@esranurozer
|

Model: Gölgede Büyüyen Bir Çiçek Üç hafta sonra... Hissettiğim heyecandan dolayı kalbimin atışı hızlanmış avuç içlerim terlemişti. Terleyen elimin biri yukarıya doğru toparladığım gömleğimi avuçlamışken, diğeri Melih'in iri ellerinin arasındaydı. Ne kadar belli etmese de Melih'in de benden kalır yanı yoktu. Heyecanlandığını sürekli elimi sıkmasından anlıyordum. Doktorum Özlem Hanım karnımın üstünde gezdirdiği ultrason başlığını karnımın bir noktasında durdurdu. "Evet, bebeğimiz gayet sağlıklı ve keyfi yerinde görünüyor." Dudağının kenarını kıvırdı. "Büyümüş ve bakın artık ultrasonda daha net görünüyor." Melih ile birlikte aynı anda ultrason ekranına baktık ve yeni yeni oluşumunu tamamlayan bebeğimizi gördük. Hala küçücüktü ama Özlem Hanımında dediği gibi artık daha net görünüyordu. Fazla yaşadığım duygu yoğunluğundan engelleyemediğim birkaç damla gözyaşı yanaklarıma süzüldü. "Hamileliğinizde iki bucuk ayı tamamladınız Ahu Hanım." Sırasıyla ilk benim daha sonrada Melih'in gözleriyle göz teması kurdu. "Artık bebeğinizin kalp atışlarını duyabilirsiniz. Bu muhteşem sesi duymaya hazır mısınız?" Melih sanki dilini yutmuş gibi başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. Ben ise çatallaşmış sesimle "Hazırız" diye mırıldandım. Özlem Hanım anlamadığım bir şeyler yaptıktan sonra "İşte bebeğinizin kalp atışları..." der demez bulunduğumuz yere o güçlü ve muhteşem ses yayıldı. Kulaklarıma ulaşan bu ilahi ses bu zamana kadar duyduğum en güzel sesti. Sanki yutkunmayı unutmuş gibi yutkunamadığımı ve nefes alma eylemini yitirdiğimi hissettim. Gözlerimden ardı ardına akan yaşlar mutluluktandı. "Bu çok güzel..." dedi Melih. Sesinin her bir zerresinde hayranlık vardı. "Bu kelimelerle anlatılamayacak kadar çok güzel." Melih'i onaylayarak başımı salladım ve yaşlı gözlerimi Özlem Hanımın yüzüne çevirdim. "Acaba bu sesi kaydedebilir miyiz? Anneme dinletmek istiyorum." "Tabii ki..." dedi Özlem Hanım. Bakışlarım Melih'i bulduğunda ne demek istediğimi anlayarak cebinden telefonunu çıkarttı ve bizi büyüleyen bebeğimizin kalp atışlarını telefonuna kaydetti. Melih sesi kaydettikten sonra Özlem Hanım ultrason başlığını karnımdan çekti ve bana bir parça kâğıt havlu uzattı. Kâğıt havlu ile karnımın üstündeki jeli silerken, Özlem Hanım ayağa kalkıp kendi masasına doğru ilerledi. Melih'in yardımıyla üzerimi düzelttim. Uzandığım yerden kalkıp, Melih ile birlikte Özlem Hanımın karşısındaki koltuklara oturduk. Özlem Hanım önündeki dosyada gözlerini bir süre gezdirdikten sonra direkt benimle göz teması kurdu. "Ahu Hanım size yazdığım vitaminlere devam etmenizi istiyorum. Sizin için tekrar yazdım. Hala kansızsınız ve demiriniz hala çok düşük. Bebek gayet sağlıklı ama annenin de sağlıklı olması gerekiyor. Vücut direnciniz güçlü değil. Stresten ve gergin ortamlardan uzak durmanızı tavsiye ederim." Özlem Hanım konuştukça Melih'in kaşları mümkünmüş gibi daha da çatılıyordu. "Ve sizin için bir beslenme listesi hazırladım. Bir sonraki kontrolünüze kadar bu listeye uymanızı istiyorum. Bol bol sıvı tüketin ve meyve tüketmeye çalışın." "Meyve yiyorum." Dediğimde Melih güler gibi bir ses çıkarttı. "Siz Ahu'nun meyve yiyorum dediğine bakmayın." Göz ucuyla bana baktı. "Onun meyve anlayışı sadece elma. Ahu'nun elmadan başka bir meyve yediği hiç görülmemiştir." "Melih..!" "Olmaz öyle Ahu Hanım her meyvede başka vitaminler vardır. Sürekli aynı meyveyi tüketmeyin. Değişik meyvelerde tüketmeye çalışın." İlaç yazdığı reçeteyi Melih'e uzattı. "Bir ay sonraya randevu yazdım sizin için. Bir ay sonra görüşmek üzere" dediğinde ayaklandık ve Özlem Hanıma "Kolay gelsin" diyerek odadan çıktık. Melih reçeteyi cebine koyup elimi kavradı ve biz el ele hastaneden çıktık. Arabamıza bindiğimizde daha Melih arabayı çalıştırmadan telefonu çaldı. Emniyet kemerini takarken telefonu yanıtladı. "Bir saate geliyorum Seda." Dedi ve birkaç saniye Seda'nın konuşmasını dinledikten sonra "Bugün bu toplantı oldu oldu yoksa başka zaman bu konu için toplantı yapmayacağım." Seda, Melih'e ne söyledi bilmiyorum ama Melih sıkıldığını belirten bir nefes bıraktı. "Tamam, Seda kafamı şişirme! Sadece dediğimi yap. Açıklama istemiyorum." Dedi ve karşı tarafa söz hakkı vermeden telefonu kapattı. "Biraz kibar olamaz mısın?" diye sordum. Melih göz ucuyla bana bakıp dudağının kenarını kıvırdı. "Benim kibarlık anlayışım kısıtlı ve ben hepsini sana kullanıyorum." Arabanın kontağını çalıştırdı. "Başkasına kibarlık yapamıyorum." "Bana da kibarlık yapmıyorsun ki. Sadece kibarlık yaptığını sanıyorsun kocacığım." Melih bana cevap vermek yerine gözlerini devirdi. Bu bile kibar olmadığının büyük bir kanıtıydı. "Telefonunu alabilir miyim?" diye sordum. Melih gözlerini yoldan çekip kısa bir an bana baktı ve ne yapacağımı sormadan cebinden telefonunu çıkartıp bana uzattı. Telefonu alır almaz az önce kaydettiği bebeğimizin kalp atışlarının sesini kendime gönderdim. Telefonu kapatıp Melih'e verecekken aklıma gelen şeytanlıkla mesajlarına bakmaya karar verdim. Whatsapp uygulamasına tekrardan girip mesajlara baktım. Kayıtlı olan mesajlarda, kendi has adamları olan muhteşem üçlü, Mehmet abi, Seda vardı. Bir de en çok dikkatimi çeken Tunç ve Berna'nın olmasıydı. İlk olarak Tunç'un mesajına tıkladım. Biraz mesaj sayfasını ilerlettim. İki hafta önce... Tunç: "Ulan kardeşimin telefonundan beni sen mi engelledin? Arıyorum telefon bir kez çalıyor sonra meşgule düşüyor. Ahu'nun beni engellemesi mümkün değil." (22:50) "Melih..! Cevap versene." (22:57) "Tamam, bunu sen istedin. Size geliyorum." (23.00) Melih: "Sakın geleyim falan deme! Gece gece seni çekeceğime engeli kaldırırım." (23:06) Mesajlaşma burada bitmişti. İki hafta önceye gittiğimde Tunç'un beni birkaç gün aramadığı aklıma geldi. Meğerse Tunç beni arıyormuş da ulaşamıyormuş ve tam bu mesajlaşmanın gerçekleştiği akşam Tunç beni aramış bir saat telefonda konuşmuştuk. Zaten Tunç ile fazla bir mesajlaşma yoktu bir bu iki hafta önce yazışması birde dünden birkaç mesaj vardı. Dün... Tunç: "Yarın Ahu'nun doktor kontrolü var. Senin önemli bir toplantın var istersen kardeşimi ben götürürüm hastaneye?" (20:59) Melih: "Siktir lan! Sen kendi işine bak!" (21:01) Tunç: "Ben sana insanlık edip, yardım teklif ediyorum." (21:03) Melih: "Başlatma lan şimdi yardımına. Siktir git amına koyayım ergenler gibi bana akşam akşam mesaj yazıp durma! Neyiz oğlum biz seninle? Sen iyi alıştın her kafan estiğinde bana mesaj atmaya!" (21:05) Tunç: "Akrabayız biz Melih. Ben senin kayınçonum, sende benim eniştemsin. Destek oluyorum sana." (21:07) Melih: "Ulan ben senin gelmişini geçmişini, enişteni de, desteğini de sikerim!" (21:08) Tunç: "Ahfsfhsfhsash. Bende seni seviyorum Melih. İyi akşamlar." (21:10) Melih, Tunç'a görüldü atmış ve bırakmıştı. Sesli gülmemek için dudağımın kenarını ısırdım ve Tunç'un mesaj sayfasından çıkıp Berna'nın mesaj sayfasına girdim. Üç gün önce... Berna: "Merhaba enişte, nasılsın? Ben seni sabah sabah rahatsız ediyorum ama Çağlar'a ulaşamıyorum. Acaba onu sen iş için şehir dışına falan göndermiş olabilir misin? Hayır, yani telefonu da kapalı merak ediyorum." (09:40) "Enişte..?" (10:00) "Aaa ama mesajlarıma görüldü atıyorsun cevap vermiyorsun. Çağlar diyorum ya nerede adama ulaşamıyorum. Telefonu kapalı." (10:12) "Ya Melih, seni Ahu'ya söyleyeceğim. Cevap versen ölür müsün? Sen hiç mi merak etmiyorsun Çağlar'a bir şey mi oldu diye. Ulaşamıyorum diyorum sana. En son dün telefonda konuştuk, adamın ondan sonra sesi bir daha çıkmadı."(10:20) "Ay yoksa sen benim sevgilimi öldürdün mü?" (10:20) Melih: "Evet öldürdüm. Eğer bana bir daha tek bir mesaj bile atarsan seni de öldürürüm Berna!" (10:25) Mesajlaşma burada son bulmuştu. Zaten bu mesajlaşmanın olduğu gün Berna benim yanıma gelmiş içi dışına çıkana kadar ağlamıştı. Gerçekten Melih'in Çağlar'ı öldürdüğüne ve kendisini de öldüreceğine inanmıştı. Oysa işin aslı çok başkaydı. Çağlar Berna'nın instagram açma mevzusundan bunaldığı için telefonunu kapatmıştı. Berna saatlerce ağladığı yetmiyormuş gibi bir de Çağlar'dan bu itirafı duyunca daha çok sinirlenmiş ve daha çok ağlamıştı. "Yavrum, eğer telefonumu karıştırma işin bittiyse telefonumu geri alabilir miyim?" "Hıh..?" dedim afallayarak "Ben telefonunu karıştırmıyorum ki. Sadece öyle dalmışım." Aferin Ahu sana, daha inandırıcı bir yalan söyleyebilirdin. Melih eğlenir gibi gülmeye başladı. Hatta gülmesinin boyutunu artırarak kahkaha attı. Benden tarafa olan elini direksiyondan çekip elime uzandı telefonu elimden alıp cebine koydu. Sonra tekrar elini bana uzatıp ellimi tuttu ve dudaklarına götürdü. Birkaç küçük öpücük bıraktığı elimi serbest bırakmak yerine kendi ellinin içinde hapsetti ve parmaklarımızı birleştirip kendi dizinin üstüne koydu. Telefon karıştırma mevzusu uzamadığı için rahat bir nefes alarak başımı cama çevirip dışarıyı izledim. Yolda sessiz sakin giderken bu kez benim telefonum çaldı. Telefonumun ekranına baktığımda Birsen teyzenin aradığını gördüm ve hemen çağrıyı cevapladım. "Efendim anne?" "Ahu, çıktınız mı hastaneden annem?" "Çıktık anne. Eve gidiyoruz şimdi." "Eve gitmeyin kızım." Dedi Birsen teyze ve ekledi. "Melih seni bize getirsin. Zehra ablan geldi. Seni görmek istiyor. Kadıncağız senin için elma reçeli yapmış, çiftlikten bir sürü organik sebze meyve getirmiş, eee ben de kahvaltı hazırlıyorum kızım gel hep birlikte kahvaltı yapalım." "Bilemedim ki şimdi." Derken Melih'e baktım. Melih hayırdır der gibi kafa sallayıp göz kırptı. "Melih'e söylerim işi yoksa getirir beni." "Yoktur, yoktur." Dedi Birsen teyze "Ne işi olacak? Zaten sizin o dağ başındaki evinize gitmeniz iki saat sürüyor. Getirsin seni benim yanıma." "Tamam, anne görüşürüz." "Görüşürüz kızım." Telefonu kapattığımda Melih, "Hayırdır? Ben nereye götürüyorum seni?" diye sordu. "Annemlere Zehra abla gelmiş. Annem sende gel diyor. Beni annemlere bırakırsın artık." "Olmaz yavrum." "Neden ya? Evde sıkılıyorum." Melih derin nefes alıp sesli bir şekilde nefesini dışarıya verdi. "Halletmem gereken işlerim var güzelim. Gelip alamam ben seni. İşim uzun sürer. Sen evde kal annemler bize gelsin." Kaşlarımı çattım. "Hep ben evde kalıyorum ve hep insanlar benim evime geliyor." Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Sıkılıyorum. Bunaldım. Bende normal insanlar gibi gezmek istiyorum. Tamam, başımızdan o kadar olay geçti tek başıma dışarıya çıkmamı istemiyorsun ama en azından annemlere gidebileyim yani." "Ahu..!" "Ne var ya yalan mı?" Melih dudağının kenarını dişlerinin arasına aldı ve gözleri yol ile benim aramda gidip geldi. "Güzelim" dedi yumuşacık bir ses tonuyla "İşim var diyorum. Gelip seni alamam diyorum. Neden beni anlamıyorsun?" "İlla senin alman gerekmiyor beni." Göğsümde bağladığım kollarımı açtım ve bedenimi tamamen Melih'e çevirdim. "Osman gelir, Çağlar gelir, Ufuk gelir. Bu adamların biri gelip beni alabilir. Ha yok olmaz onlarında işi var diyorsan, Kenan amca beni eve bırakır." Melih pes etmiş olacak ki bir süre eliyle boynunu ovaladı ve daha sonra elini karnımın üzerine koyarak usulca okşadı. "Tamam" dedi ve eliyle ara ara okşadığı karnıma bir bakış attı. "Seni annemlere bırakacağım. Ama sadece iki saat kalacaksın. İki saatin sonunda Osman gelip alacak seni." Başımı sallayarak kocaman gülümsedim. Aramızdaki konuşma böylelikle benim istediğim gibi bitmişti. Melih çatık kaşları ve asık suratıyla arabayı kullanırken ben gayet mutlu bir şekilde başımı camdan tarafa çevirip dışarıyı izledim. *** Bir parça kopardığım ekmeğin üstüne elma reçelini koyup ağzıma attım. Herkes çoktan doymuş, kahvaltı masasında yemek yiyen bir ben kalmıştım. Aslında bende doymuştum ama elma reçelinin tadı o kadar güzeldi ki bir türlü kendimi durduramıyordum. Kesinlikle elma reçeli konusunda Zehra abla bir numaraydı. Reçeli efsane yapmıştı. Birsen teyze ve Kenan amca yaklaşık on beş dakikadır ikili koltukta oturmuş, benim telefonumda kayıtlı olan bebeğimin kalp atış sesini dinliyorlardı. Ses kaydı sona eriyor, Birsen teyzeler başa sarıp tekrar tekrar dinliyorlardı. Arada birbirleriyle göz göze geliyorlar ve ikisinin de yanakları ıslanıyordu. Bu gözyaşları mutluluktandı. Tabağın dibinde kalan son elma reçelini ekmekle sıyırıp ağzıma attığımda Zehra abla "Sen çok mu seviyorsun elma reçelini?" diye sordu. Ağzım dolu olduğu için başımı salladım. Zehra abla gülümsedi. Parmaklarının ucuyla başındaki şalı düzeltti. "Bilseydim bu kadar çok elma reçelini sevdiğini beş kavanoz değil on kavanoz reçel yapardım sana Ahu." "Düşünüp yapman bile yeterli Zehra abla. Eline sağlık." "Afiyet olsun." Dedi ve sonra aklına bir şey gelmiş gibi "Ahu biliyor musun? Bu elma reçelini senin elma bahçenden toplayıp yaptım." "Ya öyle mi?" öne doğru eğildim. "Elma tarlasını bana Çağlar ile Osman doğum günümde aldılar. O zamanlar çok mutlu olmuştum. Şimdi kendi bahçemden elma reçeli yediğim için daha da mutlu oldum." Zehra abla uzunca gözlerimin içine baktı ve daha sonra dudağının kenarını kıvırdı. Kıvrılan o dudaklarında burukluk vardı. "Bana birini hatırlatıyorsun Ahu." dedi. Öylesine söylenmiş bir söz değildi bu. "Burnumun direğini sızlatan birini hatırlatıyorsun." "Zehra abla..." "Nedendir bilmiyorum ama senin mutlu olman hoşuma gidiyor. Konuşurken gözlerinin içinin parlaması hoşuma gidiyor. Çenenin altında olan o küçücük ben var ya..." Gözleriyle Birsen teyze ve Kenan amcayı kontrol etti. "Bana kalbimi sızlatan birini hatırlatıyor." Demesiyle sol gözünden bir damla yaş yanağından çenesine doğru süzüldü. Şaşkınlık içinde Zehra ablaya baka kaldığımda, dilimin ucuna gelen soruları yuttum. Belki de sevdiği biri vardı ve sevdiğine kavuşamamıştı. Belki de çok daha farklı bir şeydi. Ne olduğunu merak etsem de soramadım. Sadece şaşkınca yüzüne baktım. "Ah neyse..." dedi Zehra abla ve yanağını eliyle sildi. Dudaklarına gerçek bir gülümseme yerleştirdi. "Yaşlanıyorum sanırım. Bu duygusallık hep bundan" kaşlarını yalancı bir kızgınlıkla çattı. "Sen de bana böyle bakma. Düzelt şu yüzünü." Dedi. Gerçekten tuhaf bir ruh haline sahipti. Az önce ağlayıp bir saniye sonra gülebilen birine ne denirdi bilmiyorum. "Ahu, kızım?" diye seslendi Kenan amca. Başımı Kenan amcaya çevirip yüzüne baktım. "Melih niye gelmedi?" "Halletmesi gereken işleri varmış Kenan amca. İşlerini hallettikten sonra sizi ziyarete gelir. Olmadı siz gelirsiniz bize." "Hiç işi bitiyor mu ki? Melih hep böyleydi. Tıpkı rahmetli abim gibi sürekli çalışıyor." "Tamam, Birsen" dedi Kenan amca ve ayaklandı. "Ben çıkıyorum akşam görüşürüz." Dedikten sonra salondan çıktı. Birsen teyze oturduğu koltuktan kalkıp yanımıza geldi. "Daha doymadın mı kızım sen?" diye sordu. "Doydum anne." Ayağa kalktım. Birsen teyzenin gözleri karnıma takıldı ve gülümseyerek elini karnımın üzerine koyup okşadı. "Ahu baksana hafiften karnın çıkmış sanki." Gözlerimi karnımın üzerinde gezdirdiğimde öyle karnım çıkmış diyebileceğim bir şişlik göremedim. Zehra abla "Evet, azıcık çıkmış." Diyerek Birsen teyzeyi onayladı. Oysaki ben hala bir şey fark edemiyordum. Birsen teyze bunu anlayarak elini karnımdan çekip benim elime uzandı. Tuttuğu elimi kasıklarımın biraz üstüne koydu. "Burada şişliği hissediyor musun?" Elimin altında hissettiğim küçücük bir çıkıntıyla gözlerimi kocaman açarak "Evet, hissediyorum." Dedim ve içim içime sığmıyormuşçasına güldüm. Benim gülüşüme Birsen teyze ve Zehra ablada eşlik etti. "Oo sen daha bu küçük şişlikte böyleysen, birkaç ay sonranı düşünemiyorum kızım." "Ay öyle söyleme Birsen Ahu'nun daha ilk ya ondan bu heyecanı." Dedi Zehra abla. İkisi kendi aralarında konuşurken ben elimin altında hissettiğim o küçücük çıkıntıyı okşayıp durdum. "Hadi yukarıya çıkalım Ahu." dedi Birsen teyze ve ekledi. "Torunum için öyle güzel şeyler örüyorum ki görmen lazım. Gerçi daha cinsiyeti belli değil ama ben hem kızın hem erkeğin giyeceği renklerden örüyorum." "Ya anne..." dolan gözlerim kesinlikle normal değildi. Hepsi değişkenlik yaşayan hormonlarımın sucuydu. Birsen teyze dolan gözlerimi fark ederek "Ay sakın ağlayayım deme bak ben de ağlarım şimdi." Daha Birsen teyze cümlesini bitirmeden benim gözyaşlarım bir bir yanaklarıma düzüldü. Zehra abla olaya el atarak "Hadi çıkalım yukarıya da ördüklerine bakalım Birsen. Ne de olsa Ahu örgüleri görünce de büyük ihtimal ağlayacak. Bari kızcağız bir seferde ağlayıp kurtulsun." "Doğru söylüyorsun Zehra." Dedi Birsen teyze. Resmen benim adıma benim duygularımı kontrol etmeyi düşünüyorlar ve bunu birde sesli dile getiriyorlardı. Ağlamam durulup yerini şaşkınlık aldığında Birsen teyze tarafından kolumdan merdivenlere doğru çekiştirildim. Yukarıya çıktığımızda Birsen teyzenin örgü odası dediği küçük bir odaya girdik. Oda da lila rengi hâkimdi. Bir köşede ikili bir koltuk, bir köşede dikiş makinesi vardı. İkili koltuğun karşında iki tane büyük puf minder konulmuştu ve yine ikili koltuğun hemen yanında bir sepet dolusu yün ipi vardı. Oda küçük ve çok güzeldi. İkili koltuğa ilerleyip bir köşesine oturdum. Birsen teyze ve Zehra abla iki gözü olan beyaz çamaşır dolabını doğru ilerleyip kapağını açtılar. İçinden çıkarttıkları birkaç küçük bebek kıyafetleri ile yanına gelip oturdular. Birsen teyze gri ve mavi renklerin olduğu örgü bir battaniyeyi eline alıp açtı. "Bak Ahu bu Melih'imin battaniyesiydi. Kendi ellerimle örmüştüm." Battaniyeyi elime aldığımda Birsen teyze sarı ve beyaz renklerinin hâkim olduğu yarısı örülmüş battaniyeyi eline aldı. "Bunu da torunum için örüyorum. Renklerini bilerek sarı ve beyaz seçtim hem kız hem erkek için olsun diye. Ama cinsiyeti belli olsun senin istediğin bir renk varsa o renkle de yeni bir battaniye örerim kızım." Başımı olumsuz anlamda sallayarak "Hayır, bu çok güzel anne... Eline sağlık." Birsen teyze yanağımı okşadı ve sıcacık gülümsedi. Elini yanağımdan çekip diğer ördüğü kıyafetleri Zehra abla ile birlikte bana tek tek göstermeye başladı. Yaklaşık yarım saat – kırk beş dakikayı kıyafetlere bakarak geçirdik. Onlar kıyafetleri toparlamaya başladıklarında beni de aşağıya gönderdiler. Mutfaktan kendime bir bardak dolusu elma suyunu doldurup salona geçip üçlü koltuğa ayağımı uzatarak oturdum. Elma suyumdan bir yudum aldığımda telefonuma mesaj bildirim sesi geldi. Eteğimin cebinden çıkarttığım telefonuma baktığımda mesajın Melih'ten geldiğini gördüm. Melih: Suratımda oluşan kocaman bir sırıtışla telefonun kamerasını açtım ve elimi karnımın üzerine koyup gülümseyerek fotoğraf çekip Melih'e attım. Ahu: "Bizim keyfimiz gayet yerinde sen ne yapıyorsun babamız?" Görüldü, yazıyor... Melih: "Çalışıyorum ben. Bir saatlik bir işim var. Osman geliyor seni almaya eve geç. Bir saat sonrada ben gelirim zaten." Ahu: Görüldü, yazıyor... Melih: Ne demek vaktim yok ya. Kaşlarımı çattım ve telefon tuşlarında hızla parmaklarımı gezdirerek cevap yazdım. Ahu: Melih: Melih mesajı attıktan sonra benim cevap vermemi beklemeden çevrimdışı oldu. Bu vaktim yok meselesi kafamı ne kadar kurcalasa da üstünde durmayarak elma suyumu içmeye devam ettim. Bu süre içinde de Zehra abla ile Birsen teyze de aşağıya indiler. Onlar Osman'ın geleceğini söylediğimde sanki çok uzakta yaşıyormuşuz gibi telaşla mutfağa girip Zehra ablanın yaptığı elma reçellerini ve çiftlikten getirdiği sebze ve meyveleri hazırladılar. Birsen teyze, kendi elinde açtığı ve buzlukta sakladığı böreği de çantanın içine yerleştirdi. Son olarak kurduğu turşuları da bir poşete koyup Zehra ablayla birlikte mutfaktan tek tek kapının önüne taşıdılar. Hayır, yani sanki kıtlık vardı ve bu kıtlık bir tek Melih ile bana vurmuş gibi bize poşetler dolusu yiyecek hazırlamışlardı. Hiç sesimi çıkartmadan iki kadının hummalı bir şekilde hazırladıkları poşetleri kapının önüne taşımalarını izledim. Zaten kısa bir süre sonra Osman geldi ve Birsen teyzelerin kapının önüne koyduğu poşetleri arabaya taşımaya başladı. Bu sırada da Birsen teyzelerle vedalaşıp, Osman'ın arabasına geçip oturdum. Poşet taşıma işini bitiren Osman arabanın şoför koltuğuna geçip oturdu ve arabayı çalıştırarak Birsen teyzelerin evinin önünden uzaklaştı. *** Eve gelir gelmez ben Osman'a ne kadar yardım etmek istesem de Osman buna müsaade etmemişti. O poşetleri mutfağa taşırken ben ayakkabılarımı çıkartmış ve çıplak ayakla mutfakta ki poşetleri açıyor içindekileri yerleştiriyordum. Osman son poşeti de mutfağa getirdiğinde masanın etrafında ki sandalyelerden birini çekip oturdu. "Öldüm yenge. Birsen teyzeler ne koymuş bu poşetlerin içine?" İki elimde tuttuğum elma reçeli kavanozunu ve turşu kavanozunu havaya kaldırıp Osman'a doğru salladım. "Kışlık bütün erzaklarımızı hazırlamışlar." Dedim. Osman gözlüğünü düzelterek gülümsedi. "Sevgi Hanım yok mu?" "Yok, o bugün izinli." Osman anladığını belirtir gibi başını salladı. Daha sonra oturduğu yerden kalkarak yerleştirme işinde bana yardım etti. Her şeyi yerli yerine yerleştirdikten sonra acıktığımı hissettim. Saat öğleden sonra bir bucuk olmuştu ve ben zaten normalde sürekli acıkan biri olduğum için hamile olduktan sonra bu acıkmalarım iki katına çıkmıştı. "Osman" diye selendim ve ekledim. "Acıktın mı? Yemek yiyelim." "Acıktım yenge. Ne yemek istiyorsan sipariş edelim de gelsin." "Ne siparişi?" diyerek buzdolabına doğru ilerledim. Buzluğu açıp Sevgi Hanımın önceden hazırladığı köfteleri çıkarttım. "Ben bir şeyler hazırlarım yeriz." Köfteri havaya kaldırıp Osman'a gösterdim. "Köfte ekmek yiyelim mi?" "Olur" dedi Osman "Yiyelim. Dolaptan çıkarttığım ızgaralı bir tavaya azıcık yağ ekleyip ocağa koyup altını yaktım. Tavanın ısınmasını beklerken, köfteleri saklama kabından çıkarttım. Osman da bu arada bir ekmeği ortadan kesip içini açtı. Ben köfteleri tavaya attığımda, Osman dolaptan çıkarttığı domatesleri yuvarlak kesmeye başladı. Osman mutfak işlerinde gerçekten çok uyumlu ve iyiydi. "Soğanda doğrar mısın?" diye sorduğumda Osman başını salladı. "Köfte ekmekte soğan olmazsa olmaz." Dedi. Başımı sallayarak gülümsedim. Osman ile birlikte ikimiz el birliğinde kendimize köfte ekmek hazırladık ve yanına doldurduğumuz ayranlarımızla mutfak masasına geçip karşılıklı oturup, köfte ekmeğimizi yemeye başladık. Osman köfte ekmeğinin son lokmasını ağzına atıp yedikten sonra "Eline sağlık yenge." Dedi. "Afiyet olsun. Senin de eline sağlık Osman." Dedim. Osman "Afiyet olsun." Diye mırıldandığında, ayranımdan bir yudum alıp gözlerimi yüzüne diktim. "Yemek yapmada oldukça iyisin. Çağlar ile aynı evde kaldığın için yemek yapmayı mı öğrendin?" "Yok..." dedi ve sesli bir şekilde güldü. "Yani Çağlar abiyle yaşamakta bir nevi yemek yapma konusunda etken oldu ama ben küçüklükten beri yemek yapmayı seviyorum. Yurtta Emine anne sayesinde yemek yapmaya başladım." "Yurtta derken-" daha sorumu tamamlamama izin vermeden Osman konuştu. "Yetiştirme yurdunda büyüdüm ben. Gerçi Ufuk abim ve Çağlar abimde yetiştirme yurdunda büyüdüler. Ama aynı yurtta değildik. Ben onları lise bir de tanıdım. Biz Aslı ile aynı yurttaydık." "Osman, ben seni üzdüysem özür dilerim." "Yok, üzülmedim yenge. Niye üzüleyim ki? Benim çocukken ailem yoktu ama liseden sonra ailem oldu. Melih abi sayesinde benim gerçek bir ailem oldu." Dudakları iki yana kıvrıldı ve içtenlikle gülümsedi. "Hatta yakında amca bile olacağım." "Evet olacaksın." Osman'a doğru başımı uzattım. "Aramızda kalsın bebeğimin en aklı başında olan amcası sen olacaksın." Osman'ın söylediğim şey hoşuna gitmiş olacak ki gözlerinin içi parladı. Hafif kızaran yanakları ve titreyen parmak ucuyla gözlüğünü düzeltti. Yüzünde var olan gülümsemesi daha da büyüdü. "Melih ile nasıl karşılaştınız?" diye sormamla Osman oturduğu yerde diklendi ve omuzlarını dik tuttu. "Çağlar abi ve Ufuk abi sayesinde ben Melih abiyi tanıdım. Aslında çok farklı bir hayat planlıyordum ama planladığımdan çok farklı bir hayat yaşadım. Pişman da değilim." Kısacık bir zaman duraksadı ve gözlerimin içine anlatmak istediğini haykırır gibi baktı. Ama yinede benden onay almadan anlatmayacağını anladığımda, gözlerinin içine bakarak dudaklarımı araladım. "Anlatmak istersen seni dinlerim Osman. Ne kadarını anlatmak istersen o kadarını dinlerim." Osman istediği onayı almanın rahatlığıyla, derin bir nefes aldı ve konuşmaya devam etti. "Lise bire gidiyordum. Benim gittiğim lise de Çağlar abi ile Ufuk abi lise son okuyorlardı. Okulda ikisi de acayip belalı tipler. Herkes bu ikiliden korkuyor, ben de dâhil olmak üzere." o günlere gitmiş gibi gülümsedi. "Ben o zamanlar okuldan sonra aşçılık kursuna gidiyordum. Kurs akşam yedide bitiyordu ve yurda dönerken bir grup gencin saldırısına uğradım. Beni Çağlar abi ile Ufuk abi kurtardı. İki başlarına o grubun üstesinden geldiler. Onlara hayran oldum. Aramızda dört yaş var ve ben o gün bugündür onları abim bildim." "Aranızdaki bağ gerçek abi kardeşten bile daha kuvvetli." dedim "Öyle..." dedi Osman ve ekledi. "Onları tanımadan önce planladığım hayatta mafyalık yoktu. Ama onları tanıdıktan sonra hem mafya oldum hem de bir aileye sahip oldum. Aşçı olmak hayal oldu. Bilgisayar programcısı oldum. Yemek yapmayı seviyorum ama abilerimi yemek yapmaktan daha çok seviyorum." Osman derin bir nefse aldı ve aldığı nefesi geri bıraktığında önünde ki bitmiş ayran bardağıyla oynamaya başladı. "Mesela Melih abi, hayatımda ki yeri çok başka. Güya mafyayız ama hepimiz çok iyi okullarda, çok iyi eğitimler aldık. Mecbur kalmadıkça kötü işlere bulaşmadık. Beni hayatlarına aldıkları yetmiyormuş gibi kardeşim gibi sevdiğim Aslı'ya da yardım etti. Okuttu, elinden gelen her şeyi yaptı." Gözlerimin en derinine baktı. "Melih abi bu hayatta tanıdığım en iyi insan yenge. O sadece kötü olmaya zorlanmış bir adam." Bu cümlenin üzerine bir sürü soru sorabilir, Osman'ın hayat hikâyesinin devamını dinlemek isteyebilirdim. Ya da Melih'in gençlik çağlarında nasıl biri olduğunu sorabilirdim. Ama ben bunları sormak yerine bambaşka bir şey sordum. "Peki, bu hikâyede Mehmet abi ve Melih'in arasında ki bağ ne?" Osman, afalladı. Konuşmak için dudaklarını araladı sonra tekrar kapattı. Birkaç kez yutkundu. Gözlüğünü çıkartıp camını kontrol etti ve tekrar gözlüğünü gözüne taktı. "Mehmet abi..." dedi durdu. Cümleye nasıl başlayacağını bilmiyormuş gibi sıkıntılı nefesler alıp verdi. "Mehmet abinin babası Fikret Beyden iki hafta önce ölmüş. Fikret Beyde Mehmet abiye sahip çıkmış. Mehmet abi babası öldüğünde on altı yaşındaymış ve bu durumdan oldukça etkilenmiş. Fikret Bey Mehmet abiyi aldığı gibi Birsen teyzelere götürmüş ve bundan sonra sen burada kalacaksın senin ailen bunlar demiş. Melih abinin odasına bir yatak koydurmuş, Melih'te senin kardeşin demiş. Abiler kendi canından geçer kardeşlerinden geçmez demiş. Zaten o zamanlar psikolojisi bozuk olan Mehmet abi bu konuyu neye yormuş bilemiyorum." Ağzım açık bir şekilde Osman'ı dinlerken Osman konuşmaya devam etti. "Bu olaydan iki hafta sonra da Fikret Bey öldürülmüş. Birsen teyze abisinin acısına dayanamayarak bebeğini düşürdüğünde delirmiş ve bir hastaneye yatırılmış. Kenan amcada sadece Birsen teyzeyle ilgilendiğinden Melih abi ortada kalmış ve ona Mehmet abi sahip çıkmış. Fikret Beyin söylediği cümleyi gerçek kılmış. Çoğu zaman kendinden geçmiş ama Melih abiden geçmemiş. Benim bildiğim bu yenge." Nefesimi tutarak Osman'ın dudaklarından dökülen acı dolu cümleleri dinliyordum. Bir adam ölmüş, peşinden bir sürü insanın hayatı mahvolmuştu. Bir adam bir kadın tarafından öldürülmüş, bir sürü can yaşarken ölmüştü. "Mehmet abi, Melih abinin tırnağı kopsa dünyayı yakar böyle psikopat bir adam." Kapı çaldı ve ben cevap vermekten kurtuldum. Osman'ın da bir cevap beklediğini pek sanmıyordum zaten. Oturduğum yerden kalkarak kapıyı açmaya gittim. Kapıyı açtığımda Melih tam karşımdaydı. Kollarını sarılmam için açtığında hiç vakit kaybetmeden açtığı kollarının arasına girdim. "Hoş geldin." "Hoş buldum güzelim" dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Buram buram köfte kokuyorsun." Kıkırdadım ve kollarının arasından çıktım. "Osman ile köfte ekmek yedik. Sana da yapayım mı? Aç mısın?" "Yok, aç değilim." Eliyle saçımı okşadı. "Fazla vaktim yok bir duş alacağım küçük bir çanta hazırlayıp çıkacağım." "Ne çantası? Nereye gidiyorsun?" Melih bana cevap vermek yerine, saçımdaki elini çekip elimden tutarak beni merdivenlere doğru çekiştirdi. Birlikte merdivenleri çıkıp yatak odasına girdiğimizde Melih kapıyı kapatıp kilitledi. Eliyle yüzümü kavrayıp dudaklarıma yapıştı. Kısa bir öpücüğün ardından geri çekildi. "İş için Kıbrıs'a gitmem gerekiyor bebeğim." "Ne işi ya? Zaten Mehmet abi Kıbrıs'ta değil mi o halletsin işi." "Olmaz! Benim gitmem gerekiyor Ahu." "Melih" diye itiraz edecekken parmağını dudaklarıma bastırdı. "Şişt... Sadece iki gün sürecek. Gidip geleceğim. Ve vaktim çok az bu nedenle konuşmayı sonraya ertele güzelim. Çünkü şu an ben seni biraz sevmek istiyorum." Parmaklarını dudağımın üstünden çekip boynum boyunca gezdirdi ve gömleğimin düğmelerinin üstünde durdu. Parmakları usul usul gömleğimin düğmelerini açarken benim soluklarım Melih'in sık soluklarına karışıyordu. Gömleğin bütün düğmeleri açıldığında Melih bir çırpıda gömleğimi üzerimden sıyırıp attı. Gözleri siyah sütyenimden taşan göğüslerime kaydığında büyükçe yutkundu ve vakit kaybetmeden eli sütyenimin kopçasına gitti. Sütyenimde gömleğim gibi yeri boyladığında normal halinden biraz daha fazla şiş olan göğüslerim gözlerinin önüne serildi. Melih burnunu iki göğsümün ortasına koyup derin bir nefes aldı. Burnunu göğsüm boyunca kaydırıp karnıma kadar geldi. Dizlerinin üzerine çöktü. Bu kez iş bilir parmakları eteğimin fermuarını indirip eteğin bedenimden ayrılmasını sağladı. Dudaklarını karnımın üstüne bastırdı ve birkaç küçük öpücükler bıraktı. "Bebeğim, ben gelene kadar uslu dur olur mu? Anneni yorma." Bir kez daha karnımdan öptü. "Seni seviyorum babam." Ellerimle Melih'in saçlarını okşadım. Melih başını kaldırıp bana baktı. Yamukça gülümsedi ve ayağa kalktı. "Galiba karşımda biraz daha böyle durursan benim sevme işim biraz daha ileriye gidecek ve sevişme olacak." Sesli güldüm. Kollarımı boynuna sarıp başımı göğsüne yasladım. "Gitmesen olmaz mı?" "Olmaz yavrum." Ne söylesem boştu Melih gidecekti ve ben bunu iş için yapmadığını çok iyi biliyordum ama sadece dillendirmiyordum. "Tamam, hadi sen git duş al ben sana çanta hazırlarım." Melih kollarını benden ayırıp alnımdan öptü ve banyoya girdi. Melih'in banyoya girmesiyle giyinme odasına girip ilk olarak sarı pijama takımımı giydim. Sonra Melih'e küçük bir çanta hazırlayıp odadan çıktım. Yatak odasından çıkıp aşağıya indiğimde mutfağa girdim. Osman mutfakta yoktu. Dışarıya çıkmış olabileceğini düşünerek dış kapıya doğru ilerledim ve kapıyı açar açmaz gözlerime arabanın önünde duran Berna ve Çağlar takıldı. Tam onlara sesleneceğim zaman Çağlar'ın bağırmasıyla kala kaldım. "Yeter artık Berna! Bunaldım ya bu ne kızım? Her gittiğim yerin çetelesini sana verecek değilim. Ben sana nereye gittiğini sormuyorum sen de bana sorma!" "Biz sevgiliyiz! Bilmem bunun farkında mısın Çağlar? Birbirimizle alakalı her şey ikimizi de ilgilendiriyor." Çağlar oldukça öfkeliydi. Bu hem yüzüne hem de sesine yansımıştı. "Bak kızım benim ilişkiden anladığım şey senin anladığın gibi bir şey değil. Gerçekten aşırı sıkıyorsun. Her şeye müdahale ediyorsun. Bir şeyi tutturdun mu tutturuyorsun. Ben seni kısıtlamıyorum ama sen sürekli beni kısıtlama derdindesin. Benim hayatıma da işime de müdahale ediyorsun ve ben bundan hiç hoşlanmıyorum." "Öyle mi Çağlar Bey..?" "Aynen öyle!" Berna sinirle başını salladı ve kısa saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Sonra da bir elini beline koyup diğer elinin işaret parmağını Çağlar'a doğru salladı. "Ben senden çok bir şey istemiyorum tamam mı? Sadece Ahu'ya gösterdiğin ilginin ve özenin çeyreğini bana da göster istiyorum. Onun evden çıkmasından aldığı nefese kadar yaptığınız programa beni de dâhil etmeni istiyorum. Ben kıskanılmak istiyorum. Bana hesap sorulsun istiyorum ama sen bunların hiç birini yapmıyorsun?" "Ulan ne alakası var? Kıskanmıyoruz veya kısıtlamıyoruz diye özensiz ve ilgisiz mi oluyoruz?" "Evet, tam da böyle oluyorsun! Ahu nasıl mafya karısıysa ben de mafya sevgilisiyim. Onun hayatı düşmanlarla tehlikedeyse benim de hayatım tehlikede. Onun üzerinde ki ilgi bende de olmalı." Çağlar delirmiş gibi güldüğünde daha fazlasını dinlemek istemediğim için kapıyı kapattım. Ve yatak odasına çıktım. Berna'nın böyle düşünmesi beni hem üzmüş hem de şaşkına uğratmıştı. Bu konuşmayı ondan asla beklemiyordum. Muhtemelen bunu yüzüme de itiraf edecekti ama o günün bugün olmasını istemediğim için yatak odasından çıkmayacaktım. Melih üzerini giyinmiş giyinme odasından çıktığında beni odada görmeyi beklemediği için şaşırmıştı ama hemen kendini toparlayıp yanıma doğru ilerledi. "Bebeğim neyin var? Rengin solmuş gibi." "Yok, bir şey yorgun hissediyorum. Seni geçirmek için aşağıya inmesem olur mu? Uyur dinlenirim biraz." "Olur yavrum. Uyu sen." Elini karnıma koyup okşadı. "Kendine de bebeğimize de çok dikkat et. Osman burada olacak zaten." "Tamam ederim. Sende kendine dikkat et canım." Önce kollarımız birleşti sonra dudaklarımız. Melih dudaklarını kısa bir an dudaklarımdan ayırdı ve "Seni seviyorum." Diye fısıldadı. Sonra dudaklarımız bir kez daha birleşti. Kana kana birbirimizin dudaklarında kaybolduk. Sanki bir daha hiç öpüşemeyecekmişiz gibi öptük birbirimizi... *** Melih gideli neredeyse üç-dört saat olmuştu. Birbirimizden ayrılmak o kadar zor olmuştu ki o gittikten sonra içim dışıma çıkana kadar ağlamıştım. Bir de üstüne mide bulantım baş gösterdiğinde iyice halsiz düşmüştüm. Ara ara aklıma Berna'nın konuşmaları geldikçe bunun içinde ağlamıştım. Bu sebeple bir uyuyup bir uyanmış bu üç-dört saati böyle geçirmiştim. Çok muhteşem bir güne başlamış ama muhteşem başladığım günü maalesef ki muhteşem bitirememiştim. Gün içinde yaşadığım onca yorgunluk ve stres beni fazlasıyla bitkin düşürmüştü. Bir de bunun üstüne Melih, güya iş adı altında Kıbrıs'a gitmişti. Bu işin aslında Mehmet abi sorunsalı olduğunu bilmeme rağmen beni sırf cevapsız bırakmamak için iş diye geçiştirmiş, Osman'ı da başıma dikmişti. Sevgi Hanımda izinliydi. Evde tek başımaydım ve karnımın mı yoksa kasıklarımın mı ağrıdığını çözemiyordum? Uzandığım yatakta doğruldum ve yavaşça kalktım. Tek başıma odada daha fazla kalamayacağımı fark ettiğimde, küçük adımlarla yatak odasından çıktım. Şu an evde annemden başka yanına gidebileceğim kimse olmadığı için annemin odasına doğru ilerledim. Kapıyı bir kez tıklatıp açtım. İçeriye girer girmez annem ile göz göze geldik ve annem dolu dolu olmuş gözlerine rağmen bana gülümsedi. Kapı girişinde beklemeyi bırakarak içeriye adım attığımda, kasıklarımda şiddetli bir ağrı hissettim. Ağrıyı hiçe sayarak anneme bir adım daha atacakken, aynı ağrı bir kez daha kasıklarıma saplandı ve ben istemsizce elimi kasıklarıma götürerek "Ah..." diye inledim. Annem kocaman açtığı korku dolu gözlerle bana baktı ve elini beni tutmak ister gibi bana uzattı. Kapı girişinde duruyordum. Bir elim kasıklarımda bir elim ise kapı kolunda duruyordu. Birden bire nefesim sıklaşmış, saç diplerim bile terlemişti. "Sanırım..." dedim zar zor ağlamaklı bir sesle "Sanırım bebeğime bir şey oluyor anne." Gözümden akan yaşlar terime karışırken, annem ne yapacağını bilmez bir şekilde bana bakıyordu. "Ah..." Çığlık attım ve hemen ardından yardım etmesi için "Osman..!" diye haykırdım. Ayaklarım beni daha fazla taşıyamadığında dizlerimin üzerine çöktüm. "Ah, anne bebeğime bir şey oluyor." Sancım dayanılmaz bir hal aldığında "Osman..!" diye bir kez daha çığlık attım. Ve sanki bebeğimi görebilecekmişim gibi yaşlı gözlerimi karnımın üstüne diktim. Tam bu an da bir şey oldu. Önce bir el saçlarımı okşadı. Daha sonra yıllardır hasret kaldığım o sesi duydum. "Ahu korkma kızım. Bebeğine bir şey olmayacak." Duyduğum sesle başımı hızla kaldırıp anneme baktığımda gördüğüm gerçeklikle kasıklarımın ağrısına kalbimin de ağrısı eklendi. Annem "Kızım..." derken yanımdan uzaklaşıp "Osman..."diyerek kadıdan dışarıya çıktı. Hem yürüyor hem de konuşuyordu. Eğer bu iyileşme sihirli değnek dokunmasıyla olmadıysa, demek ki annem çok önceden iyileşmişti. Kasıklarıma bıçak gibi saplanan ağrıyla var gücümle çığlık attım. Önde Osman arkada annem koşarak geldiğinde, hissettiğim acıdan dolayı neredeyse bayılmak üzereydim. Osman şok olmuş bir şekilde "Yenge..." dedi ve hemen beni kucağına aldı. Hızlı adımlarla merdivenlerden inerken, arkamızdan gelen anneme hitaben konuştu. "Siz gelmeyin Canan Hanım. Odanıza çıkın sakın ortalıkta dolanmayın." Annem olduğu yerde durduğunda, Osman'ın hiç annemin yürümesine ve konuşmasına şaşırmadığını fark ettim ve kandırılmış olmanın etkisiyle çığlık çığlığa ağlamaya başladım. Osman merdivenleri tamamen inip dış kapıya yaklaştığında bacaklarımda hissettiğim sıcaklıkla korkarak gözlerimi bacaklarıma çevirdiğimde sarı pijamamın kan olduğunu gördüm. "Hayır..!" elimi iyice karnımın üstüne bastırdım. "Hayır Allah'ım..! Ne olur bebeğimi benden alma!" "Yenge, hastaneye gideceğiz. Korkma!" Acı, yakarış, gözyaşım, hepsi birbirine karıştığında daha fazla dayanamadım ve gözlerim yavaşça kapandı. Bilincim kapanmadan önce duyduğum son ses Osman'ın sesiydi. "Kapıyı açın! Melih abinin canı gidiyor." BÖLÜM SONU Duyurular için beni buradan takip etmeyi unutmayın. ❤
|
0% |