Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. Bölüm

@esranurozer


Merve ÖZBEY: Yaramızda Kalsın


Dur durak bilmeyen gözyaşlarım, yanağımdan süzülerek Melih'in kaliteli gömleğini ıslatıyordu. Melih'in kuvvetli kolları arasında, kulağımda çınlayan kalbinin sesini dinleyerek ağlıyordum. Kendimi yaramazlık yapan ve sonrada annesine yakalanan bir çocuk gibi hissediyordum.

"Ağlama" diyerek ensemde olan eliyle ensemde atan damarımı parmaklarıyla okşayan Melih'e biraz daha sokuldum. Sesi ne kadar sakin çıksa da onunla göz göze gelmek istemiyordum. Sakinliğinden bile ölesiye korkuyordum.

"Ahu" ormanın derinliklerinde adımı yankılatacak kadar bağıran sesin sahibi Tekin'di. Bizim olduğumuz yere gelmişti. Tekin, benim için her zaman vicdanlı, merhametli ve ince ruhlu biriydi. Ama bugün onun gözlerinde gördüğüm sadece vahşetti. Ellerinde vicdanının bile yıkayamayacağı kanlar vardı. "Ahu... Güzelim" dedi tekrardan. Ses hemen Melih'in arkasından geliyordu. Yüzüm Melih'in göğsünü yaslı olduğu için onu göremiyordum ama hissedebiliyordum.

Kulağımda Tekin'in ayaklarıyla ezdiği kuru yaprakların sesi yankılandı. Bedenimi ani bir hareketle Melih'e biraz daha yaklaştırdım. "Gelmesin... Gitsin." Dedim ağlamaktan çatallaşmış sesimle. Melih'in zaten gergin olan kasları bu hareketimden sonra biraz daha gerildi.

"Dur orada Tekin." Diye bağırdı. Arkasını bile dönmeden Tekin'i durdurmayı başarmıştı. Şimdi Tekin'le konuşmak istemiyordum. Beni rahatlatan şefkat barındıran mavi gözlerinin şimdiki büründüğü haliyle yüzleşmek istemiyordum.

"Ahu, güzelim" acı yüklü sesiyle bir kez daha adımı telaffuz etti Tekin. İki elimle Melih'in kaliteli gömleğini kavradım. Bedenlerimiz birbirine birleşmiş ve tek bir vücut haline gelmişti.

"Lütfen... Gelmesin." Dedim boğuk sesimle. Melih ensemde olan elini, uzun koyu kahverengi saçlarıma çıkartı ve usulca okşadı.

"Şşt tamam gelmeyecek." Diyerek kulağıma fısıldadı. Dudaklarını kulağımdan çekti. "Mehmet abi... Arif, arabamı getirsin." Dedi tok sesiyle. Bunu söylerken arkasını bile dönmeye gerek duymamıştı. Mehmet abinin sesi Melih'in arkasından geliyordu. Onu göremiyordum ama Arif, denen adamla telefonda konuşurken sesine yansıyan gerginliği hissedebiliyordum. Melih'in kolları arasında bir yaprak gibi tir tir titriyordum. Ağlamam durgunlaşmış, kendimi saçlarımı okşayan Melih'in ellerine teslim etmiştim. Çok tuhaftı ama kulağıma dolan Melih'in kalbinin sesi ve saçlarıma dokunan elleri beni sakinleştirmişti. Bütün gardımı bana indirtmiş savunmasızca, düşmanımın kollarında teslim olmamı sağlamıştı.

"Ahu, güzelim ba-" diyerek bir kez daha konuşmaya çalışan Tekin'i "Sus Tekin!" diyerek susturdu Melih.

Ormanlık alandan bir araç sesi duyuldu. Saniyeler içinde Melih'in arabası dibimizde durdu. Kulağıma dudaklarını yaklaştırıp "Gidelim mi?" diye sordu. Tıpkı bir çocukla konuşur gibi çıkmıştı sesi. Bir an önce buradan gitmek istiyordum, başımı olumlu anlamda salladım. Melih saçımdaki elini usulca çekti. Yürümem için belimde duran eliyle belimi hafiften sıktı. Son anda aklıma gelen şeyle Melih'in göğsüne yaslı duran başımı kaldırdım ve bu kez çenemi göğsüne bastırdım.

"Tunç abimin arabası ne olacak?" diye sordum fısıltı gibi çıkan sesimle. Melih derin kuyuyu andıran koyu ela gözlerini, kahve gözlerime dikti. Ben başımı kaldırarak bakıyordum ona, o da başını eğerek bakıyordu bana.

Gür kirpiklerinin sarmaladığı ela gözlerinin irisleri titriyordu. Gözlerinde var olan duygunun adını bilmiyordum. Sanki dipsiz bucaksız okyanusun içinde harlanarak yanan ateşlere benziyordu. Koca okyanusun bile söndürmeye gücü yetmeyen ateşe benziyordu. Ela gözlerinden uzanan sivri ateşli oklar, kahve gözlerime saplanıyordu. Aramızda asırlara konu olacak kadar uzun bakışmamız sadece dakikalar sürmüştü.

"Çocuklar arabayı halleder." Dedi dolgun dudaklarını aralayarak.

Bakışlarımı ondan çekerek arabaya doğru döndüm. Arabanın yanında ellerini önünde bekleyen adam sanırım Arif'ti. Az önce izbe, eski fabrikada gördüğüm iri adamlardan birisi olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Arabaya yetişmek için iki adım atmamız yeterli olacaktı ama ben az önce eski fabrikada, karşılaştığım görüntü yüzünden adı Arif, olan adamın bulunduğu tarafa ilerlemeye korkuyordum. Bunu kollarının arasına beni alan Melih'te hissetmişti.

"Tamam, Arif sen gidebilirsin." Dedi. Emri alan Arif başını sallayarak Melih'i onayladı ve başı önde bir şekilde ormanın içine girdi ve gözden kayboldu. Melih, arabanın yanına beni iki adımda getirdi. Arabanın ön kapısını açarak beni oturttu. Daha sonra sürücü koltuğuna geçerek kendiside oturdu. "Kemerini tak!" diyerek kendi kemerini takıyordu. Dediğini yaptım. Arabanın motoru çalışınca bulunduğum cam tıklatıldı. Bakışlarımı cama çevirince Tekin'le göz göze geldik.

Karşılaşmaya korktuğum mavi gözler, direk kahve gözlerime odaklanmıştı. Tam da tahmin ettiğim gibi Tekin'in gözleri beni rahatlatan bir mavi değildi. Daha çok vahşet sonrası yakalanan bir katilin gözlerinde büründüğü duygu vardı. Mavisi sönmüş, irisleri griye dönmüştü. Bakışlarımı hızlıca camdan çektim. Daha fazla bakamazdım, bununla yüzleşmek için çok erkendi benim için.

Tekin, durmadı iki elinin avuç içini var gücüyle cama vurdu. Aynı anda bir şeyler de söylüyordu ama ben hiç birini duymuyordum. Daha doğrusu duymak istemiyordum.

Melih, ani bir manevrayla aracı ormanlık alandan çıkardı ve asfalt yola girdi. Bakışlarımı dizlerimin üstünde birleştirdiğim ellerime sabitledim. Kendimi kopacak kıyamete hazırlıyordum. Bulunduğum ortamdan uzaklaşmıştım ama bunu yaparken, bana en çok zararı veren ruhumda kapanmayacak yaralar açan adama sığınmıştım. Şimdi yakıp yıkacak, kırıp dökecekti, yine ruhumu parçalara ayıracak ve parçalara ayırdığı ruhumun üstünde tepinecekti. Melih'in bana karşı öfkesini kusmasını beklerken ikimizin de sesi çıkmıyordu. Ortamda ölümün soğuk sessizliği hakimdi. Kaç dakikadır, yada kaç saattir böyle sessizce arabanın içinde ilerledik bilmiyorum.

"Uyu biraz." Diye sakince konuşan Melih'in sesi arabayı doldurdu. Şaşkınlıkla araladığım gözlerimi birden Melih'e çevirdim. Bana bağırması gerekirken, hatta ucu bucağı olamayan tehditler savurması gerekirken böyle sakince konuşması beni şaşırtmıştı. Bakışlarımı yüzünde hisseden Melih, yönünü bana çevirdi.

"N-nasıl?" şaşkınca sorduğum soruya "Ne nasıl?" diyerek soruyla cevap verdi.

"Bana kızmayacak mısın? Bağırıp çağırmayacak mısın?" diye sordum. Melih, bıkkın bir nefes vererek bakışlarını tekrar yola çevirdi.

"Sana kızmaktan bıktım Ahu. Seni defalarca ikaz etmekten bıktım." Bakışlarını iki saniyeliğine bana çevirdi ve tekrar yola döndü. "Burnunu olur olamadık her şeye sokmandan bıktım." Dedi. Sesi sakindi. Hatta öyle sakindi ki bu sesindeki sakinlik tüylerimin ürpermesine neden oldu.

Bakışlarımı tekrar ellerime sabitledim boğazımı temizledim "Be- ben" cümlemi kurmak için doğru kelimeleri seçmeye çalışıyordum. Melih, buna izin vermedi.

"Sen hiçbir şey söyleme Ahu... Sadece sus ve dediğimi yaparak uyu." Dedi itiraz kabul etmediğini sesinde belirterek.

Dediğini yaparak sustum. Başımı yan tarafımda bulunan cama yasladım. Akıp giden yolu izledim, uyumak isteyip istemediğimi bilmiyordum ama bedenim ve gözlerim uyku diye isyan ediyordu. Hiçbir şey benim tahmin ettiğim gibi olmuyordu. Karşılaşmak istemediğim şeylerle karşılaşıyor. Olmadık ortamlarda bulunuyordum. Olmaz dediğim ne varsa oluyor ve beni bataklığın derinliklerine sürüklüyordu. Aklımda fırtına misali savrulan cevapsız bir sürü soru vardı ama soruları sormaya korkuyordum.

Öyle bir anda yaşıyordum ki kendimi bile tanıyamaz olmuştum. Tekin'in içinden böyle bir insan çıkabileceği aklımın ucundan bile geçmezdi. Onu bu gibi şeylerin içinde kendi gözlerimle görmeyi hiç beklemiyordum. Adalete kendini adayan hukuk adamıydı. Ellerine nasıl bir insanın kanını bulaştırmıştı aklım almıyordu. İstanbul'da hatırı sayılır adı olan bir avukattı Tekin. Düşüncelerle cebelleşen beynim yorgunluktan kendini hali hazırda bekleyen uykunun kollarına bıraktı. Önce gözlerim kapandı daha sonrada beynimde yankılanan bitmek bilmeyen düşünceler sustu.

Yüzüme vuran rüzgarı hissediyordum ama gözlerimi açamıyordum. Bedenimde gezen elleri de hissedebiliyordum. Burnumu istila eden koku Melih'ten başkasının değildi. Bir anda bedenim havalandı. Başım Melih'in boyun girintisine yaslandı. Boynundan gelen karanfil kokusu ciğerlerime işliyordu. Gözlerimi açmak istiyordum ama buna ne gücüm yetiyordu nede uykum izin veriyordu. Etrafta olan bitenleri duyabiliyor, hissedebiliyordum ama tepki veremiyordum. Arabanın kapanma sesi kulaklarıma ulaştı, Melih'in kucağındaydım, beni taşıyordu. Hiç zorlanmadan kucağında ben varken hızlı adımlarla ilerliyordu.

Başımı boynuna biraz daha yaklaştırdım, teninden gelen sıcaklığa karanfil kokusu da eklenmişti. Her bir zerresinde ölüm barındıran bu adamın, kokusu bile ölümü çağrıştırıyordu. Karanfil bir tek ölüme yakışmaz mıydı? Nasıl oluyor da bu adamada yakışıyordu? Beni mest eden, karanfil kokusu Melih'in kendi kokusuyla birleşince farklı diyarlara gitmeme sebep olmuştu.

Nefes alış verişlerinin hızlanmasıyla merdivenlerden çıktığımızı anladım. Kısa bir süre sonra sırtımın yumuşak bir şeye temas etmesiyle, beni yatağa yatırdığının farkına vardım. Yatak tıpkı Melih gibi kokuyordu.

Yüzümün her zerresinde Melih'in ılık, ferah kokan nefesini hissediyordum. Beni yatağa yatırmasına rağmen yanımdan kalkmamıştı. Zihnim bulanık sularla doluydu. Melih'in bugün bana karşı olan tutumunu anlayamıyordum.

Benim için üzülmüş müydü?

Belki de sadece çaresiz halime acımıştı.

Zihnimin içindeki bulanık sularda cebelleşen düşüncelerim, saçlarımda Melih'in ellerini hissetmemle sağa, sola savruldu. Melih, yavaşça saçlarımı okşuyordu. Sanki incitmekten korkar gibi, her bir saç telimi şefkatle okşuyordu. Ellerinden yayılan sıcak şefkati ta saç dilberimde hissettim. Bu hareketi kalbimde kocaman bir boşluk oluşturdu. O açılan boşlukta sallandırdım bedenimi. Saçlarımda olan ellerini itmem ve ona avazım çıktığı kadar bağırıp kızmam gerekirdi. Ama yapamıyordum. Bunu kendime söylemeye o kadar çok utanıyorum ki.

İçimden Melih'e kızmak gelmiyordu. Hatta saçlarıma dokunuşları beni rahatlatıyordu. Ellerini saçlarımdan çeksin istemiyordum. Beni yakacağını bildiğim halde ateşine çekiliyordum.

Kendisiyle beraber beni de yakacaktı. Küllerimiz kalana kadar yakacaktı.

Saçlarımdaki şefkatli dokunuşlara kendimi kaptırarak uykunun kollarına teslim oldum. Bilincim tamamen kapandığında en son hissettiğim, Melih'in saçlarımı okşayan elleriydi.

***

Uykudan uyanmamı sağlayan aşağıdan gelen bağırış sesleriydi. Gözlerimi açmıştım ama bedenimi hareket ettirecek takatim yoktu. Terden sırılsıklam olan uzun koyu kahverengi saçlarımı ellerimle toparlayarak tek omzumdan aşağıya sarkıttım. Uzandığım yatakta diklenerek sırtımı yatak başlığına dayayarak oturdum. Melih'in odasındaydım, sesler tahmin ettiğim gibi ihtişamlı salondan geliyordu. Bakışlarımı kapıya diktim ve aşağıdan gelen seslere kulaklarımı açtım. Sesleri dinlemek için kapıyı açmama gerek yoktu çünkü sesler o kadar yüksekti ki oturduğum yatağın üstünden bile duyabiliyordum.

"Al şunu karşımdan Mehmet abi!" diyerek kükreyen Melih'ten başkası değildi. Anladığım kadarıyla Mehmet abide buradaydı ama Melih'in görmek istemediği kişi kimdi?

"Ben Ahu için kıyafet getirmiştim." Diyen Rüya kendi kendime sorduğum sorunun cevabı olmuştu. Melih'in görmek istemediği kişi Rüya'ydı.

"Ahu'yu düşünmek sana mı kaldı lan?" diye bağırdı Melih.

"Sakin ol Melih." Diyerek konuştu Mehmet abi.

Rüya, Mehmet abi için önemli biriydi. Ama söz konusu Melih olunca Mehmet abi Rüya'yı harcıyordu. Bildiğim kadarıyla Mehmet abinin çocukluk arkadaşının kardeşiydi Rüya. Mehmet abinin arkadaşı kaza geçirip ölmeden önce Rüya'yı Mehmet abiye emanet etmişti. Mehmet abide kendince arkadaşına verdiği sözü tutuyordu. Rüya'yı en iyi okullarda okutmuş, onun geleceği için Melih'in şirketinde hukuk departmanın da müdür yardımcısı olmasını sağlamıştı. Ama Melih'ten koruyamıyordu. Melih'in onu piskolojikmen itip, kalkmasını engelleyemiyordu.

Rüya'da sürekli anlamadığım bir şekilde Melih'in yakınlarında dolaşıyordu.

"Biz arkadaşız Melih, senin nişanlını düşünmem gayet normal." Dedi Rüya.

"Biz arkadaş değiliz! Sen benim şirketimde çalışansın. Bende sana iş veren patronunum!" onur kırıcı ve acımasızca sarf etti kelimeleri Melih. "Melih, Rüya bana emanet benim arkadaşımın kardeşi. Benimde kardeşim sayılır." Diyerek konuşmaya dahil oldu Mehmet abi.

"İyi ya işte senin kardeşin sayılır benim değil." Dedi sert sesiyle. "Tamam, Melih bunu yukarıda konuşalım." Diyerek Melih'in cevap vermesini beklemeden "Sevgi Hanım, Rüya'ya kahve getirir misiniz?" diyerek seslendi. "Sen burada bekle beni Rüya." Dedi. Sesler kesildi Merdivenlerde oluşan ayak seslerini duyduğumda buraya geleceklerini düşündüğüm için. Kendimi yatakta kaydırdım ve uyku pozisyonunu alarak sırtımı kapıya döndüm. Birkaç saniye sonra Melih'in odasının kapısı açıldı. Açık olan gözlerimi kapattım. Uyanık olduğumu anlamasınlar istedim.

"Melih, bak-" diye konuşmaya çalışan Mehmet abiyi Melih "Ne Melih ne?" diyerek susturdu. Uyuduğumu düşündükleri için oldukça sessiz konuşuyorlardı.

"Rüya'ya böyle davranmanı istemiyorum."

"Nasıl davranmamı istiyorsun peki?" diyerek sordu alay kokan sesiyle. Mehmet abinin konuşmasına izin vermeden konuşmaya devam etti. "Her gün arayıp halini hatırını sorayım. Aaa ya da hiç bununla uğraşmayayım şimdi. Evimde kendisine bir oda açayım, çünkü Rüya, sürekli burnumun dibinde." Dedi. Sinirliydi, karşısında Mehmet abi dışında başka biri olsaydı şimdiye çoktan yumruğunu yüzüne savuracak kadar sinirliydi.

"Melih, o sadece arkadaş olmak istiyor. Sen ona çok kaba davranıyorsun. Sana daha kaç defa söyleyeceğim bu kız bana emanet ve ben emanetime sahip çıkıyorum. Sende buna biraz saygı göstersen olmaz mı?"

"Olmaz!"

"Neden?"

Melih, sıkkın bir nefes verdi. "Çünkü o senin arkadaşının emaneti, benim değil! Ve ben yeterince saygı duyuyorum ona Mehmet abi, ama o sürekli burnumuzun dibinde. Ondan hoşlanmıyorum!"

"Melih, Rüya sandığın gibi biri değil o sadece arkadaş olmak istiyor. Bu kadar şüpheci olma."

"Bunu bana her şeyden şüphelenen adam mı söylüyor? Rüya'ya güvenmiyorum, bizim bulunduğumuz ortamda fazla göz önünde bunu engelle." Dedi taviz vermeyen sesiyle "Bana sakın Rüya'nın bizim işleri bozmaya çalıştığından şüphelendiğini söyleme." Dedi şaşkın sesiyle Mehmet abi.

"Neden olmasın?"

"Melih, saçmalama! Olmaz öyle şey." Diyerek itiraz etti Mehmet abi. "Her neyse Mehmet abi ben söyleyeceğimi söyledim. Rüya'yı her an yakınımda görmek istemiyorum.

"Melih, yanlış düşünüyorsun aslanım."

"Bence ikimizde benim düşüncemin doğru olduğunu biliyoruz. Uzatmayalım daha fazla Ahu'yu uyandıracağız." Diyerek konuşmayı sonlandıran taraf Melih, oldu. "Tamam, ben aşağıdayım." Dedi. Birkaç saniye sonra kapı açılıp kapanma sesi geldi. Odada Melih'le baş başa kalmıştık. Yatağın boş kalan kısmı çökünce Melih'in yatağa oturduğunu anladım. Sırtım ona dönüktü, gözlerim sıkı sıkıya kapalıydı ama yinede nefes alışverişlerini hissedebiliyordum.

"Uyumadığını biliyorum Ahu." Dedi sıradan bir ses tonuyla. Uyuma numarası yaptığımı fark etmişti. Gözünden hiçbir şey kaçmıyordu. Uyumadığımı anladığına göre konuşmalarını da dinlediğimi fark etmiştir.

"Bu yaptığın çok yanlış, insanların konuşmalarını dinlememelisin." Dedi. Bir çocuğa laf anlatır gibi çıkmıştı sesi. "Şu an uyanık olduğunu biliyorum Kedicik."

"Uyuyorum." Dedim mırıltılı sesimle. "Yalancı kedi."

Bir anda yattığım yerden doğrularak yatağın üstünde bağdaş kurarak oturdum. Gözlerimi gözlerine diktim. "Ben burada yatıyordum, siz buraya gelip konuştunuz sizi dinlemiş olmuyorum yani. Sizin burada konuşmanız benim sucum değil." Boğazımı temizleyip "Siz gelene kadar uyuyordum, bu yalan değil." Dedim. üste çıkmaya çalışarak.

Melih, kaşlarını havaya kaldırarak, alay barındıran gözlerle gözlerime bakıyordu. Dolgun dudağının sağ köşesini yukarı doğru kıvırdı. "Kediler nankör olur diye boşuna demiyorlar. Kapı dinleme, yalan söyleme, arkadan iş çevirme, olur olmadık her şeye burnunu sokma, ajanlığa soyunup insan takip etme, maşallah hepsi sende var kedi. Her bir canın için bir huyun var." Elinin birini çenesine koydu, düşünüyormuş gibi çenesini kaşıdı. "Seni nasıl eğitsem acaba kedicik?" diye sordu.

"Ben kedi değilim." Diyerek çıkıştım. Melih oturduğu yataktan kalkarak kapıya doğru yürüdü. "Kedisin, benim evcilleşmemiş hırçın kedim." Diyerek güldü. "Melih" diye ikaz ettim.

Melih, kapıyı açarak bedenini bana döndürdü. "Şimdi sok o pençelerini içeriye uslu bir kedi ol ve aşağıya yemek yemeye in." Dedi. "İnmek istemiyorum."

"Aşağıya inmen için iki dakikan var Ahu." Diyerek odadan çıktı ve kapıyı suratıma çarptı. Laf anlamayan despot herifin tekiydi. Aşağıya inmek istemiyordum işte, ama bana seçenek bile sunmadan emir veriyordu. Aşağıya inmekten başka bir şansım olmadığı için, yavaş hareketlerle yataktan kalktım. Odanın içinde bulunan banyoya ilerledim. Kapıyı açıp siyah renk ağırlıklı banyoda yüzümü yıkamak için lavabo ilerledim. Musluğu açtım avuçlarıma akan soğuk suyu birkaç kez yüzüme çarptım. Bakışlarımı karşımdaki aynada yansıyan görüntüme sabitledim. Tenim solgunlaşmış, kahve gözlerimin etrafı kızarmıştı. Sabah şahit olduğum görüntüyü beynimden bir türlü silemiyordum. Düşünce denizinde yüzen zihnimi susturarak banyodan çıktım. Melih'in odasının kapısını açıp dışarı çıktığımda kapı zil sesi evde yankılandı.

Yavaş adımlarla merdivenlere doğru ilerledim ve oldukça yavaş bir şekilde aşağıya inmeye başladım. Merdivenlerin bitmesine birkaç basamak kala Tekin'i görmemle ayaklarım olduğu yerde durdu. Tekin, o kadar çok öfkeliydi ki beni bile fark etmedi. Ben onu fark etmiştim, sabahtan beri kaçtığım abimi fark etmiştim. Merdivenlerin ortasında salona öfkesini kusmak için giren abime bakıyordum.

"AHU... AHU..." Diye bağırarak solana giren Tekin'i fark eden Melih, Mehmet abi ve Rüya, oturdukları yerden ayağa kalktılar. Onları bulunduğum yerden görebiliyordum, onların ise benim varlığımdan bile haberleri yoktu.

"Ahu nerede? Kardeşim nerede Melih?" diye kükredi Tekin. Ayakta zor duruyordu, sanırım içmişti. Bir cevap alamayan Tekin daha da sinirlendi. "Kardeşim nerede lan?" diyerek Melih'in üstüne yürüdü. Mehmet abi olacak felaketi hissederek Tekin'i tuttu "Sakin ol Tekin." Diyerek yatıştırmaya çalıştı Tekin'i

"Bırak beni, söyleyecek o bana kardeşimin nerede olduğunu." Diyerek eliyle Melih'i gösterdi. "Ya söylemezsem..." dedi sorar gibi Melih. "Söyleyeceksin! Bende Ahu'yu alıp gideceğim!"

"Hadi ya... Nasıl olacakmış o dediğin?"

"Ahu'yu alınca nasıl olduğunu görürsün." Diyerek kollarını tutan Mehmet abinin ellerinden kurtulmak için çırpınıyordu. "Bırak lan beni!" diyerek bağırdı Mehmet abiye.

"Mehmet abi bırak gelsin." Dedi Melih, tehlikeli sesiyle. Mehmet abi Melih'in söylediğine kulak asmadı Tekin'i sıkı sıkıya tutmaya devam etti. "Ahu... Ahu." diyerek bir kez daha evi inletecek kadar bağırdı Tekin.

"Kes lan sesini şimdimi aklına geldi bir kardeşin olduğu." Diye bağırdı Melih'te

Bu cümle Tekin'i çıldırtmaya yetmişti. Ani bir hareketle Mehmet abinin kolları arasından çıkıp Melih'in yüzüne yumruk atması bir oldu. Rüya'nın çığlık sesi Melih'in yüzünde patlayan yumruk sesini yutmuştu.

Melih, yediği yumruğun şokundan çıkarak, Tekin'in yüzüne bir yumruk savurdu. Alkol aldığı için ayakta zor duran Tekin, yediği yumruğun etkisiyle yere düştü. Melih, hırsını alamamış gibi yerde yatan Tekin'in üzerine eğildi. İki eliyle yakasından kavradı ve ayağa kaldırdı. Ayakta durmaya zorlanan Tekin, "Ahu." diyerek bir kez daha sarf etti adımı, sesi çaresizlik kokuyordu.

"Kes lan siktiğimin sesini." Diyerek bir yumruk daha attı yüzüne. Yere doğru savrulan Tekin'i son anda tutarak yere düşmesini engelledi Melih. Mehmet abi olan bitene hiç karışmadan öylece bir köşede bekliyordu. Rüya ise sayısız çığlık atıyordu ama bu onları durdurmaya yetmiyordu. Tekin, burnundan akan kanı önemsemeden bir kez daha "Ahu..." diye bağırdı. Melih, yumruğunu havaya kaldırıp Tekin'in yüzüne vuracakken onu durdurdum.

"Yapma Melih." Diye bağırdım. Salonda bulunan herkesin bakışlarını üzerime böylelikle çekmiş oldum. Şimdi eşittik onlarda beni fark etmişlerdi. Melih, yumruk yaptığı eli havada, ele gözlerindeki ateşle bana bakıyordu. Bakışlarımı ondan kaçırıp hemen karşısında ayakta zor duran, burnundan kan akan Tekin'e çevirdim. Mavi gözlerinin irisleri gri dumanlara bürünmüştü. Gözlerinin içinden geçen duygular kalbimin sızlamasına neden oldu. Onu daha önce hiç böyle dağılmış görmemiştim. Olduğu yere çivilenmiş gibi sabitli duran ayaklarıma komut vererek, kalan merdiven basamaklarını da hızlıca indim. Melih ve Tekin'in yanına doğru adımladım, tam diplerinde durdum.

Elimi Tekin'in yakasını sıkı sıkıya kavrayan Melih'in elinin üstüne koydum. "Tekin abimi bırak." Dedim. Melih, cehennem ateşini barındıran ela gözlerini gözlerime sabitledi. Gür kirpiklerinin sarmaladığı gözlerini duyduklarını anlamaya çalışır gibi kıstı.

"Abimi bırak, onunla konuşmak istiyorum" büyükçe yutkundum "Lütfen" dedim. Melih, önce havada yumruk yaptığı elini indirdi, daha sonra tiksinç bir şeye dokunmuş gibi Tekin'in yakasında elini çekti. Elim onun elinin üstünde olduğu için elini çekmesiyle elimde boşlukta savruldu.

Tekin, gözlerime minnetle bakıyordu, bu bakışlarda suçluluk vardı, bu bakışlarda bir güvenin yıkılan enkazı vardı. "Ahu..." dedi bugün kaçıncısını sarf ettiğini sayamadığım adımı bir kez daha telaffuz ederek.

"Hadi gel gidelim, sana her şeyi anlatacağım." Diyerek elimi kavradı çıkışa doğru yönümüzü dönmemizle arkadan Melih'in gür sert sesi duyuldu. "Aklından bile geçirme. Ne konuşacaksan burada konuşacaksın!" dedi itiraz kabul etmeyen sessiyle. Yönümü Melih'e çevirdim bakışlarımı gözlerine sabitledim.

"Abimle yalnız konuşmak istiyorum." Dedim aynı onun gibi itiraz kabul etmeyen sesimle. Melih, tek kaşını havaya kaldırarak bana baktı. Söylediğim şeyde olan kararımı görmüş olacak ki "Tamam... Buna da tamam." Diyerek bakışlarıyla yukarıyı işaret etti. "Çıkın ne konuşacaksanız yukarda konuşun"

Tekin'i çekiştirerek yukarıya çıkardım. Az önce kaldığım Melih'in odasına girdim. Tekin'in de odaya girmesiyle kapının üzerinde olan anahtarla kapıyı kilitledim. Ayakta öylece bekleyen Tekin'e yatağı işaret ederek oturmasını söyledim. Yatakta oturan Tekin'i bırakarak banyoya girdim, ecza dolabını açtım ve içinden gerekli malzemeleri alarak odaya tekrar döndüm. Tekin başını önüne eğmiş oturuyordu. Yanına gidip bende oturdum. Elime aldığım pamukla Tekin'in burnundan akan kanları temizlemeye başladım. Ne o konuşuyordu ne de ben.

"Ben çok üzgünüm Ahu." Diyerek sessizliği ilk bozan Tekin oldu. Bakışlarımı gözlerine değdirmemeye özen göstererek "Bende çok üzgünüm." Diyerek burnundan akan kanı temizlemeye devam ettim. Pamuk olan elimi tutarak durdurdu beni Tekin.

"Sen üzgün olma." Sesi titremişti. Bakışlarımı mavisi griye çalan gözlerine sabitledim. "Sen üzülme Ahu... Zaten yeteri kadar üzülmedin mi?" ağzımı açıp cevap verecekken beni susturdu. "Şimdi değil Ahu... Şimdi ben konuşacağım. Sana her şeyi anlatacağım." Dedi. Başımı tamam der gibi salladım.

"Mezarlıkta uğradığın silahlı saldırıyı hatırladın mı? Hani Ufuk'un vurulduğu saldırı." Diye sordu. Hatırlayıp hatırlamadığımı ölçmek ister gibi gözlerime bakıyordu. Nasıl unutabilirdim ki hatırlıyordum. Evet der gibi başımı salladım. Tekin gözlerini kapatıp açtı, boğazını temizleyerek sesinin düzgün çıkmasını sağladı.

"O, saldırı benim yüzümden oldu Ahu." Bunu söylerken sesinde ki saf acıyı hissetmiştim. "N-nasıl? "diye sordum şaşkın sesimle. Tekin iki elimi de sıkı sıkıya kavradı. "Sana her şeyi anlatacağım ama lütfen sözümü kesmeden beni sadece dinle." Dedi yalvarır gibi. Gözlerimi kapatıp açarak istediği onayı ona verdim.

"Beni tehdit ettiler Ahu. Melih'in bir ihale için ters düştüğü adamlar beni tehdit ettiler. Melih'in gözünü korkutmak istediklerini söylediler. Eğer onlara yardım etmezsem" derin nefesler alarak cümlesinin devamını getirmeye çabalıyordu. Söyleyeceği şey her neyse söylemeye zorlandığı apaçık ortadaydı. "Alkol bağımlısı olduğumu bütün medyaya yayacaklardı."

Şaşkınlıktan yuvalarından çıkacak kadar çok açılan gözlerimle Tekin'e bakıyordum. "S-sen n-nasıl yani" diyerek kekeleyerek konuşmaya çalıştım.

"Hayır Ahu... Yemin ederim yıllar önce tedavi gördüm ve bıraktım... Yemin ederim." Dedi beni inandırmak için çırpınıyordu. Ona inanmak isteyen yanım, onun nefesinden gelen alkol kokusuyla köşesine çekildi.

"Ama sen içmişsin." Diyerek mavisi griye çalan gözlerine baktım. "Ben sadece bir gaflete düştüm Ahu... Sen beni öylece görüp benden kaçınca bir gaflete düştüm ve içtim." Sıkkın bir nefes verdi. Ellerimi güven vermek ister gibi sıktı. "Yemin ederim ki tedavi oldum... Bağımlı değilim artık." Dedi.

"Bakma bana öyle şüpheli gözlerle yalvarırım."

"Tamam... Sen anlatmaya devam et." Dedim.

Tekin, derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. "Beni araştırmışlar daha önce alkol tedavisi olduğumu öğrenmişler, beni bununla tehdit ettiler. Seni istedikleri yere getirmezsem beni bütün medyaya yayacaklarını söylediler." Büyükçe yutkundu yutkunurken ademelmasının çıkardığı sesi duydum. "Ben korktum Ahu... Mesleğimi çok seviyorum, avukatlık hayatım sona erecek diye çok korktum. Onların teklifini kabul ettiğimi söyledim. Ama yemin ederim ki onların istediği yere seni götürmeyecektim. Son ana kadar onları oyaladım. Hiç kimseye bu durumdan bahsetmedim. Ellerinde olan görüntüleri aldıktan sonra istediklerini onlara vermeyeceğimi söyleyince delirdiler. Melih'in senin peşine taktığı adamları etkisiz hale getirip sana saldırı düzenlediler." Diyerek soluk bile almadan bitirdi cümlesini.

"Ben çok özür dilerim Ahu... Çok üzgünüm." Dedi. Biten cümlesiyle mavisi griye dönen gözlerinden bir damla yaş yanaklarından çenesine doğru süzüldü. Süzülün o bir damla yaşı kalbimin damarlarında hissettim. Karşımda çaresizce yaşlı gözlerle gözlerime bakan üç yıl sonra bulduğum abimin çaresizliği kalbime kor ateşler düşürdü. Onu suçlayamıyordum, mesleğini çok sevdiğini biliyordum. Şuan karşımda ki halinden korktuğunu da anlamıştım. Herkesin kaybetmekten korktuğu şeyler vardır. Tekin'in de korkusu mesleğini kaybetmekti.

"Sabah, o eski fabrikada işkence ettiğiniz, eline kanı bulaşan adam kimdi?" diye sordum. Tekin'in gözlerinden mahcup bir duygu geldi geçti. "O, adam benim tedavi gördüğüm görüntüleri o damlara veren kişi. Melih, olanları öğrenince bütün hırsını benden çıkardı. Bu işi benim temizlememi istedi. Be-" cümlesini bitirmesine izin vermeden direk konuştum. "Adamı öldürecek miydiniz?"

"Hayır, Ahu yanlış anladın. Sadece adama işkence yapıyorduk." Sıkıntılı bir nefes verdi "Bak ne kadar korkunç olduğunun farkındayım ama gözüm döndü işte acısını da adamdan çıkartmak istedim. Böylelikle o damlara göz dağı vermiş olacaktık." Dedi.

"Ahu güzelim... Her şey anlattığım gibi gözünden akan her bir damla için senden özür dilerim. Affet beni." Dedi acı dolu sesiyle.

Ben insanları yargılayan biri hiç olmadım ama insanları olduğu gibi kabul eden biride olmadım hiç. Karşımda benden af dileyen abimi affedip affetmenin benim için bir önemi var mı onu da bilmiyordum. Herkes hata yapardı ve yapılan hatalar eninde sonunda affedilirdi. Ben Tekin'i tabiî ki de affedecektim. Çünkü onun huzur veren mavi gözlerine her baktığımda huzura kavuşacaktım. Onu şimdi affetmesem o bana her baktığında mavi gözlerinde gri gölgeler olacaktı. Gri gölgeleri görmek istemediğim için bencilce davranacak ve onu kendim için affedecektim.

Ellerinin arasında olan ellerimi çektim, gözlerinin içine bakarak kollarımı boynuna sardım. Dudaklarımı kulağına yaklaştırdım. "Seni affettim abi" diyerek kulağına fısıldadım sır verir gibi. Cümlem biter bitmez Tekin'in de ellerini sırtımda hissettim. Birbirimize sıkı sıkıya sarılmıştık. Kollarımı Tekin'den ayırdım ve artık gri olmayan kendi rengine dönen gözlerine baktım.

"Hadi aşağıya inelim." Dedim. başını tamam der gibi salladı. Oturduğumuz yataktan kalktık, Tekin beni kolları arasına aldı ve yapışık ikizler gibi odadan çıktık. Salona indiğimizde ilk gözüme çarpan, tekli koltukta sigara içen Melih, oldu. Onunda bakışları benim bakışlarımla çarpıştı. Gözleri, koyulaşmış elanın hangi tonu olduğunu bilmediğim bir renge bürünmüştü. Sağ elinin parmaklarının arasına yerleştirdiği sigarayı, dolgun dudaklarına doğru götürdü. Öyle yavaş hareket ediyordu ki, sigara dumanını içine çekerken, içine doğru çöken elmacık kemiklerini buradan bile görebilmiştim.

Tekin, benim baktığım yöne bakınca kollarımda olan elleriyle kollarımı sıktı. "Gidelim Ahu." Dedi. Cevap vermedim bakışlarımı Melih'ten çektim ve çıkışa yönümü döndüm. Daha iki adım atmıştık ki arkadan Melih'in sert sesini duymamızla olduğumuz yerde kaldık.

"Ahu, hiçbir yere gitmiyor!" sesinde bariz bir şekilde emir vardı. Tekin, Melih'i dinlemeden çıkışa doğru ilerlemeye çalıştığında "Seni son kez uyarıyorum... Ahu hiçbir yere gitmiyor!" dedi dişlerinin arasından. Tekin bir anda Melih'e döndü "Ne demek gitmiyor... Eve gideceğiz." Dedi. Melih oturduğu yerden ayağa kalktı. "Sen git eve" başıyla beni işaret ederek "Ahu, hiçbir yere gitmeyecek!" dedi. Sakince

"Ahu neden burada kalacakmış?" diye sordu Tekin. Sinirlenmişti bu sesine bile yansımıştı. "Canım böyle istiyor çünkü." Diyerek geniş omuzlarını silkti. Tekin ya sabır der gibi başını iki yana salladı. Melih "Sevgi Hanım!" diye seslendi. Sevgi Hanım saniyesinde salona girdi. "Buyurun Melih Bey."

"Tekin Beye çıkışa kadar eşlik edin lütfen." Dedi. Kibarca Tekin'i evden kovmuştu. Sinirleri gerilen Tekin, gözlerinden alev püskürterek Melih'e doğru atıldığında koluna yapışarak onu durdurdum. "Tamam, abi sorun çıkmasın ne olur... Git sen" dedim mahcup sesimle. Biten cümlemle mavi gözlerini bana çevir Tekin. Yüzüme yanlış duyduğunu haykırmamı ister gibi bakıyordu. Boğazımı temizleyerek."Lütfen" dedim tekrardan. Bir süre daha gözlerime bakan Tekin anladım der gibi başını salladı ve kollarında duran ellerimden kollarını çekti. Çıkışa doğru seri adımlarla ilerledi kapıyı açtı ve evden çıktı. Kapanan kapının arkasından öylece bakarken arkamdan gelen topuklu ayakkabı sesi görüş açıma girdi. Evden çıkan Tekin'in ardından Rüya'da kimseye bir şey söylemeden koştur koştur, evden çıktı.

Bakışlarımı Melih'e değdirmeden hızlı adımlarla merdivenleri tırmandım ve bütün günümü geçirdiğim Melih'in odasına geldim. Kendimi rahat yatağın üstüne birden yüz üstü attım ve felakete dönüşen günümü düşünmeye başladım. Düşünceler girdabında dönen zihnim oradan oraya savrulan kanlı düşüncelerime yetişemiyordu. Bir yanım bugünü düşünüp kendimce aklımdaki soruları yanıtlamak istiyordu. Diğer yanım ise düşünmenin saçmalıktan başka bir şey olmadığını bana haykırıyordu. Aslında benim tek ihtiyacım olan annemdi. Tek düşünmem gereken kişi annemdi ama şu son üç günde yaşadığım şeyler yüzünden annemi düşünmeye fırsat bile bulamamıştım.

Kendimle olan iç savaşım çalan kapıyla son buldu. "Gel" dedim kapıyı çalan kişiye. Kapı yavaşça açıldı ve Sevgi Hanım görüş açıma girdi. "Ahu Hanım, Melih Bey sizi yemeğe bekliyor." Dedi. Başımı tamam der gibi salladım. Yattığım yataktan doğruldum ve odadan çıktım. Bugün kaç kez indiğimi sayamadım merdiveni bıkkınlıkla indim.

İhtişamlı salona geldiğimde sekiz kişilik yemek masasının başında tek oturan Melih'i gördüm. Ağır adımlarla yemek masasına yaklaştım ve benim için Melih'in sol tarafına açılan servisin önündeki sandalyeyi çekerek oturdum. Benim oturmamla Melih, yemeğini yemeye başlayınca bende önümde bulunan yemeği yemeye başladım. Hiç konuşmadan ikimizde sessizce yemeğimizi yemiştik.

Biten yemeğimden sonra, salonda bulunan üçlü koltuğa oturmuş kahve içiyordum. Melih, yemekten sonra kendisine gelen bir telefonla yukarıya çıkmış bu saate kadar daha inmemişti. Karşımda açık televizyon ekranında konusunun ne olduğunu bilmediğim bir diziye öylece bakıyordum. Dışarıdan gören biri beni dizi izliyor sanabilirdi ama sadece televizyon ekranına gözlerimi sabitlemiştim.

Elimde soğumaya yüz tutmuş olan kahvemi dudaklarıma götürdüm ve birkaç büyük yudum aldım. Bakışlarımı televizyona tekrar çevirdiğimde.

"Ne yapıyorsun burada?" diye soran Melih'in sesini duydum. Ne ara solana indiğini fark bile etmemiştim. Bakışlarımı televizyon ekranından çekmeden "Televizyon izliyorum." Dedim. Melih bıkkın bir nefes verdi ve yanımdaki boşluğa oturdu. Tıpkı benim gibi bakışlarını televizyon ekranına sabitledi. İkimizde sessizdik ikimizde konuşulacak o kadar çok şey varken suskunluğu seçmiştik. Konuşunca geçmeyen sorunların susarak geçmesini istiyorduk. Ortamdaki ölüm sessizliğini Melih bozdu.

"Suskunsun."

"Konuşmak istemiyorum."

"Ne yapmak istiyorsun peki?" diye soran Melih' bakışlarımı çevirdim. Oda bana bakışlarını çevirdiği için burun buruna gelmiştik. Ne yapmak istediğimi soran Melih'e içimden gelen şeyi söyledim. "Annemi görmek istiyorum." Dedim.

Melih, yüzünde tek bir mimik bile oynamadan yüzüme bakıyordu. Olmayacak bir şey istediğimi biliyordum ama Melih, böyle suskun olunca ne düşündüğünü kestiremiyordum. Gözlerimi yüzünden çektim ve tekrar ekrana bakmaya devam ettim. Çok kısa bir süre sonra

"Tamam" dedi Melih. Neye tamam dediğini anlamak için bakışlarımı yüzüne çevirdim. Gözlerini kapatıp geri açtı. "Tamam, Ahu sana anneni göstereceğim." Dedi.

"Gerçekten mi?" diye sordum inanamaz gözlerle Melih'e bakıyordum. "Gerçekten." Diyen Melih'in boynuna bir saniye bile düşünmeden atladım. "Teşekkür ederim." Sesimde bir çocuğun çok isteyip de sonunda kavuştuğu oyuncağın verdiği mutluluk vardı.

Kollarımı Melih'in boynundan ayırdım ve oturduğum yerden ayağa kalktım. Melih'te benimle birlikte kalkmıştı. Ben çıkışa doğru ilerlerken "Bu taraftan Ahu." Diyerek beni durdurdu Melih. Yönümü Melih'e çevirdim. "Ne?"

Melih eliyle saçını arkaya yatırdı gözleri gözlerimi delip geçmek ister gibi bakıyordu. "Sana anneni bilgisayardan canlı göstereceğim." Dedi. İtiraz etmedim. İtiraz etsem bu benim zararıma olurdu. Bana annemi gösterecekti aramızda bir ekran olmasını sorun etmemeliydim. Melih'in gösterdiği merdivenlere geldim. Birlikte merdivenleri çıktık ve Melih'in çalışma odasına geldik. Melih, çalışma masasının üzerinde olan laptopu eline aldı ve karşılıklı duran siyah deri koltukların ortasında olan sehpanın üstüne koydu. Beni yanına oturmam için çağırdı. Sessizce yanına gidip oturdum. Telefonunu çıkardı, bir numarayı tuşladı ve kulağına telefonu yerleştirdi. Tek çalışta açılan telefonla karşı tarafın "Buyurun Melih Bey." Diyen sesi duyuldu.

"Canan Hanımla canlı bağlantı yapacağız Ziya." Dedi ve telefonu kapattı. Sadece saniyeler sonra laptop ekranında bir bildirim mesajı göründü. Melih bildirimin üstüne tıkladı ve ekranda annem göründü. Ekran direk annemin yüzünü gösteriyordu. Ekranda kesişen gözlerimiz annemin yüzünde acılı bir tebessüme yol açtı. Ben ağlamamak için resmen kendimle savaş veriyordum.

"Annem... Nasılsın?" diye sordum cevap veremeyeceğini bildiğim halde. Annem gözlerini kapatıp açtı. Yüzümde beliren gülümsemeyle. "Seni çok özlüyorum anne... Sen bir an önce iyileş gel hasret giderelim." Ağlamaya başlayan annemle birlikte zor tuttuğum göz yaşım yanağımda kendine bir yol çizerek çeneme doğru süzüldü.

"Beni sakın merak etme ben çok iyiyim... Lütfen bir an önce iyileş." Dedim artık uslanmaz gözyaşlarıma sahip çıkamıyordum. "Seni çok seviyorum anne." Boğazımdan bir hıçkırık kaçtı. Annem durmadan akan gözyaşlarına bir yenisini daha ekliyordu. İkimizde ağlamaktan başka bir şey yapamıyorduk. Dokunsam hissedemeyeceğim kadar uzağımdaydı annem. Bir anda ekran karardı ve akabinde annemin görüntüsü de yok oldu.

"Yeter bu kadar Ahu." Dedi Melih. Cevap vermedim ağlamamın son bulmasını bekledim. Melih'te sessizce benimle birlikte bekledi. Biten ağlama nöbetimden sonra bakışlarımı Melih'e değdirmeden "Eve gitmek istiyorum." Dedim. "Tamam" diyerek oturduğu yerden kalktı ve benimde kalkmamı bekledi.

Birlikte evden çıktık ve bahçede bekleyen Melih'in arabasına bindik. Tek kelime etmeden süren yolculuğumuz radyoda mırıltı gibi çalan şarkının sesi ile sürüyordu. Yaşadığım evin önüne gelince Melih arabayı durdurdu. Emniyet kemerimi çıkardım. Kapıyı açmak için uzattığım elimi Melih'in tutmasıyla bakışlarımı gözlerine çevirdim.

"Ahu..."dedi fısıltılı çıkan sesiyle. Cevap vermedim sadece kahve gözlerimi koyulaşmış ela gözlerine diktim. "Bugün, ben istediğim için anneni sana gösterdim... Umarım sana karşı yaptığım bu iyiliği yanlış anlamazsın." Dedi sesinde bir şeyi açıklığa getirmek istediğinin kırıntıları vardı.

"Anlamam." Dedim.

"Güzel" elimin üstünden elimi çekip saçlarıma koydu. Usulca saçlarımı okşadı. Bu adamın benim saçlarımla ne derdi vardı Allah aşkına. Saçlarımda olan elini enseme getirdi ve ensemi kavrayan büyük elleriyle beni bir anda kendine çekti. Alnını alnıma dayadı. Alnında atan kalın damarı hissedebiliyordum. Alnı hafiften terlemişti, sıcak terinin teması benim soğuk alnımda buluşmuştu. Burnundan verdiği sert soluklar dudaklarıma çarpıyordu. Nasıl olmuştu da biz böyle bir konuma gelmiştik anlayamamıştım.

"Eğer uslu bir kedi olursan seni arada böyle ödüllendiririm." Dedi kışkırtıcı sesiyle. Konuştukça dolgun dudaklarından dökülen kelimeler yakınlığımızdan dolayı benim yüzüme çarpıyor ve orada parçalara ayrılıyordu.

Önce ensemdeki elini çekti daha sonra alnını anlımdan çekti. Alnında olan sıcak ter benim alnıma bulaşmıştı. Başıyla kapıyı göstererek "İn şimdi." Dedi ruhsuzca. Ağzımı bile açmadan arabadan indim ve kapıyı sert bir şekilde kapattım. Arkamı dönüp eve doğru ilerlerken arkadan gelen Melih'in arabasının tekerleklerinin çığlığına kulak asmadım. Çantamdan çıkardığım anahtarla kapıyı açıp eve girdim.

Direk odama çıktım, odamda bulunan çorapları koyduğum çekmeceyi açtım. Her zaman soğuk olan bedenimi ısıtmak için sürekli bana şapka, patik ören annemin benim için en son ördüğü patiği elime aldım. Burnumu patiğe dayadım ve annemin kokusunu hissetmek ister gibi kokladım. Gözümden akan yaşlarla birlikte elimde annemin benim için ördüğü patikle yatağa uzandım.

Anneme sarılmak için can atan kollarım kucağımda duran patiğe sarıldı. Annemin varlığını hissetmek ister gibi patiği göğsüme bastırdım ve kendimi hiçbir şeyi değiştirmeyecek uykunun kollarına bıraktım.

Acıyı bağrıma basmıştım. Kanatları kökünden kırılan yuvasız kuşlar gibiydim. Sonumun ne olacağını kestirmem mümkün değildi. Ben ölü bir insanın vücut bulmuş haliydim. Annem için cehennem ateşine atlamış ve o ateşi günden güne harlayan ela gözlü bir adamın ellerinde yok olmayı seçmiştim.

BÖLÜM SONU

Merhaba arkadaşlar hikaye nasıl ilerliyor düşüncelerinizi satır arası yorumlarında görmek için sabırsızlanıyorum.

Loading...
0%