@esranurozer
|

Gülşen: Yıkım Kararı "Sikerim senin Mehmet abini! DNA testinde çıkan sonucu benden nasıl gizlersin?" Mehmet abinin dudaklarından dökülen kelimeler bir tek beni değil Melih'i de şaşkınlığa uğratmıştı ve az önceki öfkeli hali tamamen şaşkınlığa dönüşmüştü. "Sen, bunu nereden öğrendin?" "Gerçekten mi Melih?" yalandan dudaklarını kıvırıp ellerini iki yana açtı. "Gerçekten buna mı takıldın? Ben sana benden böyle bir şeyi nasıl saklarsın diye soruyorum. Sen beni silkemediğin gibi bunu nereden öğrendiğimi mi soruyorsun?" Mehmet abi Melih'ten birkaç adım geriye gitti. Başını iki yana inanmazca salladı. İri elleriyle yüzünü sıvazladı. "Cevap veremiyorsun..." eliyle birkaç kez göğsüne vurdu. "Senden böyle bir şeyi saklamadım diyemiyorsun!" Melih "Bile isteye sakladım!" net kurşungeçirmez bir ses tonuyla. "Bunun içinde sana hesap vermeyeceğim. Sen şimdi söyle bunu nereden öğrendin?" "Nereden öğrendiğimin bir önemi var mı?" "Var amına koyayım!" birkaç adımla Mehmet abiyle arasındaki mesafeyi kapattı. "Bu konuyu sen öğrendiysen, maskelilerde öğrendi veya öğrenecek demektir!" Mehmet abinin yüzünün sarardığına şahit oldum. Dik tuttuğu omuzları düştü. Sanırım Melih'in onunla böyle imalı konuşmasını beklemiyordu ve duydukları karşısında yıkıldı. Onları tam salonun girişinde sessizce izliyordum ve ikisi de beni henüz fark etmemişti. Sevgi Hanım hemen yanı aşımda duruyor, içeriye geçme ihtimalime karşı beni tutmak için atakta bekliyordu. "Tabii ya..." dedi Mehmet abi, Melih'in kapattığı arayı tekrar açarak "Ben bunu nasıl düşünemedim? Senin benim arkamdan iş çevirebileceğini nasıl düşünemedim?" iki elini bir birine vurarak alkış çaldı. "Tebrik ederim seni Melih Kılıçaslan. Çok güzel beni sike sike oyuna getirdin!" "O sesini hemen kıs yoksa sonsuza kadar ben kısacağım!" diye dişlerinin arasından kükredi Melih. Mehmet abi Melih'i umursamadan dudağının kenarını kıvırdı. "Ahu hastanede yatarken, bana blöf yaptın. Sırf ben hastaneden uzaklaşayım diye rest çektin! Beni Tekin'i bulmaya zorladın. Ama sen Melih Kılıçaslansın, Tekin'in yerini maskelilerin sana söyleyeceğini bildiğin halde beni hastaneden gönderdin!" Mehmet abi sanki o güne gitmiş ve yeniden o anları yaşıyormuş gibi kaşlarını çattı. "Demek asıl amacın beni yaptığın işlerden uzak tutmakmış. Maskelilerin peşime takılacağını bildiğin için beni onlara yem olarak kullanmışsın." Melih tek kelime etmeden kollarını göğsünde birleştirdi ve karşısında öfkeden deliren Mehmet abiyi umursamaz bir tavırla dinlemeye devam etti. "O gün... Kenan amcaların evinde de sessiz kaldın. Beni iş ayağına oyuna getirip dövdün. Aklımı sikeyim. Senin o akşam bu duruma sessiz kalmayacağını düşünemeyen aklımı sikeyim. Neden sessiz kaldığını sorgulamayan aklımı sikeyim!" Mehmet abi gözlerini kapattı ve başını geriye yasladı. Birkaç saniye öyle durduktan sonra gözlerini açıp tekrardan Melih'in gözlerinin içine baktı. "Beni Yalova'ya boşuna götürmeden. O akşam sırf maskeliler aramızın bozuk olduğunu öğrenmesin diye sessiz kaldın. Beni bilerek İstanbul dışına götürdün çünkü peşimizden maskelilerin geleceğini biliyordun." Bir nefes boşluğu kadar duraksadı. "Sen o gün benden gizli başka bir şey daha yaptın ve bunu maskelilerin öğrenmesini bu şekilde engelledin!" Mehmet abinin sözleri benim beynimde küçük çaplı bir sarsıntıya neden oldu. Melih'in Yalova'ya gittiği gün bahçede Osman ve Çağlar'ın mezar açmakla alakalı konuşmalarına şahit olmuştum. Melih'in gizlediği şey bu olabilir mi diye düşünürken, Melih sessizliğini bozarak konuştu. "Yeter bu kadar! Senin yüzünden karım uyanacak şimdi!" Mehmet abinin kolundan tuttu. "Yürü dışarıda konuşalım." Mehmet abi tam itiraz edecekken, ondan öce davranıp "Melih..." diye seslendim. İkisinin de bakışları beni buldu. Melih çattığı kaşlarının altından bana şaşkınlıkla bakarken, Mehmet abi öfkeyle bana bakıyordu. Birden Melih'in elinden kolunu kurtardı ve gözlerini gözlerime dikerek "Gelsene Ahu bizde kocanla senin hakkında konuşuyorduk!" "Kes sesini senin o çençenin yayını sikerim!" diye bağırdı Melih ve hızla bana doğru gelip eliyle yüzümü kavradı. "Güzelim, hadi sen çık yukarıya bende geleceğim şimdi." Yüzümdeki elinin üstüne elimi koydum. "Ne oluyor Melih?" "Evet, Melih ne oluyor? Anlatsana Ahu'ya." Melih dişlerinin sıktı kendini zor zapt ediyordu. "Sevgi Hanım, Ahu'yu yukarıya çıkartır mısınız?" dedi. Sevgi Hanım "Tamam" diyerek koluma dokunduğunda Mehmet abi bir kez daha konuştu. "Niye yukarıya çıkıyor? Burada kalsın. Sonuçta onunda öğrenmesi gereken şeyler var." "Mehmet abi..!" "Ne var yalan mı? O da öğrensin artık kocasının yıllarca kendi canını hiçe sayıp kendisini koruduğunu öğrensin!" "Ne..?" dudaklarımın arasından dökülen bu şaşkınlık nidasının ardından Melih hızla arkasını döndü ve Mehmet abiyi yakasından yakalayıp suratına bir yumruk attı. "Sus artık amına koyayım." Mehmet abi yüzüne yediği yumruğun etkisiyle geriye sendeledi. Ama baş koyduğu yoldan geri dönmemeye yemin etmiş gibi gözlerini Melih'in gözlerinin içine dikti. "Susmayacağım lan! Yeter sustuğum!" Melih'i omzundan itti. "Ulan yıllardır yaptın şeylere sustum şimdi susmayacağım!" işaret parmağıyla beni gösterip, Melih'in gözlerinin içine baktı. "Ahu'yu ilk gördüğün gün kaçırıp öldürecektik! Ama sen vicdanını siktiğim vicdan yaptın ben sustum. Her ay yeniden kurduğumuz planın içine her defasında sıçtın. Ben yine sustum. Yurt dışında üniversite okuduğunda Ahu'nun okuduğu liseye öğretmen olarak adam soktun. Ben yine sustum. Üniversiteden her Türkiye'ye geldiğinde ilk Ahu'nun yanına gittin. Ben yine sustum." Duyduklarımın gerçeklik payını sorguluyordum. Mehmet abinin söyledikleri imkânsız gibi bir şeydi. Ben Melih'in yanıma geldiğini hatırlamıyordum. "Ulan sen askere gittiğinde, Ahu'ya Hasan abi adıyla burs bağlattın! Ben yine sustum." Elimle ağzımı kapatıp, yutkundum. Üniversiteye başladığım ilk yıl restaurant sahibi Hasan adında bir adamdan burs almıştım. Demek ki o bursu bana veren Melih'miş. "Mehmet abi bak canını yakacağım kes sesini!" "Hayır..!" dedi Mehmet abi ve ekledi. "Sen intikam yolunu şaşırdın. Eyvallah kalbine söz geçiremedin. Ahu'ya âşık oldun. Yaptıkların asla kabul edilir değildi. Sırf Ahu senden gitmesin diye onu her defasında annesiyle tehdit ettin. Ama yine sen dayını öldüren kadını Ahu'dan gizli en iyi doktorlara tedavi ettirdin! Yaptığımız intikam planında Ahu'yla nişanlanman yoktu. Ama sen Cevdet Ahu'ya tek bir tokat attı diye ondan ve düşmanlarından korumak için Ahu'yla nişanlandın!" Melih, Mehmet abi konuştukça sık nefesler alıyor, göğsü körükle kalkıp iniyordu. "Sabrımı zorluyorsun Mehmet abi. İnan bak kendimi zor tutuyorum!" "Melih..." diye seslendim. "Sevgine saygı duydum. Nefret ettiğim bir kadını sevmene saygı duydum." Dedi Mehmet abi öfkeyle. Melih'te "Şerifini siktiğim siktir git!" diye karşılık verdi öfkeyle. "Söylediğin her şeyi yaptım. Yaptıklarına hep saygı duydum!" Mehmet abi çıldırmış gibi bağırmaya devam etti. "Hayatımı hiçe sayarak senin arkanı kolladım. Hep yanında oldum!" "Olmasaydın amına koyayım!" Melih'in de Mehmet abiden kalır yanı yoktu. "Zorla mı yanımda durdun?" Mehmet abi öfkeyle, Melih'in üzerine yürüdü ve yumruğunu yüzüne geçirmesiyle çığlık attım. İkisi de öfkeli, ikisinin de gözü dönmüştü ve beni ne duyuyorlardı ne görüyorlardı. Sevgi Hanım beni kolumdan tutarak salondan çıkartmaya çalıştı ama ben gitmemek için direndim. "Böyle sikik sikik konuşup benim asabımı bozma lan!" Melih, Mehmet abinin ona attığı yumruğu hiçe saydı. Bunun yerine Mehmet abinin yakasına yapıştı. "Sen benim emrimde çalışan adamımsın! Senin görevin beni sorgulamak değil! Emirlerimi yerine getirmek!" "Sikerim senin emirlerini!" Melih'in ellerini yakasından silkeledi ve üstüne basa basa Melih'i sorguladı. "Benden nasıl saklarsın DNA testi yapıldığını?" "Hesap mı vereceğim lan!" "Vereceksin! İşin ucunda senin canın tehlikeye giriyorsa bana paşa paşa hesap vereceksin!" kükremesinin arasında gözleri beni buldu. Kısacık bir zaman diliminde denk geldiğim gözlerinde saf ama öldürücü öfkeyi gördüm. "Her şeye tamam dedim. Ahu ile yaptığın, Ahu'yu kapsayan her şeye tamam dedim. Göz yumdum, sessiz kaldım. Ama bu kez Melih..." dedi ve tükürürcesine konuşmasına devam etti. "Bu kez Ahu için yaptığın şeyi kabullenemem. Ben bunu asla kabullenemem! Senin kafanın karışmasına izin veremem!" Kısacık bir an duraksadı. Aldığı derin soluklar kuracağı cümleye hazırlık yapıyor niteliğindeydi. "Sen Fikret Yıldırım'ın yeğenisin! Onun izinden gitmelisin! Sen Melih Kılıçaslan'sın acımasız olmak zorundasın..." "Sikerim dayımı da seni de! Ben hiç kimsenin hiç bir şeyi değilim. Nasıl istiyorsam öyle davranırım! Nasıl istiyorsam öyle yaparım. Buna ne sen ne de o siktiğim maskeli puştlar karışabilir. İster intikamı mı devam ettiririm. İsterse bitiririm. Canım ne yapmak isterse onu yaparım! Senin düşündüğün hiçbir şey beni siklemiyor!" "Onca yaptığımız şeyler boşu boşuna mıydı?" Mehmet abi çaresizce ellerini iki yana açtı. "Sen, ben, çocuklar bu yolda nelerden vazgeçtik? Neleri feda ettik? Şimdi gözden kaçırdığımız ufak bir yanlışlık yüzünden intikama son mu vereceğiz? Cevdet ve Canan'ı öylece bırakacak mıyız?" "Ufak bir yanlışlık mı?" Melih bütün evi inletecek kadar gür bağırdı. "Sadece ufak bir yanlışlık mı?" çıldırmış gibi sertçe ellerini saçlarının arasından geçirdi. "Gözden kaçırdığımız ufak değil, kocaman bir yanlış! Bu yanlış yüzünden can yaktım. Masum canı yaktım! Günah işledim günah!" Kendini kaybeden Melih'i sakinleştirmek için ağlamalarımın arasından "Melih..." diye seslendim. Belki beni duyarda biraz olsun öfkesi geçer diye düşündüm ama Melih beni duymadı. İkisinin ilk kez böyle anlaşmazlığa ve tartışmaya tutuştuklarını görüyordum. Bu durum beni oldukça korkutuyordu. Dışarıda sayısız koruma vardı ama ben hiç birini tanımıyordum, bu yüzden onlardan yardım isteyemezdim. En iyi kararın Çağlar'lara haber vermek olduğunu düşündüm. Telefonumu almak için arkamı dönüp yukarıya çıkacakken Mehmet abinin konuşmasıyla olduğum yerde donup kaldım. "Biz nereden bilebilirdik Canan Hanımın çocuğu başkasından yaptığını?" Bedenimi yavaşça onlara döndürdüğümde, hemen yanı başımda duran Sevgi Hanımında donup kaldığını gördüm. Mehmet abinin kurduğu cümle beynimin içinde sarsıntı yaratmıştı. Anlamıyordum. Anlamaya çalışıyor ama bir türlü anlamıyordum. "Sakın..!" dedi Melih. "Ne sakını lan! Gerçek bu. Biz şüphe bile duymadık. Duysaydık en başından Ahu'ya DNA testi yaptırırdık." "Melih..." diye fısıldadım. Bu fısıldamam artık bu konuşmaları duymak istemememden ötürüydü. "Şimdi Ahu'nun babası Cevdet değil diye intikamımızdan vazgeçemeyiz!" Buz kestim. Kanım dondu. Nefes alamıyormuş gibi boğuldum. Kalbim mi acıdı yoksa beynim mi durdu? Anlayamadım. Sevgi Hanım haykırır gibi şokla "Aman Yarabbi." Diye feryat edince, Melih'ler sanki varlığımızı yeni fark etmiş gibi bakışlarını bize çevirdiler. Titreyen ellerim, sızlayan kalbim ve durmadan akan gözyaşlarımla Melih ile göz göze geldik. Baktı, baktım, baktık. Onun ela gözlerinde yıllardır yaşadığım acılar bir film şeridi gibi benim gözlerimin içine aktığında, beynimde hep aynı cümle yankılandı. "Ahu'nun babası Cevdet değil." "Ahu..." Melih bana doğru yaklaştı. Başımı hayır der gibi iki yana salladım. Ayakları durdu ama ellerini bana doğru uzattı. "Ahu, güzelim..." dedi. "Babam..." dedim titrek bir sesle. Aniden kasıklarıma giren ağrı konuşmamı zorlaştırıyordu. "Gerçekten benim babam..." cümlemin devamını bir türlü getiremiyordum. Melih benim ona ne soracağımı anlayarak, tamamlayamadığım cümlemin cevabını gözlerini kapatıp açarak verdi. Dünyam yıkıldı. Yıkılan dünyamın altında kaldım. Enkazın altında karanlıkta savaşıyormuşum gibi kalbim hızlandı. Öldüm sanki... Bulunduğum yer ayağımın altından kayıp giderken, gözlerimin önü karardı. Bedenim daha fazla ayakta kalmaya direnemedi ve ben kendimi boşluğa bırakarak, beni içine çeken karanlığa teslim oldum. *** Saçları babaları tarafından okşanmayan kız çocuklarından biriydim. Bayramda babasının elini öpemeyen kız çocuklarından biriydim. Benim veli toplantımda hiçbir zaman babam olmadı. İlk diş çıkardığımda, ilk yürüdüğümde, ilk konuştuğumda, ilk düştüğümde, ilk yaş günümde ve daha nice ilklerimde babam yoktu. Babamı televizyonda çıkan haberlerde izlerdim. Sırf babamın gözleri mavi diye hep renkli gözlü insanlarla arkadaşlık kurdum. Onlara ayrıcalıklı davrandım. Belki beni görmeye gelir diye yıllarca hiçbir okul gezisine katılmadım. Bir arkadaşımla, sinemaya gitmedim. Çarşıyı gezmedim. Gelirde beni evde bulamaz diye bunların hiç birini yapmadım. Ama babam hiçbir zaman gelmedi. Ben babasız büyüyen kalbi yaralı kız çocuklarından biriydim. Bu öğrendiklerim ve yıllarca yaşadığım her şey boşu boşunaymış. Bir hiç uğrana heba olmuşum. İntikam adı verdikleri günaha beni de dâhil etmişler. Annem bana yıllarca yalan söylemiş. Katil olduğunu saklamış, babam sandığım adamın ona tecavüz ettiğini saklamış. Bana yıllarca baba diye anlattığı kişinin aslında babam olmadığını saklamış. Meğer annem bana yalan bir hayat sunmuş. Her şeyi didik didik eden Melih, bir şey yapacağı zaman yüz değil bin düşünen Melih. Benim gerçek babamın Cevdet olmadığını anlayamamış. Melih için canını vermeye hazır bekleyen Mehmet abi bu ihtimali hiç düşünmemiş. Onca adam, onca servet, onca güç, hiç biri bu gerçeği ortaya çıkarmaya yetmemiş. Beni bile ölümle tehdit eden maskeliler, Cevdet'in kızı olmadığımı çözememiş. Herkes kabadayı, herkes güçlü... Ama hiç birinin gücü annemin sakladığı bu sırrı ortaya çıkarmaya yetemeyecek kadar büyük değilmiş meğer. Hıçkırıklarımda boğulmak istiyordum. Öğrendiğim gerçek beni bir harabeye çevirmişti. Bu durumu kabullenemiyordum. Sanki hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor ve tekrar tekrar başa sarıyordu. Mesela aklıma sürekli Tunç geliyor, kalbim sıkışıyordu. Tek ailem o kaldı diye düşünürken, aslında onunda benim hiçbir zaman ailem olmadığı gerçeğiyle bir kez daha yıkıldım. Bu gerçeği biliyor muydu bilmiyorum? Ama büyük ihtimalle bilmiyordu ve öğrendiğinde belki de benimle bir daha asla görüşmek istemeyecekti. Hiç olmayan babamı kaybettiğim gibi abimi de kaybedecektim. Annemin sakladığı bu sırrın altında ezildikçe eziliyordum. Çok fazla acı çekiyordum. Çaresizdim. Perişandım... Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım ve koluma serum takılmıştı. Hemen başımda bekleyen hemşire olduğunu düşündüğüm kadın uyandığımı görür görmez odadan hızla çıkmış ve kısa bir süre sonra yanında bir kadınla içeriye tekrar gelmişti. İçeriye giren türbanlı kadın, doktor olduğunu ve adının Özlem olduğunu söylemişti. Karşılık olarak sadece başımı sallamış ve boş boş yüzüne bakmıştım. Melih ortalıkta yoktu ama beni yalnız bırakmayacağını da çok iyi biliyordum. "Nasılsınız bakalım?" diye sordu Özlem Hanım. "İyiyim..." dedim gözlerimden akan yaşlara engel olamayarak. "Sadece biraz kasıklarım ağrıyor." Dediğimde aklıma dank eden şeyle elimi karnımın üstüne koydum. "Bebeğim..." dedim "O iyi mi? Ben bayıldım. Yere sert düşmüş olabilirim. Bebeğime bir şey olmamıştır değil mi?" "Sakin olun lütfen?"dedi Özlem Hanım ve ekledi. "Ben kadın doğum uzmanıyım. Sizi ve bebeğinizi kontrol etmek için geldim." Eline eldiven giyip hemşireden ultrason cihazını yanına çekmesini istedi. Benim ise hala içim rahat değildi. Yatağa uzanıp karnımı açtım. Hemşire cihazı hazırlarken, Özlem Hanım karnıma jeli döktü. Ultrason başlığını karnımın üzerinde gezdirirken, ikimizin de gözleri cihazın ekranındaydı. Karanlık ekranda ben hiçbir şey göremediğim için bakışlarımı Özlem Hanıma çevirdim. Tam bu sırda Özlem Hanım "İşte bebeğiniz burada." dedi. Bakışlarım cihaz ekranına kaydı. Karanlıktı ve ben hiçbir şey göremiyordum. Özlem Hanım beni anlamış gibi parmağıyla bir noktayı işaret etti. "Burada bakın." Dediği yere baktığımda küçücük bir şey gördüm ve ağlamam şiddetlendi. "Hamileliğinizin yedinci haftasındasınız. Şimdilik görünürde hiçbir sıkıntı görünmüyor." Koparttığı birkaç dal kâğıt havluyu karnımı silmem için bana uzattı. "Tahlil sonuçlarında biraz demir eksikliğiniz var. Kan değerlerinizde normale göre biraz düşük. Sizin için ilaç ve vitamin yazacağım. Üç hafta sonra sizi kontrole bekliyorum Ahu Hanım." Dedi. Başımı tamam der gibi salladım. Özlem Hanım oturduğu yerden ayağa kalktı ve sıcacık gülümseyerek gözlerimin içine baktı. "Anne üzgün olursa bu bebeği de etkiler Ahu Hanım. Geçmiş olsun üç hafta sonra görüşmek üzere." diyerek odadan çıktı. Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim ve elimi karnımın üstüne koyup karnımı okşadım. "Sen bu durumdan sakın etkilenme bebeğim. Ben çok iyiyim ve seni çok seviyorum. " kapı bir kez tıklatılıp açıldı. Önde Emre, hemen arkasında ise Melih vardı. Emre içeriye girdi ama Melih olduğu yerde öylece benden onay bekler gibi durdu. "Geçmiş olsun yenge." dedi Emre bakışlarını arkasına çevirip "Abi ne duruyorsun orada gelsene içeriye." Diye konuştu. Melih, gözlerini üzerimden ayırmadan içeriye girdiğinde ben gözlerimi tamamen ondan çekip başımı yere eğdim. Melih, yanımdaki koltuğa oturdu. Emre ise tam karşımda ayakta duruyordu. "Taburcu işlemlerinizi hallettim. Ne zaman rahat hissedersen o zaman evinize gidebilirsiniz abi." Sonra gözleri bana çevrildi. "Yenge..." diye seslendi göz göze geldik. "Hayırlı olsun. Allah analı babalı büyütsün." "Sağ ol..." diye mırıldandım. Emre, Melih ile benim aramdaki gergin ve soğuk elektriği hissetmiş olacak ki "Neyse ben bir gidip hastalarıma bakayım." Diyerek odadan ayrıldı. Emre'nin gitmesiyle oda sessizliğe büründü. Ne ben konuşuyordum ne de Melih. İkimiz de suskunduk. Benim gözlerimden sürekli yaşlar akarken, Melih'in nefesleri sıklaşıyordu. "Yeter. Gözünü seveyim yeter ağlama artık Ahu!" "Ne yapmamı beliyorsun? Ağlamanın dışında ne yapmamı bekliyorsun?" Kısacık bir sessizlik oluştu. "Ben..." dedi Melih yorgun bir ses tonuyla. "Üzgünüm... Bu hiçbir şeyi değiştirmez biliyorum ama üzgünüm Ahu. Özür dilerim. Binlerce kez özür dilerim." Ateş gibi yanan büyük ellini karnımın üstünde duran elimin üstüne koydu. "Geçmeyecek biliyorum. Asla bir telafisi olmadığını da biliyorum ama yinede senden özür dilerim. Keşke daha önce fark etseydim. Keşke bu ihtimali bir kez olsun düşünebilseydim. Çok özür dilerim benim hatam. Senin o adamın kızı olamayacağını düşünememek benim hatam." Başımı yerden kaldırıp Melih'in gözlerine baktım. Gözlerinin feri sönmüştü. Ela irislerinin etrafı kanlanmış, o kanlanan bölgede bir sürü ölü ceset vardı. "Sen bu yüzden benden uzak duruyordun..?" Tükenmişlikle gözlerini yumdu. "Pişmanlık duyduğun için benden uzak duruyordun. Yüzüme bakmaya utandığın için benden uzak duruyordun. Bana yaptığın şeylere sen bile dayanamadığın için benden uzak duruyordun." "Ahu..." "Pişmanlıktan ölüyor musun bari? Bana yaşattıkların için kahroluyor musun? Tamam, zamanı geri alamıyorsun ama en azından kendini yiyip bitiriyor musun Melih Kılıçaslan?" "Ahu yapma böyle..." sesi de gözleri gibi ölüydü. "Tunç..." Dedim gözlerimden akan yaş dudağımın kenarında durdu. "O biliyor mu?" Başını iki yana salladı. "Bilmiyor." "Öğrenecek" derken boğazımdan bir hıçkırık koptu. "Öğrenecek ve bir daha benimle görüşmek istemeyecek. Beni silecek. Beni hayatından çıkartacak ve ben bunu yaşayacağım için kahroluyorum." Karnımın üstündeki elimi okşadı. "Eğer istersen söylemeyiz. Öğrenmez." Melih'in elini elimden çektim. Melih, boşta kalan elini karnıma koyacakken, dizlerimi kendime çekip kollarımla karnımı sardım ve Melih'in elinin karnıma dokunmasını engelledim. Bana öyle bir baktı ki. Gözlerindeki ateşi kalbimde hissettim. Onu hem benden hem bebeğimizden uzaklaştırdığım için öfkelendi ama yinede alttan aldı. "Tunç'a gitmek istiyorum." Dedim ve ekledim. "Beni Tunç'a götür." Melih başını iki yana sallayıp dudaklarını şeytani bir tavırla kıvırdı. "Tamam" dedi ve duygusuzca güldü. "İlk Tunç'u görmek istemen şahane bir fikir karıcığım. Zaten bütün bunları saklayan anneni görmek istemek yerine Tunç'u görmen daha önemli. Annenin karşısına çıkmak yerine Tunç'un karşısına çık. Çünkü Tunç kaçıyor amına koyayım!" Melih'in gözlerine uzun uzun baktım. Anneme hesap sorayım istiyordu. Bana neden yalan söylediğini sorgulamamı istiyordu ve ben bunu sorgulamadığım için bana öfkeleniyordu. "Tunç'a götür beni." Dedim tekrardan. Bu onun için bir cevap niteliğinde oldu. Tek kaşını havaya kaldırıp sakince ayağa kalktı. Kolumda ki bitmek üzere olan serumu kapatıp iğnesini kendisi çıkardı ve çıkan iğnenin üzerine dudaklarını bastırdı. Eliyle yüzümü kavrayıp, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Ne yaptığımın farkındayım. Neye sebep olduğumun da farkındayım. Telafisi olmamasına rağmen telafi etmeye çalışıyorum. Kırdığım yerlerin tekrar iyileşmeyeceğini bildiğim halde sarmaya ve iyileştirmeye çalışıyorum. Alabildiğim kadar alttan alıyorum." Alnını alnıma yasladı. "Ben buyum kızım benden bu kadar oluyor. Ama yine de pes etmiyorum senin için savaşıyorum. Binlerce kez kaybetsem bu savaşı yine senin için savaşacağım! Ama..." duraksadı ve burnumun ucunu öptü. "Ne olursa olsun beni kendinden uzaklaştırmana izin vermem Ahu. Buna asla izin vermem." "Melih..." "Şu bana gösterdiğin tavrın nokta kadarını annene göstersen keşke..." Konuşmama izin vermeden elini yüzümden çekti. Bir elini belimde sabitledi ve diğer elini dizimin altından geçirmeden önce karnımın üzerini koyup okşadı ve daha sonra dizlerimin altından geçirip beni kucağına aldı. Kollarımı boynuna sardım ve başımı göğsüne yasladım. Sessizce Melih'in beni Tunç'a götürmesini bekledim. *** Tunç'un evinde üçlü koltuğun tam ortasında tek başıma oturuyordum. Melih ile Tunç karşı çaprazda duran iki tane tekli koltuğa oturmuşlardı. Melih'in gözleri bana ağlama der gibi bakarken, Tunç şaşkın ve sorgulayıcı gözlerle bana bakıyordu. En sonunda sessizliği bozmak isteyen Tunç, göz ucuyla Melih'e baktıktan sonra öne doğru eğildi ve dudaklarını araladı. "Hayırdır inşallah gecenin bu saatinde bu ziyaret nereden çıktı?" diye sordu. Bu soruyu sormakta çok haklıydı çünkü saat gecenin ikisini gösteriyordu ve misafirliğe gelinebilecek hiçte uygun bir saat diliminde değildik. "Ahu seni görmek istedi." dedi Melih. "Bu saatte mi?" diye sordu Tunç ve kaşlarını çatarak Melih'e baktı. "Doğru söyle lan. Bu kız niye ağlıyor? Ne yaptın kardeşime?" Melih kıstığı gözlerinin ardından Tunç'a baktı. Isırdığı alt dudağı sinirlendiğinin kanıtıydı. Zor sabrediyordu, bunu çok net görebiliyordum. Tunç Melih'ten bir cevap alamayacağını anladığında, bakışlarını ondan çekip bana çevirdi. "Ahu, güzelim..." oturduğu yerden kalkacağı zaman Melih bileğine yapıştı ve onu tekrar koltuğa oturttu. "Yaklaşma fazla. Ağlıyor ya rahat hava alsın." dedi. Tunç Melih'e gözlerini devirdi ve tekrardan benimle göz teması kurdu. "Güzelim neyin var? Yoksa bebeğe mi bir şey oldu?" Melih oturduğu yerde diklendi. "Ne biçim soru soruyorsun lan?" diye çıkıştı. "İzin verirsen kardeşimle konuşmaya çalışıyorum Melih." Dedi Tunç bıkkınlıkla. "Konuş... Seni engelleyen mi var. Ama düzgün konuş. Adamı sikercene sorular sorma?" Eğer biraz daha araya girmezsem ikisinin de laf dalaşı uzayıp gidecekti ve bizim buraya geliş amacımız farklı yöne gidecekti. "Seninle konuşmak istediğimiz bir şey var abi." Diye araya girdim. İkisi de aynı anda bana baktı. Ağlamaktan çatallaşan sesim düzelsin diye boğazımı temizledim. Konuya ne kadar çabuk girersem o kadar iyi ve kolay olacaktı. "Ben... Yani biz." Kendimi rahatlatmak ister gibi parmaklarımla oynadım. "Babamız..." gözlerimi kapatıp başımı iki yana salladım. "Yani senin baban..." cümlemi bir türlü toparlayamıyor ve konuşamıyordum. Birkaç kez derin nefes alıp tekrar konuşacakken Melih benden önce davranıp bir çırpıda söyledi. "Siz kardeş değilsiniz!" "Ne?(!)" Tunç'un ilk verdiği tepki bu oldu. Gözleri Melih'in ve benim üzerimde mekik dokudu. "Ne saçmalıyorsun sen Melih? Ne demek siz kardeş değilsiniz?" histerik bir kahkaha attı. "Ahu senin bu kocan var ya" dedi parmağıyla Melih'i işaret ederek. "Sırf kıskançlığından bu siz kardeş değilsiniz yalanını uydurdu. Manyak bu! Hasta, net kafadan hasta!" Boğazımdan kaçan hıçkırığa engel olamadığımda Tunç "Ahu..." dedi yalvarır gibi. "Yalan söylüyor biz kardeşiz." Melih "DNA testi yaptırdım. Ahu Cevdet'in kızı değil." üstüne basa basa "Siz kardeş değilsiniz!" dedi. "Yok, yok... Bu mümkün değil. Eğer öyle olsaydı sen beni Ahu'ya—" durdu. Sanki bir şeyin yeni farkına varıyormuş gibi kocaman açtığı gözlerini Melih'in yüzüne dikti. Oturduğu yerden ayağa kalkıp tam Melih'in karşına dikildi. "Sen o gün bu yüzden Ahu'ya yakın olmamdan rahatsız oldun. Kardeş değiliz diye Ahu'nun yanından beni uzaklaştırdın." "Aynen" dedi Melih kafa sallayarak "Tam da bu sebepten dolayı seni Ahu'dan uzak tutmaya çalıştım. Artık öğrendiğine göre hareketlerine dikkat edersin." Tunç büyük bir kahkaha attı. Başını elinin arasına aldı. "Yok, lan bunlar gerçek değil. Ben rüya görüyorum uyanınca her şey eski haline geri dönecek." Ağlamalarım yerini iç çekişlere bıraktığında "Abi..." diye seslendim. Tunç'un açık kahve gözleri gözlerimi buldu. "Ben bunu daha yeni öğrendim ve seninde bilmeye hakkın olduğunu düşündüğüm için yanına geldim." Tunç sertçe yutkundu ve yutkunurken âdemelmasından çıkan ses kulaklarımı tırmaladı. Ben ise yutkunmayı unutmuş gibi yutkunamadım. "Artık benimle görüşmek istemezsen seni anlarım abi." Tunç'un içi titreyen gözlerinden bir damla yaş yanaklarına doğru süzüldü ve Tunç bakışlarını benden çekerek cevap vermeden salondan çıktı. Elimle ağzımı kapattım ve hıçkırıklarımı yuttum. Melih oturduğu yerden kalkarak yanıma geldi. "Üzülme..." kolumdan tutarak beni kaldırdı. "Hadi evimize gidelim. Tunç daha yeni öğrendi. Toparlayabilmesi için ona biraz zaman ver." Başımı salladım. Melih'ten destek alarak ayağa kalktığımda Tunç'un "Nereye?" diyen sesini duydum. Melih ile gözlerimiz Tunç'u bulduğunda elinde tuttuğu süt dolu bardakla bize doğru geldiğini gördük. Yanımıza gelip tam önümde durdu. "Otur Ahu." dedi elinde tuttuğu sütü bana uzattı. Uzattığı sütü aldım. "Ağlama artık. Hamilesin sen, kendine de bebeğe de iyi bakman lazım." Melih kaşlarını çatmış vaziyette Tunç'a bakıyordu. Tunç gözlerini benden çekip aynı Melih gibi kaşlarını çatarak Melih'e baktı. "Sikerim DNA testini! Ahu benim kardeşim. Feriştahı gelse bunu kimse değiştiremez." İçim sıcacık oldu, gülümsedim. "Tekin'in Ahu'yu kaçırdığı günde söyledim sana Melih iki kardeşimin arasında seçim yaptım ve ben Ahu'yu seçtim. Şimdi beni sikik bir DNA testi sonucu ırgalamaz!" parmağıyla beni gösterdi. "Bu kız benim küçük kardeşim, karnındaki bebeği de yeğenim. Ben bu bebeğin dayısıyım. Annesin de abisiyim." "Abi..." dedim yumuş yumuş bir sesle Tunç göz ucuyla bana baktı. "Sen konuşma, sütünü iç. "dedi ve onu ikiletmeden sütümü içtim. Melih burnundan bir nefes verdi. "Eline koluna sahip çıkacaksın. Öyle her fırsatta Ahu'ya sarılmayacak, istenmeyen ot gibi dibinde bitmeyeceksin. Senin siklemediğin DNA testini ben sikliyorum çünkü." "Kardeşime istediğim zaman sarılırım bunu sana soracak değilim." "Öyle mi?" "Öyle..." diye vurguladı Tunç. "Sende kardeşim ne zaman isterse bana getireceksin onu." Melih uzunca Tunç'un gözlerinin içine baktı ve dudağının kenarını kıvırdı. "Yavrum sütün bittiyse gidelim mi?" diye sordu. Yarıladığım sütü kafama diktim ve bardağı sehpanın üzerine koydum. "Gidelim" dedim ve oturduğum yerden kalktım. Tunç kollarını iki yana açtığında Melih'in kıskanç bakışlarına rağmen kollarının arasına girdim ve birbirimizi sarıldık. Tunç saçlarımı okşayıp, başıma bir öpücük kondurdu. Dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdı. "Bir daha bu kadar ağladığını görmeyeceğim Ahu. Kardeş demem, hamile demem seni iyice bir falakaya yatırırım. Bak yaparım bunu, sana abi sözü." Dedi. İçime yayılan huzurla kıkırdadım. Minnet dolu bir ses tonuyla "Teşekkür ederim abi..." dedim. Tunç "Asıl ben teşekkür ederim küçük kardeşim." Diye karşılık verdi. Tunç benim abimdi. Bunu hiçbir şeyin değiştiremeyeceğini bir kez daha anlamıştım. Tunç ailem sandığım insanların içinde tek bana sahip çıkan adamdı. Tunç benim sahip olduğum yalansız tek ailemdi. *** Tunç'un evinden çıkalı nerdeyse yarım saat- kırk beş dakika olmuştu. Arabaya bindiğimizden beri Melih'te bende sessizliğimizi koruyorduk. Ben başımı yanımdaki camdan dışarıya çevirmiştim ve sık sık Melih'in gözlerinin bana değdiğini camdaki yansımasından görüyordum. Ama asla tavrımdan ödün vermiyor, Melih'e yakınlık göstermiyordum. Saat sabah'a karşı dörtde geliyordu. Evimiz dağ başında olduğu için yolumuz biraz daha vardı. Uykum gelmişti. Acıkmıştım da ama Melih'e tavırlı olduğum için ne uyuyabiliyor, ne de acıktığımı söyleyebiliyordum. Arabadaki sessizliği Melih'in telefon melodisi bozdu. Melih telefonu "Söyle" diye açtı. Birkaç saniye karşı tarafı dinledi. "Beklesin o amına koyduğum sikeceğim onu." Direksiyonu sağa kırdı ve evimize giden yola saptı. "Konuştuğumuz gibi ilerleyecek her şey. Mehmet abi Kıbrıs'a uçtu iki saat önce maskeliler şüphelenmesin diye Rüya'nın yanında göstereceğiz." Karnım guruldadı. Melih'in bakışları bana değip tekrar yola döndüğünde elimi karnımın üzerine koydum ve başımı karnıma doğru eğerek fısıldadım. "Annecim babana küsüm az sabırlı ol eve gidince yemek yiyeceğiz." Karnım bir kez daha guruldayınca dudağımın kenarını ısırdım. "Tamam" dedi Melih "Siz benim dediğimi yapın yarın şirkette görüşürüz." Telefonu kaptı ve cebine koydu. Elini torpido gözüne uzattı ve torpidoyu açtı. İçinden bir tane gofret çıkartıp bana uzattı. Gofreti almak için can atsam da kendime hâkim olarak "İstemiyorum" dedim. "Tamam, yavrum anladım bana tirip atıyorsun. Ama ben bu gofreti bebeğim yesin diye veriyorum." Bence gayet makul bir açıklamaydı. Sonuçta çocuk onunda çocuğuydu ve gofreti çocuğumuz için alabilirdim. Bana doğru uzattığı gofreti aldım. "Peki madem." Dedim ve ekledim. "Çocuğumuz için alayım gofreti." Gofreti açmaya çalıştığımda Melih'in güler gibi bir ses çıkardığını duydum ama pek önemsemedim. Açtığım gofretten kocaman ısırdım. Hızlı hızlı çiğneyip ağzımdaki lokmayı yuttuktan sonra, kocaman bir ısırık daha aldım. Gofret küçük olmasına rağmen midemi birazcık yatıştırmıştı. Son lokmayı da ağzıma atıp çiğneyip yuttum. Melih birden burnundan soluyarak "Siktir!" dedi dişlerinin arasından. Neye sinirlendiğini anlamak için başımı ona çevirdiğimde, dikiz aynasından arkasını kontrol ettiğini gördüm. Otomatikman bende arkama baktım ve üç tane maskeli motorlunun bizim aracı takip ettiğini gördüm. Panikleyerek "Melih..." diye seslendim. "Korkma bir şey olmayacak." Arabanın hızını arttırdı. "Önüne dön ve arkanı yaslan. Bir şey olmayacak." "Korkuyorum ama..." Maskeliler motorlarını bizim arabanın her iki yanına yaklaştırıp arabamızı sıkıştırdıklarında Melih ağız dolusu küfürler ediyordu. Yol tenhaydı ve biz yine bu maskeliler tarafından ablukaya alınmıştık. "Hay ben böyle işin amına koyayım." Diye sinirle direksiyona vurdu Melih ve tam onda arabayı durdurdu. Arabayı neden durdurdun diye soracakken, önümüzü minibüse benzeyen siyah bir arabanın kestiğini gördüm. Bir motorlu minibüsün yanında durdu iki motorlu ise hemen bizim arabanın arkasında duruyordu. Melih emniyet kemerini açtı ve silahını belinden çıkarttı. "Sakın arabadan inme Ahu." arabadan inecekken koluna yapıştım. "Sen de inme! Adamlarını ara gelsinler. Gitme..." Beni dinlemedi ve elimi kolundan çekip arabanın kapısını açtığı gibi dışarıya çıktı. Melih'in arabadan inmesiyle minibüsün içindeki maskeli dört adam indi. Bende hemen yanımdaki camı sonuna kadar açtım. "Sizin belanızı sikmeden açın lan yolu!" diye kükredi Melih. Maskeli adamlardan biri öne çıkarak yine o anlaşılmayan cızırtılı sesle konuştu. "Sen bizim sana giden yollarımızı kapatmasaydın biz de senin yollarını kesmezdik aslanım!" "Siktir lan! Bana laf ebeliği yapma..! Hemen açın yolu!" Maskeliler kıpırdamadan oldukları yerde durduklarında Melih öfkeyle silahının emniyetini açıp maskelilere doğrulttu. Melih'in silah doğrultmasıyla maskelilerde Melih'e silah doğrultunca korkuyla "Melih..." diye çığlık attım ve arabadan inerek yanına gidip koluna tutundum. "Arabaya geçelim lütfen! Korkuyorum çok kalabalıklar!" Melih gözlerimin içine güven verircesine baktı. "Bir şey olduğu yok güzelim. Hadi sen arabada bekle beni." "Olmaz. Sen de benimle gel." "Ahu..." dedi başka cızırtılı bir ses. Melih'le bakışlarımız sesin geldiği yöne kaydığında, minibüsten inen başka bir maskeli olduğunu gördük. Diğerlerinden farklı olarak siyah güneş gözlüğü takmıştı ve kendini belli etmek ister gibi bir kez daha "Ahu..." diye seslendi. Melih beni arkasına aldı. Silahını o maskeli adama doğrulttu. "Senin ağzını sikerim lan! Kimsin sen oğlum benim karımın adını ağzına alıyorsun?" Maskeli adam tüm dikkatini bize vermişti ve gözlerindeki o siyah güneş gözlüğüne rağmen, gözlerinin yakıcılığını üzerimde hissediyordum. Bize doğru birkaç adım attı. Yanındaki diğer maskeliler onu durdurmaya yeltendiğinde, eliyle onları durdurdu. Aramızda birkaç insan sığacak kadar bir mesafe bıraktı. "O silahı ateşlediğin an karının öleceğini biliyorsun değil mi Kılıçaslan?" diye sordu. Resmen Melih'in üzerine gidiyordu. "Seni öldürmezler. Burada gördüğün bütün adamlara sık seni öldürmezler ama karının kafasına sıkarlar." "Kimsiniz siz?" diye sordu Melih gayet rahat ve sabır dolu bir sesle "Kimsiniz benim etrafımda ne dolanıp duruyorsunuz?" "Biz senin maskeli şeytanlarınız!" "Siktir lan!" Maskeli adam boğukça güldü. "Bizden gizli ne iş çeviriyorsun? Açıkçası seni fena takdir ettim. Dayından bile daha akıllı çıktın. Her yerde elimiz kolumuz olmasına rağmen bizi bile atlattın. Ne tilkiler dönüyor o kafanın içinde Melih?" Melih, tek kaşını havaya kaldırıp "Bulabiliyorsanız bulun." Dedi ve sonra hissizce gülümsedi. "Ya da aç maskeni sana ne yaptığımı gözlerinin içine bakarak anlatayım." Maskeli adamın yutkunduğunu duydum. Melih "Korkaksınız." Dedi ve ekledi "Yüzünüzü bana gösteremeyecek kadar korkaksınız!" Arkada duran maskeliler hareketlendiğinde "Melih..." diye fısıldadım. "Arabaya geçelim." Melih bana cevap verecekken maskeli ondan önce davrandı. "Korkuyor musun Ahu? Korkma..." bana doğru bir adım attı Melih beni iyice arkasına sakladı. "Kal olduğun yerde senin beynini akıtırım!" diye bağırdı. "Neden?" diye sorguladı maskeli adam. "Neden aklım sürekli sende Ahu?" bütün dikkati benim üzerimdeydi. "Neden senin iyi olup olmadığını düşünüp duruyorum?" Maskeli adamın cızırtılı bir sesle konuşması ve söyledikleri beni iliklerime kadar titretti. Melih'te benimle aynı durumda olacak ki "Senin aklını sikerim!" diye hiddetlendi. Maskeli adam Melih'i umursamadan bana doğru bir adım attı. "Ben neden sürekli seni görmek istiyorum?" Bu cümle Melih'in son sabrıydı ve elindeki silahı yan tarafımızdan bize doğru yaklaşan maskeli adama doğrultup ateşledi. Ben korkuyla çığlık attığımda, Melih kendini iyice bana siper etti. "Sizin gelmişinizi geçmişinizi sikerim. Benim cehennemimde sizin gibi şeytanlara gerek yok!" Bütün bedenini bana siper ederek arabanın kapısını açtı. Beni içine oturttu. Kapımı kapatıp, kendi tarafına doğru ilerledi ve kapıyı açtığı gibi geçip oturdu. Arabanın kontağını çalıştırdı ve gaza basarak minibüsün üzerine sürdü. Minibüs Melih'in ne yapmaya çalıştığını anlayarak arabayı çalıştırıp kenara çekildi. Araba bizimle konuşan maskeli adamın yanından geçerken, maskeli adam gözlüğünü çıkarttı ve aynı renk olan gözlerimiz birleşti. Gözlerini bile isteye bana göstermek ister gibi gözümün içine baktı ve tekrar gözlüğünü taktı. Melih arabayı hızlı sürmeye devam ederken maskeliler arkamızda kaldı. "Sende gördün mü?" diye sordum. "Adamın gözlerini sende gördün mü Melih?" "Ben bir şey görmedim Ahu. Sen gördün mü?" "Gördüm az önce sen yanından geçerken gözlüğünü çıkardı." "Fark etmedim ben." dedi Melih. "Kafa mı bıraktılar bende. Bitmedi gitti şu lanet gün!" Melih ağzının içinde sayısız homurdandı ve sayısız kez küfür etti. En sonunda cezaevini andıran evimize geldiğimizde, Melih arabayı durdurdu. "Sen içeriye gir Ahu. Ben korumalarla konuşup geliyorum." Başımı olumlu anlamda sallayıp arabadan indim. Gün yavaş yavaş aydınlanıyordu ve ben annemle konuşmak için birkaç saat bekleyemezdim. Kapının ziline üst üste bastım ve en sonunda Sevgi Hanımı uykusundan uyandırmayı başararak kapıyı açmasını sağladım. Sevgi Hanımın şaşkınlığından yaralanıp içeriye girdim ve direkt yukarıya annemin odasına çıktım. Kapıyı çalmadan direkt içeriye girdim. Annem yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Fevri hareketlerle çekmecesini açıp içinden küçük not defterini ve kalemi çıkartıp "Anne" diye seslendim. Annem gözlerini araladı. Şaşkınca bana baktı ve yatağında doğrulmaya çalıştı. Başarılı olamayınca ona yardımcı oldum. Yatak başlığına sırtını yasladım, elimde ki not defterini ve kalemi anneme uzattım. Tam karşısına geçip gözlerinin içine baktım. "Lütfen bana gerçekleri söyle anne! Sana sorduğum sorunun gerçek cevabını ver bana!" Annem gözlerimin içine içine baktı. "Benim gerçek babam kim?" Annemin gözleri kocaman açıldı. Acı kahve gözlerinde korku kol gezdi. "Her şeyi öğrendim anne. Lütfen sana sarılmam için teselliyi sende bulmam için bana gerçekleri söyle. Rahatça başımı omzuna yaslamam için bana babamın kim olduğunu söyle." Annem gözünden akan yaşlara en gel olmaksızın not defterini açtı ve içine bir şeyler yazdı. Ne yazdığını görmem için defteri bana uzattı. "Senin baban öldü." Yazıyordu. "Anne..." başımı iki yana salladım. "Lütfen bana gerçeği söyle babam kim?" Aynı yazıyı bana tekrar uzattı. "Senin baban öldü..." Yıkılmışlıkla gözlerimi kapattım. Annem tarafından yine bir yalanın içine sürüklenmiştim. Gözlerimi geri açtığımda annemin endişeyle bana baktığını gördüm. Arkamı dönüp sessizce odadan çıktım ve yatak odasına girdim. Melih yatağın ucuna oturmuş öylece bana bakıyordu. Adımlarımı yanına doğru attım ve hemen dibine oturdum ve başımı omzuna yasladım. Başımı yaslamak istediğim kişi annemin omzuyken, ben beni boşu boşuna intikamına kurban eden kocamın omzuna başımı yaslıyordum. Bu beni gurursuz mu yapardı? Yoksa çaresiz mi? BÖLÜM SONU |
0% |