Yeni Üyelik
66.
Bölüm

62. Bölüm

@esranurozer

             

                       

Şebnem Ferah: Sil Baştan

Baba; herkesin "ilk aşkım" diyerek edebiyat parçaladığı zat-ı muhterem. Benim ise "ilk yaram" olan kişi.

Kocamın karşısına geçmiş, akıl almaz cümleler kuran adama pür dikkat bakıyordum. Gözlerim yüzünü talan ederken, onunla alakalı sorular zihnimi abluka altına almıştı.

Hiç mi içinde sevgi kırıntısı bile yoktu?

Hiç mi kalbi sızlamıyor, dili dolanmıyordu?

Fikret Yıldırım, Cevdet Demir kadarda mı insan olamıyordu?

"Sen az önce ne dedin? Bir daha tekrarlasana!" dedi Melih, sesindeki alay barındıran tınıyı ben fark etmiştim. Umarım Fikret Yıldırımda bunu fark ederdi.

"Diyorum ki..." diyerek söze başladı Fikret Yıldırım ve devam etti. "Sen bana kızımı ver. Ben de Ahu doğum yapınca senin kızını sana vereyim."

Melih usulca başını salladı. Gayet rahat bir şekilde ellerini deri ceketinin ceplerine soktu. Başını bana doğru çevirip göz kırptı. Tekrar bakışları Fikret Yıldırımı buldu.

"Sen kimsin ki?"

Fikret Yıldırımın yüzü beklemediği bu soruyla kaskatı kesildi.

"Kimsin sen kim?"

"Ben senin dayınım Melih."

Melih güçlü bir kahkaha attı. Kahkahası arttıkça, Fikret Yıldırımın yüzü gerildikçe gerildi.

"Sen..." derken Melih'in sesi sanki az önce kahkaha atan kendisi değilmiş gibi sertleşti. "Benim hiçbir sikim değilsin!"

"Melih—"

"Cık cık cık. Daha fazla konuşma! Şimdi siktir git evimde!"

Melih'in böyle bir tepki vereceğini tahmin etmek zor değildi. Hatta Fikret Yıldırımın söylediklerine karşı her zamankine nazaran daha az tepki vermişti.

Fikret Yıldırım Melih'e doğru iki adım attı ve gözlerini kısarak gözlerinin içine baktı. İşaret parmağını "Aslanım..." diyerek Melih'in yüzüne doğru salladı. "Karşı karşıya değil, yan yana olmamız lazım. Yüz yüze değil, sırt sırta olmamız lazım. Ben seninle savaşmam Melih. Ama..."

Bakışlarını bana çevirip, gözlerimin içine meydan okur gibi baktı.

"Çek lan o gözlerini! Belanı sikerim senin!"

Fikret Yıldırım gözlerini benden çekti ve yarım kalan cümlesini tamamladı.

"Ama savaşı başkasına açarım ve asla kurallarına göre oynamam. Üzerim. Hem de çok üzerim."

Bana savaş açmaktan bahsediyordu. Ürperdim.

"Kime savaş açmak istiyorsan aç. Umurumda bile değilsin. Böyle karşıma geçip beni karımla tehdit edeceğine, yiyorsa icraata geç. Yiyorsa karımı al götür! Yiyorsa karımın, kızımın kılına zarar ver." Bu kez Melih Fikret Yıldırıma doğru bir adım attı. "Götün yiyorsa yaparsın. O zaman ben sana savaş nasıl oluyormuş sike sike gösteririm!"

"Melih gerçeklerle yüzleş! Ahu'yu bana karşı korumanı anlıyorum. Anlamadığım şey onu karın olarak sahiplenmen! Gerçekleri öğrendin ve o her şeyden önce senin kuzenin. Siz evli kalamazsınız." Ellerini iki yana açtı. "Sizin en başta evlenmeniz yanlış! Bu yanlıştan dönmek için boşanmanız gerekiyor. Herkes, bütün yer altı camiası Ahu'nun benim kızım olduğunu öğrendi. Şimdi Ahu yüzünden benim düşmanlarımla da baş etmek zorunda kalacaksın! Benim tek derdim sensin! Sen..!"

"Şu haline bak!" diye bağırdı Melih. "Geçmiş karşıma zırvalıyorsun. Ulan bütün bunlar senin yüzünden olmadı mı? Kendini öldü gösterdiğin için ben bu yer altı camiasına girmedim mi? Gelmişsin beni düşünüyor ayakları yapıyorsun. Düşünme ulan! Ne beni düşün ne de Ahu'yu!" işaret parmağını havaya kaldırıp salladı. "Tek bir kez söyleyeceğim. Bir daha tekrarlamayacağım iyi dinle!"

İkisinin arasında gerilen enerjiyi arabanın içinde olmama rağmen hissediyordum.

"Ben Ahu'dan asla boşanmayacağım. Değil sen feriştahı gelse Ahu'yu benden ayıramaz. Yok, senin kızınmış, yok siz kuzensiniz zırvalıklarını geçeceksin. Tek bir gerçek var. Ahu benim karım. Bitti."

Birden kar atıştırmaya başladı. Küçük kar taneleri Melih ve Fikret Yıldırımın saçlarına, omuzlarına düştü.

"Ahu benim yanımda olmalı. Ona baktıkça Canan'ı hatırlıyorum. O Canan'dan izler taşıyor. Benim yanımda olmalı benimle yaşamalı."

"Kendini ölü gösterip saklanacağına, Canan Hanımın senin kızına hamile olduğunu anlasaydın. Gücünün nasıl çok olduğunu bilmeyen yoktu. Bu imkânı birkaç adam bulup maske takarak kullanacağına, senden saklanan gerçekleri bulmak için kullansaydın. Sen hiçbir şeyi hak etmiyorsun."arkasını döndü ve arabaya doğru yürüdü.

"Melih..." diye seslendi.

Melih durmadı yürümeye devam etti.

"Sen bana istediğin kadar sırtını dön Melih Kılıçaslan. Ben sana asla sırtımı dönmeyeceğim. Baktığın her yerde yanında olacağım. Arkanı kollayacağım."

Melih arabanın kapısını açtı içine geçmeden önce Fikret Yıldırım bir kez daha konuştu.

"Ama günah benden gitti aslanım. Yapacağım hamlelere hazırlıklı ol!"

Melih sürücü koltuğuna oturdu. Emniyet kemerini taktı ve arabayı çalıştırmadan önce eliyle yanağımı okşadı. Önünde döndü arabayı çalıştırdı ve Fikret Yıldırımın yanından geçip gitti.

***

Melih ile kahvaltı yapacağımız yere gelene kadar tek kelime konuşmadık. Hatta Melih ilk kez trafikte sinirlenmedi. Yol boyunca ne ben ona bir soru sordum ne de o konuştu.

Zaten konuşacak ne vardı ki?

Kahvaltı için beni Melih küçük sevecen bir yere getirdi. Yine aynı sessizliğimizle kahvaltımızı yaptık. Biz Melih'le ne kadar sessizsek Ela bir o kadar hareketliydi. Yavrum günler sonra yediğim doğru dürüst yemekten sonra hareket etmeden duramıyordu.

Kahvaltıdan sonra Melih Özlem Hanımın yanına uğramak için çok ısrar etse de gitmeyi istemedim. Melih yine de içi rahat edemeyerek Özlem Hanımı aradı ve sabahki bel ağrımdan bahsetti. Özlem Hanım ise daha önce de söylediği gibi bu ağrıların normal olduğundan bahsederek kocamın içinin rahatlamasına sebep oldu.

Şimdi evimize dönüyorduk. Saat on bir olmuştu. Melih arabanın içinde ses olsun diye hafif yükseklikte bir müzik açmıştı. Gözleri yol ile benim aramda mekik dokuyordu. Ben ise yediğim elma reçelinden sonra daha da hareketlenen kızımı sakinleştirmek için elimle karnımı okşuyordum.
Ela gerçekten babasının kızıydı. Elmanın her türlüsünden nefret ediyordu.

"Yavrum..?"

Bakışlarımı Melih'e çevirdim. "Efendim canım."

"Meltem'den memnunsun değil mi?"

"Memnunum." dedim ve ekledim. "Bu soru da nereden çıktı şimdi?"

"Hiç, güzelim. Sonuçta senin hemşiren ve nasıl ilgilendiğini merak ettim. Gerçi bizim çocuklar iyice araştırmış, daha önce çalıştığı hastanede kendisinden memnunmuş."

"Ben de memnunun. Çok iyi her şeye bilgisi var. Ayrıca çokta sevecen bir kız." Ela'nın sert tekmesiyle "Ah Ela, dur artık kızım." diye sitem ettim.

"Niye kızıyorsun benim kızıma Ahu?"

"Sürekli tekmeliyor."

Melih benim sitemime cevap vermek yerine karnımın üzerine elini koyup usulca karnımı okşadı. Ela sabahtan beri bu dokunuşu bekliyormuş gibi sakinleşti ve hareket etmeyi bıraktı. Melih ile Ela'nın arasındaki etkileşime gözlerimi devirmeden edemedim.

"Babacım sen annene bakma." Göz ucuyla bana baktı. "O bugünlerde biraz gergin."

"Hah ben mi gerginim?" şaşkınca Melih'e baktım ama o bana bakmak yerine tamamen yola döndü.

"Farkında değilsin ama gerginsin yavrum." Direksiyonu sola kıvırdı ve evimizin olduğu yola girdi. "Ama ben senin gerginliğini alacak şeyin ne olduğunu çok iyi biliyorum."

Çatık kaşlarımla anlamsız anlamsız yüzüne baktım.

"Birlikte Ela için oda hazırlayacağız." Demesiyle çatık olan kaşlarım düzeldi ve gözlerim kocaman açıldı. Hatta o görmüyordu ama gözlerimden kalpler bile fışkırıyordu.

Başımızdan o kadar olay geçmişti ki kızımız neredeyse doğmak üzere olmasına rağmen daha odasını hazırlamaya fırsat bulamamıştık. Bu ayrıntı beni birazcık üzdü ama bu güzel anı bozmamak için Melih'le birlikte hazırlayacağımız odaya odaklandım.

Ellerimi birbirine vurarak çırptım. "Her şeyi kendi ellerimizle yapalım. Sadece ikimiz."

Melih gülümsedi. "Her şeyi biz yapacağız. Odanın boyasını bile ben kendi ellerimle yapacağım. Sen rengine karar ver. Bebek için gerekli şeylere internetten bak. Beğendiğin şeyleri sipariş ederiz."

Melih'in cümlesi biter bitmez telefonumu çantamdan çıkartıp alışveriş sitelerini gezmeye başladım. Birkaç tane bebek odası baktıktan sonra tekli beşiklere göz gezdirdim. Ela'nın odası ne kadar ayrı olsa da onu ilk zamanlar bizden ayırmayı düşünmüyordum. Bu yüzden bizim odamıza yerleştireceğimiz tekli bebek beşiklerine bakmaya başladım. Beğendiğim bir modeli Melih'e gösterecekken onun telefonu çaldı.

Melih telefonu açıp sesi hoparlöre verdi. "Efendim Hüseyin amca."

"Efendi olasın evlat. Biz sizin eve geldik ama ev sahibi evde yok. Neredesiniz?"

"Yirmi dakikaya evdeyiz Hüseyin amca. Rahatınıza bakın. Siz ev sahibi sayılırsınız."

Hüseyin amca, Melih'e biraz daha takıldıktan sonra telefonu kapattılar. Ben ise şaşkın şaşkın Melih'e bakıyordum. Üzerimdeki şaşkınlığı atıp "Misafirimiz mi var?" diye sordum.

"Evet, Hüseyin amca dün aradı. Kızlar seni görmek istiyormuş, birde Hüseyin amca Ela için bir şey hazırlamış müsaitseniz gelelim mi dediler. Ben de yemeğe davet ettim." Gözlerini yoldan çekip bana baktı. "Bir sorun mu var yavrum?"

"Var tabii ki!" dedim ve ekledim. "Ya insanları evimize davet ediyorsun ve bunu bana şimdi mi söylüyorsun? Bir de yemeğe davet etmişsin. Hazırlık bile yapmadım. Ya of her şeyi bırak eve misafir geliyor, ev sahibi dışarıda geziyor." Bütün moralim bozuldu. "Hüseyin amcaya çok ayıp olacak."

"Abartma Ahu. Hüseyin amca yabancı değil. Hem mangal yapacağız." Arabayı demir kapının önünde durdurdu. Korumalara bir baş selamı verdi ve demir kapının açılmasını bekledi. "Hem sen bizim çocuklardan alışıksın. Onlar da çat kapı kahvaltıya, öğlen yemeğine hatta akşam yemeğine geliyorlar. O zaman sorun olmuyor şimdi o kadar kız var içeride hiç sorun olmaz."

"Aynı şey değil. Hüseyin amca benim evime ilk kez yemeğe geliyor. Onu güzel ağırlamak isterdim."

Demir kapı açıldı Melih arabayı evin bahçesine geçirdi. "Aynı şey güzelim." Derken arabayı park etti. Emniyet kemerini açtı. "Takma kafana. Hüseyin amca senin hamile halinde yemek yapmanı istemediği için mangala gelin dedim. Haydi, in arabadan misafirlerimizi bekletmeyelim." Dedi ve arabadan inerek benim bulunduğum tarafa geldi. Kapımı açtı, elimden tutarak arabadan inmeme yardım etti.

El ele eve ilerledik ve zili çaldık. Kapıyı güler yüzüyle Sevgi Hanım açtı. "Hoş geldiniz." diyerek geriye çekildi. Ben onun gülüşüne aynı şekilde karşılık verirken, Melih sadece başını salladı.

Soğuk nevale.

Salona girdiğimizde hiç ummadığım bir görüntüyle karşılaştım. Salonun ortasında beyaz bir bebek beşiği duruyordu. Birsen teyze ve Zehra abla birlikte çiçekli bir tül tutuyorlardı. Elif yatağın içindeki küçük yastıkları düzeltirken, Leyla elinde bir şey tutuyordu, sanırım bir harf. Kenan amca ve Hüseyin amca tekli koltukta oturmuş onları izlerken, Mehmet abi salonun bir köşesinde telefon görüşmesi yapıyordu.

Hiç biri Melih ile benim içeriye girdiğimizi fark etmemişti.

Elimi Melih'in elinden kurtarıp onlara doğru adımladım ve beni fark etmeleri için "Ne yapıyorsunuz?" diye sordum. Hepsinin bakışları bize döndüğünde Leyla "Ahu abla..!" diye çığlık attı ve bana doğru koşarak sarıldı.

Bu kız ne zamandan beri abla diyecek kadar beni seviyordu? Şaşkındım. Ama yinede kollarımı ona sardım. İlk tanıştığımızda onlara ne kadar çok sinir olsam da itiraf etmeliyim ki Elif ve Leyla'yı ben de seviyordum.

Leyla kollarını benden ayırıp elinde tuttuğu şeyi yüzüme doğru kaldırıp gösterdi. "Bak..." dedi heyecanlı bir şekilde. "Ela bebiş için kendi ellerimle yaptım. Güzel olmuş mu?"

Elinde ki hasır işlemeyle yapılmış büyük E harfine baktım. E harfinin en alt köşesine ise büyükçe bir pembe gül vardı. Bakışlarımı harften çekip Leyla'nın beklenti tolu bakan yeşil gözlerinin içine baktım.

"Çok güzel..." gözlerinin içi parladı. "Çok beğendim. Teşekkür ederiz teyzesi."

Leyla'nın yeşil gözleri kocaman açıldı ve aynen şu şekilde tepki verdi. "Yaaa... Ben teyzeyim değil mi?"

Herkes Leyla'ya gülerken, Elif yanımıza geldi. O buz dağını andıran yüz ifadesini asla değiştirmeden kollarını bana sardı. Soğuk tavrına nazaran sarılışı içten ve sıcacıktı. Geri çekildiğinde, baydığı gözleriyle karnımı işaret etti. "Sen doğurunca gelecektik ama sen bir türlü doğurmayınca bizde daha fazla bekleyemedik ve baskına geldik." dedi.

Kıkırdadım.

O sadece gülümsedi.

"Hoş geldiniz."

Herkesle tek tek sarılıp hal hatır sorduktan sonra, gözüm bir kez daha ortada duran beşiğe kaydı ve ben merakıma yenik düşerek beşiğin yanına ilerledim. Beşiğin içindeki yatağın üstünde elimi gezdirirken Zehra abla "Beşik Ela için Ahu." dedi ve ekledi. "Babam Ela için yaptırdı."

Bakışlarım Hüseyin amcaya kaydı ve onun dumanlı gri gözleriyle gözlerim birleşti. Bana gülümsedi. "Size sormadan yaptırdım ama..." derken gözlerini Melih'e çevirip, tekrar benim yüzüme baktı. "Beğenmediyseniz veyahut içinize sinmediyse kullanmak zorunda değilsiniz kızım."

Melih dudaklarını araladı. Onun konuşmasına izin vermeden ben atıldım ve konuştum. "Çok beğendim Hüseyin amca. Bizde Melih'le kızımız için hazırlık yapıyorduk, tekli beşiğimiz hazır olmuş bile nasıl beğenmeyelim." Yanına ilerledim. Eline uzanıp tuttum ve öptüm. "Teşekkür ederim."

Hüseyin amca şefkatle yanağımı okşadı. Bu sırada Sevgi Hanım elinde kahvelerle içeriye girdi. O kahveleri servis ederken, kapı çaldı. Ben kendimi Elif'in yanındaki koltuğun boşluğuna bırakırken, Melih'te kapıyı açmaya gitti.

Kapı açılma sesinin ardından Berna'nın "Enişteciğim..." diyen sesi duyuldu ve Elif oturduğu yerde dikleşti. Kumral saçlarını iki yandan düzeltti ve bana doğru yaklaşarak kulağıma fısıldadı. "Osman'da gelmiş midir?"

"Büyük ihtimalle gelmiştir."

Elif önüne döndü ve saçlarını son kez düzeltti.

Önde Melih hemen arkasında, Berna ve Çağlar el ele içeriye girdi. Onları Ezgi ve Ufuk takip etti. Ortada görünmeyen Osman yüzünden Elif'in yüzü asıldı. İçeriye girenler herkesle merhabalaşırken, Osman ve benim sevgili hemşirem Meltem yan yana gülerek içeriye girdiler.

Elif'in keskin ela gözleri kısıldı. Farkında değildi ama tam şu anda benim elimi kırmak istercesine sıkıyordu. Osman, Hüseyin amcanın elini öperken, Elif gözlerini tek bir saniye bile Osman'dan çekmiyordu.

Sanki bu odada Osman ve ondan başka hiç kimse yokmuş gibi gözlerini dikmişti.

Tunç'un "Selamünaleyküm." diyerek içeriye girmesiyle Elif gözlerini nihayetinde Osman'dan çekti. Tunç bana doğru adımlayıp elindeki poşeti yüzüme doğru salladı. "Güzelim senin için elmalı browni aldım."

Çölde su bulmuş gibi sevindim. "Yaa abi..."

"Al hadi ye."

Poşete uzandığımda, Melih benden önce davranıp poşeti Tunç'un elinden aldı. "Lüzumsuz herif." Kaşlarını çattı. "Ne gerek var şimdi buna? Yemek yiyeceğiz."

"Ne alaka ya? Daha yeni kahvaltı yaptık." Elimle poşete uzandım. "Verir misin ben o browniyi yemek istiyorum."

Vermedi.

Vermediği yetmediği gibi bir de Sevgi Hanımı çağırıp poşeti ona uzattı. "Yemekten sonra yersin."

Bu konuyu burada saatlerce uzatıp, Melih'in canını okuyabilirdim ama canım onunla uğraşmak istemediği için sadece ters ters bakmakla yetindim.

"Ahu Hanım biraz pilates yapalım mı?" diye soran Meltem'e cevap vermek için ağzımı açmıştım ki Elif benden önce davrandı.

"Sen pilates eğitmeni misin?"

"Hayır, Ahu Hanımın hemşiresiyim."

Elif kaşlarını alayla havaya kaldırdı ve üstün körü Meltem'i süzdü. "Ben de sağlık meslek lisesinden mezunum ama ziraat okuyorum. Hemşirelik bana göre değil."

"Evet," dedi Meltem gülümseyerek "Hemşirelik öyle herkesin yapabileceği bir meslek değil."

İkisi de birbirinden hoşlanmamıştı ve ikisi de üstten üsten birbirine meydan okuyordu.

Elif cevap vermek için ağzını açtığında Leyla araya girerek "Elif abla." Diye uyardı. Elif dilinin ucuna gelen cümleleri yutmak zorunda kaldı.

Erkekler kendi hallerindeyken, ortamın gerginliğinin farkında değildi. Ama bu bizim için geçerli değildi. Gerginlik oldukça yükselmişti.

"Haydi..." dedi Ezgi gergin ortamı dağıtmaya çalışarak "Ahu'nun odasına çıkalım kızlar. Biz beşiği odaya yerleştirirken, Ahu'da biraz pilates yapar."

"Tamam. Siz yukarıya çıkın kızlar, bizde Zehra ile mutfağa geçelim mezeleri yapmada Sevgi'ye yardım ederiz." Diyen Birsen teyze Melih'e döndü. "Oğlum sizde mangalı yakın."

Birsen teyzenin konuşması biter bitmez herkes ayaklandığında, ben de Tunç'un kolundan tutarak oturduğum yerden kalktım. Berna ile Ezgi beşiği ucundan tutarak yukarıya çıkarmaya çalışırken, Leyla, Elif'in koluna girmişti. Meltem ise onların hemen arkasından yürüyordu. Tunç beni merdivenlerin oraya kadar getirdiğinde, birden durdu ve otuz iki diş sırıtarak yüzüme baktı.

"Ahu, bu patlayıcı volkan gibi köpüren kız kim?"

"Kimden bahsediyorsun abi?"

"Az önce senin yanında oturan kız vardı ya onu diyorum kızım ya." Yüzündeki gülümseme büyüdükçe büyüdü. "Kim o kız?"

Tunç'un bu hali hiç hoşuma gitmedi. Sanki şuan dejavu yaşıyordum. Bu anı daha önce de yaşamıştık.

"Elif, Hüseyin amcanın torunu." dememle gözleri büyüdü. Tam başka bir soru sormaya hazırlanıyordu ki telefonu çaldı. Tunç telefonuna bakarken, ben de merdivenleri çıkmaya başladım. Tunç'un sorduğu soruları cevaplamak istemiyordum.

İşin doğrusu ben şuan Tunç'un düşündüğüm soruları sormasından korkuyordum.

***

Hamileyken pilates mucizesi diye bir şey kesinlikle vardı. Meltem'le birlikte yaptığımız yarım saatlik bir pilates bile bel ağrılarıma iyi gelmişti.

Belime iyi gelen pilates, aynı ortamda sürekli birbiriyle atışan Elif ve Meltem yüzünden beynime işkence gibiydi. Sürekli birbirlerini yeriyorlar, sürekli birbirlerine laf atıyorlardı.

İkisinin durumu şu şekildeydi; tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok.

Buradaki tavşan; Elif ve Meltem... Dağ ise Osman'dı.

Bu ikili atışırken, ben pilates hareketleri yapıyor, Ezgi, Berna ve Leyla'da Ela'nın beşiğini yerleştiriyorlardı. Ela'nın beşiğini benim yattığım tarafa koymuş ve duvara yaslamıştık. O tül detay beşiğin üstünden, aşağıya doğru sarkıyordu ve çok hoş duruyordu.

Ela'nın beşiği çok güzeldi.

(Ela bebeğin beşiği)


"Ay yeter artık ya!" diye yükseldi Berna. "Bu ne canım? Saatlerdir didişip duruyorsunuz. Hayır, derdiniz ne sizin be?"

"Farkındaysanız benim kimseyle didişmek gibi bir derdim yok." Dedi Meltem ve ekledi. "Küçük Hanım sürekli bana laf atıyor."

"Ben mi küçüğüm." Diye hiddetle atıldı Elif. "Yirmi bir yaşındayım. Sen benden birkaç yaş büyüksün diye kendini çokta büyütme. Akıl yaşta değil baştadır."

"Evet, evet, ama senin yaşın küçük olduğu gibi aklında küçük."

"Bana bak—"

"Yeter artık kızlar." Diye araya girdim. "Utanmasanız kavga edeceksiniz. Lütfen yapmayın."

"Evet, Elif abla biraz sakin ol ne olur." dedi Leyla.

"Ortamda kavga edecek bir şey yok kızlar. Cici cici anlaşın işte." dedi Ezgi.

"Aynen Valla. İçimiz şişti içimiz." diye konuştu en son Berna.

Elif ve Meltem birbirlerine öldürecek gibi baktılar ama yeni bir tartışmaya da yol açmadılar.

Berna, sırt üstü bizim yatağa uzandı. "Kız Ahu bu yatak ne rahatmış böyle. Azıcık şurada kestireyim diyeceğim ama Melih eniştemden korkuyorum. Beni yatakta görünce yatakla birlikte dışarıya atar." Yattığı yerden doğruldu. "Hıh yapar mı yapar Valla. Kusura bakma Ahu ama senin bu kocan biraz manyak."

Ezgi kıkırdayarak "Melih abi duymasın böyle söylediğini." dedi.

Berna omzunu silkti sonra "Kız Leyloş, bu Ela'ya yaptığın harften bize de yapsana. Çağlar'ın baş harfiyle benim baş harfimi yap. Nişan masama koyarım."

"Siz nişanlanın da ben size de yaparım."

Meltem'in telefonu çalınca, oturduğu yerden kalktı ve odadan çıktı. Elif, Meltem'in çıkmasıyla derin bir soluk verdi ve normalde ela olan ama şu an sinirden koyulaşan gözlerini gözlerime dikti.

"Böyle hemşire mi olur? Hemşirenden nefret ettim." Ayağa kalktı. "Aşağıya iniyorum ben." benden bir cevap beklemeden odadan çıktı. Onun arkasından da Leyla çıktı.

"Bu neydi şimdi?" diye soran Ezgi'ye "Bilmiyorum." dedim.

Aslında biliyordum. Elif, içini yakan bir kıskançlık krizi geçiriyordu.

Berna elindeki telefondan gözlerini ayırmadan, "Var bu kızda bir şey ama hadi hayırlısı. Çıkar yakında kokusu." dedi.

İçimden inşallah bu Elif'in hissettikleri hiç kokusu çıkmadan içinden çıkıp gider diye geçirdim. Osman'a körü körüne bağlanmasını istemiyordum. Osman, Elif'le aşk yaşayacak bir adam değildi. Zaten Osman'ın değişen hal ve hareketlerinden Meltem'e karşı bir şeyler hissettiğini anlamak çokta zor değildi.

"Ahu..." dedi Berna birden ve ekledi. "Ay ben sana neyi söylemeyi unuttum." Yatakta bağdaş kurup oturdu. "Üniversitede tanıştığımız Filiz vardı hatırlıyor musun?"

Başımı salladım.

"Hah işte geçen sene evlenmişti. Şimdi boşanıyormuş. Ay inanabiliyor musun? Kocası sırf hamileyken, şekilsizleşen vücudu, evin içinde biraz daha salaş gezdiği için kıza psikolojik şiddet uyguluyormuş. Filiz'de dayanamamış ve bu sözlü şiddete boyun eğmeyerek boşanma davası açmış."

"Yaa üzüldüm."

"Ben de çok üzüldüm. Geçen kafeye geldi öyle oturup sohbet ettik anlattı her şeyi. Sana da çok selam söyledi." Ayaklarını yataktan sarkıttı ve ayağa kalktı. "Yani şiddet sadece dövmekle olmuyor. Takdir ettim Filiz'i boyun eğmemiş bu durama."

"En iyisini yapmış." dedi Ezgi. "Allah aşkına hangimiz evde taşlı tuşlu şeyler giyiyoruz. İnsan evin içinde, kocasının yanında rahatça giyinip oturamayacaksa hiç evlenmesin ya!"

"Katılıyorum sana Ezgim." Bakışları beni buldu. "Allahtan Melih'in böyle huyları yok ve sana deli divane âşık Ahu." sinsice sırıttı. "Yoksa seninde hamilelikten dolayı vücudun şekilsiz şukulsuz oldu. Karnın kocaman, diğer kalan her yerin çok zayıf ya. Sanki sen çöp kadınsın ve hamile kalmışsın gibi."

Kahkaha attı. Ezgi onu uyarmasına rağmen kahkahasına devam etti. Oysaki hiç komik değildi. Kendi söyleyip, kendi gülüyordu. Çağlar bu kızı çok değiştirmişti.

"Yeter artık Berna." Diyen Ezgi'ye göz deviren Berna bana baktı. "Ne var canım? Komikti bence."

"Bana hiç komik gelmedi. Farkındaysan ben gülmedim." dedim.

"Hamilelik hormonlarından dolayı, komiklik anlayışın değişmiş olabilir çiçeğim."

"Hamilelikle hiç alakası yok." Ela beni destekleyerek karnımı tekmeledi. "Komik değildi."

"Ay tamam komik değildi." Ezgi'nin koluna girdi. "Artık aşağıya inelim. Etler çoktan pişmiştir." Ezgi'yle kol kola yanıma geldi. Bir kolumdan o tuttu bir kolumdan Ezgi ve beni oturduğum yerden kaldırdı. "Sende üzerini değiştirip gel canım." Yanağımı öptü.

"Ben de gideyim azıcık masaya yardım edeyim. Sevdiğim beyde benim ne kadar hamarat bir kadın olduğumu görsün."

İkisi odadan çıkınca ben de giyinme odasına girdim. Üzerimde ki eşofmanı çıkartıp düz triko haki yeşili bir elbiseyi elime aldım. Elbiseyi tam üzerime giyecekken, Berna'nın vücudum hakkında söyledikleri aklıma geldi ve kendimi boy aynasında buldum.

Aynadaki yansımamda gözlerimi gezdirdim. Tıpkı Berna'nın dediği gibi bacaklarım ve kollarım ince, karnım kocamandı. Yüzüm de biraz zayıflamıştı. Ama bütün bunlara nazaran göğüslerim oldukça dolgun ve büyüktü. Hatta siyah sütyenimin üstünden o dolgunluk taşmıştı.

"O kadar da kötü durmuyorum bence."

"Kesinlikle..." Melih'in sesiyle bedenimi kapıya çevirdiğimde alt dudağını ısırarak beni süzdüğünü gördüm. "Taş gibisin."

O'na yakalandığım için utansam da bana böylesine beğeni dolu gözlerle bakması hoşuma gitti.

Melih yavaş adımlarla gözlerini bedenimde gezdirerek yanıma geldi. Bir elini belime atıp beni kendine çekerken, diğer elinin sırt kısmını yüzümde gezdirdi. Eli ağır ağır boynuma indi. Parmakları şahdamarımın üstünde durunca Melih sertçe yutkundu.

O yutkunurken âdemelmasının çıkardığı sese benim heyecandan kesik kesik alıp verdiğim nefesimin sesi karıştı.

Melih'in arsız parmakları boynumdan göğsümün dolgunluğuna indiğinde resmen "Melih..." diye inledim.

"O kadar güzelsin ki..." parmakları ince dokunuşlarla göğsümün dolgunluğunda gezdi. Sonra belimde duran elini yukarıya doğru çıkartıp sütyenimin kopçasını tek bir hamlede çıkarttı. Sütyen bedenimde genişledi ama aşağıya düşmedi. "Sana dokunmaya da bakmaya da doyamıyorum."

"Melih, yapma."

Aramızda duran sütyeni çekip aldı ve yere attı.

"Siktir!" alt dudağını ısırdı. "Göğüslerin çok güzel."

"Melih..." ellerimi göğsüne koyup onu itmeye çalıştım ama sadece çalıştım. "Yapma lütfen. Evimizde misafirlerimiz var."

Melih beni duymadı.

İşaret parmağını iki göğsünün arasında ki boşluğa sürttü. Dokunuşları tüy kadar hafif ve yumuşaktı ama içime yaydığı his bir alevden farksızdı.

O dokundukça içim yanıyordu.

O dokundukça aklım başımdan gidiyordu.

"Melih..!"

Melih, elini göğüs aramdan çekti ve iki elini birden bel oyuntuma yerleştirerek beni kendine çekti. Şimdi az önceki halimize nazaran daha yakındık. Aramızda tek bir boşluk vardı oda karnımdı. Çıplak gözlerim onun üzerindeki kalın kazağa değiyor, bu beni huylandırıyordu.

"Ahu..." Ilık nefesi yüzüme çarptı. "Tam şuanda seni nasıl arzuladığımı bilsen aklın şaşar." Yutkundu. Elinin biri belimden kalçama kaydı ve kalçamı sertçe sıktı. İnlememek için alt dudağımı ısırdım ama Melih'in eli hiç rahat durmadı. Kalçamdan kadınlığıma doğru ilerleyen eli tam kadınlığımın üstünde durdu.

Bu küçücük dokunuşla aklım başımdan gitti.

"Elimin altında ateş gibi yanan kadınlığının yangınını erkekliğimde hissetmek istiyorum." Elini iyice bastırdı. "Bütün boşluklarını doldurmak, içine girmek istiyorum."

Arsız sözleri beni hem baştan çıkartıyor, hem de utandırıyordu.

Bir kez daha yapma diye araladığım dudaklarımdan kelimeler dökülmeden, Melih'in dudakları tarafından istilâ altına alındı. Bu anı bekleyen dudaklarım, hiç vakit kaybetmeden onun öpüşüne karşılık verdi. Üst dudağımı kendi dudakları arasında ezen Melih'in dili devreye girdi ve bende film koptu.

İkimizin aynı anda boğazından kopup gelen inilti, dudaklarımızın arasında kayboldu.

Aldığım nefes artık bana yetmez olunca, ilk geriye çekilen ben oldum. Nefes nefese alnımı Melih'in alnına yasladım. Ellerimle pazularına sıkı sıkıya tutundum.

Melih ise ne ara kadınlığımdan çektiğini fark etmediğim elini tekrar belime yerleştirmiş, belimi sıvazlıyordu. Diğer eliyle de saçlarımı okşuyordu.

"Durmalıyız." dedim hala nefes nefeseydim. "Aşağıda insanlar var. Durmalıyız."

"Birşey yapmıyoruz ki duralım güzelim. Ben sadece azıcık karımı seviyorum."

Gülümsedim. "İnsanlar var."

Gülümsedi. "Hiç umrumda değil."

Melih'e kalsa zaten onun hiçbir zaman hiçbir şey umurunda olmazdı. Ama maalesef ki şimdi öpüşüp koklaşmak için uygun bir zaman değildi. Misafirlerimiz vardı ve daha da önemlisi ben acıkmıştım.

"Ama benim umrumda hayatım." derken geriye çekildim. "Yere attığın sütyenimi ver. Ben eğilemiyorum."

Melih çatık kaşlarının altından bana bakarken "Niye sütyeni veriyorum?" diye sordu. "Ben böyle kalmanı tercih ederim."

"İnan ben de böyle kalmayı tercih ederim ama işte aşağıda o kadar insanın içine böyle çıkmam pek uygun olmaz." Yerdeki sütyeni işaret ettim. "Verde giyineyim hadi."

Melih homurdana homurdana sütyeni yerden aldı. Bana uzattı. Sütyenin askılarını kolumdan geçirip kopçasını takması için ona sırtımı döndüm. Aynı homurtulu söylenmeyle kopçayı taktı. Az önce çıkarttığım elbisesi aldım ve giyindim. Aynanın karşısına geçip, aylar önce kestirdiğim ama hızla uzayan uzun saçlarımı at kuyruğu yaptım.

"Saçlarının açık kalmasını tercih ederim." Diyen Melih'e yandan bir bakış attım. "Ben böyle rahat ediyorum." Tamamen hazır olunca Melih'in yanına ilerledim ve elimi ona uzattım. "Gidelim hadi ben çok acıktım."

Melih başını sallayarak uzattığım elimi tuttu ve biz odadan çıktık. Merdivenleri indiğimizde elinde salata tabağıyla mutfaktan çıkan Birsen teyzeyle karşı karşıya geldik.

"Ben de sizi çağırmaya gelecektim. Yemekler hazır masaya geçin hadi." diye hızlı hızlı konuştu.

Birsen teyze önümüzde biz onun arkasında salona geçtik. Birsen teyzeninde dediği gibi her şey hazırdı ve herkes masaya oturmuş bizi bekliyorlardı. Birsen teyze Kenan amcanın yanındaki boşluğa oturdu. Melih, masanın baş köşesine otururken beni de yanına oturttu. Herkes birbirine afiyet olsun dedikten sonra önündeki tabağa gömüldü.

Herkes sessiz sakin yemek yerken Tunç "Ahu senin elma bahçen Hüseyin amcaların çiftliğine yakın mı?" diye sordu. Bakışlarım bu soruyla önümdeki tabaktan Tunç'a kaydı.

Ben Tunç'a, Tunç ise Elif'e bakıyordu.

Dikkatini Elif'ten çekip bana bakması için "Evet!" dedim yüksek sesle. Azıcık bağırmışta olabilirim. Ama işe yaramış Tunç bakışlarını Elif'ten çekmişti.

"Tamam abiciğim niye bağırıyorsun?"

"Bir an da şey oldu abi."

"Yengeyi nasıl çıldırttıysan sana haykırarak cevap verdi." diye konuşan Çağlar aynı zamanda da çatal kullanmaya gerek duymadan tavuk yiyordu.

"Yok öyle birşey. Ben dalgındım bir anda sesim yüksek çıktı."

Ufuk, Tunç'un omzuna elini koydu. "Sen Ahu yengenin böyle dediğine bakma. Gönlün kırılmasın istiyor yenge. Anlıyorsun değil mi?"

"Hadi lan oradan." Tunç, Ufuk'un elini omzundan itti. "Siz ikiniz abi kardeşin arasını bozmak istiyorsunuz." Göz ucuyla Ezgi'ye baktı. "Allah sabır versin Ezgi." dedi.

Ezgi elini birkaç kez göğsüne vurdu. "Eyvallah kardeş."

Ufuk ağladım ağlayacak bir sesle "Ama kelebeğim..." dediğinde Melih elinde ki çatalı sertçe tabağa bıraktı. Çağlar ise yediği tavuk parçasını tabağa fırlattı.

"Oy böceğim çen üzüldün mü?"

"Kalbim uf oldu."

Ufuk ve Ezgi'nin bir çocuk gibi konuşmasına Hüseyin amca ve Kenan amca Estağfurullah çekerken. Mehmet abi bu duruma sırıtıyordu. En sonunda Çağlar dayanamayıp konuştu.

"Ulan oğlum seni şu masaya gömerim bak! Koskoca adamsın nasıl böyle konuşuyorsun lan?"

"Kıskançlık yapıyorsun. Sevgilin var. Sen de Berna yengeye söyle böyle şeyler kalas."

Ufuk'un cümlesi biter bitmez, Berna çığlık atarak ayağa kalktı.

"Duydunuz mu bana yenge dedi." Herkesin yüzünde gözlerini gezdirdi. "Duydunuz değil mi?" Diye tekrar sordu ve Ufuk'a baktı. "Bir kez daha söylesene yengem."

Ufuk sırıtarak "Berna yenge." dedi.

Ezgi ile ben birbirimize bakarak gülmemek için kendimizi zor tutuyorduk. Berna, edalı edalı gözlerini süzerek Çağlar'a baktı. Çağlar kesinlikle masada konuşulanlara katılmıyor. Hayatında hiç tavuk yememiş gibi tavuğu midesine gömüyordu.

"Aşkım, Ufuk'un yenge demesi bir evlilik teklifi alacağım anlamına mı geliyor?"

"Yok. Ne alakası var."

Çağlar eşittir yontulmamış odun.

"Ya Çağlar abi çok kabasın." diye araya girdi Leyla. "Yani Berna abla sana baktığı için şükretmelisin."

"Leyla sen karışma kızım." dedi Hüseyin amca. Leyla dedesi tarafından azarlanmanın utancını yaşarken Çağlar Hüseyin amcaya cevaben konuştu.

"Hüseyin amca ne dedi ki kız. Bizim ilişkimize karışmayan mı var? Geçen Berna bir televizyon programına konuk olan ilişki terapistini arayıp bizi anlattı. Sorun yok yani."

Şaşkınca Berna'ya baktım. Ağzım bir balık gibi açıldı. Ezgi'nin de durumu benden kalır değildi. Dilimizin ucuna gelen soruyu ikimizde şaşkınlığımızı atıp soramıyorduk. Bizim bir türlü soramadığımız soruya Elif sordu.

"Sen ciddi misin? Berna bunu yapmış olamazsın değil mi?"

"Yaptım..." dedi Berna omzunu silkerek "Ne var canım bunda? Kadıncağız ilişkimizi yorumladı. Bana yol gösterdi."

"He." dedi Çağlar kaşlarını çatarak Berna'ya baktı. Sonra Elif'le göz teması kurdu. "Kadın buna dedi ki; evliysen hemen boşan. Sevgiliysen hemen ayrıl. Yok ben ondan vazgeçemem diyorsan adamın en yakınıyla ya da sevmediği biriyle onu kıskandır dedi." Ters ters Berna'ya baktı. "Sinirlerim gerildi o gün neredeyse o stüdyoyu basacaktım."

"Bak gördün mü?" dedi Berna Elif'e doğru eğilerek. "Daha kadının konuşmasıyla çıldırdı. Birde kadının dediklerini yapsam--"

"BERNA!"

"Tamam lan! Susun artık yemek yiyoruz. Kavganızı evinizde yaparsınız." Melih'in araya girmesiyle herkes tekrardan sessizliğe büründü.

Tunç ara ara Elif'le konuşmaya çalışıyor, Elif onu deyim yerindeyse bir yerlerine takmıyordu. Elif'in tek ilgi odağı tam karşısında yan yana oturan Meltem ve Osman'daydı.

Osman ve Meltem masada o kadar olan konuşmaya hiç katılmamış, sürekli kendi aralarında fısır fısır konuşup gülüşüyorlardı.

Osman, kendi elleriyle kemiğinden ayırdığı tavuk etini Meltem'in tabağına koyunca, gözüm Elif'e takıldı. Elif'in sinirden çenesi titriyordu. Leyla, Elif'in kolunu sıvazlıyordu. Onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

Elif'in Osman'a duyduğu sevgiyi sadece ben ve Leyla biliyorduk.

Herkes doyunca masayı kızlarla elbirliğiyle topladık ve biz yemek yiyene kadar demlenen çayı Ezgi ve Leyla servis ederken, Sevgi Hanımın bütün ısrarlarına rağmen onu Zehra abla ve Birsen teyzenin yanına içeriye gönderdik. Meltem, Elif ve Berna bulaşıkları yıkayıp yerleştirdi. Ben ise masada oturdum. Tunç'un bana aldığı elmalı browniyi ucundan ucundan tırtıkladım.

Tabii Elâ yine her zaman olduğu gibi karnımın içinde hareket etmeye başladı. Bu kızın elmayla derdi vardı.

"Kızım neden elma sevmiyorsun ya?"

"Ahu Hanım bebekler bu aylarda tatlı yediğinizde daha çok hareket eder. Ela'nın hareket etmesi çok normal."

"Ay yok. Benim kızımın derdi tatlıyla değil, elmayla."

Elif bizi mutfakta bırakıp içeriye girdi. Onun arkasından bende ayaklandım ve salona geçtim. Melih ortalıkta yoktu. Bahçeye açılan cam sürgülü duvardan dışarıya baktığım da bahçedeki koltuklarda oturmuş sigara içtiğini gördüm. Üstelik tek de değildi. Mehmet abi, Çağlar, Ufuk ve Tunç' da vardı. Hararetli hararetli birşeyler konuşuyorlardı.

Artık ne konuşuyorlarsa hepsinin yüz ifadesi oldukça gergin ve ciddiydi.

Osman yanlarında değildi içeride oturuyordu. Osman'ın yanına ilerleyip karşısına oturdum.

"Osman, Melih'ler niye dışarıya çıktı?"

Osman telefondan gözlerini kaldırıp bana baktı. "Sigara içiyorlardır yenge."

"Hepsi birden mi sigara içmeye karar verdi? Hem abim sigara içmez."

"Yanlarında durmak istemiştir yenge."

Osman'a zaten Elif'ten dolayı sinir olmuştum. Böyle cevaplar verdikçe daha da sinir oluyordum.

"Sen daha düzgün cevap veremiyor musun?" diye tersledi Elif.

Osman gülümseyerek Elif'e baktı. "Verdiğim cevaplar gayet düzgün Elif. Ne varmış cevaplarımda?"

"Sorunda bu ya işte. Verdiğin cevaplarda birşey yok."

Meltem içeriye girdi. Osman, Meltem'in gelmesiyle koltuğun kenarına çekildi ve yanında oturması için boşluk bıraktı. Meltem geldi ve o boşluğa oturdu.

Elif'in gözleri kısıldı. Boğazından bir yumru oturmuş gibi bir kaç kez sertçe yutkundu.

Osman, bizim görmeyeceğimizi düşünerek ufak ufak Meltem'in saçlarının ucunu parmaklarıyla okşuyordu.

Osman Meltem'in saçlarını okşuyor, Elif'in kalbi kırılıyordu.

"Bundan sonra cevaplarıma daha dikkat ederim küçük hanım." diyen Osman'la Elif dişlerini sıktı.

"Öyle söyleme abisi Elif küçük değil." Meltem'in kurduğu cümle Elif'in son sabrını taşırdı ve bir hışımla oturduğu yerden kalkarak salondan çıktı.

Meltem hoş kız, iyi kız olduğu kadar çokta akıllı bir kızdı. Elif'in Osman'a karşı birşeyler hissettini çözmüş olmalıydı ve bu durumda ona kendince böyle karşılık veriyordu.

Bu durumu Meltem'le yalnız kaldığımızda konuşmayı aklıma not ederek, oturduğum yerden kalktım ve Elif'in arkasından gittim.

Büyük ihtimalle mutfağa gitmiş olabileceğini düşündüğüm için ilk olarak mutfağa bakmaya karar verdim. Mutfağa girdiğimde, tam da tahmin ettiğim gibi Elif'i mutfakta buldum.

Alt dudağını sertçe ısırarak, elleriyle tezgâhtan destek alan Elif'in yanına ilerledim. Aldığı sert soluklar ona yetmiyordu bunu sırtının gerilmesinden bile anlamak mümkündü. Elimi omzuna koydum ve "Elif?" diye seslendim. Bir an irkildi. Kendini hemencecik toparlayıp, elinin tersiyle yüzünü sildi. Burnunu çekti ama bana cevap vermedi.

"Elif..." dedim bir kez daha ve ekledim. "Sen iyi misin?"

"İyiyim. Kötü olacak ne var?" Başını kaldırıp yüzüme baktı. Ağlamıştı. "Sadece biraz sinirlerim bozuldu."

Aslında Elif'in sinirleri bozulmamış, bugün karşılaştığı şeylerden dolayı Osman'a içinde masumca beslediği duyguları kırılmıştı. Osman'la kurduğu hayalleri bir bir yıkılmış, Elif'de yıkılan hayallerini izlemek zorunda kalmıştı. Bu durumu sindiremediği içinde üzgündü.

"İstersen yukarıya benim odama çıkalım. Biraz kendi başına kalır nefes alırsın."

Elif'in ağladığı için içi kızaran gözleri kısıldı. Küçük burnunu havaya dikti. Kendinden ödün vermek istemiyor gibi bir hali vardı. "Ben--" derken Tunç'un içeriye paldır küldür girmesiyle cümlesi yarım kaldı. Tunç bir bana bir Elif'e baktı. Sonra yüzünde daha önce de şahit oldum o gülümseme belirdi. Bugün nedense Elif'e her baktığında bu gülümseme yüzünde yer ediniyordu. Elif sırıta sırıta yanımıza ilerleyen Tunç'u baştan aşağı süzdü ve yüzünü buruşturarak gözlerini Tunç'tan çekti.

"Birşey mi istedin abi?" dedim hâlâ sırıtmakta olan Tunç'a. "Yok..." dedi. Bunu derken gözlerini bir saniye bile Elif'ten çekmedi. Tunç'un bu hallerini sonraya bırakarak tekrar Elif'e döndüm. "Elif hadi odaya çıkalım istersen."

Ne olduğunu anlamadan Elif öfkeyle birden parladı. "Ben birşey istemiyorum. Senden tek isteğim." Göz ucuyla Tunç'a bakıp kaşıyla onu işaret etti. "Pişmiş kelle gibi sırıtan abini benden uzak tut kâfi!" dedi ve bir hışımla mutfaktan çıktı.

Elif'in arkasından şaşkınca bakarken, asıl beni şaşkına uğratan Tunç'un kurduğu cümle oldu.

"Su gibi bir kız ya. İnsanın kana kana içesi geliyor."

"Abi bir dur Allah aşkına! Ne diyorsun?"

"Ne dedim ki ben Ahu? Güzel kız." Eliyle saçlarını düzeltti. "O bekâr ben bekâr."

"Abi farkında mısın Elif Hüseyin amcanın torunu ve en önemlisi onun yaşı küçük daha okuyor. Uğraşma lütfen."

Tunç gözlerini kısık beni kolları arasına aldı. Parmaklarıyla burnumun ucunu tutup sıktı. "Ne kadar yaş farkı varmış aramızda güzelim?"

Burnumu elinden kurtarmaya çalıştım. Ama Tunç burnunu bırakmadı. "Abi Elif yirmi bir yaşında aranızda altı yaş var."

Tunç burnumu bırakıp alnımı öptü. "Ne var bunda güzelim. Seninle Melih'in arasında da yedi yaş var. Evlisiniz ve bebeğiniz olacak. Bence o kadar da çok yaş farkı yok."

"Abi lütfen biraz düşünerek mi hareket etsen? Yani en azından yoğurdu üfleyerek falan ye. Bir anda yükseliyorsun, sonra sertçe yere çakılıyorsun. Üzülmeni istemem ama Elif sana bakmaz."

Tunç söylediklerimi takmadı. Beni kolunun altına alarak mutfaktan çıkarttı. Birlikte salona girdik. Melih bizim sarmaş dolaş içeriye girdiğimizi görünce oturduğu yerden kalktı ve beni Tunç'un kollarından çıkarttı.

"Temas sevmiyorum ulan. Mümkünse uzaktan, dokunmadan sevgini göster."

Tunç, Melih'e nispet yapar gibi saçlarımı öptü. Melih "Lan--" diye çıkıştığında küfür eden Çağlar'ın sesiyle durmak zorunda kaldı.

"Vay amıma koyduğum şerefsiz!"

"Ne oluyor lan?" diye sordu Ufuk. Çağlar telefondan başını kaldırıp "Televizyonu aç. Ne olduğunu görürsün."

Ufuk televizyonu açtı. Yerel bir kanalda durdu ve ekrana yansıyan son dakika haberlerinin ardından Televizyon ekranında haber akışında alt yazıda aynen şöyle bir şey geçiyordu.

"Fikret Yıldırım iş dünyasına hızlı bir giriş yaptı."

Ekranda Fikret Yıldırım göründü. Üstelik tekte değildi. Sağında Rüya, solunda Aslı duruyordu.

BÖLÜM SONU
🍏🍎

Loading...
0%