Yeni Üyelik
63.
Bölüm

60. Bölüm

@esranurozer

      

Zakkum: Veda Busesi
Gülşen: Sakıncalı
Melike Şahin: Tutuşmuş Beraber
Hakan Altun: Her Sevda Bir Ölümmüş

Geçmiş, acı demekti.

Şimdi öyle bir yerdeydik ki, acıyla savaşır olmuştuk. Oysaki bizim savaştığımız acı değil geçmişmiş. Geçmişimiz gün yüzüne çıkmış bizi acıttıkça acıtıyor, kanattıkça kanatıyordu.

Hayatımın yazılı olduğu romanın sonuna gelmiştim. Ama meğer her son bir başlangıçmış ve ben bunu anca sona geldiğimde fark edebilmişim.

Benim hikayemde kırmızı başlıklı kız başrol oynamıyordu. Benim hikayemin baş karakteri kırmızı başlıklı kızı yemek isteyen acımasız kurttu.

İki gün boyunca aynı şeyi düşünüp durdum. Acaba gerçekten ben annemin kaderini mi yaşıyordum? Sonra içimdeki küçük cılız bir ses 'hayır' diye haykırdı.

Annemin hayatı kendini bilmez bir adamın, acımasız ellerine teslim edilmişti. Kahramanı sandığı adam, insan görünümlü vahşi bir kurttan başka bir şey değildi. Annemin kaderi Fikret Yıldırım olmuştu ama benim kaderim Fikret Yıldırım değildi.

Fikret Yıldırımın bana sarf ettiği sözlerinin üzerinden tam iki gün geçmişti. Bu iki günde ben hastaneden çıkmış, evime gelmiştim. Melih daha biz eve gelmeden benimle ilgilenecek hemşireyi ayarlamıştı. Eve geldiğim gün hemşire Meltem ile tanışmış ve çokça da sevmiştim. Meltem simsiyah uzun saçlara, iri mavi gözlere ve küçük bir ağza sahipti. Azıcık balıketliydi ve bu ona çok yakışıyordu. Oldukça konuşkan, işinde sorumluluk sahibi olduğu kadar dakikti de. Kısaca kendisini sevmiştim.

Eve geldiğim gün annem benimle konuşmak istemiş, ama ben kendimi hazır hissetmediğim için bu konuşmayı ertelemiştim. Ertelediğim konuşmanın üzerinden iki gün geçince annem dayanamamış ve tekrar odama gelerek benimle konuşmak istediğini söylemişti. Bunun üzerine konuşmayı daha fazla ertelemeyerek kabul etmiştim.

Şimdi ise benim yatak odamda, yatağımın üzerine karşılıklı oturmuş annemle birbirimize bakıyorduk. Daha doğrusu ben arada gözlerimi çeksem bile annem gözlerini yüzümden bir saniye bile çekmeden bakıyordu. İkimizde konuşmuyorduk. Ben annemin konuşmasını beklerken, annem ise konuşmaya nereden başlayacağını bilemeyerek, dudaklarını aralıyor sonra geri kapatıyordu. Kısa bir müddet daha böyle sessizce bekledikten sonra en sonunda "Ahu..." diyebildi.

Bakışlarımı elimden çekip "Hıh" dedim cılız bir sesle.

"Konuşmaya nereden başlayacağımı bilmiyorum kızım. Sana her şeyi anlatmak istiyorum ama..." duraksadı. Ama'sının devamını getirecek kadar kendine güvenmiyordu. Desteğe ihtiyacı vardı. Benim ona aşılayacağım güvene ihtiyaç duyuyordu. Annemin eline uzanıp sıkı sıkıya tuttum. Gözlerinin içine tüm şeffaflığımla bakıp "En baştan anlatma başla anne." dedim. Annem benden aldığı destekle başını sallayıp, derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.

"Babam vefat edince, Füsun annemle beni yanına aldı. Amacı bize yardımcı olmaktı ama her şey daha da kötüye gitti." Gözleri doldu. "Bu yaşananlar için o da çok üzüldü, çok pişman oldu. Çok uğraştı ama bizim gücümüz bu olanlara engel olamadı." Yaşlı gözlerine rağmen dudakları kıvrıldı. "Sonra hiç ummadık bir an da o geldi." iç çekti. "Fikret..." sanki o anlara gitmiş gibi gözleri uzaklara daldı. "Küçüktüm Ahu. Acıyı hissedecek kadar büyük ama bir adamın gerçek yüzünü göremeyecek kadar küçük..."

Geçmiş annemin içinde hiç durmadan kanayan bir yaraydı. Ne merhemi vardı. Ne de kan durduruluyordu.

"Gözlerimin içine öyle güzel bakardı ki Ahu. Bu dünyada kendimi eşsiz bir varlık gibi hissederdim. Elleri hep kabuk gibi nasıl tutardı. Ama o eller benim saçlarıma dokunduğunda hiç acıtmazdı. Meğer onun nasır tutan ellerinin sebebi kötülükmüş kızım. Ben bilemedim. Beni bir çakalın elinden kurtaracağını sandığım adam, cani bir katilmiş." Boğazından bir hıçkırık kaçtı ve annemin acı kahve gözlerinden yaşadıkları yaş olup aktı.

Birkaç dakika sessizce annemin ağlamasının geçmesini bekledim. Annem biraz kendini toparladıktan sonra derin bir iç çekti. Eliyle yanağındaki yaşları silip, gözlerimin içine baktı. Annemin bakışları dipsiz bir kuyu gibiydi.

"Cevdet, Fikret ile ilk karşılaştığım an da yalan söyledi. Hikayem yalanlar üzerine kuruldu. Gerçekleri söylemek istediğimde beni annemle tehdit etti. Füsun engel olmak istediğinde hamile olduğuna bakmadan şiddet uyguladı. Bizi korkutup olduğumuz yere sindirdi. Meğer o da Fikret'ten çok korkuyormuş. Bunu o zaman bilseydim, belki de hiç susmazdım. Ama işte ben Fikret hakkında hiçbir şey bilmiyordum."

Kendini kaptırmış gibi konuşan annemin elini "Anne..." diyerek sıktım. Bu annemi durdurmaya yetmedi.

"Öyle böyle derken aylar geçti. Fikret ile ben aşk yaşıyoruz. Ben onu çok seviyorum o da beni çok seviyor. Hatta beni Hüseyin ağabeylerin çiftliğine bile götürmüştü. Nasıl iyi bir adam Ahu... Herkes Fikret Yıldırım'dan hayranlıkla bahsediyor; yaptığı yardımlar, bağışlar, elinin uzanmadığı hiç kimse yok. Karıncayı bile incitemez derler ya hah işte öyle biriydi." Yutkundu. "Ta ki..." derken sesinin rengi değişti. "Gerçeklerle karşılaşıp, Fikret Yıldırım'ın gerçek kimliğinin kim olduğunu görene kadar sürdü bu iyi adam profili. Sonrası zulüm, sonrası felaket... Kaçtığım hapishaneden, bir kafese tıkılmıştım ve kafesimin etrafını saran parmaklıklar zehirliydi. Kaçamıyor, haykırsam bile sesimi duyuramıyordum."

Aşk iki farklı insanı bir araya getirmiş, bir kalpte bütünleştirmişti. Bir hikaye yazılmış ve bu hikayenin tam merkezi yalan olmuştu. Her iki tarafta birbirine yalan söylemiş, biri pembe yalan söylerken, diğeri affedilmeyecek yalanlar söylemişti. Pembe yalan söyleyen direkt idam edilirken, affedilmez yalanlar söyleyen ise affedilmişti. Pembe yalan söyleyen annem, affedilmez yalanlar söyleyende Fikret Yıldırım'dı.

"Bir gece Fikret'in gerçek yüzüyle karşılaştım Ahu. Saatler önce saçımı okşayan elleri kandı. Karşısında duran bir adamı canlı canlı kesiyordu."

Gözlerim kocaman açıldı. Ürperdim.

"O gün gitmek istedim. İzin vermedi. Benim hayatımı kendi hayatına mahküm etti. Tıpkı Cevdet gibi beni tehdit edip durdu. Kurallar koydu. Birlikte kurduğumuz hayallerimi, tek başına kendi elleriyle yıktı. Korktum... Öyle çok korktum ki, çoğu zaman nefes alamıyormuş gibi hissettim. Cevdet'ten kaçarak Fikret'e sığınıyordum. Fikret'te gitmişti benim sığınacak hiç kimsem kalmamıştı."

Ne zaman yanaklarımın gözyaşlarımla ıslandığını farkına varmamıştım. Sadece ağlamak istiyordum. Annemin yaşadıkları beni derinden etkilemişti ve ona olan bütün öfkem silinmişti. Zaten benim anneme olan öfkem ucu kör bir kılıçtan ibaretti. Asla canını yakamayacak kadar etkisizdi.

"Kurtulamayacağımı anlayınca ben de kabullendim Ahu. Fikret'in yaşattıklarına rağmen her defasında bana dokunmasına izin verdim. İçim acıdı, her defasında bir öncekinden daha çok pişman oldum ama yinede izin verdim." Elinin tersiyle yüzünü sildi. "Sonra Fikret birkaç aylığına yurt dışına gitti. O olmadığı zamanlarda Füsun ile oturup konuştuk. Sonucu ne olursa olsun gerçekleri Fikret'e anlatacak, en azından Cevdet'ten kurtulacaktık. Ama Fikret dönmeden önce Füsun'un bütün engellemelerine ve benim feryadıma rağmen Cevdet bana..."

"Tamam anne..!" diyerek sözünü kestim. "Bunu anlatmak zorunda değilsin." Annem minnetle bana bakıp başını usulca salladı.

"Her neyse ben hamile kaldım. Bebeğin Cevdet'ten olduğunu düşündüğüm için Füsun'un ayarladığı yer altında bir jinekologa gittik. Ben işte orada öğrendim bebeğin Cevdet'ten değil Fikret'ten olduğunu. Bebeği aldırmaktan vazgeçtim. Zaten o zaman üç aylık hamileydim."

"Bu durumu Fikret Yıldırıma neden söylemedin anne?"

"Söylemek için çok uğraştım Ahu ama Fikret beni dinlemedi. O hep böyleydi, benim haykırışlarıma hep sağırdı. Bebek konusunu ne zaman açsam tek ettiği laf öldürürüm oluyordu. Seni belli bir süre saklasam bile öğrendiği ilk an gözünü bile kırpmadan öldürecekti. Seni benden alacaktı Ahu. Ben buna müsaade edemezdim. Her şeyden geçer ama bebeğimden geçemezdim."

"Cevdet'in Fikret döndükten sonra tehditleri gittikçe artmıştı. Bana yaptıklarını Fikret'e söylememden korkuyordu. Onun güce ve paraya ihtiyacı vardı. Benim ise bebeğime ve anneme. Cevdet annemi kaçırıp sakladı. Karşılığında ise benden Fikret'i etkisiz hale getirmek için ona ilaç enjekte etmemi istedi. Annem için bebeğim için kabul ettim. Fikret'e bu ilacı vuracaktım ve Fikret birkaç yıl bitkisel hayatta yaşayacaktı. Kesinlikle ölmeyecekti." Ardı ardına yutkundu. "Ama öyle olmadı. Fikret kafasını çarparak öldü. Annem kalp krizi geçirip öldü. Birsen delirdi."

Bütün hayatlar mahvolmuştu.

"Artık tek kalmıştım. Bir tek sen ve ben vardık. Cevdet, korkuyor ama babasına güveniyordu. Karnımdaki bebeği kendisinden zannettiği için sana sahip çıkmak istedi. Ona gerçeği söylemedim. Çünkü biliyordum ki Fikret'in düşmanları oldukça çoktu ve seni ne kadar saklasam da bulup öldürürlerdi. Herkesin senin babanın Cevdet olduğunu bilmelerini sağladım. Bu gerçekleri ikinci susuşumdu. Her şeyi bırakıp Bursa'ya taşındım."

"O adamın sevdiği şehir." Dediğimde annem başını salladı.

"Evet, Fikret'in sevdiği şehre taşındım. Onun ben de sevdiği ne varsa değiştirdim. Önce saçlarımı kestim, rengini değiştirdim. Sonra bir daha asla elbise giymedim. Parfüm sıkmadım. Ben kendimi olabildiğince değiştirdim ama seni onun istediği doğrultusunda yetiştirmeye engel olamadım. Onun sevdiği adı verdim sana. Sürekli ondan bahsettim. Benzerliklerinizi kıyaslayıp durdum."

Benim dinlemek istediğim bunlar değildi. Bu konuşma uzayıp gider, annem ve beni sadece mutsuz ederdi. Hikayeler başlar, hikayeler biterdi. Annemin de hikayesi bitmişti. Geçmişi konuşmanın sonu asla gelmezdi. Bunun yerine ben daha çok merak ettiğim şeyi sordum anneme "Peki, neden konuşabildiğin halde sustun? Neden Melih'in bana eziyet etmesine müsaade ettin? Neden her şeyi Melih'e anlatmadın?"

"Çünkü..." dedi annem ve ellerimi sıkıca kavrayıp gözlerimin içine baktı. "Seni koruyacak tek kişi Melih Kılıçaslan'dı. Sustum, çünkü konuşursam Melih bana inanmazdı. İçi intikam dolmuş bir adam dayısının katili olduğu bir kadına inanmazdı Ahu. Konuşsaydım ben Melih, seni bu denli koruyamazdı. Seni hayatta tutan şey Fikret Yıldırımın kızı olman değil. Melih Kılıçaslan'ın karısı olman... Belki yanlış bir şey yaptım ama sonucunda Melih ile senin bir aile olmayı başardığınız için hiç pişman değilim kızım." Elimi bırakıp iki eliyle yüzümden tuttu. "Ben senin için sırf sen yaşa diye öldürürüm de... Ölürümde!"

Annemin gözlerinden, benim gözlerime yansıyan güçlü bir kadının varlığını gördüm. O kadın sanki hep oradaymış gibi gözlerimin en içine güven verircesine baktı. Ellerimi kaldırıp annemin beline doladım ve başımı göğsüne doğru yaslamaya çalıştığımda annem yüzümden ellerini çekerek başımı göğsüne yasladı. Güce ihtiyacım vardı ve bu güç annemin kokusunda, göğsünde, kollarındaydı. Ben de güce sarılır gibi anneme sarıldım. Kendimi annemin mis gibi bahar kokusuna ve sıcacık şefkatli kollarına bıraktım.

***

Bir bucuk ay sonra...

Geçip giden zamanın götürdükleri kadar getirdikleri de vardı.

Bu gecen bir bucuk ay içinde her şey bizim lehimize işlemişti. Melih beyaz masa diye bahsettikleri yerden ayrılmamış ve dayısının yaşadığını herkese ilan etmişti. Fikret Yıldırım hazırlıksız yakalandığı bu açıklama karşısında kendi pis dünyasında yer alan mafyalara tek tek açıklama yapmak zorunda kalmıştı. Melih, Fikret Yıldırıma en büyük darbeyi bir ay önce yeni açılışını yaptığı şirketinin basın toplantısında yapmıştı. Basın toplantısında yaptığı konuşmada dayısının kendini öldü göstererek Kılıçaslan ailesini kandırdığını ve ihanet ettiğini söylemiş, dayısıyla olan bütün bağlarını kopardığını ilan etmişti. Fikret Yıldırımın dünya basınında bile konuşulmasına sebep olmuştu. Hatta Fikret Yıldırım polisler tarafından gözaltına bile alınmıştı. Ben bunu Tunç ile Ufuk konuşurken tesadüfen duymuştum.

Bütün bunlar olurken Fikret Yıldırım tek bir hamlede bile bulunmamıştı. Ne bana yaklaşmış, ne de Melih'e engel olmuştu. Sadece bir defa Melih ile yürüyüş yaptığımızda karşımıza çıkmış ve uzun uzun bana baktıktan sonra Melih'in gözlerinin içine bakarak soğuk kanlılıkla konuşmuştu. "Bütün bağlarımızın koptuğunu söylemişsin aslanım ama bir şeyi atlamışsın. Bizim bağlarımızın kopması mümkün değil. Çünkü sen yeğenimden ziyade kızımın kocası, torunumun babasısın. Bağlarımız kopmaz anca güçlenir. Yaptıkların ve daha yapacakların karşısında boynum kıldan ince! Senden gelen her şey başım gözüm üstüne. Sen benim düşmanım değilsin! Asla da düşmanım olmayacaksın!" dedikten sonra arabasına bindiği gibi yanımızdan uzaklaşmıştı.

Melih, Fikret Yıldırımın sözlerine kızmayı bırak umursamamıştı bile. O gün yürüyüşümüze kaldığımız yerden devam etmiş, sanki Fikret Yıldırımla hiç karşılaşmamışız gibi günü tamamlamıştık. Melih bundan sonraki zamanlarda ise kendini işine vermiş, ben de annem, Sevgi Hanım ve kızların yardımıyla bahçedeki stüdyomun içini dayayıp döşemiştim. Her şey istediğim gibi olmuştu. İçine lila rengi koltuk takımı almış, yastıklarına özel elma desenli kılıf yaptırmıştım. Zaten vaktimin çoğunu burada geçiriyordum. Meltem ile egzersiz yaparken, burayı kullanıyorduk. Kızlar geldiğinde dedikodu yapmak için buraya geliyorduk. Kısacası evden daha çok burada zaman harcıyordum.

Şimdi ise yine stüdyoda Meltem ile birlikte pilates yapıyorduk. Pilates sayesinde bel ağrılarım da azalmıştı. Meltem hemşire olmanın yanı sıra birçok işten iyi anlıyordu. Çok yönlü marifetli bir kızdı.

Dizlerimin üzerinde öne doğru eğildiğim pozisyonumu düzelttim. "Ay yeter. Valla yoruldum. Kaldığımız yerden başka zaman devam ederiz artık Meltem." Dediğimde Meltem'de benimle birlikte doğruldu. "Tamam, Ahu Hanım." Dedi. Ben yere serdiğimiz matın üstünden kalkıp koltuğa oturduğumda, Meltem'de matları topladı.

"Ahu Hanım" diye seslenen Melteme döndüğümde elindeki telefona baktığını gördüm. Başını telefondan kaldırıp "Annem aramış duymamışım. Eğer bir isteğiniz yoksa ben annemle telefon görüşmesi yapayım."

"Yok, benim bir isteğim." Elimle kapıyı işaret ettim. "Sen keyfine bak. Selam söyle annene."

Meltem başını sallayarak bana gülümsedi ve stüdyodan çıktı. Meltemin çıkmasıyla biraz daha olduğum yerde oturdum. Sonra belime destek vererek ayağa kalkıp küçük tezgahın üzerinde duran elmalardan bir tanesini elime alıp yıkadım. Elmamdan bir ısırık alarak üçlü koltuğa oturup bağdaş kurdum. Elmadan ikinci ısırığı almamla, kızım her zaman olduğu gibi karnımın içinde hareket etmeye başladı.

"Hiç kusura bakma küçük hanım." derken elimdeki elmadan kocaman bir ısırık daha aldım. hızlı hızlı elmayı çiğnerken kızımda karnımın içinde sürekli beni tekmeliyordu. "Hep bunu yapıyorsun. Ben ne zaman elma yesem durmadan beni tekmeliyorsun. Tıpkı baban gibisin." Dememle kızım güçlü bir tekme daha attı. Gözlerimi devirip, sakinleşsin diye elimle karnımı okşadım. "Aman babana laf söyletme."

Hamileliğimin yedinci ayını neredeyse doldurmak üzereydim. Aralık ayının ortasındaydık ve hava çok soğuktu. Zaten hamileliğin verdiği bir ağırlık vardı ve bu ağırlığa birde kışlık, oldukça kalın kıyafetlerin ağırlığı ekleniyordu. Melih desen sanki dünyayı kendisi kurtaracakmış gibi bir aydır gecesini gündüzüne katarak hiç durmadan, dinlenmeden çalışıyordu. Çoğu zaman eve uğramıyor, uğradığında ise kısa bir duş alıp çıkıyordu. Bir aydır doğru düzgün yan yana gelememiştik ve birbirimize hasret kalmıştık. Bağdaş kurduğum bacaklarımı açtım ve karnımı okşayarak kızımla konuşmaya devam ettim. "Sen neden bu kadar çok babacısın? Senin anneci olman gerekiyor. Kızlar her zaman annelerinden taraf olur."

"Kim demiş bunu yavrum?" diyen sesle bakışlarımı kapıya çevirmemle gözlerimin odağını kocam doldurdu. Üzerine yapışan siyah boğazlı kazağı, kirli sakalları, hafif dağılmış saçlarıyla ne kadar da yakışıklıydı. Hele o içeriye girer girmez kendisiyle birlikte etrafa yayılan karanfil kokusu yok muydu... Ah ah...

Melih bana doğru yaklaşıp "Yavrum" dedi ve ekledi. "Sen yoksa kızımı bana karşı mı dolduruyorsun?" nutkum tutulmuş gibi Melih'e bakarken, o çoktan önümde diz çöktü. Bir eliyle yüzümü kavradı, diğer elini karnımın üzerine koydu. Kızımız Melih'in dokunuşlarıyla tekmelerini sıralarken, Melih'in dudakları alnımı buldu. Yavaşça yanağıma inen dudakları sırasıyla burnumu ve çenemi de öptükten sonra artçı bir istekle sızlayan dudaklarımı es geçip karnıma indi. Karnımın üstüne bıraktığı her öpücükle kızından karşılık olarak bir tekme aldı. Karnımdan ayrılan dudakları dudaklarıma yaklaştı.

Sıcak ve ferah nefesini dudaklarımın üstünde hissederken "Nasıl özledim yavrum bir bilsen..." diye dudaklarıma doğru fısıldadı ve dudaklarımızı birleştirdi.

Melih'in dolgun dudaklarının, dudaklarıma uyguladığı tutkulu işkencenin etkisiyle elimdeki yarısı yenmiş elmanın yere düşmesi bile bizi durdurmadı. Özlediğim her bir saniyenin acısını çıkartmak ister gibi tutkuyla öpüşüne karşılık verdim. Nefes alma ihtiyacıyla dudaklarımızı ayırdığımızda alın alına yaslanıp soluklandık. "Nefesim senin nefesine muhtaç Ahu..." Diye fısıldadı.

Alnımı alnından çekip geriye yaslandım. Kaşlarımı hafifçe çattım ve burnumu havaya kaldırdım. "Eğer gerçekten nefesinin nefesime muhtaç olduğunu düşünüyorsan, şimdiye çoktan nefessizlikten ölmen gerekiyordu." Tribimi atmış, kollarımıda göğsümde bağlamıştım.

Melih elinin kemikli kısmını yanağımda gezdirdi. "Ahu, güzelim çalışıyorum biliyorsun." Asla yüzüne bakmadım.

"Yavrum" eli yanağımdan çeneme doğru kaydı. Çenemi parmaklarının arasına sıkıştırdı. "Yüzüme bakmayacak mısın?"

Omuz silktim.

Melih bu kez elini çenemden çekip karnımın üzerine koydu ve usulca karnımı okşamaya başladı. Benden alamadığı karşılığı kızımızdan alınca sesli bir şekilde güldü. "Bak kızımız bile beni anladı."

"O bir kere seni anladığımdan değil. Babacı olduğundan kızımız sana tepki gösteriyor."

"Kızımız..." Diye mırıldandı Melih ve sonra birden "Ahu..." Dedi gür bir sesle "Bizim kızımızın adı ne olacak?"

Bu soru ben de ki bütün tripleri yok etti. İki ay sonra kızımız doğacaktı ve biz daha bir isim düşünmemiştik. Bakışlarım Melih'i bulduğunda, onunda sorgu dolu gözlerle bana baktığını gördüm.

"Senin içinden geçen bir isim var mı?" Diye sordum. Melih, başını hayır anlamında sallarken, çoktan gözlerini benden çekmiş karnıma indirmişti. Şu an isim konusunu açan kendisi olmasına rağmen tek derdi karnımın içinde hareket eden kızımızın hareketlerini izlemekti. Kızımızda, sanki bunun babasının boşuna gittiğini biliyormuş gibi sürekli Melih'in elinin altında hareket ediyordu. Melih'in tam elinin altında bir tekme attığında Melih'i yüzündeki gülümseme kahkahaya dönüştü.

"Şuna bak Ahu. Bunu hissetmek muhteşem bir şey." Parlayan ela gözleri gözlerimi bulduğunda, gözlerinin güzelliğine hayranlıkla baktım. Sonra ela irislerinin içindeki o eşsiz parıltı zihnimin en derinlere fısıldadı. "Ela..."

"Ela..." dedim heyecanla.

"Hıh..?" dedi Melih sorar gibi.

"Kızımızın adı diyorum Ela olsun mu?"

Melih benim gözlerim ve karnım arasında gezdirdiği gözlerini en son karnımda sabit tuttu. "Ela Kılıçaslan. Vay be sevdim bunu." Karnımdan öptü. "Sen de sevdin mi kızım?" Melih'in sorusu üzerine kızım tabiiki de her zaman olduğu gibi babasından taraf olmuş ve cevap niteliğin, bugün saymayı unuttuğum bilmem kaçıncı tekmesini atmıştı. Hayır yani onlar baba kız oynuyor, tekmeleri ben yiyordum. Bu haksızlıktı.

Melih "Kızımızın adına da karar verdiğimize göre" derken diz çöktüğü yerden ayağa kalkıp stüdyonun dış kapısına doğru ilerledi. Kapının üzerinde olan anahtarı iki kez çevirip kapıyı kilitledi. Melih'in ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken, Melih bu kez pencerenin önüne gelip fon perdeyi çekti. Kombinin ısısını arttırdı ve benim soru dolu bakışlarım eşliğinde yanıma adımladı. Ne yaptığını sormak için açtığım ağzım, Melih'in bir an da üzerindeki siyah boğazlı kazağı çıkartıp koltuğun üzerine fırlatmasıyla, bir balık gibi açık kaldı.

"Bugün Özlem Hanımla konuştum." Dizlerinin üzerine çöktü ve üzerimdeki krem rengi polar kazağın etek ucunu parmaklarının ucuyla tuttu. "İlişkiye girmemizde bir sorun olup olmayacağını sordum." Yanaklarım kızardı. Utanç bütün bedenimi esiri altına aldığında Melih ucunu tuttuğu kazağımı yukarıya doğru sıyırdı. "Eğer sen kendini rahat hissediyorsan birlikte olmamız için bir sorun yokmuş."

Melih kazağımı göğsüme doğru sıyırdığında, sanki ben bu anı bekliyormuşum gibi kollarımı havaya kaldırarak kazağı çıkarmasında Melih'e yardımcı oldum. Kazak üzerimden çıkarken, saçlarım elektriklenmişti. Melih elleriyle saçlarımı düzelttikten sonra saçlarımı koklayıp öptü. Gözleri, siyah atletimin altında sütyen olmadığı için kendini iyice belli eden iki beden daha fazla şiş olan göğüslerime kaydı.

"Bir sorun yok değil mi yavrum? Kendini rahat hissediyor musun?"

"Bir sorun yok." Başımı iki yana salladım. "Rahatım."

Biz bu konuya nasıl gelmiştik? En son ben trip atıyordum. Şimdi ise neredeyse Melih'in elinin altında erimek üzereydim.

Melih dudaklarının kenarını kıvırdı. "Güzel..." dedi ve elini altımdaki polar pijamamın lastiğine uzatıp tutmasıyla aşağıya doğru çekti. Kalçamı hafif yukarıya kaldırıp tıpkı kazağımı çıkartmasını yardım ettiğim gibi pijamamı çıkartmasına da yardımcı oldum. Şu an neden ona ayak uydurduğumu bilmiyordum. Sadece, kendimi bir güç tarafından ona çekiliyormuşum gibi hissediyordum.

Benim üzerimde siyah bir atlet, ve küçük bir külot varken, Melih'in üstü çıplak altında kot pantolonu olduğu gibi duruyordu. Melih bu kez atletimi doğru hamle yapacakken elini tutup onu "Melih dur." diye durdurdum. Ela gözleri, gözlerimin içine neden der gibi sorgulayarak bakıyordu.

"Şey..." derken gözlerimi stüdyonun her yerinden gezdirdim. "Burada mı birlikte olacağız?" alt dudağımı ısırdım. "Yatak odamıza gidelim."

Melih'in ela gözleri karardı. Dudaklarının iki ucu yukarıya doğru kıvrıldı. Bu kıvırımlarda şehvet vardı. "Hayır" dedi ve ekledi. "Tam da burada birlikte olacağız." Bana doğru yaklaşık dudağımı öptü. "Bir aydır en çok vakit geçirdiğin, kokunun her yere sindiği bu yerde tenine dokunacağım." Yutkundum, yutkundu. "Seni bana katıp içine gireceğim."

Melih'in dudaklarından dökülen arsız kelimeler, yüzümün cayır cayır yanmasına sebep oluyordu. İçimde biriktirdiğim bir sıvı kasıklarıma doğru süzülüyor, kasıklarımı sızlatıyordu.

Melih, üzerimdeki alleti çıkarttığında göğüslerim gözler önüne serildi ve Melih hırıltılı bir sesle "Siktir!" Diye hırladı. İri elleri göğüslerimi tutup ikisini aynı an da yoğurup sıktığında, duyduğum hazla gözlerim kapandı. "Bunlar daha ne kadar büyüyecek Ahu?" Ilık nefesini göğüslerimde hissettiğimde gözlerimi açtım. Tam bu esnada Melih sol göğsümün belirgin ucunu dudaklarının arasına alıp emmeye başladı. Başım iyice geriye gittiğinde dudaklarının arasından "Ahh" diye bir inilti döküldü. Melih benim iniltilerimin arasında ıslak dilini göğsümün ucunda gezdirmeye devam etti. Sol göğsüme yaptığı işkenceyi sağ göğsüme de yaptı. Göğsümü serbest bıraktıktan sonra burnunu iki göğsümün arasına sokup kokumu içine çeke çeke aşağılara kaydı.

Ellerini belime doğru indirirken, dudakları biraz daha aşağıya indi. Göbeğime doğru inip, en son kasıklarımın üzerinde hissettiğim dudaklarıyla nefesimi tuttum. Ilık nefesini çamaşırımın üstünden tam kasıklarımda hissettiğimde, kalbim duracakmış gibi oldu. Ellerim benden bağımsız Melih'in gür saçlarına tutunduğunda "Melih" diye inledim.

Melih küçük külodumun kenarlarına parmaklarını geçirip ölüm yavaşlığıyla üstümdeki son parçayı da çıkartarak beni tamamen çıplak bıraktı. Üçlü koltuğun ortasında oturuyordum ve Melih tam karşımda iki bacağımın arasında, dizlerinin üzerinde duruyordu. İki bacağımı da eliyle iki yana açıp başını iyice kasıklarıma yaklaştırdı. Ben ağzını kasıklarımda hissetmek için yanıp tutuşurken o benliğimi hiçliğe sürükleyen başka bir şey yaptı. Elini kadınlığıma yaklaştırıp baş parmağıyla tepemi okşadı. Bu hareketi içimi bile titretti.

"Daha şimdiden sırılsıklam olmuşsun." Parmağının birini birden içime itince ikimizde aynı anda inledik. "Delirtiyorsun beni Ahu." Parmağını içimde hareket ettirmeye devam etti. "Şuna baksana nasılda darsın. Daha önce kaç defa birlikte olmamıza rağmen sen hala çok sıkı ve darsın. İnanılmaz güzelsin yavrum."

Melih'in edepsiz konuşması beni artık uyandırmak yerine ateşimi daha da alevlendiriyordu.

Melih, parmağını içimden çıkartıp iki parmağını birden içime soktuğunda belim bir yay gibi gerildi ve kasıklarım sızım sızım sızladı. "Burası parmağım için bile bu kadar darken, beni içine nasıl aldığına şaşıyorum." Parmakları içimde gelip gidiyor, beni harlıyordu.

Gözlerim kapanmış, kendimi kaybetmiş bir şekilde Melih'in parmaklarının içimde gelip gitmesine bırakmışken, parmaklarını birden içimden çıkartmasıyla gözlerim açıldı. Beklenti içinde sızlayan kadınlığım zonklaması beni öldürecekti. "Neden durdun?" Diye sormamla Melih parmaklarına bulaşan sıvımı kadınlığıma yaydı ve dudaklarını kadınlığıma yaklaştırdı. "Tadına bakmak istiyorum." Der demez tepemi ağzının içine alıp emdi.

"Ahh!" diye bağırdığımı fark ettiğim sırada, açık ağzımı elimle kapattım. Melih kadınlığımın her zerresinde dilini gezdiriyor, aç bir aslan gibi kadınlığıma saldırıyordu. Ağzından çıkan ıslak sesler, benim elimle kapattığım ağzımdan çıkan inleme seslerine karışıyordu. Melih, beni yalnız dudakları ve dil darbeleriyle zevkin ihtişamlı zirvesine çıkartıyordu.

"Melih, ahh... dayanamıyorum."

Melih durmadı, dili tepeme işkence etmeye devam etti. "Ahh, Melih!" diye inlediğimde stüdyonun kapısı tıklatıldı ve hemen ardından Meltem'in sesi duyuldu.

"Ahu Hanım iyi misiniz? Kapı kilitli açılmıyor."

Meltem'in sesiyle yaşadığım yoğun şehvetten çıkıp zar zor çıkan sesimle "İyiyim..." diyebildim. Aynı zamanda da Melih'i durması için ve kadınlığımı rahat bırakması için istiyordum. Ama nafile bir çaba oldu. Çünkü, Melih kadınlığıma işkence etmeye devam etti.

"Şey ben kapı açılmayınca sizi merak ettim de." dedi Meltem ve ekledi. "Melih Beyin de arabasını gördüm. Eve gelmiş sanırım."

Meltem'e cevap verecekken, Melih arsız dilini içime ittiğinde "Ah, evet" dedim ama sesim boğuk bir iniltiden başka bir şeyi andırmadığı için Meltem içeride ne olduğunu çözmüş olmalı ki alelacele konuştu. "Ha neyse Ahu Hanım ben de çıkıyorum. Onu haber vereyim dedim." diyerek uzaklaştı.

Kızcağıza da rezil olmuştum. Yumruk yaptığım elimi Melih'in omzuna vurdum. "Senin yüzünden kız yanlış anladı." Melih dudaklarını sonunda kadınlığımdan çekip karnımı öptü. Çapkın çapkın gözlerimin içine bakarak dudaklarını yamukça kıvırdı. "Ben ne yaptım ki yavrum?" diye sordu.

Elimle tekrar omzuna vurdum. "Eşek" dedim. Melih iki elimi başımın üstünde sabitledi. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Kocaya eşek ha..." dedi ve dudaklarıma yaklaştı. "Sana ceza öp beni."

Böyle cezaya da can kurbandı. Başımı hay hay der gibi salladım ve dudaklarımı, dudaklarına bastırdım. Öpüşmemiz gittikçe alevlenirken, Melih'in dili ağzımın içine kaydı ve damağım boyunca gezdi. Hırıltılı sesler çıkartarak birbirimizin dudaklarını parçalarcasına öptük. Melih geri çekildiğinde ayağa kalktı.

Gözlerimin içine bakarak, elini kemerine uzatıp açtı. Kemerinin tokasından gelen o demir sesi dinledim. Ardından kemeri belinden sıyırırken, stüdyonun içinde o metalik ses yankılandı. Gözlerini gözlerimden ayırmadan, pantolonunun düğmesini çözüp, fermuarını indirdi. "Gerisini sen hallet." derken sesi boğuk çıkmıştı.

Alt dudağımı dişlerimin arasına alarak pantolonun kemer giriş halkalarından tutarak, pantolonunu aşağıya doğru sıyırmamla boxerı da pantolonuyla birlikte aşağıya indi. Şimdi eşittik oda tıpkı benim gibi çıplaktı ve bütün heyebetiyle karşımda duruyordu. Gözlerim yavaşça aşağılara kaydığında "Dokunmak ister misin?" diye sordu.

Boğazımda oluşan yumrunun geçmesi için büyükçe yutkundum ve başımı olumlu anlamda salladığımda elim adonis kaslarında dolaştı. Yavaşça aşağılara inip erkekliğini avuçladığımda Melih göğsünden gelen erkeksi bir iniltiyle "Siktir!" dedi nefes nefessiydi. "Sık..." dediğinde başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. Gözleri ela rengini çoktan yitirmiş kapkara olmuştu. Dediğini yaparak erkekliğini sertçe sıktığımda Melih sertçe inledi.

"Şu küçücük avucunun içinde ölmek üzereyim Ahu." Sözleri göğsümün altındaki kalbimi pata küte dövüyordu. Avuç içimi erkekliği boyunca gezdirip erkekliğini sıvazladım. Melih'in elimin altında olan varlığının bana verdiği tepkiler beni daha da gaza getiriyordu. Sonra birden Melih elimin üstüne elini koydu. "Bırak." dedi. Dediğini yaparak bıraktım.

Melih üçlü koltukta yanımdaki boşluğa oturdu ve bacaklarını hafifçe açarak "Kucağıma gel yavrum. Bir olalım artık." dedi.

Kalbim ağzımda atıyor, heyecandan her yerim titriyordu. Belime elimle destek vererek oturduğum yerden kalkıp karşısına geçtim. Gözlerinin içine bakarak "Emin misin?" diye sordum ve ekledim. "Beni kaldıramayabilirsin bayağı kilo aldım."

"Gel" dedi eliyle erkekliğini sabit tutarak "Otur üstüne ve onu içine al. Kontrol senin elinde olacak."

Yavaşça kucağına oturduğumda Melih bir elini belime destekleyerek diğer elinde tuttuğu erkekliğini kadınlığımın girişine yerleştirdi. Bir süre sadece erkekliğinin ucuyla kadınlığımda olan sıvıları etrafa yaydı ve bir an da içime girdi. İkimiz aynı an da güçlü bir sesle "Ahh!" diye inlediğimizde benim kasıklarımda hissettiğim yakıcı sızıyla gözlerim kocaman açıldı. Melih'in heybetli varlığı içimde ki bütün duvarları doldurmuştu.

Sık nefeslerinin arasında bir süre tırnaklarım Melih'in omzuna saplı bir şekilde bekledik. Melih'in kaslı göğsü bir volkan gibi inip kalkıyor. Benim ise alt tarafım hissettiğim doluluktan dolayı sızlıyordu.

Melih ellerini kalçama indirip avuçladı. "Hadi bebeğim, kaldır kendini." Yavaşça bedenimi kaldırıp ritmik hareketlerle Kalçamı indirip kaldırıyor, bizi bir bütün yapıyordum. Melih'in dediği gibi kontrol tamamen bendeydi.

Ritmik hareketlerim hızlandıkça Melih içime daha da sert bir şekilde çarpıyordu. Her saniye içimde giderek büyüyen erkekliğinin damarlarını kadınlığımın duvarlarında hissediyordum. Bu çok güzeldi. Bu muhteşemdi.

Ben her kalkıp indikçe göğüslerim Melih'in göğüslerine çarpıyordu. Melih iki eliyle göğüslerimi kavrayıp sıktı. "Çok güzelsin be yavrum." Parmakları göğüs ucumu sıktı." Aklımı başımdan alacak kadar güzelsin." Göğüslerimi bırakıp yüzümü kavradı. Dudaklarıma yapışıp kısa ama tutkulu bir öpücük bıraktı.

"İnsan sınandığı yerde hayatta kalıyormuş. Sen benim sınandığım yersin Ahu... Ben seninle hayatta kalıyorum."

Elleri belimi buldu ve beni sabitleyerek içime sertçe çarpmaya başladı. Terlemiş vücutlarımız, iniltili seslerimiz ve soluk soluğa kaldığımız nefesimizle birlikte tutkunun en yüksek zirvesine beraber tırmandık. Sona geldiğimiz de bedenim titremeye başladı. Melih boğuk bir sesle "Sikeyim. Geleceğim şimdi."

İçimden çıkmaya çalıştığında izin vermedim. "Çıkma. İçime gel." Omuzlarından tutundum. "Birlikte gelelim. Birbirimize karşıladım."

Melih'in hareketleri hızlandı. Son ana kadar içime sertçe çarptı ve ikimizde aynı an da çıktığımız tutku zirvesinden birlikte indik. Benim sıvılarım ona, onun sıvıları bana bulaştı.

Ateş ile buz birbirine karıştı.

Bizim hikayemizde imkansızlıktan imkân doğmuş, cehennem ateşi buza aşık olmuştu.

***
Sabah gözlerimi açtığımda Melih'in kolları arasındaydım. Uzun bir süre sonra Melih'in kollarının arasında ilk uyanışımdı. Melih ise çoktan uyanmış gibi görünüyordu. Çünkü elindeki telefondan birşeyler izliyordu.

"Günaydın" dedim.

Melih gözlerini telefondan çekip bana baktı. "Günaydın güzelim." Burnumun ucunu öptü. "Gerçi öğlen oldu ama..."

"Öğlen mi oldu?" diye sordum şaşkınlıkla "Nasıl bu kadar çok uyumuşum?"

"Uyudun valla yavrum. Hatta kahvaltı için seni uyandırmaya çalıştım uyanmadın." Parmaklarını yüzümde gezdirdi. "Hadi kalk bir şeyler ye. Ela'da açıkmıştır şimdi."

Ne güzel de Ela diyordu öyle...

Başımı olumlu anlamda sallayıp yataktan kalktım. Paytak adımlarla banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Dişlerimide fırçalayıp banyodan çıktım. Melih banyodan çıkmamla oturduğu yataktan kalkıp elini tutmam için bana uzattı. Uzattığı eli tuttum ve birlikte odadan çıkıp aşağıya indik.

Merdivenlerin sonuna geldiğimizde salondan gelen seslerle salona girdiğimizde herkesin burada olduğunu görmemle gülümsedim. Çağlar, Ufuk, Osman, Ezgi, Berna, annem ve Sevgi Hanım içeride oturup çay içiyorlardı.

Melih beni koltuklara doğru çekiştirirken "Siz ne zaman geldiniz lan?" diye sordu. Onların cevap vermesine fırsat tanımadan "Sevgi Hanım siz Ahu için yiyecek birşeyler hazırlar mısınız?" dedi. Sevgi Hanım "Tamam" diyerek solandan ayrıldığında Melih bakışlarını cevap bekler gibi adamlarına çevirdi.

"Hoş geldiniz." dedim gülümseyerek. Melih bana ters ters baktı ama umursamadım. "İyi yaptınız gelmekle."

"Ya canım benim." dedi Berna göz ucuyla Melih'e baktı. "Biz zaten senin için geldik."

Melih ile Çağlar aynı an da ağızlarının içlerinde homurdandılar.

Ezgi hafifçe boğazını temizleyip dikkatleri üzerine çekti. "Melih abi biz vedalaşmak için geldik aslında." Demesiyle Melih oturduğu yerde diklendi. "Ne vedası Ezgi?" diye sordu.

Ben de şaşkınca Ezgi'ye bakıyor, ne vedası olduğunu düşünüyordum. Ezgi ise karşımızda giderek kızarıp bozarıyordu.

"Abi?" diye araya girdi Ufuk. "Biz bugün Ezgi'nin memleketine gideceğiz." Eliyle annem hariç diğerlerini göstererek. "Hep birlikte."

"Sebep..?" diye sordu Melih.

"Abi biliyorsun ki Ezgi ile senelerdir birlikteyiz. Eee artık evlenmek istiyoruz. Ezgi'de annesine bahsetmiş, anneside babasına söylemiş. Gelsinler bir tanışalım deyince babası bizde gidelim dedik."

"Biz de gidecek miyiz?" diye sormamla Melih "Hayır." Diye kestirip attı. "Yani sen evde kalırsın ben giderim." dedi. Moralim bozuldu.

"Yok abi sende gelme. Yengeyi yalnız bırakma. İstemeye gelirsiniz yenge ile birlikte." dedi Çağlar ve ekledi. "Zaten tanışma olacak. Ezgi'in abisinin nişanı varmış bunlarıda aradan çıkartacaklar işte."

"Öyle değil be oğlum. Ezgi'nin abisi biraz sorunlu." Ezgi'ye dönüp elini tuttu Ufuk. "Alınmıyorsun değil mi aşkım?" Diye sordu Ezgi yok dercesine başını sallayınca Ufuk tekrar konuştu. "Hah işte Ezgi'nin abisi sorunlu olduğu için, bizim başımıza iş çıkartmasın diye bizzat onun nişanında tanışma olacak."

"Evet..." dedi Ezgi içine kaçmış bir ses tonuyla "Abim biraz zor biridir. En iyisinin bu şekilde olacağını düşündük." Gözleri beni buldu. "Aslında ben Melih abi ve seninde gelmenizi isterdim Ahu ama maalum hamilesin ve biz bunu riske atamayız. Artık istemeye minikle gelirsiniz."

Elimi karnıma koyup okşadım. "Evet, doğru söylüyorsun. Biz Ela doğduktan sonra seni istemeye geliriz."

Herkesten hep bir ağızdan şöyle bir ses çıktı. "Vay, Ela mı?"

"Evet, Ela." diye karşılık verdiğimde dış kapı çaldı. Bir kaç saniye sonra Tunç salon girişinde göründü. Kollarını açarak bana sarıldı. "Nasılsın bakalım abisinin tombik kardeşi?"

Tunç bir aydır aldığım kilolardan dolayı bana tombik diyordu. Hiç hoş değildi ama kendisi bundan çok eğleniyordu.

Melih "Boşuna dememişler insanın sevmedigi bok burnunun dibinde biter." Diyerek homurdandı.

Tunç kollarını benden ayırıp Melih'e hitaben konuştu. "Bok değil. Ot bir kere o."

"Her ne boksa bok." Dedi Melih.

Tunç, Melih'e yandan bir bakış atıp karnıma eğildi. "Senden ne haber ufaklık? Babana kök söktürmeye devam mı?" Ela babasından söz edildiği an Tunç'un elinin altında kıpırdandı.

"Hiç boşuna uğraşma abi. Ela tam bir babacı."

"Ela mı?" diye sordu Tunç "Yeğenimin adı Elâ mı olacak?" Başımı salladım. "Güzel isimmiş. Yanına da Ferhunde koyalım mı?"

Herkes bir ağızdan Tunç'u linçlerken, Osman herkesi susturan bir soru sordu.

"Yenge, Meltem hemşire yok mu?"

Şaşkın şaşkın Osman'a bakarken, Osman bir kez daha konuştu. "Göremedim de ona da veda ederdik."

Üzerimde ki şaşkınlığı atıp "Meltem izinli bugün." diyebildim. Ben cümle kurarken, aklım Elif'e gitti. Elif'de Osman'dan hoşlanıyordu. Görünüşe göre Osman ise Meltem'den hoşlanıyordu.

Ben bunları düşünürken, herkes kendi arasında konuşmaya dönmüş, Sevgi Hanım yemeğimi hazırlayıp getirmişti. Ben de düşünmeyi bırakıp yemeğimi yemeye başladım.

***
Acımasız, insanların günahını çeken masum insanlar bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyordu. Bu insanlardan biri de Birsen teyzeydi. Canı pahasına sevdiği abisi tarafından iki kez aklını kaybetmiş, iki kez bir kliniğe kapatılmıştı.

İlk delirdiğinde iyileşmesi yıllar alsada ikinci kez başına gelen bu talihsiz olaydan daha çabuk kurtulmaya çalışıyordu. Mesala, bu kez Melih'i unutmamıştı. Beni unutmamış, en önemlisi karnımdaki torununu unutmamıştı. Her hafta onu ziyarete gelmemizi söylüyor, yanına gittiğimiz de ise bizimle asla konuşmadan sadece Ela'yla konuşuyor, Ela'ya dokunuyordu.

Az önce de yine Birsen teyzeyi ziyaret etmiş ve onunla vakit geçirmiştik. Şimdi ise annemin tansiyonu düştüğü için hastaneye gelmiştik. Melih dışarıda beklerken ben anneme müdahale etmelerini beklemiş, küçük bir ilaç takviyesinden sonra Melih'in yardımıyla hastaneden çıkarak otoparka indik.

Annemin koluna girerek Melih önde ilerliyor bizde onun arkadan ilerliyorduk. Melih arabasının oraya geldiğinde "Hay ben böyle işi sikeyim." Diye bağırdı. Sesi otoparkta yankılandığında Neye kızdığını soracakken tam karşımızda duran Fikret Yıldırımı gördüm.

Hemen annemin yanına gidip onu korumacı bir tavırla sardım. Melih önünü bize döndü. Başıyla arabayı işaret etti. "Arabaya geçin Ahu." dedi.

Annemin kolundan çekiştirerek arabaya doğru adımladım. Tam arabanın kapısını acacakken Fikret Yıldırım "Canan..." Diye seslendi. Annemin bütün bedeni kasıldı.

"Bana bir selam bile vermeden mi gidiyorsun küçük kızım!" demesiyle annem zangır zangır titremeye başladı.

"Sikerim seni şimdi." Diye tısladı Melih ve ekledi. "Hemen arabayı binin Ahu."

"Melih, aslanım görüyorum ki benim olan her şeye hakimiyet kurmuşsun. Olmaz!" Başıyla bizi gösterdi. "Emir verdiğin kişilerden biri benim kızım. Diğeri benim kadınım."

Anneme hitap etme şekli beni dehşete düşürdü. Gözlerim kocaman açıldığında Melih otoparkı inleten bir ses tonuyla "Senin hastalıklı beynini sikeyim lan! Ne kadınından ne kızından bahsediyorsun?"

Arabanın kapısını açıp "Hadi anne" dedim. Annem arabaya doğru bir hamle yaptığında Fikret Yıldırım bir kez daha "Canan" diye seslendi. annem durdu Fikret Yıldırım konuştu. "Benim kim olduğumu hatırlıyorsun değil mi? Neler yapabileceği mi...?"

Annemin yaşlı gözleri Fikret Yıldırımı bulduğumda başını hayır der gibi iki yana salladı. Fikret Yıldırım elini anneme uzatıp "Yanıma gel." Dedi sesi adeta ölümü haykıran bir Azrail gibiydi. Annem tereddüt bile etmeden Azrailine doğru bir adım attığında koluna yapıştım.

"Nereye gidiyorsun anne arabaya geç lütfen!"

"Yanıma gel dedim Canan!"

Annem Fikret Yıldırımın konuşmasıyla kolunu elimden kurtarıp Fikret'e doğru adımladı. "Melih" diye haykırdım. "Birşey yapsana annemi alıyor!"

Melih belinden çıkardığı silahı dayısına doğrultu. "Bırak Canan Hanımı!"

Annem gözünden akan yaşlarla Fikret Yıldırımın hemen yanında duruyordu. Fikret Yıldırım annemi kolundan tutup kendine çekti ve Melih'in gözlerinin içine baktı. "Kötü bir amacım yok aslanım. Sadece kızım, yeğenim ve kadınımla kendi evimde yemek yemek istiyorum."

Melih "Ulan..!" Dediğinde ondan önce davranıp ben konuştum. "Bırak annemi!"

"Ben bırakmam kızım. Bunu en iyi annen bilir. Sen anneni istiyorsan bana gelmelisin. Benden bırakmamı istememelisin."

"Anne..." Diye seslendim. "Lütfen yanıma gel. Korkuyorum."

"Kızım--" annem daha cümlesini tamamlamadan Fikret Yıldırım sertçe bağırdı. "Arabaya geç Canan!" Annem gözlerimin içine çaresizce bakarak göz yaşlarıyla Fikret Yıldırım'ın arabasına bindi.

"Eğer davetime katılmak istiyorsan kızım, kocana söyle seni bana getirsin!"

"Amıma koyayım senin sikik herif!" Melih Fikret Yıldırıma atılacakken onu kolundan tuttum. Fikret Yıldırım bu arada arabasına bindi ve kontağı çalıştırdı. Melih ile bakışlarımız onlara kaydığında tek gördüğüm durmadan ağlayan annemdi.

"Biz de gidelim Melih ne olur. Annemi bu adamın eline bırakmayalım."

Melih küfür ederek elimden tuttu ve beni arabaya bindirdi. Kontağı çalıştırıp hızla otoparktan çıktı ve önümüzde ilerleyen Fikret Yıldırımın arabasını takip etti.

"Amıma koyduğumun piçi hortlak gibi her yerden çıkıyor. Adam ne ölürken huzur veriyor ne de yaşarken siktigimin yerinde!"

Melih'in öfkesini duyuyor ama odaklanamıyordum. Tek odaklandığım önümüzdeki arabanın içinde olan annemdi.

"Ahu" diye seslendi Melih ve bir elini karnımın üzerine koydu. "Sen iyisin değil mi? Sancın veya ağrın varsa söyle güzelim."

Karnımın üzerindeki elinin üstüne elimi koydum. "İyiyim ben. Ağrım da yok sancımda yok." Melih başını sallayarak arabayı sürmeye devam etti.

Yaklaşık kırk beş dakika sürün araba yolculuğundan sonra Fikret Yıldırımın arabasının ormanlık bir yola girmesiyle bir on beş dakika daha sürdü. Araba korunaklı devasa bir köşk'ün önünde durunca Melih'te arabasını durdurdu. Köşkün her yeri bir sürü maskeli adamlarla korunuyordu. Dev demir kapı açıldı. Arabayla içeriye girdik.

Biz Melih ile arabadan inerken, Fikret Yıldırım annemin kolundan tutarak onu arabadan indirdi. Anneme doğru gidecekken Melih elinin içine elimi hapsetti ve el ele anneme yaklaştık. Fikret Yıldırım yüzünde memnun bir ifadeyle annemin kolundan tutup köşkün girişine doğru çekiştirirdi.

Resmen gözlerimin önünde annemin üzerinde hakimiyet kuruyordu. Annem ondan o kadar çok korkuyordu ki ne söylese ne yapsa bir kukla gibi hareket ediyordu.

Köşkün içine girdiğimiz de uzun bir koridoru geçtik ve oradan altın varaklı bir kapıyı açarak içine giren Fikret Yıldırımın ardından bizde girdik. İçeride 12 kişilik devası beyaz bir yemek masası vardı. Masanın örtüsünden tut sandalyelere kadar her şey beyazken, masanın baş köşesine konumlandırılan bir sandalye siyahtı. Masasına üzeri çeşit çeşit yemeklerle donatılmıştı. Fikret Yıldırım bizim geleceğimizden o kadar emindi ki her şeyi hazırlatmıştı.

Annemin kolundan çekiştirerek siyah sandalyenin sağında duran beyaz sandalyeye oturttu annemi. Kendiside siyah sandalyeye oturdu. Eliyle solunda kalan boş sandalyeleri işaret etti. "Hadi gelin oturun." Gözleri karnımı buldu. "Torunum açıkmıştır."

Melih elimi sertçe sıkarak masaya doğru ilerledi. Kendisi dayısının yanına otururken beni de hemen yanı başına oturttu. Masaya oturur oturmaz elimi anneme doğru uzattım ve elini sıktım. Annem acı kahve gözlerine yansıyan korkuya rağmen beni rahatlamak için gülümsemeye çalıştı.

Fikret Yıldırım boğazını temizleyerek "Evime hoş geldiniz." dedi. Midem bulandı.

"Bırak bu boş lafları! Ne istiyorsan çabuk dökül. Sonra da ben karımı ve Canan Hanımı alıp kendi evimize gideceğim." dedi Melih 'kendi evimiz' kısmına vurgu yaparak.

Fikret Yıldırım, sanki Melih ona hiç bir şey söylememiş gibi önündeki et yemeğinden tabağına doldurdu ve bir kaç lokma yedi. "Bak şimdi aslanım." derken önündeki içecekten içti. "Sürekli unuttuğun bir şey var. Birincisi sen benim düşmanın değilsin. İkincisi bu kadınlar bana ait. Benim!"

"Senin tedaviye ihtiyacın var!" dedi Melih ve ekledi. "Olmayan beyninle saçma sapan, sikikçe şeyler düşünüyorsun."

Fikret Yıldırım gayet rahat bir tavırla "Sen öyle diyorsan öyledir aslanım." dedi.

Melih öfkeden çıldırdı.

Fikret Yıldırım tek tek gözlerini hepimizin üzerinde gezdirip en son Melih'te durdu. "Madem ne istediğimi soruyorsun söyleyeyim." Sırtını geriye yasladı. "Canan benimle kalacak. Hatta Ahu'da benimle kalacak."

Melih dalga geçer gibi güldü.

"Geçmişi konuşup seni darlamak istemiyorum Melih. Sana daha öncede söyledim. Şimdide söylüyorum. Sen bu hayatta benim en kıymetlimsin." Anneme baktı ve tekrar Melih'e döndü. "Ahu'dan boşanmanı istiyorum."

Gözlerim kocaman açıldı ve annemle göz göze geldik. Anneminde benden kalır yanı yoktu.

Melih elini masaya sertçe vurdu. "Senin bu cümleyi kuran ağzını sikerim lan!" Tehditvari bir şekilde parmağını dayısının yüzüne doğru salladı. "O siktigimin aklından bize ayrı düşünmeye geçiren beynini sikerim senin!" Birden ayağa kalkıp elinden tuttu. "Gidiyoruz Ahu."

"Melih!" diye kükredi Fikret Yıldırım. "Otur şuraya! Ahu benim kızım seninde kuzenin evli kalmanız çok saçma! Boşanacaksın! Böylelikle benim düşmanlarım Ahu'nun yüzünden sana zarar veremeyecek!"

Kanım dondu. Fikret Yıldırım benim babamdı ama benim canımdan çok yeğeninin canını düşünüyordu. Allak bulmak olmuş bir vaziyette Fikret Yıldırıma bakarken, annem "Yeter..!" diye masaya vurarak ayağa kalktı. Hepimiz anneme şaşkınca bakarken annem sadece Fikret Yıldırıma bakıyordu.

"Yeter artık yeter!" Eliyle göğsüne vurdu. "Yeter. Bizi artık yaşarken öldürmeyi bırak. Yeter!"

Fikret Yıldırım ayağa kalkıp annemin karşına geçtiğinde annem elini havaya kaldırıp "Dur, yaklaşma!" diye bağırdı.

"Anne--" dediğimde "Sen karışma Ahu." diye bağırdı.

"Sen ne istiyorsun ya? Daha bizden ne istiyorsun! Hepimiz tükendik. Hepimiz yaşarken öldük. Sen daha bizden ne istiyorsun?"

"Ben seni seviyorum Canan. Çok seviyorum küçük kızım."

"Kes bana böyle seslenmeyi!" Diye haykırdı annem. "Ben büyüdüm, anne oldum, çocuk büyüttüm. Senin küçük kızın olmayacak kadar büyüdüm."

"Canan..."

"Sen beni hastalıklı bir şekilde seven katil bir adamsın. Sen yalansın! Sen acımasız bir canisin!"

Fikret Yıldırımın koca cüssesi sarsıldı.

"Fikret sen, bana dedin ki sevda kuşun kanadında. Önce beni sevdanın kuşların kanadında olduğuna inandırdın. Sonra ben o kuşa tutunmaya çalışırken sen tek tek kuşların kanatlarını yoldun." Gözünden akan bir damla yaş yanaklarına süzüldü. "Ben seni koşulsuz sevdim. Sen beni kirli dünyana hapsettin. Ben seni kalbimle sevdim. Sen benim kalbimden çok bedenimi sevdin."

"Canan ne olur sus..!" dedi Fikret Yıldırım. Duyduklarını kaldıramıyordu.

"Seni kızım için öldürmeye kalktım. Şimdi sen geçmişsin karşıma benim can almayı göze aldığım kızımın hayatını hiçe saydığını söylüyorsun. Onun yuvasını dağıtmaya çalışıyorsun. Kızımın hayatını mahvetmek istiyorsun."

"Canan..."

Annem dudaklarını iki yana kıvırdı. "Fikret..." dedi ve ekledi. "Meğer her sevda bir ölümmüş, ben bunu çok geç anladım."

Annemin gözleri ilk benim yüzümü sonrada karnımı buldu. Burukça gülümsedi. Gözleri tekrar Fikret Yıldırımı bulduğunda büyükçe yutkundu dudaklarını araladı.

"Bu hikâye senin ölümünle başladı. Benim ölümümle biter." Masanın üzerindeki bıçağa uzanıp bir saniye bile düşünmeden kalbine sapladı.

Ben "Anne..." diye haykırken, annem dizlerinin üzerine çöktü. Fikret Yıldırım da annemle birlikte diz çöküp feryat figan hayırdı.

"Hayır..! Canan..!"

BÖLÜM SONU

Oy vermeyi unutmayın. Sizleri seviyorum ❤

🍏🍎

Loading...
0%