@esranurozer
|

HiraiZerdüş: Bir Gönlüne Ben Sığamadım Hayat planlarımıza göre mi geçiyordu, yoksa hayatımızı biz mi planlıyorduk? Bu sorunun cevabını bilmiyordum. Bildiğim başka bir şey vardı. Kendi hayatımın Melih'in planları doğrultusunda gittiğinin ilk kez bugün farkına vardım. Bugün tam bu mezarlıkta, karşımda ki maskeli adamla yüz yüze geldiğimde farkına vardım. Bundan önceki zamanlarda nasıl oldu da farkına varamadım? Kör müydüm..? Yoksa sağır mı? Yoksa farkına mı varmak istemedim? Gördüğüm halde görmemiş gibi mi yaptım? Duyduğum halde duymamış gibi mi devam ettim? Maskeli adamın mezarlığı kükreten anlaşılması zor sesi gök gürültüsüne karışıyordu. "Sen hamile misin?" diye bağırıyordu. Melih beni anında arkasına almıştı. Maskeli adamı ise iki maskeli adam kollarından tutuyordu. Eğer o maskeliler, bana bağıran maskeli adamın kolunu bıraksa, üzerime atlayacaktı. "Aklından bile geçirme." Dedi Melih ve bir el işaretiyle, etrafımızı Melih'in yirmiye yakın adamları sardı. Bu adamların içinde Mehmet abi, Çağlar, Ufuk ve Osman'da vardı. Hepsinin elinde silah vardı ve hepsinin tek hedefi bağıran maskeli adamdı. Gözlerimi tanıdığım adamların yüzünde tek tek gezdirdikten sonra bakışlarım Melih'in yandan görünen yüzüne kaydı. Melih'in yüzünde gördüğüm ifade bu planı planlayanın kendisi olduğunu haykırıyordu. Kalbim sızladı. Melih'in hiç düşünmeden beni böylesine bir planın içine sokması, kalbimi paramparça etti. "Bu mu yani?" diye dalga geçer gibi sordu maskeli adam. Eliyle etrafını saran adamları gösterdi. "Beni gerçekten böyle mi korkutacaksın Melih Kılıçaslan? Sen benim kim olduğumun farkında mısın?" "Farkındayım." dedi ve elini beline atıp silahını çıkartıp maskeli adama doğrulttu. "Asıl farkında olmayan sensin. Sen benim kim olduğumun farkına varmak ister misin?" Maskeli adam kahkaha atmaya başladı. Etrafında bu kadar silahlı adam olmasına rağmen gülüyordu. "Ben hiç olmadığım kadar senin farkındayım aslanım..." Öyle bir aslanım dedi ki benim gözlerim kocaman açılırken, Melih'in silah tutan eli titremeye başladı. Mehmet abinin cılız ama şaşkınlık dolu "Nasıl..?" diyen sesi duyuldu. Çağlar, Ufuk ve Osman, yumruk yemişler gibi yüzleri donup kaldı. Onlarda biliyordu, bu sesin kime ait olduğunu hem de çok iyi biliyorlardı. Melih'in silah tutan titrek eli Fikret Yıldım yazan mezar taşına çevrildi ve bir saniye düşünmeden mezar taşına üç el ateş etti. Bakışları hızla maskeli adama döndü. "Bu mezar var ya benim için hiçbir şey ifade etmiyor." Diye bağırdı. "Boş, bomboş bir mezar..." Maskeli adam sıradan bir soru sorar gibi "Mezarı mı açtırdın?" diye sordu. Bu kez gülme sırası Melih'e geçmişti. "Mehmet abi" diye seslendi ve ekledi. "Sen devam et istersen abi. Sonuçta senin de babanın mezarı boş." Mehmet abi öylece donmuş vaziyette hala maskeli adama bakıyordu. Şaşkındı ve bu şaşkınlığı üzerinden atamıyordu. Melih, Mehmet abinin bu haline daha da sinirlendi. "Cevdet'i öldürdüm." Diye konuşmaya başlamasıyla, beynimin içindeki harfler yavaş yavaş yerine oturdu ve bana "Tunç" diye haykırdı. Gözlerimi kapattım, Tunç'u düşündüm. "Cevdet öldü ve ben intikamımı bitirdim. Bundan sonra intikam yok. Tıpkı dayımın mezarında olmadığı gibi intikam da yok. Beyaz masadan da ayrılacağım." "Yapamazsın..!" diye kükredi maskeli adam "Ne intikamından vazgeçeceksin, ne de beyaz masadan ayrılacaksın!" "Yapacağım..." dedi Melih ve ekledi. "Söyle dayıma karşıma çıkıp beni engellesin." Melih'in sözleriyle bir kez daha sarsıldım. Dayısının yaşadığını biliyordu. Ona, beni Tekin'in elinden kurtaran kişinin dayısı olduğunu söylediğimde bana inanmamıştı. Şimdi ise dayısının yaşadığından bahsediyordu. Maskeli adam Melih'in söylediklerine bırak şaşırmayı, gayet normal karşıladı. Elinin birini cebine koydu ve diğerini havaya kaldırarak bir süre bekledi. Yüzü tamamen Melih'e dönüktü ve siyah gözlüğünün sakladığı gözleri sanki ara ara bana kayıyordu. Hava da olan elini yavaşça indirip beni işaret etti. "Kadını vurun. Hem de karnından." Dedi. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Elimle korumacı bir tavırla karnımı sardığımda, iyice Melih'in arkasına sığındım. Melih silahını hiç düşünmeden maskeli adamın yanında duran maskelilere doğrulttu ve ikisini de kafasından vurdu. "Sikerim lan sizi. Sen kimi vuruyorsun." Maskeli adam iki adamı ölmesine rağmen kılını kıpırdatmadan olduğu yerde rahatça durmaya devam etti. "İşte böyle Melih Kılıçaslan." Dedi ve ekledi. "Bura da yedi tane adamım var. İkisini az önce sen indirdin. Geriye kaldı beş adam." Eliyle diğer adamları işaret etti. "Buyur bunları da vur. Hatta beni bile vurabilirsin ama..." bir nefes boşluğu kadar duraksadı. "Ben yıkılmam. Bütün adamlarım ölse bile yıkılmam. Ama sen şu arkana sakladığın kadına bir şey olsa yaşayamazsın." Melih öfkeden deliye döndüğünde, maskeli adam konuşmaya devam etti. "Benim tek zaafım sensin Melih. Ama senin zaafın birken, iki olmuş. Beni seni zaafından vurmaya zorlama aslanım!" Melih, maskeli adamın konuşmasını hiçe sayarak bir maskeliyi daha vurduğunda, etrafımızda birden kulaklarımızı sağır eden bir siren sesi duyuldu ve maskeli adam hariç hepimizin bakışları etrafı taradığında, sayısız motorlu maskelilerin ve siyah on arabanın bize doğru geldiğini gördük. Melih ve adamları üzerindeki şaşkınlıklarını atana kadar motorlular etrafımızı çoktan sardı. Arabalar maskeli adamın etrafında kalkan görevi gördü. Melih, Çağlar, Ufuk, Osman ve Mehmet abi beni ortalarına alıp, bedenlerini bana siper ettiler. Maskeli adam hızlı bir şekilde arabaya bindirilip mezarlıktan uzaklaşırken, Melih'in adamlarından birkaç tanesini de vurmayı ihmal etmediler. Bu karşılaşmanın kazananı kim? Kaybedeni kimin olduğu belirsizdi. Maskeliler tozu dumana katarak yanımızdan tamamen uzaklaştıklarında, Melih ve adamları benim etrafımdan yavaşça ayrıldı. Melih öfkeyle mezarlıkta olmasına rağmen etrafa küfürler yağdırmaya başladığında, ona arkamı dönüp hızlı adımlarla mezarlığın çıkışına doğru ilerledim. "Ahu..!" diye arkamdan bağırdı. Durmadım... Adımlarımı olabildiğince hızlı hızlı atıyordum. Eğer hamile olmamış olsaydım koşacaktım bile. "Dur Ahu!" Yağmur durulmuş, rüzgar çıkmıştı ve uzun saçlarımı savuruyordu. "Kime diyorum ben? Dur olduğun yerde çabuk." Mezarlıktan çıkıp arabayı park ettiği yere geldiğimde kolumdan yakaladı beni ve sertçe kendine çekti. Göğsüm onun göğsüne çarptı. "Hayırdır?" dedi başını iki yana sallayıp, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Nereye gidiyorsun?" alnında atan mavi yeşil damarı oldukça belirginleşmişti ve öfkeden gözü seğiriyordu. "Bırak..!" dedim bağırarak ve kolumu elinden kurtarmaya çalıştım. "Hemen bırak kolumu!" onu tek elimle göğsünden ittim ve kolumu kendi isteğiyle bıraktı ama benden uzaklaşmadı. "Ne bu halin? Nereye alıp başını gidiyorsun? Başımızda bu sikik adamlar varken sen tek başına nereye gidiyorsun Ahu?" Delirmiş gibi gülmeye başladım. Elimi öfkeden saçlarımdan geçirdim ve sertçe saçlarımı çektim. Belki bir nebze olsun sinirimi atabilirim diye bunu yaptım ama sinirim bırak azalmayı, daha da yükseldi. "Bu halim ne mi? Gerçekten bütün aklınla bana bu soruyu sorabiliyor musun Melih?" Yumruk yaptığım elimi göğsüne vurdum. "Az önce karnımdan vurulmak isteniyordum ama sen bana bu halimin ne olduğunu mu soruyorsun?" Öfkeliydim ama ilk kez Melih'in karşısında ağlamıyordum. "Sen beni buraya kendi ellerinle getirdin. Bile bile bebeğimle beni tehlikeye attın. Vurulabilirdim. Bebeğimi kaybedebilirdim." Melih'in ela gözleri karardı. Yüzü sert bir yumruk yemiş gibi sarsıldı."Sana ya da bebeğimize bir şey olmasına izin vermezdim." dedi. Bu benim için yeterli bir cevap değildi. Başımı hızla iki yana salladım. İşaret parmağımla mezarlığı gösterdim. "Az önce yaşadığım her şey senin suçun." Elimi mezarlıktan çekip, işaret parmağımı yüzüne doğru salladım. "Tek suçlusu sensin. Kendi kafana göre planlar yapıyorsun ve beni yaptığın bu kötü planlarının içine koyuyorsun. Ben senin karınım, intikamında kullanacağın planın değilim." "Ahu..." diyerek kollarını uzatıp bana doğru yaklaşmaya kalkıştığında bir adım geriye giderek elimle onu durdurdum. "Yaklaşma bana!" dedim hiddetle. "Sakın yaklaşayım deme! Madem beni bu tehlikenin içine sokacaktın, ben neden cezaevine benzeyen bir evde hapis hayatı yaşıyorum? Ben neden etrafımda bir sürü korumayla geziyorum? Ya ben neden senin dediklerini yapıyorum? Neden senin istediğin gibi yaşıyorum? Neden, neden, neden..?" Melih'in kararan ela irislerinin etrafına zehirli yeşiller bulaştı. Dudakları birkaç kez açılıp tekrar kapandı. Elini kirli sakallarının sarmaladığı yüzünde gezdirdi. "Ahu" dedi bir nefes boşluğu bıraktı. "Şu an da sinirlerin bozulduğu için ne dediğini bilmiyorsun. Seni anlıyorum." Az önce Melih ile arama koyduğum mesafeyi bir adım atarak kapattım ve tam dibinde durdum. Gözlerimi gözlerinin içine diktim. "Nedense hep benim sinirlerim bozuluyor. Tıpkı sana beni Tekin'in elinden kurtaran kişinin dayın olduğunu söylediğim gibi mi sinirlerim bozuk Melih? Oysaki bir yanlışlık olmalı... O gün sana bunu söylediğimde bana karşı çıkmıştın ama az önce kendi ağzınla dayının yaşadığını maskeli adama söyledin." "Kendi kafama göre bu ihtimale inanamazdım Ahu. Araştırmam gerekiyordu, elimde delil olması lazımdı." "Bunu bana da söyleyebilirdin..." Sadece gözlerimin içine baktı. "Mehmet abiyle Yalova'ya gittiğin gün dayının mezarını açtırdın değil mi?" Ağır ağır başını salladı. "Bir buçuk ay, bu gerçeği öğrendiğin için benden uzak durdun değil mi?" Yine aynı şekilde başını salladı. Dakikalardır Melih'in karşında dimdik duruyordum ve tek bir damla bile göz yaşı dökmemiştim. Ama şimdi soracağım sorudan ve alacağım cevaptan sonra yine böyle dimdik ve ağlamadan durabilir miydim bilmiyordum. "Cevdet Demir'i..." dedim ve alt dudağımı ısırdım bir süre bekledim. "Ne zaman öldürdün?" "Kıbrıs'a gidiyorum diye evden çıktığım gün öldürdüm." Dedi. Bunu söylerken o kadar rahattı ki sesi bile titrememişti. Yaptığı çok normal bir şeymiş gibi kelimeler tek tek dudaklarından döküldü. Ben ise iki kaburgamın arasına tekme yemiş gibi sarsıldım. Beynimin içinde tek bir kişinin adı yankılandı. "Tunç" Melih, beni koşulsuz seven tek ailemi kendi elleriyle kimsesiz bırakmıştı. "O zamanın üstünden bir buçuk ay geçti." Dedim ve ekledim. "Tunç'un daha babasının öldüğünden haberi bile yok." "Haberi olmasına gerek duymadım." dedi. Çıldırdım. "Buna sen mi karar veriyorsun(!)?" diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Melih bir hışımla koluma yapışıp bedenimi bedenine yapıştırdı. "Ahu..!" dedi dişlerinin arasında "Bağırıp durma!" Sertçe kolumu silkeledim ve elinin esaretinden kurtardım. İki elimin avuç içini göğsüne dayayıp ittim. "Bırak beni!" dakikalardır tuttuğum gözyaşlarım yanaklarıma süzüldü. "Nefret ediyorum bu tavırlarından! Bu kadar duygusuz ve kötü olmandan nefret ediyorum. Seni sevdiğim için kendimden nefret ediyorum!" "Ahu güz—" "Ya sen nasıl bu kadar canavarlaşabilirsin? Senin Kıbrıs'a gittiğini düşündüğüm gün bebeğimi kaybediyordum. Sana inanamıyorum ben bebeğimi kaybetme korkusu yaşarken, sen can alıyordun. Hem de benim abimin babasının canını alıyordun!" Boğazımı yaran nefesi yuttum. "Sen Tunç abimin babasını öldürürken o bizim bebeğimiz için endişeleniyordu. Beni kucağında taşıdı." Tükenmiştim. Melih beni tüketmişti. Kasıklarıma giren sancılar kalbimde ki sancıyla eş değerdi. Ve ayakta dimdik durmaya ne kadar zor dayansam da kendimi sıkarak bu acıya katlanıyordum. "Sen abimi kimsesiz bıraktın! Ne kadar kötü olsa da o adam benim abimin babasıydı." Melih'in gözlerinden gözlerime uzanan lavların yakıcılığını hissediyordum. Sesli bir şekilde yutkunup benden gözlerini kaçırdığında, yüzünde asla pişmanlığa dair bir iz bulamadım. Melih yaptıklarından asla pişman değildi. Susuyor oluşunun tek sebebi ise pişman olmadığını dile getirmek istememesinden kaynaklıydı. "Bu intikamın içine girdiğim günden beri dayının ne kadar tehlikeli bir adam olduğunu dinleyip durdum." Dememle, Melih'in artık eladan zifiri karanlığa dönen gözleri gözlerimi buldu. "Fikret Yıldırım, korkunç acımasız bir adam deyip durdular. Her defasında senin dayına ne kadar benzediğini anlatıp durdular." Dediğimde sesim öyle az, öyle yorgun çıkmıştı ki, duraksadım. "Ama biliyor musun Melih? Sen dayından bile daha korkunç acımasız bir adamsın!" Melih gözlerini ölüm yavaşlığıyla kapattı ve sanki aniden kalbine sert bir tekme yemiş gibi sarsıldı. Melih beni çok kez yaralamıştı. Çok kez ağlatmış, çok kez incitmişti. Şimdi yaralanma sırası ondaydı. Melih gözlerini açtığında bu kez ona ben arkamı döndüm ve göz yaşlarımı hızla silip tekrar önümü döndüm. Gözlerinin içine kararlılıkla baktım ve dudaklarımı araladım. "Abime babasını öldürdüğünü söyleyeceksin. Ondan bu gerçeği daha fazla saklamayacaksın." Melih'in kaşları çatıldı. Umursamadım konuşmaya devam ettim. "Madem sen beni kendi ellerinle tehlikeye attın, bundan sonra istediğim zaman istediğim yere tek başıma gideceğim. Tek başıma yürüyüş yapacağım. Canım ne zaman isterse telefonlarına cevap vereceğim. Sen istedin diye değil, ben kendim istediğim gibi yaşayacağım. Bundan sonra bu söylediklerimi ya kabul edersin ya da..." "Ya da ne(!)?" "Boşarım seni!" Melih'in kaşları alayla havaya kalktı "Yapma ya..." dedi dalgaya vurarak "Nasıl olacakmış bu dediğin? Senin benden boşanmanı kim sağlayacakmış?" dudağının kenarını tehlikeli bir tavırla kıvırdı. "Sence ben buna izin verir miyim Ahu?" "Senden izin istediğimi hatırlamıyorum." Dedim baskın bir sesle ve ekledim. "Tekrar ve son kez söylüyorum. Hayatımı senin planlarına göre değil kendi istediğim gibi yaşayacağım. Eğer bana karşı çıkmaya çalışırsan senden boşanırım. Ha oldu ki senden boşanmama engel oldun." Gözlerimi gözlerinin içine dikerek ona doğru bir adım attım. "Bir saniye bile düşünmem kendimi öldürürüm. Seni, bensiz bırakırım." Melih dehşete düşmüş gibi gözlerimin içine baktı, baktı ve baktı. Gözlerimin içindeki kararlılığı görmüş olacak ki "Sen ne saçmalıyorsun?" diye sordu. Sorusunu cevapsız bıraktım ve arkamı dönerek arabaya doğru yürüdüm. Onunda arkamdan geldiğini ayak seslerinden anlayabiliyordum. "Ahu sana diyorum." Dediğinde arabanın yanına yetişmiştim. Arabanın kapısını tuttum. Bakışlarımı Melih'e çevirmeden "Kapıyı aç." dedim, Melih otomatik kilitle arabanın kapısını açtı. Arabanın içine geçip oturdum ve birkaç saniye sonra Melih'te sürücü koltuğuna oturdu. Bakışlarını bana çevirip "Ahu" diye konuşacakken lafını ağzına tıkarak ben konuştum. "Seninle daha fazla konuşmak istemiyorum. Konuşmamız bitti. Beni Berna'nın kafesine bırak. Malum annen ölmüş abisi için mevlid okutacak, ona katılmam lazım. Yaşayan bir adamın arkasından Fatih-a okumam lazım." Melih öfkeyle bir soluk bırakıp arabayı hızla çalıştırdı. Araba son hızla yolda ilerlerken, ben bebeğimden destek almak ister gibi iki elimle karnımın üzerini sardım. Bebeğimin varlığına sığınarak, az da olsa sakinleşmek istedim. Tam bugün bir şey oldu. Sanki ayaklarımda ki görünmez prangalardan kurtulmuş gibi hissediyordum. Sanki büyük bir özgürlüğe kavuşmuşum gibi hissediyordum. Kanatlarım yaralı, kanatlarım kanıyordu ama ben özgürlüğe uçuyordum. Tam bugün bir şey oldu. Benim kendimden başka birine ihtiyacım olmadığının farkına vardım. Benim hayatım ve benim kurallarımın olduğunun farkına vardım. Ben tam bugün bu intikam çemberinden uçarak özgürleştim. *** Melih arabayı Berna'nın kafesinin önünde durdurduğunda, emniyet kemerimi açtım ve yüzüne bakmadan arabadan inecekken, Melih kolumdan tutup beni durdurdu. "Böyle mi gideceksin Ahu? Yüzüme bakmadan, benimle konuşmadan..." İçimden ne konuşmak geçiyordu ne de yüzüne bakmak ama ben onunla konuşmasam beni bırakmayacağını da biliyordum. Bu yüzden başımı hafifçe kaldırıp kısaca bir göz teması kurdum. "Konuşmak istemiyorum." dedim. Dilimle kurumuş dudaklarımı ıslattım. "Beni almaya gelmene gerek yok. Ben kendi başıma gelebilirim." Melih'in kolumu tutan eli gevşedi ve kolum boyunca kayıp karnımı buldu. Elini karnıma öyle sahiplenici bastırdı ki, sanki bebeğimize kendini hissettirmek ister gibi. "Yapma böyle yavrum." Dedi, başını bana doğru yaklaştırıp karnıma eğildi. "Beni sizden uzak tutma. Bununla baş edemem." Dudaklarını karnımın üstüne bastırdı. Geri çekildiğinde eli hala karnımın üstünde hakimiyetini koruyordu. İçi titreyen ela gözlerini kahve gözlerime dikti. "Seni kaybedemem. Bebeğimi kaybedemem. Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun değil mi? Sensiz yaşayamayacağımı biliyorsun değil mi Ahu?" Cevap vermek istemedim. Maalesef bazen yaşadığım şeyleri sevgi her şeyin üstesinden gelir diye göz ardı etmiş ve affetmiştim. Ama bu mezarlıkta yaşadığım şey kabullenişlerimin son damlası olmuştu. Bir intikam uğruna hayatımın içine edilmişti. Bütün bunlar bu intikamın benimle hiç alakası olmadığı halde olmuştu. Ve ben bu intikamın bittiğini hayatımıza gölge gibi düşen maskelilerle birlikte mezarlıkta öğreniyordum. Daldığım düşüncelerden Melih'in "Ahu" diye seslenmesiyle çıktım ve yerimde kıpırdanarak kapıya doğru döndüm. "Geç kalıyorum. Çek elini." Bakışlarım Melih'in yüzünde değildi ama şu an onun bana nasıl dumura uğrayarak baktığını hissedebiliyordum. Melih birkaç saniye daha elini karnımın üzerinde tuttu. Hafifçe karnımı okşayıp elini karnımdan çekti. "Seni ben almaya geleceğim." Sesi buz gibi soğuktu."Kendine de bebeğimize de dikkat et." dedi. Hiçbir şey söylemeden arabanın kapısını açıp indim. Arkamı Melih'e dönüp kafeye doğru bir-iki adım atmıştım ki Melih arabayı hızla çalıştırıp kafenin önünden uzaklaştı. Melih'in gitmesiyle burnumun direğinin sızladığını hissettim ama kendimden ödün vermeyerek ağlamamı engelledim. Kasıklarıma ara ara giren sancılar her adım attığımda kendini biraz daha gösteriyordu. Kafenin cam kapısından görünen, Birsen teyze elinde tuttuğu bardakları Ezgi ile birlikte masalara taşıyordu. Kapıyı açmamla ikisinin de bakışları beni buldu ve Birsen teyze kocaman gülümseyerek elindeki bardakları rast gele bir masaya bırakıp bana doğru adımladı. Tam önümde durup karnıma doğru hafifçe eğilip iki eliyle karnımı tuttu. "Oy görmeyeli kocaman olmuşuz. Ay kurban olurum ben sana ya..." dedi ve başını kaldırıp bana göz kırptı. "Hoş geldin kızım. Nasılsın?" Gülümseyerek "Hoş buldum anne iyiyim sen nasılsın?" diye sordum. "İyiyim, iyiyim" diye geçiştirdi beni Birsen teyze. Çünkü şu an onun tek derdi karnımdı. Ezgi'de çok geçmeden yanımıza gelmiş ve bana Birsen teyzenin izin verdiği kadar sarılmıştı. "En son görüştüğümüzde karnın yok gibiydi Ahu. Şimdi ise resmen gözle görülür, elle tutulur olmuş. Kaç aylık oldu?" "Dört aylık olduk." Elimle karnımı okşadım. "Büyüyoruz işte yavaş yavaş." "Cinsiyeti ne zaman öğreneceksiniz?" diye soran Ezgi ile Birsen teyze de karnımı bırakmış ve elini belime koyarak beni masalara doğru ilerletmişti. "Üç gün sonra, Çarşamba günü doktor kontrolüm var. Özlem Hanım o zaman cinsiyeti de öğrenebileceğimizi söyledi." Dediğimde Birsen teyzenin yardımıyla sandalyeye oturdum. "Bakalım, hayırlısı neyse o olsun." Ezgi ile Birsen teyze aynı anda "Amin" dediler. Bakışlarımı kafede gezdirdiğimde Berna'yı göremedim. Bunun üzerine "Berna nerede?" diye sordum. "Mutfakta helva kavuruyor. " diye beni cevapladı Ezgi. "Helva yapmakta üstüne kimseyi tanımazmış. Ay Ahu görmen lazım bir saattir sanki atomu parçalıyormuş gibi özenle çalışıyor." Kocaman gülümsediğimde belime giren derin bir ağrıyla dudaklarımdan engelleyemediğim bir inilti kaçtı. Birsen teyze ve Ezgi telaşla ayaklanıp "Ne oldu" diye sorduklarında, aynı ağrı bir kez daha belime girdi ve Birsen teyzenin elinden tutup sıktım. "Telaşlanacak bir şey yok. Sadece bu aralar belim ağrıyor." Birsen teyze verdiğim cevaptan tatmin olmamış gibi endişeyle gözlerimin içine baktı. "Kızım, bir hastaneye gidelim istersen ha? Belki önemli bir şey vardır." "Yok" dedim elini güven verircesine sıktım. "Geçti bile ağrım. Dediğim gibi bu aralar bel ağrısı çekiyorum. İnternette araştırdım hamilelikte bel ağrısı oluyormuş. Zaten Çarşamba günü Özlem Hanıma da soracağım sen merak etme anne." Birsen teyze bir şeyler söylemek için ağzını açtığında, kafenin kapısı açıldı. İçeriye Zehra abla, Elif, Leyla ve tanımadığım iki tane kadın girdi. Birsen teyze onları karşılamak için yanlarına ilerlediğinde, Berna'da mutfak kısmından çıkıp geldi. Önce benim yanıma gelip bana sarıldı. Daha sonra gelenleri Ezgi ile karşıladı. Ben ise sanki dört aylık değil de dokuz aylık hamileymişim gibi bir ağırlık çökmüştü ve oturduğum yerden kalkamıyordum. Mecburen onların benim yanıma gelmesini bekledim. Elif ile Leyla yanıma gelip, önümde durduklarında ikisinin de gözleri karnıma kaydı ve Leyla kocaman açtığı gözleriyle karnımı işaret ederek "Aaa buda mı bebek değil, göbek?" diye sordu. Leyla'nın şaşkınca sorduğu soruya kıkırdadım. Daha önce onların evine gittiğimde hamile misin diye sormuştu ve ben de sinirlenmiş bu bebek değil canım göbek demiştim. Leyla'da bunun üzerine bana bu soruyu soruyordu. "Yok," dedim elimi karnımın üzerine koyarak "Bu kez göbek değil, gerçekten bebek." Leyla'nın yeşil gözleri kocaman açıldı. Elini bir an da karnımın üstüne koydu ve göz göze geldik. "Ay bu çok güzel. Elif abla sen de dokunsana." Gözlerim başımda duran Elif'e kaydığında Elif dudaklarını gülmekle gülmemek arasında kalmış bir biçimde kıvırmıştı ve karnıma bakıyordu. Leyla'nın sen de dokun demesinden cesaret alarak elini karnımın üzerine koydu ve dudaklarında ki kararsız kıvrım kocaman büyüdü. "Hayırlı olsun. Çok sevindim." Demesiyle şaşırdım. Bu kız aylar önce onların evindeyken Melih'e asılmıyor muydu? Ben böyle şaşkın şaşkın Elif'e bakarken, Zehra abla ve diğerleri yanımıza geldi. Zehra abla çekingence bana seslenince, o gün hiç yaşanmamış gibi ayağa kalkıp Zehra ablaya sarıldım. O gün onunla konuştuklarımızın üstünde durma gibi bir niyetim yoktu. Her şey geçmişle alakalıydı ve maalesef bizim geçmişimiz bir türlü geçmiyordu. Zehra abla rahatlayarak sarılışıma karşılık verdi. Zehra abla geri çekildiğinde, Birsen teyzenin telefonu çaldı. Birsen teyze telefonu cevaplayıp hızlı hızlı konuştu. "Alo, Sevgi. Nerede kaldın ya? Zehra'lar da geldi. Yarım saate herkes gelmeye başlar." Birsen teyze telefonun ucundaki Sevgi Hanımı dinledikten sonra "Tamam, çık artık anca yetişirsin." Dediğinde, Birsen teyzeye yaklaşıp elimi telefona doğru uzattım. "Ben de Sevgi Hanımla konuşayım anne." Dedim. Birsen teyze "Sevgi Hanıma "Dur Ahu istiyor seni." Diyerek telefonu bana uzattı. Telefonu alır almaz mutfağa doğru ilerledim ve tamamen mutfağa girdiğimde telefonu kulağıma koydum. "Sevgi Hanım, evden çıkmadan önce benim için küçük bir çanta hazırlayabilir misiniz? Gelirken getirin lütfen ben bu akşam annemlerde kalacağım." Sevgi Hanım "Tamam" diyerek beni onaylayınca telefonu kapattım. Sırtımı mutfak tezgahına yasladım. Gerçekten sabahtan beri, yaşadığım stres mi beni etkiledi bilmiyorum ama belim çok fena ağrıyordu. Avuç içimle belimi ovalarken, Ezgi ve Berna içeriye girdiler. Onların arkasından da Elif ve Leyla girdi. Berna "Ne yapıyorsun burada çiçeğim?" diye sordu. Elimdeki telefonu gösterdim. "Sevgi Hanımla konuşuyordum." "Senin neyin var böyle?" diye sordu Ezgi "Betin benzin atmış. Sancın falan mı var?" eliyle yüzümü avuçlayıp benimle göz teması kurdu. "Kendini iyi hissetmiyorsan hastaneye gidelim Ahu?" "İyiyim." Dedim gülümsedim. "Bu hamilelik benim bütün bünyemi etkiledi. Enerji falan bırakmadı bende." Ezgi düşünceli bir şekilde yüzüme bir süre baktı. Daha sonra "Ya hamilelik böyle yorucu mu oluyor ki?" diye sordu. Daha benim cevap vermemi beklemeden tekrar konuştu. "Biz Ufuk'la evlenince altı çocuk yapmayı istiyoruz. Üç kız üç erkek." "Oha..!" diye tepki verdi Berna. "Altı nedir arkadaş. İki tane yapın, ya hadi dört tane yapın altı nedir ya?" "Sana ne kızım? Biz çok geniş bir aile olmak istiyoruz. Ayrıca çocukları da çok seviyoruz." Berna, Ezgi'ye tuhaf tuhaf bakarken, Leyla ellerini birbirine vurup dikkatleri üzerine çekti. "Bence çok güzel Ezgi abla, hem biliyor musun bende on tane çocuk yapmak istiyorum." Elif, Leyla'nın koluna vurdu. "Ne biçim konuşuyorsun kız sen?" diye kızdı. Leyla kolunu ovalayarak yandan yandan Elif'e baktı. "Ne dedim ben şimdi?" Hamile olan bendim ama çocuk kavgası yapan kızlardı. Ezgi, Leyla'yı kolunun altına alıp sarmaladı. "Bakma sen bunlara canım. Bunlar hayal kurmanın ne demek olduğunu pek bilmiyor." Berna, homurdanarak elinde ki bardak dizili tepsiyi Ezgi'ye uzattı. "Hayal kurmaya vaktimiz yok canım. Şu an çalışıyoruz. Al içeriye götür bunları, ben de geliyorum." Dedi ve Ezgi ile mutfaktan çıktılar. Ben kızlarla yalnız başıma mutfakta kalmıştım ve Leyla yine bana tuhaf bir şekilde bakıyordu. Sırtımı yasladığım tezgahtan ayrıldım ve mutfaktan çıkacakken Elif'in sorusuyla durdum. "Şey Osman'da gelecek mi?" Osman'ı niye sordu bu kız şimdi? "Bilmiyorum." dedim. "Ama gelmez herhalde." Elif'in yüzü asıldı. Başını anladığını belirtir gibi salladı ve dudaklarını aralayarak yeni bir soru sordu. "Akşam Birsen teyzeyi almaya gelir değil mi?" Elif'in beklenti dolu ela gözlerine bir müddet baktıktan sonra "Sen Osman'la ne zaman tanıştın?" diye sordum. "İki ay önce tanıştılar. Osman abi halamı elma bahçesine götürmek için geldiği gün tanıştılar." Diyerek araya giren Leyla kıkırdadı. "Elif ablam, Osman abiye vurul-" daha cümlesini bitirmeden Elif, Leyla'nın koluna sertçe vurarak onu susturdu. Ama ben duyacağımı duymuş, anlayacağımı anlamıştım. Osman ile Elif'i yan yana bir an düşünemedim. Elif güzel kızdı. Kumral saçları ela gözleri vardı. Hatta kıyaslama yapacak olsam Osman'dan daha iyiydi tipi. Ama Osman'ın da içi muhteşem güzeldi. "Şey..." dedi Elif utana sıkıla "Bunu kimseye söylemezsen sevinirim." Elimi koluna götürüp okşadım. "Merak etme söylemem. Hatta duyduklarımı unuttum bile." Elif gülümseyince, ben de gülümsedim. Artan ağrılarımdan dolayı daha fazla ayakta duramayacağımı anladığımda mutfaktan çıktım. Kafeye tanımadığım birkaç kadın daha gelmişti. Birsen teyzenin davetlileri yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. Masaları yerleştiren Berna ve Ezgi'ye Elif ile Leyla'da katılmıştı. Ben de küçük adımlarla bir masanın yanına varıp, sandalyeye oturdum. Belim ağrıyordu, midem de iyi değildi. Sandalye de rahat oturamıyordum. Birkaç dakika geçmişti ki Birsen teyze yanıma gelip önümde durdu. "Ahu, senin rahatın mı yok kızım?" "Şey, birazcık belim ağrıyor, sandalye de pek rahat değil açıkçası." Birsen teyze saçımı okşadı. "Kenan amcan burada yakınlarda bir arkadaşını ziyarete geldi. Arayayım da seni eve götürsün. Evde yat dinlen kızım. Sen hamilesin, saatlerce bu sandalyede daha da kötü olacaksın." "Ama anne—" "Hiç itiraz etme Ahu. Mevlid'ten daha önemli senin ve bebeğinin sağlığı. Daha sonra yine okuturuz mevlid." "Tamam" dedim ve çekingence yüzüne baktım. "Ben sizin evde kalsam bu akşam olur mu anne? Kenan amca size bıraksa beni ha?" Birsen teyze bir an afalladı. Ne söyleyeceğini bilemez gibi ağzını açıp kapattı. Daha sonra "Olur tabi kızım. Hemen Kenan amcanı arıyorum şimdi." Dedi. "Sevgi Hanım bana evden çanta hazırlayıp getirecek. O gelsin giderim." Birsen teyze başını sallayıp beni öptükten sonra Kenan amcayı aramak için yanımdan uzaklaştı. Yaklaşık yarım saat- kırk beş dakika sonra Kenan amca beni almaya geldi. Onun gelmesinin ardından on beş dakika sonra da Sevgi Hanım geldi. Kenan amca Sevgi Hanımın getirdiği çantayı alıp arabaya yerleştirdiğinde, ben de kızlarla vedalaşıp arabaya geçip oturdum. Kenan amca sessizce arabayı kullanırken, ben başımı geriye atıp gözlerimi kapattım. Melih'in bu yaptığıma delireceğini biliyordum ama ilk kez onun vereceği tepkiden korkmuyordum. *** Birsen teyzelerin evine geldiğimizde Kenan amca beni dinlenmem için Melih'in odasına çıkartmıştı. Hamileyim diye ne kadar itiraz etsem de yatağın örtüsünü değiştirmeme yardım etmişti. Sevgi Hanımın hazırladığı çantanın içinden siyah taytımı ve beyaz tişörtümü çıkartarak üzerimi değiştirmiş, vakit kaybetmeden yatağın içine girerek kendimi uykunun kollarına bırakmıştım. Saatler sonra uyanmama sebep olan şey ise Melih'in aşağıdan gelen sesiydi. Beni buraya kendisine haber vermeden getirdiği için Kenan amcayla tartışıyordu. Kenan amca ise oldukça sakin konuşuyor, Melih'i sakinleştirmeye çalışıyordu. Sonra ne olduysa Melih'in sesi kesilmişti ve hemen arkasından evin dış kapısının sesi gürültülü bir şekilde kulaklarımı doldurmuştu. Melih'in de sesinin kesilmesiyle yatakta doğrulup, sırtımı yatak başlığına yasladım. Bel ağrım bir nebze geçmişti ama bu kez de midem yanıyordu. Bulunduğum odanın kapısı bir kez tıklatılıp açıldı ve Birsen teyze elinde tuttuğu kocaman süt dolu bardakla içeriye girdi. Göz göze geldik ve birbirimize gülümsedik. Birsen teyze yanıma doğru ilerleyip yatağımın ucuna oturdu. Elindeki bardağı bana uzattı. "Senin için ballı süt yaptım. İç hadi." dedi. Elindeki bardağa uzanıp aldım ve bardağı dudaklarıma götürerek sütten bir yudum aldım. "Nasıl oldun kızım? Daha iyi misin İnşallah?" "İyiyim... Sadece biraz halsiz hissediyorum." Birsen teyze tedirgince yüzüme baktı. "Ahu, beni yanlış anlama kızım, bu bana da düşmez ama siz Melih'le mi kavga ettiniz?" Cevap vermekten kaçmak için ağır ağır sütümü içtim. Birsen teyze de zaten cevabımın ne olduğunu anlamıştı. "Kendini kaybetti resmen Ahu." dedi Birsen teyze ve ekledi. "Kafeye seni almaya geldiğinde, seni göremeyince gözü döndü. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Sanki seni bizim eve değil de dünyanın bir ucuna götürmüşüz gibi ortalığı ayağa kaldırdı." Gözlerini kocaman açtı. "Valla bugün ilk kez kendi doğurduğum oğlumu tanıyamadım." Buraya ona haber vermeden geldiğim için bunların olacağını az çok tahmin edebiliyordum ama Melih'in artık bu tepkileri beni korkutmuyordu. Nedeni hamile olmam, ya da artık özgür hissetmemden kaynaklı değildi. Bunun tek nedeni bugün Melih'in gözlerinde gördüğüm beni kaybetme korkusuydu. Melih, kendinden geçer, benden geçemezdi. Konuyu değiştirmek için Birsen teyzenin gözlerinin içine bakarak gülümsedim ve nasıl olduğunu fark edemediğim an da "Fikret dayı nasıl biriydi anne?" diye sordum. Niye böyle bir soru sorduğumu ben de bilmiyordum. Bir an da öyle gelişmişti. Ben kendi soruma şaşırmışken, Birsen teyzenin yüzündeki gülümseme büyüdükçe büyüdü. "Ay Ahu, abimle tanışmanı çok isterdim. O var ya dünyanın en iyi adamıydı. Benim her şeyimdi. Abim, babam, annem, kısaca her şeyimdi..." Yüzündeki ifade, ses tonu, gözlerinde ki parıldama her şeyi olduğunu açıklıyordu. "Annemiz ve babamız öldüğünde, akrabalarımız bize sahip çıkmayıp yurda vermek istediklerinde, abim buna müsaade etmedi ve beni de alıp İstanbul'a kaçtı." Ben onu soluksuz dinlerken, Birsen teyze o günlere gitmiş gibi derin düşüncelere daldı. "Çok çalıştı Ahu. Çok çalıştı ve zengin oldu. Beni en iyi şekilde yetiştirdi. Çoğu zaman saçlarımı kendisi taradı. Merhametli ve yardımseverdi. Herkese el uzatırdı. Biliyor musun Ahu senin babana da yardım etmiş zor zamanlarında ve öyle tanışmışlar. Gerçi Melih Cevdet Bey'i sevmiyor ama zamanında abim babana yardım etmeseydi, şimdi siz nasıl Melih ile tanışıp evlenecektiniz?" Birsen teyze bu hikayede en masumlarımızdan biriydi. Merhametli sandığı abisi asla merhametli değildi. Oğlu sıradan bir şirketi yönetmiyordu, tıpkı dayısı gibi bir mafyaydı. Cevdet benim babam değildi. Bu hikayede tanıdığı herkes kötüydü. Herkes ona yalan söylemiş, kandırmıştı. Ben bile bazı şeyleri saklayarak onu kandırıyordum. "Abim, kalbi yumuşacık bir adamdı." Diye hayranlıkla konuşan Birsen teyzenin gözlerinin içine bakarak "Fikret dayının öldüğü günü hatırlıyor musun anne?" diye sordum. Birsen teyzenin bakışları anında değiştiğinde, oturduğum yatakta diklendim ve sorumu tekrarladım. "Fikret dayının öldüğü günü hatırlıyor musun anne?" Sorum belki sırdan bir insan için basitti ama aklını yitirerek, çocuğunu kaybetmiş bir kadın için şok etkisi yaratıyordu. Birsen teyze saniyelerin dakikalara karışığı bir süre gözlerimin içine baktı ve yapmacık olduğunu bas bas bağıran bir gülümseme kondurdu dudaklarına. "Ahu..." dedi gerisini getirmek onun için zordu. Bunu görebiliyor, bunu en derinden hissedebiliyordum. "Bugün gerçekten bir garip davranıyorsun." Diyebildi sonunda ve ekledi. "Açıkçası bu soruyu neden sorduğunu anlayamadım?" Dudaklarımı büzerek "Merak ediyorum." Dedim ve derin bir soluk alarak, Birsen teyzenin elini tutup karnımın üzerine koydum. "Sadece Fikret dayının nasıl öldüğünü merak ediyorum anne." Birsen teyzenin karnımın üstündeki eli titremeye başladı. Kaşları anında çatıldı ve ela gözleri zifiri karanlık oldu. "Hatırlamıyorum." dedi. Ama bunu öyle baskılı bir şekilde söyledi ki, sesindeki acının gözlerime saplandığını hissettim. "Bunu hatırlamak istemiyorum. Abimin nasıl öldüğünü hatırlamak istemiyorum." Eli karnımı okşamaya başladı. "Eğer hatırlarsam tekrar başa dönerim. Eğer hatırlarsam..." diye tekrarladı. "Bir can daha kaybederim. Aklımı kaybederim." "Anne—" "Abim öldüğünde, kendisiyle birlikte doğmamış bebeğimi de alıp götürdü. Düşük yapmama sadece birkaç dakika yetti. Bebeğim, kıpkırmızı kanlarla bacağımdan süzüldü ve ben delirmekten başka hiçbir şey yapamadım. Yıllarca, beni yatırdıkları klinikte her gece ama her gece penceremin önüne abimin geldiğini gördüm." Sesi buz gibi gözleri ruhsuzdu. "Ben, sırf abimi gördüğüm için şükrettim Ahu." Birsen teyzenin elinin üstüne elimi koydum. Bütün cesaretimi toplayıp, ona beni Tekin'in elinden kurtaran kişinin Fikret Yıldırım olduğunu, abisinin yaşadığını söyleyecektim. Tam konuşacakken, Birsen teyzenin bıçak etkisi yaratan sözlerinden dolayı kala kaldım. "Abim ne zaman pencereme gelmemeye başladı, benim o zaman aklım başıma geldi. Ben abim rüyalarıma girdiğinde bile, acaba tekrardan deliriyor muyum diye düşünüyorum." Duraksadı. "Ben delirmek istemiyorum." Birsen teyzenin ela gözlerinden yaşlar akmaya başlayınca kendimi bu konuyu açtığım için aşırı kötü hissettim. Yatakta kayarak Birsen teyzeye yaklaştım ve kollarımı bedenine sardım. "Özür dilerim anne ben seni üzmek istememiştim." Birsen teyzenin eli belime değince Birsen teyzeyi daha da sıkı sardım. "Sana geçmişi hatırlattığım için özür dilerim. Her şey için özür dilerim anne." Birsen teyze hıçkırarak ağlamasına devam ettiğinde, ben de onun hıçkırıklarına eşlik ettim. Birsen teyze geçmişe ağladı, ben ondan sakladıklarıma ağladım. Ben onun acısını en derinden hissettim de o benim acımı hissetti mi bilmiyorum? Bir süre sonra Birsen teyze geri çekildiğinde, eliyle önce kendi gözyaşlarını sildi sonra da benim gözyaşlarımı sildi. "Ay ağladım rahatladım." Dedi derin bir nefes bırakarak "Terapi gibi geldi Valla." Sonra kaşlarını yalancı bir kızgınlıkla çattı. "Sen niye ağlıyorsun? İki canlısın sen, ağlama." Dedi gülerek. Birden ayağa kalktı. "Sana yiyecek bir şeyler hazırlayayım." Dediğinde, elinden tutarak onu durdurdum. "Aç değilim anne uyuyacağım." Birsen teyze saçlarımı okşayıp, başımı öptüğünde odamın kapısı iki kez tıklatılıp açıldı ve Melih gergin bir şekilde içeriye girdi. Birsen teyze bir bana bir Melih'e baktı. Burada kalmakla, gitmek arasında kalmıştı. Melih "Tamam anne sen çık." Dedi. Birsen teyze "Oğlum—" diye konuşacakken Melih kapıyı sonuna kadar açıp başıyla dışarıyı gösterdi. "İyi geceler anne." Birsen teyze göz ucuyla bana baktıktan sonra mecburen dışarıya çıktı. Melih kapıyı kapattı ve yanıma doğru ilerleyip az önce Birsen teyzenin oturduğu boşluğa oturdu. "Ahu..." dedi. Cevap vermedim yatakta kayarak uzandım ve üzerime örtüyü çektim. "Yavrum böyle yapma! Benden uzak durma!" "Yorgunum uyumak istiyorum." Melih eliyle, örtünün üstünden bacağımı okşadı. "Tamam uyuyalım." Dediğinde "Bugün tek başıma uyumak istiyorum. Mümkünse sen başka bir yerde uyu." Dedim. "Mümkün değil..!" dedi Melih ve ekledi. "Benim senin yanından başka bir yerde yatmam mümkün değil." Eliyle bacağımı okşamaya devam etti. "Benim senden uzak durmam mümkün değil Ahu." Ne söylesem olmayacaktı. Melih şimdi çıkıp gitse en fazla iki saat sonra benim yanıma gelip yatacaktı. Onu engellemem onun da söylediği gibi mümkün değildi. Melih hep bir nefes yanımda, hep sol yanımdaydı. Oturduğu yerden kalktı, üzerindeki gözleği çıkartıp altındaki pantolonla yatağa girdi ve beni kolları arasına aldı. Bir eli karnımı sarmalarken bir eli saçlarımı okşuyordu. dokunuşları beni uykunun kollarına iterken son duyduğum Melih'in fısıltıdan farksız sesiydi. "Sen benim nefesim, sol yanımsın. Ben nefesimden nasıl uzak durabilirim?" *** Sabah gözlerimi açtığımda, Melih göğsümde yatıyordu. Onu uyandırmadan kollarının arasından çıktım ve elimi yüzümü yıkadıktan sonra, hafif ıslattığım ellerimle uzun saçlarımı düzelttim. Oldukça sessiz bir şekilde odadan çıkıp aşağıya indim. Sabahın erken saatleri olduğu için herkes daha uyuyordu ve benim dışarıya çıkmamı engelleyecek hiç kimse yoktu. Üzerime üstün körü baktım. Dışarıya çıkmak için oldukça uygundum. Siyah taytım ve beyaz tişörtüm vardı. Ayakkabılarımı da giydikten sonra kendimi dışarıya attım. Yüzüme vuran serin havayla ellerimi iki yana açıp başımı gökyüzüne kaldırdım. Hava mis gibiydi ve ben yıllar sonra ilk kez kendi başıma dışarıya çıkıyordum. Mis gibi havayı içime çeke çeke kaldırımda ilerliyordum. Amacım tek başıma kısa bir yürüyüş yapmak ve hava almaktı. Evden çıkalı yaklaşık on- on beş dakika olmuştu ki birden önümü siyah bir limuzin kesti. Kim olduklarını tahmin etmem çokta zor değildi? Elim anında karnıma gittiğinde, bunu nede yaptığımı ben de bilmiyordum. Korktuğum için mi? Telaş yaptığım için mi? Bunu tam kestiremiyordum. Limuzinin camı açıldı ve yüzünde maske olan ama gözlüğünü takmayan Fikret Yıldırım'la göz göze geldim. Ve o anda arkamda da siyah bir araba durdu. iki siyah aracın arasında sıkışıp kalmıştım. "Konuşmak istiyorum Ahu arabaya gel." Dedi Fikret Yıldırım. Sesimin titremesine engel olmaya çalışarak "Ben konuşmak istemiyorum." Dedim. "Yapma ama Ahu. İstediğimi almadan gitmeyeceğimi biliyorsun." Gözleri karnıma kaydı. "Bebeğine zarar gelmesini istemeyiz değil mi? Beni sana karşı zor kullanmaya mecbur bırakmadan güzellikle arabaya gel." Beynim bu yaptığımın yanlış olduğunu haykırsa da ayaklarım, arabaya doğru ilerledi ve bir anda kendimi Fikret Yıldırım'ın karşısında otururken buldum. Arabanın kapısı kapanınca hareket etmeye başladı. Fikret Yıldırım yüzünü saklayan maskeyi çıkartıp yanına koydu ve ben onunla ikinci kez maskesiz yüz yüze geldim. "Neden?" diye sordu. Neyi sorduğunu bilmediğim için yüzüne boş boş baktım. "Neden hamile kaldın?" Dalga geçer gibi güldüm. "Sen çıldırdın mı? Bana sorduğun soruya bak. Hamile kalmak için senin gibi bir ölüden izin mi alacaktım?" "Kes gülmeyi!" diye bağırdı ve bana doğru eğilmesiyle geriye gittim. "Senin hamile olman umurumda bile değil. Benim umurumda olan tek şey Melih. Senin için hayatını tehlikeye attığı yetmiyormuş gibi bir de bu bebek için canını tehlikeye atacak." Korkuyla açtığım gözlerimle gözlerinin içine baktım. "Senden ne bekliyorum ki ben sonuçta tecavüzcü bir adamın kızısın!" Tam bu anda ben o adamın kızı değilim diye bağırmak istedim ama sonra bundan vazgeçtim. Fikret Yıldırım her şeyi bildiğini zanneden ama aslında hiç bir bok bilmeyen bir adamdı. "Canan..." dedi sanki dünyanın en güzel şeyini söylüyormuş gibi hayranca bir kez daha "Canan..." diye tekrar etti. "Bilseydim ona tecavüz ettiğini, o şerefsizin derisini canlı canlı yüzer, ölene kadar kilolarca tuzun içine gömerdim onu." Sesindeki canavarca hissi algılayabiliyordum. "Ve seni doğmadan annenin içinden alırdım. Böylelikle ne ben Canan'sız kalırdım ne de Melih seninle karşılaşırdı." "Durdurun arabayı!" diye bağırdım. "Hemen durdurun ineceğim!" Fikret Yıldırım afalladı. "Duymadın mı beni? Çabuk durdur arabayı! Senin gibi ruh hastasını daha fazla dinlemek istemiyorum. Sağlığında iyi olmayan bir insanın ölü numarası yaparak kardeşini delirterek, bebeğini kaybetmesine sebep olan bir canavarı dinlemek istemiyorum. Annem, iyi ki senin gibi bir canavardan kurtulmuş!" Fikret Yıldırımın yüzünün rengi değişti. "Dur." dedi cam bölmeye seslenerek araba durdu. Hiç vakit kaybetmeden arabadan indim. Fikret Yıldırım'da maskesini takarak arkamdan indi. Etrafıma bakındığımda Birsen teyzelerinin evinden çokta uzakta olmadığımızı fark ettim. Onların evine yakın bir parktaydık. Arkamı dönüp yürüyecekken Fikret Yıldırım konuştu. "Sürekli aklımı meşgul etmeyi bırak Ahu. Hiç olmadık zamanlarda, hiç olmadık yerlerde aklıma gelmene tahammül edemiyorum. Seni aramak istemiyorum ama kendimi seni ararken buluyorum. Sanki bir güç beni sana çekiyor. Senden nefret ettikçe sana daha da çekiliyorum." Ayaklarım çivilenmiş gibi olduğum yerde kala kaldım. Yönümü yavaşça ona döndüğümde göz göze geldik. "Hamile olmana ne kadar sinirlendim anlatamam. Sana bu yüzden nasıl öfkeliyim anlatamam. Ama şu halin var ya..." ardı ardına yutkundu. "Dokunmak istiyorum." Gözlerim dehşetle kocaman açıldı. "Dokunabilir miyim?" gözleri gözlerimin içine bakıyor, eli karnımı işaret ediyordu. "Dokunmak istiyorum." Yutkundu. "Ellerimle hissetmek istiyorum." Başımı hayır der gibi hızla iki yana sallayıp ellerimle karnımı sakladım ve arkamı dönüp koşar adımlarla yanlarından uzaklaştım. Nefes nefese koşmaya devam ettim. Hiç durmadan, soluklanmadan Birsen teyzelerin evinin oraya geldim. Bahçeden içeriye girdiğim de nefesimi kontrol altına almaya çalışarak eve ilerledim ben zile uzanmışken kapı açıldı. Melih kırmızı görmüş boğa gibi alev alev yanan gözleriyle yüzüme bakıyordu. "Neredesin Ahu sen? Nereden geliyorsun bu saatte?" Nefesimi düzene sokmaya çalışarak "Melih..." dediğimde Melih hiddetle "Sikeyim bu Melih'i! Hay ben sen yanımdan kalkarken, kalktığını hissetmeyen uykumun ta amına koyayım." "Oğlum sakin ol." Dedi Kenan amca ama Melih'in sakin olmak gibi bir niyeti yoktu. Bağırdıkça bağırıyordu. "Yürü..!" dedi koluma yapışarak "Evimize gidiyoruz." Beni arabaya doğru çekiştirmeye başladı. Birsen teyze ve Kenan amca ne kadar engel olmaya çalışsa da Melih beni arabaya bindirip Birsen teyzelerin evinden uzaklaştı. "Nereye gittin?" Cevap vermedim, ağlamamak için kendimi sıkıyordum. "Cevap ver Ahu! Şöyle sessiz durma benim asabımı bozma ulan!" elini sertçe direksiyona vurdu. "Öldüm, öldüm dirildim! Aklım çıktı ulan! Benden gittin zannettim!" Bir kez daha direksiyona vurdu. "Seni kaybettim sandım. Ben seni sonsuza kadar kaybettim sandım!" Zor tuttuğum gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladığında Melih arabanın hızını arttırdı. Durmadan küfür ederek son gazla bizi eve getirdi. Arabadan inip direkt eve doğru ilerledim. Ardı ardına zile bastım Sevgi Hanım kapıyı açtığında onun şaşkın bakışları ve Melih'in arkamdan bağırmasını ardımda bırakarak yatak odasına çıktım. Banyoya girip kapıyı kilitledim. Hırsla üzerimdeki kıyafetleri çıkartıp yere attım. Taytımı çıkarttım, tam kilodumu da çıkartacakken, bacaklarımdan dizime doğru ince bir şerit halinde akmış ve kurumuş kan izini gördüğümde aklımı yitirecek gibi oldum. Çıplak bir vaziyette banyo kapısının kilidini açıp "Melih" diye bağırdığımda Melih'in göğsüne çarptım. "Ne oldu?" diye sordu Melih. Ağlayarak bacağımı gösterdim. "Kanamam olmuş Melih. Hiç fark etmedim ya bebeğimize bir şey olduysa?" Melih gösterdiğim yere baktı ve kan izini görmesiyle yüzünün rengi değişti. "Sakin ol." Diyerek beni kucakladığı gibi yatağa oturttu. Giyinme odasına girdi elinde tuttuğu tek parça bir elbiseyle yanıma geldi. "Hemen hastaneye gidiyoruz." Elbiseyi başımdan geçirip üzerimi düzeltti ve beni kucağına aldı. "Yolda Özlem Hanımı arayacağım. Sana da bebeğimize de hiçbir şey olmayacak!" Melih'in omzuna sıkı sıkıya tutunurken, "Korkuyorum." Diyebildim. "Korkma yavrum." Melih seri bir şekilde merdivenleri indikten sonra beni arabaya taşıdı ve gaza yüklenerek son hızla beni hastaneye yetiştirmeye çalıştı. *** Melih iki saat süren yolu bir saatten daha az bir zamanda bitirip hastaneye getirdi beni. Bu süre içinde Özlem Hanımı da aramıştı. Hastaneye vardığımızda Özlem Hanım bizi karşılamış ve hemen beni muayeneye almıştı. Ben durmadan ağlıyordum ve Melih'te elimi sıkı sıkıya tutarak beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Özlem Hanım benim susmayacağımı anladığında "Ahu Hanım bebeğiniz gayet iyi. Bakın şimdi kalp atışlarını dinleteceğim size." Demesine ve dinletmesine rağmen benim ağlamam durulmamıştı. Özlem Hanım en son çare olarak "Ahu Hanım şu an bebeğinizin cinsiyetini görüyorum. Eğer ağlamayı bırakmazsanız size bunu söylemeyeceğim." Dediğinde, birden duruldum ve başımı monitöre çevirdim. "Cinsiyeti görünüyor mu?" "Evet..." Nefesimi tutmuş bir şekilde beklerken Melih'in elimi tutuşu sıklaştı. O da benim kadar heyecanlanmıştı. Melih "Özlem Hanım" dedi ve oldukça kibar bir şekilde "Bebeğimizin cinsiyetini öğrenmek istiyoruz." Özlem Hanım gülümsedi ve bakışlarını Melih ile benim yüzümde gezdirdi. "Tebrik ederim. Güzeller güzeli bir kızınız olacak." dedi. Ben bu kez mutluluktan ağlarken, Melih "Kızımız mı olacak dediniz?" diye sordu. Özlem Hanım başını olumlu anlamda sallayıp "Kızınız olacak." Diye tekrarladı. Melih, gözünden akan bir damla yaşı saklama gereği duymadan dudaklarını alnıma bastırdı. Sonra elimi bırakıp dizlerinin üzerine çöktü ve iki eliyle karnımı tuttu. "Kızım..." dedi uzun uzun karnımı okşadı. "Sol yanıma hoş geldin güzel kızım." BÖLÜM SONU
|
0% |