@esranurozer
|
Müslüm Gürses: Senden Vazgeçmem "Öpsem her zerrenden, nefesim kesilene kadar özür dilesem de geçmeyecek bir şey var Ahu. Beni affedemeyeceğin bir şey..." Melih'in kucağına oturmuş, ellerimle çıplak göğsünden destek alıyordum. Onun elleri ise yüzümü kavramış başparmaklarıyla elmacık kemiğimi okşuyordu. Uzun saçlarım perde misali iki yandan aşağıya doğru sarkmış ve uçları Melih'in omuzlarına değiyordu. Onun sert nefesi benim yüzüme, benim nefesim ise onun yüzene vuruyordu. Bir birimizin nefesini soluyorduk. Göz göze, nefes nefeseydik... "Melih..." haykırmak istediğim adı fısıltıyla çıktı dudaklarımın arasından. "Çok seviyorum... Yemin ederim ölecek kadar çok seviyorum Ahu." gözlerinin dolu dolu olması sözlerinden çok kalbime dokundu. "Ben..." duraksadı ve gözlerini kapatmasıyla yaşlar yanaklarından çenesine doğru süzüldü ölecek gibi oldum. Sanki kalbim durdu. Göğsündeki ellerimi çekip yüzünü avuçladım. "Melih" derken aynı zamanda da gözyaşlarını siliyordum. "Ağlama... Nedir seni böyle üzen be adam?" Gözlerini araladı. Yattığı yerden hafifçe doğrularak sırtını yatak başlığına dayadı. Diklenmesiyle kucağında kayarak bacaklarının üzerine oturdum. Melih bir elini yüzümden çekip saçlarıma götürdü ve bir bebeğe dokunur gibi saçlarımı okşadı. Sanki her bir teline bin özür sığdırıyormuş gibi, incitmeden en içten okşadı saçlarımı. Az önce tutkuyla birbirimize karışan biz değilmişiz gibi, sanki her şey normalmiş de üzerimiz çıplak değilmiş gibi sadece saçlarımı sevdi. Sabırla saçlarımı sevmesini bekledim. Konuşmasını, bana bir tepki vermesini bekledim. Bekledikçe kocamı böylesine üzen şeyi düşündüm durdum. "Saçlarını çok seviyorum." dedi bir itirafta bulunarak ve burukça gülümsedi. "Hatta en çok saçlarını seviyorum. Kokusunu, sakallarıma takılmasını, güzel yüzünü saklamasını seviyorum." Kıkırdadım. "Gülme" dedi yalancı bir kızgınlıkla "Ciddi bir şey konuşuyorum." Sırıtmaya devam ederek başımı tamam der gibi salladım. Melih elinin sırt kısmını yanağım boyunca gezdirip boynuma doğru yol aldı. Eli şah damarımın üstünde durduğunda ela gözleri gözlerimin en içine asılı kaldı. "Şu damar var ya..." dedi art arda yutkunarak "Elimin altında attığını hissettikçe binlerce kez şükrediyorum." Duygudan duyguya geçiyor, aramızda ki konuşmayı anlayamıyordum. Az önce sevişirken, birden ağlayabiliyor, sonrada hiçbir şey olmamış gibi konuşabiliyorduk. Sanırım karı koca biz kafayı sıyırıyorduk. Aramızda kısa düz bir bakışma geçti. "Konuşmamız lazım." dedi Melih. "Evet, konuşmamız lazım." diyerek onayladım onu. Melih'in omuzlarından destek alarak kucağından kalktım ve yatağın boş kısmına oturdum. Bu yaptığımdan hoşlanmayan Melih dudaklarının arasından mırıldanırken, onu duymazlıktan geldim. Yatağın ayakucuna toplanan pikeye uzanarak üzerimi çekerek çıplaklığımı örttüm. Bakışlarım Melih'i bulduğunda kaşlarını çatarak bana baktığını gördüm. "Ne?" dedim biraz yüksek bir sesle "Konuşmamız lazım demedin mi? Karşında böyle anadan doğma çıplak olunca konuşmaya odaklanamıyorum." Abartılı bir şekilde gözlerini devirdi. Ben de omuz silktim. Melih birkaç kez derin derin nefes alıp verdi. Daha sonra benim üzerimdeki pikenin ucunu tutarak kendi üzerine örttü ve tamamen bana doğru döndü. "Ahu..." dedi konuya girmeye çalışarak. "Hıh" "Hatırlıyor musun Ahu?" diye sordu şeffaflaşan ela gözlerinin içinde kendi gözlerimi gördüm. "Sana ne zaman arkamı dönsem, sivri zehirli tırnaklarını sırtıma geçiriyorsun demiştim." Daha dün gibi hatırlıyordum. Bu sözü de bu sözü neden söylediğini de hala hatırlıyordum. "Hatırlıyorum" dedim tedirginlikle, tedirgin olmamın en büyük sebebi ise bu konuşmanın sonunun iyi bir yere gitmeyeceğini hissetmemden dolayıydı. Melih'le karşı karşıyaydık ve ben aramızda birazcık bile mesafe olsun istemiyordum. Yatakta kayarak uzandım ve elimle Melih'in koluna dokunarak onunda yanıma uzanmasını istediğimi belirttim. Melih sessiz isteğimi anlayarak yatağa uzanmak yerine ağırlığını kollarına vererek üzerime uzandı. Ellerim vakit kaybetmeden kaslı sırtını bulduğunda onun bir eli saçlarımda dolanmaya başladı. Yüzlerimiz birbirine o kadar yakındı ki neredeyse burunlarımız birbirine değecekti. Melih'in içi titreyen ela gözleri gözlerimi talan ederken, dudaklarını araladı. "Senin zehirli sivri tırnakların benim sırtımda yaralar açtı, ama... Benim zehirli sivri tırnaklarım senin kalbinde yaralar açtı Ahu. Asla geçmeyecek, geçse bile kanamaya devam edecek yaralar." "Melih..." "Özür dileyemiyorum. Af dileyemiyorum. Pişman bile olamıyorum." Gözleri gittikçe kararıp ela irislerine gölge düşerken, sertçe yutkundu. "Ben bile kendimi affedemiyorum. Senin beni affetmeni istemeye utanıyorum. Sanki iki kaburgamın arasına sert bir tekme yemiş gibi hissediyorum." Gecenin bir yarısında Melih'in kollarının arasında, dudaklarından dökülen itirafları dinliyordum. Ama nedense bu durum benim pekte hoşuma gitmiyordu. "Beni sakın affetme Ahu. Sana söyleyeceğim şeylerden sonra beni affetme ama beni de bırakma!" sesinin rengi değişti. Gözlerinden gözlerime uzanan lavın yakıcılığını hissediyordum. "Beni bırakırsan nefes alamam, ölürüm. Affetme kabul... Ama nefessiz bırakma Ahu." Melih çok kez yaralamıştı beni, çok kez ağlatmış, çok kez incitmişti. Bütün bunları yapan Melih, her defasında en çok o korudu beni, en çok o düşündü. Bu dünya da en çok o sevdi beni. Annemden bile daha çok sevdi beni. "Sevdiklerimi affetme gibi bir huyum var." Onun gözünden akan bir damla yaş elmacık kemiğimin üstüne düştü. "Bunu en iyi sen biliyorsun Melih." "Biliyorum..." başını kalbimin üstüne yaklaştırıp dudaklarını tam kalbimin üstüne bastırdı ve uzunca öptü. "Beni affetme. Ölsem bile affetme. Sana yalvarıyorum sadece benden vazgeçme!" bir kez daha kalbimden öptü. Geçmeyeceğini bilse bile kırdığı yerden öptü. Kendi yaralarına rağmen sadece benim yaralarımı iyileştirmeye çalıştı. Bana acıyan yaralarından bahsetmedi bile, zaten ben de bu konu da hep bencil olup bir kez bile yarasına bakmadım, sormadım. Melih'ten vazgeçmem mümkün değildi. Her ne olursa olsun ben ondan vazgeçemezdim. O benim kalbimdi insan kalbinden hiç vazgeçer miydi? "Ahu meğer sen—" diye konuşmaya çalışan Melih'in ağzını elimle kapattım. "Her ne söyleyeceksen söylemeni istemiyorum. Duymak istemiyorum Melih lütfen söyleme." Melih avuç içimi öptükten sonra elimi dudaklarından çekti. "Yavrum..." "Söyleme Melih. Neyse ne bilmek istemiyorum. Hayatımız hep bir sorunlu, hep bir kargaşa dolu. Bazen kendi kendime soruyorum acaba bundan daha beter ne yaşayabilirim diye. Ve her defasında en kötüsünü yaşıyorum." Elimi yüzüne koyup yanağını okşadım. "Lütfen söyleme Melih. Söyleyeceğin şeyin az çok bizi etkileyeceğini tahmin edebiliyorum. Bu yüzden duymak istemiyorum." "Yavrum ya öğrendiğinde daha kötü olursa?" "Olursa olsun. Şimdi öğrenmek istemiyorum. Bak yemin ederim sana da ne olduğunu kendimi hazır hissedene kadar sormayacağım." Melih'in dudakları alnımın üzerinde gezinmeye başladı. "Tahminen ne zaman hazır olursunuz Bayan Kılıçaslan?" Kıkırdadım. "Bu konuda hiçbir fikrim yok Bay Kılıçaslan." Melih'in kararan ela gözleri dudaklarıma kaydı ve küçük bir dokunuşla dudaklarımı öptü. "Sakın benden vazgeçme Ahu." Tek kaşımı havaya kaldırdım ve mutfaktaki sergilediğim tavrıma devam ederek "Bizim kitabımızda vazgeçmek yok oğlum." dedim Melih'in dudakları kıvrıldığında "Ne demiş Müslüm baba" diye sordum. "Ne demiş?" Boğazımı temizleyip sesimi olabildiğince kalınlaştırdım. "Dünya tersine dönse vazgeçmem." Melih'in gülümsemesi büyüdü. "Gökteki güneş sönse vazgeçmem." Melih "Sensizlik inan ki ölümden beter." Diyerek bana eşlik etti. Bir birimizin yüzünü avuçladık. "Canımdan geçerim, senden vazgeçmem. Senden vazgeçmem, ölsem vazgeçmem." Aynı anda birbirimizin gözlerinin içine bakarak gülümsedik. Daha sonra Melih, üzerimde ki pikeyi parmaklarının yardımıyla aşağıya çekti. Açılan göğüslerimde gözlerini gezdirip büyükçe yutkundu. "Bizim yarım kalan bir nefes kesme işimiz vardı." dedi. Dudağımın kenarını ısırarak "Hıhım vardı öyle bir şey." dedim. "Eee o zaman yarım kalan işimizi bitirelim güzelim." "Bitirelim..." derken son sözlerim Melih'in dudaklarının arasında kayboldu. Gece uzundu ve biz bu gece birbirimizin nefesinde hayat bulacaktık. Nefes kesmek ne kelime birbirimize nefes olacaktık. *** Tabağın içindeki son peynir dilimini ekmeğin arasına koyup annemin ağzına uzattım. Annem ağzındaki lokmayı çiğnerken elime su bardağını alıp lokmasını yutmasını bekledim. Aslında annem kendi başına yemek yiyebiliyordu ama ona ben kendi ellerimle yemek yetirmek istediğim için bana da çok ses etmiyordu. Gerçi ses etse ne olacaktı ki annem konuşamıyordu. Keşke konuşabilseydi... Melih ile yaşadığımız tuhaf gecenin üzerinden tam iki buçuk hafta geçmişti ve neyse ki Melih eski Melih'e geri dönmüştü. Artık köşe bucak benden kaçmıyor, uzun uzun gözlerime bakıyordu. Birsen teyze ise bu süreçte her zaman olduğu gibi beni yalnız bırakmadığı gibi bir de Aslı'nın sorunlarıyla ilgilenip durmuştu. En sonunda Aslı'nın baskısına dayanamayarak bu akşam kendi evinde Tunç'un da dâhil olduğu bir akşam yemeği yiyecektik. Sevgi Hanımda sabah erkenden Birsen teyzeye yardıma gitmişti. Evde annem, ben ve benimle kahvaltı yapmak için işe geç gitmeye karar veren sevgili kocam vardı. Kahvaltıyı mutfaktaki masaya hazırladıktan sonra annem içinde tepsiye hazırladığım kahvaltısını yaptırmak için yukarıya çıkmıştım. Canım kocam da ses etmeden aşağıda beni bekliyordu. Elimde ki su bardağını anneme uzattım annem suyunu içerken evde zil sesi yankılandı. Aşağıda Melih olduğu için zil sesini umursamadan annemin bitirdiği bardağı elinden alıp tepsiye koydum. Tepsiyi alıp ayağa kalktığımda Melih'in evi inleten sesi duyuldu. "Ne işiniz var lan sizin burada?" Annemle göz göze geldiğimizde gülümseyerek başını öptüm. "Ben bir bakayım kim gelmiş." diyerek annemin odasından çıktım. Merdivenleri indiğimde Ufuk'un "Abi çekil içeriye girelim ya..." diyen sesini duydum. "Niye çekiliyor muşum lan? Hadi siz geldiğiniz gibi gidin." "Valla hiç kusura bakma abi gidemeyiz bir yere." dedi Çağlar ve hemen ardından "Yenge..?" diye seslendi. Yüzümdeki gülümsemeyle merdivenleri tamamen indim ve dış kapının oraya doğru ilerledim. Melih kapının önünde bir eliyle kapıyı tutmuş bir elini de duvara dayamış adamların içeriye geçmesine izin vermiyordu. "Yenge..?" diye bir kez daha bağıran Çağlar'a "Sus bak o sesini sikeceğim senin!" dedi Melih. Birbirleriyle dalaşmaya o kadar çok kendilerini kaptırmışlardı ki benim geldiğimin farkına bile varmadılar. "Ne oluyor burada?" diye sormamla hepsinin gözleri beni buldu. Ufuk Melih'in bana bakmasını fırsat bilerek kolunun altındaki boşluktan eğilerek geçti. Hemen onu Çağlar takip etti. Gariban Osman öylece olduğu yerde beklerken, Melih şaşkınlık ve kızgınlıkla içeriye geçen ikiliye bakıyordu. "Lan siz bela mısınız oğlum? Gidin evimden lan!" Sanki Melih bu sözleri onlara değil de duvara söylüyormuş gibi hiç umursamadılar ve bana doğru adımlayıp ellerinde ki torbaları gösterdiler. "Yenge gelirken börekçiden börek aldık. Her şey hazır değil mi?" diye sordu Ufuk. Dudaklarımı aralayıp cevap verecekken Melih benden önce davrandı. "Ne alaka börek amına koyayım. Niye elinizde böreklerle benim evime geliyorsunuz?" "Abi..." dedi Çağlar gayet rahat bir tavırla "Sen kahvaltıdan sonra şirkete geleceğim demedin mi?" "Eeee" dedi Melih sinirli bir şekilde. "İşte biz de böreğimizi, çöreğimizi aldık kahvaltıya geldik. Kahvaltıdan sonra birlikte geçeriz şirkete." "Çağlar sabah sabah benim asabımı bozma lan. Ben sizi kahvaltıya mı çağırdım? Ben geç geleceğim dedim." "Abi biz yabancı mıyız Allah aşkına? Sen çağırmadan geldik işte." Dedi Ufuk. Resmen çocuk gibiydiler. Sinirden kuduran Melih'ten gözlerimi çekip hala dışarıda bekleyen Osman'a baktım. "Osman ne duruyorsun orada gelsene içeriye." Osman bir bana bir kapının önünde duran Melih'e baktı. Gelmek istiyor ama ilk olarak Melih'in onay vermesini bekliyordu. Osman, Çağlar ve Ufuk gibi rahat bir yapıya sahip değildi ve Melih'in izni olmadan bir şey yapmak istemiyordu. "Hayatım, kapının önünden çekil de çocuk geçsin." Melih homurdanarak kenarı çekildi. "Aman bu çocuk da geçsin." Dedi çocuk kelimesini vurgulayarak. Osman içeriye geçti. Bana doğru yaklaştı. "Günaydın yenge." dedi. "Günaydın." diye karşılık verdim. Osman elimdeki tepsiye uzanmaya çalıştı. "Alayım yenge ben onu." İzin vermedim. "Yok, ben taşırım. Hadi siz içeriye geçin bende kahvaltılıkları salona hazırlayayım." Der demez Ufuk söze girdi. "Mutfakta yeriz yenge biz. Misafir değiliz sonuçtu." "Doğru söylüyor güzelim. Misafir değiller benden daha çok benim evimde vakit geçiriyorlar." Eliyle mutfağı gösterdi. "Mutfağa geçin utanmayın utanmazlar!" "Eyvallah abi." diyerek mutfağa doğru ilerleyen Çağlar son anda bana doğru döndü. Mavi gözlerini gözlerimin içine dikti. "Yenge sana zahmet peynirli omlet yapar mısın?" "Zıkkım ye zıkkım!" Melih'in söylenmelerine kulak asmadan "Yaparım." dedim. Onlar mutfağa doğru ilerlerken Melih yanıma gelip durdu "Bu şerefsizleri hep sen şımartıyorsun." Elini uzatıp tepeden topladığım saçlarımdaki tokayı çekmeye çalıştığında geriye çekilerek ondan uzaklaştım. "Hava sıcak, toplu kalsın saçlarım." Saçlarımı açmasına izin vermediğim için bana ters ters baktı ve cebinden çıkarttığı telefonla homurdanarak mutfağa girdi. Onun hemen arkasından da ben yürüdüm. Mutfağa girdiğimde Çağlar ve Ufuk masaya kurulmuşlardı. Melih'te hemen başköşeye oturdu ama Osman kurulu masaya oturmak yerine aldıkları böreği servis tabağına yerleştiriyordu. Şu boğazına düşkün üç adam bir Osman edemiyordu. Elimde ki tepsiyi tezgâha bıraktım. "Osman sen de otursaydın keşke. Bırak gerisini ben hallederim." "Bitti zaten yenge." Osman'a gülümseyerek buzdolabına ilerledim ve içinden peynirli omlet için gerekli malzemeleri aldım. Kısa bir sürede peynirli omleti pişirip masaya koydum. Osman'da bu sırada demlenen çayı bardaklara koyarak masaya taşıdı. Hep birlikte masaya oturup kahvaltıya başladık. Melih tahin pekmez sürdüğü ekmeği benim tabağıma koydu. "Ye de kan olsun." Göz kırptı, gülümsedim. Bakışlarını üçlünün üzerine çevirip tek tek baktı. "Bu şirketin bu zamana kadar batmadığına şaşıyorum. Şuna baksana işin başında durması gereken adamlar benimle oturmuş kahvaltı yapıyor." "Abi niye öyle diyorsun." yamuk bir şekilde gülümsedi Çağlar "Mehmet abi var ya şirkette. O varken batmadıysa bu saatten sonra hiç batmaz." "Doğru Valla" diyerek Çağlar'ı destekledi Ufuk. Osman ise sadece gülerek onlara katıldı. "Akşam ki yemekte sizler de olacaksınız değil mi?" diye sorduğumda hepsinin bakışları bana yöneldi. "Herhalde olacaklar yavrum. Aslı'nın abileri olarak o yemekte olmak zorundalar." "Ben de en çok Tunç abim için yemeğe katılmak istiyorum. Hem onu neredeyse doğru dürüst göremedim uzunca görmüş olurum." "Aslında..." dedi Ufuk ve ekledi. "Ben de çok katılmayı düşünmüyordum ama işte Birsen teyzenin hatırına katılacağım. Aslı ikinci plan da benim için." Osman "Bu ne demek şimdi?" diyerek ilk kez konuştu. "Aslı bizim kardeşimiz sayılır." "Elbette öyle. Ben zaten aksini iddia etmedim Osman." Önünde ki sudan bir yudum aldı. "Ama açıkçası Birsen teyzeye yemekte Ezgi'yi istemiyorum demesi benim zoruma gitti." "Ezgi'yi istemiyorum mu demiş?" diye pat diye sordum. Soruma cevap beklerken Çağlar "Berna'yı da istememiş." dedi. Aslı'nın böyle bir şey yapmasına şaşırmamıştım beni şaşırtan onun böylesine değişmesiydi. "Yaptığı yanlış kabul ediyorum ama yine de ikinci plan da deme abi. Biliyorsun Aslı'nın bizden başka hiç kimsesi yok." "Bence yanlış düşünüyorsun Osman." Dedi Çağlar. "Bizden daha çok önem verdiği Rüya'sı var ya." Melih "Tamam, yeter bu kadar tantana." dedi. Kapı çaldı. Melih oturduğu yerden kalkarak kapıya bakmaya gitti. Çağlar, Ufuk ve Osman sessizce önlerinde ki tabağa döndü. Oysaki az önce ne güzel gülüp şakalaşıyorlardı. Bu hale gelmelerine Aslı'nın ismi bile yetti. Melih mutfağa girdiğinde kim gelmiş diye tam soracakken Tunç'u gördüm ve oturduğum yerden kalkarak ona sarıldım. "Hoş geldin abi." Saçlarımın tepesinden öptü. "Hoş buldum güzelim. Nasılsın?" "İyiyim sen nasılsın?" kollarımı boynundan ayırdım ama ondan çok uzaklaşmadım. "Kahvaltı yapıyoruz. Aç mısın sana da omlet yapayım?" "Yok, aç değilim güzelim." Diyerek bir kez daha saçlarımı öptüğünde Melih "Tamam, siz yinede çok şey yapmayın. Ayrılın... Mesafeli durun biraz." dedi. Tunç ile anlamsız bakışlarımız Melih'i bulduğunda "Ne var yavrum." Dedi hayıflanarak "Daha iyileşmedin. Öyle çok sıkıp öpmesin seni." Melih gerçekten kıskançlık konusunda çığır aşmıştı. Beni Tunç abimin öpmesinden bile kıskanıyordu. Ona göz devirdiğimde, yanıma gelip beni Tunç'un kollarının arasından aldı ve kendi sarıp sarmaladı. "Şirkete gitmemiz lazım. Sen Tunç'la otur. Dışarıda zaten bir sürü koruma var. Akşam seni de alıp anneme geçeriz." dedi. Çenemi göğsüne yaslayıp bütün dişlerimi göstererek sırıttım. "Sen buraya kadar yorulma canım. Ben Tunç abimle giderim Birsen teyzelere." Kaşlarını çattı. "Kesinlikle olmaz!" çatık kaşlarının altından gözlerimin içine baktı. "Bensiz bir yere gidemezsin! Duydun mu beni?" "Duydum..." "Güzel" diyerek alnımdan öptü. "Akşama görüşürüz." Bakışlarını benden çekip adamlarına baktı. "Gidelim..." demesiyle üçü birden ayaklandı. Yine üçü birden "Eline sağlık yenge." Diyerek mutfaktan çıktılar. Melih bir kez daha beni öptü ve kollarını benden ayırarak "Dikkat et kendine güzelim." Dedi ona sıcacık gülümseyip yanağını okşadım. "Sende kendine dikkat et. Hayırlı işler." Melih'in evden ayrılmasıyla Tunç'a döndüm ve bir kez daha kollarımı boynuna doladım. "Çok özledim seni abi." "Ben de çok özledim güzelim." Sesli bir şekilde güldü. "Umarım kocan evin içine kamera takmamıştır. Eğer takmışsa bizi böyle sarılı bir şekilde gördüğü için tekrardan buraya gelebilir." Kıkırdadım. "Yapar mı yapar Valla. Kendisi biraz kontrol manyağı da." "Biraz mı Ahu? İyi düşün istersen." "Tamam, aşırı derecede kontrol manyağı..." İkimizde aynı anda kahkaha attık. Biten kahkahamızla "Hadi sen salona geç ben de bize kahve yapayım, birlikte içelim." Tunç başını olumlu anlamda sallayıp salona geçtiğinde ben de vakit kaybetmeden kahve yapmaya başladım. Pişen kahveleri fincanlara boşalttım, yanına su ve lokumda koyduktan sonra tepsiyi alarak salona Tunç'un yanına geçtim. Tunç o kadar çok dalgındı ki içeriye geldiğimi fark etmedi bile hatta kahvesini uzattığımın bile farkına varmadı. "Abi..." diye seslendiğimde irkilerek kendine geldi. Dudaklarına yerleştirdiği yapmacık gülümsemeyle "Dalmışım..." diyerek kahvesini aldı. "Eline sağlık güzelim." Gülümsedim "Afiyet olsun abi." Dedim ve hemen yanında ki tekli koltuğa oturdum. Kendi kahvemi yudumlarken ara sıra göz ucuyla Tunç'a bakıyordum. Öyle kasıntı, öyle sıkkın duruyordu ki kendimi "Senin neyin var?" diye sormaktan geri alamadım. Tunç sıkkın bir nefes bıraktı. "Aslında konuşmaya ihtiyacım var Ahu. Belki de daha fazlası akıl almaya ihtiyacım var." Yönümü tamamen Tunç'a döndüm. "Sorun ne abi? Ben buradayım işte dinlerim seni." "Sorun değil sorunlar var Ahu." dedi kendine zaman vermek ister gibi kahvesini dudaklarına götürüp bir yudum aldı. "Sorun her neyse çözüleceğine eminim abi. Sadece biraz sabır lazım." Tunç elindeki kahve fincanını sehpanın üzerine koydu ve yorgun bakışlarını bana çevirdi. "Bazen insanın sabır edecek gücü bile kalmıyor Ahu." dedi iç çekerek "Neye sabır edeceğim? Nereye kadar sabır edeceğim?" ellerini iki yana açtı. "Olmuyor işte. Bunu ben görüyorum ama bir türlü Aslı görmüyor." İçi dolmuş dökecek yer arar gibi bana dökülüyordu. Gözleri yorgun, sözleri yorgundu. "Ben her şey yoluna girsin diye uğraşmaktan bıktım. Sanki kocaman bir çemberin ortasındayım, sağdan da yürüsem soldan da yürüsem hep aynı başlangıç noktasına varıyorum." Elleriyle yüzünü sıvazladı. "Ne oldu biliyor musun Ahu?" diye sordu. Ne oldu der gibi başımı salladığımda, Tunç destek almak ister gibi ellerimi tuttu. "Ben senin derdine düşmüşken, Aslı Birsen teyzelerle evlilik meselesini konuşmaya gitmiş. Bana sormadan hareket ediyor. Kendi başına, aklına ne eserse onu yapıyor. Ben onu anlamaya çalıştıkça o benim sınırlarımı daha da zorluyor. Mesela bu akşamki yemekte onun başının altından çıktı biliyorum. Benim istemediğimi bildiği halde abi dediği adamların yanında evlilik konusunu açacak beni zor durumda bırakacak." Şaşkındım. Hem de çok şaşkındım. Evet, Tunç ile Aslı'nın son zamanlarda araları kötüydü ama Tunç'un evliliği istemediği kadar kötü olduğunu hiç düşünmemiştim. "Abi sen Aslı'yı sevmiyor musun?" pat diye sordum. Tunç varla yok arası gülümsedi. "Sevmiyorum diyemem ama... Seviyorum da diyemiyorum be Ahu. Sevgi öyle ilk görüşte olmuyormuş. Hele saygı olmayınca, sevgi hiç olmuyormuş. Sevgi bitebilen bir hismiş. Sanırım benim sevgim bitti." "Abi..." "Aslı'ya bunu defalarca anlatmaya çalıştım ama o beni anlamak yerine tehdit etti. Ben senin yüzünden abi dediğim adamların karşısına dikildim diyerek başıma kalktı durdu. Evlenince saygı da olur sevgi de deyip beni kestirip attı. Kendimi baskı altında hissediyorum Ahu. Boğuluyorum, nefes alamıyorum." Başa kalkmak bir insana yapılan psikolojik şiddetten başka bir şey değildi. "Ben annem ve babam gibi bir evlilik yaşamak istemiyorum Ahu. İçinde sevgi ve saygı olmayan bir yuva kurmak istemiyorum. Tunç'un bana söylediklerine verebilecek bir cevap yoktu. Daha doğrusu ona nasıl bir cevap vereceğimi bilmiyordum. Aslı'nın kişiliği gözle görülür derecede değişmişti. "Sıkma canını" diyebildim en sonunda. "Her şey olacağına varır. Siz iki yetişkin bireysiniz. İlişkiniz de sorun varsa ki var. Bunu konuşarak çözemiyorsanız birlikteliğinizi sonlandırırsınız. Herkes kendi yoluna bakar." Tunç başını iki yana sallayıp hissizce gülümsedi. "İnan bana Ahu senin söylediğin kadar kolay değil. Keşke öyle olsa. Keşke iki medeni insan gibi yollarımızı ayırabilsek. Ah keşke işte." "Abi madem olmuyorsa zorla olduracak değilsiniz. Yapma Allah aşkına sanki çözümü olmayan bir şeymiş gibi konuşma." Tunç'un açık kahverengi gözleri gözlerimi buldu. Gözlerinin içinde savaş veren çığlıkları görebiliyordum. Uzun uzun baktı bana en sonunda zar zor araladığı titrek dudaklarının arasından "Korkuyorum..." Diye mırıldandı. "Neden..? Neyden korkuyorsun abi?" "Seni kaybetmekten." Gözünden akan yaşlar şerit halinde çenesine doğru süzüldü. Ben ise afallamış bir halde yüzüne bakıyordum. Aslı ile ayrılmasının beni kaybetmekle ne ilgisi olabilirdi ki? "Aslı ilk tanıdığım gibi biri değil Ahu. Çok değişik huyları var. Seni sevmiyor, ayrılmak istememden dolayı seni sorumlu tutup duruyor. Ben Aslı'dan ayrılırsam o da abi dediği adamları dolduruşa getirir onları sana düşman eder diye korkuyorum. Melih adamları ve senin aranda kalıp seni gözden çıkartır diye korkuyorum. Birsen teyzeler senden uzaklaşır diye korkuyorum. Ahu ben benim yüzümden bunları yaşamandan korkuyorum." Dehşete düşmüş bir şekilde ağzım bir karış açık Tunç'u dinliyordum. Dinledikçe sinirleniyordum. Onu bu hâle getiren Aslı'ya kızıyordum. "Abi sence Melih'in beni gözden çıkarmasına imkan var mı? Ayrıca" dedim ellerimle yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Gözyaşlarını sildim. "Çağlar, Ufuk ve Osman asla bana kötü davranmaz. Unuttun mu Kenan amca bana tokat attığında ona silah çekmişlerdi. Benim için yapmışlardı." "Aslı onu yarı olsa bıraktığımı düşünüyor. Beni kullandın diyor. Ama yemin ederim Ahu ben elimden gelen herşeyi yaptım. Aslı düzelmek yerine daha da değişti. Sürekli kendini birileriyle kıyaslama yapıyor. Yok efendim herkes bir yerlerde geziyormuş ama kendisi evde bana yemek yapıyormuş. Yapma diyorum. Sen benim yemeklerimi beğenmiyorsun tabii ben bir Ahu değilim diyor." Ağlamaktan akı kana boyanan gözlerini gözlerimin içine dikti. Büyükçe bir kaç kez yutkundu. "En ağırı da ne biliyor musun Ahu? Benim annemin evinde hatıralarının kol gezdiği, anısının olduğu evinde utanmadan ben senin annenin cenazesinde sana destek oldum. Yetmedi onun evinde yaşamayı kabul ettim diyerek başıma kalkması oldu. Aslı o dakikadan sonra benim için bitti. Sanki görünmez bir el Aslı'yı kalbimden söküp aldı." "Sen bu yüzden mi annenin eşyalarını bana toplattın?" Yıkılmış bir vaziyette kafa salladı. Tunç'un bu hâline kalbim acıdı. İçimden bir şey aktı gitti sanki. İnsan herşeyi koşulsuz sevebilirdi. Bir kuşu, bir çiçeği ve belki küçük bir taşı. İnsan çok sevdiği bir şeyden vazgeçebilir, yarın onu sevmeyebilirdi. Tunç içinde yarın olmuş ve çok sevdiği şeyden vazgeçmişti. Artık onu sevmiyordu. Kimse kimseyi zorla hayatında tutamazdı. Kuruyan çiçeği bile toprak iyileştiremiyordu. "Abi toparlan ve akşam yemekte bu evlilik meselesini sonlandır." "Ama-" "Yok aması falan. Ben senin tam yanında olacağım. Arkanda değilim bak dikkatini çekerim yanındayım diyorum. Hemen yanı başında." Tunç'un dudakları kıvrılır gibi oldu ve birden beni kolumdan tutarak göğsünü çekti. "İyi ki varsın. İyi ki." "Sen de abi. Sen de iyi ki varsın." *** Melih boş olan trafikte arabayı gayet rahat bir şekilde Birsen teyzelerin evine sürerken, ben evden çıkmadan önce çekildiğim fotoğrafı kızlara attım. Gıybet Time 😈 Görüldü. "Ne yapıyorsun bir saattir o telefonla yavrum." Melih'in konuşmasıyla telefondan başımı kaldırıp ona baktım. "Grupta kızlarla konuşuyorum." Melih anladığını belirterek mırıldandı. Bakışlarımı tekrar telefona çevirdiğimde hem Berna'dan hem de Ezgi'den yanıt gelmişti. Ezgi: "Görümceden daha çok bizim kreşte emeklisi çoktan gelmesine rağmen emekliye ayrılmayan müdürümüze benzemişsin..😅" Berna: "Hayır ya evlenme yaşına gelmiş ama bir türlü koca bulamayan felsefe hocasına benzemişsin.😅" Gönderen: Ahu Mesaj anında görüldü ve bende aniden interneti kapattım. Melih, arabayı Birsen teyzelerin evinin önünde durdurduğun da arabadan indik ve Melih'in elini tutmadan önce "Nasıl olmuşum canım. Görümce gibi duruyor muyum?" Melih gözlerini baştan aşağıya üzerimde gezdirdi. "Yani görümceden kastın ne bilmiyorum yavrum ama benim lisede ki edebiyat hocam gibi giyinmişsin." "Hah" dedim hayıflanarak "Zaten bu kalem etek ve beyaz gömlek sadece öğretmenlere özgüydü. Normal insanlar bu ikiliyi giyemiyor mu?" "Yavrum soru sordun ben de cevapladım. Benim kafamı saçma sapan triplerinle sikme. Geçelim içeriye adam akıllı yemeğimizi yiyelim sonrada evimize gidelim. Sanki işimiz gücümüz yokmuş gibi milletin evlilik meselesini dinleyeceğim bir de sen yapma." Cevap vermedim. Çünkü zaten birazdan kafası kendisinin deyimiyle çok fazla sikilecekti. Eve doğru ilerledik kapıyı çaldık. Birsen teyze kapıyı açtı. Kapı girişinde kısaca sarılma faslımızdan sonra içeriye geçtik. Herkesle merhabalaştıktan sonra hazır olan yemek masasına geçip oturduk. Tunç'a söylediğim gibi hemen yanı başındaki boşluğa oturdum. Aslı ise Tunç'un yanına değil karşısına oturmayı seçti. Yemekler yenirken hiç kimseden ses çıkmadı. Sonra tatlı servisine geçildi. Birsen teyzenin yaptığı şeker pareleri servis edelim diye mutfağa yardıma gittiğim de Aslı'nın Birsen teyzeye baskı yaptığını gördüm. "Ya Birsen teyze neden şu evlilik meselesini açmıyorsunuz?" Diyordu. "Ay kızım Valla gına geldi bak. Az sabırlı ol ya. Ne bu kız evi naz evi olur sen dünden razısın." Dedi Birsen teyze "Of Birsen teyze nazın da niyazında zamanı değil şimdi. Bir an önce evlilik meselesini açın artık." "Tamam tamam" dedi Birsen teyze "Darlama beni." Sanki onları hiç duymamışım gibi ses çıkartarak mutfağa girdim. "Yardıma geldim." dedim. "Sen otur kızım biz hallediyoruz." "Olur mu hiç öyle şey. Bu evin kızı da benim gelini de benim." Gözlerim Birsen teyzedeyken sözlerim Aslı'yaydı. "Bir kaç aylık gelin..." Diyerek zoraki bir kahkaha attı Aslı. "Ha bir de başı bir türlü dertten kurtulamayan, hep hastanede olan gelin." "Aslı..." "Aa konuşuyoruz Birsen teyze ne var bunda?" Bakışları beni buldu. "Ama Ahu Hanım konuşmamı istemiyorsa konuşmam." "Yok, bugün hiç olmadığı kadar çok konuşmanı istiyorum. Hiç susma ne varsa konuş. İçinde kalmasın." Birsen teyze "Kızlar..!" Diye ikaz etti bizi "İçeriye götürün şu tatlıları hadi." Tabakları alıp mutfaktan çıktığımız da Aslı benim yanıma sokuldu ve kulağıma sadece benim duyabileceğim şekilde fısıldadı. "Kesinlikle..." Dediğimde Aslı'nın yanından uzaklaştım ve tatlıları masaya koydum. Tekrar mutfağa gidecekken Aslı arkamdan gelip kolumdan tuttu. "Ahu Hanım sizinle tek savaşmayacağım. Benim yanımda olan kişi sizi al aşağı etmeye yetecek bir güce sahip." Sadece gülümsedim. Aslı korkunç bir hal alan kehribar rengi gözlerini gözlerime dikti. "Son gülen iyi güler. Tunç'u benden kopartmana izin vermeyeceğim." Kapının zili duyuldu. Birsen teyze mutfaktan çıktı. Göz ucuyla Aslı ile bana baktı ve kapıyı açmaya gitti. Kapıyı açtığında şaşkınca sarf ettiği isimden dolayı bakışlarım kapıya yöneldi. "Rüya..." "İyi akşamlar Birsen teyze. Aslı çok ısrar edince kıramadım arabama atladığım gibi geldim." Bakışlarım hala dış kapıda takılı kaldığında, Aslı yanımdan geçerek Rüya'nın yanına ilerledi. Bu gece dananın kuyruğu kopacaktı. Kesinlikle dişe diş kana kandı. Ama kimin dişi kim de kimin kanı kim de kalır işte orası bilinmezdi. Bildiğim bir tek bir şey vardı oda bu savaşı ne olursa olsun Tunç için bırakmayacaktım. BÖLÜM SONU |
0% |