Yeni Üyelik
62.
Bölüm

59. Bölüm

@esranurozer

                   

                    

 

Bölüm Şarkıları= Ayna: Anlatmalıymış Meğer
Hakan Altun: Nefesimsin
Ender Balkır: Bedenimde Değil Ruhumda Sızı
Zeynel Vardık & Kenan Vardık: Tabip Sen Elleme Yaramı

"Nerede o katil annen Ahu?"

Birsen teyzenin feryadı andıran sesi bütün kemiklerimi uyuşturdu. Öğrenmişti. Annem ile ilgili sakladığımız bu gerçeği öğrenmişti.

Karnımın içinde sürekli hareket eden kızımı elimle sıvazlayarak sakinleştirmeye çalıştım. Ben korkup stres yaptıkça kızımda hissederek huysuzlaşıyordu.

Elim ayağım zangır zangır titrerken, komodinin üzerinden telefonumu alıp Melih'i aradım. Kulağıma yerleştirdiğim telefonla hızlı adımlarla yatak odasından çıktığım an annemle karşı karıya geldik. Aşağıda Birsen teyze sürekli "Nerede o katil annen Ahu?" deyip duruyordu. Annem korku dolu gözlerle gözlerimin içine bakıyordu. Tam bu esna da Melih teflonu açtı.

"Güzelim." Nefes nefeseydi.

"Melih Birsen teyze buraya geldi annemi öğrenmiş çabuk gel!"

"Ne(!)?" bu sırada Birsen teyze bir kez daha bağırdı. Melih oldukça soğuk bir sesle. "Geliyorum sakın odadan çıkma!" diyerek telefonu kapattı.

Sevgi Hanımın "Birsen Hanımım sakin olun!" dediğini duydum. Ve hemen arkasından Kenan amcanın "Evet Birsen sakin ol. Gel otur şöyle." Diyen sesi duyuldu. Ama Birsen teyze sakin olmak şöyle dursun çığlık çığlığa bağırıyordu.

Karşımda duran annemin gözlerinde gördüğüm korku, beni daha da telaşlandırıyordu. Sanki beynim durmuştu ve ben düzgün düşünemiyordum. Tamamen içgüdüsel olarak bir elimle karnımı tutup, diğer elimle annemin elini tutarak onun odasına doğru çekiştirdim. Annem, bana karşı koymadan kendi odasının önüne kadar gelmemizi sağladı. Odanın kapısını açıp annemi içeriye çektim ve karnımdaki elimi de çekip annemin elinden tuttum.

Gözlerinin içine güven verircesine baktım. "Sakın bu odadan çıkma anne." dedim.

Annem başını iki yana salladı ve gözlerinden akan yaşların yanaklarını ıslatmasına izin verdi. "Ahu, kızım. Birsen'in karşısına çıkmam lazım. Onun derdi benim. Bizim yüzleşmemiz lazım." dedi.

"Olmaz anne. Birsen teyze şimdi çok sinirli, ben Melih gelene kadar onu sakinleştireceğim. Melih geldikten sonra sakince yüzleşirsiniz."

Annem boğazından kaçan hıçkırığı elini ağzına kapatarak saklamaya çalıştı.

"Ahu kızım—"

"Anne Lütfen" diyerek sözünü kestim. "Birsen teyze çok anlayışlı biri. Eminim ki ben onunla konuşunca sakinleşecek ve seni de anlayacak."

"Hiçbir şey bilmiyorsun kızım. Sen Birsen'i hiç tanımıyorsun. O Fikret'in kardeşi! Bu olayları dediğin gibi anlayışla karşılamayacaktır."

Annemin elini güven vermek ister gibi sıktım. "Birsen teyzeden bahsediyoruz anne." Gülümsemeye çalıştım. Evet, Birsen teyzeden bahsediyorduk. Ne olabilirdi ki? En fazla bağırıp çağırır, öfkesinden dolayı kırıcı konuşurdu. O Birsen teyzeydi yani, kalbi yumuşacık bir insan. Fikret Yıldırım'ın kardeşi olması onu kötü biri yapmazdı.

"Lütfen burada kal anne."

Annem beni ne kadar zorlasa da ellerini serbest bırakıp "Gitme Ahu" demesini duymazdan gelerek odasından çıkıp kapıyı kapattım. Adımlarımı merdivenlere doğru attım ve yavaşça merdivenlerden indim.

Merdivenlerin son basamaklarındayken Birsen teyzenin salondan gelen "Bırakın beni!" diye bağırmasını duydum. Adımlarımı salona doğru ilerlettim. Salonun girişinden girdiğimde, Kenan amcanın ve Sevgi Hanımın Birsen teyzeyi kollarından tutarak durdurmaya çalıştıklarını gördüm.

Birsen teyze çırpınarak onların elinden kurtulmaya çalıştığında tam kapı girişine kayan gözleri benimle kesişti ve çırpınışları duruldu. Birsen teyzenin durmasıyla Kenan amca ve Sevgi Hanım, onun nereye baktığını görmek için kapı girişine dönmeleriyle beni gördüler.

Ben ise tıpkı Birsen teyze gibi kimseyi görmüyor, sadece Birsen teyzenin kan çanağına dönen ela gözlerinin içine bakıyordum. Birsen teyzenin şu halini anlatacak olsaydım iki kelime söylerdim.

"Dağılmıştı. Yıkılmıştı."

İçinde bulunduğumuz durumun vahimliğiyle hepimizin arasında düz bir bakışma oluştu.

Etraf öyle sessizleşmişti ki, sessizlikten dolayı insanın kulakları uğuldar mıydı? Benim kulaklarım uğulduyordu.

"Ahu..." dedi Birsen teyze, sesi yorgun, bakışları ölü gibiydi. Bana doğru bir adım atacakken Kenan amca kolundan tutarak "Birsen hayatım." Diyerek onu durdurmaya çalıştı. Ama Birsen teyze Kenan amcaya öyle bir baktı ki, Kenan amca elini Birsen teyzenin kolundan çekti.

Birsen teyze bana doğru yavaş adımlar atarken, ben öylece gözlerinin içine bakarak olduğum yerde yanıma gelmesini bekledim.

Birsen teyze bana yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı...

Tam önümde durduğunda, beyazına kan oturan ela gözlerinden, iki damla yaş süzüldü ve titreyen çenesinin altında son buldu. Ve ben Birsen teyzenin bakışlarında bir şey fark ettim. Çok değişik ve adlandırmaya korktuğum bir şey...

"Nasıl yaptın bunu?" gözlerini yıkılmışça kapattı. "Nasıl yaptınız bunu?"

"Birsen..." Kenan amcanın sesi havada asılı kaldı.

"Beni..." dedi Birsen teyze ve gözlerini açtı. "Beni nasıl kandırdınız? Oğlumu nasıl kandırdınız? Beni abimin katiliyle nasıl aynı ortama soktunuz? Nasıl benim delirmemi sağlayan kadını burnumun dibine getirdiniz?" Gözlerinin içinden alevler fışkırıyordu. "Ya siz nasıl benim bebeğimi kaybetmeme sebep olan kadınla beni akraba yaptınız?" diye haykırdı.

Birsen teyzenin bu haline dayamayarak ağlamaya başladığımda, Kenan amca Birsen teyzenin yanına geldi. Sevgi Hanım ise benim yanıma geldi.

Kenan amca "Birsen sakin ol." Dediğinde Birsen teyze evi inletecek kadar bağırdı. "Kes sesini! Bana sakin ol deyip durma!"

Sevgi Hanım ile aynı anda şaşkına döndük. Birsen teyzeden böylesine bir tavır hiç beklemiyorduk.

Birsen teyzenin bakışları tekrar benim gözlerimi bulduğunda, gözlerinden, gözlerime uzanan lavların yakıcılığını hissediyordum. Bakışları ölümdü. Bakışları beni uçurumun uçuna itiyordu. Birsen teyze, benim tanıdığım Birsen teyze değildi.

"Sürekli yanında oldum. Her koşulda sana destek vermeye çalıştım. Oğlumdan çok seninle ilgilendim. Senin için ağladım, senin için güldüm." Boğazında biriken yumrunun geçmesi için ardı ardına yutkundu. "Karşılığı bu muydu Ahu?"

"Anne ben—" daha cümlem bitmeden Birsen teyzenin elini kaldırıp yanağıma sert bir tokat atması bir oldu. Tokatın etkisiyle yüzüm yana çevrilirken, Sevgi Hanımın tiz çığlığı ve Kenan amcanın Birsen teyzenin adını haykırması birbirine karıştı.

"Bana sakın anne deme!"

Yanağımda ki acı kalbimde hissettiğim acı kadar acıtmıyordu.

"İnsan anne dediği birine böylesine bir kalleşliği nasıl yapar? Sakın... Sakın diyeyim Ahu bana bir daha anne deme!"

Hala yan tarafa dönük olan yüzümü çevirdim. Kasıklarımda hissettiğim hafif sızıyla elimi kasıklarıma bastırdım. Bedenim infilak etmiş gibi titriyor, içim acıyordu.

"Gerçekten çok üzgünüm." Kasıklarımdaki sızı şiddetini artırmış ağrıya dönüşmüştü. "Sakince oturup konuşalım. Bilmediğiniz şeyler var." dedim.

Birsen teyze dalga geçerek kendini kaybetmiş gibi bir kahkaha attı. "Duydunuz mu üzgünmüş..." derken eliyle Kenan amcalara beni gösterdi. "Üzgünmüş, hem de çok üzgünmüş. Ben de buna inandım." Yüzündeki sahte gülümsemeyi sildi. "Sen bana bir baksana! Ben bu saten sonra senin timsah gözyaşlarına, yalan üzüntüne inanır mıyım?"

Ela gözlerinde ki ölümcül ateşle gözlerimin içine baktı ve bana doğru bir adım attı. "Sen bana burada methiye düzmeyi bırak da o sakladığın sürtük katil anneni getir buraya!"

"Yeter artık Birsen!" Kenan amca Birsen teyzenin kolundan tutarak geriye çekiştirdi. Sevgi Hanıma hitaben "Nerede kaldı bunlar?" diye sordu.

Sevgi Hanımın hem nutku tutulmuş hem de telaşlıydı. "Arayıp haber verdim. Geliyoruz dediler Kenan Bey."

Kenan amca sıkıntıyla oflayıp bakışlarını bana çevirdi ve koluma uzanarak tuttu. "Gel kızım, ayakta durma içerde otur. İyi görünmüyorsun." dedi.

Benim Kenan amcaya cevap vermeme fırsat kalmadan Birsen teyze koşar adımlarla mutfağa doğru koştu ve saniyeler içinde elinde bıçakla yanımıza geldi. Hepimiz şok olmuş vaziyette Birsen teyzeye bakarken, Birsen teyze merdivenlere doğru yaptığı hamleyle, Kenan amcanın elinden kurtulup merdivenlerin başında durdum.

Yukarıya çıkacak, anneme zarar verecekti. Gözü dönmüştü ve mantıklı düşünemiyordu.

"Çekil önümden Ahu."

Başımı hayır anlamında salladım. "Gidin evimden." dedim.

Sevgi Hanım ağlamaya başlamış, Kenan amca ise Birsen teyzeyi durdurmaya çalışıyordu. Birsen teyze bütün bu olanlara algılarını kapatmıştı. Tek düşündüğü annemdi. Bu tavırlarının tek sebebi ise öldü sandığı abisinden dolayıydı. Oysaki ne abisi ölmüştü ne de benim annem katildi.

"Benim deli raporum olduğunu biliyorsun değil mi Ahu?" şeytani bir tavırla güldü. Elinde ki bıçağı bana doğrultarak salladı. "Çekil önümden. O kadının canını alacağım!"

Birsen teyzenin tavırları beni korkutuyordu. Sancım çoğaldıkça çoğalıyor, gözyaşlarım durmadan akıyordu. Melih, daha gelmemişti. Sevgi Hanımın arayıp haber verdiği kişiler gelmemişti. Ve ben Birsen teyzeyi daha ne kadar oyalayabilirdim hiç bilmiyordum.

"Ben dışarıdaki korumalara haber vereceğim." Diyerek kapıya doğru koşuşturan Sevgi Hanım, daha kapıya ulaşmadan kapının zili çaldı. Ben rahat bir nefes alırken, Sevgi Hanım kapıyı açtı ve Mehmet abi içeriye girdi.

"Ne oluyor burada?" diye sorduğu soru havada asılı kaldı çünkü o da Birsen teyzeyi elinde bıçakla görmeyi beklemiyordu.

Mehmet abinin keskin gözleri bıçaktan ayrılıp beni bulduğunda kaşları çatıldı. İyi olmadığımın oda farkındaydı. Alnımda biriken terleri elimin tersiyle sildiğimde Mehmet abi. "Birsen teyze ne yapıyorsun?" diye sordu. Sesi baskın ve netti. "Çekil Ahu'nun karşısından!"

"Ben çekilmem Mehmet! Ahu benim karşımdan çekilecek. Ben o kadından hesap soracağım."

Mehmet abi sabır diler gibi bir nefes bıraktı. "Bak Melih yoldaymış, geliyor. Karısına bıçak çektiğini görürse hiç iyi olmaz!"

Birsen teyze sanki Melih'in yeni farkına varmış gibi titremeye başladı ve elindeki bıçağı yere attı. Bedenini Mehmet abiye doğru çevirip işaret parmağını dudağının üstüne serleştirerek sus işareti yaptı. "Şişt sakın Melih bunları duymasın! Sonra çok üzülür. Annesinin iyi biri olduğunu söyle ona. Onu çok sevdiğimi söyle."

Mehmet abi gözlerini kapattığında, Kenan amca ağlamaklı bir ses tonuyla "Birsen hayatım..." diye fısıldadı.

Ne olduğunu anlayamıyordum. Dizlerim titriyor, ayakta zor duruyordum. Kasıklarıma giren sert bir ağrıyla "Ah..!" dedim dişlerimi sıkarak. Mehmet abinin kapalı olan gözleri açıldı ve beni buldu. "Ahu sen iyi misi—" Mehmet abinin sözünü kesen dışarıda patlayan silah sesleri oldu.

Mehmet abi ve Kenan amca silahlarına davranırken, annem "Kızım" diye çığlık atarak merdivenlerden koşarak iniyordu. Kenan amca annemi sağlam bir şekilde görmenin etkisiyle elinden silahını düşürürken, aynı şaşkınlık Birsen teyzede de vardı.

Annem beni kolları arasına alıp sıkıca sardığında, Birsen teyze olduğu yerde titreyerek, kararan gözleriyle anneme bakıyordu.

Birsen teyze "Yalancı..." diye bağırdı. "Hem yalancısın hem de katil!" bize doğru atıldı. Kenan amcayla Sevgi Hanım son anda engel oldu. "Öldüreceğim seni! Ya da önce gözlerinin önünde kızını öldüreceğim. Sonra da seni öldüreceğim!"

Annem "Yapma Allah aşkına Birsen!" dedi yalvarır gibi.

"Kes sesini! Sen katilsin! Abimle birlikteyken, başkasından peydahladığın kızın yüzünden abimin canına kıydın!"

Annem hızla başını iki yana salladı. "Her şeyi anlatacağım. Yeter ki sakinleş!" sertçe yutkundu. "Ahu yukarıya çıksın. Biz baş başa konuşalım!"

Dışarıda silahlar patlıyor, evimiz birileri tarafından kurşunlanıyordu. Kenan amca ve Sevgi Hanım Birsen teyzeyi tutuyor, Mehmet abi ise bir elinde silahı, bir elinde kulağına koyduğu telefonla etrafa küfürler yağdırıyordu.

Ve bütün bunlar olurken, Birsen teyze ile annem saçma ve asla gerçek olmayan bir davayı güdüyorlardı. Gerçekten, bu yaşadığımız durum o kadar saçmaydı ki, anlatmaya kelimeler bulamıyordum.

Birsen teyze annemin gözlerinin içine bir canavara bakar gibi bakarken, silah sesleri de sonunda durmuştu. Mehmet abi, rahat bir nefes alarak dış kapıyı açar açmaz suratına yediği yumrukla yere serildi.

Biz çığlık atarken, Kenan amca Birsen teyzeyi bırakarak yerdeki silahına davranacakken, evin içine maskeli adamlar doluştu ve yine o anlaşılmaz mekanik sesle bir maskeli konuştu. "O silahı almayı aklından bile geçirme!" Kenan amca kal gelmiş gibi olduğu yerde kalakaldı.

Artık dayanılmaz bir hal alan kasık ağrım, korkunun da tetiklemesiyle, nefesimi kesecek dereceye gelmişti ve ben iki büklüm eğilip, iki elimle karnımı tutarak "Ah... Melih..! Neredesin(!)?" diye feryat ettim.

Annem telaşla beni doğrultmaya çalışırken, yirmiye yakın maskeli evin içinde her yeri sardılar. Sevgi Hanım olayın şokuyla bayılırken, Birsen teyze Kenan amcanın yanına gitmiş, kollarının arasına girmişti.

"Ah... Bebeğim." Diye bir kez daha feryat ettiğimde içeriye yüzünde maskesi gözünde siyah gözlüğüyle Fikret Yıldırım girdi.

Bayılıp yere düşmemek için annemin eline tutunduğumda, annem bütün bedenimi ayakta tutmak ister gibi beni sıkıca sarıyordu. Şu an yaşadığım dehşetin adı; korkuydu. İliklerime kadar işleyen korku..!

Beni ayakta zor tutan sancımı unutarak "Anne..." diye zar zor konuştum. "Hemen sen yukarıya çık!"

Annem ağlamasının arasından bana cevap vermeye kalmadan Fikret Yıldırım zor anlaşılan sesiyle konuştu. "Cık, cık anneni neden gönderiyorsun Ahu?"

Annem, Fikret Yıldırımın konuşması biter bitmez sanki hissetmiş gibi bakışlarını benden çekip Fikret Yıldırıma baktı. Fikret Yıldırım gözlüğün arkasına sakladığı gözleriyle annemle karşı karşıya kaldığında, sarsılarak bir adım geriye gitti. Alıp verdiği derin nefeslerinden dolayı göğsü patlayacak bir volkan gibi inip kalkıyordu.

Ortamda delici bir sessizlik oluştu.

Saniyelerin dakikaları kovaladığı bir süre zarfından sonra Melih kapının önünde belirdi ve hemen benim yakınımda olan bir tane adamı silahıyla vurdu. Melih'i görmenin rahatlığıyla derin bir nefes verdiğimde, Çağlar, Ufuk, Osman ve Tunç'ta silahlarıyla içeriye daldılar ve onlarında her biri bir maskeli adamı vurarak öldürdüler.

Birsen teyze bu olanlara ilk kez şahit olduğu için "Oğlum..." diye yakardı.

Melih bakışlarını Birsen teyzeye değdirmeden direkt dayısına baktı. "Sizin belanızı sikerim lan! Siz kim oluyorsunuz da benim evimi basıyorsunuz(!)?" dedi sert sesiyle.

Fikret Yıldırım en sonunda annemden bakışlarını çekip Melih'e baktığında, gayet rahattı. Melih ve adamlarının öldürdüğü beş adamına rağmen, diğer adamlarına bir hamle yapmalarını söylemiyordu.

"Kim olduğumu bildiğin halde bu soruyu sorman çok ironi değil mi..?" bir nefes boşluğu kadar duraksadı ve "Aslanım..." diye cümlesini tamamlar tamamlamaz. Birsen teyzenin dudaklarından "Ne dedi bu adam?" sorusu döküldü.

Melih, Fikret Yıldırımın yaptığı bu imaya sinirlenerek silahını rastgele bir maskeli adama doğrultup bir saniye bile düşünmeden silahı ateşleyerek adamı öldürdü. Silah'ın çıkarttığı sese benim iniltili sesim karıştığında, Tunç ve Melih'in gözleri beni buldu.

İkisi aynı anda "Ahu... "diyerek bana doğru gelmeye çalıştıklarında maskeliler, Tunç'un gelmesine müsaade ederken, Melih'e izin vermeyerek ona silah çektiler. Melih kendisine doğrultulan silahları hiçe sayarak bana doğru bir adım atmasıyla, maskelilerin bir kısmı bana diğer kısmı da Birsen teyzeye silah doğrulttu ve Melih'in adımları olduğu yerde durdu.

"Onların kılına bir zarar gelirse sana ne yapacağımı tahmin bile edemezsin!" Melih'in öfkesi senine yansımıştı.

"Abi indir de indirelim." Diye konuştu Çağlar.

"Aynen abi." Diye destekledi Ufuk.

"Sen ne dersen o abi. Yeter ki emret!" dedi Osman.

Fikret Yıldırım, gözlerini Melih ve üç adamında gezdirirken, Tunç bir eliyle belime destek olup, diğer eliyle saçlarımı yüzümden çekerek gözlerimin içine baktı. "Güzelim iyi misin sen?" diye sordu.

"İyi değilim abi çok sancım var."

"Tamam, sakin ol! Seni şimdi buradan çıkartacağım." Annemin yardımıyla beni doğrultup kucağına almak için kolunu bacaklarımın altından geçirdi. "Buradan çıkıp hastaneye gideceğiz." Diyerek tam beni kucaklayacakken, Fikret Yıldırım zor anlaşılan sesiyle çirkin bir kahkaha attı.

"Yazık sana Tunç Demir." dedi ve ekledi. "Sen ne yüce gönüllü bir adammışsın!" sözleri Tunç'aydı ama Melih'le göz teması kurdu. "Babanı öldüren adamın, karısını ve bebeğini düşünüyorsun. Üstelik aynı kandan olmamana rağmen!" iki elinin avuç içini birbirine vurarak alkış çaldı. "Valla helal olsun!"

Tunç'un bacağımın altındaki kolları kasıldı. Açık kahve gözleri gözlerimin içine baktığında, gözlerimde küçücük bir umut aradı. Bu adamın söylediklerinin yalan olduğuna dair küçücük bir iz.

Tunç aradığı izi gözlerimde bulamayınca önce gözlerini kapattı. Sonra kollarını bacaklarımdan çekti. "Ahu, benim..." dedi duraksayarak "Benim bunu sindirmem gerekiyor." Olduğu yere sere serpe çöktü.

"Abi ah..." elimle karnımı tuttum.

Melih öfkeyle "Neydi şimdi bu yaptığın? Şov mu?" dedi dişlerinin arasından tıslar gibi.

"Yaptığımın ve yapacaklarımın şov olmayacak kadar gerçek olduğunu biliyorsun Melih." Dedi Fikret Yıldırım. "Beni dinlemiyorsun. Beni sikine bile takmıyorsun!"

"Seni sikeme takmadığımı idrak edebilmen ne güzel!"

"Melih..." göğsünden gelen hırıltılı bir sesle adını telaffuz etti. "Eğer beni dinlememeye devam edersen olacaklardan ben sorumlu değilim. Şu dakikadan sonra karar vereceğin her şeyin sebebi sen olacaksın! Senden istediğim çok basit bir şey. Beyaz masayı bırakmayacak ve bana Canan'ı vereceksin!"

"Abi konuşturma bu şerefsizi!" diye bağırdı Çağlar.

Birsen teyze Kenan amcanın kollarının arasından çıkarak, Melih'e doğru konuştu. "Ver oğlum bu katil kadını. Ver ne yapacaksa yapsın!"

Ben ise dayanma gücümü çoktan yitirmiştim. Alnımda sürekli terler birikiyor, sanki kasıklarımı biri kesiyordu. Ağrım bu kadar çok artmıştı. "Melih..." diye haykırdım. "Çok sancım var dayanamıyorum."

Tunç, çöktüğü yerden ayağa kalkarak beni sakinleştirip yardım etmeye çalıştı. Melih ise "Sikeceğim lan şimdi sizi!" diyerek eliyle Çağlar'lara işaret yaptı. Bana ve Birsen teyzeye silah doğrultan maskelileri vurmaya başladılar. Melih maskeli adamları öldürürken, Fikret Yıldırım film izler gibi adamlarının vurulmasını izledi. Bu adam hiçbir duygu barındırmayan korkunç bir caniydi.

Melih, dayısına arkasını dönüp bana doğru bir adım atmıştı ki Fikret Yıldırım. "Melih..!" diye seslendi ve ekledi. "Bunu sen istedin aslanım."

Her şey bu saniyeden sonra gelişti. Fikret Yıldırım ilk önce gözündeki siyah gözlüğü çıkarttı. Daha sonra da yüzündeki maskeyi çıkartıp attı. Yönünü Birsen teyzeye çevirip "Birsen..." dedi dolu dolu.

Birsen teyze yuvalarından çıkacak kadar büyüyen gözlerini Fikret Yıldırım'a dikerek eliyle iki yandan başını sararak "Ahh... Abi..." diye çığlık attı.

Annem dona kalmış, elimi tutan eli bile buz kesmişti. Birçok anlam yüklü fısıltılı bir ses tonuyla "Fikret..." diye adını telaffuz etti.

Hepimiz donmuş kalmıştık. Hiç birimiz Fikret Yıldırımdan böyle bir şey yapacağını beklemiyorduk. Hatta ben öyle şok olmuştum ki sancımı bile unutmuştum.

Birsen teyzenin feryadı andıran çığlıkları salonda yankılanırken, Fikret Yıldırım herkesin gözünün içine tek tek baktı ve en son annemin gözlerinde durdu. Dudağının ucunu şeytani bir tavırla kıvırdı. "Nasılsın küçük kızım..? Sence de hesaplaşma vaktimiz gelmedi mi?" Dedi.

Annem iki kaburgasının arasına sert bir tekme yemiş gibi sarsıldığında ardı ardına yutkunmaya başladı. Gözlerinden akan yaşlar sel olmuştu. Annemi koruma içgüdüsüyle önüne geçtiğimde, Fikret Yıldırım'ın dudağındaki gülümseme büyüdü. Elini havaya kaldırıp arkasındaki adamlara bir işaret yaparak beni gösterdi. "Ahu'yu vurun!" dedi.

Şok oldum. Dehşete düştüm.

Annem "Hayır..!" diye çığlık atarken Melih dayısına silah doğrultup onu omzundan vurdu. Fikret Yıldırım vurulmanın etkisiyle bir adım geriye giderken, Melih tekrar silahı dayısına uzatarak arkasındaki maskelileri tehdit etti. "Aklınızı siktiklerim aklınızdan bile geçirmeyin. Bir dahaki kurşun patronunuzun beynine isabet eder."

Canının acısına rağmen "Senin elinden ölmekten gurur duyarım aslanım." Dedi Fikret Yıldırım ve tükürür gibi konuşmasını sürdürdü. "Melih kafamı bile kopartsa, bugün Canan'ın başkasından peydahladığı bu kızı öldüreceksiniz!"

"Hayır! Hayır!" diyerek önüme geçti annem ve kollarını bana siper ederek Fikret Yıldırımın gözlerinin içine baktı. "Ahu'yu öldürmene müsaade etmeyeceğim!" boğazından kaçan hıçkırığı yuttu. "Ahu başkasının kızı değil." Duraksadı. "Senin kızın. Ahu'nun babası sensin!"

Zaman, bulunduğum yer, gördüklerim, duyduklarım ve hissettiğim her şey bir bir uğultu şeklinde kulağımda çınlarken, bedenim elektrik akımına kapılmış gibi titremeye başladı. Melih'in elinden yere düşerek tiz bir ses çıkartan silahın sesine, kalbini tutarak yere yığılan Fikret Yıldırımın zemine düşen bedenin sesi karıştı. Annem dizlerinin üzerine çökerek hüngür hüngür ağlarken, benim gözlerim Birsen teyzeye kaydı.

Birsen teyze dizlerinin üzerinde yere çökmüş ve eliyle kulaklarını kapatarak, çığlık atıyor ve durmadan olduğu yerde sallanıp duruyordu. Kenan amca onu zapt etmeye çalışsa da başarılı olamıyordu.

Birden bire Birsen teyzenin hareketleri durup bacaklarıma baktığını gördüğümde, yavaşça bakışlarımı bacaklarıma çevirdim ve şerit halinde bacaklarımdan akan kanı görmemle, Birsen teyzenin dizlerinin üzerinde sürünerek yanıma gelmesi bir oldu. Eliyle bacaklarımdan süzülen kanları silmeye çalışıyor aynı anda da ağlayarak konuşuyordu.

"Kenan bir şey yap! Bebeğimiz gidiyor Kenan!"

Melih yanıma gelip beni kucağına almaya çalışırken, Kenan amca da Birsen teyzeyi tutmaya çalışıyordu. Ama Birsen teyze bacaklarımdaki kanı haykırarak silmeye devam etti.

"Çok kan var Kenan, bebeğimizi kaybediyoruz! Abim gitti bebeğim gitmesin Kenan. Ah yalvarırım benden gitmesin bebeğim!"

Melih, en sonunda beni kucağına aldı. Etrafımızdaki herkes bir şeyler söyledi. Melih kulağıma bir şeyler fısıldadı. Hiç birini ne duyabildim ne de anlayabildim. Acı bile hissetmiyordum. Uyuşmuştum. Tek duyduğum ses Birsen teyzenin haykırışlarıydı. Hayır, hayır tek duyduğum, bebeğini kaybeden bir annenin delirirken son feryadıydı.

Gözlerim kapanıp karanlığın kollarına teslim olurken yine en son duyduğum şey Birsen teyzenin. "Bebeğim gözlerimin önünde içimden kayıp gitti. Ben bebeğimi kaybettim." Diyen sesi oldu.

Sonrası karanlıktı, sonrası yoktu.

***

Kendimi bildim bileli her gece aynı duayı ettim. Küçükken, annemle mevlitlere gider, orada okunan Kuran'dan sonra yine aynı duayı ederdim. Namaz kılmayı bile duam kabul olsun diye öğrendim. Dilimden düşmeyen tek duam "Allah'ım benimde babam olsun." olurdu.

Belki de karşılık bekledim diye duam hiçbir zaman kabul olmadı.

Belki de ben günahkâr bir insanım ve bu yüzden babam bir cani çıktı.

Hatım boyunca hep belkilerim oldu ve ben hep belkilere sığındım.

Bazen gökyüzündeki bulutlarda, bazen izlediğim bir filmde, dinlediğim bir şarkının sözünde, yolda yürüyen sıradan bir amcada babamı aradım. Güzel hayaller kurup, bu hayalleri kimsenin yıkmasına müsaade etmeden içimde büyüttüm babamı. Adımı bile sırf babam seviyor diye sevdim. Yıllarca, babam ile ilgili sayısız şey düşündüm. Sayısız hayal kurdum. Ama hiçbir hayalimde Fikret Yıldırım yoktu.

Bazı yalanlar asla ortaya çıkmamalıydı. Fikret Yıldırım'da bu yalanlardan biriydi.

Kendimi sahibinin elinden kaçırdığı ve rüzgâra kapılarak yolunu kaybeden bir uçurtma gibi hissediyordum. Öylesine boşu boşuna havada süzülüyor, ama bir türlü doğru yolu bulamıyordum. En sonunda çırpınmayı bırakarak kendimi rüzgârın insafına bıraktım. Rüzgâr oradan oraya sürükleyip en sonunda dikenli bir çalılıklara düşürdü uçurtmayı. Çalılıklardaki tikenden dolayı kimsenin almaya cesaret edemediği uçurtma, çürüyüp yok olana kadar orada yalnız kaldı. Dikenlerin acısını hissede hissede yok oldu. Tıpkı benim gibi...

Geçmişin sivri tırnaklarını hissede hissede Melih'in insafına sığındım ve beni kurtarmaya kimsenin gücü yetmediği için ben Melih'le birlikte yok oldum.

Gözlerimi açtığımda, yine ve yeniden bir hastane odasındaydım. Elim refleks olarak karnımı bulmuş ve yaptığım ani hareketten dolayı kolumdaki serum iğnesi kolumu yırtarak çıkmıştı. Ama benim için önemli değildi. Tek düşündüğüm, bebeğimdi. Ve ben elimin altında hissettiğim şişlikle derin bir nefes aldıktan sonra evde öğrendiğim gerçeklerde veremediğim tepkiyi şimdi vererek hıçkıra hıçkıra ağlamış, küçük çaplı ağlama krizi geçirmiştim.

Şimdi ise hemşire serum iğnesinin parçaladığı koluma pansuman yapmış, diğer koluma damar yolu açarak yeni bir serum takıyordu. Annem kapı girişinde duvara sırtını yaslamış ağlıyordu. Melih ise hemen yanı başımdaydı, yüzünün rengi gitmiş, başını yere eğmiş benimle göz teması kurmaktan kaçınıyordu.

İşini bitiren hemşire "Birazdan Özlem Hanım yanınıza gelecek. Geçmiş olsun." Diyerek odadan çıktı. Hemşirenin çıkmasıyla annen bir adım atarak "Ahu, kızım..." dediğinde hiçbir duygu barındırmayan sesimle "Konuşmak istemiyorum!" dedim.

Annem bana baktı, baktı ve baktı. En sonunda başını sallayarak odadan çıktı. Odada Melih ile yalnız kaldığımızda Melih'te arkasını dönüp başı yerde bir şekilde bir-iki adım atmıştı ki elinden tuttum.

"Sen nereye gidiyorsun?"

"Ben..." dedi tarazlı bir sesle "Yani sen konuşmak istemiyorum deyince, benimle de konuşmak istemezsin diye düşündüm."

"Niye böyle düşündün?"

Melih yere eğik olan başını kaldırıp fersiz olan gözleriyle gözlerimin içine baktı. "Bu yaşadıklarında benim de suçum olduğu için." Diye açıklama yaptı.

"Yaşadıklarımız!" diye düzelttim onu.

Melih'in ela gözlerinin etrafında biriken ölü cesetler gözlerindeki ışığa gölge düşürmüştü. Koca bir kalkana benzeyen omuzları çökmüş, Yüzündeki bütün kan çekilmişti. Onu ilk kez böyle yıkık dökük görüyordum. Cevdet Demir'in gerçek babam olmadığını öğrendiğinde bile böyle çökmemiş, böylesine bitmemişti.

Öğrendiğimiz gerçekler, en az benim kadar onu da perişan etmişti. Hayır, kesinlikle Melih benden daha çok yıkılmıştı.

Yaşadığım, yaşadığı ve bize yaşattıklarının hepsi yalandan ibaretti. Ömrümüzü hiç uğruna tüketmemize sebep olan iğrenç bir yalandı. Ve yalanlar gün yüzüne çıktığında, dik duran tek bir baş bile kalmamış hepsi yere eğilmişti.

Melih, odanın sessizliğini yarıp geçen bir şiddetle yutkundu. "Eğer bilseydim..." dediğinde kapı bir kez çalınıp açıldı ve Özlem Hanımın içeriye girmesiyle Melih söyleyeceklerini yutmak zorunda kaldı.

Özlem Hanım ciddi yüz ifadesiyle yanıma doğru elindeki dosyayla ilerledi ve yanımda durdu. Gözleri kısa bir süreliğine Melih'in yüzüne değdi ama çok sürmeden gözlerini çekip bana baktı.

"Ahu Hanım size nasılsınız diye sormayacağım. Çünkü bu soruyu sormak o kadar anlamsız ki." Elindeki dosyayı açıp bir şeylere baktı. "Bir kez daha kanama geçirdiniz ve üzgünüm ki kanamanızı zor kontrol altına aldık."

Dolan gözlerim görüş açımı kapatmıştı. "Be- bebeğim..." diye zar zor konuştuğumda Özlem Hanım dosyadan başını kaldırıp yüzüme baktı.

"Şimdilik bebeğinizde bir sıkıntı yok. Ultrason ve bazı tenkitler yapıldı, bebekte herhangi bir soruna rastlanmadı. Ancak; Ahu Hanım maalesef ki kaybettiğiniz kan oldukça ciddi bir sorun teşkil ediyor. Bir kez daha kanama yapma şansınız yok. Sizi ve bebeği gözetim altına alacağız. Hamileliğinizin altıncı ayındasınız. Yedinci aya kadar herhangi bir kanama olmasını önleyecek ve eğer önleyemediğimiz bir kanama ile karşılaşırsak..." duraksadı. Gözlerini sırasıyla önce Melih'in sonra da benim gözlerime değdirdi. "Hamileliğinizi yedinci ayda sonlandırıp bebeği sezaryen yoluyla almamamız gerekecek."

Melih sık soluklarının arasında "Ya Ahu'nun kanaması bu süreçte olmazsa ve sekizinci ayda kanama yaşarsa ne yapacağız Özlem Hanım?" diye sordu.

Özlem Hanım Melih'in gözlerinin içine bakarak oldukça soğuk kanlı bir şekilde sorusunu yanıtladı. "Yine hamileliği sonlandıracağız ve maalesef ki bebek prematüre olarak doğacak."

Ben ağlayarak karnımı okşarken Melih oldukça sert bir tavırla "Siz ne dediğinizin farkında mısınız(!)?" diye tepki gösterdi.

"Elbette farkındayım Melih Bey. Ama görüyorum ki sizin farkında olmadığınız bazı şeyler var. Doktor Emre Beyle az önce konuştuk ve o bana olan biteni anlattı. Eşinizle kan bağınız var. Akraba evliliği yapmışsınız. Ve sanırım Ahu Hanım öyle kolay hamile kalmamış." Benden onay bekler gibi gözümün içine baktı. Gözlerimi kapatıp açarak onay verdiğimde tekrar gözleri Melih'e çevrildi. "Akraba evliliklerinde gerçekleşen hamilikler genelde risklidir. Zira akraba evliliklerinde ölü doğum ve düşük gibi ciddi sorunlarla sıkça karşılaşılır."

Özlem Hanımın açıklamasından sonra Melih daha sakin ve ılıman bir ses tonuyla "Bu süreçte ne yapmamız gerekirse yapalım." Dedi. Özlem Hanım başını olumlu anlamda sallayıp, dosyadan birkaç sayfa çevirdi. "Dediğim gibi Ahu Hanımı gözetim altına almalıyız ve bu süreci takip etmeliyiz."

"Doğuma kadar hastanede mi kalacağım?" diye sordum.

"Hastanede kalmanız en doğru karar. Ama kalmak istemezseniz imkânlarınız doğrultusunda, sizin özel tahsis ettiğiniz bir hemşire ile evinizde de bu süreci geçirebilirsiniz."

Daha ben cevap vermeden Melih "Evimize gidelim. Ben ne gerekiyorsa en iyisini yapacağım." Dedi ve gözlerimin içine baktı. "Evimizde daha rahat edersin Ahu."

Doğru söylüyordu. Ben evde daha rahat ederdim, aylarca bir hastane odasında bebeğimin doğmasını beklemek yerine evimizde beklemek en doğru tercih olurdu. Bu yüzden "Evimize gidelim." Dedim.

"Tamam, o halde." dedi Özlem Hanım ve ekledi. "Ahu Hanım bu geceyi burada geçirsin yarın son kontrolleri yaptıktan sonra taburcu işlemlerinizi gerçekleştiririz." Gülümsedi. "Bana sormak istediğiniz bir şey olursa beni aramaktan çekinmeyin Ahu Hanım." Dosyayı kapattı "Geçmiş olsun." Diyerek odadan çıkacağı zaman kapı bir kez tıklatılıp açıldı ve Emre kapı önünde belirdi. Özlem Hanım odadan dışarıya çıkarken, Emre odaya girdi.

"Melih abi, Fikret Yıldırımın ameliyatı bitmiş, normal odaya aldılar şimdi. Durumu da iyi abi uyanmasını bekliyorlar. Hastanenin her yerinde ve adamın odasının önünde sayısız adam bekliyor."

Melih kafasını salladı. "Mehmet abinin durumu nasıl?" diye sordu.

"Burnu kırılmış abi. Küçük bir estetik operasyonu geçirdi." Yarım ağız güldü. "Fikret Yıldırımın kalp ameliyatından daha kısa sürdü operasyon."

Zihnimde yavaş yavaş o anlar doluşurken, hatırladığım kadarıyla Fikret Yıldırım göğsünü tutarak yere serilmişti. Sanırım kızı olmama dayanamayarak kalp krizi geçirmiş olmalıydı. Sonra bir an da aklıma Birsen teyze geldi. Haykırışları ve kendini kaybedişi geldi. Bir elimle belime destek verip diğer elimle yataktan destek alarak yattığım yerde hafifçe doğruldum.

"Birsen teyze nasıl?" diye sordum.

Sorduğum soruyla Emre'nin dudaklarındaki gülümseme soldu. Melih'in bedeni sarsıldı ve yere düşecekmiş gibi elini duvara yaslayıp duvardan destek aldı. Gözlerini kapatıp, büyükçe yutkundu.

"Melih..?"

"Abi ben çıkayım. Geçmiş olsun yenge." Dedi Emre ve gitti.

Melih ile baş başa kaldık. Melih, yavaşça gözlerini açtı ve yanımdaki boşluğa yatağın ucuna oturdu. Başı yerde bir vaziyette, tereddüt etse de elime uzanıp elimi tuttu. Parmaklarımı kendi parmaklarının arasından geçirip, başparmağıyla elimin üstünü okşayıp durdu.

"Ahu..." dedi sesindeki yırtıcı hayvanın pençeleri boğazını parçalıyormuş gibi konuşurken zorlandı. "Annem aklını kaybetti."

Nefes alamadım. Yutkunmayı unutmuş gibi yutkunamadım.

"Yıllar önce olduğu gibi annem aklını kaybetti." Gözünden akan iri bir damla birleşmiş ellerimizin üstüne düştü. "Delirdi! Yine beni kimsesiz bırakıp delirdi." Sesindeki rengin değiştiğini hissettim. "Annemi kliniğe yatırdık. Babamda annemle gitti. Beni unuttu. Kimsesiz bırakarak annemle gitti. Yapayalnız kaldım. Babam arkasında bir oğlu olduğunu hiç düşünmeden gitti Ahu." gözünden akan yaş bir kez daha elimin üstüne düştü. "Tıpkı yedi yaşındaki gibi ben hem annesiz hem de babasız kaldım."

Sözleri içimi parçaladı.

"Yirmi yıl önce olduğu gibi annemi bir camın ardından görebildim. Sadece birkaç dakika sürdü. Kısacık birkaç dakika..." bir nefes boşluğu kadar duraksadı. "Annem tekrardan dayım yüzünden delirdi."

Bu konuşan Melih değildi. Melih'in yedi yaşındaki haliydi. Bu yaşadığı durumu yıllar önce de yaşamıştı. Yine annesi delirmiş, babası onu arkasında bırakarak annesiyle ilgilenmiş, Melih ortalıkta tek kalmıştı. Yine Melih tek ve kimsesiz kaldığını düşünüyordu. Tek fark, Melih o zaman savunmasız bir çocuktu, şimdi ise kendini savunmasız hisseden otuz yaşında bir adam.

"Annemin yanında kalamadım Ahu. Bencillik yapıp sizi tek başınıza bırakıp annemin kaldığı klinikte bekleyemedim. Sana geldim. Kızıma geldim." Sertçe yutkundu. "Bu tercihim beni bencil bir evlat mı yapar Ahu?"

Zamanında Fikret Yıldırım öldüğü için deliren Birsen teyze, yıllar sonra Fikret Yıldırım'ın yaşadığını öğrenmesiyle tekrar delirmişti. Fikret Yıldırım ölürken olduğu gibi yaşarken de en büyük zararı kardeşine vermiş, bunun bütün iç muhasebesini ise aslanım dediği yeğeni Melih'e yüklemişti.

Fikret Yıldırım sevdiği insanların canını hiç düşünmeden yakan kötü bir adamdı.

Melih'in kendini suçlamasına dayanamayıp "Hayır..." diye itiraz ettim. "Sen bencil bir evlat değilsin." Boştaki elimi yanağına koyup başını kaldırdım. Ağladığı için kızaran gözlerinin içine baktım. "Sen hayatımda tanıdığım en fedakâr evlatsın." Yanağındaki ıslaklığı sildin. "Ve kimsesiz de değilsin. Ben varım." Birleşmiş ellerimizi karnımın üstüne koydum. "Kızımız var."

Tam bu esnada kızım babasına varlığını hissettirmek ister gibi güçlü bir tekme attı ve birkaç saniye durup tekrar bir tekme attı. Melih'in dudakları yukarıya kıvrıldı. Birleşen ellerimizi serbest bırakıp iki eliyle karnımı tuttu. Başını karnıma doğru yaklaştırıp kızımızla konuştu.

"Kızım... Her şeyim. Baban seni çok seviyor." Ve kızımız babasına bir tekme daha hediye etti.

"Tam babacı çıktı." dedim gözyaşlarımın arasından gülmeye çalışarak. "Şuna baksana sana nasıl tepki veriyor. Babasının kızı ne olacak."

Söylediklerim Melih'in hoşuna giderek gözlerinde ufacık bir parıldama oluşturdu. Ellerimi Melih'in saçlarına götürüp saçlarını okşadım. Melih'te kendine sığınak arayan küçük bir çocuk gibi başını göğsüme yasladı ve kendini benim dokunuşlarıma bıraktı.

Bir süre ikimizde konuşmadan öylece kendi içimize çekildik. Daha sonra Melih "Ahu..." diye seslendi. "Efendim." Diye cevap verdiğimde derin bir soluk alıp konuşmaya başladı.

"Eğer senin dayımın kızı olduğunu bilseydim—"

"Bana âşık olmaz, benimle evlenmez miydin?" diyerek sözünü kestim.

"Hayır, büyük ihtimalle yine sana âşık olurdum. Yanlış olduğunu bilirdim ama yine de sana âşık olurdum. Hayatımız böyle siktiri boktan olmazdı. Annem delirmez, ben mafya olmazdım." Başını göğsümden kaldırıp gözlerimin içine baktı. "Hayatımızı göz göre göre mahvetmişler, herkes birilerini kendi pisliğinin içine çekmiş, onlar o pisliğin içinde yaşamaya alışmış ama bizide pisliğin içine boğmuşlar." Tükenmiş gibi bir nefes bıraktı. "Baksana bizim ömrümüzü çaldıkları yetmiyormuş gibi doğmamış kızımızın da canına kast etmeye çalışıyorlar ve ben buna daha fazla sessiz kalmayacağım. Yedi cihan beni siksin ki ben bunun acısını misliyle çıkartacağım!"

"Melih..."

"Yapma Ahu! Bana böyle içten seslenme! Beni affetmiş gibi bakma bana!"

Melih'in öfkesine bir sürü duygu kırıntıları serpilmişti. Kendine öfkeliydi. Öğrendiklerine öfkeliydi. Dışı öfke patlaması yaşarken, gözlerinin içinde ki ölü cesetlerin arkasına sığınarak bana bakan küçük bir oğlan çocuğu vardı. 'Ne olur beni affet' diye sessiz çığlık atan bir oğlan çocuğu...

"Ben, sana küsmedim ki affedeyim." Elini tuttum. "En son küseceğim kişi sensin Melih. Bu yaşadıklarımızın tüm suçlusu sen değilsin. Neden sana küseceğim? Yıllar önce bir plan yapılmış ve o plan yapıldığından sen yedi yaşında bir çocuktun. Sadece yedi yaşındaydın." Melih'in uzun kirpikleri titredi. "Acımasız bir fırtınaya tutulduk ve fırtına bizi nereye sürüklediyse oraya savrulduk. Ve sen çoğu zaman beni o fırtınanın şiddetinden koruyup sakladın."

"Seni korumaya çalışırken, kendi ellerimle senin bedeninde, ruhunda ne çok yaralar açtım Ahu. Ne çok hırpaladım ne çok ağlattım seni..."

Bazı konuşmalar teselli edilemeyecek kadar doğrudur ve karşındakinin canı yansa dahil, onu teselli edecek tek bir kelime bile söylemeyezsin.

Melih gözlerinin içine tüm şeffaflığıyla baktı. Dudakları varla yok arası kıvrıldı. "Bizim şu an bebeğimizin adını tartışıyor olmamız lazımdı." Benim de yüzümde bir gülümseme oluştu. "Daha kızımızın adını bile kararlaştıramadık." Dediğinde odanın kapısı çaldı ve daha biz gel demeden kapı açıldı.

Tunç başını içeriye doğru uzatıp "Müsaade var mı?" Diye sordu.

Ben "Var" derken Melih "Yok" dedi. Tâbii ki de Tunç, Melih'in cevabını duymazdan gelip içeriye girdi. Yüzünde buruk bir gülümseme hakimken, yanına yaklaşıp beni kolları arasına aldı. Şefkat dolu sarılışına karşılık verdim. Tunç kollarını benden ayırmadan kulağıma doğru fısıldadı. "Özür dilerim."

Gözlerim doldu. Kollarımı Tunç'tan ayırıp gözlerinin içine baktım. "Asıl ben özür dilerim abi. Sana söyleyecektik zaten--"

"Biz Melih ile hallettik o işi Ahu." Derken karnıma doğru eğilip eliyle karnımı sevdi. "Nasılsın ufaklık? Aferin sana şimdiden bu babanın bir taraflarından ter akıtıyorsun, büyüyünce var ya neler neler yaparsın of be..." Bir an da başını kaldırıp parlayan gözlerle bana baktı. "Ahu isim düşünmediyseniz adı Ferhunde olsun mu?"

Ben yüzümü buruşturarak tepki verirken, Melih hiddetle "Siktir git lan! Çok istiyorsan sen git evlen ve çocuğuna bu garip ismi koy!"

"Niye öyle diyorsun Melih ya... Senden anca Ferhunde'ler baş eder."

Bence Tunç şansını biraz zorluyordu. Ay hem küçücük bebişe Ferhunde nasıl denirdi?

Tunç ile Melih isim üzerinde tartışmaya devam ederken, bugün kaçıncı kez çaldığını sayamadığım odanın kapısı bir kez daha çaldı ve Çağlar önde Ufuk ve Mehmet abi arkada içeriye girdiler. Onların içeriye girmesiyle Melih ve Tunç tartışmayı bırakıp ciddileştiler. Gözlerim Mehmet abiye kaydığında onun burnunun tamamının sargı beziyle örtülmüş olduğunu ve göz altlarında halka şeklinde çok sayıda morluk olduğunu gördüm. Mehmet abinin yüzünde gezen gözlerimin odağı Ufuk'un konuşmasıyla Melih'i buldu.

"Herşey hazır abi. Fransa'da ki şirketten bütün hisselerini satışa sunduk. Beyaz masadaki toplantıyı başka bir tarihe erteledik ve gerekli muhpirlere Fikret Yıldırım' dan bütün kan bağını kestiği uçurduk."

"Güzel..." Dedi Melih ve ekledi. "Bu gece sabaha karşı dayımın bana hediye ettiği gemiyi de patlatın."

"O iş için birini ayarladık." Dedi Çağlar "Mehmet abi de babasından yadigar kalan evi yakacak."

Melih ile Mehmet abi göz göze geldiler. Melih Mehmet abiye minnetle bakarken, Mehmet abi acısına rağmen gülümsedi.

"Hani beyaz masadan ayrılacaktın?" Diye sormamla Melih gözlerini Mehmet abiden çekip bana baktı.

"Maalesef ki bu pek mümkün değil. Benim gücüm elbette var ama daha çok güce ihtiyacım var ve bunu bana beyaz masa sağlayacak."

"Saçmalık..."

"Eğer dayımın yüzünde senin onun kızı olduğunu öğrendiği an da gördüğüm duygu gerçek olmasaydı bunlar saçmalık olabilirdi Ahu." Birkaç saniye durdu. "Adam kalp krizi geçirdi. Canan Hanımın başına gelenleri öğrendiğinde bile kalbi teklemeyen adam seni öğrenince kalp krizi geçirdi. Dayım beni ölümüne korur eyvallah. Ama Ahu senide yanına almak isteyecektir."

"Yok artık..." Dedim ve üstüne birde dalga geçerek güldüm.

"Melih doğru söylüyor Ahu." dedi Tunç ve ekledi. "Sen daha Fikret Yıldırım'ı tanımıyorsun. Ve ne yazık ki Fikret Yıldırım senin tanıdığından bile daha kötü. Ben sonuna kadar Melih'in yanındayım."

"Siz ciddi olamazsınız. Adam benden nefret ediyor. Öldürmek istiyor nas--"

"O sen onun kızı olduğun ortaya çıkmadan önceydi." diye sözümü kesti Mehmet abi. "Şimdi herşey değişti. Fikret Yıldırım'ın canından kanındansın ve o sevginin gücüne inanan bir adam değil. O düz düşünen bir psikopat."

Neler duyuyor, neler öğreniyordum.

"Canan Hanım güvende mi?" Diye sordu Melih.

"Evet abi, iki koruma ve Osman başında. Birazdan eve bırakacağız kendisini." Dedi Ufuk.

Melih başını usulca salladı. "Dayım uyanmış mı peki?"

"Normal odaya almışlardı, az öncede uyanmış abi." Dedi Çağlar.

"Tamam" dedi Melih ve ekledi. "Canan Hanımı eve götürün. Seda'ya haber verin. İşinde en iyisi olan bir hemşire bulsun bana."

Çağlar ve Ufuk Melih'e tamam diyerek odadan çıktılar. Daha kapıyı kapatmalarına fırsat olmadan annem içeriye daldı.

"Ahu..." dedi sesi ağlamaktan dolayı iyice kısılmıştı. "İki dakika seni göreyim seninle konuşayım öyle gideyim eve annem."

Tunç ve Mehmet abi tek kelime etmeden dışarıya çıkarken, Melih yanıma yaklaşıp dudaklarını alnıma bastırdı. "Hemen bir nefes uzağındayım. Kapının önündeyim." Bir kez daha alnımdan öptü ve odadan çıktı.

Annem ile baş başa kaldığımızda annem iki büyük adımla yanıma yaklaşıp kollarını bana sardı. "Çok şükür iyisin, iyisiniz..." Sürekli ağladığı için sesi tam anlaşılmıyordu. "Çok şükür Allah'ım bana yavrumu, bağaşladın." Kollarını benden çekip iki eliyle yüzümü kavradı. "Kızım, Ahu'm, benim mis kokulum. Bana böyle uzak durma annem."

"Ne yapayım? Yıllarca senin yaptığın gibi yalanlara mı sığınayım? Yalandan mı sana karşılık vereyim?"

"Her şeyi açıklayacağım annem. Yemin ederim herşeyi senin için yaptım." Gözünden akan yaş yüzündeki diğer yaşlara karıştı. "Ama senin şimdi dinlenmen gerekiyor. Bugün dinlen yarın herşeyi yalansız, tüm şeffaflığıyla anlatacağım sana." Saçlarımı okşadı. Yemin ederim anlatacağım."

Anneme cevap olarak sadece başımı salladım. Bu küçücük olumlu hareket bile annemi mutlu etmeye yetti. Küçücük bir umut annemin içinde filizlendi.

Annem gözünde yaş, dudağında gülümseme ile gözlerimin içine baktığında, acı kahve gözlerinde çokça sevgi ve sevgisini alt edecek kadar büyük olan korkuyu gördüm.

Korku anneme bir halat olmuş boğazına sarılmıştı.

Korku anneme şehrini değiştirmiş, saçlarını kestirmişti.

Korku anneme yalan söyletmiş, söylediği yalanların altında ezmişti.

Annemde ki bu korkunun adı Fikret Yıldırımdı.

***
Uykumun derinliklerinde beni rahatsız eden dokunuşlar hissediyordum. Birinin eli saçımda, yüzümde geziniyordu ve bu dokunuşlar beni rahatsız ediyordu. Gözlerimi açmadan kaşları çatarak rahatsız edici dokunuştan kurtulmak için başımı salladım. Ama bu hareketim bile donuşların durmasına yetmedi. Daha fazla dayanamayıp gözlerimi araladığımda bir çift benimle aynı renk gözler ile karşılaştım.

İlk başta ne olduğunu ve kim olduğunu idrak edemedim. Gözlerimi elimle ovuşturduktan sonra karşımda ki kişiye baktım. Gözlerim şaşkınlıktan kocaman açılsa da her şey çok netti. Karşımda bana bakan ve elini saçlarımda gezdiren kişi Fikret Yıldırımdı.

Üzerimde ki şaşkınlığı atıp olabildiğince yüksek bir sesle "Melih..!" Diye çığlık attım.

Fikret Yıldırım benim çığlığım karşında gözlerini kapattı.

Ben ise deli gibi korkuyor, yatakta doğrulaya çalışıyordum. Gözlerimi odanın içinde gezdiriyor, aynı zamanda da Melih'in nerede olduğu düşünüyordum. Bu adam kapıdaki adamı atlatıp benim yanıma nasıl gelmişti? Saatler önce Melih'lerin Fikret Yıldırım hakkında söyledikleri aklıma gelince bir kez daha "Melih" diye çığlık attım.

Fikret Yıldırım bir an da iki eliyle yüzümü kavradı. "Ahu..." dedi baskın bir sesle. "Bağırma."

Yüzümü Fikret Yıldırım'ın elinden kurtardım ve hemen yanımdaki hemşire çağırmak için var olan butana bastım. Fikret Yıldırım bu kez kolumdan tutup beni kendisine çevirdi.

"Sinirleniyorum bak. Sakin kalmaya çalışıyorum ama senin tavırların benim hoşuma gitmiyor Ahu." Kahverengi gözleri gözlerimin içine baktı. "Hem bir hemşire bana ne yapabilir ki?" Duraksadı ve tam bu esnada kahve irislerinin tam ortasında bir parlama oldu. "Düzeltiyorum. Bir hemşire kızını görmek isteyen bir babaya ne yapabir ki?"

Gözlerim kocaman açıldı. Karşımda duran adamın bana bakışlarıyla hissettirdiği tek şey korkuydu.

Fikret Yıldırım ile aynı odada kalmaya daha fazla dayanamayıp, yataktan oldukça yavaş kalktım. Onun gözleri benim ve karnım üzerinde gezerken, ben küçük adımlarla kapıya doğru adımladım. Hiç bir şey yapmadı öylece beni izledi. Kapıyı açmak için kapı koluna uzanmamla kapı açıldı ve Melih çattığı kaşlarıyla "Ahu" dedi sorgular gibi ve ben cevap vermek yerine kollarımla boynuna sarıldım. "Ne oldu yavrum?"

"Fikret Yıldırım içeride." Diyebildim fısıltıyla. Melih'in bedeni kasıldı. Bir an da beni arkasına alarak gözlerini yatağımın ucunda gayet rahat bir şekilde oturan dayısına çevirdi.

"Senin belanı sikerim lan! Nasıl girdin bu odaya?"

Fikret Yıldırım yatağın üzerinden kalkıp ayakta durdu. Gözleri Melih'in arkasına saklanan bana kaysa da bu çok uzun sürmedi. Gözleri Melih'in öfkeli yüzünü buldu ve cıkcıkladı. "Çok ayıp aslanım. İnsan, yeni kalp ameliyatından çıkan dayısını böyle mi karşılar? Ya da..." Dedi dudağının ucunu kıvırarak "Dayım yerine Kayınpederin mi demeliydim?"

Melih öfkeyle Fikret Yıldırım'a doğru atılacakken kolundan tutarak onu engelledim. Melih'in bakışları beni buldu ve kendine hakim olmaya çalışarak Fikret Yıldırım'a döndü. "Elimden bir kaza çıkmadan çık git buradan!" diye dişlerinin arasından tısladı.

Fikret Yıldırım Melih'e doğru adımladı ve aralarında bir kişinin sığacağı bir mesafe bıraktı. "Şu hayatta senin için yapamayacağım hiçbir şey yok Melih. Öldürürüm. Gerekirse ölürümde. Kız kardeşimi bile harcarım. Ama ne var biliyor musun aslanım?" Karanlık çöken gözleri gözlerimi buldu. "Kalbime bile inen bir şey oldu."

"Ahu'dan uzak duracaksın!"

"Mümkün değil. O benim kızım, bak tekrar üstüne bastırarak söylüyorum benim kızım. Benim!"

Melih dalga geçer gibi güldü. "Siktir git. Herşeyi biliyorsun ya... Yıllar önce sahip çıksaydın kızına. Hem benim hem de kızının hayatını sikip bir tarafa atmadan önce benim diye sahiplenseydin."

Fikret Yıldırım Melih'in söylediklerinden zerre etkilenmedi. Yüzünde tek bir mimik oynamadı. "Ben geçmişe bakmam aslanım. Şimdiyle ilgileniyorum ve ben benim olanı yanımda isterim."

Melih'in dudakları şeytani bir tavırla kıvrıldı. "Ben burada sana ait hiç birşey göremiyorum."

"Canan'ı bana vereceksin." Korkutucu bakan gözleri gözlerimi buldu. "Ve kızımı da bana vereceksin."

Fikret Yıldırım'ın pervasızca konuşması kanımı dondurdu. Sinirden mi yoksa adını koyamadığım beni etkisi altına alan duygudan dolayımı bilmiyorum ama kendimi bir an da Melih'in arkasından çıkıp Fikret Yıldırım'ın karşında buldum.

Gözlerimiz bir baba kızın birbine baktığında çok uzak ve çok yalın bir şekilde birbine tutundu.

Milyon tane kurulacak cümle varken sadece dudaklarımdan "Git..." Döküldü.

Fikret Yıldırım'ın kahve irisleri titredi. "Ahu, kızım..." Diyerek bana uzattığı elinden bir adım geriye giderek kurtuldum.

"Git..." dedim tekrardan "Git, senden korkuyorum."

Fikret Yıldırım'ın az önce meydan okurken dik tuttuğu omuzları çöktü. Zalimlik akan gözlerinde hüzün kırıntıları dolmuştu. Yutkundu, yukkundu ve yutkundu. Söyleyecek bir şey bulamayıp gözlerini kapattı. Birkaç saniye öylece gözleri kapalı bekledi. Gözlerini tekrar açtığında benimle göz teması kurmadan Melih'e baktı. Sonra kapıya doğru adımladı. Kapıyı açtıktan sonra bedenini bana çevirip gözlerimin içine baktı.

"Bu seni öğrendiğimden sonra ilk ve son senden gidişim olacak Ahu. Ben bir daha senden gitmeyeceğim. Seni bizzat bana getireceğim kızım."

BÖLÜM SONU

🍏🍎

Loading...
0%