Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. Bölüm

@esranurozer


Mehmet ERDEM: Geceden Karanlık Sebebim


Zifiri karanlık hayatımda iğne ucu kadarda olsa bir ışık arayan iflah olmaz bir insanım. Seçtiğim hayat ve yaşamak istediğim hayatın arasında sıkışmıştı ruhum. Çok şey isteyip hiçbir şey elde edemeyen hayal bile kuramayan cesaretten yoksun bir insan oldum çıktım. Nefes aldığım için yaşadığımı sanan bir sürü insan var çevremde. Kimse bana burada nefes almak isteyip istemediğimi sormuyor. Sadece dışarıdaki yansımamla mutlu olduğumu düşünüyorlar. Ama öyle değildi kesinlikle öyle değildi.

Mutlu değildim.

Hem de hiç mutlu değildim.

Bu hayatı yaşamak için geceden bile daha karanlık sebebim vardı benim. Etrafı karanlık olan bu hayatta sebebimi unutmam mümkün değildi.

Bazen kafayı yiyecek kadar çok düşünüyorum. Keşke diyorum keşke, hiç gelmeseydim buraya. Hiç karşılaşmasaydım, ruhunda ölüm taşıyan bu adamla. Ama keşkeler bir fayda etmiyor, düşüncelerim sinsi bir yılan gibi sadece beynimi talan ediyordu. Kader daha ben doğmadan, Melih ise çocukken ağlarını örmüş ve ikimizi vicdansızca bir araya getirmişti.

Sabah uyandığımda yatakta tek başımaydım. Melih, odada bile yoktu. Yataktan kalkar kalkmaz aşağıya inmiş ve Melih'i hazır kahvaltı masasında başköşede bulmuştum. Ben masaya otururken Ufuk, Ezgi'nin yardımıyla aşağıya inmişti. Arada Ezgi'nin şen sesi haricinde sessizce kahvaltımızı yapmıştık. Ezgi okula gitmek için evden ayrılmış Ufuk'ta dinlenmek için onun için hazırlanan odaya çıkmıştı. Melih, beni tüm itirazlarıma rağmen sert bir şekilde ikaz etmiş ve bir süs eşyası gibi yanında taşımak istediği için onunla birlikte şirketine gitmek zorunda kalmıştım.

Şimdi ise İstanbul'un kasvetli trafiğinde gıdım gıdım ilerleyen arabanın içinde Melih'in şirketine gidiyorduk.

Arabaya bindiğimizden beri sürücü koltuğunun olduğu yere bir kez bile bakışlarımı çevirmemiştim. Bir türlü akıp gitmeyen yolu amaçsızca izliyordum. Arabanın içinde boğucu bir sessizlik hâkimdi. Tabi arada Melih'in hiddetli küfürlerini saymazsak. Arkadaki aracın kornaya basmasıyla çıldıran Melih.

"Ne var lan ne var?" diye bağırdı. Bakışlarımı Melih'e çevirdim. Arabanın penceresini sonuna kadar indirmiş neredeyse bedeninin yarısını dışarıya sarkıtarak arkadaki araca saydırıyordu.

Öfke kontrolü yaşayan sabırsız bir adamdı zaten. Tahammül sınırları o kadar düşüktü ki yakıp yıkmaktan bir an olsun tereddüt yaşamıyordu. Gözü dönünce karşısında olan hiçbir şeyi dinlemiyor sanki gözüne siyah bir perde inmişçesine kimseleri görmüyordu.

"Melih" diyerek seslendim daha fazla ortam gerilmesin diye. Ama beni duymadı, derin bir nefes alıp bu defa daha yüksek sesle konuştum. "Melih"

Ani bir hareketle bedenini pencereden içeriye alarak pencereyi kapattı. Bıçak keskinliğindeki bakışlarını gözlerime dikti. Dişlerini sıkmaktan yanakları içine çökmüştü. Çatık kaşlarıyla ve alev alan ela gözleriyle gözlerime bakıyordu.

"Bakma bana öyle öldürecek gibi" diyerek bakışlarımı ilk çeken ben oldum. "Öldürecek olan bir insan öldürecek gibi bakar Ahu." Dedi ruhsuz sesiyle. Bakışlarımı tekrar gözlerine çıkardım. "Ne kadar da kolay bahsediyorsun öldürmekten." Dedim.

"Ölümden bahsederken neden zorlanayım ki?" diyerek tehlikeli bir şekilde yarım ağız gülümsedi. "Pis cani." Dedim bir anda, Melih, bana cevap vermek yerine serseri bir şekilde güldü. Her fırsatta benimle alay eden piç herifin tekiydi. Beni sinir etmek onun en büyük zevkiydi kesinlikle.

"Öküz." Fısıltı gibi çıkan sesimle birlikte bakışlarımı tekrar benim bulunduğum pencereye çevirdim.

"O güzel çeneni kapat Ahu." dedi Melih. Cevap vermedim başımı bile oynatmadım. Yaklaşık beş dakika kadar daha tıkalı olan trafik bir anda açıldı ve Melih seri bir şekilde araç kullanmaya devam etti.

Eziyete dönüşen yolculuğumuz şirketin önüne gelince son buldu. Melih, zemin katta bulunan şirket otoparkına aracını park etti ve kaşıyla arabadan inmemi söyledi. Sanki ben hiçbir şeyi bilmeyen bir insanmışım gibi sürekli üzerimde hâkimiyet kuran despot herifin tekiydi. Burada onunla tartışmak istemediğim için sahibine itaat eden evcil bir hayvan gibi arabadan sesimi çıkarmadan indim. Asansörlerin olduğu yere o, önde ben arkada ilerledik. Gelen asansöre bindik ve en üst katın düğmesine bastı Melih. En üst kata gelen asansörün kapısı iki yana açıldı. Melih'in iri elleri, küçük ellerimi kavradı. Etraftaki çalışanlar Melih'i görünce saygılı bir şekilde selam verdiler. Melih bakışlarını hiçbir çalışanına değdirmeden hatta istifini bile bozmadan sert adımlarla odasına doğru ilerliyor, beni de peşinden sürüklüyordu.

Kahve renkli kapısı olan odasının hemen sol çaprazında duran bir çalışma masası vardı. Çalışma masasının koltuğunda oturan esmer, siyah uzun saçlı, balıketli, bal rengi gözlere sahip, otuzlu yaşlarının başında olan kadın Melih'i görünce ayağa kalkarak saygıyla ve gülümsemeyle selamladı bizi. Melih, sadece baş selamı verdi. Ben ise büyükçe gülümseyerek sevimli bir şekilde karşılık verdim kadına.

"Melih Bey, Mehmet Bey içeride sizi bekliyor." Dedi ince sesiyle kadın. "Tamam, Seda." Diyerek odasına doğru ilerledi. Bir anda aklına bir şey gelmiş gibi tekrar Seda'ya döndü. Yeni yerine oturan Seda aceleyle ayağa kalkarak hazır ol da bekledi."Bize iki sade bir şekerli Türk kahvesi gönder." dedi. "Hemen gönderiyorum Melih Bey" diyerek gülümsedi Seda.

Melih, kahverengi kapıyı açtı ve odaya girdik. Odaya girdiğimizi gören Mehmet abi boydan boya cam olan pencerenin önünden ayrılarak yanımıza adımladı. Oda tıpkı kapısı gibi kahverengi ağırlıklıydı. Boydan boya camın önüne yerleştirilmiş iki tane bordo tekli koltuklar haricinde, başka renk yoktu. Duvara özenle yerleştirilmiş pahalı tablolar bile koyu renkliydi. Odayı inceleme işim Mehmet abinin konuşmasıyla son buldu.

"Melih, aslanım böyle mi davranacaksın bana?" diye sordu. Melih rahat bir şekilde masasının başında duran siyah deri koltuğuna oturdu. Masanın yanına konumlanmış kahverengi koltuklarını başıyla işaret ederek benim oturmamı emretti. Dediğini yaptım sesimi çıkarmadan dediği yere geçip oturdum. Melih arkasına yaslanarak rahat bir tavır takındı. Dolgun dudaklarını aralayarak "Nasıl davranıyormuşum?" diye sordu.

Mehmet abi ayakta beklemekten sıkılmış olacak ki olduğu yerden bize doğru adımladı ve benim tam karşımdaki koltuğa oturdu. Bakışlarını Melih'e çevirerek "Soğuk, mesafeli ve ruhsuzca..." dedi bıkkın bir nefes vererek.

"Ne yapmamı bekliyorsun Mehmet abi? Senin tedbirsiz davranışların için alkış mı tutayım?"

"Melih, gözümden kaçmış bir daha böyle olmayacak. Her şey kontrolüm altında."dedi Mehmet abi güven vermek ister gibi. "Umarım bir daha aynı şeyleri yaşamayız. Umarım her şey kontrolün altındadır." Diyerek yanıtladı Melih ruhsuz sesiyle. Mehmet abi cevap vermek için açtığı ağzını çalan kapıyla kapatmak zorunda kaldı. Seda, yüzündeki gülümsemeyle, elinde kahvelerin olduğu tepsiyle bize doğru adımladı. Sade kahvelerin birini Melih'e birini ise Mehmet abiye verdi. Bana da şekerli kahveyi verdi. "Afiyet olsun" diyerek odadan çıktı.

"Dün akşam sana söylediğim şeyi ayarladın mı?" diye sordu Melih. "Hazırladım, her şey istediğin gibi." Duyduğu şeyden memnun olan Melih, dolgun dudaklarına bir gülümseme yerleştirdi. Bakışlarım yüzündeki gülümsemede takıldı. Bir insan hem bu kadar zalim, hem bu kadar tehlikeli, hem de bu kadar güzel nasıl gülebilirdi ki. Düşüncelerim yine beynimi zorlamış kendi kendine olmayacak şeyler düşünmeye başlamıştı. Düşüncelerimin derinliklerinden beni çıkaran çalınmadan açılan kapı oldu.

Bakışlarımı Melih'in yüzünden çekip kapıya yönelttim. Kapı pervazında bütün asaletiyle duran Rüya'yı gördüm. Kapıyı bile çalmadan içeriye girebilecek kadar yakın olduklarını düşünen zihnim Melih'in kükremesiyle kendi köşesine çekildi.

"Dingonun ahırına mı giriyorsun kızım?" diyerek ellerini masaya vurdu. Rüya, sanki Melih, onu hiç azarlamamış gibi içeriye girdi ve bize doğru adımladı. Rüya'nın Melih'ten korkmamasının tek sebebi Mehmet abiydi. Mehmet abiye güveniyordu. Ama bilmediği bir şey vardı ki Mehmet abi Melih, ne isterse onu yapar ve Melih'in mutluluğu için babasını bile harcardı. Buna birçok kez bizzat şahit olmuştum. Rüya, yanlış kişiye güveniyordu. Çünkü güvendiği dağlara çoktan karlar yağmıştı bile.

Mehmet abinin yanına oturmak için yaklaşan Rüya "Ne işin var burada Rüya?" diye soran Mehmet abinin sesiyle olduğu yerde kala kaldı. "Ben sizi ziyarete geldim." Dedi ince sesiyle Rüya. Melih sıkıntıyla alnını eliyle ovalayıp "Mehmet abi!" dedi uyarı dolu sesiyle. Melih'in ne demek istediğini anlayan Mehmet abi. Oturduğu yerden kalkarak Rüya'nın yanına geldi. "Hadi Rüya eve git sen." Dedi. Rüya duyduklarından hoşlanmamış gibi kaşlarını çattı. Kollarını göğsünde birleştirdi. Çekik, iri mavi gözlerinde sinir vardı.

"Neden eve gidiyormuşum?" bakışlarını bana çevirip "Ahu burada ama ben neden gideyim ki?" diye sordu. Melih oturduğu yerden bir hışımla ayağa kalktı. "Lan sen Ahu'yla kendini bir mi tutuyorsun? Çık dışarı." Diye öyle bir bağırdı ki. Rüya olduğu yerden bir adım geriye gitti. Karşısındakinin bir kadın olduğunu unutan Melih, saldırgan bir kurtta dönüşmüştü. Gerginleşen ortamda durması için "Melih." Diye seslendim. Beni önemsemeden "Çık dışarıya!" diye bir kez daha bağırdı. Rüya dolan gözlerini saklama gereği duymadan Mehmet abiye baktı. Mehmet abi Rüya'nın kolundan tutarak çıkışa doğru sürükledi. Odadan çıkan ikilinin ardından bende ayağa kalkarak Melih'e ölümcül bakışlarımı sundum.

"Karşında bir kadın var farkında mısın? Bir kadına böyle davranamazsın! Hatta," derin bir nefes alıp "Hiç kimseye böyle davranamazsın." Dedim sitemle. Melih, tekrar rahat bir şekilde koltuğa oturdu. Cebinden çıkardığı sigarasını dudaklarına yerleştirdi ve ucunu zipposuyla tutuşturdu. Sigara dumanını içine çekerken yanakları içene çökmüş elmacık kemikleri belirginleşmişti. İçine çektiği sigara dumanını serseri bir şekilde başını havaya kaldırarak yukarı doğru üfledi. Alay barındıran gözlerini gözlerime dikti.

"Hadi ya..." yamuk bir şekilde gülümsedi "Hiç farkında değilim." Dedi alay barındıran sesiyle. Kurduğu cümlenin her zerresi beni çileden çıkarmak için inşa edilmiş gibiydi.

"Kendini beğenmiş tavırlarından nefret ediyorum." Dedim dan diye. Melih, elindeki sigaranın külünü kül tablasına döktü. Işıltı gibi parlayan ela gözlerini gözlerime sabitleyip "Başka? " dedi sorar gibi. "Ne?"

"Başka diyorum, neyim den nefret ediyorsun?" gülerek sarf ettiği cümleye kaşlarımı çatarak cevap verdim. "Birazcık ciddi olamaz mısın?"

"Ciddi olmamı gerektirecek bir şey göremiyorum."

"Bencil Öküz." Dedim fısıltıyla. Kendimin bile zor duyduğum sesimi Melih, duymuş beni parçalara ayırmak ister gibi bakıyordu. Parmakları arsında ki biten sigarasını kül tablasına bastırarak söndürdü. Bakışlarını bana değdirmeden " Senin o dilin çok uzadı Ahu. Kökünden kesmemi istemiyorsan kes sesini." Dedi tehditkâr sesiyle. Cevap vermedim tek yaptığım söylediklerine karşılık olarak gözlerimi devirmek oldu. Sesimin çıkmadığını fark eden Melih, benimle uğraşmayı bırakarak önündeki dosyalarla ilgilendi. Bende bir türlü içmeye fırsat bulamadığım, artık sıcak olmayan, soğumuş şekerli kahvemi içtim.

Uzunca bir süre Melih, önündeki dosyalarla ilgileniyordu. Ben bu süre zarfında iki defa Berna'yla telefonda konuşmuş. Tunç ve Tekin'le uzun sayılabilecek mesajlaşma trafiğine girmiştim. İnternette dolaşmış. Annemi düşünmüş, hatta saçma sapan oyunlar indirip oynamıştım. Mehmet abi gelmiş Melih'le anlamadığım bir şeyler hakkında konuşmuş ve gitmişti. Üç kez Seda gelmiş Melih'e raporlar vermişti. Bütün bunları yaparken bile oldukça sıkılmış ve de acıkmıştım. Ama Melih, gözlerini önündeki dosyalardan ayırmadan robot gibi işine odaklanmıştı. Oturmaktan uyuşan bir yerlerim yüzünden daha fazla oturmak istemediğim için ayağa kalkarak boydan boya cam olan pencerenin önüne ilerledim.

Dışarıdan içerisi görünmeyen ama içeriden dışarısı net bir şekilde görünen siyah bir camdı. İstanbul, bütün ihtişamıyla gözlerimin önüne serilmişti. İstanbul güzel şehirdi ama bir Bursa değildi. Geldiğim günden beri bana bir kez gün yüzü göstermeyen tıpkı beni kendi cehennemine hapis eden Melih, gibi bencil ve acımasızdı. Bursa, benim çocukluğum, var oluşumdu. Kendi iç dünyamla çatışmam Melih'in çalan telefonuyla son buldu.

"Efendim anne."

Anne kelimesini duyan beynim ani bir şekilde harekete geçti ve Melih'e bakmamı sağladı. Onu merak eden bir annesi vardı. Canı her istediğinde gördüğü, telefonda konuştuğu, varlığını hissettiği annesi. Benim de bir annem vardı. Beni merak eden ama göremeyen.

Melih'le bakışlarımız kesişti. Ela gözleri kahve gözlerimden ne hissettiğimi anlamış gibi bakıyordu. Gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadan telefonun ucundaki annesini dinledi. "İyiyiz anne merak etme." dedi. Bir süre daha karşı tarafı dinledikten sonra "Tamam, akşam görüşürüz." Diyerek telefonu kapattı. Koyulaşmış ela gözlerini gözlerimden çekmeden oturduğu yerden kalktı ve birkaç büyük adımla yanıma gelip tam karşımda durdu. Aramızda birbirimizin nefeslerini yüzümüzde hissedecek kadar kısa bir mesafe bıraktı.

"Acıkmadın mı? Yemek yemeye gidelim." Diye sordu. Daha önce hiç duymadığım bir ses tonuyla. Ela gözleri koyulaşmış irislerinin etrafı yeşillere boyanmıştı. Aslında çok açtım ama az önceki şahit olduğum konuşma yüzünden iştahım tamamen kesilmişti. Sorduğu soruyu hiçe sayarak "Eve gitmek istiyorum." Dedim.

Kahve gözlerimi talan eden ela gözlerinde bir kıvılcım çaktı. Çakan kıvılcım elalarının etrafında döndü ve kocaman asi bir ateş oldu. Zaten oldukça yakın olan bedenlerimizin arasında ki kısacık mesafeyi de kapatarak bana yaklaştı. Gözlerinin içinde çıkan yangında kendi gözlerimin yansımasını görebiliyordum. "Ahu..." büyükçe yutkunup "Ahu-" cümlesini kesen bir anda açılan kapı oldu.

İkimiz birden kapıya baktık. Babam kırmızı görmüş bir boğa gibi Melih'e bakıyordu. Melih babamı görür görmez. "Bu kapı neden çalınmadan açılıyor. İyice dingonun ahırına döndü burası. " diyerek söylendi.

Babam seri bir şekilde yanıma gelip beni kolumdan tutup çekecekken Melih, babamın ne yapacağını anlamış gibi ondan önce davrandı ve beni hızlı bir şekilde kendine çekerek bedenlerimizi birbirimize yasladı. Babamın sinirden mavi gözünün akı kırmızıya bulanmıştı. Bakışları meydan okur gibiydi. "Kızım dün senin yüzünden ölebilirdi. Görüyorum ki sen oldukça rahatsın. Öyle rahatsın ki kızımı buraya getiriyorsun ama haber verme tenezzülünde bile bulunmuyorsun." Dedi dişlerinin arasında tıslar gibi.

"Sen bana hesap mı soruyorsun Cevdet Bey?" dedi sorar gibi. "Soruyorum lan! Sana hesap soruyorum." Diyerek bağırdı babam. Melih, babamın bu tavrına normalde sinirlenir ve bütün öfkesini kusardı. Ama öyle yapmadı kaşlarını alayla havaya kaldırıp kolumda olan eliyle beni babama doğru hafiften ittirdi. "Sor tabi seninde baba olarak görevlerin var" diyerek başıyla beni gösterdi. "Alabilirsin Ahu'yu" dedi.

Babamın gözlerindeki öfke şaşkınlığa dönüşmüştü. Çünkü keza bende tıpkı babam gibi şaşkınca Melih'e bakıyordum. İlk şaşkınlığı üzerinden atan babam oldu beni kolları arasına alıp sarıldı. Kolları arsında küçücük kalan bedenimi sıkı sıkıya sarıyor kulağıma bir şeyler fısıldıyordu. Ama benim söylediği şeyleri duyduğum pek söylenemezdi. Sadece "Gidelim kızım" dediğini algıladım başımı olur der gibi salladım. Babamın kolu altında çıkışa doğru ilerledik. Kapıyı açmak için elini uzatan babamı Melih'in gür sert sesi durdurdu.

"Cevdet Bey, şimdi size benim olanı veriyorum. Ben istediğim için veriyorum. Ama siz onu kendi ellerinizle akşam bana getireceksiniz." Dedi kendinden emin sesiyle. Babam o an Melih'in ne demek istediğini anlamış gibi önce bana sonra, yönünü tam olarak Melih'e dönmeden omzunun üstünden bakarak konuştu." Bahsettiğin şey davete icabet etmek oluyor. Kızımı kendi ellerimle sana getirmek değil." Dedi tok bir sesle. Melih büyükçe bir kahkaha attı."Akşam bekliyor olacağım." Dedi.

Babam Melih'e cevap vermedi birlikte odadan çıktık asansöre bindik ve otoparka indik. Babamın arabasına binene kadar ikimizde hiç konuşmadık. Arabaya binince emniyet kemerini taktım. Babamda aynı şekilde kemerini taktıktan sonra otoparktan çıktık. Sessizliği bozan ilk babam oldu. "Akşam Kenan Bey yemeğe davet etti. Melih, az önce ondan bahsediyordu." Dedi. Başımı salladım, babam susacak gibi değildi ama "Ahu- " cümlesini bitirmesine izin vermeden konuştum. "Konuşmasak" dedim. Babam sıkkın bir nefes verdi burnundan "Peki" dedi kabullenir gibi ve yol boyunca hiç konuşmadan eve gittik.

Eve girer girmez Füsun hanımın sorularıyla karşılaşmıştık. Onun sorduğu sorularının hiç birini önemsemeden kendi kaldığım ama asla kendimi ait hissetmediğim odama çıktım. Üzerimdekilerden kurtularak banyoya girdim ve kendimi sıcak suyun kollarına bıraktım. Ağlamak için can atan gözlerim gevşeyen bedenimle beraber yanaklarımdan aşağıya doğru süzüldü gözyaşlarım ve başımdan aşağıya akan sulara karıştı. Bu yaşlarda anneme duyduğum kavurucu hasret vardı. Alışmaya çalıştığım ama boğazıma bir yumru gibi oturan alışılamaz bir özlem vardı. Olduğum yere çökerek sessizce ağlamaya devam ettim.

***

Gözlerimi tabağımdaki et yemeğine dikmiş öylece boyutlarını inceliyordum. Akşam ailece Kenan Beyin davetine katılmıştık. Şimdi de Kenan Bey ve Birsen teyze haricinde birbirini zerre kadar sevmeyen iki ailenin sözde mutlu bir akşam yemeğini yiyorduk. Masada herkes kendi aralarında bir şeyler konuşuyordu. Konuşulanların hiç birini duymuyor sadece tabağımda duran etleri çatalımla parçalara ayırıyordum. Üzerimde bir çift gözün varlığını hissettim. Başımı tabağımdan kaldırdığım an gözün sahibiyle gözlerim kesişti.

Melih, gözlerini yüzüme dikmiş vaziyette yemeğini yiyordu. Onu bana bakarken yakalamama rağmen hiç istifini bozmadan bakmaya devam etti. Ela gözlerinin etrafından sarkan yeşil zehirli sarmaşıklar sanki gözlerimi istila ediyordu. Aramızda inatçı bir istek vardı. O zaten vazgeçen biri değildi. Bende vazgeçmek istemiyordum. Asırlara konu olacak kadar uzun bakışmamız Füsun Hanımın sesiyle son buldu. "Ay Birsen Hanımcım, ne güzel oldu böyle ailecek bir araya gelmek." Diyerek kahkaha attı. Birsen teyze cevap vermek yerine sadece gülümsemeyi seçti.

"Zaten nişandan sonra başımıza gelen bu kötü olay tadımızı kaçırmıştı." Bakışlarını bana çevirerek "Ama çok şükür hiç bir şey olmadı Melih, sayesinde." Diyerek imalı bir şekilde konuştu. Masada sadece Füsun Hanımın sesi çıkıyordu. Yüzümü buruşturdum, elimden gelse sesini duymamak için kulaklarımı bile kapatırdım. Ama ortam buna hiç müsait değildi. Kendi kendine konuşup gülen Füsun Hanımı "Yeter artık Füsun" diyerek susturdu babam. Ona minnet dolu gözlerimle baktım. Çünkü biraz daha Füsun Hanımın konuşmalarına maruz kalsaydım masanın ortasına midemdekileri boşaltacaktım. Bir süre sessiz sedasız geçti yemek.

Tabağımdan başımı kaldırıp masada şöyle bir göz gezdirdim. Dedem ve babam Kenan Beyle konuşuyordu. Tunç ve Tekin kendi içlerine kapanmış tıpkı benim gibi kendilerini masadan soyutlamışlardı. Füsun Hanım Birsen teyzeyle konuşuyordu. Melih, ise yanından bir saniye bile ayrılmayan Mehmet abinin söylediklerini dinliyordu. Melih'in telefonuna gelen bildirim sesiyle bakışlarımı pür dikkat Melih'e diktim. Cebinden çıkardığı telefonun ekranına bakan Melih'in kemikli yüz hatları gerildi, kaşlarını çatarak baktığı ekrandan bakışlarını çekerek Tekin'e baktı. Tekin Melih'in bakışlarını hissetmiş gibi önündeki yemekten başını kaldırıp Melih'e baktı.

Çapraz bir şekilde karşılıklı oturan ikilinin arsında geçen bakışmada bir elektrik voltajının gerilimi gibi bir gerilim vardı. İkisinin bakışlarından geçen duygu tek kelimeyle 'saf öfkeydi' aralarındaki bakışmayı tek fark eden ben değildim. Tunç ve Mehmet abide ikilinin bakışmasını fark etmiş ve ortamdaki gerilimin ne olduğunu anlamaya çalışır gibi ikiliye bakıyorlardı. Ortamdaki gerginliği fark edemeyecek kadar masum olan Kenan Bey "Kahvelerimizi koltuklarda içelim" diyerek konuştu. Masadakilerden onay aldıktan sonra bakışlarını bana çevirdi. "Elinden bir kahveni içerim Ahu kızım." Dedi.

"Tamam, yaparım Kenan Bey" dedim. Biten cümlemle Kenan Bey kaşlarını çatarak bana baktı. "Kızım Birsen'e teyze, bana gelince Bey, hiç olur mu böyle? Bana da amca demeni istiyorum." Diyerek yalancı bir kızmayla sitem etti. Bana olan bu yakınlıkları güzel bir şeydi ama gerçekleri bilmiyorlardı. Gerçekleri bilseler beni bir kaşık suda boğmak isterlerdi. Ama bu yakınlıklarına da kayıtsız kalamıyordum. Yüzüme samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseme yerleştirdim. "Olur, Kenan amca" dedim. Kenan amca memnun olmuş bir şekilde. "Hah şimdi oldu işte." Diyerek oturduğu yerden kalktı.

Oturma odasında bulunan koltukların oraya doğru babamlarla ilerlediler. Melih ile Tekin hala birbirlerini öldürecek gibi bakıyordu. Hala masada olan Tunç, Tekin, Mehmet abi ve Melih'in gelmediğini fark eden Kenan amca "Siz gelmiyor musunuz gençler?" diye sordu. Melih, bir saattir kırmak ister gibi parmakları arasındaki çatal, bıçağı sert bir şekilde tabağının kenarına indirdi. Bakışlarını Tekin'in gözlerinden ayırmadan "Bizim çalışma odasında biraz işimiz var baba siz oturun geliriz birazdan." Dedi tane tane kurduğu cümlede ölümün sessiz çığlıkları vardı. Melih oturduğu yerden ayağa kalkınca masada bulunan üç adamda ayağa kalktı. Melih, sol çaprazda duran ahşap merdivenleri başıyla işaret ederek, sessizce emrini verdi. Ne demek istediğini anlayan abimler Melih'in işaret ettiği merdivene yöneldiler. Melih, merdivenleri çıkan üçlüden bakışlarını çekerek bana yöneltti.

"Birazdan geleceğim... Ben gelene kadar uslu dur." Dedi. Sesi sakin olmakta zorlandığını resmen haykırıyordu. Başımı tamam der gibi salladım. Kısa bir süre daha gözlerimin içine baktı. Sonra arkasını dönerek merdivenlere yöneldi. Merdivenlerden çıkana kadar arkasından öylece baktım, gözden kaybolan Melih'in ardından bakışlarımı çektim ve mutfağa kahve yapmaya geçtim.

Çalışanların yardımıyla herkesin kahvesini yaptım. Tepsiye dizdiğim kahveleri oturma odasında sohbet eden kendi aileme ve Melih'in ailesine özenle servis ettim. Kahveleri yapana kadar Melih'lerin çoktan gelmesi lazımdı ama ortalıkta ne Melih, nede ağabeylerim vardı. Tepsinin içinde duran onlar için yaptığım kahve bardaklarına kısaca göz gezdirdikten sonra ani bir kararla merdivenlere yöneldim ve seri adımlarla basamakları tek tek çıktım.

Merdivenlerin sonuna varınca etrafa bakındım beş tana kapı vardı ve bunlardan bir tanesinin çalışma odasına ait olduğunu biliyordum ama hangisinin olduğuyla ilgili bir fikrim yoktu. Tek tek hepsine bakacak ve doğru kapıyı bulacaktım. İlk olarak merdivenlerin tam karşısında duran kapıyı çaldım. Kimse açmayınca kapı koluna asılarak tek elimle kapıyı açtım. Burası değildi. Sağ tarafa yönelip hemen yanındaki kapıyı da çaldım ama burasının da olmadığı besbelliydi. Yine sağ tarafta bu kapılardan birazcık daha ilerde duran kapıya doğru yöneldim. Oldukça yavaş hareket ediyordum. Nereden geldiğini bilmediğim bir his bütün kanıma karışarak kalbimin hızlı atmasını sağlıyordu. Sanki yasak ve gizli bir iş yapıyormuşum gibi hissettiriyordu bana. Kapıya yaklaşınca sağ elimle tepsiyi tuttum. Sol elimi kapıyı çalmak için yumruk haline getirdim, kapıyı çalacaktım ki içeriden duyulan ses buna engel oldu. Bu ses bir şeyin bir şeye çarpma sesiydi. Bir etin başka bir ete çarpma sesi. İrileşmiş gözlerle kapıya baka kaldım. İçeride ne olduğunu öğrenmek isteyen beynim bana kendince sinyaller gönderiyordu. Bir tarafım bu yaptığın çok yanlış, eğer yakalanırsan Melih, seni mahf eder diyordu. Diğer tarafım kapıyı dinlemem için beni destekliyordu.

Merak sinsi bir yılan gibi bütün beynime sızdı. Yanlışını ya da doğrusun hiç düşünmeden beynimin içinde yankılanan sesi dinledim ve kapıya biraz daha yaklaşarak içeride ne olup bittiğini duymak istedim. Kapıya yaklaştığım için sesleri biraz daha ayırt edebiliyordum. "Kes saçmalamayı Melih." Diye konuşan kişi Tunç'tu. "Sen karışma Tunç." Diye çıkıştı Melih. Dertleri neydi bunların, kapıya biraz daha abandım.

"Böyle olacağını nereden bileyim?" dedi boğuk bir sesle Tekin. Ardında etin ete çarpma sesi doldu kulaklarıma Mehmet abi ile Tunç'un "Melih" diye uyarı sesine Tekin'in inilti sesi karıştı. "Benim suçum yok!" diyen Tekin'in sesi acı doluydu. "Sus lan... Sus yoksa öldürürüm seni." Diyerek konuştu Melih. Dişlerini sıktığını bu kapının ardından bile fark edebiliyordum. Daha sonra kapıya doğru yaklaşan adım seslerini duydum kendimi bir adım geriye atmam ve kapının açılması arasında saniyelik bir zaman dilimi vardı.

Melih, kapının pervazında şaşkın gözleriyle gözlerime bakıyordu. Benim burada olduğumu yeni farkına varan Melih, yüzündeki şaşkınlığı hemen silerek, kaşlarını çattı. Melih'in arkasında duran yarı açık kapıya bakışlarım kaydı. Tekin, burnundan akan kanı eliyle tampon yaparak durdurmaya çalışıyordu. Tunç ve Mehmet abide ona yardım ediyordu. Melih bakışlarımın farkına vararak sert bir şekilde kapıyı kapattı ve görüş açıma girdi. Titreyen sesimle "Bu- bu nasıl oldu?"

"Ne arıyorsun burada?"

"Ben- şey ben" diye saçmalamaya başladığımda Melih, daha da sinirlendi. Ela gözlerinde var olan ateş biraz daha çoğaldı ve söndürülemez yangınlara dönüştü. "Sen ne Ahu?" dişlerini sıkarak sorduğu soruya aklıma yeni gelmiş olan şeyle cevap verdim.

"Ben kahvelerinizi getirmiştim." Boğazımı temizleyerek sesimi düzelttim. "Tam kapıyı çalacaktım sen açtın." Dedim. Melih, önce havada yumruk yaptığım elime daha sonra kahve tepsisi olan elime baktı. Bakışlarını gözlerime çıkarttı. Melih, gözlerimin en derinine inmeye devam ederken ben içimden kapıyı dinlediğimi anlamaması için dua ediyordum.

Melih sıkıntılı bir nefes vererek ellerini gür, kumral saçlarının arasından geçirdi. "Sana kim bize kahve getir dedi." Diyerek kızgınca konuştu. Hala havada çalma pozisyonunda olan elimi indirdim ve tek elimde taşımaktan ağrıyan elime destek olsun diye tepsinin bir ucundan tuttum. Bakışlarımı tepsiden çektim Melih'in koyulaşmış ela gözlerine baktım. Bana şüpheyle bakmıyordu. Söylediklerime inanmıştı, ya da içeride her ne olduysa benim söylediklerimle ilgilenemeyecek kadar kafası doluydu.

"Tekin abimin burnu neden kanıyordu?" diye sordum birden.

Melih, biçimli kalın kaşlarını çattı, gür kirpiklerinin sarmaladığı ela özlerini kıstı. Bir adım atarak dibime geldi ve beni kuvvetli elleriyle merdivenlere doğru döndürdü. Hemen arkamda duran bedeninin sıcaklığını hissedebiliyordum. Dolgun dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdı. Dudaklarından firar eden sıcak nefesi kulaklarımın içinde uğulduyordu.

"Çok konuşuyorsun Ahu." Konuştukça hareket eden dudakları kulağıma değiyordu. "Sen az önce bir şey görmedin tamam mı?" diyerek dudaklarını kulağımdan ayırdı. "İn şimdi aşağıya." Dedi. "A- ama" diyerek konuşmaya çalıştığımda elini belime koyarak "Âmâsı falan yok hadi Ahu" diyerek beni eliyle iteledi. Birlikte ben önde Melih, arkada merdivenleri indik. Melih, hiçbir şey olmamış gibi salona geçip oturdu. Bende elimdeki tepsiyi mutfağa bırakıp salona geçtim.

Kısa bir süre sonra merdivenlerden inen Mehmet abi ve Tunç'ta salona girdi. Tekin'i arayan gözlerim fazla uzun sürmeden salona giren Tekin'le istediğine kavuşmuştu. Tekin'in burnu kızarmış, burun deliklerinde tampon görevi gören iki küçük pamuk vardı. Tekin'in geldiğini ilk fark eden Füsun Hanım oldu. "Oğlum ne oldu sana?" diyerek çığlık çığlığa sorduğu soruyla ayağa fırladı. Böylece salonda bulunan herkesin gözlerinin odağı oldu Tekin.

Babamda aynı Füsun Hanım gibi oturduğu yerden kalkarak Tekin'in yanına geldi. Elini kaldırıp Tekin'in burnuna hafifçe dokundu. "Oğlum?" dedi sorar gibi. Tekin bıkkın bir nefes vererek öfkeli bakışlarını Melih'e yöneltti. "Önemli bir şey değil." Dedi.

"Nasıl önemli değil oğlum! Burnun kıpkırmızı olmuş." Diyerek sitem etti Füsun Hanım. "Nasıl oldu bu?"

"Kapıya çarptım."

Bir şeyler daha söylemek için hazırlanan Füsun Hanımı Tekin, susturdu. "Tamam, artık anne kapıya çarptım diyorum." Diye çıkışan oğlundan dolayı cümlelerini yutmak zorunda kaldı.

Bir süre daha oturduktan sonra eve gitmek için Melih'lerin evinden çıktık. Bizi yolcu eden Melih'in ailesi kapının önünde ayaküstü konuşurlarken, biraz ileride konuşan Tekin ve Melih gözüme takıldı. Melih'in sinirli Tekin'in tedirgin halleri içime şüphe filizleri serpti. Ve bugün yaptığım şeyi tekrarlayarak onları dinlemek isteyen yanıma ayak uydurdum. Kimseye fark ettirmeden yavaşça onlara yaklaştım. O kadar yavaş ve ses çıkarmadan hareket ediyordum ki tıpkı rüzgârda uçuşan kurumuş yaprak misali. Havada süzülüyordum ama dikkat çekmiyordum. Onları duyacak kadar bir mesafe bıraktım arada, elime telefonumu aldım yakalandığımda telefonumla ilgilendiğimi söyleyebilmek için. Bütün dikkatimi ikilinin üzerine verdim. Kulaklarımı tabiri caizse dört açtım.

"Yarın sabah daha gün doğmadan bitecek bu iş." Dedi Melih, dişlerini kıracak kadar çok sıktığını görebiliyordum. "Nasıl olacakmış bu dediğin?" diye sordu Tekin sesi titremişti.

"Ben sana geleceğin yerin adresini atacağım." Sesinde tehlikenin yanık kokusu vardı. "Ben yapamam."

"Yapacaksın!" diyerek eliyle Tekin'in kolunu sıktı. "Sen yapacaksın!" diyerek tekrarladı. Sert sesiyle. Tekin, büyükçe yutkundu. Yutkunduğunda hareket eden ademelmasını aramızdaki bu mesafeden bile görebilmiştim. Başka şansının olmadığını bilerek, olumlu anlamda başını salladı. Melih bir kez daha "Tamam mı?" diye sordu. Çünkü o net cevapları severdi. Ağzından çıkacaktı cevap onunla konuşurken. Tekin, "Tamam" diyerek yanıtladı. Konuşmanın daha fazlasını dinlemek istemedim. Onlara fark ettirmeden hızlıca geldiğim gibi sessizce yanlarından ayrıldım. Birsen teyzelerle vedalaştıktan sonra çoktan arabanın sürücü koltuğuna oturan Tunç'un yanına gittim. Arka kapıyı açarak arabaya oturdum. Birkaç dakika sonrada babamların ve Tekin'in gelmesiyle eve gitmek için yola koyulduk.

Eve geldikten sonra herkes kendi odasına çekilmişti. Saat gecenin yarısını geçiyordu, ama uyku benim gözüme uğramamıştı bile. Üzerimi değiştirmiştim, ama pijama takımı değil siyah rahat, bacaklarımı saran bir tayt ve üzerine dökümlü siyah bir gömlek giydim. Aklım Melih'le Tekin'in konuştuklarında kaldı. Ne yapıp edip ne çevirdiklerini öğrenecektim. Tekin'i evden çıkarken takip edecektim. Bunu düşünmem saatlerimi almamıştı. Aklıma takılan sinsi düşüncelerin tek yolu bu olduğuna karar vermiştim. Ne olup bittiğini öğrenecek ve beynimi kemiren bu soru işaretlerinden kurtulacaktım. Uyumayacak ve bir askerin düşmanını pusuda beklediği gibi Tekin'in evden çıkmasını bekleyecek ve onu takip edecektim.

Odanın içinde dolanırken bir ses duydum. Saat sabaha karşı 04.15 'i gösteriyordu. Sanırım Tekin evden çıkmak için harekete geçmişti. Kendi odamın kapısına yaklaşıp kulağımı kapıya dayadım. Merdivenlerden çıkan gıcırtılı sesi duyabiliyordum. Merdivenden gelen gıcırtılı ses kesilince odamın kapısını yavaşça açtım. Çıplak ayaklarımın uçlarında yürüyerek merdivenlere yaklaştım, tam o sırada evin kapısının kapanma sesi geldi. Vakit kaybetmeden merdivenlerden hızlıca indim. Spor ayakkabılarımı ayağıma geçirdim portmantoda duran Tunç'un arabasının anahtarını elime aldım ve kapıyı açtım. Tekin arabasını çoktan hareket ettirmiş evin bahçesinden ana yola çıkmıştı bile. Koşarak Tunç'un arabasına bindim, emniyet kemerimi taktım ve gaza yüklendim. Tekin çok uzakta görüş açıma girmişti. Ona fark ettirmeden biraz daha yakınına geldim. Şimdi aramızdaki mesafe ne çok yakındı nede çok uzak.

Yaklaşık yarım saattir hiç bilmediğim patika bir yolda araçla Tekin önde ben arkada ilerliyorduk. Her iki tarafı derin ormanlık olan yolda nereye gittiğimizi bilmeden Tekin'in peşine takılmıştım. Tekin ani bir hareketle arabayı ormanın içine kırdı. Ve görüş açımdan kayboldu. Onun ormanın içine girdiği yere arabayı yaklaştırdım ama arabayla ormanın içine girmeye cesaret edemedim. Araçla ormanın içine girsem beni fark edebilirdi.

Arabayı yolda bırakarak ormanın içine girdim. Biraz ilerledikten sonra Tekin'in aracı uzak bir mesafeyle görüş açıma girdi.

Aramızda nereden baksan dokuz- on metre kadar bir mesafe vardı. Hızlı bir şekilde arabaya doğru ilerledim. Arabayla aramdaki mesafeyi sıfırlayınca temkinli bir şekilde arabaya yaklaştım. İçi boştu Tekin arabada yoktu. Başımı kaldırıp etrafa bakındığımda az ilerde harabe terk edilmiş fabrikaya benzeyen bir yer gözüme takıldı. Eski fabrikanın önünde konumlanmış üç tane daha araç vardı bunlardan biri Melih'e biri Mehmet abiye aitti. Diğeriyle ilgili hiçbir fikrim yoktu.

Elimle saçlarımı toparlayıp içime derin bir nefes aldım. Aldığım nefesi havaya doğru tekrar verdim ve gözlerimi eski fabrikaya diktim. Kendimden emin adımlarla fabrikaya doğru ilerledim. Yaklaştığım fabrikanın girişinden içeriye girdim.

İlk olarak yüzüme vuran, burnumu dolduran küf kokusuyla midem kaynamaya başladı. Midemin bulantısını hiçe sayarak karanlık izbe fabrikada ilerlemeye devam ettim. Önüme çıkan dik merdivenleri telefonumun ışığıyla aydınlatarak tırmandım. Merdivenlerin sonuna geldiğimde, boş fabrikada bir inleme sesi yankılandı. Sesin geldiği yönü anlamaya çalışırken kulaklarımı kabartmış, gözlerimi her yerde gezdiriyordum. "Ahh..." diyen tiz inleme sesi tekrar duyulduğunda sesin nereden geldiğini anlamıştım. Uzun koridorun sonundaki çelik kapının arkasından geliyordu ses.

Hızlı ve temkinli adımlarla sesin geldiği çelik kapıya doğru ilerledim. Kapının önüne geldiğimde, aynı ses tekrar kulaklarıma ulaştı. Bu seferki ağlamaklı ve acı dolu bir sesti.

"Yapma abi yalvarırım." Diyordu sesin sahibi. İçeriden başka hiç kimsenin sesi gelmiyordu. Hırıltılı sesler duyuyordum ama bu seslerin kime ait olduğunu ayırt edemiyordum.

"Yeter artık dayanamıyorum... Öldür beni... Öldürün beni." Diyen acılı ses benim son noktam olmuştu. İçeride ne olup bittiğini öğrenmek için kapı koluna var gücümle asılıp açtım. Açılan kapıyla içeride bulunan Melih, Tekin, Mehmet abi, varlıklarından daha önce hiç haberim olmayan iri iki adam ve sandalyeye bağlanmış yüzü gözü kan olan adamın bakışları beni buldu. Benim ise gözlerim sandalyede kan revan içinde kıvranan adamda takılı kalmıştı.

"Ahu" diyen Tekin'e kaydı bakışlarım. Ellerinde kan vardı, elleri sandalyede oturan adamın kanıyla boyanmıştı. Şaşkınlığım yerini kocaman bir dehşete bıraktı. Bu harabe yerde bir tiz ses duyuldu. Sesin olduğu tarafa baktığımda Melih'in elinden düşen kanlı kerpeteni gördüm. Dehşetle baktığım kerpetenden bakışlarımı çekip Melih'in gözlerine tırmandım. Kalın kaşları çatılmış, gözleri beni burada gördüğü için şaşkın ama aynı zamanda da öfkeyle yanıyordu. Ela gözlerinde birçok yırtıcı hayvanının bakışlarını taşıyordu.

Beni yakmak ister gibi bakıyordu. Beni yakmak yok etmek ister gibi bakıyordu. Gözlerinde kaybolmamı ve ela gözlerinin etrafına bir mürekkep misali damlayan zehirli yeşillerinde boğmak istiyor gibi bakıyordu. "Ahu..." diye Tekrarlayan Tekin'i elimi kaldırarak durdurdum. Gözlerimden akan yaşlar görmemi zorlaştırıyordu.

"Yaklaşma bana!" gözümden süzülen yaşa engel olamadım. "Sakın bana yaklaşma!" diyerek bağırdım. Olduğu yerde hareket etmeden durdu. Bulunduğumuz yerde kanlar içinde olan adamın acı dolu iniltisinden başka hiçbir ses yoktu. Sanki herkes ölüm sessizliğini üzerine giymiş, Azrail'i beklemeye koyulmuştu. Bir adım geriye gittiğimde Melih'in bana doğru bir adım attığını gördüm. Korku bütün vücuduma zehirli bir ilaç gibi yayıldı. İçimi kangrene çeviren korkumun yüzünden arkama bir anda döndüm ve deli gibi koşmaya başladım.

"Ahu dur!" diyen Melih'i dinlemedim sadece koştum. Nefesim bitene kadar, ayaklarımda derman kalmayana kadar koştum. Fabrikadan dışarıya çıktığımda kendimi ormanın derinliklerine bıraktım. Arkamdan gelen Melih'in ayak seslerini duyabiliyordum. Beni yakalarsa cayır cayır yakacağını da biliyordum ama korkumun istila ettiği beynim durmamam gerektiğini bana haykırıyordu.

Tunç'un arabası görüş açıma girdiğinde, kendimi biraz daha zorlayarak hızlandım. Arabaya yaklaştığımda cebimde duran anahtarla arabayı açıp içine girecekken, Melih, güçlü elleriyle kolumdan tutarak bana engel oldu. Bedenimi kendi bedenine yaslayarak gözlerimin içine baktı.

"Ahu..." dişlerinin arasından tıslar gibi sarf etti adımı. "Bırak beni!" diyerek çırpındım kolları arasında. Bırakmadı, hatta daha da sıkı kavradı kollarımı "Bana bak!" diye bağırdı.

Bakmadım.

"Sana bana bak dedim!" diyerek öyle bir bağırdı ki ormanda yankılandı sesi. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Bu bir boşalma anı gibi bir şey oldu. Bağıra çağıra ağladım. Benim ağlama sesime Melih'in hırıltılı nefes alış veriş sesi karışıyordu. Ayakta zor duruyordum, eğer kollarımdan sıkı sıkıya beni tutan Melih, olmasaydı şimdiye yeri çoktan boylamıştım.

"Kes ağlamayı!" daha çok ağladım.

"Kes diyorum sana!" bakışlarımı Melih'in gözlerine diktim. O an boğazımdan bir hıçkırık firar etti. Gözümden de iri iki damla yaş. Melih, kollarımı kavradığı elinin birini enseme birini de belime koyarak beni kendi göğsüne yapıştırdı. Şimdi kulağım deli gibi çarpan kalbine yaslıydı. Gözyaşlarım ise kaliteli gömleğini ıslatıyordu.

"Ağlama" dedi fısıltılı sesiyle. Böyle söylediği için bile saatlerce ağlayabilirdim. Öylede yaptım, yine kendimle çelişerek korkarak kaçtığım adamın kollarında hüngür hüngür ağladım. İçim dışına çıkana kadar, kulağımda korktuğum adamın kalbinin sesini dinleyerek ağladım.

BÖLÜM SONU

Sevgili okurlarım bölüm hakkında düşüncelerinizi çok merak ediyorum. Düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok mutlu olurum. Hepinizi bolca öpüyorum❤😘

Loading...
0%