@esranurozer
|

Zakkum: Güneşimi Kaybettim "Ahu Hanım, size daha önce de söylemiştim. Bünyeniz çok zayıf ve güçsüzsünüz. Kendinize dikkat etmezseniz, üzgünüm ama bebeğinizi kaybedersiniz." Özlem Hanım konuştukça Melih elimde ki baskısını arttırıyordu. "Stresten uzak duracaksınız. Kendinizi hırpalamayacaksınız ve olur olmadık şeylere üzülüp ağlamayacaksınız." "Özlem Hanım" dedim araya girerek "Melih gibi bir kocam olduğu için stresten uzak durmam mümkün değil. Zira kendisi nerede stres nerede tehlike beni oraya sürüklüyor." Melih, bakışlarını bana çevirip "Ahu..." dedi tıslayarak. Umursamadım. Özlem Hanımda benim gibi umursamayarak konuşmaya devam etti. "Ahu Hanım, bakın tekrar söylüyorum kendinize dikkat etmeniz gerekiyor. Bebeğiniz size öyle sıkı sıkıya tutunmuş ki her seferinde sizinle kalıyor. Ama ne yazık ki böyle fevrice yaşamaya devam ederseniz, kanamanız tekrardan olur ve siz o zaman bebeğinizi kaybedebilirsiniz." "Bir daha kanamam tekrarlanırsa bebeğim düşer mi yani?" titrek sesle sorduğum soru, Melih'in sert soluklarına karıştı. "Bunun için ne yazık ki net bir şey söyleyemeyeceğim." Önündeki dosyada gözlerini gezdirdi. "Kanamanızın şiddetine göre tabii ki de bebeği kaybedebiliriz. Ya da bebeğin Fiziksel veya zihinsel gelişimini etkileyen bir hasar ile karşılaşabiliriz." Melih ile aynı anda ardı ardına yutkunduk. "Bu yüzden her şeyi bebeğinizden beklememelisiniz. O zaten size sıkı sıkıya tutunmuş, siz de lütfen üzerinize düşeni yapın. Stresten ve sizi olumsuz etkileyen şeylerden uzak durun." Dosyadan bir sayfa çevirdi. "Ayrıca, hamileliğiniz öyle kolay geçeceğe benzemiyor. Bel ağrılarınız hamilelik sonlanana kadar devam edeceğe benziyor. Bunun için korkmanıza gerek yok. Genelde hamilelikte bel ağrıları olur. Bunun için size birkaç tavsiyede bulunacağım." Gözlerini dosyadan çekip bana baktı. "Elinizden geldikçe yürüyüş yapın. Eğer gece bel ağrınız olursa, yan yatarak dizlerinizi kendinize çekin ve karnınızı bir yastıkla destekleyin. Plates yapabilirsiniz ve belinize masaj yaptırabilirsiniz. Bunlar sizi rahatlatacaktır." Melih "Özlem Hanım" diye seslendi ve ekledi. "Peki, bu durum yolculuk yapmasını etkiler mi?" Şimdi bu konuyla benim yolculuk yapmamın ne alakası vardı? Melih'in sorduğu sorudan dolayı yüzüne gözlerimi bayarak baktım. Tam bu esnada Özlem Hanım Melih'in sorusunu yanıtladı. "Temkinli olduktan sonra yolculuk yapmasında, bir sakınca görmüyorum." Sonra bakışları beni buldu. "Ahu Hanım sizin için bir ay sonraya randevu yazıyorum." Gülümsedi. "Umarım randevu tarihinden önce sizinle burada karşılaşmayız." Dedi. Ben de gülümseyip elimi karnımın üzerine koydum. "İnşallah" dedim. Özlem Hanım vitaminlerden oluşan bir reçete yazıp bize uzatınca, Melih reçeteyi alarak ayağa kalktı. Elimi tuttuğu için onunla birlikte ben de kalkmak zorunda kaldım. Özlem Hanıma "Teşekkür edip, kolay gelsin" dileklerimizi ilettikten sonra hastaneden ayrıldık. Arabanın yanına gidene kadar Melih'in elinin içinde olan elimi, arabanın yanına vardığımızda çektim. Melih ters ters bana baksa da ona aldırış etmeden arabanın kapısının açılmasını bekledim. Melih otomatik kilit ile kapıyı açınca vakit kaybetmeden arabanın içine geçip oturdum ve emniyet kemerimi taktım. Hemen şoför koltuğuna Melih'te geçip emniyet kemerini takarak arabayı çalıştırarak hastanenin önünden uzaklaştı. "Ne zamana kadar böyle davranacaksın Ahu?" "Canım ne zaman isterse o zamana kadar!" Melih yoldan bakışlarını çekip bana baktı. "Ölürüm senin canına yavrum." dedi. Eğer böyle konuşarak benim yumuşayacağımı düşünüyorsa çok yanılıyordu. Melih'e cevap verme tenezzülünde bulunmadım ve başımı yanımdaki cama çevirdim. Melih "Ahu..." diye seslendi ve ben cevap vermediğim için "Güzelim... Yavrum... Güzel karım." Diye eklemeler yaptı. Benden bir yanıt alamayacağını anlayarak elini karnıma doğru uzatıp karnımı okşadı. "Ahu" dedi bir kez daha ve ekledi. "Bak hatamı kabul ediyorum. Suçluyum, hayvanlık yaptım seni oraya götürmemem gerekiyordu. Ben sadece intikamımdan vazgeçtiğimi sen de gör, duy istedim." "Bunun için çok yanlış bir zamanlama ve çok yanlış bir yer seçtin Melih." "Farkındayım! Yapmamam gereken bir şey yaptım. Ben sadece—" sözünü kestim. "Sen sadece maske takarak kendini ölü gösteren dayına meydan okumak istedin ve bunun için hamile karının hayatını tehlikeye attın!" Melih sinirle "Ahu..!" diye bağırdı. "Böyle sikik bir şey düşünmeyeceğimi biliyorsun! Evet, kabul ediyorum seni oraya götürdüm. Götürmemem gerekiyordu götürdüm. Bu sikik beynim bunu düşünemedi. Hata ettim! Ama sen de benim ilk hatamda benim gelmişimi geçmişimi sikiyorsun. Kendini benden uzaklaştırıyorsun Ahu!" gözlerini yoldan çekip bana baktı. "Bak ben senin bu soğuk davranışlarını kaldıramıyorum. Ölüm gibi geliyor bana." Melih'in etrafı kızaran ela gözlerinin en içine baktım. O gözlerini kısa bir an benden çekip yolu kontrol etti ve tekrar gözlerime bakınca "Abime babasını öldürdüğünü söyledin mi?" diye sordum ve Melih'in yüzü sinirle gerildi. "Şimdi konumuz bu mu Ahu? Amına koyduğumun yerinde Tunç'a Cevdet'i öldürdüğümü söyleyip söylemediğim mi?" "Evet." Dedim baskılı bir tonda. "Tam da bu! Tekrar soruyorum abime babasını öldürdüğünü söyledin mi?" "Söylemedim!" elini sertçe direksiyona vurdu. "Sikerim Cevdet'i!" "Bağırmadan konuş benimle!" diye çıkıştım. Melih, çattığı kaşlarının altından bana bakarak sertçe soludu. "Sen de beni bağırttırma Ahu!" arabanın hızını arttırdı. "Sanki başka derdimiz yokmuş gibi şerefini siktiğim Cevdet'in ölümünü dert ediyorsun ve beni delirtiyorsun Ahu! Hay ben böyle derdin ta amına koyayım!" Melih'in öfkeli hali beni de git gide öfkelendiriyordu. Her iki lafından birine küfrü sıkıştırması beni daha da hırçınlaştırıyordu. Bedenimi yan bir şekilde Melih'e dönüp gözlerimi kısarak yüzüne baktım. "Şu haline bir bak ya?" dedim ve cıkcıklayarak konuşmama devam ettim. "Daha hastaneden çıkalı yarım saat bile olmadı ama sen yine öfkelisin, yine küfürler savuruyorsun. Hayır, sen böyle davrandıkça ben nasıl stresten uzak durabilirim ki? Beni strese sürükleyen kişi sensin zaten." "Ahu—" "Söyle ben senden nasıl uzak durabilirim? Yanından gitmeme izin vermiyorsun. Yanında kaldıkça da bana zarar veriyorsun!" Melih sıkıntılı nefesler verdi ve arabanın içinde ki hava ona yetmemiş gibi temiz hava alma ihtiyacı duyarak camını indirdi. "Özür dilerim..." dedi sakince "Daha dikkatli olmaya çalışacağım. Elimden geldikçe bu siktiğim öfkemi dizginlemeye çalışacağım." "Kızımın yanında küfür edip durma!" dedim kelimelerin üstüne bastıra bastıra. Melih yolda olan bakışlarını saniyelik bir zaman diliminde yoldan çekip karnıma baktı. Dudakları varla yok arası kıvrıldı. "İstem dışı gerçekleşiyor. Ben de kızımın yanında küfür etmekten pek hoşlanmıyorum." "Etme o zaman." "Yavrum?" bir eliyle direksiyonu tuttu diğer elini saçlarıma uzatıp okşadı. "Sorunlarımızı çözelim." dedi. Saçlarımı Melih'in ellerinden kurtardım ve tek omzumdan aşağıya sarkıttım. "Ben sorun falan çözmek istemiyorum. Rahat bırak beni. Konuşma benimle!" Melih'in öfkeli solukları arttı, hızlı kullandığı arabanın hızını biraz daha arttırdı. Ağzının içinden sürekli homurdandı durdu. Bu homurtulara arabanın korna sesi de karıştı. Yine öfkelenmişti ama bu kez bana yansıtmamak için nefret ettiği trafikten öfkesini çıkartıyordu. Önümüzde ilerleyen arabayı hızla geçerek onunla aynı hizaya geldi ve camını iyice indirerek başını camdan dışarıya çıkarttı. "İndir lan o camı!" diye arabanın içinde ki adama bağırdı. Adam camı indirip "Bir sorun mu var?" diye sormaya kalmadan Melih kükremeye başladı. "Bu soruyu soran dilini sikeyim oruspu çocuğu! Sana ehliyeti hangi amına koyduğumun evladı verdi lan? Araba kullanmayı bilmiyorsan trafiğe çıkma sokuk piç!" "Melih..!" inler gibi adını söyledim. Arabayı kullanan adam Melih'le laf dalaşına girmek yerine camını kapatıp, hızını yavaşlattı. Böylelikle bizim gerimizde kalmış, Melih'in küfürlerinden kurtulmuştu. Melih'te camını kapatarak hala adamın arkasından küfretmeye devam etti. Melih'in ne davranışları değişirdi ne de huyları. Melih yontulması güç bir adamdı. Sinirlenince gözü hiçbir şeyi görmüyor, yaralı bir aslan gibi sağa sola saldırıyordu. Melih'in öfkesi kendineydi. Melih'in öfkesi benim ondan bu denli uzak durmamaydı. Yol ayağımızın altından akıp giderken başımı geriye yaslayarak gözlerimi kapattım. Eve gidene kadar Melih'le konuşmayı düşünmüyordum. *** Eve geldiğimizde, yine tek başıma hızlı hızlı yatak odasına çıkmış ve kendimi banyoya atmıştım. Saatler önce almak istediğim duşumu almış ve beni odada bekleyen Melih'i umursamadan üzerimi giyindikten sonra annemin odasına giderek annemle uyumuştum. Kaç saat uyuduğumu bilmiyordum ama gözlerimi araladığımda annem yanımda yoktu ve oda zifiri karanlıktı. Uyku bana öyle güzel gelmişti ki kendimi hem bedenen hem de ruhen dinlenmiş hissediyordum. Saatin kaç olduğunu öğrenmek için yatağın başucundaki saate baktığımda, saatin sabaha karşı dört olduğunu görmemle şaşırdım kaldım. Neredeyse gün boyunca uyumuş, günü böyle tamamlamıştım. Yatakta hafifçe doğruldum gözlerimi etrafta anemin nerede olduğunu bulmak ister gibi gezdirdim. İçimden acaba ben rahat uyuyayım diye mi odadan gittiğini düşünürken, odanın kapısı yavaşça açıldı ve annem içeriye girdi. Annem "Ahu ne oldu? Neden uyandın kızım?" diyerek yanıma adımladı ve yatağın boş kısmına oturdu. "Ağrın mı var yoksa?" "Yok..." dedim "Sadece öyle uyandım. Sen neredeydin anne?" "Su içmeye indim kızım." Dizlerinin üzerinde sürünerek yanımdaki boşluğa uzandı. "İyisin değil mi annem? Neredeyse deliksiz uyudun." "İyiyim" diyerek yatakta kayarak annemin göğsüne başımı koydum. "Uyumak iyi geldi. Hem bana hem de kızıma." "Ne..?" annemin şaşkınca verdiği tepki beni gülümsetti. "Cinsiyeti mi öğrendiniz? Ay güzeller güzeli bir kızımız mı olacak?" "Evet, anne kızımız olacak." Annem bir eliyle saçlarımı okşuyor, diğeriyle karnımı okşuyordu. "Hayırlısıyla dünyaya gelir inşallah." Dedi ve bir süre daha saçlarımı okşadı. İkimizde sessizdik ve ikimizde uykusuz. Bir süre daha saçlarımı okşan annem "Ahu..." diye seslendi ve aldığı derin nefesi geri verdikten sonra konuşmayı sürdürdü. "Akşam Melih seni sizin odaya götürmek istedi ama ben izin vermedim Ahu. Biliyor musun ben ilk kez Melih'in bana bakarken gözünde nefret görmedim. Yalvarır gibi çaresizce bakıyordu bana. Söylemeye utanıyorum ama Melih'in gözlerinde bana karşı bir nefret görmemek beni mutlu etti." "Anne—" sözümü kesti. "Bir şey söylemene gerek yok kızım. Ben her şeyin farkındayım. Melih ile aranızda oluşan şeylerin de farkındayım. Düzelecek..." saçlarımdan öptü. "Her şey düzelecek ben inanıyorum." Annemin söylediklerine cevap vermedim. Sadece kendimi annemin dokunuşlarına bıraktım. Ben de düzelsin istiyordum. Ne kendi içim de kavga etmek istiyordum ne de Melih'le kavga etmek istiyordum. Melih'i çok seviyordum ama sevgim bu kez kızgınlığımın üstüne çıkamıyordu. *** Sabah uyandığımda Melih evde yoktu. Annemle birlikte güzelce kahvaltı yapmıştık ve sonra ben önce Birsen teyzeyi arayıp kızımızın olacağını haber vermiştim. Daha sonra da kızları arayıp söylemiştim. Herkes güzel dileklerini söylemiş, sevinçten havalara uçmuşlardı. En çok sevinen ise Birsen teyze olmuştu. Bana kaybettiği çocuğunun kız olduğunu hissettiğini ve ilk torununun kız olmasına çok sevindiğini söylemişti. Birsen teyzenin bu sevinci içimi burkarken, Fikret Yıldırım'a binlerce kez lanet okumuştum. Her şey onun yüzündendi. Bütün hayatlar onun yüzünden kararmıştı. Evimde ki huzursuzluğun sebebi oydu. Annemin gözlerindeki korkunun tek sebebi oydu. Sevgi Hanım ise bu hafta ful izinliydi. Bir akrabası fındık toplarken, ayağını kırdığı için onun yanına memleketi Trabzon'a gitmişti. Benim yatak odamda annemle birlikte oturuyorduk. Ben makyaj masamdaki çekmeceyi düzenlerken, annemde hemen yatakta oturmuş benimle konuşuyordu. Birden karşımdaki aynada kendi yansımamla göz göze geldiğimde, gözlerim uzun saçlarıma takıldı. Melih'in uğruna ölürcesine sevdiği saçlarıma takıldı... Ellerimi saçlarıma götürdüğümde, gözlerim doldu ve içime doluşan hisle Melih'in canını acıtmak istedim. Saçlarımı kesip onun canını acıtmak istedim. Bu his öyle içime doldu ki, kendimi engelleyemedim. Ben Melih'in en çok sevdiği saçlarımı elinden almak istedim. Makyaj masasının üstünde duran telefonu elime alarak hiç düşünmeden Berna'yı aradım. İlk çalışta açılan telefonla teferruatları geçip direk konuya girdim. "Alo Berna. Hani senin tanıdığın bir kuaför kadın vardı. Onu alıp bize gelir misin?" "Niye, Canan teyzenin saçlarını mı boyatacaksın?" "Hayır, saçlarımı kestireceğim." "Ahu..." dedi annem yataktan kalkarak yanıma geldi. Bu sırada Berna şaşkınlığını atarak "Emin misin?" diye sordu. "Eminim." Dedim ve ekledim. "Hadi ben bekliyorum. Kadını da al gel." Berna tamam dedikten sonra telefonu kapattım. Annem bana ayakta dikilmiş tepeden bakıyordu. "Ahu ne demek saçlarımı kestireceğim?" "Duyduğun gibi işte anne." Çekmecenin içini düzenlemeye devam ettim. "Değişiklik yapmak iyidir." Annem sıkıntıyla soludu. Eliyle çenemi tutup kendinse bakmamı sağladı. "Annem, öfkeyle kalkan zararla oturur. Ne güzel saçların var. Yıllardır uzatıyorsun, birden bire değişiklik yapmaya karar veriyorsun ve bu ilk olarak saçların oluyor." Gözlerimin en içine baktı. "Yapma kızım. Melih'e öfkenden böyle bir şey yapmak istediğini bilecek kadar seni tanıyorum." "Hiç alakası yok." Derken annemin elinden çenemi kurtardım. Aslında çok alakası vardı. Annemin dedikleri a'dan, z'ye kadar doğruydu. Tam da annemin dediği gibi hissediyordum. Saçlarımı kestirecek ve Melih'e olan öfkemi onun canını acıtarak geçmesini sağlayacaktım. Annem Berna'lar gelene kadar bir sürü dil dökmüş ve beni bu kararımdan vazgeçirmeye çalışmıştı. Hatta öyle ki ben duş alırken bile banyonun kapalı kapısının ardından benimle konuşmuştu. Ama hepsi nafileydi ben inat etmiştim bir kere. Kestirecektim saçlarımı. Berna kuaför kadınla bize geldiğinde, hiç vakit kaybetmeden yukarıya yatak odasına çıktık. Kuaför kadın makyaj masamın önündeki sandalyeyi alıp kendine yer ayarlarken, Berna yanıma sokulup "Ay Ahu, Valla çok iyi karar verdin. Yıllardır uzun" gözlerini baydı. "Hatta uzun ne kelime upuzun saçlarla dolaşıyorsun. Bu saç kesimi çok iyi olacak." Dedi. "Berna" dedi annem vurgulu bir ses tonuyla "Fıstık gibi saçları var kızımın, yapma kestirme diyeceğine ne güzel olur diyorsun." Hayıflanır gibi cıkcıkladı. "Çok ayıp. Sana hiç yakıştıramadım." Berna kısa saçlarını eliyle savurdu. "Canan teyze uzun saçta bir yere kadar." Eliyle beni gösterdi. "Bu kızın saçları Rapunzel'in saçlarıyla yarışır. O kadar uzun yani." Annem Berna'ya alttan Altan baktıktan sonra yönünü bana çevirdi ve gözlerimin içine bakarak "Ahu emin misin kızım? Sen şimdi Melih'e öfkelisin diye ne yaptığını bilmiyorsun. Sonra pişman olma kızım." Annemin beni yolumdan döndürme çabalarını hiçe sayarak elimle saçlarımı düzelttim ve "Pişman olmam anne merak etme." Diyerek yatak odasının ortasına kuaförün yerleştirdiği sandalyeye oturdum. "Hadi bir an önce kesime başlayın." Berna kuaför kadınla yanıma doğru ilerleyip "Saçının rengini de değiştirmek ister misin Ahu?" diye sordu ve ekledi. "Şöyle benim saçlarım gibi sarıya boyatalım saçlarını. Sana çok yakışır." "Yok, ben boya istemiyorum." Elimi karnımın üstüne koydum. "Hem şimdi boyada kimyasal vardır. Kızıma zarar vermesin." Berna bana cevap vermek için dudaklarını araladığında annem ondan önce davranarak konuştu. "Bak ne diyeceğim Ahu." benimle göz teması kurdu. "Hamileyken saç kestirmek iyi değil derler." Berna homurdandı. "Kim demiş bunu Canan teyze?" Berna ile annem kendi aralarında tartışma yaparken, ben bakışlarımı tepemde bekleyen kuaföre çevirdim. "Siz kesime başlayın." Upuzun kalçamı komple kapatan saçlarımı tuttum ve önüme doğru sarkıttım. Elimle omzumun az aşağısını gösterdim. "Bu kadar kesmenizi istiyorum." Kuaför kadın başını sallayarak önüme bir örtü taktı. Saçımı iki yandan gösterdiğim yerden bağladı. Elindeki makası ilk sağ tarafta bağlı olan tutama götürüp kesti ve ben kadının elinde gördüğüm oldukça uzun kesilmiş saçlarımla pişman olmuştum bile. Kadın sonra sol taraftaki tutamı da kesti. Kesilen iki tutam saçı boş sandalyenin üzerine koydu. "Gayet sağlıklı saçlarınız var. Bu kesilen saçlarınızı değerlendirebiliriz." Kuaför kadının söylediklerini duymama rağmen cevap vermedim. Kadın tamamen arkama geçip saçlarımın kesimini düzeltmeye başladığında, Berna ve annem de tartışmayı bırakıp yanımıza geldiler. "Ah be kızım nasıl kıydın şu güzelim saçlarına?" Annem kesilmiş saçlarıma bakarken, ben de dalmış gitmiştim. Amacım; Melih'in çok sevdiği saçlarımdan kurtulmak ve ona böyle meydan okumaktı. Ama ben sanki saçlarımı değil de Melih'in saçlarıma dokunan ellerini kesmişim gibi hissediyordum. Yatak odasının kapısı birden açıldı ve Melih içeriye girdi. Benim bakışlarım onun üzerindeyken onun bakışları kesilmiş saçlarımdaydı. Melih bir süre öylece donmuş vaziyette kesilmiş saçlarıma baktı. Bulunduğumuz ortam öyle sessizdi ki ben de dâhil olmak üzere hiç birimizin nefes alış veriş sesleri bile duyulmuyordu. Resmen etrafta sessizlik çanının ucunda ölüm ıslığı çalıyordu. Kuaför kadın elinde makasla öylece duruyor, Berna ile annem bana destek vermek ister gibi omzumdan tutuyorlardı. Melih bakışlarını yavaşça kesilen saçlarımdan çekip gözlerimin içine baktı. Keşke gözleri gözlerimi bulup da bana bakmasaydı. Gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığını ve yıkılmışlığı keşke görmeseydim. Melih'in gözleri gittikçe kararıp, ela irislerine gölge düşürürken sertçe yutkundu. Âdem elmasının sert kavisi öyle bir hareket etti ki, benim de yutkunmamı sağladı. Korkuyordum. Vereceği tepkiden değil bana böyle yıkılmışça bakmayı sürdürmesinden korkuyordum. Melih bana baktı, baktı ve baktı. Ela gözlerinde gördüğüm ölü cesetlerin, hepsinin birer birer benim kahve gözlerime düştüğünü hissettim. Melih bana baktı, benim kalbim acıdı. Melih yutkundu, benim nefesim kesildi. Öylece kapı eşiğinde durdu. Sonra bakışlarını benden çekerek içeriye doğru adımlayıp giyinme odasına girdi. Hiçbir tepki vermeden, tek kelime bile etmeden yanımdan geçip gitti. Gözlerim, benden bağımsız dolmaya başladığında, kalbimin sızısı kendini daha da belli ediyordu. Böyle bir tepki beklemiyordum. Bana bağıracak, çağıracak ben de ona bağıracaktım. Ben ona böyle meydan okuyacaktım. Ama Melih yıkılmıştı ve ilk kez bana karşı sessizliği seçmişti. Bu değildi. Kesinlikle benim istediğim bu değildi. Melih birkaç dakika sonra üzerini değiştirerek giyinme odasından çıktı. Gözlerini gözlerime değdirmemeye dikkat ederek yanıma adımladı ve önümde durdu. Onun başı yere eğik ayakucuna bakıyordu. Ben ise başımı olabildiğince havaya kaldırmış yüzünü görmeye çalışıyordum. "Halletmem gereken işlerim var." Sesindeki rengin değiştiğini hissettim. "Akşam beni bekleme geç gelirim." Dedi ve arkasını bana döndü. Tam bir adım atmıştı ki olduğu yerde durarak kesilen ve sandalyenin üzerinde duran saç tutamlarıma uzanıp aldı. Sıkı sıkıya tuttuğu kesilen saçlarımla odadan çıkıp gitti. Melih'in odadan çıkmasıyla, kendimi serbest bırakıp hıçkıra hıçkıra ağladım. Ne annemin teselli sözleri ne de Berna'nın teselli sözleri beni durdurmadı. Melih'in o hali bir türlü gözlerimin önünden gitmiyordu. Şimdi ben kimi cezalandırmış olmuştum? Melih'i mi yoksa kendimi mi? Öyle böyle derken, sonunda sakinleşmiştim ve kuaför kadın saçlarımın kesimini düzelttikten sonra Berna ile evden ayrılmışlardı. Annem çorba pişirmiş pişirdiği çorbayı birlikte yemiştik. Dakikalar saatleri kovalamış zaman gece yarısını bulmuştu ama hala Melih gelmemişti. Yatağımın içinde sırtımı yatak başlığına yaslayarak sadece gece lambasının aydınlattığı karanlık odada Melih'i bekliyordum. Onun varlığını bu evde hissetmeden uyumayacaktım. Birkaç dakika geçmişti ki merdivenlerden gelen ayak seslerini duydum. Hemen yatakta kayarak kapıya arkamı dönüp yan şekilde uzandım ve uyuyormuşum gibi gözlerimi kapattım. Yatak odasının kapısı yavaşça açıldı ve yine yavaşça kapandı. Melih'in karanfil kokusuna bulaşan alkol kokusu burnuma dolduğunda, yüzümü buruşturmamak için kendimi zor durdurdum. Melih'in adım sesleri bana yaklaşmak yerine giderek uzaklaşıyordu. Birkaç saniye sonra bir kapının açılıp kapandığını duyduğumda, gözlerimi açıp Melih'in nereye gittiğine baktım. Banyoya gitmişti. Rahat bir nefes alıp yatağa tekrar uzandım ve eski pozisyonumu aldım. Melih'te çok geçmeden banyodan çıkmıştı. Bunu banyo kapısını açarken, ıslak karanfil kokusunun odaya yayılmasından anladım ve alkol kokusuna nazaran burnuma daha güzel koktu. Kısa bir süre sonra Melih'in adımları benim olduğum yatağa doğru geldi. Arkamda ki boşluğa geçip yatmak yerine, yatağı dolandı ve benim önüme geldi. Gözlerim hala kapalıydı ama ben bütün hareketlerini hissedebiliyordum. Melih'in eli karnımın üstünü buldu ve usulca okşadı. "Kızım..." diye fısıldadı. "Benim güzel kızım." Dudaklarını karnımın üstüne bastırdı. "Seni çok seviyorum babam. Anneni de çok seviyorum." Yutkundu. "Ama ben annenin saçlarını da çok seviyorum." Ses çıkartmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Özür dilerim babam. Anneni üzdüğüm ve seni tehlikeye attığım için özür dilerim kızım." Melih karnımın üstünü bir kez daha öptükten sonra elini karnımdan çekti. Saniyelik bir zaman diliminde yatağın boş kısmı çöktü. Melih'in bir eli karnımı sararken, diğer eli saçlarımı buldu. Saçlarımı uzun uzun okşadı. Sanki her bir saç telimden af diler gibiydi... Dokunuşları tüy kadar yumuşaktı. Burnunu saçlarıma bastırdı. Saçlarıma dokundu, kokladı, öptü. "Sen benim nefesimsin Ahu. Senden uzak durmaya dayanamıyorum. Senden uzak durduğumda nefessiz kalıyorum." Mırıldandı "Özür dilerim." Sıcak nefesi saçlarımın arasına hapsoluyordu. "Beni böyle cezalandırmak için saçlarını kestirecek kadar seni kırdığım için özür dilerim Ahu..." Kapalı gözlerimden akan bir damla yaş yastığıma düştüğünde, Melih'in son sözleri bunlar olmuştu. Sonra da beni hiçliğe bırakarak uykuya dalmıştı. *** Sabah gözlerimi bel ağrısıyla açtım. Bana sıkı sıkıya sarılarak başını göğsüme gömen Melih'in kollarının arasından çıktım. Melih ağzının içinde homurdanıp yüz üstü yatmaya devam ettiğinde, ben banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Dişlerimi de fırçaladıktan sonra acıkan karnımdan dolayı direk aşağıya inmeye karar verdim. Daha yatak odasının kapısını açmamla burnuma dolan patates kızartmasının kokusuyla dudaklarımı yalayarak merdivenleri indim. Mutfağa indiğimde annemin kahvaltı hazırladığını gördüm. "Günaydın anne." Diyerek ona arkasından sarıldım. Annem ilk önce irkildi sonra gülümseyerek "Günaydın kızım." Diye cevapladı beni. "Kahvaltı hazırlıyorum. Sabah Osman aradı seni telefonunu aşağıda unutmuşsun, Osman'ın aradığını görünce açtım Ahu." tavanın içindeki kızaran patatesleri çıkartıp yenisini koydu. "Kahvaltıya size geleceklermiş, ben de sen yorulma diye kahvaltı hazırlayayım dedim." Annemi yanağından öptüm. "İyi yaptın anne." Annem ile birlikte kahvaltı hazırlamaya devam ettik. Hazırladığımız kahvaltılıkları salona taşıdık. Her şey hazırdı sadece son tava patates kalmıştı. Annem "Ahu ben şu üzerimi bir değişip geleyim kızım. Her yerim kızartma koktu." Başımı sallayarak annemi onayladığımda annem mutfaktan çıktı. Kızaran patatesleri servis tabağına çıkarttığımda, bir kol karnımdan beni sardı. Bu kolun sahibi Melih'ten başkası değildi. Melih başını boynuma gömdü ve kokumu içine çekti. "Günaydın yavrum." "Günaydın" dedim yavan bir ses tonuyla. Melih dudaklarını boynuma bastırdı ve güçlü bir öpücük bıraktı. Sonra dudakları saçlarımı buldu ve saçlarıma da güçlü bir öpücük kondurdu. Melih'i uzaklaştırmak için "Çocuklar kahvaltıya gelecek." Dedim. Melih benden uzaklaşarak çattığı kaşlarının altından "Çocuklar..?" dedi sorar gibi. "Çağlar, Ufuk ve Osman." "Siktirsinler! Niye geliyorlarmış? Gidip başka yerde kahvaltı yapsınlar." Gözlerimi devirdim. "Saçmalama Melih." Elime patates kızartması dolu olan servis tabağını aldım. "Gelmek üzerelerdir. Hem gelsinler ne olacak?" Melih'in yanından geçip mutfağın çıkışına doğru ilerledim. "Misafir onlar." Arkamdan gelen Melih "Ne misafiri ya? Onların misafirlik halimi kalmış. Anasını satayım benden daha çok benim evimde vakit geçiriyorlar." Melih yanıma yetiştiğinde ikimizde aynı anda mutfaktan çıktık. Tam bu esnada kapının zili çaldı. Melih çattığı kaşlarıyla kapıya doğru ilerlerken aynı zamanda da konuşuyordu. "Ne demişler; iti an çomağını hazırla." Kapıyı açtı üç adam kapıda ellerinde pastane poşetleriyle Melih'e sırıtarak koro halinde "Günaydın abi..." dediler. Melih "Aydınlık gün mü bıraktınız lan! Sabah sabah daha kargalar bokunu yemeden ne işiniz var lan benim evimde?" dedi. Çağlar, Melih'in yanından geçti. "Sağ ol abi ya. Biz de çok memnun olduk sabah sabah seni görmekten." "Lan..!" diye tıslayan Melih'i umursamadan Ufuk ve Osman'da içeriye girdi. Ufuk ellerini havaya kaldırarak "Valla abi ben suçsuzum ve mağdurum ondan geldim. Ezgi'nin çok konuşan kuzeni geldi. Valla o evde bir saniye daha kalamazdım. Ben de dedim ki yengem şimdi bize güzel bir kahvaltı hazırlar bizimde karnımız doyar. Ondan geldim yani." Dedi. "Ulan yengen senin hizmetçin mi? Niye senin karnını doyuruyor benim karım?" Melih üç adımı kapı önünde karşısına almış sıkıştırıyordu. Gerçi üç adam da bundan hiç şikâyetçi değildi. Osman yine her zaman ki gibi sessizce dururken Çağlar konuştu. "Abi sen hiç merak etme. Yengenin hazırladıklarını biz yeriz. Karşılığında da sizin için poğaça aldık. Dert etme yani, al gülüm ver gülüm." "Ulan şimdi o gülü senin münasip bir yerlerine sokacağım!" Çağlar, Melih'in sinirlenmesiyle "Ahu yenge..." diyerek bana doğru döndüğünde daha bir adım atmıştı ki olduğu yerde kaldı ve dudaklarından bu kez "Ha siktir!" döküldü. Gözleri kestirdiğim saçlarıma kaydığında "Osman, Ufuk" diye seslendi ve ekledi. "Ben doğru mu görüyorum lan?" Osman ve Ufuk'un gözleri beni bulduğunda ikisinin de yüzü garip bir hal aldı. "Üçümüzde yanlış görmediğimize göre doğru görüyorsun abi." Dedi Osman. Ufuk sessiz kalmayı tercih etti. Çağlar gözlerini benden çekip Melih'e sabitlediğin de "Abi sen dün gece bundan dolayı mı dağınıktın?" Melih, Çağlar'ın sorduğu soruyu duymazdan geldi ve eliyle salonu işaret etti. "Hadi bırak gevezeliği de içeriye geçin. Bir an önce zıkkımlanın sonra da siktir olup gidin." Üç adamda başka bir şey söylemeden salona girip yemek masasına oturdular. Ben çayları doldururken, annemde gelmişti ve biz kahvaltımızı yapmaya başladık. Yemek yerken Melih'lerin konuşmasından, bugün Melih'in işe gitmeyeceğini öğrendim. Yemekler yendikten sonra üç adam işim var diyerek gittiler. Melih kendini çalışma odasına kapattı. Annemle ortalığı toparladıktan sonra annem de odasına çıktı. Ben de artan bel ağrıma iyi geleceğini umut ederek duş almaya karar verdim. Duş aldıktan sonra da bel ağrım, iyice kendini belli etmeye başladı ve dayanılmaz bir hal aldı. Rahat etmek için altıma siyah bir şort, üstüme de sadece siyah bir atlet giydim. Saçlarımı kuruttuktan sonra, yatak odasından çıkarak annemin odasına gittim. Belime masaj yapmasını isteyecektim. Annemin odasına girdiğimde annemin içeride değil banyoda olduğunu görmemle, belimi tutarak odadan çıktım. Yatak odasına doğru birkaç adım atmıştım ki Melih çalışma odasından çıktı ve göz göze geldik. Melih'in gözleri yüzümün her zerresin de gezdikten sonra büyük adımlarla yanıma yaklaşıp, elleriyle yüzümü tuttu. "Neyin var senin? Bir yerin mi ağrıyor?" Başımı salladım. "Belim ağrıyor. Anneme masaj yaptırmak için gittim ama duş alıyor." Melih, gözlerimin içine tedirgince baktı. "Ben yapayım beline masajı." Alnımdan öptü. "Rahatlarsın biraz." "Tamam" dedim. Yok diyecek durumda değildim ve gerçekten bu bel ağrısı çok kötü bir şeydi. Melih yüzümdeki ellerini çekti ve kolunu belime destekleyerek beni kendisiyle birlikte yatak odasına ilerletti. Yatak odasına girdiğimizde kapıyı kapattı. Yatağın yanına yaklaştı ve ilk kendisi oturup bacaklarını iki yana açtı. Elini bana uzatıp "Gel yavrum." Dedi. Elini tutarak iki bacağının arasına oturdum. Yüzüm göğsüne gelecek şekilde yan dönmüştüm ve ayaklarımı hafif kırarak kendime çekmiştim. Melih atletimin ucunu parmaklarıyla kavrayıp izin ister gibi gözlerime baktı. Aslında atleti yukarıya sıyırsa yeterdi ama o benim üzerimden tamamen çıkartmak istiyordu. İstediğini ona vererek gözlerimi kapatıp açtım. Melih atleti bedenimden yukarıya doğru sıyırdığında ona yardımcı olmak için kollarımı kaldırdım. Atlet bedenimden ayrıldığında, Melih'in gözleri şişmiş göğüslerime kaydı. Büyükçe yutkunup, iki eliyle saçlarımı göğüslerimden aşağıya sarkıttı. Ama saçlarım her zaman olduğu gibi göğüslerimi kapatmaya yetmedi. Sadece göğüs ucumu kadar uzanıyordu. Melih, gözlerini kapatıp sertçe yutkundu ve saçlarımı göğüslerimin üzerinden çekti. İki göğsümün arasına burnunu yerleştirip derince bir soluk aldı ve öptü. Sonra başımı göğsüne yaslamamı sağladı ve onun elleri belimi bulup yavaşça ovalamaya başladı. Melih'in elleri şifa etkisi görüp belimi rahatlatırken, kulağımın altında atan kalbi de ruhumu rahatlatıyordu. Kucağında, dokunuşlarıyla iyice gevşediğimde Melih konuştu. "İstersen bir plates hocası tutalım. Ya da masaj salonuna yazdırayım seni. Özlem Hanım hamilelik boyunca bu ağrıları hafifletmek için bunları önermişti. İster misin yavrum?" "Olur..." dedim mayışmış, uykulu bir sesle. "Ahu" dedi Melih ve derin bir nefes aldı. Onun aldığı derin nefesten dolayı benim başımda göğsüyle birlikte kalkıp indi. "Bu akşam Mudanya'da ki evimize gidelim mi?" Mayışan bedenim Melih'in söyledikleriyle kendine geldi ve gözlerimi kocaman açarak Melih'in göğsünden kalkıp yüzüne baktım. "Bursa'ya mı gitmek istiyorsun?" "Hıhım" diye mırıldandı. "Tabi sen de istersen?" "İsterim." Gözlerimin içinin parladığına yemin edebilirim. "Çok isterim Melih." Melih gülümsedi. "Anlaştık o zaman akşam yola çıkarız." Başını bana yaklaştırıp dudaklarını dudağıma bastırdı. "Hem sen uyursun, yol boyunca rahat edersin." Başımı sallayıp tekrar Melih'in göğsüne yattım ve kendimi onun şifalı ellerine bıraktım. Belki buradan uzaklaşırsak, kısa bir zaman bile olsa her şey daha güzel olabilirdi. *** Bursa'ya gitmek için gece yarısından sonra yola çıkmıştık. Melih ben rahat edeyim diye belime yaslamak için yastık bile almıştı. Yola çıktığımızda daha yarım saat bile olmadan, ben uyuklamaya başlamıştım bile, Melih'te arabayı yolun kenarını çekmiş, koltuğumu geriye yaslayarak rahat bir şekilde uyumamı sağlamıştı. En on hatırladığım şey buydu sonrası ben de yoktu. Kendimi direkt uykunun kollarına atmıştım. "Ahu..." Çok yakınımdan gelen bu sese bir de yüzümde gezen eller eklenmişti. "Güzelim uyan hadi." Gözlerimi araladığımda tam karşımda Melih'in hayranca bakan gözleriyle karşılaştım. Olduğum yerde gerinirken araba da değil de yumuşacık bir yatakta yattığımı fark ettim. Yavaşça yattığım yerden doğrulmaya çalıştığımda Melih elimden tutarak doğrulmama yardımcı oldu. "Melih" gözlerimi etrafta gezdirdim. Evimizdeydik. "Ne zaman geldik? Beni sen mi taşıdın?" Melih bana başka birinin taşıyacak hali yok der gibi baktı. "Oluyor bir beş saat kadar." Şaşkınca gözlerimi açtım. "Saat kaç?" "Yediyi çeyrek geçiyor." Kaşlarımı çattım. "Eee niye beni bu saatte uyandırdın? Daha sabahın körü!" "Çünkü..." dedi Melih ve üzerimde ki örtüyü çekti. "Yüzmeye gideceğiz." Elini belime koyup bana destek verdi ve yataktan kaldırdı. "Bu saatlerde deniz sakin oluyor. Tabi etrafı da." Gülümsedi. "Kimse gelmeden yüzüp gelelim." "Bir saat sonra da yüzebilirdik." Dediğimde Melih eliyle karnımı okşayıp beni çamaşır dolabına doğru ilerletti. "Olmaz Ahu. Çünkü ben birinin sana bakma ihtimalini bile göze alamam. Cinnet getirmek istemiyorum yavrum." Melih çoktan hazırlandığı için benim üzerimi çıkartmaya başladı. Eline aldığı siyah bir bikiniyi bana giydirmek için dizlerinin üzerine çöktü ve ben de ona yardımcı oldum. Ayağa kalkmadan önce karnımın üstünü öptü. Bikininin de üstünü giydirdikten sonra beni kollarının arasına aldı. "Seni böyle dışarıya çıkartacağıma hala inanamıyorum amına koyayım." Kulağıma doğru fısıldadı. "Birkaç araştırma yaptım. Hamileyken yüzmek hem anneye hem de bebeğe iyi geliyormuş. Zaten Ekim ayındayız. Yaz bitmeden yüz istedim." Melih'e belli etmeden gülümsedim. Bu tarz şeyler hiç Melih'e göre değildi ama sırf kızımız ve benim için kendinden ödün vererek bunu kendi elleriyle yapması açıkçası hoşuma gitmişti. Melih ile el ele evden dışarıya çıkıp çok yakın olan sahile doğru ilerlediğimizde etrafın ne kadar da sessiz olduğunu fark ettim. Sonunda yürüyerek sahile ulaştığımızda koca sahilde hiç kimsenin olmadığını fark ettim. Melih gayet rahat bir şekilde beni denize doğru ilerletti ve ellerimden tutarak, denizin ortalarına gelmemizi sağladı. Ayaklarımı yavaşça hareket ederek yüzerken, bir elimle Melih'in boynunu sarmıştım. Melih ise tek eliyle karnımı tutmuştu ve yüzerken bile beni izliyordu. "Sanırım insanlar bizim gibi kafayı yememişler. Bu yüzden kimseler yok." Melih dudaklarını iki yana kıvırdı. Ela irislerinin parıltısı gözlerimin içine işliyordu. "İşimi garantiye aldım. Saat dokuza kadar sahili kapattım." "Yok, artık!" dedim çığlık çığlığa "Öyle yavrum." Burnumun ucunu parmaklarının arasına alıp sıkıştırdı. "Karımı ve kızımı korumaya çalışıyorum." "Sen hastasın." Dedim ve elimle göğsüne vurdum. "Kıskançlıkta sınır tanımayan hasta bir adamsın. Tedaviye ihtiyacın var." Melih sanki ona iltifat ediyormuşum gibi kahkaha attı. Göğsüne vurduğum elimi tutup dudaklarına götürdü. "Evet hastayım. Ve benim tek ilacım sensin yavrum." Melih'e ne söylesem boştu. Adamın huyu ve yapısı buydu. Kıskançlıklarını törpülemeyi bırak günden güne üzerine katarak büyütüyordu. Melih ile arada gülerek, çokça sinirlenerek ve de bol bol öpücüklere beni boğarak yüzme faslımızı tamamlamıştık. Yüzmek gerçekten de bana iyi gelmişti. Melih'le denizden çıktıktan sonra birlikte duş almış ve sora da Melih beni bir balıkçıya ötürmüştü. Yediğimiz balık öyle nefis öyle güzeldi ki bir ara hiç doymayacağımı düşündüm. Yine o balıkçı da tatlı olarak tahinli helva yemiştik ve onun da tadı muhteşemdi. Eve geldiğimizde, yerken muhteşem hissettiğim yemekler mideme baskı yapmış ve beni kusmaya zorlamıştı. Yediğim içtiğim ne varsa hepsini kusmuştum. Kusmaktan halsiz ve bitkin düştüğüm için Melih beni hastaneye götürmek istemişti ama ben istememiştim. Melih'in bütün ısrarlarına rağmen, uyuyunca geçer diyerek uyumuştum. Uykumu bölen şey ise aşağıdan gelen tıkırtı sesleri oldu. Melih yatakta yoktu ve muhtemelen bu sesleri çıkartan oydu. Artık aşıda ne yapıyorsa sesler yükseldikçe yükseliyordu. Yataktan kalkarak odadan çıktım ve yavaşça merdivenleri indim. Salon ve mutfak birleşik olduğu için sesler büyük ihtimalle mutfak bölümünden geliyordu. Salona doğru ilerledim ve içeriye girdiğimde, gördüklerimle "Melih..." diye çığlık attım. Melih elinde kevgir ile bana döndü ve şaşkınca yüzüme baktı. Mutfak'ta her şey dağılmıştı. Tezgâhın üzeri kaplarla dolmuş, yerlere sebzeler savrulmuştu. Melih'in üstü ve hatta yüzü bile un olmuştu. Ocağın üzerinde kocaman bir tencere vardı ve tencerenin içinden buharlar çıkıyordu. "Allah aşkına buranın hali ne böyle?" diyerek yanına doğru ilerlediğimde Melih sıkıntılı bir şekilde alnını kaşıdı. "Ahu sen niye uyandın?" Dalga geçer gibi güldüm. "Gerçekten Melih konumuz benim niye uyandığım mı?" elimle etrafı gösterdim. "Ya şuranın haline bak! Etraf elli altı olmuş!" Melih yaramazlık yaparken yakalanan çocuk gibi bana boynunu bükerek bakıyordu. "Hımm ben..." dedi duraksadı. Yanına yaklaşarak "Sen ne pişiriyorsun?" diye sordum ve ocağın üstünde kaynayan tencerenin içine baktım. Tencerenin içinde gördüğüm şekilsiz hamurların ne olduğunu Melih'e soracakken Melih benden önce davranıp ne olduklarını söyledi. "Ben sen seviyorsun diye mantı yaptım." Kesinlikle bu tencerenin içindeki hamurların mantıyla yakından uzaktan alakası yoktu. Tencerenin içindeki hamurlara, haşlama börek, hamur bezesi ve daha benzeri şeylerde söylenebilirdi ama mantı denmezdi. Çünkü tencerenin içinde ki mantıların en küçüğü bir yumurta büyüklüğündeydi. Tabii ben içimden geçirdiğim ve düşündüğüm bu şeyleri Melih'e söylemek yerine "Gecenin bu vaktin de mi mantı yapmaya karar verdin?" diye sordum. Melih parmağıyla saçını kaşıdı. "Kendi ellerimle sana en sevdiğin yemeği yapmak istedim. Çünkü..." yutkundu ve ela gözlerini gözlerimin içine sabitledi. "Gece yarısından sonra 14 Ekim oluyor." Anlamayarak gözlerinin içine baktım. "Senin doğum günün. İyi ki doğdun güzel karım." Kilitlenip kaldım. Evet, benim doğum günümdü ve ben bile bunu unutmuşken Melih unutmamıştı. Gözlerim dolduğunda, içimden hamilelik hormonlarından dolayı ağladığımı kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Melih tencerenin içinden çıkarttığı onun mantı diye adlandırdığı hamurları bir kabın içine alıp sıkıntıyla soludu. "Olmadı bunlar. Ben sana sabah yenisini yaparım. Ya da yenisini alırım." Gözümden akan yaşı elimin tersiyle silip Melih'in yanına ilerledim ve tabağı elinden aldım. "Yoğurt var mı?" "Var." Dedi Melih. "Getir o zaman mantımı yemek istiyorum." Melih'in yüzünde mutluluktan oluşan bir gülümseme belirdi. Sonra dudaklarını düzeltti. "Ahu boş ver ya. Şimdi size bir şey olur." "Tadına bakmak istiyorum." Dedim ve ekledim. "Bir lokmacık." Melih başını sallayarak dolaptan yoğurdu alıp getirdi mantının üzerine kaşık yardımıyla yoğurdu koydu. Çekmeceden aldığım çatalla bir tane mantıyı ortadan bölüp ağzıma attım. Melih vereceğim tepkiyi merak ettiği için gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Ama mantı çok kötüydü ve ben mantıyı ağzımın içinde zor çeviriyordum. En sonun da zorla yuttum. "Eline sağlık ama çok kötü." Kocaman gülümsedi. "Çok daha kötülerini yapabilirim." Ben de onun gibi kocaman gülümsedim. "Bundan asla şüphe etmiyorum." Melih beni birden kolları arasına aldı ve sıkıca bana sarıldı. Ben de ona sıkıca sarıldım. Başını boynuma gömdü ve derin derin soluklandı. "Özür dilerim Ahu. Bir daha asla seni tehlikeye atacak bir şey yapmayacağım. Gerekirse öleceğim ama yine de seni tehlikeye atmayacağım. Affet beni. Lütfen..." yalvarır gibi çıkan ses tonu ben de ki bütün duvarları yıktı. "Dayanamıyorum Ahu. Herkesin bana sırt çevirmesine katlanabilirim ama senin bana arkanı dönmene katlanamıyorum." "Melih..." "Çok korkuyorum. Bir gün uyandığımda seni yanımda görmemekten çok korkuyorum. Nefesini nefesimde hissedememekten çok korkuyorum. Kalp atışlarını duyamamaktan çok korkuyorum. Ben..." derken sesindeki acıyı en derinden hissettim. "Seni kaybetmekten çok korkuyorum." Boynumda hissettiğim ıslaklık Melih'in gözyaşıydı ve bu beni bitirdi. Kollarımı Melih'ten ayırıp elimle yüzünü avuçladım. Melih yüzünün üstünde duran elimin üstüne ellerini koyup avuç içime öptü. "İyi ki varsın Ahu.." gülümsedi "Var olduğun için Rabbime minnettarım." Elini eşofmanının cebine sokup içinden bir araba anahtarı çıkarttı ve bana uzattı. "Doğum günü hediyen." Anahtarı aldım. "Bana araba mı aldın?" Başını salladı. "İstanbul'a dönünce asıl sürpriz seni orada bekliyor." "Yaa..." dedim uzata uzata. Ben araba anahtarını incelerken Melih parmaklarıyla saçımı düzeltti ve saçıma bir toka taktı. "Bu da doğum günü hediyen." Başımı kaldırıp Melih'e baktığımda hayranca bana baktığını gördüm. "İlk günkü gibi yine sana çok yakıştı." Elimle taktığı tokayı kontrol ettim ve nasıl bir şey olduğunu görmek için tokayı saçımdan çıkartıp baktım. Bu küçükken kaybettiğim ve uğruna günlerce ağladığım elma şeklinde ki tokamdı. "Ama bu..." alt dudağımı ısırdım. "Bu benim tokam. Senin çekmecende gördüğüm ve sana sorduğumda bana bağırdığın o toka bu." Melih başını salladı. Sonra her şey yavaş yavaş zihnime doluştuğunda "Sen o elma şekerlerini satın alan abisin." Melih'in yüzündeki gülümseme büyüdü. "Evet, o şekerleri alan benim." "Tokamı da almışsın. Nasıl aldın? Ben günlerce ağladım tokamı kaybettim diye." "Gözün elma şekerinden başka bir şey görmüyordu yavrum. Aldığımı fark etmedin bile." Burnumu çeke çeke ağlıyordum. Melih beni arkamdan sarıp ellerini karnımın üzerine koydu. Böylelikle hem bana sarılıyor hem de kızımıza sarılıyordu. "Kızım..." dedi karnımı okşayarak "Bu tokayı aslında sana verecektim ama annenin kesilen saçlarına uğur getirsin diye takmak istedim." bende elimi karnımın üstüne koydum. "Beni anlıyorsun değil mi kızım? Hem baban senin güzel saçlarına takmak için bir sürü toka biriktirdi." Sesli bir şekilde güldüm. Böylelikle Melih'in bu itirafıyla saçlarımdan çıkarttığı tokaların nereye gittiğini öğrenmiş olmuştum. "Seni seviyorum kızım." Diyen Melih'in ardından "Ben de seni seviyorum kızım." Dedim. Tam bu anda bir şey oldu. Melih ile aynı anda kızımızın içimdeki ilk hareketini hissettik. Melih'le göz göze geldiğimizde ikimizde nutkumuz tutulmuş gibi birbirimize bakıyorduk. Bu muhteşem bir şeydi. Melih arkamdan ayrılıp önümde diz çöktü ve elleriyle karnımı tuttu. "Kızım... Ölürüm ben sana." Derken bu kez benim gözlerimden mutluluktan yaşlar akıyordu. İçimde büyüttüğüm kızımın minicik hareketi bu zamana kadar aldığım en güzel doğum günü hediyemdi. Çok güzeldi... Anlatılamayacak kadar çok güzeldi. BÖLÜM SONU Evet, çiçeklerim bir bölümün daha sonuna geldik. Yıldız tuşuna basarak oy vermeyi unutmayın.⭐🌟 Sizleri seviyorum. Sağlıcakla kalın.❤
|
0% |