Yeni Üyelik
61.
Bölüm

58. Bölüm

@esranurozer

                        

Hande Mehan: Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın

Saçlarımı gelişi güzel tepeden topladım. Melih, yere saçılan sebzeleri toplarken, ben de tezgâhın üstünü toparlıyordum. Bunu yapmamın tek sebebi ise hem Melih'e göz kulak olmak, hem de bir an önce ortalığı toparlamasını sağlamaktı.

Çünkü kendisi, yemek yapamadığı gibi ortalığı toparlamada da başarılı değildi. Bunu nasıl başarıyordu bilmiyorum ama toparladığı yerleri kendi elleriyle tekrar dağıtıyordu.

"Ah sikeyim!" Melih'in kükremesiyle başımı ona doğru çevirdim. Melih sinirli bir şekilde elini sallayarak avuç içine üflüyordu. "Elim yandı amına koyayım! Bu tencere neden bu kadar sıcak?"

Adımlarımı yanına doğru attım. "Çünkü" dedim ve hala açık olan ocağı kapattım. "Hala tencerenin altı yanıyor." Eline uzanıp tuttum. "Çok acıyor mu?"

Melih bana iyice yaklaştı ve gözlerimin içine bakarak. "Acıyor, ama sen öpersen geçer." dedi.

Şu an karşımda ki şu haliyle nasıl tatlı nasıl masum durduğundan haberi var mıydı?

Elimin içinde duran büyük elinin avuç içine dudağımı bastırıp öptüğümde, Melih'in derin bir nefes aldığını duydum. Dudaklarımı avuç içinden ayırdığımda göz göze geldik. Melih'in gözlerinin içi hayranca parlıyordu. Boştaki eliyle yüzüme dokundu ve işaret parmağının tersiyle dudağımın kenarını okşadı. Bu hareketiyle dudağım iki yana kıvrıldığında, Melih yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve dudaklarıma kapandı. Dudaklarımı kendi dudaklarının içine çekerek benim onu öpmeme izin vermeden sadece kendisi öptü.

Geri çekildiğinde yüzünde ki serseri bir gülümsemeyle gözlerimin içine baktı. "Dudakların bana şifa." Dedi.

Eridim. Bittim.

"Ahu çok geç oldu. Bırakalım burayı toparlamayı. Yarın temizlik şirketi ile konuşurum gelip mutfağı toparlarlar."

Kaşlarımı çattım. "Olmaz!" gözlerimle mutfağı gösterdim. "Sen dağıttın, sen toplayacaksın!"

"Yavrum..."

"Olmaz dedim Melih. Yaptığın işi yarım bırakmayacaksın. Yemeği yapan ve etrafı dağıtan sensin. Buraları sen toplamalısın." Gözlerimin içine yapma der gibi baktı. Omzumu silktim. "Hadi canım. Hadi kocam. Yaparsın sen. Ben sana güveniyorum."

Melih kabullenerek gözlerini kapatıp açtı. Gözlerini mutfakta gezdirdi. "Tezgâhın üzerini temizleyip bitirmişsin. Yerleri de ben temizlerim, sen yukarıya çık uyu güzelim."

Başımı hayır anlamında salladım.

Melih "Ahu," dedi ve ekledi. "Kaç saattir ayakta bekliyorsun. Belin ağrıyacak şimdi. Git sen ben de buraları toparlayıp geleceğim."

"Yok, ben yorulmadım. Seni bekleyeceğim."

Melih uzun uzun gözlerimin içine baktı ve aniden beni kucaklayıp temiz tezgâhın üstüne oturttu. "Burada bekle o zaman." Diyerek burnumun ucunu öptü. Geri çekilip buzdolabına doğru ilerledi. Buzdolabının kapağını açıp içinden aldığı iki elmayı iyice yıkayıp bir tabağa koydu ve bana uzattı. Gülümseyerek uzattığı elmaları aldım.

"Teşekkür ederim. Zaten ben de acıkmıştım."

Melih ne demek der gibi bir baş işareti yaptı ve yerleri temizlemeye kaldığı yerden devam etti. Ben hapır hupur elmamı yerken, Melih ağzının içinden bizzat kendisi tarafından icat edilmiş küfürler ediyordu.

Melih'in bir saate yakın süren ortalığı toparlama işi sonunda bitmişti ve beni tezgâhtan indirip, birlikte yatak odamıza çıkmıştık. Melih kendini direkt banyoya atınca ben de kendim için dolaptan gecelik seçiyordum.

Elim beyaz tüllü geceliğime gittiğinde, aklımda olmadık düşünceler belirdi. Melih'in kaslı vücudu, büyük elleri, öpücükleri ve beni baştan çıkartan dokunuşları, hepsi bir bir zihnimin en olmadık yerlerine doluştu. Bunları düşünürken, kasıklarımda oluşan tatlı bir sızıyla, alt dudağımı ısırdım.

Kendimi toparlamaya çalışarak, bakışlarımı duvardaki saate çevirdim. Saat gece yarısını çoktan geçmiş, iki bucuk olmuştu. Sonra zihnime buraya geldiğimizde Melih'i baştan çıkartmaya çalışırken, regl olduğum geldi. O zaman yarım kalan işimi şimdi tamamlamak istiyordum. Ben bu gece Melih'le birlikte olmak istiyordum.

Tam bu esnada Melih banyodan çıktı. Elinde ki havluyla saçlarını kurutuyordu. Boynundan göğsüne doğru akan su damlası beni baştan çıkartmak ister gibi aktı, aktı ve en son göbeğinde durdu. Kaslı göbeğinde. Melih ile göz göze geldiğimizde bana göz kırptı. Sertçe yutkunup hızlı adımlarla banyoya girdim.

Hızlı ve kısa bir duş aldım. Vücudumu kurulayıp, krem sürdüm. Saçlarımı da iyice kuruttuktan sonra geceliği üzerime giyindim. Göğüslerim oldukça şiş ve büyük olduğu için gecelikten taşmıştı. Kendimi iyice kontrol ettikten sonra banyoda ki aynaya son kez baktım. Üzerimde beyaz, komple tül ve oldukça sexsi geceliğimle, oldukça komik görünüyordum. Komik ve tombul.

Amacım Melih'in aklını başından almaktı ama bu görüntüm bana bile komik gelmişken, Melih'e ne gelirdi bilmiyorum.

Derin bir nefes alıp ellerimle saçlarımı düzelttim ve kapıyı açarak banyodan çıktım. Melih, üstü çıplak bir şekilde yatakta uzanmış, bir kolunu başının altına yerleştirmişti ve bu sayede gerilen kol kasları gözler önüne serilmişti. Bir dizini kendine çekmiş, diğerini uzatmıştı. O elinde ki telefona pür dikkat bakıyordu. Ben ise ona...

Melih'i kesme işini bırakarak büyükçe yutkundum ve yanına doğru adımladım. Ne kadar sessiz hareket etsem de Melih benim geldiğimi fark ederek elindeki telefonu komodinin üzerine bıraktı. Yatağın yanına geldiğimde, Melih'in bakışları tamamen üzerime döndü, nutku tutulmuş gibi yutkundu. Sanırım bu halim ona komik değil etkileyici gelmişti. Melih, benden etkilenmişti. Yüzümde ki sinsi gülümsemeyle, elimi ona uzattım. Melih elimi tutmasıyla hiç vakit kybetmeden yatağın üzerine çıkıp, kucağına oturdum.

Melih efsunlanmış gibi gözlerini vücudumun her zerresinde gezdirdi. Sonra gözleri gözlerimi bulduğunda "Ahu, yavrum..." dedi inler gibi "Çok güzelsin.
Hoşnutlukla gülümsedim. Beni beğenmesi gururumu okşadı. İki elimin avuç içini çıplak göğsüne yasladım ve usulca okşadım. Bu hamilelik beni tarifi güç bir şekle sokmuştu. Şu an deli gibi bir şehvetle Melih'i istiyordum. "Geçen buraya geldiğimizde yarım kalan bir işimiz vardı." Dedim, buraya geldiğimizde onu baştan çıkartmak isterken regl olduğumu kast ederek konuşmaya devam ettim. "Bu kez bizi durduracak bir engel de yok."

Melih dudaklarını serseri bir tavırla kıvırdı. Bir eliyle belime destek verirken, diğer elinin parmaklarını kullanarak geceliğin askısını aşağıya indirdi. Gözler önüne serilen tek göğsümle "Siktir..!" Parlayan ela gözleri gözlerimi buldu. "Seni yataktan çıkartmamı sağlayacak tek bir engel bile yok..!"

Tam bu esnada Melih'in sözlerine meydan okur gibi kızım karnımın içinde hareket etti. Elimi karnımın üstüne koyup okşadığımda Melih, gözlerini karnıma indirdi. "Ne oldu?" diye sordu.

"Hareket etti." dedim gülümseyerek "Sanırım engel yok demene alındı."

Melih, iki eliyle karnımı tuttu ve yüzünü karnıma doğru yaklaştırdı. "Kızım, sen bana engel değilsin ki babam. Sen benim en kıymetli varlığımsın." Gözleri gözlerimi buldu. " En kıymetli varlığımsınız." Diye cümlesini yeniledi.

Aklımı başımdan alan kelimelerle, içimi titretiyordu. Birden karnımı bırakıp, elini omzumda duran geceliğin askısına uzattı ve askıyı aşağıya indirdi. Şimdi karşısında iki göğsümde çıplak bir şekilde duruyordu. Melih göğüslerimde gözlerini gezdirdi. Büyükçe yutkunduktan sonra burnunu iki göğsümün arasına sokup derince kokumu soludu.

Güçlü kollarıyla beni geriye doğru çekip, kucağından hafifçe kaldırarak yatağa uzanmamı sağladı. İş bilir elleri üzerimde ki geceliği hiç zorlanmadan üzerimden sıyırıp attı. Sonra kendi üzerinde ki eşofmanı da çıkarttı. Gözlerini gözlerimden ayırmadan, heybetli bedeniyle üzerime eğilirken, durmadan yutkunuyor ve adem elması aşağı yukarı hareket ediyordu.

"Yavrum." Diye hırladı. "Aklımı başımdan alıyorsun. Sana dokunmak için deliriyorum."

Dudakları dudaklarıma kapanınca, sanki ben bu anı bekliyormuşum gibi onun sert öpüşlerine sertçe karşılık verdim. Dillerimiz birbirimizin ağzının içinde dans ederken, benim aklım çoktan başımdan gitmişti.

Hazdan dolayı ellerimi uzatıp omuzlarından tuttum ve tırnaklarımı omuzlarına geçirdim. Kendimde değildim. "Melih..." adını inlediğimde dudaklarımızın ayrıldığını anca fark edebilmiştim.

"Yavrum..." boğuk bir sesle konuşan Melih'in ıslak dudakları boynumu buldu. Ve öldürücü bir yavaşlıkla dudakları en aşağılara kaydı. Dudakları göğüslerime tatlı işkencelerini sürdürmeye devam ederken, parmakları bacaklarımın iç kısmını okşuyordu. Dudakları göğüslerimden ayrıldı, parmakları bacaklarımın iç kısmından yukarıya doğru tırmandı.

Melih'in ıslak dudakları yavaşça karnıma indi. Orada fazla oyalanmayarak, aşağıya kaydığında ne yapacağını anlayarak büyükçe yutkundum. Melih'in dudaklarını kadınlığımda hissetmemle, bedenim zangır zangır titredi ve ben birden saçlarını kavradım.

Melih'in dili kadınlığımda olmadık yerlere dokunurken, ben tamamen hayattan soyutlanmıştım. Sürekli adını haykırıyor, sürekli onun adıyla inliyordum. Melih geri çekildiğinde, iki bacağımın arasına girerek gözlerimin en içine baktı. Ela gözleri şehvetten kapkara olmuştu. İki bacağımı iyice ayırıp, bana hiç haber vermeden kendini içime ittiğinde "Ah Melih..." diye inledim.

Melih yavaş ama sertçe içime çarparken hırıltılı bir sesle konuştu. "Islaklığın başımı döndürüyor."

Başım dönüyor, nefesim kesiliyordu. Melih, bedenlerimizi birleştirip, bizi hazzın en tepesine çıkartırken, ben sadece omuzlarına tırnaklarımı geçiriyor, adını sayıklıyordum. Bütün kontrol ondaydı.

"Ahu..." kesik kesik nefeslerinin arasında hızını arttırdı. "Gördüğüm en güzel şeysin. Benimsin. Sadece benim." İçimden çıktı ve sertçe içime girdiğinde çığlığımı dudaklarıma kapanarak engelledi.

Melih dudaklarımı serbest bıraktığında, erkeksi hırıltısı kulaklarıma doldu. Kalbim şiddetini artırmış, hızla çarpıyordu. Ben artık sona geldiğimde titremeye başlamıştım ki Melih "Ah siktir! Sen geliyorsun." Diye inledi.

Melih'in içime sertçe çarpmasıyla kendimi boşlukta süzülüyormuşum gibi hissettim ve kadınlığımdan süzülen yoğun ıslaklık onun erkekliğini sarmaladı. Melih içimde gel gitlerini sürdürürken "Harikasın! Eşsizsin!" göğsünden yükselen boğuk sesiyle haykırdı.

Kendini içime sert bir şekilde itti ve iyice kadınlığıma gömüldüğünde, dudaklarının arasından hırıldayarak içimden çıkıp kendini bacaklarıma bıraktı. İkimiz de nefes nefese birbirimize bakıyorduk. Melih düzene sokmaya çalışan nefesiyle üzerime eğildi ve beni kolları arasına alarak alnımdan öptü.

Ağırlığını üzerime vermeden başını göğsüme yasladı ve derince bir soluk aldı. "Ölüyorum sana. Bitiyorum. Sen benim elimi ayağı dolaştıran, beni benden alan tek insansın. Mükemmelsin." İki göğsümün arasını öptü.

"Sen benim Ahumsun." Gülümsedi. "Melih'in Ahu'su..."

***

Akşam geç yatmama ve yorgun olmama rağmen sabah erkenden uyandım. Uyanmamın tek sebebi ise sabahın köründe canımın İskender çekmesi, hem de Hasan abinin yaptığı iskenderden.

Normal olarak Melih hala yatıyordu ve ben yaklaşık on dakikadır. Melih'i uyandırıp uyandırmamak arasında kalmıştım. Önce Melih uyanana kadar beklemeyi düşünsem de aradan geçen beş dakikadan sonra Melih'in top atsan da uyanmayacağını fark ettiğimde daha fazla beklemeyerek onu uyandırmaya karar verdim.

"Melih..."

Ses yok.

"Melih, hayatım."

Yine ses yok.

Elimle Melih'in kolunu tuttum sallayarak "Melih!" diye yüksek sesle bağırmamla, Melih yerinde sıçrayarak yatakta doğruldu ve uyku sersemi "Ahu ne oldu? Bir yerin mi ağrıyor?" diye telaşla sordu. Üzerinde ki örtüyü kaldırıp yatakta tamamen doğruldu ve gözlerini hasar tespiti yapar gibi üzerimde gezdirdi.

Böyle yapınca da mahcup oldum. Ben onu telaşlandırmak istemedim ki hiç?

"Şey..." dedim uzatarak "Bir yerim ağrımıyor. Sadece seni uyandırmaya çalışıyordum."

"Böyle mi uyandırıyorsun?" kaşlarını çatarak sorduğu soruya cevap vermemi beklemeden tekrar konuştu. "Aklım çıktı kızım. Bir şey oldu sandım."

Omzumu silktim.

Melih bana gözlerini devirerek tekrar yatağa sırt üstü uzandı. Elini benim koluma uzatıp beni de kendine çekti. "Yavrum sabahın kör vaktinde kulağımın dibinde bağıracağına, uyuyup dinlensene, gece o kadar yoruldun."

Melih'in yaptığı imayla elimle göğsüne vurdum. "Uyuyamıyorum. Gözlerimin önünden bir türlü gitmiyor. Böyle buram buram mis gibi kokusu burnumda tütüyor."

"Ne..?" Melih'in verdiği tepki buydu.

"Canım İskender çekiyor. Hem de Hasan abinin yaptığından."

"Bu saatte mi?"

Bu adam benimle neden soru şeklinde konuşuyordu?

"Evet," dedim ve ekledim. "Hadi kalk gidelim zaten on dakikadır senin uyanmanı bekliyorum. Daha fazla bekleyemem. Beni Hasan abinin iskenderiyle kavuştur." Melih'in göğsünden kalkıp yüzüne baktığımda bana tuhaf tuhaf bakıyordu.

En sonunda "Sen ciddisin!" diyebildi.

Başımı salladım.

Melih bana uzunca baktıktan sonra yatakta doğruldu ve "Tamam, hazırlan hadi sabahın yedisinde İskender yemeye gidelim."

Sevinçle ellerimi birbirine vurup, kollarımı Melih'in boynuna sardım. Yanağından sulu bir şekilde öptüm. "Hasan abinin yanına gidene kadar saat sekiz olur." Diyerek yataktan kalktım ve çamaşır dolabının önüne ilerledim.

"Aman ne kadar geç bir saat." Diyen Melih'in homurdanmasını duysam da duymazlıktan geldim.

Dolabı açıp içinden rahat etmek için tek parça turuncu, dizimin üstünde, düşük kollu, önünde boydan boya düğme olan elbisemi giydim. Ben saçlarımı tarayıp, bir tutamını arkamda dün Melih'in verdiği elmalı tokayla tutturduğumda, Melih'te üzerini giymişti. Gömleğinin kollarını kıvıran Melih'e göz ucuyla bakıp, makyajımı yapmaya başladım. Yüzüme krem sürdükten sonra, güneş koruyucumu da sürdüm. Dudağımı hafif renklendirdim. Makyaj masamın üstünde duran beyaz çantamı da alıp ayağa kalktım.

Melih, kapının önünde telefonuyla uğraşıyordu. Yanına doğru adımladığımda, telefonu cebine koyup beni kollarının arasına alarak sarıldı. "Hazır mısın?"

"Hıhı hazırım."

Melih kollarını benden ayırıp elimden tuttu ve biz birlikte evden çıkıp arabaya binerek Hasan abinin mekânına doğru yola koyulduk.

Melih yolda hasan abiyi arayıp geleceğimizi ve benim İskender yemek istediğimi söylemişti. Hasan abi başta şaşırıp "Sabah sabah ne iskenderi oğlum, size güzel bir kahvaltı hazırlatayım" diye söylenmiş, Melih ona benim hamile olduğumu ve canımın çektiğini söylediğinde ise heyecanla "Yapma ya. Niye baştan söylemiyorsun oğlum." Diyerek telefonu Melih'in suratına kapatmıştı.

Melih bu duruma sinirlense de kendini tutmuş, sanki çok radyo dinliyormuş gibi Hasan abiye saydırır gibi çekmeyen radyoya saydırıp durmuştu. Bu halleri inanılmaz komikti.

Sonunda Hasan abinin mekânına geldiğimizde Hasan abi bizi neşeyle karşılamıştı. Kapı önünde yaptığımız kısa sohbetten sonra içeriye geçmiş ve Hasan abinin kendi elleriyle hazırladığı İskenderlerimizi yemek için beklemiştik.

Önümde ki dumanı üstünde bol tereyağlı ve soslu iskenderden üçüncü çatalımı alıp ağzıma attım ve hızlı hızlı çiğneyip yuttum. Çatalımı ete bir kez daha batırdığımda Hasan abinin konuşmasıyla gözlerim Hasan abiyi buldu.

"Bu kızı ilk gördüğümde de üzerinde turuncu elbise vardı. Şimdi kocaman olmuş, bir de anne olacak ve üzerinde yine turuncu bir elbise var."

Melih dudaklarını iki yana kıvırıp başını usulca salladı. "Ve hala o zaman olduğu gibi aç." dedi.

Hasan abi göbeğini hoplata hoplata bir kahkaha attı. "Bazı şeyler değişmez evlat. Ta o zamandan belliydi." Kaşıyla beni işaret etti. "Hatırlıyor musun iki tane elmalı şekeri nasıl midesine indirmişti. Oysaki o zamanlar sadece dokuz yaşındaydı."

Konu oldukça dikkatimi çekmişti. Hem iskenderimi yiyor, hem de onları dinliyordum.

"Hiç sorma Hasan abi" dedi Melih dudaklarındaki tebessümü koruyarak "Ahu'nun elma aşkı bana olan aşkıyla yarışır derecede."

"Hiçte bile..." diyerek omuzlarımı silktim. Sonra Hasan abiye döndüm ve gözlerinin içine baktım. "Seni şimdi hatırladım Hasan abi. Elma şekeri satıyordun."

Hasan abi başını sallayıp, Melih'e baktı. Melih'te başını hafifçe sallayınca, gözleri beni buldu. "Bu var ya." Dedi işaret parmağıyla Melih'i göstererek "Beni seyyar satıcı yaptı. Küçücük bir kızın peşine saldı." Masanın üstünden bana doğru eğildi ve sır verir gibi konuştu. "Ama aramızda kalsın bu şerefsiz sayesinde burayı açtım. Çok para verdi. Aklımı çeldi."

Sesli güldüm.

"Melih benim çocukluğuma kadar her şeyi biliyor ama ben onunla ilgili birkaç şey haricinde hiçbir şey bilmiyorum." Dediğimde Hasan abi ve Melih birbirlerine baktılar. Hasan abinin dudakları bilmiş bir vaziyette kıvrıldığında, Melih, eliyle alnını sıvazladı.

"Bak şimdi Ahu bu Melih var ya." Dedi yine Melih'i işaret ederek. "Daha yeni yetme delikanlıyken, ta İstanbul'dan seni görmeye gelirdi. Gün boyunca seni gizli gizli izler sonra da akşam benim küçük dükkânıma gelir içerdik." Hasan abinin gözleri parlıyordu. "İçtiğimiz iki duble rakıdan sonra ne yapardık biliyor musun?"

Ne yapardınız der gibi heyecanlı bir şekilde gözlerinin içine baktım. Hasan abi oturduğu yerden kalktı ve birkaç masa ilerde şarjda olan telefonunu alarak tekrar yanımıza geldi. Telefonda bir şeyler yaptı ve müzik sesi duyuldu.

"İşte bunu yapardık." Dedi ve Melih'in omzunu erkekçe sıktı. "Hadi Melih'im eski günlerde ki gibi." Der demez sanki Melih bunu bekliyormuş gibi boğazını temizleyip Hasan abiyle şarkıya eşlik etmeye hazırlandı. Ve şarkı başladı ikisi birden şarkıya eşlik etmeye başladılar.

Bir kızıl goncaya benzer dudağın
Açılan tek gülüsün bu bağın
Bir kızıl goncaya benzer dudağın
Açılan tek gülüsün bu bağın

Ağzıma götürdüğüm çatal elimde kala kaldı. Gözlerim kocaman açıldı ve kulaklarım isyan eder gibi çınladı. İkisinin de sesi berbattı. Ay berbat ne kelime çok kötüydü. Birde böylesine güzel bir şarkıyla birleşince daha da çekilmez oluyordu.

Kurulur kalplere sevda otağın
Kim bilir hangi gönüldür durağın
Kurulur kalplere sevda otağın
Kim bilir hangi gönüldür durağın

Bu yaşadığım şeyin gerçek olmaması için neleri vermezdim ki? Resmen kulaklarım kanıyordu. Keşke kocamla ilgili şeyleri hiç merak etmeseydim. Onlar kendilerini kaybetmiş gibi şarkıya eşlik ederken, ben bayılmak üzereydim.

Onlar şarkı söylemiyorlardı. Bana işkence çektiriyorlardı. Evet, evet kesinlikle bunun adı işkenceydi.

Geç olmuştu ama bunu bir kez daha fark etmiştim. Kocamın sesi kötüydü, hem de çok kötü. Yalnızken bile banyoda şarkı söylenemeyecek kadar kötü.

***

Bursa'da Melih ile çok güzel vakit geçirmiştik. Birçok yere sırf bana yürüyüş olsun diye yürüyerek gitmiştik. İstanbul'a nazaran Bursa'da el ele özgürce gezmiştik.

Sıradan insanlar gibi...

Sanki Melih bir mafya değil normal sıradan biriydi. Ben de mafya karısı değildim. Oldukça sıradan, yalın ve normal bir aile gibi vakit geçirdik.

Tabii her zaman olduğu gibi güzel şeylerinde bir sonu vardı ve biz de Bursa'da ki tatilimizi sonlandırmıştık. Aslında Melih biraz daha kalabileceğimizi söylemişti ama ben Melih'in benim için hazırladığı sürprizin hazır olduğunu o telefonda konuşurken duyduğum için İstanbul'a dönmek istemiştim. Ee tabii bir de annemi özlemiştim.

Yola çıkalı neredeyse yarım saati geçmişti. Ben ise şimdi annemle telefonda konuşuyordum, Melih ise sessizce arabayı kullanıyordu.

"Dikkatli gelin kızım." Diyen anneme "Tamam," diyerek cevap verdikten sonra telefonu kapattım. Telefonu çantama koyacakken, telefonum çaldı ve arayan Birsen teyzeydi. Melih kim der gibi bana bir bakış attığında, telefon ekranını ona döndürmüş ve vakit kaybetmeden telefonu açmıştım.

"Efendim anne."

"Ahu, nasılsın?" diye şen sesiyle konuştu Birsen teyze.

"İyiyim anne sen nasılsın?"

"Ben de iyiyim kızım. Seni çok tutmayacağım. Ne zaman dönüyorsunuz?" dedi hızlı hızlı konuşarak.

"Bugün dönüyoruz. Yoldayız hatta." Dediğimde "Hah iyi iyi." Dedi Birsen teyze ve ekledi. "Ahu ben seni şey için aradım. Şimdi yeni bir hırka modeli öğrendim. Seninde çok hoşuna gidecek, böyle elma deseni olacak hırkada. Ama ben karar veremedim. Elmalar, yeşil mi olsun kırmızı mı?"

"Ya anne" dedim mahcup bir sesle "Ne gerek vardı. Yorma hiç kendini."

"Ne yorması kızım? Ben torunuma yaptığım hiçbir şeyden yorulmam. Söyle hadi hangi renk olsun elmalar?"

"Kırmızı olsun." Derken, Melih'in elini karnımın üstünde hissettim. Karnımı okşuyordu.

Birsen teyze ile biraz daha konuştuktan sonra telefonu kapattık. Melih ise hala karnımı okşuyordu. Elleri karnımın üzerinde daireler çiziyor, sonra birkaç saniye duruyordu. Ve tekrar daire çizerek karnımı okşuyordu. Sanırım yapmak istediği şey kızından bir tepki almaktı. Bu okşayışlar biraz daha sürdükten sonra, kızım babasına daha fazla kayıtsız kalmayarak minicik hareket etti. Melih'in dudakları keyifle kıvrıldı.

"İşte benim güzel kızım." Dedi.

Daha şimdiden baba kız arasında bir bağ oluşmuştu bile. Şüphesiz kızım anneci değil tam bir babacı olacaktı.

Normalden daha sakin sürdü yolculuğumuz. Ben bir ara uyudum ve gözlerimi açtığımda İstanbul'a gelmiştik. Hatta kendi evimizin yolundaydık.

Yaklaşık on dakika sonra Melih arabayı cezaevine benzeyen evimizin önünde durdurdu. Evi koruyan üç koruma koşar adım yanımıza geldiler. Melih onlara bir sorun olup olmadığını sordu. Onlarda olmadığını söyleyince kapıyı açmalarını söyledi. Kapı açıldı, Melih arabayı içeriye geçirdiğinde, bahçede birkaç tanımadığım adam gördüm. Tam kim olduklarını Melih'e soracakken, Melih arabayı durdurup kapıyı açarak indi. Ben de hemen onun arkasından indim.

"Melih..?" diye seslendiğimde Tunç'un "Güzelim..." diye bağıran sesini duymamla başımı sesin geldiği yöne çevirdim ve gördüklerimle kala kaldım.

Tunç bahçenin sağ tarafında elinde tuttuğu elma desenli yastıkla yeni yapılmış tek katlı normal boyutta bir binanın önünde duruyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Gözlerim bir Tunç'a bir de arkasında ki binaya kayıyordu.

Melih elimden tutarak beni Tunç'un yanına doğru ilerlettiğinde aynı zamanda da konuştu. "Yaktığım hayallerini, tekrar inşa etmek istedim Ahu." Tunç'a doğru yaklaştık, yaklaştık ve yaklaştık. "İşte sana sürprizim. Bu stüdyo senin yavrum..."

Gözlerim doldu, kulaklarım Melih'in kelimelerini işittikten sonra işlevini yitirmiş gibi uğuldamaya başladı. Bunu hiç beklemiyordum. Melih'in bana stüdyo yaptıracağı aklımın ucundan bile geçmezdi.

Ağlamaklı bir ses tonuyla "Melih..." diye mırıldandım.

Melih elimi bırakıp önüme geçti. İki eliyle yanaklarımı tuttu ve gözlerimin içine baktı. "Geçmişe dönemem Ahu. Sana geçmişini de geri veremem. Yaktığım hayallerini aynı yerden tekrar kuramam ama..." başparmakları yanaklarımı okşadı. "Ama hayallerini başka bir yerde gerçekleştirmen için inşa edebilirim."

Gözümden akan yaşlar onun başparmaklarından kayıp, iri ellerinin içine doğru aktı.

"Bırakacağım. Her şeyi sizin için bırakacağım. Sen hayallerini yaşa diye ben kötü adam olmayı bırakacağım. Zor olacak ama sizin için bunu yapacağım."

Söyledikleri yemin gibiydi.

"Ha bu arada..." dedi yalancı bir kızgınlıkla kaşlarını çatarak "Tek bırakmayacağım bu ev olur." Gülümsedi. "Ben karım ve kızımı anca böyle korunaklı bir evde koruyabilirim. Evimden vazgeçmem haberin olsun."

"Tamam, vazgeçme." Dedim.

"Güldü, güldüm.

Birbirimizin gözlerinin içine aşkla bakarken, pat diye bir ses duyuldu ve bakışlarımız sesin geldiği yöne yani stüdyoya döndü. Mehmet abi elinde ki konfetiyi patlatmıştı.

Mehmet abinin konfetiyi patlatmasıyla binanın içinden Berna, Ezgi, Ufuk, Çağlar ve Osman çıktı. Herkesin gözleri Mehmet abinin üzerine çevrildiğinde "Hoş geldiniz demek için bu şeyi patlattım. Ne bakıyorsunuz hepiniz cins cins?"

Herkes bir ağızdan konuşmaya başlayınca bakışlarım Melih'e kaydı ve onun Mehmet biye gülümseyerek baktığını gördüm. Bir gerçek daha vardı ki Melih'te Mehmet abiye değer veriyordu.

"Ahu..." diyerek Tunç kollarını bana sarmasıyla Melih'in bakışları Mehmet abinin üzerinden çekildi ve yüzü asıldı. "Abisinin güzeli nasılsınız bakalım? Benim küçük yeğenim nasıl?"

Tunç'un sarılışına karşılık verdim. "İyiyiz abi. Sen nasılsın?"

"Ben de iyi-" daha Tunç cümlesini bitiremeden Melih, Tunç'un kollarını benden ayırarak "Sen Ahu'nun iyiyim demesine bakma. O şimdi yol yorgunu sen onu çok darlama şimdi. Az ötede dur." Dedi.

"Ne alaka lan?" diye çıkıştı Tunç "Arabayla geldi. Sanki yol boyunca arabayı sırtında taşımış gibi konuşma!"

Melih Tunç'a cevap vermek yerine benim elimden tutarak stüdyoya doğru yürüttü. "Gel yavrum stüdyonun içine bakalım."

Arkamızda homurdanan bir adet Tunç'u bırakarak stüdyonun önünde bekleyen arkadaşlarımıza sarılmadan, içeriye girdik. Tek katlı kocaman bir yerdi. Eski stüdyoma nazaran daha büyük ve fotoğrafları kolojlamak için yapılan oda haricinde hiçbir oda yoktu. Duvarlar bembeyazdı ve şerit halinde kırmızı, yeşil elma desenli duvar kâğıdıyla kaplıydı. İçi boştu ama buna rağmen çok güzeldi.

"Sen içini kendi istediğin gibi dekore edersin diye eşya almadım." Diyen Melih'le bakışlarımı ona çevirdim. "Ne seversen, ne yapmak istersen yap. Burası artık senin." Bana doğru bir adım attı. "Burada artık bolca kızımızın fotoğraflarını çekersin annesi." Dediğinde kollarımı boynuna sardım. Kulağına doğru fısıldadım. "Teşekkür ederiz babası."

Melih'in bana yaptığı bu sürpriz çok hoşuma gitmişti. Hatta bana araba almasından daha çok sevmiş, beğenmiştim. Melih ile birbirimize sarılma faslımız Berna'nın "İyi ki doğdun Ahu Kılıçaslan." Demesiyle bitti.

Herkes Berna'ya ayak uydurmuş ve alkış çalarak "İyi ki doğdun tezarruatı yapıyorlardı. Berna elinde ki pastayla yanıma yaklaştı. "Biraz geç oldu ama olsun. İyi ki doğdun iki gözümün çiçeği." Dedi.

Mutlulukla gülümsedim.

Tam mumu üfleyecekken, Ezgi "Dilek tut." Diye bağırdı.

Başımı sallayarak gözlerimi kapattım ve içimden "Ailem hep yanımda olsun ve biz sonsuza kadar mutlu olalım." Diye geçirdikten sonra mumları üfledim. Herkes alkışlamaya başlayınca ben de alkışladım.

İlk Melih bana sarılmıştı. Melih kollarını benden ayırdığında, Tunç gelmiş Melih'in sinir olmasına rağmen sıkıca beni sarmış ve elinde ki elma şeklinde ki yastığı bana uzatmıştı. "Doğum günün kutlu olsun kardeşim." Elini cebine soktu ve içinden çıkarttığı kadife bir kutuyu bana uzattı. "Buda benden küçük bir hediye." Dedi.

Kutuyu alıp açtığımda içinden altın, kar tanesi desenli bir kolye çıktı. "Abi..." dedim mahcupça, Tunç alnımdan öperek bana göz kırptı.

Sonra sırayla hediyeler geldi. Ezgi bana çanta almıştı. Berna ise bir ayakkabı almıştı. Mehmet abi yine klasiği bozmamış, bir kuyumcuya gitmiş ve pahalı bir bileklik almıştı.

Son olarak Çağlar, Ufuk ve Osman kalmıştı. Üçü de birbirlerine bakıyorlar ama herhangi bir harekette bulunmuyorlardı. En sonunda Çağlar bir adım atarak öne çıktı ve her zaman olduğu gibi "Yenge" diye seslendi.

"Efendim." Dedim Çağlar tekrar "Yenge" dedi. Şüphesiz ki birkaç kez daha yenge diyecekti.

"Yenge."

"Hay amına koyayım lan! Ne yenge deyip duruyorsun!" diye çıkıştı Ufuk ve bakışlarını bana çevirerek Çağlar'ın kurduğu kelimin aynısını telaffuz etti.

"Yenge."

Herkes ağzının içinde homurdandığında ben onları pür dikkat ve heyecanla bekliyordum.

Ufuk "Bu kez hediyeye ben de dâhil oldum yenge." Diyerek Osman'ı yanına çağırdı. Şimdi üçü de yan yana duruyorlardı. Ve bir dahaki konuşmaları koro şeklinde olacaktı kesin.

Osman cebinden çıkarttığı bir kutuyu bana uzattı. Kutu ne büyüktü ne de küçük. Kuyunun üstündeki kurdaleyi açarken, Osman "Hayırlı, güzel yaşların olsun." Dedi. Tebessüm ettim.

Kurdeleyi tamamen çözdüm ve kutunun kapağını açtım. Kutunun içinden büyük bir kapı anahtarı çıktı. Anahtarı elime alıp kutudan çıkarttığımda, kutunun altında dörde katlanmış bir kâğıt gördüm.

Anahtarı havada sallayarak "Bu ne?" diye sordum.

"O şey..." dedi Ufuk.

Melih yanıma gelerek anahtarı aladı ve "Ney!" dedi baskın bir sesle.

"Anahtar abi görmüyor musun?" diye cevap veren Çağlar'la hepimiz güldük.

Melih dişlerini sıkarak kendine hâkim oldu ve kutunun içinde ki kâğıdı alıp açtı. Başımı kâğıda çevirdiğimde bunun bir tapu olduğunu gördüm. "Yok, artık!" diye şaşkınca konuştum. "Yine mi bana tapulu bir şey aldınız."

"Aslında tam sana aldık sayılmaz yenge!" koluyla Osman ve Ufuk'u dürttü. "Biz yeğenimize aldık. Düşündük ki yeğenimizin adına bir kütüphane olsa ne güzel olur."

"Mümkünse..." dedi Melih "Düşünmeyin oğlum siz!"

Osman gözlüğünü düzelterek "Yenge, kütüphane biraz İstanbul çıkışında, küçük bir mahallede" dedi ve ekledi. "İsmini belirlediğinizde kütüphanenin adına yeğenimizin adını veririz." Bakışları Melih'i buldu. "Abi hem öyle büyük bir yer değil. Mahallenin çocuklarının kullandığı küçük ve faydalı bir yer. Ahu yengenin seveceğini düşündüğümüz için aldık."

"Evet." Dedi Ufuk.

"Aynen." Dedi Çağlar.

Melih bir şey söylemek için ağzını açtığında ben ondan önce davranarak konuştum. "Teşekkür ederim amcaları çok beğendik." Üçlü rahat bir nefes alıp güldüklerinde ben de onlara gülümsedim.

Kesinlikle çok beğenmiştim. Hediye konusunda bu üçlünün üstüne yoktu.

***

Zaman hızla akıp gidiyordu ve bebeğimde karnımla birlikte büyüyordu. Doğum günümün üzerinden bir ay geçmişti ve ben bir hafta sonra tam altı aylık hamile olmuş olacaktım. Bugünde Özlem Hanımın yanına gitmiş ve bebeğimizi görmüştük. Her şey şimdilik güzel gidiyordu. Tabii bel ağrılarını saymazsak.

Bebeğimin hareketlerini günden güne daha da sık hissetmeye başlamıştım.

Bu bir ay stüdyomla uğraşmış içini dayayıp döşemiştim. Melih'in bana aldığı arabayla Birsen teyzelere bile gitmiştim. Melih dışarıya çıkmama engel koymuyordu ama tek başıma da çıkamıyordum. Mesela ben araba kullanırken, kızlardan biri benimle geliyor ve arkamızda da korumalar oluyordu.

Melih biz evden çıkmadan önce Mehmet abileri aramış ve bize gelmelerini söylemişti. Bugün bizim evde çalışacaklardı. Melih arabayı bizim evin yoluna soktuğunda telefonu çaldı. Aramayı yanıtlayıp telefonun sesini dışarıya verdi.

"Söyle Çağlar."

"Abi çabuk gelmen lazım."

"Ne oldu?" diye sordu Melih kaşları çatılmıştı.

"Abi "Fikret Yıldırım evi bastı!"

Melih "Siktir!" diyerek telefonu kapattı ve gaza yüklendi.

Benim ise ellerim terlemiş, kalbim hızla atmaya başlamıştı. Fikret Yıldırım'ın böyle bir hamle yapmasını hiç beklemiyordum. Sonra birden aklıma annemin gelmesiyle "Melih annem." Dedim dehşetle.

Melih gözlerini yoldan ayırarak bana baktı. "Sakin ol Ahu. Dayımın içeriye girmesi mümkün değil. En fazla kapının önündedir." Dedi.

Ama bu beni rahatlatmaya yetmedi.

Melih iyice arabanın hızını arttırdı ve yaklaşık on dakika sonra evin önünde yedi tane araba ve yine yedi tane motor görüş açımıza girdi. Ben stres ve korkudan sık nefes alırken, Melih seğiren çenesiyle arabayı evin önüne kadar sürdü. Motorların ve arabaların önünden geçip evin önünde birbirlerine silah doğrultan adamların yanında durduk.

Melih kemerini açıp arabadan indi. İnerken de "Arabada bekle." Demeyi ihmal etmedi. Zaten arabadan inme gibi bir niyetim yoktu ama Melih ile dayısının karşılaşmasını da deli gibi merak ediyordum.

Melih sert adımlar atarken "Fikret Yıldırım!" diye bağırdı.

Arkası bize dönük olan adam yavaşça önünü döndüğünde Melih'in sert adımları durdu. Fikret Yıldırım maskesiz bir şekilde Melih'in karşısında duruyordu. Gözleri Melih'e şefkat ve özlemle bakıyordu ama Melih için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi. Elleri yumruk olmuş bir vaziyette dayısına bakıyordu.

Fikret Yıldırım "Aslanım..." dediğinde Melih bir saniye bile düşünmeden belinden çıkarttığı silahı dayısına doğrulttu. Melih'in silahı doğrultmasıyla kapının önünde yan yana olan Mehmet abi, Çağlar, Ufuk ve Osman'da silahlarını Fikret Yıldırım'a doğrultular. Melih'in korumaları maskeli adamlara, maskeli adamlarda onlara silah doğrultmuştu.

Kalbim ağzımda atıyordu sanki. Korkuyordum. Fikret Yıldırım'ın yapacaklarından ve Melih'in yapacaklarından dolayı korkuyordum.

"Sakın bana böyle seslenme!" diye kükredi Melih.

Fikret Yıldırım sarsıldı ama çabuk toparlayarak "Neden? Sen benim aslanımsın!"

"Ben senin hiçbir şeyin değilim! Şimdi siktir git evimden!"

Fikret Yıldırım gözlerini kapatıp açtığında, gözleri beni buldu. "Ahu..." diye seslendiğinde, sanki benim yanıma gelecekmiş gibi ellerimle yüzümü sakladım."

"Seni sikerim lan! Çek gözlerini karımın üstünden. Bir daha da adını ağzına alma!"

Fikret Yıldırım başını usulca salladı. "Onu ne kadar sevdiğinin farkındayım. Ona zarar gelecek diye deli gibi korktuğunun da farkındayım aslanım. Ama..." duraksadı. "O benim umurumda bile değil. Benim tek umurumda olan sensin!" Melih'e bir adım attı. "Ve sen hiç onaylamadığım şeyler yapıyorsun aslanım!"

Melih, dalga geçer gibi güldü. "Senin onayın sikimde bile değil! Şimdi siktir git buradan!"

"Gideceğim elbette." Elini cebine koyup meydan okur gibi bakışlarını Mehmet abiye çevirdi. "Mehmet..!" dedi üstüne basa basa "İki gün sonra beyaz masayla yapacağınız toplantıyı iptal etsin."

"Başka(!)?" dedi Melih.

"Bu toplantı olmayacak Melih. Sen beyaz masadan ayrılmayacaksın! O masanın başı sensin. Bu ayrılığa sessiz kalmam." Gözlerini etrafta gezdirip en son benim gözlerimde durdu. "Ve bana Canan'ı vereceksin!"

Gözlerim kocaman açıldı. Korku bütün bedenimi tesiri altına almış gibi titrediğimde, ne yapacağımı şaşırdım.

"Ben..." dedi Melih üstüne basa basa "Ne toplantıyı iptal ettireceğim ne de Canan Hanımı sana vereceğim!"

"Yapma aslanım. Beni tanımıyorsun. Ben senin o masadan ayrılmana izin vermem. Sen bu masaya otur diye ölü olarak yaşadım. Şimdi de sen o masadan kalkma diye tekrar dirilirim."

"Sikeyim lan senin şerefsizce planlarını!" diye bağırdı Mehmet abi. "Hepimizin hayatını sikip attın. Yıllarca senin intikamını almak için yemediğimiz bok, girmediğimiz pislik kalmadı!" Mehmet abinin yüzünün rengi değişti. "Bu sikik planlarını da al uzak dur binden. Ben sana bir baba feda ettim. Kardeşimi de feda edemem!"

Fikret Yıldırım bakışlarını Mehmet abiye çevirdi. Oldukça rahat bir şekilde elini havaya kaldırıp arkasında duran bir arabayı işaret etti. "Mehmet, bana feda ettiklerin ne kaybolur ne de ölür." Arabanın kapısı açıldı ve elinde bastonla, kır saçlı, altmışlı yaşların ortasında bir adam arabadan indi. "Baban feda ettiğin gibi duruyor Mehmet."

Mehmet abinin silah tutan eli titremeye başladı ve gözleri adamda kilitli kaldı. Dudakları aralanıp "Baba..." diye bağırdı acı çeker gibi.

Yaşlı adam gür bir sesle "Oğlum!" dedi ama Mehmet abiye doğru ilerlemedi. Mehmet abiye baktı, baktı ve baktı. Sonra arabanın içine girip kapıyı kapattı.

Yıllarca çektiği boşluğu ve özlemi bir oğluma sığdırdı. Sarılma gereği bile duymadan o kapıyı Mehmet abinin suratına kapattı.

Hepimiz, Çağlar, Ufuk, Osman, ben ve hatta Melih bile bu duruma şaşkınca baktık.

"Biz karşı karşıya değil yan yana gelmeliyiz Melih." Dedi Fikret Yıldırım ve ekledi. "Canan'ı alıp gideceğim. Sen de beyaz masada kalacaksın!"

"Siktir git!"

"Son sözün bu mu aslanım?"

"Amına koyarım senin! Siktir git evimden lan!"

Fikret Yıldırım uzunca Melih'e baktı. Sonra sır verir gibi fısıldadı.

"Bu kararına pişman olacaksın aslanım! Seni gerçek Fikret Yıldırımla tanıştıracağım! Canan'ı bana kendi ellerinle getireceksin."

Fikret Yıldırım'ın son sözleri bunlar olmuştu. Sonra arabasına binmiş ve gitmişti. Bizi bir hiçliğe bırakarak gitmişti. Kalbimize korku salarak gitmişti.

Fikret Yıldırım kötülüğünü evimize bomba misali bırakıp gitmişti.

***

Sabah gözlerimi huzursuzca açmıştım. Yanımda Melih'te yoktu. Sanırım son iki gündür yaptığı gibi koşuya gitmişti. Bu koşuyu sinirini atmak için yaptığını biliyordum. Dayısından sonra bir türlü kendine gelememişti. Bugün Melih'in beyaz masada toplantısı vardı ve dayısına rağmen toplantıyı iptal etmemişti.

Yataktan yavaşça kalktım. Benim huzursuzluğumu hissetmiş gibi sürekli hareket edip duran kızımı sakinleştirmek için karnımı okşadım. Banyoya doğru attığım bir adımla evin kapısı alacaklı gibi çalınmaya başladı. Hem zile basılıyor hem kapı yumruklanıyordu.

Sabah sabah kimin gelmiş olabileceğini düşünmeye ve kapıya doğru ilerlemeye kalmadan kapı açılmış hemen ardından Birsen teyzenin çığlık atar gibi "Ahu..(!)" diyen sesi duyulmuştu.

Birsen teyzenin sesiyle iyice telaşlanmış kapıya doğru yürürken, bütün evi inleten ve ayaklarımı olduğu yere çivileyen bağırmasıyla kala kaldım."

"Nerede o katil annen Ahu?"

BÖLÜM SONU

🍎🍏

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın canlarım.❤️

Loading...
0%