeli adamlar bana adresi verdi." Elinde tuttuğu kâğıdı bana uzattı. "Seni bekliyorlar. Git ve bütün sinirini stresini Tekin itinin üstünde at."

"Eyvallah." Dedim kâğıda uzanıp aldım.

Koridorda çıkışa doğru ilerlediğimde arkamdan Çağlar seslendi. "Gittiğin yere bensiz mi gidiyorsun abi?"

Ben bir cevap vermeden Mehmet abi konuştu. "Yalnız gelsin dedi adamlar."

"Bende geleceğim abi. Benim de Tekin üzerinde atmam gereken sinir ve stresim var."

Çağlar'a gelme desem de peşime takılıp geleceğini bildiğimden "Gel." Dedim ve arkamızda söylenen Mehmet abiyi bırakarak hastaneden çıktık.

***

Bir sur gibi korunan etrafında tel örgüler olan yere gelmemiz bir saat sürmüştü. Dışarıdan bakıldığında yasak bölge gibi duran ve Villayı anımsatan binanın etrafında sayısız maskeli adam vardı. Tel örgüleri geçip binanın önüne geldiğimizde gözlerimi etrafta gezdirdim.

"Hoş geldiniz Melih Bey ama biz sizi yalnız bekliyorduk.

Bakışlarımı konuşması zar zor anlaşılan maskeli adama çevirdiğimde, yanımda bulunan Çağlar benden önce davranıp konuştu.

"İçerideki puştla benimde görmem gereken bir hesabım var."

"Yinede—" diye konuşmaya çalışan maskeli adamı sertçe "Burada durup saatlerce sizinle muhabbet etmeyeceğim." Diyerek susturdum. "O şerefsiz nerede?"

Maskeli adam bir süre sessiz kaldıktan sonra eliyle geçmemiz için depoyu işaret etti. "Bu taraftan buyurun." Dedi.

Çağlar ile aynı anda maskeli adamın gösterdiği tarafa ilerledik. Duvarla bir kamufle olan küçük kapıdan içeriye girdikten sonra önümüze çıkan merdivenleri çıktık. Biten merdivenlerin sonunda çelik siyah bir kapı bizi karşıladı. Kapının üzerinde yazan "Ölüm deposu" yazısına takılmadan kapının açılmasını bekledik. Maskeli adam kapıyı şifreli bir şekilde tıklattı ve kapı sadece birkaç saniye içinde açıldı.

Vakit kaybetmeden Çağlar ile içeriye girdiğimizde, üzeri çıplak bir şekilde ellerinden ve ayaklarından bağlanmış her yerinden kan akan Tekin'i gördüm. Tekin'in etrafında birkaç tene maskeli adam vardı. Ama bu benim umurumda bile değildi.

Tekin'e yaklaştım, yaklaştım ve yaklaştım.

"Beni özledin mi Tekin Demir?"

Tekin'in baygın bakışları direkt beni buldu. Yüzünde ki kan izlerinin bile saklamaya yetmediği korku gün yüzüne çıkmış, kendini belli ediyordu.

Ağzından fışkıran kanların arasında "Beni siz öldürün." Bağırdı maskeli adamlara hitaben "Beni bu adamın eline vermeyin. Yalvarırım siz öldürün."

"Çok ayıp" dedim cıkcıklayarak "Sana ölümü mumla aratacak şeyler yapacağım."

Tekin olduğu yerde çırpınamaya başladı. Aynı zamanda da maskeli adamlardan yardım dileniyordu. Bakışları Çağlar'a çevirdim. "İlk sen başlamak ister misin Çağlar?" diye sordum.

Çağlar dudağının kenarını tehlikeli bir şekilde kıvırdı. "Yok abi." Dedi gözleriyle Tekini baştan aşağıya süzdü. "Sen keyfine bak. Ben son hamleyi yapacağım.

Hayhay der gibi başımı salladığımda yönümü Tekin'e çevirdim.

Yüzüme yerleştirdiğim gülümsemeyle Tekin'in korku dolu gözlerinin içine bakarak yanına ilerledim. Tam önünde durup boynumu iki yana yatırarak çıtlattım. Pantolonumun arka cebine koyduğum jileti çıkartıp iki parmağımın arasında sıkıştırarak Tekin'e doğru salladım.

Tekin'in art arda yutkunma sesine patlayacakmış gibi atan kalbinin sesi karışıyordu. Bir elimle jileti tutup bir elimle Tekin'in yüzünü kavrayıp jiletin keskin ucunu dudağının kenarından çenesine doğru bastırdım.

"Ahhh..." diye bağıran Tekin'in inilti sesi beni daha da kamçılıyordu. Aynı işlemi dudağının diğer ucuna da yaptığımda Tekin ağlamaya başladı. "Ahu'nun kanayan dudağına karşılık dudakların." Dedim ve aniden jileti bağlı olan sağ elinin üstünden omzuna doğru bastırdım.

"Ah yapma..!"

"Bu ellerin nasıl benim karımın saçlarını çeker lan sikik herif?" diğer eline de Jileti bastırdığımda iki kolu da boydan boya jilet izi oldu. Tekin'in yaralı bir hayvan gibi inlemeleri depoda yankılandı.

Ellerime ve jilete bulaşan Tekin'in kanları beni durdurmaya yetmedi. "Seni hemen öldürmeyeceğimi ölmek için yalvartacağımı biliyorsun Tekin. Bilmene rağmen benim karımın canını acıtıyorsun. Yetmiyor birde göz dikiyorsun." Jileti iki göğsünün arasından göbeğine doğru bastırıp derin bir yara oluşturdum.

"Ahhh yeter. Öldür beni Allah'ını Peygamberini seviyorsan öldür beni. " Arka tarafına geçip jiletle sırtına kesikler atmaya başladığımda "Yalvarırım öldür beni!" diye acılı bir sesle haykırdı.

"Çok iyi gidiyorsun abi." Diyerek alkış çalan Çağlar'a baktığımda maskeli adamların Tekin'e bakarken zorlandığını hatta bazısının kafasını yere eğerek kulaklarını eliyle kapattıklarını gördüm. Oysaki ben Tekin'in attığı her açılı çığlıkla kendime geliyordum.

Elleri ayakları bağlı olmasa her an yere yıkılacakmış gibi olan Tekin'in saçlarına elimi geçirip başını geriye doğru yatırana kadar çektim. "Senin gelmişini geçmişini sikeceğim. Ölünü böceklere yem edeceğim." Diyerek jileti saçının başladığı yere bastırıp derisiyle birlikte saçını kesmeye başladım.

Tekin'in çırpınışları acı feryadına karışıyordu. Sesini duyuracak kadar bağırıyor ama sesini duyurduğu adamların yardımını alamıyordu. Tekin acı içinde kıvrandıkça ben derisiyle birlikte saçlarını kafasından kazıyıp attım. İşim bitince geri çekilip Çağlar'ın yanına geldiğimde Tekin kana bulanmış insana dönüşmüştü.

"Son hamleni yap Çağlar." Dedim haz dolu bir sesle. Çağlar kaşlarını havaya kaldırıp dudağının kenarını kıvırdı "Hemen yapıyorum abi." Dedi ve Tekin'e doğru yaklaştı. "Seni saatlerce dövüp uğraşmayacağım. Sen güya erkeklik gösterip benim kadınımı şiddet uyguladın. Bende senin o bir işe yaramayan erkekliğini alacağım."

Cebinden ustura bıçağını çıkartıp açtı. Yarı baygın halde olan Tekin'in gözleri fal taşı gibi açıldığında Çağlar ani bir hareketle Tekin'in şortunu indirdi ve ustura bıçağıyla Tekin'in erkekliğini kesti. Tekin'in haykırışları arşa çıktığında Çağlar beni bile şoka uğratarak Tekin'in kestiği erkekliğini onun ağzına soktu.

"Benim işim bitti abi." Dedi pis pis sırıtarak "Sen mi öldürmek istersin ben mi öldüreyim?"

"Ben öldürürüm." Dedim kurşungeçirmez sert bir sesle ve Tekin'e doğru ilerleyip elimdeki jiletle şah damarını kestim.

Ve Tekin Demir'i cehennemin dibine uğurladım.

***

Tekin'in ölümün üzerinden tam bir hafta geçmişti. Ama hala Ahu kendine gelememişti. Doktorların söylediğine göre Ahu'nun uyanmayışı psikolojikmiş. Psikolojisi yıprandığı için uyanmıyormuş. Doktorlara inanmayıp yurt dışından getirttiğim Profesörde aynı kanıya varınca el mecbur Ahu'nun uyanması beklemekten başka bir çaremiz kalmadı.

Zihnimi meşgul eden ve sinsi bir yılan gibi beni zehirleyen testin sonucu yarın çıkacaktı ve ben sonuçtan deli gibi korkuyordum.

Şimdi de yaptırdığım testten haberdar olan Hüseyin amcanın yoğun ısrarlarını kıramamış ve birazda kafam dağılsın diye onunla birlikte meyhaneye gelmiştik.

"Hızlı gidiyorsun evlat! Az yavaşla gece uzun daha."

Hüseyin amcadan gözlerimi kaçırdım ve elimdeki kadehi kafama diktim. İçkinin boğazımda bıraktığı yakıcı hissi artık umursamıyordum. Biten bardağı masaya sertçe indirip içini tekrardan doldurdum. Bu gece her şeyi unutana kadar içecektim.

"Böyle yaparak ne geçmişi ne de geleceği değiştirebilirsin evlat. Bu mereti kafan uyuşana kadar içsen ne olur ki?" bezmiş bir sesle konuşmaya devam etti. "Ne yaşadığın şeyleri ne de yaşattıklarını unutamazsın."

Haklıydı hem de çok haklıydı. Bu haklılık karşısında aniden iki kaburgamın arasına tekme yemiş gibi sarsıldım.

"Ben..." dedim zehirli bir hançer gibi boğazıma oturan kelimeleri telaffuz etmekte güçlük çekiyordum. "Ahu giderse ben ne yapacağımı bilmiyorum. Nasıl nefes alacağımı hiç bilmiyorum."

"Çünkü ona âşıksın." Dedi Hüseyin amca önündeki rakıdan bir yudum aldı. "Hatta daha da fazlası sen ona muhtaçsın. O senin ateşine su oldu."

Düz bir bakışma, bu bakışmanın tam ortasında oluşan sessizlik çanının ucunda ölün ıslığı çalıyordu.

Ben büyüdüğüm, ağladığım, üzüldüğüm hatta güldüğüm tüm zamanlarda yalnızdım. Ama Ahu'nun olmadığı nefesini hissetmediğim bu zamanın geçmesini beklemek bambaşka..." dediğimde sesim öyle az, öyle yorgun çıkmıştı ki. "Bu çok başka Hüseyin amca."

"Evlat..."

"İçki dolu bardağı kafama bir kez daha diktim. Tekin'e yaptıklarım içimi yeterince soğutmamıştı. Ve benim içimde olan zehirli fırtınayı kusmam gerekiyordu. Bunun içinde Hüseyin amca en iyi dinleyiciydi.

"Hüseyin amca." Dedim.

Hüseyin amca bana tebessüm ederek rakı bardağını eline aldığında, onunda beni dinlemek istediğini anladım.

"Ben kader diye bir şeyin varlığına inanmam sanmıştım. Hayat karşıma Ahu'yu çıkartana kadar."

"Kader insanoğlu daha bu fani dünyaya gelmeden önce vardı Melih. Sen sadece kadere inanmak istemedin."

"İnanıyorum artık." Dedim kabullenmiş bir sesle. "Kader diye bir şey var ve bu kader bana Ahu'yu getirdi." Boğazımı ıslatmak için içkimden büyük bir yudum aldım. "Ve bu kader beni Ahu'ya öyle bir meftun etti ki onsuz olmayı düşünemiyorum."

Başımı kaldırdığımda Hüseyin amcanın keskin gözleriyle gözlerim kesişti. Sisli bulutların çöktüğü gözlerinde bir süre yaşanmışlık saklıydı.

"Bu testin sonucu" diye başladığı cümlenin devamını getirmek istiyor, ama vereceğim tepkiden çekindiği için devamını getirmeye zorlanıyordu. Elini savurarak "Neyse boşver." Dedi ve rakı bardağına uzanarak yarısına kadar içti.

Aramızda kısa süreli bir sessizlik oluştu.

Hüseyin amca burun kemerini sıktı ve derin bir soluk bıraktı. "Bu testin sonucu seni üzer. Yıkılırsın."
Dudaklarımı aralayıp konuşacakken telefonum çaldı. Bakışlarını Hüseyin amcadan çekip telefonumu cebimden çıkartıp kimin aradığına baktım. Ekranda Emre'nin adını görmemle vakit kaybetmeden çağrıyı yanıtladım.

"Alo Emre."

"Alo Melih abi hastaneye gelmen lazım."

Oturduğum yerden ayağa kalktım. "Ne oldu Ahu'ya bir şey mi oldu?"

"Hayır abi yenge iyi. Testin sonucu şuan elimde gelsen iyi olur."

"Geliyorum." Dedim ve telefonu kapattım. Cebimden çıkarttığım bir miktar parayı masaya bıraktım. Bakışlarım Hüseyin amcanın meraklı yüzüne değdiğinde "Kusura bakma Hüseyin amca benim gitmem gerek. Bizim çocuklar seni eve bıraksın." Dedim. Hüseyin amca sorun yok der gibi başını salladı. Hafifçe tebessüm ederek karşılık verdim ve çıkışa doğru ilerledim.

Aynı hızlılıkla arabama binip çalıştırdım ve hastanenin yolunu tuttum.

Olabildiğince kısa bir sürede hastaneye yetiştiğimde direkt Emre'nin odasının bulunduğu kata çıktım. Odanın önüne geldiğimde kapıyı çalma gereği duymadan birden açtım. İçeriye girer girmez Emre oturduğu koltuktan ayağa kalktı. Onunla birlikte Çağlar, Ufuk ve Osman da ayağa kalkıp bana baktılar. Kapıyı kapattım. Emre'ye doğru yaklaştım.

"Test sonucu nerede?"

Emre masasının üstünde sarı renkli zarfı alıp bana uzattı. "DNA testi sonucu bu zarfın içinde Melih abi."

Yutkunmayı unutmuş gibi yutkunamadığımda bana doğru uzanan zarfı elimi uzatıp aldım. Terleyen ellerime rağmen parmaklarımın yardımıyla zarfı açıp içindeki kâğıdı çıkarttım.

Bütün gözler üzerimdeyken kağıdın içinde yazan raporu okudum, okudum ve okudum. En son herşeyi belirleyecek sonucu okuduğumda, Dünyam yıkıldı ve ben o enkazın altında kaldım. Ayağımın altındaki yer kaydı ve ben dizlerimin üzerine çöktüm.

"Abi" diye seslenen seslenen sesler uğultu eşliğinde kulağıma dolduğunda ben hiçbir tepki vermiyordum. Çünkü pişmanlık ve suçluluk duygusu boğazıma bir halat misali yapışmıştı.

Sıkı sıkıya tuttuğum kağıt parçası elimden çekildiğinde tepki veremedim. Çağlar raporu okumaya başladığında her bir harf çivi niteliğinde kafamın içine saplandı. En son okuduğu şey ise hançer olup kalbime saplandı.

"Sonuç negatif. Ahu yengenin babası Cevdet Demir değilmiş."

BÖLÜM SONU

 

Loading...
0%