Yeni Üyelik
58.
Bölüm

55. Bölüm

@esranurozer

                  

                 

Ferhat Göçer: Ağır Yaralı

Annemle göz göze geldiğimizde annem dizlerinin üzerine çöktü. İki eliyle ağzını kapattı ve çığlığını eliyle örterek haykırdı. Sesi zar zor duyulmasına rağmen ben ne dediğini çok net anladım.

"Fikret..."

Telefon kulağımda şaşkınca kendini kaybeden anneme baka kaldım. Sevgi Hanımın da benden kalır yanı yoktu. O'da şaşkın şaşkın bakıyordu.

Annem iki eliyle ağzını kapatmış, hıçkıra hıçkıra "Fikret..." diye ağlıyordu. Olduğu yerde durmadan sallanıyordu, resmen kendini kaybetmişti. Sanırım kriz geçiriyordu.

Telefonun ucundaki o boğuk ses "Ahu... Ahu..." diye mırıldandığında telefon elimden kayıp yere düştü ve ben büyük adımlarla annemin yanına yaklaşıp dizlerimin üstüne çöktüm. Ellerimle kollarından tutup "Anne kendine gel." Dememle annemin korku dolu yaşlı gözleri beni buldu.

Ellerini ağzından çekip beni birden kollarının arasına aldı. Kolları bedenimi öyle çok sıkıyordu ki, nefes alamadığımı hissettim.

"Öldürecek..." dedi bir fısıltıdan farkı olmayan ses tonuyla "Seni öldürecek..."

"Anne!"

"Şişt, şişt... Sessiz ol kızım. Bizi duymasın! Sakın bizi duymasın!"

Neyden ve kimden bahsettiğini zerre anlamıyordum.

"Anne, sakin ol."

Annem kollarını bana daha sıkı sardı. Yüzlerimiz birbirine o kadar yakındı ki, alın alına, burun burunaydık. Annemin acı kahve gözlerinde biriken yaşlar birer birer süzülüp yanağını ıslatıyordu. Gözlerinin içinde ilk kez şahit olduğum bir korku vardı. Resmen korkudan titriyordu.

"O, kötü! Öldürecek seni." Gözlerini sanki etrafta birileri varmış gibi gezdirdi. "Konuşmamamız lazım. Susmamız ve sonsuza kadar konuşmamamız lazım!" yutkundu. "Kızım... Can içim. O seni öldürecek, beni sensiz bırakacak annem. Ben yapamam Ahu!" başını iki yana sallayıp beni iyice kollarının arasına aldı. "Ben sensiz yapamam!"

"Anne nefes alamıyorum." Annemin kollarını çözmeye çalıştım ama izin vermedi. "Anne..!" dedim yüksek sesle "Gerçekten nefes alamıyorum."

Annem beni duymadı, dudaklarının arasından öldürecek diye mırıldanmaya devam etti.

Sevgi Hanım olayın şokundan sonunda kurtulmuş olacak ki, yanımıza doğru ilerleyip annemin kollarını benden ayırmaya çalıştı. Ama pek başarılı olamadı.

"Canan Hanım, bırakın Ahu Hanımı. Kadıncağız nefes alamıyor."

Annem Sevgi Hanıma tepkisiz kalınca, Sevgi Hanım bir kez daha annemin kolunu çekmeye çalıştığında annem bütün evi inletecek şekilde "Bırak!" diye bağırdı. Sevgi Hanım olduğu yerde kala kalınca annem yüksek sesle bağırmaya devam etti. "Bırak! Dokunma! Ahu benim kızım... Sadece benim kızım! Kimseye vermem. Hiç kimseye vermem kızımı!"

Sevgi Hanım ellerini havaya kaldırıp, geriye çekildi. "Tamam, sakin olun. Sizin kızınız." Başıyla beni işaret etti. "Kızınız hamile ve şu an nefes almakta zorlanıyor."

Annem, yaşlı gözlerini bana çevirdiğinde "Gerçekten nefes alamıyorum anne." Dedim ve annem anında kollarını gevşetti. Elleriyle yüzümü avuçlayıp, bana küçükken seslendiği gibi seslendi. "Özür dilerim bebeğim." Dedi ve dudaklarını alnıma bastırdı. "Şimdi annen sana en sevdiğin elmalı kurabiyelerden yapacak ve barışacağız."

"Anne..."

"Ben sana elmalı kurabiye yapacağım, sen de bir daha onunla ilgili soru sormayacaksın. Daha önce de yaptığımız gibi elmalı kurabiye karşılığında, benim dediğimi yapacaksın."

Annemin yaşlı gözlerinde kendi yansımı gördüm. Bu anları çocukluğumdan hatırlıyordum. Annem bana bir şeyleri yaptırmak için, elma tutkumu kullanır ve karşılığında da kendi istediği olurdu. Ama ben artık çocuk değildim. Büyümüştüm ve anne bile olacaktım.

"Benim gerçek baba—"

"Senin baban Cevdet Demir Ahu!" başını iki yana salladı. "Bu yıllarca böyleydi. Böyle olmaya devam edecek. Sorup durma! Karıştırma! Gerçekleri bilmen seni yaşatmıyor, seni yalanlar yaşatıyor. Gerçek ortaya çıkınca belki mutlu olmaya vaktin bile olmayacak. Öldürecek seni..!"

Başını ellerinin arasına alıp sallanmaya başladı. "Allah'ım... Allah'ım." Diye feryat ederken gözleri karnıma kaydı ve elinin birini başından çekip karnımın üstüne koydu. Bu hal ve hareketleri beni korkutuyordu. Sevgi Hanımla aynı anda göz göze geldiğimizde annem konuştu.

"Herkes kendi çocuğunu korur. Ben seni korurum. Sen de bebeğini korursun. Ama Melih hem seni hem bebeğini korur. Seni ondan bir tek Melih korur. O Melih'e tapar. Melih'i karşısına almaya cesaret edemez. O Mel—"

"Anne" dedim sertçe ve ekledim. "Korkutuyorsun beni."

Tam bu esnada yere düşen telefonumun melodisi odanın içinde yankılandı.

Annem gözlerini kocaman açarak beni tekrar kollarının arasına aldı ve "Sakın açmayın! Yine o arıyor. Seni alacak benden. O hiç acımayacak seni benden alacak Ahu!"

Sevgi Hanım, annemin kollarına asıldığında annem "Bırak beni ben Ahu'yu bırakmam!" diye haykırdı.

"Melih'i arayın gelsin Sevgi Hanım. Annem iyi değil."

Sevgi Hanım beni onaylayarak cebinden çıkarttığı telefonundan Melih'i ararken aynı anda da bana cevap verdi. "Ben aşağıda ki adamlara haber vereyim." Başımı salladım. Sevgi Hanım kulağında telefonla odadan çıktı.

Annem ise hala kendini kaybetmiş gibi kollarının arasına beni alarak sallanıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlayarak "Ahu'yu bırakmam!" diye feryat ediyordu.

***

Yatağın kenarına oturmuş, sakinleştiricinin etkisiyle huzurlu bir uykuya dalan annemin elini tutmuştum. Doktor Emre ve yanında getirdiği Psikolog olduğunu düşündüğüm kırklı yaşlarının ortasında olan adam, yan yana bir şeyler konuşuyorlardı. Sevgi Hanım kapı girişinde duran Melih'in yanındaydı ve sanırım olan biteni yedinci kez anlatıyordu.

Sevgi Hanım olanları anlatıp bitirince Melih "Tekrardan anlat." Diyor, Sevgi Hanımda Melih'i ikiletmeden tekrardan anlatıyordu.

Melih gelene kadar annemi zor zapdetmiştik. Sevgi Hanım aşağıdaki korumalardan iki tane adam çağırmış ve annemi benden ayırmışlardı. Annem benden ayrılan kollarından sonra daha da çıldırmış ve çığlıkları evi inletmişti.

Melih, Emre'yi ve psikolog olan adamı alıp geldiğinde, anneme sakinleştirici yapmışlardı. Şimdi de annem öylece uyuyordu.

"Yenge?" diye seslenen Emre'ye başımı çevirip baktım. Emre boğazını temizleyip, eliyle yanındaki adamı gösterdi. "Ayhan hoca işinde iyi bir psikologdur." dedi.

Adının Ayhan olduğunu öğrendiğim adama kısa bir baş selamı verdikten sonra, direkt konuştum. "Annemin neyi var Ayhan Bey?"

"Anneniz sinir krizi geçirmiş Hanımefendi."

Sen ciddi misin der gibi alayla Ayhan Bey'e baktığımda Melih dişlerinin arasından tıslar gibi konuştu. "Bunu biz hiç anlamamıştık zaten. Sayenizde aydınlanmış olduk."

Ayhan Bey, gergince Melih'e bakarken, Emre gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu.

"Neden sinir krizi geçirmiş olabilir Doktor Ayhan Bey?" diye sordu Melih.

Ayhan Bey büyükçe yutkundu ve parmak ucuyla alnında biriken ter damlalarını sildi. "Melih Bey" gözleri Melih ve benim aramda mekik dokudu. "Canan Hanım zaten uzun bir süredir hastaymış ve tedavi görüyormuş. Bu krizi tetikleyen şey gizlediği, ya da hiç beklemediği bir sorunun gün yüzüne çıkmasından kaynaklanıyor. Canan Hanım büyük ihtimalle karşılaşmak istemediği bir durumla karşı karşıya gelmiş ve bu da onun sinirlerini etkilediği için sinir krizi geçirmesine neden olmuş." dedi.

Ayhan Bey yanında duran Emre'ye baktı ve tekrar Melih'e döndü. "Canan Hanımın destek almasını tavsiye ediyorum. Şimdilik verdiğim sakinleştiricinin etkisinde, uyandığında tekrar bir kriz geçirir mi bilmiyorum ama bu krizler tedavi edilmezse bugün değilse bile yarın tekrarlar."

Ayhan Bey'i anladığımı belirtir gibi mırıldandığımda Melih "Biz gerekeni yaparız sağ olun." dedi ve "Emre?" diye seslendi. "Sen Ayhan Beyi geçir koçum. Biz sonra görüşürüz seninle."

"Tamam, abi" diyen Emre Ayhan Beyle odadan çıktıklarında, Sevgi Hanım da arkalarından çıktı. Melih yanıma gelip elimden tutarak beni oturduğum yerden kaldırdı. Ona itiraz etmeden beni çekiştirdiği yere doğru yürüdüm. Melih kendi çalışma odasının önünde durdu ve tek eliyle kapıyı açarak benimle birlikte içeriye girdi. Beni çalışma masasının yanındaki tekli koltuğa oturttu. Kendisi de çalışma masasının koltuğuna oturdu.

"Bu siktiğim maskeli piçler fazla oldu artık. " diye söylenerek önündeki laptoptan bir şeyler yaptıktan sonra başını laptoptan kaldırıp yüzüme baktı.

"Şimdi sana bir ses kaydı dinleteceğim yavrum. Seni arayan adamın sesi buna benziyor mu diye bir bak bakalım."

Başımı salladım ve Melih ses kaydını açtı.

"Melih bana gel aslanım. İşte böyle aslan parçası, aferin sana." Ses kaydından çıkan boğuk anlaşılması zor olan ses beni arayan sesle tıpatıp neredeyse aynıydı.

"Aynı buna benziyordu ses Melih." Dedim heyecanla.

Melih'in ela gözleri kurduğum cümlenin etkisiyle karardı. Gözlerinde bir nebze olsun şaşkınlık, kızgınlık aradım ama yoktu. Melih'in gözlerinde bunu bildiğini haykıran bir bakış vardı.

Melih uzunca gözlerimin içine baktıktan sonra önündeki laptopu kapatıp yanıma geldi. Oturduğum koltuğun önünde olan sehpanın üstüne oturdu. Büyük dizleri küçük dizlerime değiyordu. Ellerini kaldırıp göğsümden aşağıya doğru dökülen saçlarıma dokundu saçımın bir tutamını parmağına dolayıp, dudaklarına götürdü ve koklayarak öptü. Sonra diğer taraftaki saç tutamımı parmaklarının arasına alarak öptü. Parmaklarıyla, saçlarımı okşayıp seviyordu.

"Ne yapıyorsun Melih?" diye sordum.

"Karımın saçlarını seviyorum." Dedi.

Az önce önemli bir konu üzerinde konuşuyorduk ve bir anda benim saçlarımı sevesi tutmuştu. Melih'te beni oldukça şaşırtmaya başlamıştı.

"Az önceki konuşmamızdan saç sevme kısmına nasıl geçtik?"

"Konuşmamız bitti Ahu." saçımdaki parmaklarını çekti ve yüzüme koydu. "Şimdi biraz karımı ve" Parmakları yanağımdan boynuma doğru indi. Boynumda oyalanan parmakları yavaşça göğsüme oradan da hafif çıkıntı olan karnımın üstünde durdu. "Bebeğimi sevmek istiyorum." Dedi.

Yüzümde büyüyen gülümsememle Melih'in yüzüne bakıyordum. Melih ise parmak ucuyla sanki ritim tutar gibi karnımın üzerinde parmaklarını dolaştırıyordu.

"Günden güne büyüyor." Diye mırıldandı. Bakışlarını karnımdan çekip gözlerimin içine baktı. "Cinsiyetini ne zaman öğreneceğiz?"

"Özlem Hanım dördüncü ayda cinsiyeti öğrenirsiniz dedi ya hatırlamıyor musun?"

"Hım..." dedi yeni hatırladığını belirterek "Öyle demişti hatırladım." Karnımın üzerini öptü. "Seni seviyorum bebeğim." Dediğinde elim saçlarını buldu ve usulca yumuşak saçlarını okşadım. Melih başını karnımdan çekip, yamuk bir şekilde gülümseyerek gözlerimin içine baktı. "Seni de seviyorum yavrum."

"Ben de seni seviyorum."

Güldü, güldüm.

Kapı tıklatıldığında Melih geriye çekildi ve oturduğu sehpadan ayağa kalktı. "Gel." Derken sesi sertti. Kapı açıldı ve Sevgi Hanımdan önce elinde tuttuğu kahvenin kokusu odaya doldu. Hala kahve kokusu midemi bulandırıyordu ve bana dayanılmaz geliyordu.

"Melih Bey ben size kahve yapmıştım." Sevgi Hanımın gözleri beni bulduğunda "Ahu Hanım sizin burada olduğunuzu bilmiyordum." Dedi.

Bir elimle burnumu kapatıp bir elimi sorun yok der gibi salladım. Ama sorun vardı çünkü midem resmen kaynıyordu. Melih "Ahu..." diye seslendiğinde "Öğğ" diyerek oturduğum yerden kalkarak çalışma odasından çıktım. Kendimi yatak odasına nasıl attım, nasıl banyoya girip klozetin önüne eğildim bilmiyorum. Her şey o kadar ani ve hızlıydı ki, bu anı ben bile yakalayamadım.

Sanırım Hamileliğin en kötü yanı mide bulantılarıydı.

Elimi yüzümü yıkayıp, dişlerimi de fırçaladıktan sonra banyodan çıktığımda endişeli gözlerle beni bekleyen Melih'i gördüm. Sevgi Hanımda hemen arkasında duruyordu. Biri endişeli, biri mahcupça bana bakıyordu.

"İyi misin yavrum?"

"İyiyim." Dedim ve ekledim. "Bu gibi mide bulantıları normal abartmaya gerek yok."

Melih tek kaşını kaldırıp bana baktığında, ona gülümsedim. "Her şey yolunda." Diyerek yanından geçerek Sevgi Hanıma göz kırptım ve yatak odasından çıktım. Onlar arkamdan gelirken ben merdivenlere yetişmiştim bile. Birkaç basamak indiğim merdivenlerde durmamı sağlayan Melih'in sesiydi. "Her şey yolunda mı Mehmet abi?" diyordu. Başımı geriye atıp Melih'e baktığımda telefon kulağında çalışma odasına girdiğini gördüm.

Galiba Mehmet abiyle aralarındaki sorunu çözmüşlerdi. Ya da aralarında hiç sorun olmamıştı. Bunu düşünmeyi bırakarak merdivenleri inmeye devam ettim. Salona girip elime kumandayı alarak L şeklindeki koltuğa uzandım. Televizyonu açıp kanalları tek tek gezdim ve en sonunda bir moda programı olan bir kanalda durdum. Programda birkaç tane kız vardı ve günün konseptine göre giyinip jüri üyelerinden puan alıyorlardı.

Yaklaşık on-on beş dakika kadar izlediğim program aklıma patlıcan dolması gelene kadar çok iyi ilerliyordu. Aklıma düşen patlıcan dolmasının aslında canımın nasıl çektiğini anladım. Televizyondaki kızlar konuştukça sanki hepsi aynı ağızdan patlıca dolması diyorlarmış gibi geliyordu bana. Burnuma bile kokusu gelmişti, acılı ekşili ve etli patlıcan dolması. Dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirerek televizyonu kapattım. Kendime patlıcan dolması yapmak için uzandığım koltuktan kalktım.

Mutfağa doğru ilerlerken kapı çaldı. Mutfağa gitmeyi erteleyerek kapıya doğru ilerledim ve kapıyı açmamla karşımda elinde saklama kaplarıyla Berna'yı gördüm. Berna dolu dolu gözleriyle "Ahu..." dedi ve elindeki saklama kaplarına aldırış etmeden bana sarıldı.

"Çok özür dilerim Ahu. Ben çok kötü bir arkadaşım. Çok özür dilerim. Binlerce kez özür dilerim." Hıçkırıklarının arasında konuştuklarını zar zor anlıyordum. "Buraya yüzsüzlük yaparak geldim."

Kollarımı Berna'dan çekip yüzüne baktım. Ağladığından dolayı beyaz yüzü kızarmıştı. Neden ağladığını da buraya gelmeye yüzünün neden olmadığını da biliyordum. Ben Berna'yı yaklaşık dört yıldır tanıyordum ve içini dışını biliyordum. O gün Çağlar ile tartışırlarken söylediği şeyler için pişman olmuştu ve bunu bana itiraf etmeye gelmişti.

"İçeriye gel." Dedim.

Berna burnunu çeke çeke içeriye girdi. Kapıyı kapattım ve elimle mutfağı işaret ederek "Mutfağa geçelim mi? Benim canım patlıcan dolması istiyor. Patlıcan dolması yaparken konuşuruz."

"Aaa" dedi Berna gözlerini kocaman açarak "Sen ciddi misin?" elinde ki saklama kabını bana doğru salladı. "Ben de sana patlıcan dolması ve elmalı kurabiye yapmıştım. Beni affetmen için küçük bir hediye olarak."

"Şaka yapıyorsun?" dedim ve ekledim. "Patlıcan dolması etli mi?"

"Etli, bol ekşili ve acılı..."

Ardı ardına büyükçe yutkundum ve Berna'nın elindeki saklama kabına uzanıp aldım. Birlikte mutfağa geçtik. Ben saklama kaplarıyla masaya otururken, Berna tabak ve çatal alarak önüme bıraktı. Sonra da karşıma oturmak yerine yanıma sandalyesini çekerek oturdu.

Ben hızlı hızlı saklama kabını açıp özenle dizilmiş patlıcan dolmalarından üç tane tabağıma koydum. "Sen yemiyor musun?" diye Berna'ya sordum. "Yok, ben yedim. Sen ye sana afiyet olsun."

Berna'ya başımı olumlu anlamda sallayıp, çatalımla dolmayı böldüm ve kocaman bir lokma aldım. Tadı aşırı derecede güzeldi. Berna kesinlikle sadece pastane ürünlerinde değil ana yemeklerde de muhteşemdi. Üç patlıcan dolmayı mideme indirdikten sonra, saklama kabından iki tane daha tabağıma alıp koydum. Bu iki dolmayı yavaş yavaş yerken Berna sessizce yemeğimi bitirmemi bekledi. Son lokmamı da ağzıma atıp çiğneyip yuttuğumda Berna "Güzel olmuş mu? Beğendin mi?" diye sordu.

"Güzel ne kelime efsane olmuş."

Berna birden ağlamaya başladı ve elini uzatıp sıkı sıkıya elimi tuttu. "Ahu ben..." cümlesini bitiremeden boğazından bir hıçkırık kaçtı. "Ben çok pişmanım. Senin arkandan konuştum ve söylediğim hiçbir şey gerçek değildi. O an çok sinirliydim ve bana değer verilmiyormuş gibi hissettiğim için o kelimler ağzımdan döküldü. Yemin ederim söylediğim her şey yalandı. Ben asla sana karşı böyle hissetmiyorum. Ben seni çok seviyorum Ahu."

"Berna..."

"Bir saniye bölmeden beni dinle. Ben kendimi sana anlatayım. Olur mu?"

"Tamam, seni dinliyorum." Dedim ve masanın üzerindeki peçetelikten peçete alıp Berna'ya uzattım. "Ama önce sen bir sakin ol ve ağlama."

Berna başını aşağı yukarı sallayıp, uzattığım peçeteyi alarak yüzünü sildi ve derin bir nefes alıp verdikten sonra konuşmaya başladı.

"İki gün önce Melih'lerin Kıbrıs'a gittiği gün ben ve Çağlar burada tartıştık. İkimizde oldukça sinirliydik ve birbirimize bağırıp duruyorduk. İşte o gün ben öfkeme yenik düşerek seni kendimle kıyaslama yaptım." O anı bir kez daha yaşıyormuş gibi gözlerini kapatıp avuç içiyle alnına vurdu. "Saçmaladım Ahu. Çağlar'a sinirlenip saçmaladım."

Herhangi bir tepki göstermeden pür dikkat Berna'yı dinliyordum.

"Ama Çağlar'da beni çıldırttı. Aşırı rahat Ahu, vurdumduymaz, kaygısız bir adam!"

Karşımda durmadan ağlayan Berna'nın her bir zerresi titriyordu. Bal rengi gözlerinin akına kan oturmuştu. Sanırım bu iki gün boyunca durmadan ağlamıştı.

"Bana ilgi göstersin istiyorum. Ben duygularımı yoğun yaşıyorum kabul ediyorum ama o da en azından duygularını bana belli etsin istiyorum. Ben günde elli kez seni seviyorum diyorum ama o zar zor bir kez beni sevdiğini söylüyor. Bana sadece adımla hitap ediyor. Sorgulamıyor, kıskanmıyor."

"Kıskanmadığı seni sevmediği anlamına gelmez Berna. Bilakis sana güvendiğini gösterir."

Berna yapma der gibi boynunu yana yatırdı. "Yapma Allah aşkına Ahu. Melih seni kıskanıyor, bu sana güvenmediği için mi oluyor?"

Bu yönden bakınca da Berna haklıydı.

"Zaten o günde böyle bir şey yüzünden kavga çıktı. Ya adam Kıbrıs'a gidecek bana haber vermeyi bile düşünmüyor. Son dakika benim haberim oluyor. Bunun için ona hesap sorduğumda da kavga büyüdü gitti. Ben zaten seni ziyarete gelecektim. Ben de Melih abilere gidiyorum seni bırakayım dedi. Yolda size gelirken öğrendim Kıbrıs'a gideceğini."

Gözünden akan bir damla yaşı elinin tersiyle silip kısa sarı saçlarını kulağının arkasına koydu."Bana, beni çok sıkıyorsun dedi. Benim ilişkiden anladığım şey senin anladığın gibi değil dedi. Ben seni kısıtlamıyorum ama sen beni sürekli kısıtlıyorsun dedi. O böyle konuştukça benim sinirlerim tavan yaptı ve ağzıma geleni söyledim."

İki eliyle ellerimi tuttu ve gözlerimin içine baktı.

"Çağlar'a Ahu'ya gösterdiğin ilginin çeyreğini bana göster istiyorum dedim. Ahu mafya karısıysa ben de mafya sevgilisiyim dedim. Ben bunları söylerken, amacım seninle kendimi kıyaslamak değildi. Sen benim arkadaşımsın Ahu. Yemin ederim sana karşı içimde herhangi bir art niyet yok. O an öyle gelişti. Ben sadece Çağlar'ın benim de en az senin kadar tehlikede olduğumun farkına varsın istedim. Kıyaslamam bundan ibaretti yemin ederim. Yanlış biliyorum ama zamanı da geri alamıyorum." Elimi sıktı. "Özür dilerim. Beni affedebilecek misin?"

Asırlara konu olacak ama sadece saniyeler süren bakışmanızın ardından Berna'ya gülümsedim ve oturduğum yerden kalkarak Berna'ya sarıldım. Berna'da bu anı bekliyormuş gibi zar zor tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı.

O ağladıkça, ben de ağladım.

Berna, aile sevgisi nedir bilmeden büyümüş bir kızdı. Sürekli güler, her şeyi şakaya vururdu. Sorunlarını konuşmak yerine, içine atar ve o sorunları kimseye göstermemek için durmadan etrafa her şey yolunda ben mutluyum gülücükleri saçardı. Ama ben öyle olmadığını bilirdim. Tıpkı Berna'nın beni çok iyi bildiği gibi, ben de onun içini dışını bilirdim.

Berna beni tanıdığı günden beri bana öyle bir yapışmıştı ki, her zorlu günümde yanımda olmuş, çoğu zaman gözyaşlarımı kendi elleriyle silmişti. Benimle ağlamış, benimle gülmüştü. Biz birbirimizi tanıdığımız ilk günden itibaren, birbirimize karşı hep şeffaf ve yalansız olmuştuk.

Berna'nın bana yaptığı bu itirafta bundan dolayıydı. Bunu gelip bana söyleyeceğini biliyordum. Ve ne ben ne de Berna böylesi saçma bir mevzudan dolayı dostluğumuzu bitirmezdik.

"Ay..." dedi Berna kollarını benden ayırarak. "Hadi sen hamilesin hormonlarından dolayı ağlıyorsun, beni neden ağlatıyorsun?"

"Ben mi seni ağlattım? Sen ağlıyorsun diye ben ağlıyorum."

"Hadi canım sen de." Diyerek saçlarını geriye attı. Masanın üstünde duran ağzı kapalı saklama kapına uzanıp kapağını açtı. Elmalı kurabiyelerin mis gibi kokusu burnuma dolduğunda, sanki az önce beş tane dolmayı mideme indiren ben değilmişim gibi iştahım açıldı.

"Senin için özenle yaptım Valla." Dedi Berna ve ekledi. "Kalkayım da yanına kahve yapayım birlikte içeriz."

Berna'nın kahve demesiyle bile midem kaynadı ve ayağa kalkan Berna'nın kolundan tutup tekrar oturttum. "Kahve kokusu benim midemi aşırı bulandırıyor. Yanında soğuk bir şeyler içsek olmaz mı?"

Berna gülümseyerek elini karnıma uzattı ve okşadı. "Olur tabi. Bu karnında ki bıdık kahve kokusundan hoşlanmıyorsa biz de elma suyu içeriz." dedi.

Berna oturduğu yerden kalkarak buzdolabına doğru ilerledi. Her daim dolapta hazır bulunan elma suyunu alarak, mutfak dolabından çıkarttığı iki bardağın içine doldurdu. Yanıma gelip elma suyumu önüme bıraktı ve sandalyeye oturdu. Birkaç dakika hiç konuşmadan elmalı kurabiyeyi yedik. Daha sonra ben aklımı kurcalayan soruyu Berna'ya sormak için konuştum.

"Berna peki Çağlar'la ayrıldınız mı?" Berna gözlerini kocaman açarak öksürmeye başladı. Elimle sırtına vurdum. "Helal canım."

Berna geçen öksürüğüyle gözlerini belerterek gözlerimin içine baktı. "Ne ayrılması kız?" elini kulağına götürüp çektikten sonra masaya vurdu birkaç kez "Allah korusun. Ay Allah yazdıysa bozsun. Ben niye ayrılıyorum sevgilimden?"

Ağzım açık bir şekilde Berna'ya bir uzaylıymış gibi baktım. "Sen az önce Çağlar ile tartıştık dedin ya. Ben de herhalde anlaşamıyorsunuz diye ayrıldığınızı düşündüm."

"Sen böyle kötü şeyler düşünme Ahu. Hiç duymadın mı zıt kutuplar birbirini çeker."

Ellerimi havaya kaldırarak "Valla pes!" dedim.

Berna omzunu silkti. Elmalı kurabiyeyi tümden ağzına atıp çiğnedi ve yuttu. "Çağlar, biraz geçimsiz bir adam ama üstesinden gelebilirim. Ne demiş atalarımız yuvayı dişi kuş yapar. Dişi kuş ben olduğuma göre, erkek kuşu yola getireceğim."

Sesli güldüm. "Geçimsiz olanın sadece Çağlar olduğu kısım tartışılır ama sana güveniyorum sarışın." Dedim.

Berna elini kaldırarak "Çak o zaman." Dedi ve ben de elimi kaldırıp eline çak yaptım. Sonra ikimiz de aynı anda kahkaha attık.

Arkadaşlık böyle bir şeydi. Aynı an da aynı şeye ağlayıp, yine aynı an da aynı şeye kahkahalar atmaktı. Tıpkı ben ile Berna gibi...

*** 

Zaman acımasız bir hırsızdı.

İnsanların ömründen gün çala çala sinsice ilerliyordu.

Zaman geçiyor, hızla geçen zamanı yakalayamıyorduk.

Annemin kriz geçirdiği günün üstünden bir buçuk ay geçmişti. O zamanlar iki bucuk aylık hamile olan ben şimdi tam dört aylık hamileydim ve karnım artık oldukça şişmiş belirginleşmişti.

Annem geçirdiği krizin ardından eski haline dönmüştü. Yine ne konuşuyor ne de yatağından kalkıyordu. Resmen kendini onun için hazırladığımız odaya hapis etmişti. Annemle kaç defa bir psikologdan yardım alması için konuştum ama annem hiç oralı olmadı. Melih, desen annemin iyileştiğini herkesten saklamamız gerektiğini söylediğinde başta tepki göstersem de sonra Birsen teyzenin aklıma gelmesiyle bu saklama işini kabul ettim.

Bu bir bucuk ay öyle söylediğim gibi kolay geçmedi. Melih anlamadığım bir şekilde hiç durmadan, hatta yemeden içmeden bir şeyler üzerinde çalışıyordu. Mehmet abi Kıbrıs'tan tamamen dönmüştü. Melih, Çağlar, Ufuk, Osman ve Mehmet abi, üst kattaki çalışma odasına kapanıyorlar ve saatlerce çalışıyorlardı. Bazen bu saatler sabaha kadar da oluyordu. Beni çalışıyoruz diye geçiştiriyorlardı ama ben bu adamları bildiğim için bu yaptıklarının çalışma değil, bir şeyleri planladıklarını anlayabiliyordum.

Bu düşüncemi doğrulayan şey ise iki hafta önce Melih'in eve darmaduman ve perişan bir şekilde gelmesiydi. Yine iki hafta önce perişan olan Melih gibi Mehmet abi ve adamları da perişandı. Özellikle Mehmet abi ağlamıştı bile.

O gün Melih'le ne kadar konuşmak istesem de beni kendine yaklaştırmamıştı. Kendini çalışma odasına kapatmış ve ikinci gün akşama kadar çalışma odasından çıkmamıştı.

Onun bu halleri beni aşırı tedirgin etmişti. Sorularıma cevap alamıyor, bir evin içinde tek başıma her şeyden bir haber hamile halimle oturuyordum. Melih'in böyle davranması beni sürekli ağlatıyordu. Çoğu ağlamalarım annemin yanındayken olduğu için annem bana dayanamayarak eskisi gibi benimle konuşmaya başlamıştı.

Melih şirket ve evin içinde ki çalışma odasında mekik dokurken, benimle ilgili haberleri Sevgi Hanımdan alıyordu. Birkaç kez Sevgi Hanımın Melih'e benimle ilgili gün içinde yaptığım şeyleri haber verdiğine şahit oldum. Sevgi Hanımı aramaya vakit bulan Melih beni aramıyor, hatta ben aradığımda da telefonlarımı meşgule atarak, işi olduğunu belirten bir mesaj atıyordu.

Öyle böyle derken bu bir bucuk ay geçmişti. Çok şükür ki içine kapanan Melih iki gün önce eski haline dönmüştü. İki gün önce eve geldiğinde beni direkt kolları arasına almış sanki ellerinin arasından kaçacakmışım gibi beni sıkı sıkıya sarmalamıştı. Sonra kollarını bedenimden ayırıp beni kucağına alarak yatak odamızdaki banyoya götürmüştü.

Üzerimde ki kıyafetleri tek tek çıkartarak, beni bir bebekmişim gibi yıkamıştı. Saçlarımı, yüzümü ve karnımı sevmişti. Dudaklarını çıplak bedenimin her bir zerresine değdirmiş, tenime bıraktığı her öpücüğün ardından özürler dilemişti. Benden ayrı bebeğimizden ayrı özür dilemişti.

Bir daha benden ve bebeğimizden her ne sorun olursa olsun, böylesine uzak durmayacağına gözümün içine bakarak yemin etmişti. Sorunun ne olduğunu sorduğum da ise yine beni cevapsız bırakmıştı.

Şimdi ise Melih ile birlikte salonda sarmaş dolaş koltukta oturuyor, elma yiyerek televizyon izliyorduk. Daha doğru Melih sadece oturuyor, elmaları ben yiyordum. Melih geri de bıraktığımız bu bir bucuk ayın ardından iki gündür oldukça mutluydu. Gerçekten onun bu ani değişen ruh hali beni şaşkına uğratıyordu.

"Neden bu kadar mutlusun?" diye sordum birden bire.

Melih çattığı kaşlarının altından bana bakarak "Bu nasıl bir soru yavrum?" dedi.

Melih'in kollarının arasından ayrıldım ve gözlerinin içine bakarak "Baya mantıklı bir soru. Neden bu kadar mutlusun?"

"Mutlu olmamam için ortada bir sebep yok. Mutluyum çünkü karım ve çocuğum kollarımın arasında." Alnımdan öptü. "Bence mutlu olmak için yeterli bir sebep diye düşünüyorum."

Tam Melih'e cevap verecekken, telefonum çaldı ve Melih sehpanın üzerindeki telefona benden önce davranarak uzandı. Maskeli adamın beni aradığı günden sonra sık sık çalan telefonlarıma benden önce bakıyordu. Arayan kişinin Birsen teyze olduğunu görünce telefonu bana uzattı ve oturduğu yerden kalkarak saçlarıma bir öpücük kondurdu. "Ben odamızdayım. Konuşman bitince sen de gel güzelim." Dedi ve yanımdan ayrıldı.

Telefonu cevaplayıp kulağıma koydum "Efendim anne?"

"Ahu, nasılsın kızım?"

"İyiyim anne. Sen nasılsın? Kenan amca nasıl?"

Birsen teyze aceleci bir sesle konuştu. "Biz de iyiyiz. Kenan amcanda gayet iyi salonda televizyon izliyor. Ben de seni arayayım dedim kızım. Kaç gündür Melih'e seni bize getirmesini söylüyorum ama beni dinlemiyor."

Oturduğum yerde bacaklarımı altımda toparladım. "Ya öyle mi? Melih bana hiç bundan bahsetmedi."

"Aman..." dedi Birsen teyze bıkkınlıkla "Melih işte bahsetse şaşırırdım."

Kıkırdadım.

Birsen teyze bir süre sessizce telefonun ucunda bekledikten sonra "Ahu..." dedi ve ekledi. "Kızım ben seni şey için aramıştım. Yarın Berna'nın kafesinde rahmetli abimin hayrına mevlid okutayım diyorum. Gerçi Berna ile sözleştik tamam dedi sana da haber vereyim dedim. Söyle o kocana yarın seni getirsin."

"Tamam, anne ben gelirim yarın. Mevlid işini iyi düşünmüşsün anne de daha Fikret dayının ölüm yıl dönümüne vardı."

Birsen teyzenin sesli bir iç çekişini duydum. "Sorma Ahu dün akşam rüyamda gördüm abimi. Bana öylece durmuş bakıyordu. Çok etkiledi bu rüya beni." Etkilendiği ses tonundan bile belli oluyordu. "Ben de rahmetli abim için bir Yasin-i Şerif okutmak istedim. Hem biliyorsun Berna'nın da işleri pekiyi gitmiyor, mevlidi orada okutmak istedim. Hem ben abime bildiğim bir yerde mevlid okutmuş olurum, hem de Berna kazanç sağlamış olur. Kötü mü düşündüm?"

"Yok, yok" dedim "İyi düşünmüşsün anne."

Birsen teyzeyle biraz daha sohbet ettikten sonra telefonu kapattık. Telefonu kulağımdan ayırdığımda kızlarla olan gruba mesaj geldiğini gördüm ve hemen gruba girip mesajlara baktım.

GIYBET TİME

Gönderen: Ezgi
Mesaj: - Fotoğraf - "Sahiplenen erkek tutuşu!"

Ezgi'nin gönderdiği fotoğrafta, Ezgi Ufuk'un dizine yatmış, Ufuk'da eliyle Ezgi'nin kafasını tutmuştu. Ben bu fotoğrafa gülerken Berna'dan da bir fotoğraf geldi.

Gönderen: Berna
Mesaj: - Fotoğraf- "Alın size sahiplenen bir erkek tutuşu daha."

Berna'nın gönderdiği fotoğrafta ise Çağlar pür dikkat televizyon izlerken, bir eliyle Berna'nın dizini kavramıştı.

Gönderen: Ezgi
Mesaj: "Evet Ahu'cuğum senden de bekliyoruz bir foto."

Gönderen: Ahu
Mesaj: "Maalesef canım ben tek başımayım. Beni böyle sahiplenerek tutacak olan kocam yukarıda uyuyor."

Görüldü, yazıyor.

Ezgi: "Ya işte evlenince biz de böyle oluruz artık Ufuk'la. O uyuklar ben sizinle mesajlaşırım.

Berna: "Yazık öyle söyleme ya. Evlilik erkeklere yaramıyor baksanıza Melih Kılıçaslan da olsan, erkenden uyukluyorsun."

Sinirle parmaklarımı klavyede hızlıca gezdirdim. "Şimdi bu söylediklerinizin benim size attığım mesajla ne alakası var? İşsizsiniz kızım siz." yazıp gönderdikten sonra verecekleri cevabı görmek istemediğim için internetimi kapattım. Oturduğum yerden kalkıp önce televizyonu kapattım sonrada direkt yatak odasına çıktım.

Kapıyı açıp içeriye girdiğimde Melih üzeri çıplak altında sadece şortla yatağa uzanmış telefonuyla uğraşıyordu. Gözleri benimle kesişince telefonu komodinin üzerine bırakıp elini bana uzattı. "Gel yavrum."

Adımlarımı yatağa doğru attım ve Melih'in elini tuttum. Melih yattığı yerde biraz doğrulup diğer elini belime koyarak beni kucağına çekti. Melih yatağa hafifçe uzanmış ben de onun kucağına oturmuştum. Uzun saçlarım iki yandan çıkmış karnıma doğru uzanmıştı. Melih elimi bırakarak, tek eliyle saçlarımı toparlayıp, tek omzumdan aşağıya sarkıttı. Daha sonra iki eliyle karnımdan tutunca, bende ellerimi çıplak göğsüne bastırdım.

"Yanıma hiç gelmeyeceksin sandım." Diye sitem etti.

Omzumu kaldırıp indirdim. "Annem yarın Berna'nın kafesinde Mevlid okutacakmış. Beni de götürürsün artık."

Melih'in karnımda olan iki elide yavaşça aşağılara doğru hareket etti. "Götürürüm." Derken parmak uçları tişörtümün ucuna kavramıştı. "Riskli ayları geçtik değil mi? Birlikte olmamız için bir sorun yok yani?"

Melih'in söyledikleri kasıklarımda şimdiden yakıcı bir his bıraktı. Oldukça uzun bir süredir cinsel bir birliktelik yaşamamıştık. Konuşmayı yeni idrak ederek. "Bir sorun yok." Dedim.

Melih'in gözleri dudaklarıma kaydı ve büyükçe yutkundu. Onun yutkunmasıyla dilimi dudaklarımın üstünde gezdirdim ve Melih'in eladan siyaha çalan gözleri gözlerime kenetlendi. Sonra tişörtümü kavrayan parmakları harekete geçerek bir çırpıda tişörtümü üzerimden çıkarttı. Tişörtü yere fırlatıp bu kez yüzümü avuçlarının arasına aldı ve dudaklarıma yapıştı.

Yavaş ve tutkulu başlayan öpüşmemiz dillerimizin birbirine değmesiyle büyük bir şehvete ulaştı. Sanki yıllardır birbirimize hasret kalmışız gibi öpüştük.

Nefes almak için geri çekildiğimde Ellerim destek almak ister gibi Melih'in omzunda geziniyordu. Melih sık nefeslerinin arasında yine aynı şekilde önce atletimi sonrada sütyenimi çıkarttı. Şimdi karşısında altımda pijamam üstüm çıplak bir şekilde duruyordum. Melih'in parlayan ela gözleri karnıma kaydı ve ellerini şiş çıplak karnıma koydu.

"Şu halin o kadar güzel ki Ahu..." Yutkundu "Ölüyorum sana." Elleri karnımı okşadı. "Bana bu anı yaşattığın için binlerce kez şükrediyorum."

Göz göze geldik. Melih'in gözlerinin içinde gördüğüm duygu daha önce hiç karşılaşmadığım kadar yabancıydı.

"Yaşadığım, yaşattığım her şey yalan olsada, seni yanımda tuttuğum için asla pişman değilim. Seni sevdiğim için, seni ilk gördüğüm günde intikam hırsıyla öldürmediğim için, seninle evlendiğim için ve senden çocuk yaptığım için asla pişman değilim. Dünyaya bir daha gelsem de hiç düşünmem yine aynılarını yaparım."

"Melih..."

"Şişt..." Dedi parmağını dudağımın üstüne koyarak beni susturdu. "Bir şey söylemene gerek yok." Gülümsedi "Sen sadece beni sev yeter."

Dudağımın üstünde duran parmağını öptüm. "Seviyorum."

Melih şehvetli gözlerle gözlerimin içine baktı ve parmağını dudağımın üstünden çekti. Eliyle sol göğsümü avucunun içene alıp sıktı. Diğer eliyle belimden beni hafif kaldırdı. Göğsümü bırakan eli pijamamın lastiğine gittiğin de ne yapmak istediğini anladım ve ona yardımcı olmak için kalçamı biraz daha kaldırdım. Melih pijamamı aşağıya indirim bacaklarımdan sıyırıp attı. Kilodumu da gayet rahat bir şekilde çıkarttı ve karşısında beni tamamen çıplak bıraktı.

Melih'in eli bu kez kendi altında ki şorttaydı ve kendi şortunu da sorunsuz bir şekilde çıkarttı. Şimdi ikimizde çıplaktık ve ikimizde alev alev yanıyorduk.

Melih erkekliğini kadınlığıma yavaşça sürtmeye başladığında seslice aynı an da inledik. Melih bir eliyle göğsümü okşuyor, bir eliyle de belimden tutuyordu. Erkekliğini kadınlığıma her sürttüğünde inlemelerim yükseliyordu. Kasıklarıma yayılan şehvetin etkisiyle başımı geriye doğru attığım da Melih göğsümden elini çekip iki yandan belimi tuttu ve beni kucağında sabitledi.

"Geriye yaslanma yavrum karnın geriliyor."

Kasıklarımda baş gösteren arzu dolu yangınlardan bütün vücudum nasibini almıştı. Melih'i istiyordum, hem de öyle böyle değil delicesine istiyordum.

"Hadi..." Dedim "Durma. Bizi bir bütün yap."

Melih elini belimden çekip, benim elimi tuttu ve kendi erkekliğine götürdü. Sanki ben bu anı bekliyormuşum gibi erkekliğini kavradım. Melih dudaklarının arasından inlerken başını geriye attı. Ben ise Melih'in bana verdiği tepkilerin hoşnutluğuyla elimi erkekliği boyunca gezdiriyor, arada sıkıyordum. Melih geriye yatırdığı başını kaldırıp gözlerimin içine baktı.

"Hadi onu yuvasına yerleştir." Dedi şehvet dolu bir sesle.

Melih'ten aldığım komutla elimin altında bir damar gibi atan erkekliğini kadınlığıma yaklaştırdım. Ucunu tam o noktaya getirdiğimde, Melih elimin üstüne elini koyarak beni durdurdu. "Tamam, bırak gerisini ben hallederim." Der demez kendini içime itti. İkimiz aynı an da tutkuyla inledik.

Melih, yavaşça içime çarparken, elleri vücudumun her zerresin de geziyor, dudakları dudaklarıma tatlı işkencelerini sürdürüyordu. Sona yaklaştığımızı anladığımda Melih hareketlerinin hızlandırdı. İçime daha hızlı ve ritmik bir şekilde çarparken, bir an da beni kucağından indirip altına aldı.

"Ölüyorum sana Ahu." Daha da hızlandı. "Şu tenin, kokun beni mahvediyor. Aşkından ölüyorum kızım." İki eliyle göğüslerimi kavradı. "Şu narin vücudunun bana verdiği tepkilere bitiyorum."

Bir dağın tepesine çıkmıştık sanki sona geliyorduk. Dudaklarımın arasında "Melih" diye inlemelerden başka bir şey çıkmıyordu.

Melih kendini bana çarptı, çarptı ve en sonunda ben o dağın tepesinden boşluğa atladığım da Melih "Siktir! Sen geliyorsun." Diye haykırdı ve benim sıvılarım onun erkekliğine bulaştı. Melih bir kaç dakika daha kadınlığımda gel gitlerini sürdürdü. Sonra birden içimden çıkarak kendini bacaklarıma doğru bıraktı.

Bu yaşadığımız birleşme uzun bir aradan sonra tek kelimeyle muhteşemdi.

Melih kendini yanıma atıp beni kolları arasına aldığında gözlerim kapalı bir şekilde "Banyo yapmamız lazım." Diye mırıldandım. Melih saçlarımın üstünü öptü. "Uyu dinlen biraz. Banyoyu sonra yaparız."

Uykuya dalmadan önce son duydum şey bundan ibaretti.

***

"Hadi Ahu..!"

Sabahın sekizinde daha kargalar bokunu yemeden sevgili kocam uyanmış, beni de uyandırmıştı. Bir yere gitmemiz lazımmış, ondan sonrada beni Berna'nın kafesine bırakacakmış.

"Ahu!!!"

Dış kapıyı açıp arabasının önünde sabırsızca bekliyen Melih'e doğru adımladım. "Geldim işte ne bağırıyorsun?"

"Bir saattir ne yapıyorsun içeride Ahu? Geç kalıyoruz."

Melih sürücü koltuğuna doğru ilerlediğinde ben de kendi tarafımda ki kapıyı açıp arabanın içine geçip oturdum. "Bu saatte nereye geç kaldık acaba? Ayrıca bilmiyorum farkında mısın ama ben hamileyim. Yavaş hareket etmem gayet normal."

Melih bana sen çok biliyorsun bakışı attı ve arabayı kullanmaya devam etti. Araba bir süre sonra ana yola girdiğinde, Melih'in kalabalık trafikte şimdiden gerildiğini fark ettim.

Bu adamın trafik de araba kullanma sıkıntısı vardı ve resmen durduk yere sinirleniyordu.

Yanımızdan hızla geçen arabayla Melih kornaya bir kaç kez bastı. "Hay amıma koyayım senin oruspu çocuğu!" Bakışları beni buldu. "Gördün mü neye geç kaldığımızı? Biraz daha erken çıksaydık bu siktiğim trafiğe yakalanmayacaktık!"

Gözlerimi kocaman açarak savunmaya geçtim. "Benim ne suçum var şimdi" Üzerimde ki çiçekli yeşil elbisemin pilelerini düzelttim. "Sen trafik adamı değilsin bence."

"Ahu!"

Vurgulu bir şekilde söylediği adımdan sonra hiç bir şey söylememeyi seçerek sessiz kaldım.

Melih ana yolda yaklaşık kırkbeş- elli dakika sürdüğü arabanın direksiyonunu sola kırdı ve bu yolda da on beş dakika kadar ilerledi. Karşımıza çıkan Mezarlığın önünde uygun bir yere arabayı park etti. Kapıyı açıp arabadan indi ve benim bulunduğum tarafa gelip kapımı açtı. Elini bana uzatıp parmaklarımızı birbirine kenetledi. Arabadan indiğimde hafiften yağmur atıştırmaya başlamıştı.

Hafif atıştıran yağmurun altında mezarlığa doğru Melih ile el ele yürüyorduk. Neden burada olduğumuza dair hiç bir fikrim yoktu ve açıkçası Melih'in beni mezarlığa getirmesinden dolayı oldukça tedirgindim. Melih adımlarını oldukça emin atıyor ela gözleri, ara ara benim yüzüm ve karnıma değiyordu. Bugün Melih'te anlamadığım adını koyamadığım bir şey vardı.

Mezarların arasında kısa bir süre yürüdükten sonra Melih elimi bıraktı ve beni tamamen önüne alarak iri eliyle belimi sardı. Şimdi avuç içi belime değerken parmakları karnıma değiyordu. Başımı geriye atıp Melih'e baktığımda, Melih durdu ve dudaklarını aralayarak "İşte geldik." Dedi. Geriye yasladığım başımı kaldırıp önüme baktığımda Fikret Yıldırım'ın mezarının başında olduğumuzu gördüm. Şaşkınlıktan irice açılan gözlerimi mezara dikerek "Melih neden geldik buraya?" Diye sordum.

Melih gülümseyerek yüzüme baktı. Bana cevap vermek için hiç bir girişimde bulunmadı. Ben sorumu tekrarlamak için ağzımı açmamla duyduğum hışırtılı ve boğuk sesle geri kapattım.

"Evet, Melih Kılıçaslan... Demek dayının intikamını almak için Cevdet'ti öldürdün."

Yine maskeliler tarafından takip edilmiş ve yine maskelilerle karşı karşıya gelmiştik. Gözlüklü olan maskeli gözlerini tamamen bana dikmiş ve rahatça ellerini cebine koyarak karşımızda duruyordu. Melih zaten bu anı yaşayacağını biliyormuş gibi dudağında ki gülümseme büyüdü. "Cık..." dedi taviz vermeyen bir sesle. "Dayımın intikamını almak için Cevdet'ti öldürmedim."

Maskeli adamın hiddetle "Nasıl yani?" diyerek bize doğru attığı adım bütün bedenime korku saldı. Ama beni daha da korkutan ve şaşırtan şey Melih'in kurduğu cümleydi.

"Cevdet Demir'i Canan Hanıma tecavüz ettiği için öldürdüm."

Şiddetli bir derecede gök gürüldedi. Gözlüklü maskeli adamın bütün vücudu gök gürültüsüyle eş değer titremeye başladı. "Yalan söyleme!" Eli gözlüğüne gittiğinde arkasında bekleyen maskeli adam elini tutarak "Abi" diye onu durdurdu.

"Bıraksana ya biz göz göze gelecektik." diye alayla konuştu Melih. "Belki göz göze gelince ne dediğimi daha iyi anlarsın."

"Yalan söylüyorsun." Diye bağırdı gözlüklü maskeli adam. Sesinin boğuk çıkması onu anlamamızı daha da zorlaştırıyordu. "Böyle bir şey mümkün değil."

"Öyle mi? Neden mümkün değilmiş." Bakışları beni buldu. "Karıcığım." dedi ve ekledi. "Bunun doğru olduğunu sen de söyler misin?"

Maskeli adamın dikkati bana döndüğünde ben bakışlarımı Melih'e çevirdim. "Sen ne yapmaya çalışıyorsun Allah aşkına?"

Melih'in cevap vermesini beklerken maskeli adam konuştu.

"Canan..." Duraksadı. Sanki boğazında geçmek bilmeyen bir yumru varmış gibi ardı ardına yutkundu ve derin soluklar alıp verdi. "Annen Cevdet tarafından tecavüze mi uğradı?" Titreyen vücudu zar zor ayakta duruyordu.

Başımı olumlu anlamda sallayıp "Evet" diye mırıldandığımda maskeli adam dizlerinin üzerine çöktü. "Canan" diye haykırdı.

Tıpkı annemin sinir krizi geçirirken dizlerinin üzerine çöküp "Fikret" diye haykırdığı gibi maskeli adam da dizlerinin üzerine çöküp "Canan" diye haykırdı.

Sanki karşımda maskeli adam yoktu annem vardı. Karşımda ki adamın haykırışları mezarlığı inletirken, diğer maskeliler onu yerden kaldırmaya çalışıyor, Melih ise gülerek olanları izliyordu.

Bu kadar olay benim bünyeme oldukça fazlaydı. Sanırım bebeğimde benimle aynı fikirde olacak ki karnımın kasılmasını sebep oldu. "Ah" diye inleyerek elimi karnıma koyup okşadığımda Melih telaşla "Ahu iyi misin?" Diye sordu.

"İyiyim sadece birazcık kasıldım sanırım." Melih'in eli de karnımı buldu. Tam bu esnada Maskeli adamın haykırışları kesildi ve "Ahu" diye seslendi.

Gözlük ve maske olan yüzüyle karşı karşıya geldim. Onun gözleri yavaşça karnıma indi.

"Sen..." Dedi kelimeleri bir araya getirip cümle kurmaya zorlanarak "Hamile misin?"

BÖLÜM SONU

🍁🍁🍁

Loading...
0%