@esranurozer
|
 Gülşen: Alnının Yazısı Telefondan gelen telesekreter sesiyle, çağrıyı sonlandırdım. Yaklaşık yarım saattir, Melih'i arıyordum ama bir türlü ulaşamıyordum. Sözde bugün Yalova'da ki işini kesin bitirip dönecekti ama nedense dönmediği yetmediği gibi birde ben kendisine ulaşamıyordum. Saat neredeyse gece yarısına yaklaşıyordu. Bir saat önce eve gelen Osman ve Çağlar bahçede oturuyorlardı. Onların bu saatte eve gelmelerine sebep olan kişide Melih'ten başkası değildi. Vakit geçsin diye yaptığım kurabiyelerin piştiğine dair ses gelen fırını kapattım. Kurabiyelerin dizildiği tepsiyi fırından çıkartıp tezgâha koydum. Dolaptan aldığım servis tabağının içine kurabiyeleri koyduktan sonra tepsiye yerleştirdim. Öğlen Sevgi Hanımın yaptığı limonatayı buzdolabından çıkarttım. Çağlar, Osman ve kendim için limonatayı bardaklara koyup tepsiye yerleştirdim. Bahçeye gitmek için tepsiyi elime alarak mutfaktan çıktım. Cam sürgülü kapıyı açıp bahçeye çıktığım an Osman'ın "Bu işin sonu iyi biter inşallah." dediğini duydum. Birkaç adım daha attığımda bu kez konuşan Çağlar'dı. "İşin sonu iyi mi biter yoksa kötü mü bilmem ama çıkacak sonuçtan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı kesin." Neyin sonucundan bahsettiklerini anlamıyordum. İkisi de oldukça sıkıntılı duruyorlardı. "Melih abiyle konuştun mu?" diye soran Osman'la adımlarım hızlanmışken Çağlar'ın cevap vermesiyle ayaklarım durdu. "Melih abiyle değil Ufuk'la konuştum. Tam da tahmin ettiğimiz gibi maskeliler Mehmet abi ve Melih abinin peşinden gitmiş. Melih abinin ne yaptığını biliyorsun zaten." Sesli bir soluk verip "Ah ulan ah o Ufuk'un yerinde ben olacaktım ama bize düşen iş mezar açmak oldu." Osman dişlerinin arasından uyarır nitelikte "Sessiz olsana abi biri duyacak şimdi." dedi. "Tamam, lan sustum." Daha fazla onları dinlemek istemediğim için adımlarımı ilerlettim. Aynı zamanda da varlığımı belirterek konuştum. "Kim kimin mezarını açıyor?" İkilinin keskin bakışları anında beni bulduğunda, ikisinin de yüzünde buz gibi şaşkınlık vardı. Çağlar'ın mavi gözleri gözlerimin içine sorun var der gibi bakarken, Osman gayet sakin bir şekilde "Yenge" dedi ve ekledi. "Sen ne zamandır buradasın." İyice yanlarına yaklaşıp koltukların ortasında duran sehpaya elimdeki tepsiyi bıraktım. "Daha yeni geldim." diyerek kendimi tekli koltuğa attım. "Kurabiye yapmıştım size de getirdim." Çağlar ve Ufuk'ta ayakta durmayı bırakıp ikili koltuğa yan yana oturduklarında gözlerimi gözlerine dikerek limonata bardağımı elime aldım ve sorumu yeniledim. "Kim kimin mezarını açıyor?" İkili göz göze geldiler ve sonra Osman Çağlar'dan önce davranarak "Berna..." dedi birden ve gözlüğünü düzelterek bir elini Çağlar'ın omzuna koyup sıktı. "Berna Çağlar abimin ayarlarıyla oynadı. Çağlar abimde balatalar sıyrılınca kendine mezar kazmaktan bahsediyordu." "Ne alaka amına koyayım? Sen şimdi benim sevgilimi ne katıyorsun?" "Abi..." kaş göz işareti yaptı. "Sen mezarı kendin için açmayı düşünmüyor musun?" Çağlar'ın gözleri beni buldu. "Haa..." dedi uzatarak "Osman doğru söylüyor." Kıstığım gözlerim ve çattığım kaşlarımla ikisinin gözlerinin içine baktım. İkisine de pek inanmadım. Çünkü mezar kazmaktan değil mezar açmaktan bahsediyorlardı. Tam onları bu detayı soracakken, evin demir kapısı açıldı ve Melih'in arabası içeriye giriş yaptı. İkiliyle birlikte oturduğumuz yerden kalktık. Melih arabayı park edip içinden indiğinde koşar adımlarla yanına ilerleyip boynuna sarıldım. Başım göğsünde yer edinirken Melih'in elleri saçlarımın üzerindeydi. "Geç kaldın." dedim nazlanarak. Melih benim nazlanmama karşılık saçlarımı öptü. "Çağlar, Osman..." diye seslendi. Çağlar ve Osman yanımıza geldiğinde "Hallettiniz mi?" diye sordu. "Eksiksiz ve sorunsuz bir şekilde hallettik abi." Diye yanıt verdi Çağlar. Melih "Güzel..." derken başımı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım. Yorgun görünüyordu. Elimle iri elinin kavradığımda, elinin üstündeki yaralar dikkatimi çekti. Parmak boğumları yüzülmüştü ve bazı yerleri kanamıştı. "Eline ne oldu Melih?" şaşkınca sorduğum soruyla Melih'te elindeki detayı yeni fark etmiş gibi elini elimden çekti. "Önemli bir şey yok. Mehmet abi düştü onu tutarken oldu." "Nasıl ya..?" Çağlar araya girerek "Abi biz gidelim. Yarın şirkette görüşürüz." dedi Melih başını olumlu anlamda sallayınca ikisi aynı anda "İyi geceler." Diyerek evimizden ayrıldılar. Ben ise yanıtsız kalmanın etkisiyle Melih'e bakmayı sürdürdüm. "Melih..." diye seslendim. "Çok yorgunum yavrum. Uyumak istiyorum." Elini belime koyarak beni eve doğru çekiştirdi. "Sende bana soru sorup durma. Gidip yatalım." Şaşkınlıktan açılan ağzım ve gözlerimle Melih'in beni içeriye çekiştirmesine müsaade ettim. Belli ki bir şeyler olmuştu ama yine her zaman ki gibi Melih beni işinden uzak tutmaya çalışıyordu. Her zaman yaptığı gibi... Her zaman yapmaya devam edeceği gibi... *** Melih'in Yalova'dan döndüğü günün ardından bir hafta geçmişti. Bu bir hafta özellikle son üç-dört gündür benim için pekiyi geçmemişti. Çünkü kendimi oldukça halsiz ve bitkin hissediyordum. Sürekli uyumak istiyor, mide bulantımdan dolayı bir şeyler yiyip içemiyordum. Midemin bulanmasıyla yine kötü bir güne gözlerimi açtım. Yataktan fırladığım gibi kendimi banyoya attım. Klozete çökerek kusmak için öğürdüm ama sadece öğürdüm. Çünkü midem boş olduğu için sadece kendimi zorlamış oldum. Kusmamama rağmen yinede şifonu çekerek ayağa kalktım. Lavabo tezgâhının yanına ilerleyip suyu açıp yüzüme birkaç kere soğuk suyu çarptım. Dolaptan diş fırçamı alarak ağzımda ki o tattan kurtulmak için dişlerimi fırçaladım. Tekrar yüzümü yıkayıp banyodan çıktım. Gözlerim duvara asılı olan saate takıldığında saatin öğlen on ikiyi kırk geçtiğini gördüm. Bu kadar saat uyumama şaşırarak giyinme odasına girdim. Gerçi midem bulanmasaydı daha da uyurdum da işte midem bulanmıştı. Çekmeceden aldığım siyah sutyenimi giymek için askılı geceliğimi çıkarttım. Sutyeni kollarımdan geçirip kopçasını takmaya çalışırken sutyende sıkışan göğüslerimin sızısına daha fazla dayanamayarak sutyeni giymekten vazgeçtim. Çekmeceden aldığım siyah atleti giydim. Onun üzerine de bol lacivert tişörtümü giydim. Rahat olması bakımından siyah taytımı ve parmak arası terliklerimi giyerek giyinme odasından çıktım. Uzun saçlarımı toplama gereği duymadan öylece salık bırakarak yatak odasından çıktım. Kırılmış olan kapının yerine yenisi takılan kapıyı kapatarak merdivenlerden aşağıya indim. Üzerimdeki halsizlikten ve uykulu halimden kurtulmak istediğimden, kendime kahve yapmak için mutfağa geçtim. Sevgi Hanım poşetlerin içindeki sebzeleri ve meyveleri buzdolabına yerleştiriyordu. "Günaydın. Kolay gelsin." Dedim. Gerçi gün çoktan aymış öğlen olmuştu ama ben yeni uyandığım için bana gün yeni aymış oluyordu. Sevgi Hanım işine ara vererek bana baktı ve gülümseyerek "Günaydın Ahu Hanım sağ olun." diye karşılık verdi. Sevgi Hanım yarım bıraktığı işine geri döndüğünde, ben de kahve kavanozunun bulunduğu dolaba doğru ilerledim. Dolaptan kahve kavanozunu elime aldım ve kapağını açtım. Kahve kavanozunu açar açmaz burnuma dolan keskin kahve kokusuyla "Öğğ" diyerek yüzümü buruşturup "Sevgi Hanım bu kahve bozulmuş." dedim. Sevgi Hanım buzdolabının kapağını kapatıp yanıma geldi ve elimdeki kavanozu aldı. "Bu kahveyi daha bu sabah aldık. Bozulmuş olması mümkün değil." Kahveyi kokladı. "Taptaze kahve." Kavanozu rafa bıraktı. "Saat öğlen olmuş, aç karnına belki size kokusu ağır geldi." Olabilirdi. Çünkü bu aralar fazlaca uykuya düşkünlüğüm yüzünden oldukça halsiz ve iştahsızdım. Sevgi Hanımında karnımın aç olmasından bahsetmesiyle karnım küçük çaplı guruldadı. "Ne var yiyecek?" diye sordum. "Kahvaltı yapmak istemiyorum." "Lahmacun var, isterseniz mikrodalgada ısıtayım sizin için?" "Olur..." Mutfaktan çıkmadan önce arkamı dönüp "Yanına da tuzlu ayran yapar mısınız?" Sevgi Hanımın "Yaparım" demesiyle mutfaktan tamamen çıktım. Burnumda hala kahvenin kokusunu hissediyordum ve bu benim midemin bulanmasına neden oluyordu. Temiz hava almak için bahçeye çıkmaya karar verdim ve adımlarımı bahçeye doğru ilerlettim. Cam sürgülü kapıyı açıp bahçeye çıktığımda, Melih ve Mehmet abiyi bahçede koltuklarda otururken gördüm. Mehmet abi yaklaşık bir haftadır ortalıkta yoktu. Şimdi ise Melih ile tam karşımda sırtı bana dönük bir şekilde oturuyordu. Adımlarımı onlara doğru attığımda ilk beni fark eden Melih oldu. "Güzelim..?" Elini bana doğru uzattı. "Uyanabildin mi sonunda?" Melih'in bana uzattığı elini tutmak için birkaç adım daha attım ve elini tuttum. Hemen Melih'in yanındaki boşluğa oturdum. Melih kollarının arasına beni aldığında, üzerime uyguladığı baskıyla göğüslerim sızlasa da ona belli etmedim. Melih'in dudakları saçlarıma konduğunda, benim bakışlarım Mehmet abiye kaydı. Mehmet abinin yara bere içinde olan yüzünü görmemle gözlerim kocaman açıldı. "Sana ne oldu Mehmet abi?" diye sordum şaşkınca. Mehmet abi neredeyse kapanmak üzere olan sağ gözünü iyice açarak gözlerimin içine baktı. "Aslan'a çarptım. O'da beni birazcık hırpaladı." "Nasıl?" Sorduğum soru havada öylece asılı kaldı. Çünkü Mehmet abi ve Melih birbirlerine meydan okur gibi bakıyordu. Melih gayet rahat bir şekilde koltukta yayılarak geriye yaslandı. Bunu yaparken beni de kendisiyle birlikte geriye çekti. Başımı kaldırıp Melih'e baktığımda, onun kıstığı gözleriyle Mehmet abiye baktığını gördüm. "Siz kavga mı ettiniz?" gözlerim ikisinin üzerinde mekik dokudu. "Ne ara yaptınız bunu?" "Kavga etmedik!" dedi Mehmet abi vurgulu bir ses tonuyla "Kocan beni kandırıp götürdüğü yerde dövdü." Mehmet abinin bir çocuk gibi şikâyet etmesi bana biraz komik gelse de şaşkınlığım daha ağır bastı. Birde bunun üzerine Melih'in dudaklarının arasından dökülen cümle eklenince, benim ağzım bir balık gibi açıldı. "Biraz abartmıyor musun abi? Alt tarafı iki yumruk attım. Aramızda iki yumruğun sözümü olur?" "Ben mi abartıyorum amına koyayım? Oğlum sen beni iş diye götürdüğün Yalova'da üstümden geçtin." Sözlü kavga ediyorlardı. Gözlerim ikisinin üzerinde hiç durmadan dolanıyordu ve ben gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "Uygulamalı göstermek istedim." dedi Melih ve ekledi. "Çünkü sen uyarıları pek siklemiyorsun. Eğer seni uyardığım bir mevzuyu bir daha yaşarsak başına geleceklerden haberdar ol diye ön bir bilgilendirme yaşattım sana." "Sağ ol!" dedi Mehmet abi burnundan soluyarak "Sayende çok iyi anladım. Allah razı olsun." Melih yamuk bir şekilde güldü. "Eyvallah..." dedi. Mehmet abi Melih'ten gözlerini çekti ve bana baktı. "Ahu" derken gözlerimiz kesişti. "Geçen gece yaşanan tatsız olay için senden özür dilerim." Gözlerim yuvalarından çıkacak kadar büyüdü. "Bundan sonra seni Rüya ile aynı ortamda bulundurmamaya çalışacağım." "Çalışmayacaksın! Direkt aynı ortamda bulundurmayacaksın!" Melih'in sert çıkışıyla Mehmet abi kısa bir es verip tekrar bana yöneldi. "Rüya'yı Kıbrıs'a gönderdim. Orada kalacak bir süre. Duruma göre belki bir daha buraya dönmek istemez." Rüya'nın buraya geri dönmeme gibi bir ihtimali olduğunu hiç sanmıyordum. Çünkü Rüya Melih'e saplantılı bir şekilde âşıktı ve onu değil Kıbrıs'a dünyanın bir ucuna gönderseler bile o ilk fırsatta Melih'in yanına gelirdi. "Seninle barış imzalamak istiyorum Ahu." dediğinde gözlerim Melih'e kaydı. Melih hiç istifini bozmadan bizi dinliyordu. Bakışlarımı Melih'ten çekip Mehmet abiye baktım. "Seni sevmiyorum." Dedim net bir tavırla. "Bende seni sevmiyorum." Dedi Mehmet abi tıpkı benim gibi net bir sesle. "Ama maalesef ikimizin de ortak bir noktası var. Melih... Mecburen birbirimizi sevmesek de görmek zorundayız. Yan yana gelmek zorundayız, aynı ortamda bulunmak zorundayız. Bu sebepten ötürü ben aramızda barış imzalamak istiyorum. Ben sana bir zeytin dalı uzattım. Ha sen bu dalı ister tutarsın, istemezsen de tutmazsın." Mehmet abinin uzattığı zeytin dalını ne tutmak istiyordum ne de tutmamak istiyordum. Ortada kalmıştım resmen. Ve aklımdan onu görmeye mecbursun Ahu en azından birbirinize laf sokmadan geçinebilirsiniz diye geçirdiğimde o zeytin dalını tutmaya karar vererek. "Tamam" dedim. Mehmet abi rahatlayarak arkasına yaslandığında, Melih beni iyice kendine çekip yanağımdan öptü. Karnım açtı ve Sevgi Hanım daha yemeğimi getirmemişti. Gözlerim ortamızda duran sehpaya kaydığında çerez kâselerini gördüm ve o kadar çeşit çerezin içinden ilk gözüme batan beyaz leblebi oldu. Melih'in kollarının arasından çıkıp, sehpaya uzandım ve çerez kâsesini elime aldım. Bir tane beyaz leblebi alıp ağzıma attığımda, damağımda bırakan o tuzlu tadı sevdim ve bu kez iki tane leblebi alıp ağzıma attım. İkişer ikişer beyaz leblebileri yerken çoktan kendimi Melih ve Mehmet abiden soyutlamıştım. Bir-iki dakika sonra elinde tepsi ile bahçede görünen Sevgi Hanımın varlığıyla kocaman gülümsedim. Sevgi Hanım bize doğru attığı her adımda lahmacunun kokusu burnuma doldu ve yüzümün buruşmasına neden oldu. Sevgi Hanım bir adım daha yaklaştı midem kaynadı. Sevgi Hanım bir adım daha yaklaştı ben nefesimi tutarak burnumu kapattım. Melih'in keskin bakışları yüzüme kaydı. "Ahu..." dediğinde Sevgi Hanım tepsiyi getirip sehpanın üstüne koydu ve ben istemsiz bir şekilde "Öğğ" diye öğürdüm. "Yavrum ne oldu?" diye ayaklanan Melih'i umursamadan ağzıma kadar gelen midemin içindekilerle, elimle ağzımı kapatarak içeriye doğru koştum. Bahçeden içeriye nasıl geçtim, kendimi nasıl lavaboya attım hiç bilmiyorum. Sadece son anda klozetin önüne çöküp içim dışıma çıkana kadar öğürdüğümü hatırlıyorum. Ben kendimi kaybetmiş bir şekilde yediğim iki lokma leblebiyi kusarken, önüme düşen saçlarım bir el tarafından toplandı. "Tamam, güzelim rahatla..." diye konuşan Melih'le o elin sahibini çözmüş oldum. Melih bir eliyle saçlarımı toparlamışken, diğer eliyle sırtımı sıvazlıyordu. Midemde hiç bir şey kalmayana kadar kustuktan sonra klozetin kenarlarından tutarak ayağa kalkmaya çalıştım. Melih sifona basıp, belimden sararak beni ayağa kaldırdı. Lavabo tezgâhının oraya getirip suyu açtı. Elimi yüzümü yıkamama yardımcı olurken tek kelime etmedi. Suyu kapatıp, halsiz düşen bedenimi bir çırpıda kucağına aldı. Başım sert göğsüne düşerken, Melih lavabodan çıktı. Lavabonun kapısının önünde endişeli gözlerle bekleyen Sevgi Hanım ve Mehmet abiye tek kelime etmeden beni salondaki L şeklindeki koltuğa yatırdı. Başımın altındaki yastığı düzeltip yere diz çökerek gözlerimin içine baktı. "İyi misin bebeğim?" endişe kırıntılarının kol gezdiği sesiyle sorduğu soruya hafif tebessüm ederek "İyiyim" dedim. Ama Melih buna pek inanmadı. "Emre'yi arayayım gelsin." Dedi Mehmet abi. Melih "Yok arama." dedi ve diz çöktüğü yerden kalktı. "Ben hastaneye götüreceğim Ahu'yu." "Gerek yok. Ben iyiyim. Sadece birkaç gündür ağır kokular midemi bulandırıyor. Sanırım midemi üşütmüşüm." Melih kaşları çattı. Sertleşen yüz ifadesiyle gözlerimin içine baktı. "Ahu sen kaç gündür halsizsin. Sürekli uyuyorsun, midenin bulantısından yemek bile yiyemiyorsun." Melih'in sert çıkışıyla gözlerim dolup, dudaklarım titrediğinde Mehmet abi "Melih" diyerek araya girdi. "Gitme kızın üstüne aslanım. Çağıralım gelsin Emre." Titreyen sesimle zar zor konuştum. "İstemiyorum." Yattığım yerden doğrulmaya çalıştım. "Odama çıkıp uyumak istiyorum." Melih sıkkın bir soluk verip kolunun birini dizlerimin altından geçirerek beni kucakladı. Ellerim omzuna tutunduğunda, Melih merdivenlere doğru ilerledi. "Uyuyalım bakalım anasını satayım. Uyuyunca geçecek mi?" Mehmet abi ve Sevgi Hanımı arkamızda bırakıp kucağında benimle birlikte merdivenleri çıkan Melih'e Sevgi Hanım seslendi. "Melih Bey ben Ahu Hanım için şimdi nane limon kaynatırım." Melih Sevgi Hanıma cevap vermedi ve seri bir şekilde merdivenleri çıkıp yatak odamıza geldi. Kapıyı açıp içeriye girdiğinde tek eliyle kapıyı kapatıp yatağa doğru ilerledi. Beni yavaşça yatağa bıraktı. Yataktan ayaklarımı sarkıtıp ineceğim zaman "Sen hayırdır? Nereye kalkıyorsun?" dedi Melih. Ağladım ağlayacak bir sesle "Dişlerimi fırçalayıp geliyorum." Dediğimde bir şey demedi ve yataktan kalmamı izledi. Banyoya girip hızlı bir şekilde dişlerimi fırçaladım ve banyodan çıktım. Banyodan çıktığımda Melih üzerindeki gömleği çıkartmış üstü çıplak bir şekilde yatakta uzanıyordu. Yatağın üzerinde duran pikeyi sadece karnına kadar örtmüştü. Gözlerimiz kesiştiğinde pikenin ucunu kaldırarak "Yanıma gel." Dedi. Küçük adımlarla yanına ilerleyip açtığı pikenin altına girdim. Başım göğsünün üstünde yer edinirken, ellerimle belini sardım. O da beni kollarının sarasında sarıp sarmaladı. "Böyle bitkin olmandan hiç hoşlanmadım." Dedi ve saçlarımı okşayarak "Seni böyle görmeye dayanamıyorum yavrum." Sanki içimde dolup taşmaya hazır bir volkan varmış gibi gözlerimden yaşlar birer birer akıp Melih'in çıplak göğsüne düştü. Şimdi durduk yere bu ağlama isteğinin nereden çıktığını da bilmiyordum. Karmakarışıktım. "Yavrum..?" "Ben küçükken de hep hastalanırdım." Sesli bir şekilde burnumu çektim. "Hastalandığım zaman annem beni iyileştirirdi. Benimle ilgilenir, elleriyle yemek yedirirdi." Melih'in saçlarımda olan elleri duraksadı. "Ben şu an hastayım ama annem beni iyileştiremiyor. Bana nane limonu bile bir başkası hazırlıyor." Neden böyle oldum ki ben şimdi? Sanırım annemin varken yok olması ilk kez içime oturmuştu. Ve ben ilk kez bu kadar çok annemin yanımda olmasına ihtiyaç duyuyordum. "Ben varım..." dedi Melih sesindeki net yakıcılığı hissettim. "Senin her anında, hemen yanı başındayım." Boğazımı yaran nefesi yutkundum. Melih'e olan minnettarlığımı göstermek ister gibi gözyaşlarımla ıslattığım kalbinin üzerine dudaklarımı bastırdım. Teşekkürümü kalbinden öperek ettim. *** Uyandığımda Melih yanımda yoktu. İşi olduğuna dair küçük bir not bırakarak evden gitmişti. Tabii giderken de eve Birsen teyzeleri çağırmıştı. Salonda tekli koltuğa oturmuş karşımda L şeklinde ki koltuğa oturan Birsen teyze, Zehra abla ve yanlarında onlarla birlikte gelen adının Gönül olduğunu öğrendiğim kadına bakıyordum. Gönül teyze atmışların başlarında kilolu ve beyaz tenli bir kadındı. Cam gibi mavi olan gözleri sürekli olarak beni süzüp duruyordu. Sevgi Hanım elinde tepsiyle içeriye girip tek tek herkese fincanları uzattı. Kahve kokusundan midem bulandığı için hepsi benimle birlikte mecburen nane limon içiyorlardı. Sevgi Hanım, yanımdaki tekli koltuğa oturmak yerine Birsen teyzelerin yanına gidip oturdu. Şimdi dördününde bakışları benim üzerimdeydi. "Sen kaç kilosun kızım?" diye sordu Gönül teyze. Ağzımı açıp cevap verecekken sanki soruyu bana sormamış gibi Birsen teyzeye baktı. "Pek cılız bir şeymiş gelinin." "Aaa Gönül abla kuzumda can mı kaldı. Hasta eriyip bitmiş." Diye beni savundu Birsen teyze. "Doğru valla. Kızcağızın üzerinden hiç dert eksik olmadı." Diyerek destek verdi Zehra abla. Birsen teyzenin bakışları beni buldu. "Kızım Gönül teyzen sana kurşun dökecek. Üzerindeki gözü nazarı alır." Şok olmuş gözlerle yetişkin dört kadına baktım. Oldukça ciddi duruyorlardı. Zoraki bir tavırla dudaklarımı kıvırdım. "Ne kurşunu ya? Hiç gerek yok böyle şeylere. Alt tarafı midemi üşütmüşüm." Elimdeki telefonun ekranına göz ucuyla baktım. Yarım saat önce kızların yanıma gelmesi için gruba mesaj yazmıştım ama kızlar nedense bir türlü yanıma gelememişti. Bir an önce gelmeliydiler ve beni bu dört kurşuncu kadınlardan kurtarmalıydılar. "Ahu biz rahatsızlığın için kurşun dökmeyeceğiz ki." Dedi Zehra abla. "Ne için dökeceksiniz peki?" diye sordum gözlerimi belerterek. "Üzerindeki nazarın ve kötü enerjilerin gitmesi için dökeceğiz canım." "Yok, artık..." derken dördü birden tek kaşlarını kaldırarak bana baktılar. Onları umursamadan "Batıl inanç bunlar hep. Ben böyle şeylere inanmam." "Siz yeni nesillere göre batıl." Dedi sert sesiyle Gönül teyze ve sonra Birsen teyzeye döndü. "Hadi bir an önce başlayıp bitirelim." Birsen teyze ayaklanarak yanıma geldiğinde bakışlarını Sevgi Hanıma çevirdi. "Sevgi sende dışarıdaki adamlardan birine seslen de Ahu'nun annesini aşağıya indirsin." Sevgi Hanım tamam diyerek salondan ayrıldığında, Birsen teyze yemek masasının etrafında dizili olan sandalyelerden birini alarak ortaya koydu. Zehra ablada yeni fark ettiğim küçük tüp ve tavayı Gönül teyzenin önüne taşıdı. "Bu çok saçma Bir—" cümlemi bitirmeme engel olan şey Birsen teyzenin gözlerinin içinde gördüğüm sıcacık şefkatti. Anne şefkati. "Anne..." diye cümlemi tamamladım. Birsen teyzenin ela gözlerinde gördüğüm mutluluk baha biçilemez derecede büyüdü. Sanki bu kelimeyi ilk kez çocuğunun ağzından duyuyormuş gibi "Bir daha söylesene kızım sen az önce ne dedin bana?" diye sordu. "Bu çok saçma anne dedim." diye tekrar ettiğimde Birsen teyze iki avucunun arasına aldı yüzümü "Oy kurban olurum ben sana kızım." Elleriyle yüzümü okşadı. "Hiç saçma olur mu annem? Nazar var senin üzerinde, o Aslı ve Rüya'nın gözleri değiyor sana annem. Zaten çok uzun sürmez beş dakikaya hallederiz." Dedi. Tam itiraz edecekken, koruma adam kucağında annemle salona giriş yaptı. Annemi koltuğun üzerine oturtup dışarıya çıkarken, bu kez kapı çaldı. Sevgi Hanım kapıya bakmaya gittiğinde ben kızların gelmiş olmasını dileyerek bir umut kapıya baktım. Ezgi ve Berna şen sesleriyle "Biz geldik..." diyerek içeriye girdiler. Bu saçmalıktan kurtulacağım için sevinç çığlığı atacakken Berna'nın "Aa kurşun mu dökeceksiniz? Bana da dökün ya..." demesiyle sevincim kursağımda kaldı. Arkadaşlarım beni kurtarmaya değil, bu dört kadınla iş birliği yapmaya gelmişlerdi. Beni savunacak ve bu işe dur diyebilecek kimse olmadığı için mecburen bana kurşun dökmelerine göz yummak zorunda kaldım. *** Kurşun dökme faslı bittikten sonra Birsen teyzeler biraz daha oturup hep birlikte kalktılar. Annem kendi odasında yatarken, Sevgi Hanım mutfakta yemek yapıyordu. Bizde kızlarla yatak odamda oturuyorduk. Daha doğrusu, Ezgi ile ben yatağın üzerinde oturmuş yaklaşık beş dakikadır Berna'nın Çağlar ile olan görüntülü konuşmasına şahitlik ediyorduk. "Aşkım, hayatım," Berna telefon ekranına bakarak Çağlar'a iltifat etmeye sürdürürken, Çağlar bir odun niteliğinde boş boş Berna'ya bakıyordu. En son dayanamayarak "Berna işim var uzatma ne söyleyeceksen söyle." Dedi. Biz Berna'ya göz ucuyla baktığımızda, Berna'da bize aynı karşılığı verip Çağlar'a otuz iki dişinide göstererek sırıttı. "Bak ne diyeceğim canım sevgilim. Bizim şu instagram meselesi vardı ya..." "Berna..!" diye kükredi Çağlar. "Bana bak kızım boş muhabbetler yapma bana." Ezgi koluyla beni dürttü. "Berna'yı iyi dinle Ahu." dedi kısık sesiyle ve tüm dikkatimiz Berna oldu. "Ay ne olur yani birlikte ortak instagram hesabı açsak. Biyomuza aşkımızın tarihini yazsak. Sevdiceğinin biricik prensesi diye not düşsek ne olur yani?" Ezgi ile birlikte kıkırdadığımızda Çağlar oldukça yüksek bir sesle konuştu. "Bak Berna bana yine geliyorlar. Bom bok işlerle uğraşıyorsun. Bu instagram saçmalığına bir son ver. Beni delirtme!" "Sen zaten delisin. Her şeye sinirleniyorsun. Hayır, anlamıyorum dışarıdan bakınca gayet insana benziyorsun ama içinden ayı çıkıyor." "Berna...!" Berna asla pes etmiyordu. "Aşkım bak hem hesabı açtıktan sonra sanki sen bana aşkını haykırıyormuşsun gibi şarkılı video koyarız. Şarkıyı da hemen söylüyorum." Boğazını temizledi. "Gel gel sarışınım gel. Gel sana alışığım gel. Gel gel gün ışığım gel, gel çok karışığım gel." Şarkı bitti Çağlar görüntülü aramayı sonlandırdı. Kapanan ekrana bön bön bakan Berna'ya Ezgi ile birlikte kahkahayı bastık." "Ayı..." telefonu cebine koydu. "Yemin ederim tam bir ayı." Ezgi gülmelerinin arasından "Adamı delirttin Berna!" dedi. "Katılıyorum." Diye Ezgi'ye destek verdiğimde Berna oflayarak yatağa kendini attı. "Asıl o beni delirtti. İnatçı ayı... Ya ben sevgilimle bir ortak hesap bile açamayacaksam neden sevgili yaptım ya?" Ezgi Berna'ya takılmayı sürdürürken benim midem yine kendini belli ederek bulanmaya başladı. Kızlara belli etmemek için yataktan kalkarak "Ben bir anneme bakıp geleyim." Dedim ve yatak odasından çıkıp annemin odasına önüne geldim. Kapıyı bir kez tıklatıp açtım ve içeriye girdim. Annem yatak başlığına sırtını dayamış ve önündeki kitabı okuyordu. Beni görünce kitabı yatağın üstüne bıraktı ve gülümseyerek elini bana uzattı. Bende ona gülümseyip uzattığı elini tuttum. Yatağın kenarındaki boşluğa oturdum. "Nasılsın anne?" iyiyim der gibi gözlerimin içine baktı. Elimi tutan elini yüzüme çıkartıp okşadı. Bu sen nasılsın demekti. Anneme iyiyim diye cevap verecekken midem aşırı derecede bulandı. Elimle ağzımı kapatıp yataktan kalktım. Annemin odasından çıkmak istediğimde beni zorlayan mide bulantım yüzünden kendimi annemin odasındaki banyoya attım. Boş midemi kusmak için zorladım ama hiç bir şey yemediğim için sadece kuru kuru öğürmekten öteye gidemedim. Kendimi biraz toparlamak için elimi yüzümü yıkayıp banyodan çıktım. Annemin yanına ilerledim iyi olduğumu belirtmek ister gibi gülümsedim. "İyiyim anne merak etme. Sadece midemi üşütmüşüm." Odadan çıkmak için arkamı döndüğümde annem kolumdan tuttu. Bakışlarım annemin yüzüne çevrildiğinde, annem elini kolum boyunca gezdirdi ve en son kolumu bırakarak avuç içini karnımın üstüne koydu. Karnımı okşayarak gözlerimin içine baktı. İşte tam bu anda bir şey oldu. Sanki eksik olan taşlar yerine tek tek oturdu ve benimde elim karnımın üstüne gitti. "Olabilir mi ki?" diye sesli düşündüğümde annem gözünden akan bir damla yaşla başını olumlu anlamda salladı. Olabilirdi tabii ya. Regl olmamıştım, midem bulanıyor ve kendimi çok halsiz hissediyordum. Ben bunu nasıl fark edemedim. Hamile olabileceğim nasıl aklıma gelmedi? Ağlayan annemi odada bırakarak iki elimde karnımda koşar adımlarla odadan çıkıp yatak odasına girdim. "Kızlar ben hamile olabilirim." "Ne..?" ikisi de şok içinde aynı tepkiyi verdi. Berna yataktan kalkarak yanıma geldi. Hala karnımın üstünde olan elime bir bakış attı. "Ahu sen..." dedi gerisini getirmek istiyor ama şüpheyle yaklaşıyordu. "Hamile misin?" "Bilmiyorum." Gözlerimi ikisinin üzerinde gezdirdim. "Büyük ihtimalle hamile olabilirim." Berna ile şaşkın şaşkın birbirimize bakarken Ezgi yanımıza geldi. Omuzlarımdan beni tutup sarıldı. "Tamam, şimdi ikinizde sakin olun. Bunu anlamanın tek bir yolu var gidip nöbetçi eczaneden gebelik testi alıp geleceğim." Kollarını benden ayırdı. "Olabildiğince hızlı gidip geleceğim. Beni bekleyin." Diyerek yatak odasından çıktı. Benim elim karnımda, Berna'nın ise gözleri karnımdaydı. İkimizde ayakta dikiliyorduk. İlk şaşkınlığı üzerinden atan Berna oldu ve kısa sarı saçlarını iki kulağının arkasına yerleştirerek kolumdan tuttu. "Gel ayakta bekleme Ahu şöyle otur." Yatağın kenarına oturdum. Berna'da hemen yanıma oturdu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra aklıma Melih'in gelmesiyle heyecanla "Telefonum nerede? Melih'i arayıp haber vermem lazım." "Dur şimdi Ahu. Daha kesin bir şey yok. Test yaptıktan sonra ararsın Melih'i." Doğru söylüyordu. İlk önce benim emin olmam gerekiyordu ve bunun için Ezgi'nin eczaneden gelmesini beklemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. *** Ezgi elinde iki tane gebelik testiyle eve geldiğinde saat çoktan akşamın sekizi olmuştu. Vakit kaybetmeden testin nasıl yapılacağını okuyup emin olmak için iki gebelik testini de kullandım. Lavabo tezgâhına koyduğum testlerin üzerine gözlerimi dikmiş sonucu bekliyordum. Ezgi ile Berna beni odada bekliyorlardı. Ellerim sıklıkla terliyor, kalbim bir kuşun kanadı gibi çırpınıp duruyordu. Gözlerim saniyede bir testin üzerindeki kontrol çubuğuna kayıyordu. Gözlerimi kapatıp içimden ona kadar saydığımda gözlerimi tekrar açtım ve direkt teste baktım. Testin üzerindeki kontrol çubuğunda beliren iki kırmızı çizgiyle kalbim sanki atmayı bıraktı. Aceleci bir tavırla diğer teste de baktığımda onun da kontrol çubuğunda iki kırmızı çizgi vardı. "Hamileydim." Test çubuklarını elime alıp banyo kapısını açar açmaz Melih ile burun buruna geldik. Kızlar neredeydi? En önemlisi Melih ne zaman gelmişti? "Yavrum yine mi miden bulandı?" diye soran Melih'e başımı hızla iki yana sallayarak "Hayır" dedim ve elimdeki test çubuklarını iyice sıktım. Sanki suç işliyormuşum gibi hissettim. "Kızlar nerede?" "Aşağıya indiler." Melih'in kaşları çatıldı. "Ne senin bu halin?" "Şey ben..." "Ne şey sen?" gözleri üzerimi taradığında sıktığım ellerimde durdu. Kaşlarını çatarak "Ne var elinde senin?" kapattığım elime uzandığında ona engel olmadım. Elimdekini gördüğünde vereceği tepkiyi bekledim. Parmaklarımı araladığında çatık olan kaşları düz çizgi halini aldı. Afallamış gözleri bir bana bir avucumun içindeki testlere bakıyordu. Sanki yutkunmayı yeni keşfetmiş gibi ardı ardına yutkundu. "Ahu bu..." elimdeki testleri aldı. "Bu gerçek mi? Sen hamile misin?" Gözümden akan yaşlarla birlikte "Sanırım hamileyim." Dediğimde Melih gözlerini kapatıp derin bir oh çekti. Kapattığı gözlerini açtığında beni kolları arasına alarak sıkıca sarıldı. Dudaklarının arasından dökülen dualara ilk kez şahit oluyordum. Onun dudaklarından genelde küfürler dökülürdü. Dudaklarının arasından dökülen dualar benim için bir ilkti. Melih kollarını benden çektikten sonra yüzümü ellerinin arasına aldı. "Hastaneye gidiyoruz. Hem de hemen." Der demez beni kucakladığı gibi yatak odasından çıktı. Merdivenleri indikten sonra salonda bulunan kızlar ve Melih'in üç adamı bizi görmeleriyle ayağa kalktı. "Abi bir şey mi var?" diye soran Ufuk'a Melih cevap vermezken, Ezgi "Ahu sonuç?" diye sorduğunda "Sonuç pozitif diye karşılık verdim." Evden dışarıya çıktığımızda duyduğum en son ses Ezgi ve Berna'nın sevinç çığlıklarıydı. Melih beni ön koltuğa yerleştirip kendiside sürücü koltuğuna geçip oturdu. Arabayı çalıştırıp evin önünden ayrıldı. Melih'in bir eli direksiyon hâkimiyetini sağlarken, diğer eli karnımdaydı. Tek kelime etmeden yolda ilerliyordu ama elini de karnımdan çekmiyordu. Sanki ben buradayım der gibi, sanki bebeğimize kendi varlığını hissettirmek ister gibi eli karnımdaydı. Ve bu hâkimiyetini hastaneye yetişene kadar sürdürdü. Hastaneye geldiğimizde, ilk işimiz kan tahlili vermek oldu. Daha sonra bir hemşire tarafından yönlendirildiğimiz bir odaya girdik ve odada sıralı şeklinde duran üç sedyeden birine geçip oturdum. Kısa bir süre sonra da Kadın bir doktor geldi. Sedyeye tamamen uzanmamı istediğinde dediğini yaparak sedyeye uzandım. Melih üzerimdeki tişörtü yukarıya toplamama yardım etti ve hemen yanı başımda durarak sıkı sıkıya elimi tuttu. Doktor karnıma sıvı bir jel sıktı ve ultrason cihazının başlığını karnımda gezdirdi. "Kan testi sonuçlarınızda tıpkı gebelik testi sonuçlarınız gibi pozitif çıktı." sıcacık gülümsedi. "Kesin hamilesiniz yani." Bu sözleri Melih içindi. Çünkü kendisi tam net bir şekilde öğrenmek istiyordu. "Ama biz yinede bakalım bebeğinize." Karnımdaki başlığı biraz daha oynattı ve "İşte burada." Dedi. Melih ile gözlerimiz monitöre odaklandığında Melih ter içinde kalan elimi biraz daha sıktı. "Hani nerede?" diye sordu. Doktor parmağıyla monitörün bir köşesini gösterdi. "İşte burada şu an daha çok küçük. Henüz beş haftalık." Melih dudağının kenarını ısırarak monitöre bakmaya devam ettiğinde doktor bir şeyler daha söyledi ama doktorun söylediğini ne ben algılayabildim ne de Melih. Benim yaşlı gözlerim Melih'i hedef almışken, Melih'in parlayan ela gözleri karnımdaydı. Doktor bizim yanımızdan ayrıldığında Melih gözlerini karnımdan çekip gözlerimin içine baktı. "Hamilesin." dedi. Başımı salladım. "Anne olacaksın." "Anne olacağım." Diye tekrarladım. Kocaman gülümsedi. "Bende baba olacağım." "Evet..." tıpkı onun gibi kocaman gülümsedim. "Sende baba olacaksın. Bizim aslan babamız." Melih yüzümü ellerinin arasına alıp alnıma uzun bir öpücük kondurdu. "Teşekkür ederim kurban olduğum. Binlerce kez teşekkür ederim." Bir kez daha alnımdan öptü. Yüzümden ellerini çekerek dizlerinin üzerine çöktü ve karnımın üzerine eğildi. Parmak uçları karnımın üzerinde varla yok arası bir dokunuşla gezindi. "Seni bana verene de sana da kurban olurum babam." "Hoş geldin minik mucizem." Karnımı öptü. "Hayatımıza hoş geldin yavru Kılıçaslan." BÖLÜM SONU
|
0% |