Yeni Üyelik
48.
Bölüm

47. Bölüm

@esranurozer

 

                                                       
       

Ferah Zeydan: Yanlışız Senle

"Baba..."

Gözlerimi açmama sebep olan bu ses küçük kızımıza aitti. Melih'in kollarının arasından çıkmaya çalıştığımda kapının ardından kızımızın sesi bir kez daha duyuldu.

"Baba..."

Melih bu defa kızımızın sesini duyarak gözlerini açtı. Gözleri kısa bir an benim gözlerimi buldu ve dudağının kenarını kıvırdı. "Kızım..." diyerek yataktan kalktı, kapıya ilerleyip kapıyı açtı. Kapıyı açar açmaz kızımız küçük kollarını Melih'e uzatıp "Babacığım..." diye çığlık attı. "Çok özledim seni."

Melih dizlerinin üzerine çökerek kızımızla aynı hizaya gelmesiyle kızımızın kolları Melih'in boynuna sarıldı. Kolları o kadar küçüktü ki Melih'in boynunu bile kavrayamıyordu. "Ben de seni çok özledim bebeğim." Melih kızımızı kucağına alarak ayağa kalktı ve yatağa doğru ilerledi.

"Biz buraya ne zaman geldik baba?" diye soran kızımıza "Akşam sen uyurken geldik bebeğim." Diye cevap verdi Melih.

Yatakta zar zor doğrularak sırtımı yatak başlığına dayadım ve hemen yanı başımda oturan kızıma ve kocama baktım. Melih'te tıpkı benim gibi yatak başlığına sırtını yaslamıştı ve karnının üzerine de kızımızı oturtmuştu.

Kızımızın elleri Melih'in kirli sakallı yüzünde gezerken, Melih'in büyük elleri kızımızın kumral saçlarında geziyordu. Kızımızın saçları, gözleri, ten rengi ve hatta kıskançlığı tıpkı Melih'e benziyordu. Tam anlamıyla babasının kızıydı.

"Ben sözümü tutup üç gün boyunca uslu durduğum için sen de beni uzaklarda ki evimize getirdin değil mi baba?"

Melih üç gündür şirkette oluşan bir sorunla uğraştığı için sabaha karşı eve geliyor, bir-iki saat uyuduktan sonra tekrar şirkete geçiyordu. Hal böyle olunca üç gündür baba kız bir türlü yan yana gelemiyordu. Melih şirketteki sorunları tamamen çözüme kavuşturup eve geldiğinde saat dokuz buçuktu ve kızımız çoktan uyumuştu. Melih'te sabah uyandığında ona sürpriz olsun diye akşamdan yola çıkarak bizi Mudanya'da ki evimize getirmişti. Sonuç ise Melih'in de tahmin ettiği gibi kızımızın bu sürprizle çok mutlu olmasıydı.

Melih başını sallayarak gülümsedi. Kızımızın yanağına bir öpücük kondurdu. Fısıltılı ama duyulur bir ses tonuyla "Verdiğim görevi de yerine getirdin mi çiçeğim?" diye sordu.

Kızımız heyecanlı bir şekilde başını hızla sallayarak "Evet..." diye çığlık attı. Sonra birden yanlış bir şey yapmış gibi küçücük eliyle küçük ağzını kapattı. Parlayan ela gözlerini bana çevirdi ve Melih'in kulağına doğru yaklaşarak daha kısık bir sesle "Görev tamam baba." dedi. Sanırım görev her neyse benden saklanıyordu.

"Ne göreviymiş bu?" diye sorduğumda, kızımız ela gözlerini benden çekip Melih'e baktı. Melih göz kırpınca kıkırdadı ve tekrardan ela gözleri beni buldu. "Baba kız arasında anneciğim." Dedi bilmiş bir edayla.

"Allah Allah ne sırrıymış bu anneden bile saklanan?"

"Sır yavrum." Dedi Melih ve kızımıza dönerek yüzünü avucunun içine aldı. "Söyle bakalım bebeğim ben yokken ne yaptın?"

Kızımız sanki bu soruyu bekliyormuş gibi elini açıp parmaklarını avuç içine bükerek tek tek saymaya başladı. "Annemle elmalı kurabiye yaptık ama ben tadını sevmedim."

"Hah" dedim tepkili bir şekilde "Babasının kızı. Sizin ağzınızın tadı yok bir kere yoksa hangi insan evladı elmalı şeyleri sevmez ki?"

İkisi de beni pek takmadı. Çünkü ikisi de benim aksime elmalı şeyleri sevmiyordu.

"Osman amcamla saklambaç oynadık. Ama annem bizimle oynayamadı baba."

"Neden?"

Kızımızın bakışları kocaman olan karnıma kaydı ve küçük elini karnıma uzatarak okşadı. Karnımı okşamasıyla bebeğim ablasının dokunuşlarını hissetmiş gibi kıpırdadı. Kızımın gülümsemesi daha da büyüdü ve gözleri heyecanla kocaman açıldı.

"Çünkü annemin karnı kocaman ve onu saklayabilecek büyük bir yer yok. Hem annem hızlı hareket edemiyor baba. Osman amcam saklambaçta aşırı iyi." Kıkırdadı "Ama bunu sakın Mehmet amcama söyleme çünkü o hemen küsüyor."

"Söylemem." dedi Melih ve ekledi. "Şimdi görev raporunu ver bakalım bana küçük Hanım."

Görevin ne olduğunu duyabilmek için can kulağıyla onları dinliyordum. Kızımız Melih'e birazcık daha yaklaşıp yanağını öptü ve küçücük elleriyle Melih'in yüzünü kavradı. "Senin söylediğin gibi her sabah annemi izledim baba." Demesiyle gözlerim yok artık der gibi kocaman açıldı. "Kızım..!" diye ikaz ettiğimde. Kızımızın gözleri beni buldu ama Melih bu duruma el atarak kızımızın çenesinden tutarak bakışlarını benden çekti.

"Annene bakma güzelim. Ben seni dinliyorum devam et sen."

Kızımız kendisini babası tarafından güvence altına alınca konuşmaya devam etti. "Annem üç gün boyunca kahvaltıdan önce senin yasak dediğin tatlıları yedi."

"Ya öyle mi?" dedi Melih yandan bana bir bakış atarak. Kızımız başını evet der gibi sallayıp "Babacığım." Dedi nazlanarak "Ama hepsi annemin suçu değil. Sevgi teyze tatlı yaptı annemde yedi. Yani suçlar ortak."

"Tamam kızım. Hadi sen odana gidip elini yüzünü yıka birlikte kahvaltı yapalım."

Kızımız başını heyecanla sallayarak Melih'in iki yanağından öptü ve karnının üzerinden kalkarak bana doğru yanaştı. Tıpkı Melih'i öptüğü gibi beni de yanaklarımdan öptükten sonra yüzümü avucunun içine aldı. "Sakın bana kızma anne. Görev görevdir ve babaya yalan söylenmez."

Yanağını öpüp"Kızmadım annem." Derken Melih'in keskin bakışlarını üzerimde hissediyordum. Kızım kollarımın arasından çıkıp koşar adım, açık kapıya doğru ilerlediğinde "Yavaş ol kızım." Diye uyardı Melih.

Kızımız odadan tamamen çıktığında Melih yatakta bana doğru yaklaşıp elinin kemikli sırtını yüzümde gezdirdi ve en son çeneme inen parmak uçları çenemi kavrayarak beni kendine doğru çevirdi. "Yüzüme bak Ahu." dedi ağır hareket ederek gözlerimi gözlerine çıkarttım.

"Neden aç karnına tatlı yiyorsun yavrum? Yemeğini yedikten sonra tatlını yesen olmuyor mu?"

"Ben yemiyorum ki..." dedim sesimi masum çıkartmaya çalışarak "Oğlum istiyor bende yiyorum." Melih'in sert yüz ifadesi yumuşar gibi oldu ama hemen kendisini toparladı. Elini karnıma koyup boydan boya okşadı. Oğlumuz onun dokunduğu andan itibaren içeride durmadan hareket etmeye başladı. Melih başını karnıma yaklaştırıp karnımdan öptü. "Seni seviyorum oğlum." Dedi.

Başını kaldırıp yüzüme baktı. Elleri hala karnımı okşarken "Oğlum nasıl?" diye sordu.

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "İyi..." dedim. Melih bu kez dudaklarını alnıma bastırıp "Peki ya annesi nasıl?"

Tam cevap verecekken uzaklardan cılız bir ses "Ahu kızım." Diye seslendi. Sesin nereden geldiğini anlamak için gözlerimi etrafta gezdirmeye başladığımda bulunduğum ortam bulanıklaştı. Telaşla Melih'e baktığımda aynı cılız ses tekrar duyuldu. "Uyan kızım."

Önce Melih yok oldu, daha sonra karnım indi. Bulunduğum yer karanlığa bürünüp beni içine hapis ettiğinde cılız ses daha yakından ve gür gelmeye başladı. Gözlerim kendinden bağımsız bir şekilde kapandı. Tekrar açmaya çalıştığımda sanki üzerine tonlarca ağırlık çökmüş gibi gözlerimi açamadım. Elimde bir dokunuş, minik bir ıslaklık hissettim ve hemen ardından "Ahu'm annem." Diyen annemin sesini duydum. Kendimi zorlayarak güç bela gözlerimi araladığımda ilk karşılaştığım şey açık yeşil renk tavan oldu.

*** 

Zihnimde hala gördüğüm rüyanın etkisi ve kulağımda annemin sesi varken burnumdaki yarayı kontrol eden Profesöre konsantre olamıyordum. Sağ elim Melih'in büyük elleri arasındaydı ve uyandığım andan itibaren elimi sıkı sıkıya tutmaya devam etmişti. Ama gözleri için aynı şeyleri söylemem pek mümkün değildi. Çünkü Melih uyandığımdan beri bir kez bile olsun gözlerini gözlerime değdirmemişti.

Kapıya yakın kısımda, tekerlekli sandalyenin üstünde oturan annem Birsen teyzeye sarılarak mutluluk gözyaşları döküyordu. Birsen teyzenin de annemden kalır yanı yoktu. Onunda gözyaşları mutluluktan akıyordu. Ben uyandım diye mutlulardı.

Açık kapının girişinde ayakta Kenan amca ve Tunç bekliyordu. Tunç'un yüzünde var olan buruk gülümseme gözlerine de yansımıştı. Sanki yanıma gelmek istiyor ama benim tepkilerimden çekiniyormuş gibi bir hali vardı. Şu anda Tekin'in bu yaptıklarından kendisini deli gibi suçladığını biliyordum. Ben çok üzgündüm. O da benim gibi üzgündü.

"Yarayı kapatalım Emre." Diyen Profesörün sesiyle bakışlarımı Tunç'tan çekip Emre'ye baktım. Emre işinin ehli bir doktordu. Daha önce kaç kez beni pansuman edip tedavi ettiğini saymayı bırakalı çok olmuştu. Ama burnuma yaptığı bu pansuman ikinciydi. Birincisi bir sadist tarafından saldırıya uğradığımda, ikincisi ise öz abim tarafından uğradığım saldırıdan dolayıydı.

O anlar, Tekin'in bana saldırdığı ve tecavüz etmeye çalıştığı anlar gözlerimin önüne geldiğinde, kendimden bağımsız bir şekilde gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Melih elimdeki baskısını arttırarak canını yakacak şekilde elimi sıktı. Bu onun dilinde ağlama demekti.

"Ahu Hanım." Dedi Profesör ve ekledi. "Burnunuz gayet iyi durumda hatta..." babacan bir tavırla gülümsedi. "Eskisinden bile daha iyi. Küçücük bir dokunuşla burnunuzu düzelttik."

Profesörün böyle konuşarak aklımı dağıttığının farkına varacak kadar kendimdeydim. Neden ağladığımı sormak yerine, beni nedenlerimden uzaklaştırmaktı amacı ve bunu da iyi başardığı aşikârdı.

Profesör başucumda duran peçeteden bir yaprak alarak bana uzattı. "Nasılsınız bakalım?" diye sordu.

"İyiyim" diyebildim çatlak çıkan bir ses tonuyla.

"Güzel..." diyerek elindeki dosyaya bir şeyler yazdı. "Yaklaşık on gündür uyuyorsunuz. Siz uyurken bizde boş durmadık ve yaralarınızla ilgilendik." Elindeki kalemle burnumu işaret etti. "Az önce de dediğ im gibi burnunuz efsane oldu."

Profesör konuşuyordu ama ben tam anlamıyla algılayamıyordum. Algıladığım tek şey on gündür uyuyor oluşumdu. Oysaki bana hiç on gündür uyuyormuşum gibi gelmemişti. Sanki sadece birkaç saat uyumuş sonrada uyanmışım gibi hissediyordum. Bu his tuhaftı.

"Biz eve gidebilir miyiz Profesör Bey?" diye soran Melih'in sesiyle daldığım düşüncelerden çıktım. Profesörün bakışları bir benim birde Melih'in üzerinde gezdi. Durum tespiti yapar gibi biraz düşündükten sonra konuştu.

"Aslında eve gitmenizde bir sakınca yok. Ahu Hanımın fiziksel tedavileri tamamlandı. Evde kendini daha rahat hissedecektir. Ama..." duraksadı. "Başka bir mesele var ve biz bu konuyu sizinle dışarıda özel olarak konuşalım mı Melih Bey?"

Melih başını sallayarak onay verip elini elimden çekmeye çalıştığında elini sıkıca tuttum. Melih'in gözleri ilk kez gözlerimi buldu ama bu fazla uzun sürmedi Melih hemen gözlerini gözlerimden çekerek yüzüme doğru eğildi ve alnıma dudaklarını bastırdı. "Konuşup hemen geleceğim yavrum. Sonra da evimize gideceğiz." Bir kez daha alnımdan öptü. "Tamam mı?"

"Tamam" der demez Melih yüzünü yüzümden çekti ve elimi bırakarak Profesörle odadan çıktılar. Onları Emre ve Tunç'ta takip etti. Birsen teyze odanın içinin boşalmasıyla tekerlekli sandalyedeki annemi bana yaklaştırması için Kenan amcadan yardım istedi. Kenan amca hiç itiraz etmeden annemi bana doğru yaklaştırdı. Bu sırada da Birsen teyze diğer tarafımdaki boşluğa gelip oturdu. Şimdi sağımda Birsen teyze solumda ise annem duruyordu ve ikisinin de elleri ellerimi kavramıştı.

"Nasılsın kızım?" diye soran Kenan amcanın sesiyle üçümüzde Kenan amcaya baktık. Kenan amca Melih vurulduğunda bana tokat attığından beri kızım demeyi bırakmıştı ve bu o günden sonra ilk kızım diye seslenişiydi.

"İyiyim Kenan amca." Diye cevap vermemle Kenan amca şefkat dolu gözlerle bana bakarak elini saçlarıma koyup okşadı. "Hep iyi ol kızım. Geçmiş olsun." Dedi.

Şaşkınlıktan dolayı yuttuğum dilim ve kocaman açtığım gözlerimle Kenan amcaya bakmayı sürdürürken, Kenan amca odadan çıkıp gitti. Bana da arkasından öylece baka kalmak düştü.

"Ay benim kocam çok merhametlidir ya." dedi Birsen teyze "Bak gördün mü Ahu hiç kıyamadı sana. Hem zaten adam günlerdir sana ve Berna'ya üzülmekten kendini harap etti."

Birsen teyzenin Berna'dan söz etmesiyle birden olduğum yerde histerik bir şekilde titredim. "Berna..." dedim. "İyi mi o? Nerede? Nasıl?"

"Sakin ol kızım." dedi Birsen teyze ve ekledi. "Berna gayet iyi beş gün oldu hastaneden taburcu olalı. Aldığım gibi bize götürdüm. Kendi ellerimle bakıyorum Berna'ya kötü olması mümkün mü?" cıkcıkladı. "Zaten şimdi Ezgi'yi başına bıraktım bizim evdeler." Yüzümü avuçladı. "Hele bir eve gidelim sana da kendi ellerimle bakacağım kuzum." Yanaklarımdan öptü. "Gerçi Melih seni bize götürmeme izin vermedi ama olsun. Ben size gelirim güzel kızım. Kızlarda seni çok merak ediyorlar, onları da alırım gelirim ben." Gözleri annemi buldu. "Hem annenden de ayrı kalmamış olursun."

Tam bu anda annem varlığını hissettirmek ister gibi elimi sıkıp dudaklarına götürüp öptü. Minnet dolu gözlerle anneme ve Birsen teyzeye baktım.

İyi ki varlardı.

Hep var olsunlardı.

***

Dünya durmadan dönüyordu. Dünya döndükçe insan bir şekilde yaşıyordu. Mevsimler değişiyor, zaman akıp gidiyor, insanlar doğuyor, insanlar ölüyordu. Ama dünya hiç durmadan dönmeye devam ediyordu.

Güneş ne doğmaktan bıkıyor, ne de batmaktan bıkıyordu.

Zaman hiç acımadan ömrümüzden çalarak geçiyordu.

Hastaneden çıkıp eve gelmemizin üzerinden iki gün geçmişti. Eve geldiğimiz akşam Melih tek kelime etmeden bana arkamdan sarılarak uyumuştu. Hal ve hareketleri bir tuhaftı. Yüzüme bakmıyor, göz göze gelmekten sakınıyordu. Melih'in aksine Sevgi Hanım bir şeye ihtiyacım var mı diye gözümün içine içine bakıyordu. Keza aynı şey Çağlar, Ufuk Osman ve Tunç için de geçerliydi. Hatta ve hatta Mehmet abi bile sürekli etrafımdaydı. Ama anlayamadığım bir şekilde Melih benden uzak duruyordu.

O benden böyle uzak durmaya devam ettikçe benim aklıma kötü kötü şeyler geliyordu. Kendi kendime belki de Tekin'in kayda aldığı videoyu izledi ve kendini suçlayarak benden uzak durmaya karar verdi diye düşünüyordum. Sonra bu düşüncemin saçmalığının farkına vararak vazgeçiyordum.

Yine bu sabah uyandığımda Melih'i yanımda bulamamıştım. Bakışlarım duvardaki saate takıldığında saatin daha sabaha karşı altı buçuk olduğunu gördüm. Yataktan ayaklarımı sarkıtarak kalktım ve yavaş adımlarla banyoya ilerledim. Banyodaki ihtiyaçlarımı hallettikten sonra elimi yüzümü yıkamak için banyo tezgâhının önüne geldim. Musluğu açıp elimi yıkadıktan sonra dişlerimi fırçaladım. Bakmaya çekindiğim ve asla göz göze gelmediğim aynaya yüzümü yıkamak için bakmalıydım. Avucumun içine doldurduğum suyu burnuma dikkat ederek yüzüme serptiğimde su damlaları şişmiş ve azıcık morarmış gözaltlarımda durdu. Feci görünüyordum. Aynaya bakmama sebebim de kendimi böyle görmek istemememdendi.

Daha fazla aynaya bakmaya dayanamayarak banyodan çıktım. Üzerime şöyle bir baktığımda pembe askılı şort gecelik takımı vardı. Üzerimi değiştirme işinden vazgeçip direk kapıya doğru ilerledim. Melih bu saatte yatakta yoksa ya çalışma odasındaydı ya da spor odasındaydı. Odadan çıktıktan sonra ilk işim çalışma odasına bakmak oldu. Kapıyı bir kez tıklattıktan sonra açtım ama içeride Melih'in olmadığını görünce kapıyı tekrar kapatıp merdivenlere ilerledim. Çıplak ayaklarımın bıraktığı küçük seslerle merdivenden indim.

Duvar ile kamufle olmuş spor odasının kapısını açıp içeriye girer girmez Melih'in sert solukları kulağıma doldu. Kapıyı kapatıp içeriye doğru ilerledim ve Melih'i görmek için gözlerimi etrafta gezdirdiğimde onun deli gibi kum torbasını yumrukladığını gördüm.

Hayır, kesinlikle Melih kum torbasını yumruklamıyor, parçalıyordu. Geldiğimi bile fark etmemişti. Bütün hırsını zavallı kum torbasından çıkartmak ister gibi var gücüyle yumruk atıyordu. Onu böylesine çıldırtan şeyin ne olduğunu deli gibi merak ediyordum.

Varlığımı fark etmesi için sesli bir şekilde boğazımı temizlediğimde, Melih'in kum torbasına vurmak için yumruk yaptığı eli havada kaldı. Bir eliyle kum torbasını sabitleyip bakışlarını bana çevirdi ve nefes nefese "Yavrum." Dedi.

Olduğum yerde suç işlemiş küçük bir kız çocuğu gibi sallanarak gülümsedim ve "Günaydın." dedim.

"Günaydın" diyerek bakışlarını benden çekip arkasını döndü. Gülümsemem soldu. Melih az ileride duran sehpanın üzerindeki su şişesini aldı. Şişenin kapağını açıp kafasına dikti. Büyük yudumlar aldığı suyun boğazından bıraktığı sesler kulağıma geliyordu. Su içmeyi bıraktıktan sonra yavaşça önünü bana döndü.

"Neden erkenden uyandın Ahu?" diye sordu. Parmağının ucuyla başını kaşıdı. "Uyuyup dinlenmelisin."

"Sende..!" dedim.

"Ne..?" dedi.

"Sende dinlenmelisin diyorum. İki gündür uyandığımda seni yanımda bulamıyorum. Eminim ki ben hastanede olduğum zamanlarda da uyuyup dinlenmedin."

Yutkundu. Yutkununca hareket eden âdem elmasına gözlerim takıldı. Alnından yanağına doğru süzülen birkaç ter damlası, âdem elmasıyla ahenkle dans ediyordu. Çok kısa bir an o ter damlası olup onun âdem elmasında ben dans etmek istedim. Gözlerim arsız bir istekle çıplak ve kaslı göğsüne indiğinde, aynı ter damlalarının göğsünde de olduğunu gördüm.

Hiç çekinmeden arsızca gözlerimi gezdirdiğim kaslı vücuttan bakışlarımı çekmeme sebep olan Melih'in sesi oldu.

"Ayakta durma." Başıyla tekli koltuğu gösterdi. "Otur."

Ah bu koltuğun dili olsaydı da konuşsaydı. Az şahit olmamıştı yaptığımız yaramazlıklara...

Kendimi toparlayarak "Önce sen otur. Ben de senin kucağına oturacağım." Dedim.

Melih'in keskin bakışları anında benim gözlerimi buldu. Boynunda ki damarlar belirginleşti. Kaşları çatık değildi ama gözleri belirsizce bana bakıyordu. Daha doya doya ela gözlerine bakamadan gözlerini benden çekip koltuğa doğru ilerledi ve oturdu.

"Gel..." dedi bacaklarını iki yana açarak "Bekliyorum."

Parmaklarımın ucunda aheste aheste yürüyerek Melih'in yanına ilerledim ve iki bacağının arasına girerek tek bacağına oturdum. Bir kedi gibi göğsüne sokularak başımı boyun girintisine yerleştirdim. Melih'in iri elleri şortumun üzerinden kalçalarımı kavradı.

Burnumu boynuna yaklaştırıp kokusunu içime çektim. "Çok özledim."

"Hele ben..." büyükçe yutkundu.

Dudaklarım âdem elmasını bulmasıyla Melih kasıldı. Onu rahatlatmak için bir elimle göğsünü okşayıp, diğer elimle omzunu okşadım. Aynı zamanda da dudaklarım boynuna ve âdem elmasına küçük öpücükler bırakıyordu.

Melih inler gibi "Ahu..." dedi. Kesik nefesleri ve elimin altında hızla atan kalbini hissediyordum. "Yapma! Yaralısın yavrum."

Başımı boynundan çekip iki elimle yüzünü kavradım. Ama Melih ısrarla gözlerime bakmıyordu. "Melih..." diye seslendim.

Başını arkaya atıp gözlerini kapattı. "Hıh" dedi.

"Bizimle ilgili çok güzel bir rüya gördüm." Dedim ve tıpkı rüyamda kızımızın Melih'in sakallarını okşadığı gibi sakallarını okşadım. "Çok güzeldi. Hiç uyanmak istemedim. Hep o rüyada kalmak istedim."

"Öyle mi?" derken hala gözleri kapalıydı. "Nasıl bir rüyaymış bu anlat bakalım."

"Biz Mudanya'da ki evimizdeydik ve bir kızımız vardı." Melih gözlerini aniden açtı. "Aynı zamanda da doğmak üzere olan bir oğlumuz da vardı." Melih geriye yatırdığı kafasını dikledi ve bakışlarını önce karnıma değdirdi. Sonrada gözlerime...

Baktı, baktı ve baktı.

İki gündür hasret kaldığım ela gözlerini gözlerimden çekmeden uzunca baktı. O an onun gözlerinin içinde var olan kavgayı gördüm. Gözlerinin feri sönmüştü, ela irislerinde asılı birçok cesedin izlerini taşıyordu.

"Sonra..." dedi devam etmemi istediğini belirterek.

"Kızımız küçüktü sanırım beş yaşlarında falandı." Gülümsedim. "Ama her şeyiyle sana benziyordu. Resmen babasına âşık bir kız..."

Melih'in yüz hatları gevşedi. Hatta güler gibi oldu ama hemen kendini toparladı.

"Sen işin dolayısıyla üç gün bizi ihmal ediyorsun ve sonra telafi etmek için sürpriz yaparak bizi Mudanya'ya getiriyorsun. Kızımız bu duruma çok seviniyor. Hatta onunla iş birliği bile yapmışsınız beni sana şikâyet ediyor." Yalancı bir kızgınlıkla kaşlarımı çattım.

"Kızımızı bile kendine benzetmişsin." Dedim

Melih'in dudaklarının kenarı kıvrıldı. Ela gözleri sanki o anlara gitmiş gibi parladı. Anlattıklarım hoşuna gidiyordu bunu da bana belli etmekten çekinmiyordu. Bir eli kalçamdayken diğer eli karnımın üzerinde yerini aldı. Karnımı tüy yumuşaklığıyla okşadı.

"Peki ya oğlumuz." dedi sıcacık bir sesle "O nasıldı?"

Dudaklarımı büzerek "Bilmem" dedim ve ekledim. "Oğlumuz daha doğmamıştı, karnımdaydı. Ama ne yalan söyleyeyim kızımızın ve senin dokunuşlarını her hissettiğinde karnımın içinde deli gibi hareket ediyordu. Sanırım doğduğunda oğlumuz da tıpkı kızımız gibi sana düşkün olacaktı."

Melih'in gözleri yüzüm ve karnım arasında mekik dokuyor, parmaklarının ucu karnımın üstüne bir şeyler yazıyordu. "Sonra..." dedi anlatmaya devam etmemi istediğini belirterek.

"Sonra çok uzaklardan cılız bir ses duydum. O ses annemin sesiydi." Melih'in karnımda gezen parmakları durdu. "Daha sonra annemin sesi çok yakından gelmeye başladı. Sanki gerçekten benimle konuşuyordu." Melih'in bütün bedeni kas katı kesildi ve kaşları çatıldı. "Sonra da uyandım zaten." Dedim.

Melih hiçbir yorum yapmadan öylece kas katı kesilmiş bir şekilde yüzüme bakarken, aniden başını başka tarafa çevirdi ve benimle göz temasını kesti. Az önce rüyamdan bahsederken Melih benim yüzüme bakıyor diye sevinmiştim ama konu anneme gelince Melih tekrar eski haline döndü. Soğuk, uzak ve hissiz...

"Melih..?"

"Hıh"

"Annemin sesini duydum. Gerçek—"

"Psikolojin çöktü." Diyerek sözümü kesti. "Yıprandın. Yaşadığın şeyler hiç normal değil. Bunu kaldırabilmende normal değil. Profesörle konuştuk. Psikolojik desteğe ihtiyacın var ve ben senin için en iyi şekilde kendini toparlaman için elimden gelen her şeyi yapacağım."

"Tamam," dedim bu konuyu uzatmaya gerek yoktu. Bende bir şeylerin farkındaydım. Bu kez kendi başıma iyileşemeyeceğim kadar zor ve acı dolu şeyler yaşamıştım. Destek almak en iyisiydi. "Bir şey daha var Melih."

"Ne var bebeğim? Dinliyorum seni."

Boğazımı temizleyip güç almak ister gibi Melih'in omuzlarına tutundum. "O gün Tekin'in elinden beni kurtaran maskeli adamlar var ya?" Melih'in gözleri kısa bir an gözlerimi buldu. "İşte o adamlardan biri maskesini çıkarttı ve bende adamı gördüm."

"Gördün mü?" Melih'in sert ama şaşkınlık kırıntıları barındıran ses tonu beni ürpertti.

Başımı olumlu anlamda sallayarak "Hı hı."diye mırıldandım.

"Adamın yüzünü hatırlıyor musun peki?"

Yine başımı olumlu anlamda salladım.

"Tarif edebilir misin güzelim?"

Kurumuş dudaklarımın üstünde dilimi gezdirdim. Sanki boğazımda koca bir yumru varmış gibi ardı ardına yutkundum. "O adam..." duraksadım, derin bir nefes alıp "Fikret Yıldırım'dı."

"Dayım olan Fikret Yıldırım?"

"Evet"

"Ahu" dedi Melih. "Dayım öldü. Yirmi yıldır ölü olan birini gördüm diyorsun." Hissizce gülümsedi. "Hem de seni kurtardığını iddia ediyorsun." Başını iki yana hızla salladı. "Olmaz mümkün değil. Sen şu an sağlıklı düşünemiyorsun."

"Şu an gördüm demiyorum zaten Melih. Tekin'in bana saldırdığı gün gördüm diyorum." Diye çıkıştım.

Melih'in kaşları birden çatıldı ve ela gözlerine sisli bulutlar çöktü. "Senin sinirlerin bozuldu Ahu. Nasıl düşüneceğini ya da ne gördüğünü tam anlamıyla sağlıklı kavrayamıyorsun. Belki de beynin seninle oyun oynuyor. Çünkü dayımı görmen mümkün değil. O öldü!" eliyle yüzünü sıvazlayıp "Ya da gerçekten dayımı gördün ama bulunduğun durumdan dolayı bunun hayal olduğunu kavrayamadın."

"Melih..."

"Güzelim... Psikolojin alt üst oldu. El birliğiyle hepimiz hayatını siktik. Buna ben de dâhil olmak üzere."

Aramızda düz bir bakışma geçti.

"Peki..." dedim mecburi bir kabullenişle "Kabul ediyorum psikolojim bozuldu. Bunu inkâr edecek değilim. Seninle bu meseleyi saatlerce konuşup uzatmayacağım da ama anlamadığım başka bir şey daha var. Mesela senin bu davranışların ve buz gibi tavrın..."

"Ahu..."

"Neden yüzüme bakmıyorsun Melih? Neden bana böyle uzaksın?"

Melih'in gözleri direkt gözlerimin içine kilitlendi. Bakışları can çeken bir kuşun kanat çırpışı kadar cansız ve yardım dileyen nitelikteydi. Ölüyordu. Ama bunu dile getiremiyordu yaptığı tek şey kanat çırpmaktı. Ela gözlerinin etrafına çöken zehirli yeşiller ölümü çağrıştırıyordu. Ölümü bana fısıldıyor, ölümü görmem için resmen sessizce çığlık atıyordu. Melih bana sadece sessizce baktı. Dudakları aralanacakken Birsen teyzenin sesi duyuldu.

"Melih, oğlum." Aynı zamanda da spor odasının kapısı zorlanıyordu. "Hay Allah bu kapı nasıl açılıyor ya? Sevgi gel şu kapıyı aç." Kapıyı birkaç kez tıklattı. "Oğlum, Ahu..."

Birsen teyzenin sesini ilk duyduğumda suç işlemiş çocuklar gibi telaş yaptım ve Melih'in kucağından inmeye çalıştım. Ama Melih buna izin vermeyerek beni kucağında sabitledi. Elini kalçamdan çekip belime koydu. O sırada Birsen teyzenin sesi bir kez daha duyuldu.

"Ay bu ne biçim kapı ya. Ev desen kötü cadıların şatosu gibi korkunç olduğu yetmiyormuş gibi duvara gizlenmiş bir kapı var. Sevgi..."

Sevgi Hanım "Geldim Birsen Hanımcım. Kapıyı geriye doğru hafifçe itince açılıyor." dedi.

"Ay itiyorum açılmıyor işte Sevgi. Gel sen dene bir kere de."

Melih'le bakışlarımız kapıdayken birkaç saniye sonra kapı açıldı ve Birsen teyze, Sevgi Hanımla kapıda belirdi. Birsen teyze "Oh çok şükür." diyerek içeriye girdiğinde bizimle göz göze geldi ve kaşları anında çatıldı.

"Melih sen ne yapıyorsun oğlum?"

"Ne yapıyorum anne."

"Ay çıldıracağım. Duyuyor musun Sevgi bir de ne yapıyorum diyor." diyerek çıkıştı. Melih'in kucağında şaşkınca Birsen teyzeye bakarken, Birsen teyzenin bütün dikkati Melih'teydi.

"Çocuğum bu kızcağız hasta değil mi ne işi var burada ya? Sen sporunu yapıyorsan yap kızı niye peşinden sürüklüyorsun?" göz ucuyla bana bakıp üzerimi süzdü. "Ay yoksa sen kızı hasta haliyle sıkıştırıyor musun?"

"Anne..!"

Melih'in ikaz dolu uyarısı Birsen teyzeye ulaşmadı. Hatta Birsen teyze Melih'i umursamadığını belirterek gözlerini devirdi. "Sus konuşma!" dedi. Gözleri beni bulduğunda sıcacık gülümseyerek "Ahu kızım nasılsın? Hadi çıkalım bu kasvetli yerden de odana gidelim. Sana kendi ellerimle mis gibi çorba yaptım."

"İyiyim Birsen teyze siz nasılsınız?" diye cevap verdikten sonra Melih'in kucağından kalkacağım zaman bana engel oldu.

"Anne." dedi baskın bir sesle. "Sabahın daha yedisi ne çorbasından bahsediyorsun. Aç karnına çorba içmesin midesine dokunur şimdi Ahu'nun. Kahvaltısını yapsın çorbayı öğlen içer."

"Hadi ya kim demiş midesine dokunur diye? Karısını hasta haliyle orada burada sıkıştıran kocası mı?"

İlk kez Birsen teyze ve Melih'in karşılıklı atışmalarına şahit oluyordum. Açıkçası ben biraz gerilmişken, Birsen teyzenin yanında bekleyen Sevgi Hanım gayet rahattı. Sanırım onun ilk şahit olduğu bir atışma değildi bu ve bakışlarından anladığım kadarıyla kazananın Birsen teyze olduğu aşikârdı.

Melih dudağının kenarını kıvırıp tek kaşını havaya kaldırdı. "Anne sen niye bana sarıyorsun? Haklı olduğumu biliyorsun!"dedi.

Birsen teyze kocaman gülümseyip tek ayağını ritmik bir şekilde salladı. "Oğlum seninle oturup sohbet etmek isterdim ama ne burada ki kasvetli havayı kaldıracak durumdayım ne de enerjimi harcayacak durumdayım. İşim var izin verirsen gelinimle ilgilenmek istiyorum."

"Geliyorum Birsen teyze." Derken Melih'in kucağından kalktım. Bu kez Melih hiç zorluk çıkartmadı ve Birsen teyze ile odadan çıkarken öylece arkamızdan baktı.

"Sen yukarıya çık kızım ben de çorbayı hazırlayıp yanına geleceğim."

"Mutfakta yiyebilirim Birsen teyze." Dediğimde Birsen teyze bana öyle bir baktı ki "En iyisi ben seni yukarıda bekleyeyim." Diyerek koşar adım merdivenlerden çıktım. Kendi odama girdim ve kendimi yatağın üstüne attım. Biraz soluklandıktan sonra sırtımı yatak başlığına dayayarak oturdum. Üzerime de pikeyi örttüm.

Birkaç dakika sonra Birsen teyze elinde tepsiyle içeriye girdi ve kapıyı kapattı. Gülümseyerek yanıma doğru adımladı. Tepsiyi tutmam için bana uzattı, tepsiyi tuttuğumda kendisine rahat bir pozisyon ayarlayarak oturdu ve elimden tepsiyi aldı. Çorba dolu kâsenin içine kaşığı daldırıp karıştırdı ve bir kaşık aldığı çorbayı bana uzattı.

"Ben yerim Birsen teyze" dememe rağmen beni umursamadan bir bebekmişim gibi çorbayı kendi elleriyle bana yedirdi..

"Sevgi'de annene yediriyor kızım. İlik suyuyla yaptım bu çorbayı şifa olur inşallah sana." Dedi ve bir kaşık daha çorba uzattı beni. "Gerçi Berna'ya çok iyi geldi. İyileşti hemencecik."

"Berna ne yapıyor?" diye sordum.

"Ezgi ile evde oturuyorlar. Yarın senin yanına gelecekler ben de onlarla yine gelirim."

Minnetle gülümsedim. "Çok teşekkür ederim Birsen teyze." Öz annemmiş gibi benimle ilgileniyordu. "Size minnettarım Birsen teyze." dedim.

Birsen teyzenin gülümseyen yüzü biraz düşer gibi oldu. Daha sonra kendini toparlayarak elinde ki kaşığı tepsinin içine bıraktı. Tepsiyi de başucumdaki komodinin üzerine koydu. Elleriyle ellerimi tutarak gözlerimin içine baktı ve "Ahu..." dedi.

"Kızım ben seni darlamak istemiyorum sakın beni yanlış anlama olur mu? Ben sadece seninle konuşmak istiyorum. Daha doğrusu çok istediğim bir şeyden söz etmek istiyorum."

"Estağfurullah Birsen teyze ne darlaması söyleyin lütfen dinliyorum sizi."

"Neredeyse üç-üç buçuk yıldır aileyiz. Seni ne kadar çok sevdiğimi söylememe gerek bile yok ki keza senin de beni sevdiğini biliyorum."

"Seviyorum..." dedim.

"Biliyorum kızım..." gülümsedi. "Birçok yol kat ettiğimizi de biliyorum. Mesela sırf ben istedim diye bana Hanım demek yerine teyze demeye başladın. Belki dedim kendi kendime belki ileride bana anne de der. Ama Ahu sen bana anne demiyorsun kızım." Burukça gülümsedi. "Elbette bana anne demek zorunda değilsin ama ben bana anne demeni çok istiyorum."

"Birsen teyze..." diyerek konuşmaya çalıştığımda Birsen teyze izin vermeyerek kendisi konuşmaya başladı.

"Bizim sitede oturan Feride'nin süslü aklı beş karış havada olan gelini bile Feride'ye anne diyor. Sen sürekli Birsen teyze deyip duruyorsun. Tamam direkt anne deme ama en azından teyze yerine Birsen anne de be yavrum."

Üzgün gözlerle gözlerimin içine bakan Birsen teyzeye içim gide gide baktım. Bende ona anne demek istiyordum ama işte ilerde annemin abisinin katili olduğunu öğrendiğinde bana vereceği tepkiden dolayı anne diyemiyordum. Ya öğrendiğinde karşıma dikilip insan anne dediği birine bunu yapar mı diye hesap sorar diye korkumdan anne diyemiyordum.

Hiçbir şey söylemeden öylece Birsen teyzenin yüzüne bakmayı sürdürdüğümde Birsen teyze avuç içiyle yanağımı okşadı. "Olsun" dedi ve ekledi. "Sen anne desen de demesen de ben senin kocanın annesiyim ve senin annen sayılırım. Umarım bir gün senin ağzından duyarım anne dediğini."

Kollarımı kaldırıp Birsen teyzeye sıkı sıkıya sarıldım. O da benim sarılmamı karşılıksız bırakmadı. Kucağında sardı sarmaladı beni. Saçlarımı okşadı. Kulağıma bir sürü güzel kelimeler fısıldadı.

Altında ezileceğim bir sürü güzel kelimeler...

***

Ezgi, Berna ve ben benim yatak odamda, benim yatağımda oturmuş sohbet ediyorduk. Üçümüzün de sevdicekleri iş dolayısıyla şirkette çalışıyordu. Biz de kızlarla bir nevi kızlar gecesi yapıyorduk.

Tabi Berna yaklaşık yarım saattir telefonda tartıştığı Çağlar'dan ayrılıp gelebilseydi gecemiz devam edecekti. Ama Berna bir türlü konuşmayı kesmiyor, kaybedeceği bir savaşın içine giriyordu.

"Berna'da ki azimde hiç kimse de yok yalnız. Baksana ısrarla Çağlar abiyi ikna etmeye çalışıyor." diye konuştu Ezgi.

Çok da haklıydı. Çünkü Berna yarım saattir Çağlar'la ortak instagram hesabı açmak için Çağlar'ı ikna etmeye çalışıyordu. Ama maalesef Çağlar'ın bunu asla kabul etmeyeceğini düşünemiyordu. Israr ettikçe ediyordu.

"Kesinle Çağlar bunu kabul etmez. Berna boşa kürek çekiyor." derken Ezgi kıkırdadı "Kesinlikle kabul etmez. Hatta artırıyorum ölse yine kabul etmez."

Ezgi ile birlikte gülüştüğümüzde Berna'nın sesini incelterek konuşması gülmemizi durdurdu.

"Ama aşkım, böceğim ne olur—" sesi normale döndü "Alo, Alo." diye karşı tarafa seslendi ama sanırım Çağlar telefonu yüzüne kapatmıştı. Ezgi ile kahkahayı bastığımızda Berna "Ne gülüyorsunuz be?" diye bize çıkıştı.

"Sen Çağlar abiyi Ufuk'la karıştırdın herhalde? O asla böyle şeyleri sevmez ki. Hatta Ufuk ile birbirimize kelebeğim diye hitap ediyoruz diye kaç kez bizi yanından kovmuşluğu var." dedi Ezgi.

"Ezgi doğru söylüyor." dedim ve ekledim. "Çağlar seninle ortak instagram hesabı açmaz Bernacığım. Unut bu işi üzülürsün."

"Siz ne anlarsınız ya?" yanımıza doğru ilerleyip yatağa oturdu. "Ben onu ikna ederim. Aşkımın tılsımlı gücünü kullanırım."

Ezgi tek kaşını havaya kaldırıp Berna'nın koluna vurdu. "Dikkat ette o tılsım ters tepmesin."

Berna kıstığı gözlerinin ardından Ezgiye ve bana baktı. "Ölüyor kızım bana." diyerek eliyle kısa saçlarını savurdu. "Berna diyor başka bir şey demiyor. Fena vurulmuş bana."

"Öldüğü kesin." dedi Ezgi bana göz kırptı ve yatakta kayarak başını dizime koydu. "Adamı bir ayda on yaş yaşlandırdın."

Dayanamayarak kıkırdadım.

Berna öldürücü bakışlarını ikimizin yüzüne dikti. Yüzünü buruşturup "Hah" dedi ve o da Ezgi gibi yatakta kayarak diğer dizime başını koydu. "Kıskançsınız kızım siz."

Ezgi ile Berna birbirleriyle laf dalaşına girdiğinde benim gözlerim Berna'nın bembeyaz yüzünde yer yer moraran ve kabuk bağlayan yaralarına takıldı. İyileşmesine rağmen yüzündeki yara izleri taptaze duruyordu. Kaşının kenarı patlamış, burnunun üzerinde kocaman bir morluk pembemsi bir görüntü almıştı. Dudağının üstünde ki yara kaşındaki yaraya nazaran daha büyüktü.

"Berna?" diye seslendim. "Hıh" dedi göz göze geldik.

"Yüzün çok acıyor mu?"

Başını hızla iki yana sallayıp, parmaklarının ucuyla yüzüne dokundu. Sonra aniden dizimden kalkıp bağdaş kurarak oturdu. Avuç içini göğsüme bastırdı. "Benim yaralarım acımıyor. Peki ya senin yaraların..? Çok acıyor mu çiçeğim?"

Acıyordu. Ama acıyor diyemedim. Ezgi ortamdaki havayı dağıtmak ister gibi "Keşke Birsen teyzede burada olsaydı." dedi şen sesiyle.

Berna bakışları benden çekip tekrar dizime yattı. "Aslında gelecekti ama Aslı yanına gelince gelemedi."

"Hayırdır? Aslı neden Birsen teyzenin yanına gitti şimdi? Kesin yine aynı meseleyi güdecek."

Berna bilmiyorum der gibi dudaklarını büzerek omuzlarını silktiğinde "Ne meselesi?" diye sordum.

"Tunç'la evlenme meselesi. Hayır, yani başımızdan bu kadar olay geçmiş kız hala evlenme peşinde. Bu sabırsızlığını bir türlü anlamıyorum. Böyle yaptıkça aklıma kötü ihtimaller geliyor." diyen Ezgi'ye "Ne gibi ihtimaller," diye sordum şaşkın şaşkın.

"Hamilelik gibi ihtimaller canım." diyerek araya girdi Berna. Bacağıma hafifçe vurdu. "Gerçekten Ahu saf mısın nesin?"

Şaşkınca Berna'nın bal rengi gözlerine başımı eğerek baktığımda, o beni Aslı'nın hamile olma ihtimalinden bile daha çok şaşkına uğratacak bir şey söyledi.

"Birsen annem bile böyle düşünüyor."

Birsen annem dedi. Hayır, yanlış duymadım. Az önce Berna Birsen teyzeye "Birsen anne" dedi.

"Birsen anne mi?" diye şaşkınlığımı belirtmek ister gibi sordum.

"Evet..." dedi.

Bakışlarım Ezgi'yi bulduğunda o hiç şaşırmışa benzemiyordu. Tekrardan Berna'ya baktım. "Pardon ama sırf merak ettiğim için soruyorum canım. Birsen teyze ne zamandan beri Birsen annen oldu?"

"Hastaneden beni alıp kendi evlerine götürüp çocuğu gibi baktığı günden beri o benim artık Birsen annem. Kayınpederinde Kenan babam!"

Daha ne kadar şaşırabilirdim acaba diye düşünürken, Ezgi'nin sesiyle kendime geldim. "Kızın yüreğine indi resmen şaşkınlıktan dilini yuttu ya. Daha açıklayıcı anlatsana şunu."

Berna dizimden başını kaldırıp karşıma dikildi. Avuç içiyle yüzümü kavrayıp gözlerimin içine baktı. "Ahucuğum... İki gözümün çiçeği bak şimdi ben Çağlar'ın sevgilisiyim ya Birsen annemde Çağlar'ın annesi sayılır yani bu demek oluyor ki böylelikle Birsen annem benim de annem olmuş oluyor."

Şaşkınca bakmaya devam ettim.

Berna derin bir nefes alıp ciddiyete büründü ve tekrar konuşmaya başladı. "Hastaneye kaldırıldığım gün hem annemi hem babamı aramış haber vermişler ama ikisi de yanıma gelmedi Ahu. Beni yine yalnız bıraktılar bu süreçte Birsen annem bana kendi annemden bile daha iyi baktı. Bana evlerinin kapılarını açtılar bir bebekmişim gibi her şeyimle ilgilendiler. Bana göre onlar bu sıfatı çoktan hak ediyorlar."

Gülümsedi ve iki yanağımı sulu bir şekilde öptü.

"Hem demedi deme Birsen teyze senin ona anne demeni çok istiyor. Anne demediğin için üzülüyor. Biz Ezgi ile anne diyoruz sende anne desen bir şey kaybetmezsin."

Nedenini açıklamak istemediğim için "Ya Kenan amca, ona da mı baba diyorsun?"

"Hı hı" dedi ve ekledi "Bakma ya sen Kenan amcanın öyle durduğuna aslında iyi adam. Mesela dün içtiğin çorbanın içindeki ilik suyunu bulmak için Kenan amca İstanbul'un bir ucuna gitti. Sırf senin için yaptı bunu ama dışarıdan herkese ters davranıyor. Ben onu çözdüm."

"Nah çözdün!" diyerek araya girdi Ezgi ve eliyle Berna'yı göstererek "Bu var ya Ahu... Çağlar abiyle öpüşürken Kenan amcaya yakanmış. Kenan amca ağzına geleni saymasına rağmen bir kez daha öpüşürken yakalanmışlar. Adam neredeyse bunlar yüzünden kalpten gidecekti.

"Ne yapayım yani sevgilimi öpmeyeyim mi?"

"Öp" dedim ve iç çekerek konuşmaya devam ettim. "Biz öpemiyoruz sen öp."

"Nasıl?"

"Ne?"

İkisinin şaşkınlık nidalarına karşılık bir iç daha çektim. "Hastaneden çıktığımdan beri Melih benden uzak duruyor. Neden böyle yapıyor anlamıyorum."

"Seni koruyamadığı için kendini suçluyordur." diye tahmin yürüttü Ezgi

"Ya da" dedi Berna "Senden uzak durarak kendini cezalandırıyordur."

"Öyle mi diyorsunuz."

"Öyle diyoruz." dediler aynı anda

"Azıcık cilve, azıcık naz her şeyi çözer. Sen akıllı bir kızsın Ahu. Melih eniştenin hakkından gelirsin." diyen Berna'ya Ezgi'de onay vererek "Berna'ya katılıyorum." dedi.

Evet, doğruydu bu işi kesinlikle bu gece çözecektim.

***

Kızlar gideli neredeyse iki saat olmuştu. Saat desen gece yarısını çoktan geçmişti ama hala Melih gelmemişti. Oysaki sırf onun için hazırlanmış onun gelmesini bekliyordum. Ama Beyimiz bir türlü evin yolunu bulamıyordu.

Beyaz askılı saten geceliğimle odamdan çıkıp mutfağa indim. Dolaptan çıkarttığım soğuk suyu bardağa doldurup içtim. Mutfağın ışığını kapatarak yemek masasına geçip oturdum. Melih'i birazda burada bekleyecektim.

Bir süre sonra dış kapının sesi duyuldu. Yerimden hiç kımıldamadım. Gelenin Melih olduğunu biliyordum ve beni yatakta göremeyince evi arayacağını bildiğimden sesimi çıkartmadan onun beni bulmasını bekledim.

Yaklaşık bir yedi-sekiz dakika sonra merdivende ayak sesleri duyuldu ve hemen akabinde Melih'in "Ahu" diyen sesi geldi. Cevap vermedim. Bir-iki dakikada öyle geçti ve en son Melih mutfağa geldi. Işığı yakmasıyla gözlerimiz kesişti.

"Ne yapıyorsun burada Ahu?" diye sordu kızgın bir sesle. Cevap vermedim sadece omzumu silktim. Bir süre Melih kapının önünde beni izledi daha sonra yavaş adımlarla yanıma gelip karşıma oturdu.

Gözlerini üzerimde hissediyordum. Aynı zamanda da sert yutkunuşlarını duyuyordum.

"Ahu..."

"Kaç gündür eve geç saatte geliyorsun. Ben uyuduktan sonra bana sarılarak uyuyorsun ama benim sarılmama izin vermiyorsun."

"Yavrum..."

"Konuşmaya çalışıyorum olmuyor. Susuyorum olmuyor. Bekliyorum yine olmuyor. Neden? Gerçekten neden?"

"İşlerim var güzelim." Masada duran elini havaya kaldırıp eliyle koluyla konuşmaya devam etti. "İşlerimden dolayı seni ihmal ediyorum biliyorum." Elini bana doğru uzattı. Melih'in bana doğru uzanan elini aniden tutup ısırdım.

"Ah... Ne yapıyorsun Ahu?" diye tepki veren Melih'i umursamadan oturduğum yerden ayağa kalkıp elimi sertçe masaya vurdum.

"Asıl sen ne yapıyorsun?" diyerek bir kez daha elimi masaya vurdum.

"Ahu..!" diyerek ayağa kalktı. Umursamadım elimle elini ittim.

"Bana şekil şukul yapma oğlum! Kaç gündür benden kaçıp duruyorsun. Yüzüme baktığın yok! Uzaklığını söylemiyorum bile!"

"Ne?" çatık kaşlarının altından bana şaşkınca baktı.

Günlerdir konuşmaya çalışıyordum, kedi gibi sürekli peşinde dolanmama rağmen ne yüzüme bakıyor ne de bana yaklaşıyordu. En son çare ona böyle sert çıkışmaktı. Beni buna o zorlamıştı.

"Sen hayırdır ya?" tek kaşımı havaya kaldırıp başımı da hayırdır der gibi salladım. "Bu tavrının sebebi ne?"

"Ahu..!" dedi dişlerinin arasından, aynı anda da şaşkın şaşkın bakıyor, dudağının kenarını kemiriyordu. Ah bu haliyle nasıl da tatlı duruyordu. Kemirdiği dudaklarına yapışmamak için kendimi zor tuttum.

"Sürekli Ahu deyip durma! Benim asabımı bozma!" işaret parmağımı tehditvari bir şekilde yüzüne doğru salladım. "Şu tavırlarını düzelt yoksa..."

Melih'in şekilden şekle giren yüz ifadesi tepkilerimden dolayı nasıl bir hal alacağını şaşırmıştı.

"Yoksa ne?"

"Yoksa aklını alırım oğlum senin! Nefesini keserim!"

Melih dudağının kenarını ısırmaya devam ederek sertçe birkaç kez yutkundu ve bana hiçbir şey söylemeden arkasını dönerek mutfaktan çıktı. Onun mutfaktan çıkmasıyla işe yaramayan davranışımın hayal kırıklığıyla baş başa kaldım. Kendimi sandalyeye atacakken Melih hızla içeriye girip beni belimden kavradı ve dudaklarıma yapıştı.

Hasret kaldığım dudaklarını kana kana içerken Melih beni kucağına alarak ayaklarımı beline sarmamı sağladı. Dudaklarını dudaklarımdan ayırıp nefes nefese fısıldadı. "Nefesimi nasıl keseceğini çok merak ediyorum." dedi alnımdan öptü. "Görelim bakalım kim kimin nefesini kesiyormuş."

Kucağından beni indirmeden mutfaktan çıktı ve merdivenleri de seri bir şekilde çıktıktan sonra odamıza geldi. İçeriye girer girmez tek eliyle kapıyı kapatıp üzerinde ki kilidi çevirdi. Hızlı bir şekilde dudaklarıma tekrar yapışıp beni hırçınca öpmeye başladı. Benim ellerim de boş durmuyor onun gömleğinin düğmelerini açıyordu.

Hareketlerimiz o kadar hızlıydı ki ne yaptığımızın tam anlamıyla farkına bile varamıyorduk. Mesela ne ara Melih'in gömleğini üzerinden çıkarttım ya da pantolonu ne ara yeri boyladı bilmiyorum. Yatağa geçtiğimizde Melih tamamen çıplaktı.

Melih sırt üstü uzanıp beni kucağına oturttu ve dudaklarımız saniyelik bir zaman diliminde ayrıldı. Melih'in güçlü elleri saten geceliğimin askılarını iki yana indirerek göğüslerimin açığa çıkmasını sağladı. Dudakları tek tek göğsümde gezerken, elleri alt tarafımda olan iç çamaşırımı çıkartmaya çalışıyordu. İç çamaşırı çıkmayınca Melih sertçe çamaşırı çekti ve iç çamaşırının yırtılma sesi bizim iniltilerimize karıştı.

"Özür dilerim yavrum. Söz veriyorum sana yenisini alacağım." Sadece başımı sallayabildim. Melih dudağıma küçük bir öpücük kondurdu ve beni birden altına aldı. İki bacağımın arasına girerek erkekliğini kadınlığıma dayadı. Elleriyle yüzümü kavrayıp alnıma güçlü bir öpücük kondurdu.

"Biraz sert ve kısa olacak. Ama ikinci turda telafi edeceğim yavrum." der demez kendini içime itti. Boğazımdan kaçan büyük bir iniltinin devamını Melih dudaklarını dudaklarıma kapatarak engelledi.

Hızla içimde gidip gelmeye başladığında dünya ayaklarımın altından kayıp gitti. Melih'in terleri bana, benim terlerimde Melih'e bulaşıyordu. Ve bu inanılmaz güzel bir şeydi.

Melih'in de söylediği gibi sert, kısa ve baş döndürücü bir birleşme olmuştu. İkimizde aynı anda geldiğimizde Melih kendini yatağın diğer tarafına attı ve beni de tek hamlede kucağına oturttu.

Nefes nefese kalmış bir şekilde birbirimizin gözlerinin içine bakarken Melih iki eliyle yüzümü kavrayıp yüzümün her zerresini öptü. Sonra derin soluklarının arasından acı çeker gibi konuştu.

"Öpsem her zerrenden, nefesim kesilene kadar özür dilesem de geçmeyecek bir şey var Ahu. Beni affedemeyeceğin bir şey..."

BÖLÜM SONU

Merhaba çiçeklerim. Yarın yeni bölüm değil geçmişe ait bir özel bölüm gelecek. Yarın Özel bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın 💜

Loading...
0%