@esranurozer
|
Aytekin Ataş: O Yar Gelir 🍏🍎 Hiç kimse kendi ailesini seçemiyordu. Benim ailemi seçemediğim gibi... Fikret Yıldırım; kalbinin tüm odaları taşlaşmış adam. Kalbi taşlaşmış bir adamın kalbine sevgi ekmek imkansızla eş değerdi. Başımıza daha ne gibi kötülük gelebilir ki diye düşünürken, bir öncekinden daha fena kötülük geliyordu. O, akşam Fikret Yıldırım sağına ve soluna oturttuğu Rüya ile Aslı'yla kameraların karşısına geçmiş, bütün dünyaya haykırır gibi röportaj yapmıştı. Melih, dayısı konuştukça sanki karşısında kanlı canlı duruyormuş gibi ekrana bakıyordu. Ben ise sadece ona. Fikret Yıldırımın konuşması bittikten sonra Melih silkelenerek kendine gelmiş ve masanın üzerinde duran televizyon kumandasıyla televizyonu kapatmıştı. Hiçbir şey olmamış gibi koltuğa oturmuş ve beni de yanına oturtmuştu. Konuyu hiç açmadan, televizyon kapatır gibi kapatmıştı. Sözünü dahi etmemiş, evimizdekilerin de tek bir yorum bile yapmalarına izin vermemişti. Melih, dayısını kısaca yok saydı. O, akşamın üzerinden tam bir hafta geçmişti. Bu bir haftalık sürede, Melih ile adamları sık sık özellikle akşamları bahçede toplanıp konuşuyorlardı. Melih beni yalnız bırakmak istemediği için şirkete gitmiyor, çalışmalarını evden yürütüyordu. Her şeyden önemlisi bu bir hafta içinde bebeğimizin odası için ikimiz birlikte eşyaları seçmiştik. Her şeye birlikte karar vermiş, birlikte uzun uzun düşünmüştük. Dün öğleden sonra sipariş ettiğimiz her şey evimize geldi. Sonunda bugün Melih'le birlikte bebeğimizin odasını düzenleyeceğiz. Melih duvarları boyayacak ben de gelen eşyaları silecektim. Tabii bunun için Melih'in uyanması gerekiyordu. Ben heyecandan ve ara sıra yoklayan bel ağrımdan dolayı gece boyunca uyuyamazken, Melih kolunu karnıma sarmış, başını da göğsüme koyarak mışıl mışıl uyuyordu. Hatta yaklaşık yarım saat önce kollarının arasında kıpırdanıp yatak başlığına sırtımı yaslamama rağmen uyanmamıştı. Hala başı göğsümün üstünde, elleri karnımı sarıyordu. Alnının üstüne dökülmüş kumral saç tutamlarına elimi götürüp, usul usul okşadım. Öyle rahat, öyle güzel uyuyordu ki onu uyandırmaya kıyamıyordum. Ama bir gerçekte vardı ki belim ağrımaya başlamış, karnım acıkmıştı. Melih'in uyanması gerekiyordu. Başka zaman olsa Ela çoktan karnımın içinde tekmelerini savurmuştu. Ama şimdi babasının kolları tarafından sarılmak onunda hoşuna gitmiş olacak ki hiç sesi soluğu çıkmıyordu. Saçlarındaki dokunuşlarımı biraz sertleştirdim ve uyanması için "Melih..." diye seslendim. Tabii ki bu sesleniş bir işe yaramadı. Çünkü Melih uyanmadı. "Melih..." saçlarını çektim. "Uyan artık ya!" Melih sanki onun saçlarını hiç çekmemişim gibi iyice göğsüme sindi. Dudaklarının arasından birkaç homurtu sesleri çıkarttı ve cılız bir ses tonuyla "Saat kaç?" diye sordu. "Sekiz bucuk." "Erken daha. Niye bu saatte kalktın Ahu? Uyuyoruz işte ne güzel." Melih'in üstümdeki ağırlığı yetmiyormuş gibi birde böyle konuşması beni iyece bunaltmıştı. Karnımda açtı. Canım böyle tuzlu ve şekerli karışımlı bir şeyler yemek istiyordu. "Uykum yok. Karnımda açıktı." Saçındaki ellerimi omzuna koyup onu benden uzaklaştırmaya çalıştım. "Kalk üstümden ben aşağıya ineceğim." Melih başını göğsümden kaldırıp uykulu gözlerle yüzüme baktı. "İyi madem," derken sanki günlerdir uykusuz kalmış gibi esnemeyi ihmal etmedi. "Sen in aşağıya ben biraz daha uyuyup geliyorum." dedi ve kendini yatağın boş tarafına bırakarak uyumaya kaldığı yerden devam etti. Melih'in bu sabah uykuya olan düşkünlüğüne takılmadan yataktan kalktım ve banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra vakit kaybetmeden odadan çıkıp aşağıya indim. Kocaman karnımla merdivenlerden inerken zorlansam da sonunda mutfağa gelmenin mutluluğunu yaşıyordum. Mutfağa girdiğimde Sevgi Hanımın kahvaltıyı çoktan hazırladığını gördüm. Kendisi de tezgahın orada domates doğruyordu. "Günaydın." Derken sandalyeyi çekip masanın baş köşesine oturdum. "Günaydın Ahu Hanım." Yüzü her zamanki gibi gülüyordu. "Size yumurta haşlayayım mı?" "Yok, istemiyorum." Gözlerimi kahvaltılıkların üzerinde gezdirdim ve aradığım krem peyniri buldum. Krem peynire uzanıp önüme çektim. "Elma reçeli yok mu?" Krem peyniri ekmeğimin üzerine sürerken Sevgi Hanım "Var. Şimdi getiriyorum." Dedi. Sevgi Hanımın elma reçelini getirip önüme koymasıyla reçelden bir kaşık alıp krem peynir sürdüğüm ekmeğimin üzerine sürdüm. Ekmekten kocaman bir ısırık aldım ve damağıma yayılan tuzlu tatlı karışımıyla gözlerimi kapattım. Aradığım lezzet tam olarak buydu. Tadı enfesti. Hızlı hızlı yediğim ekmek dilimi bitirdikten sonra ikinci defa aynısından kendime hazırladım. Sevgi Hanımda çayımı doldurup önüme koydu. Ben kahvaltılıklarla aşk yaşarken, Melih mutfağa girdi. "Günaydın." Derken sandalyeyi çekip çoktan karşıma oturdu. Melih tabağın kahvaltılıkları doldururken, Sevgi Hanım onun çayını masaya bırakıp mutfaktan çıktı. "Daha sağlıklı şeyler yesene Ahu." kaşıyla elimde tuttuğum ekmek dilimini işaret etti. "Sürekli elma reçeli yiyorsun. Bunun yerine yumurta ye." "Ben elma reçelini seviyorum." Kıstığı gözleriyle bana bakarken başını saldı ve önündekileri yemeye devam etti. Ben de ekmeğimin son lokmasını ağzıma attıktan sonra çayımı yudumladım. Biten çay bardağımı masaya koyup ayağa kalktım. Melih'in yanına ilerleyip yanağına kocaman bir öpücük kondurdum. "Ben yukarıya çıkıyorum. Ela'nın odasına asacağımız perdeleri ütüleyeceğim." "Tamam güzelim. Sigara içip geliyorum yanına." Eliyle karnımı okşadı. "Bugün güzel kızımın odasını tamamlayalım." Melih'e gülümsedim ve mutfaktan çıktım. Merdivenleri yavaşça çıkıp bir zamanlar annemin kaldığı odaya doğru adımladım. Ela'nın odasına yerleştireceğimiz her şeyi şimdilik bu odaya koymuştuk. Odanın kapısını açıp içeriye girdiğimde, Sevgi Hanımında burada olduğunu gördüm. Ela'nın beşiğini siliyordu. Göz göze geldik ve ikimizde aynı anda birbirimize tebessüm ettik. İkimizin de tebessümünde burukluk vardı. Annemin yatağına doğru adımlayıp yatağın üstüne oturdum. Odanın içindeki her şey aynı bir o kadarda yabancı gibiydi. En önemlisi odanın içi artık annem gibi kokmuyordu. Gözlerim beşiği silen Sevgi Hanıma kaydığında boğazım düğüm düğüm oldu. Eğer annem ölmeseydi; şimdi Sevgi Hanım yerine o benimle birlikte Ela'nın eşyalarını hazırlayacaktı. Eğer annem ölmeseydi; ben bugün en heyecanlı anlarımdan birinde buruk olmayacaktım. Eğer annem ölmeseydi... *** Ela için aldığım her şey o kadar güzeldi ki, bütün eşyalarla tek tek ilgilenmekten zamanın nasıl geçtiğinin bile farkına varamamıştım. Melih yukarıya çıktığında beş dakika yanıma uğramış ve hemen Ela'nın odasını boyamaya gitmişti. Ben ise Sevgi Hanımın yardımıyla, Ela'nın bütün kıyafetlerini ütülemiştim. Pencereye asılacak pudra fon perdeleri ve yatağın üstünden sarkan tül cibinliği kendi ellerimle özenle ütüledim. Çamaşır dolabını, komodini, koltuğu hatta oyuncakları bile tek tek sildim. Hepsi çok ama çok güzeldi. Her şey hazırdı. Melih duvarları boyamayı bitirince eşyaları odaya taşıyacak ve yerleştirecektik. Zamanın su gibi geçtiğini ikindi ezanının okumasıyla anladık. Sevgi Hanım akşam yemeğini hazırlamak için aşağıya indi. Ben de yapılacak bütün her şeyi bitirdikten sonra terliklerimi giyerek Melih'e bakmak için odadan çıktım. Elanın odasının önüne geldiğimde açık kapının girişinde durdum ve belime destek vermek için ellerimi belime koydum. Odanın duvarlarında gözlerimi gezdirdim. Melih bütün duvarları boyamış son olarak küçücük bir yer kalmıştı ve onu boyamakla meşguldü. Üstü çıplak, saçları dağınıktı. Ellerinde, kollarında ve omzunda birkaç damla boya izi vardı. Ela'nın odasının kapı girişinde ellerim belimde Melih'i izliyordum. Kocamın karşımda sergilediği ihtişamlı görüntü aklımı başımdan alıyor, beni nefessiz bırakıyordu. Elindeki boya fırçasını her havaya kaldırıp duvara sürdüğünde iyice şişen kol kasları ve gerilen beliyle beni benden alıyordu. Melih; benim kocam. Çok yakışıklı, aşırı karizmatik ve benim kocamdı. Sadece benim kocam... Birden sıcak bastı. Üstelik havada oldukça soğuktu, dışarıda kar yağıyordu. Ayağımdaki terlikleri çıkarttım ve ahşap zeminin çıplak ayaklarıma temas etmesini sağladım. Küçük adımlarla üstü çıplak bir şekilde Ela'nın odasını boyayan kocamın yanına ilerledim. Melih ona doğru adımladığımı fark edince bana yandan bir bakış atıp, göz kırptı ve tekrar duvarı boyamaya devam etti. Adımlarımı hızlandırdım tam arkasında durdum ve kollarımı beline doladım. Boynunun hemen altına dudaklarımı bastırdım. "Ahu..." Melih'in gerilen sırtını bir kez daha öpmemle "Siktir!" dedi hırlar gibi ve bana doğru döndü. Alt dudağımı ısırarak başımı kaldırıp kararan ela gözlerine baktım. "Ne yapıyorsun yavrum?" elindeki boya fırçasını yere bıraktı. Boyalı parmaklarını topuzumdan fırlayan saç tutamıma götürüp kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Akıllı dur." Başını iyice eğip yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Zaten zor sabrediyorum. Sabrımın sınırlarını ihlal ediyorsun." Sıcak nefesi kurumuş dudaklarıma çarpıyordu. "Akıllı dur beni baştan çıkartma!" Omuzlarımı kaldırıp indirdim. Kendimden emin bir şekilde gözlerinin içine baktım. Beni öpsün istiyordum. Kurumuş dudaklarım, onun ıslak dudaklarında can bulsun istiyordum. "Bana ne..." derken parmak ucumda yükselip dudaklarına doğru fısıldadım. "Akıllı durmak istemiyorum." Melih iki eliyle yüzümü kavrayıp dudaklarıma yapıştı. Kurumuş dudaklarım onun ıslak dudaklarıyla buluşmasıyla can buldu. Öptü. Öptüm. Nefesimiz tükenene kadar. Dudaklarımız acıyana kadar birbirimizi öptük. Aldığım nefes artık ciğerlerime yetmediğinde hiç istemesem de dudaklarımı Melih'in dudaklarından ayırdım. Parmak ucumda durmaktan zorlandığımdan dolayı Melih'in geniş omuzlarından destek aldım. Destek alırken tırnaklarımı omzuna geçirmişte olabilirim. "Delirtiyorsun beni Ahu!" yüzümü avuçladığı elini yanaklarıma biraz daha bastırdı. "Bütün ayarımla oynuyorsun." Dudaklarını dudaklarıma sürttü. "Tenine nasıl hasretim görmüyor musun? Nasıl seni istediğimin farkında değil misin?" küçücük, tüy yumuşaklığında dudağımı öptü. "Yapma..! Benim irademle daha fazla oynama." "Ne duruyorsun o zaman?" dedim ve ekledim. "Bitir bu hasreti. Birleştir tenlerimizi..." Melih, gözlerini kapatıp sertçe birkaç kez yutkundu. Alnını alnıma yasladı. "Ahu, az daha sabır edeceğim." Sıcak nefesi yüzümün her yerinde dolandı. "Tenine kavuşmak için az daha sabır edeceğim." Son yaşadıklarımızdan dolayı oldukça zayıf düşmüş ve hamileliğim daha da kötü geçmeye başlamıştı. Melih beni yormak istemediği için ve en önemlisi Özlem Hanımın bedenen rahat olmadığım için cinsel birleşimden uzak durmamızı söylemesi üzerine Melih bana yaklaşırken temkinli davranmaya başlamıştı. Yakındık ama bir o kadar da uzak. Birbirimize dokunuyor, öpüyor, kokluyorduk ama daha fazla ileriye gitmiyorduk. Melih kapalı olan gözlerini açtı. Alnını alnımdan çekip dudaklarını alnıma bastırdı. Parmakları yanağımı okşarken, dudakları alnıma küçük küçük öpücükler bırakıyordu. Geri çekildi. Gözlerimin içine baktı. "Çok az yer kaldı. Boyayı bitireyim eşyaları yerleştiririz." Başımı salladım. "Hadi sen çık. Burası çok boya kokuyor etkilemesin bu koku seni." Yine başımı salladım ve Melih'in yanağından öptükten sonra odadan çıktım. Yatak odamıza girip direkt banyoya geçtim. Kısa bir duşun ardından saçlarımı kurutup üzerime pembe polar pijama takımımı giydim ve Melih'e bakmak için odadan çıktım. Ela'nın odasına girdiğimde gözlerim odanın içinde tek tek bütün ayrıntıların üzerinde gezdi. Melih her şeyi odaya taşımış, perdeleri takıyordu. Tamamen odanın içine girip ellerimi beşiğin üzerinde gezdirdim. Gözlerim dolmuştu sanırım ağlayacaktım. "Her şeyi bitirmişsin." Diye konuşmamla Melih perdeyi takmayı bitirip bana döndü. "Aslında bitirdim sayılmaz." derken gözlerini odanın içinde gezdirdi. "Sadece eşyaları taşıdım. Yerleştirmek için senin gelmeni bekliyordum." Gülümsedi. "Sen nasıl yerleştirmek istersen öyle yapalım." Hissettiğim duygu yoğunluğu hamileliğin getirdiği hormonlardan dolayı mıydı? Yoksa ben gerçekten mi ağlamak istiyordum? Bilmiyordum. Mutluluktan gözümden akan birkaç damla yaşı Melih'e fark ettirmeden sildim. Kocaman sırıtarak ellerimi birbirine vurdum. "Hadi o zaman kızımızın odasını yerleştirelim." Melih'inde yüzündeki gülümseme büyüdü ve başını sallayarak yanıma geldi. Ben eşyaları nereye koyacağını Melih'e söyledim. Melih ise hiç itiraz etmeden ne söylediysem hepsini yaptı. Beşiğin yerini üç kez değiştirmek istememe rağmen sesini çıkartmadan isteğimi yerine getirdi. Odaya yerleştirilecek her şeyi istediğim gibi yerleştirdi. Her şey tam oldu. Her şey benim istediğim gibiydi. Melih beşiğin üstünde cibinlik görevi görecek tülü astıktan sonra ellerini havaya kaldırdı. "Bitti." Dedi ve ekledi. "Senin içinde tamamsa ben duş almaya gidiyorum yavrum." "Her şey tamam oldu canım. Hadi sen git duşunu al." Melih beni kendine çekip saçlarıma bir öpücük kondurdu ve odadan çıktı. Ben de son olarak yatağın üzerine sarkan tülü düzeltim şöyle baştan aşağıya odayı süzdüm. Yüzümde Memnun bir gülümsemeyle tekli koltuğa gidip oturdum. Elimle karnımı okşadım. "Odanızda hazır küçük hanım. Senin gelmeni dört gözle bekliyoruz annem." Ela konuşmam biter bitmez bana minicik bir tekme armağan etti. Böylelikle yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü. *** Üzerime giydiğim gülkurusu triko elbiseyi düzeltip makyaj masama oturdum. Saçlarımı tarayıp saç kremiyle şekillendirdim ve elbisemle aynı renk gülkurusu bandanayı saçlarıma taktım. Böylelikle yüzüm açılmıştı. Sırtıma dökülen saçlarımı iki omzumdan aşağıya sarkıttığımda saçlarımın eskisi kadar olmasa da bayağı uzadığının farkına vardım. Göğüslerimin üzerine doğru dökülüyordu. Yüzüme nemlendirici krem sürdüm ve iyice yedirdim. Yanaklarıma allık, dudağıma ruj ve kirpiklerime rimel sürdüm. Sonunda hazırdım. Makyaj masasından kalktığımda Melih telefonla konuşarak içeriye girdi Gözleri beni bulduğunda kaşlarını çattı. Onu umursamadan çantalarımın olduğu dolaba doğru ilerledim. "Tamam, Seda sen dosyaları hazırla bir saat içinde bu toplantı bitecek. Uğraştırma beni." dedi ve telefonu kapattı. Melih bir haftadır şirkete gitmiyor, evde çalışıyordu. Sabah Seda'nın aramasıyla bugün önemli bir toplantıya katılacağını öğrendim. Eee tabii ben de vakit kaybetmeden hazırlanmaya başladım. Melih toplantı için şirkete gideceğinden ben de Berna'ya gidecektim. Çanta dolabında gözlerimi gezdirip en son siyah küçük çantamda karar kıldığımda çantaya uzanıp elime aldım. Arkamı döndüğümde Melih'le burun burana geldim. "Hayırdır?" başını sallayıp gözünü kırptı. "Misafir falan mı gelecek eve?" "Yok... Ben misafirliğe gideceğim." Melih'in çatık kaşları havalandı. "Şaka yapıyorsun herhalde Ahu?" Melih'in ekseninden çıktım ve makyaj masama doğru ilerledim. "Şaka yapmıyorum. Sabah Seda ile konuşmanı duydum. Sen şirkete geçerken beni Berna'nın kafesine bırakırsın bir zahmet." Çantamı açtım içine gerekli birkaç eşyamı koydum. "Evde sıkılıyorum. Hem biraz hava almış olurum. Benim içinde değişiklik olur." "Ahu gözünü seveyim sen evde kal ki benim aklım sen de kalmasın." Ters ters yüzüne baktım. Melih üzerindeki tişörtü çıkartıp dolaptan beyaz bir gömlek alıp üzerine giydi. Düğmeleri iliklerken konuştu. "Hiç bana öyle bakma. Hamilesin ve anlayamadığım bir şekilde bütün aksilikleri üzerine çekiyorsun." Gömleğin bütün düğmelerini iliklemeyi bitirdikten sonra eşofmanını çıkartıp siyah pantolonunu giydi. "Hem Meltem niye gelmedi bugün? Ara gelsin." "Ben sabah arayıp bugün gelmemesini söyledim." "Neden?" "Çünkü sen beni Berna'nın kafesine bırakacaksın." Melih bana cevap vermeden yanıma gelip gözlerimin içine bakarak parfümünü alıp sıktı. "Ahu..." "Valla hiç o güzel ağzını yorma kocam. Ben Berna'nın kafesine gideceğim. Sıkılıyorum ya evde. Her gün evdeyim. Her gün aynı yüzleri görüyorum." Üzerimi işaret ettim. "O kadar hazırlandım. Bana ne beni de götüreceksin!" "Ahu öyle bir konuşuyorsun ki sanki gittiğin yerdeki insanların yüzünü ilk kez göreceksin?" omzumu kaldırıp indirdim ve yanından geçip çamaşır dolabına ilerledim. "Anasını satayım her gün gördüğün yüz onların yüzü. Evimizden çıktıkları mı var?" "İyi ya işte. Biraz da biz insanların yanına gidelim." Derken dolaptan siyah kabanımı ve gri kapanımı elime alıp havaya kaldırıp Melih'e gösterdim. " Sence hangisini giyeyim? Siyah mı? Gri mi?" Melih derin bir soluk alıp gözlerini devirdi. "Anlaşıldı sen illa geleceksin." "Evet," elimdeki kabanları salladım. "Söyle siyah mı gri mi?" "Siyah olanı giy Ahu. Sonra da Meltem'i ara kafeye gelsin yanında bulunsun." Kendiside kendi ceketini giydi. "Gerek yok. Bir şey olsa Berna ve Ezgi var. Ben kızlarla oturacağım." dedim. "Ahu..!" Melih'i hiç umursamadım ve siyah kabanımı üzerime giydim. Çantamı koluma takıp giyinme odasından çıkmadan önce "Hayatım..." diye seslendim ve tatlı olduğumu düşündüğüm bir şekilde gülümsedim. "Eminim ki sen zaten kapıya bir sürü koruma dikersin. Bırak da bir saatçik arkadaşlarımla yalnız başıma vakit geçireyim." Elimi karnıma koyup okşadım. "Biz kızımla seni aşağıda bekliyoruz. Sen de çok gecikme canım." Konuşmam biter bitmez Melih'in bir şey söylemesine fırsat vermeden odadan çıkıp aşağıya indim. Çok geçmeden de Melih yanımıza geldi ve biz birlikte evden çıkarak arabaya bindik. Melih beni Berna'nın kafesine bırakmayı kabul ettiği gibi Meltem'i yanıma çağırmayacağımı da kabullendi. Yolda ilerlerken Melih'in telefonu hiç susmamıştı. Sürekli iş ile alakalı telefon görüşmesi yapıyordu. Bana ne kadar bahsetmekten kaçınsa da dayısıyla bütün bağlarını koparttığı için kendi emeğiyle kurduğu şirketle devam ettiğini biliyordum. Kenan amcayla zaten yollarını bana tokat attığı gün kesmiş ve şirketteki hisselerini devretmişti. Şimdi tek şirketle yükseldikçe yükseliyordu. Bu yapacağı toplantıda Ankara'da kendi şirketine bağlı olan yeni bir galeri açmak içindi. Melih'in bitmek bilmeyen telefon konuşmalarıyla geçen yolculuğumuz Berna'nın kafesinin önünde son buldu. Ben duran arabayla emniyet kemerimi açarken Melih'te telefonu kapatıp yan bir şekilde bana döndü. Bir elinin avuç içini yanağıma koydu. Diğer eli hiç vakit kaybetmeden göğsüme dökülen saçlarımı buldu. "Üç koruma kapıda bekleyecek Ahu. Bizim çocukların hepsinin halletmesi gereken işi var. Osman'la konuştum yarım saate gelecek kapının önünde bekleyecek." Başımı salladım ama Melih'in daha uyarıları bitmediği için derin bir soluk alıp konuşmaya devam etti. "Herhangi bir şey olursa direkt beni arıyorsun. Telefonunun sesi açık olsun ve her on dakikada bir bana mesaj at." "Yok artık!" "Hiç kusura bakma Ahu! Dediklerimi harfiyen yerine getireceksin." Saçımı parmaklarına doladı ve dudaklarına götürüp öptü. "Zaten seni bırakıp gitmek hiç içime sinmiyor. İtiraz edeceksen vakit kaybetmeden seni tekrar eve götürürüm." "Tamam." Dedim elimle ağzıma görünmez fermuar çekerek. "İtiraz etmiyorum. Her şeye tamam." "Aferin benim uslu kedim." "Melih..!" "Bak şimdide hırçın bir kedi oldun." Sesli bir şekilde güldü. "Her şekilde benim kedimsin." Kızdığımı bildiği için bile isteye beni kızdırıyordu. Ela gözlerine gözlerimi dikip ters ters baktığımda birden yanağımdaki elini enseme götürüp beni kendine çekti ve şakağımdan öptü. Geri çekildiğinde dudaklarının adresi bu kez dudaklarım oldu. Küçücük bir dokunuşla öptü ve geri çekildi. "Hadi git. İşim bitince gelip seni alırım." Bu kez ben onun dudağına tüy yumuşaklığıyla bir öpücük kondurdum. "Tamam, kolay gelsin." Gülümsedi. Gülümsedim. "Seni seviyorum kocam." "Seni seviyorum karım." *** Yaklaşık on dakikadır Berna'nın kafesinde bir masada oturmuş önümdeki elmalı turtayı yiyordum. Berna beni görünce çok sevinmişti. Bugün benim şansımdan mıdır nedir Berna'nın kafesi birazcık kalabalıktı. Az önce Ezgi'yi arayıp kafede olduğumu haber verdim oda yanımıza geliyordu. Berna, burada Tekin'in saldırısına uğradığımız günden sonra gençten garson bir çocuğu işe almıştı. Onunla birlikte çalışmaya başlamıştı. Bildiğim kadarıyla çocuğu Çağlar bulduğu için Berna'nın içi daha rahattı. Ben öyle düşüncelere dalmışken garson çocuğun önüme elma suyu bırakmasıyla kendime geldim. "Teşekkür ederim." Diye mırıldandım. Çocuk kibarca başını sallayıp "Afiyet olsun." dedikten sonra yanımdan uzaklaştı. Ben elma suyumu yudumlarken Berna yanıma gelip sandalyeyi çekerek dibime oturdu. "Ay sonunda gelebildim yanına Ahu." derken gözleri karnıma kaydı ve iki eliyle karnımı tutup yüzünü karnıma doğru yaklaştırdı. "Aşkım sen Berna teyzeni ziyarete mi geldin?" Ela fazla elmaya maruz kaldığı için mi yoksa Berna'ya cevap verdiğinden mi bilinmez karnımın içinde hareket etti. "Oy yerim seni bal böceğim." Karnımı okşadı. "Doğ artık bir an önce mıncıralım seni." Berna yüzünü karnımdan çekip benimle göz teması kurdu. "Seninki nasıl izin verdi bilmiyorum ama iyi ki geldin Ahu." "Toplantısı vardı. Şirkete geçerken beni de bırak dedim. Eee benim biricik kocam bir dediğimi iki yapmaz hemen getirdi beni." Diyerek saçlarımı savurdum. Berna "Tabii canım ne demezsin." Diyerek kahkaha attı. Biten kahkahasıyla "Onu bunu bilmemde Ahu senin bu kocan çok vicdansız. Ya eşek gibi çalıştırıyor benim sevgilimi. Yan yana gelecek vakit bulamıyoruz." Berna'ya cevap vermek için dudaklarımı araladığımda kafenin kapısı açıldı ve Ezgi'nin "Ben geldim." diyen şen şakrak sesi duyuldu. "Hah bizim kelebekte geldi." İkimiz aynı anda güldük. Bu sırada Ezgi yanımıza gelip önce Berna'ya sonra bana sarıldı. "Berna sevgilimin dediği gibi sen ve Çağlar abi bizi kıskanıyorsunuz." "Valla yalan yok ben kıskanıyorum." Dedi Berna ve ekledi. "Ama Çağlar için aynı şeyleri söylemem pek mümkün değil. Çünkü kendisi insan görünümlü bir odun olduğu için bu tarz duygulardan pek haberdar değil." Ezgi, Berna'yı kendine doğru çekip sarıldı. "Abartmasan mı acaba? Çağlar abi hep böyle bir adamdı. Seninle alakası yok." "Yani bilemiyorum. Ben onu çok seviyorum. Onunda beni sevdiğini biliyorum ama bir şeyler eksikmiş gibi geliyor. Bir ilgisizlik var." "Sen çok üstüne düşüyorsun." dedim. "Aynen." diye onayladı beni Ezgi. "Eee ne yapayım kızlar? Ben arayıp sormasam o hiç ilgilenmiyor. Hayır, adam sadece acıktığında beni arıyor. Akşam ne yemek var diye. Ha birde hakkını yiyemem. Her sabah işe beni bırakıp akşam işten alıyor. Durum böyle olunca mecburen ben arayıp mesaj atıyorum." "O zaman sende taktik değiştir." Dedim ve ekledim. "O aramadan arama, mesaj atma." "Ahu'ya katılıyorum." dedi Ezgi. "Nasıl yani? Ben tam olarak anlamadım. Siz şimdi bana Çağlar'ın üstüne düşme mi diyorsunuz?" Ezgi ile aynı anda "Evet." dedik. "Şöyle anlatayım canım." Diyerek söze girdi Ezgi. "Beni arayanı ararım. Soranı sorarım taktiğini uygulayacaksın. Bu hayatta ondan başkası yokmuş gibi davranmayacaksın. Seninde sonuçta işin gücün var. İşinle ilgilen, bir müddet Çağlar abiyi düşünmemeye çalış." Sözü ben devraldım. "Mesela ilk aradığında açma. Ha diyelim ki açtın. Ne yemek var diye sorduğunda ben kafede yedim evde yemek yok de. Kısa bir süreliğine Çağlar'ın üzerinden ilgini çek. Bırak o senin peşinden koşsun." Berna, Ezgi'nin kollarının arasından çıkıp kocaman açtığı bal rengi gözlerini bizim üzerimizde gezdirdi. "Çok haklısınız kızlar." Elini yumruk yapıp göğsüne vurdu. "Şu iflah olmaz kalbim zorlanacak ama dediğinizi yapacağım. Hem ne demişler kaçan kovalanır." Ezgi ile benim aramda oturan Berna'nın bir omzuna ben elimi koydum. Diğer omzuna da Ezgi elini koydu ve yine ikimiz aynı anda "Aferin kız sana!" dedik. Berna kısa sarı saçlarını iki yana savurdu. "Ne sandınız kızım? Dişe diş kana kan!" Kafenin içinde müşteri olmasına rağmen üçümüz aynı anda kahkahayı attık. Birkaç müşterinin gözleri bize kaysa da kahkaha atmaya devam ettik. Ta ki kahkahamız kafenin kapısının açılıp bakışlarımızın kapıya dönmesiyle son buldu. Kapının girişinde gördüğüm kişilerle önce yüzümdeki gülümseme soldu. Sonra gözlerim şaşkınlıkla kocaman açıldı. Şaşkın şaşkın yan yana duran Fikret Yıldırım ve Rüya'ya bakarken Ezgi ile Berna oturdukları yerden ayağa kalktılar. "Sizin ne işiniz var burada? Hemen defolun kafemden!" diye atıldı Berna. Berna'nın konuşmasıyla üzerimdeki şaşkınlığı atıp bende oturduğum yerden kalktım ve cam kapıdan görebildiğim kadar gözlerimle korumaları aradım ama göremedim. "Sarp hemen polisi ara." dedi bu kez Berna. Ezgi ve Berna yan yana duruyor narin bedenlerine rağmen beni korumaya çalışıyorlardı. Masanın üstünde duran çantamı açıp içinden telefonumu çıkarttım. Melih'i arayacaktım. "Merak etme canım sorun çıkartmaya gelmedik." Diyen Rüya'nın gözleri beni buldu ve anında yüzü buruştu. "Fikret Bey Ahu'yla konuşmak istiyor." Sesindeki tınıda küçümseme akıyordu. Her şey bu andan sonra oldu. Berna kafenin içindeki müşterileri önemsemeden kapıya doğru koştu ve bir panter edasıyla Rüya'nın sarı saçlarına yapıştı. "Ben var ya senin o canım diyen ağzını yırtarım. Sürtük!" Rüya'nın çığlıkları kafenin içini doldururken, ben elimde telefonla şaşkınca onlara bakıyordum. Ezgi ise Berna'nın yanına gitmek ve benim yanımda kalmak arasında ikilemde kalmıştı. Fikret Yıldırım hemen yanında birbirine giren ikiliyi ayırmak yerine sadece bana bakıyordu. Müşterilerin bazısı telefonla görüntü alırken, bazıları da sadece izlemekle yetiniyordu. Bir tek gariban garson Sarp Rüya'yı Berna'nın elinden almaya çalışıyordu. "Ah..! Bırak saçımı!" "Bırakacağım elbet... Ama önce kafandaki bütün saçları tek tek yolayım ondan sonra senin kokuşmuş saçlarını eline vereceğim." Rüya son çare "Fikret Bey yardım edin." Diye haykırınca Fikret Yıldırım "Yeter..!" diye kükredi. Ama bu Berna'yı durdurmaya yetmedi. Bütün hıncını almak ister gibi Rüya'nın saçlarına yapıştıkça yapıştı. "Yeter dedim! Bırak!" Sarp'ın dakikalardır ayırmaya gücü yetmediği ikiliyi fazla güç harcamadan ayırdı. Rüya'nın kolundan tutup kapının dışına koydu. "Sen beni burada bekle Rüya." Kapıyı kapattı. Berna'nın karşısına geçti. "Sadece kızımla konuşacağım." "İzin vermiyorum! Çık git kafemden!" "Senden izin istemiyorum!" Berna iyice öfkelendi ve iki elini beline koydu. "Buraya gelip Ahu'nun karşısına çıktığını Melih biliyor mu?" Fikret Yıldırımın gözlerine meydan okuyarak baktı. "Cevap veremediğine göre tam da tahmin ettiğim gibi bilmiyor." Cebinden telefonu çıkartıp. "Eee olmaz ama arayalım haber verelim gelsin." Fikret Yıldırım Berna'nın elindeki telefonu alıp yere fırlattı. "Sabırlı bir adam değilim." Yere fırlattığı telefonu ayağıyla ezdi. "Kızımla konuşmak istiyorum." Bakışlarını bana çevirdi. Göz göze geldik. Bedenim karların içine gömülmüş gibi üşüdü. "Sadece beş dakika konuşmak istiyorum." Gözlerindeki kararlılık beni daha da titretti. "Sakince... Sadece beş dakika Ahu." Aramızda birkaç insanın sığabileceği bir mesafe vardı. Gözleri gözlerimdeydi. Tam karşımda duruyordu ama her zamanki gibi bir duruş serilemiyordu. Nasıl anlatsam? Nasıl tanımlasam bilemiyordum. Farklıydı. Fikret Yıldırım gibi değildi. Bakışlarındaki gizem yıllardır annemin bana anlattığı adama benziyordu. Kalbim ve beynim çetin bir savaşa girmiş Fikret Yıldırımla konuşup konuşmamam konusunda kulağıma fısıldıyordu. Beynim; onunla asla konuşmamam gerektiğini söylüyordu. Kalbim ise tam tersi; konuş gitsin diyordu. "Yalnızca beş dakika..." dedi Fikret Yıldırım. Dudaklarım aralandı. Dudaklarımın aralanmasıyla hem kalbim hem de beynim sustu. Ne diyeceğimi ben de bilmiyordum ama aralık olan dudaklarımın arasından bir fısıltı gibi "Tamam." çıktı. Ezgi koluma yapışıp "Ahu!" dediğinde Berna resmen "Saçmala Ahu!" diye haykırdı. Fikret Yıldırım dudaklarını iki yana kıvırıp bana doğru bir adım attığında Berna ve Ezgi önünde durdu. "Hayır." Başını iki yana salladı Ezgi "Konuşma falan olmayacak. Gidin lütfen buradan." Fikret Yıldırım, ikisinin de yüzüne bakmadı ama harekette etmedi olduğu yerde durdu. "Çekilin önümden." "Biz çekilmiyoruz. Sen de gidiyorsun!" dedi Berna ve omzunun üstünden bana baktı. "Söyle gitsin Ahu. Bu adama güvenmiyorum." "Ben de güvenmiyorum." Dediğimde Fikret Yıldırımın keskin gözleri gözlerimi buldu. "Ama konuşmakta istiyorum. Söylediği gibi beş dakika konuşacağız ve sonra o gidecek." "Yapma Ahu..." Berna gözümdeki kararlığı görmüş olacak ki pes ederek geriye çekildi. "Beş dakikayı geçmesin." Ezgi'de Berna'nın çekilmesiyle çekildi. "Bu durumu hiç onaylamıyorum Ahu. Melih abi öğrenecek ve hiç iyi olmayacak." dedi. Melih'in bu duruma kızacağını biliyordum ama Fikret Yıldırımla konuşma isteğim daha ağır basıyordu. Bana ne söyleyeceğini, sakince ne konuşmak istediğini merak ediyordum. Sadece beş dakikada olsa gözlerinin içine korkmadan bakmak istiyordum. Yıllarca annemin anlattığı adamı beş dakikalık bir konuşmada görmek istiyordum. Fikret Yıldırım kendinden emin büyük adımlarla yanıma geldi ve karşımda durdu. Gözlerimi ondan çekip az önce kalktığım sandalyeye oturmak için bir elimle belime tutup diğer elimle masadan destek aldığımda hiç beklemediğim bir şey oldu. Fikret Yıldırım kolumdan ve belimden tutarak oturmama yardımcı oldu. Bu yaptığı temasa en az benim kadar kendiside şaşırdı. Üzerindeki şaşkınlığı çabuk atarak yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Ellerini birbirine birleştirip masanın üstüne koydu ve gözümün içine baktı. "Zorluyor galiba seni?"gözleri karnıma kaydı. "Bayağı büyümüş." Elimi karnımın üstüne koydum ve yüzüne sen ciddi misin der gibi baktım. Fikret Yıldırımda sorduğu sorunun saçmalığa çabuk vararak gözlerini karnımdan çelip tekrar benimle göz teması kurdu. "Ahu..." derken sanki boğazında gıcık varmış gibi birkaç kez boğazını temizledi. "Durumu biliyorsun. Olayların ne hale geldiğinin de farkındasın. Geçmişte yapılmış ve gözden kaçmış birkaç hata hayatımızı biraz etkiledi." Yutkundu. "Açık konuşacağım. Seni yanıma almak istiyorum. Melih'ten boşan-" sözünü kestim. "Beni hata olarak mı görüyorsun?" Kahverengi gözleri dalgalandı. "Ben..." duraksadı. "Şimdi seni nasıl görmem gerektiğini bilmiyorum. Sadece şundan eminim eğer senin varlığını bilseydim-" "Dünyaya gelmeme asla izin vermezdin." Suskunluğa büründü. Dik tutmaya çalıştığı omuzları çöktü. Ya da ben öyle görmek istediğim için bana öyle geldi. Gözleri sürekli karnıma ve saçlarıma kayıyordu. Konuşmak isteyen oydu ama şuan karşımda suspus oturuyordu. "Beş dakikalık süre dolmak üzere." dediğimde derin bir nefes alıp masanın üzerinde birleştirdiği ellerini ayırdı ve sağ elini karnıma doğru uzattı. Gözleri gözlerimin içine şeffafça baktı ve beklemediğim o soruyu sordu. "Bir kere ona dokunabilir miyim?" İkimizin gözlerinin arasında birleşen köprünün bir bir yıkıldığına şahit oldum. Köprü yıkılıyor enkaza dönüyordu. Bu enkazdan ikimizin de sağ çıkması mümkün değildi. "Dokun." Fikret Yıldırımın gözlerinin içi parladı ve sağ elinin avuç kısmını karnımın üstüne koydu. Eli karnıma temas etmesiyle alt dudağını ısırdı ve art arda yutkundu. "O kadar annene benziyorsun ki... Saçların, bakışların... O da sana hamile olduğunda böyle mi görünüyordu diye düşünüp duruyorum." "Annemde hep sana benzediğimi söylerdi." Göz göze geldik. "Ama ikinizde yanlış görüyorsunuz. Ben ne anneme benziyorum ne de sana." "Ahu..." "Neden yanımda değil de karşımdasın?" "Karşında olmak istemiyorum. Yanında olmam için senin Melih'le boşanman lazım." "Bunu gerçekten söylüyor musun?" başımla karnımı tutan elini işaret ettim. "Bizim kızımıza dokunurken, Melih'le boşanmamızı bütün aklınla mı söylüyorsun?" Bezmiş bir sesle "Her şeyi yoluna sokmaya çalışıyorum." Dediğinde sesi yorgun çıktı. Hissizce gülümsedim. "Her şeyi yoluna sokmak için mi yanına aldın Rüya ve Aslı'yı?" Fikret Yıldırımın yüzü kaskatı kesilip gözleri karardı. "Ben Melih ne kadar kararlı olduğumu görsün ve tarafını seçsin istedim." sağ eli hala karnımın üstündeyken sol eli masanın üstünde yumruk olmuş bir şekilde duruyordu. "Ama Melih yaptığım hamleyi bile görmezden geldi. Basın açıklamasının üstenden bir hafta geçti ama Melih bu konuyu gündeme bile getirmedi. Benimle ne savaşıyor ne de savaş alanında kaçıyor." Başını iki yana salladı. "Yeğenimin körü körüne sana böylesine tutkun olması hiç hoşuma gitmiyor." Fikret Yıldırım masanın üstündeki elini de karnıma koyup sandalyesini bana doğru çekti. "Ahu, nasıl bu hale geldiğimi bilmiyorum ama kendime bile itiraf edemediğim şeyler hissediyorum. Seni yanımda istiyorum. Soyadımı almanı bana baba demeni istiyorum." Bazı itiraflar için geç kalınır. Fikret Yıldırımın şuan dudaklarından dökülen itiraflar içinde çok geçti. "Bu itirafı kim olarak yapıyorsun?" gözlerim dışarıda ağlayan Rüya'ya kaydı. "Beni öldürmek isteyen insanların elinden kurtaran adam olarak mı?" gözlerimi Rüya'dan çekip yüzüne baktım. "Yoksa beni öldürmek isteyen insanlarla iş birliği yapan adam olarak mı?" Yüzü sarardı. Gözlerinin içi karardı. Öylece kaskatı karşımda durdu. "Benimle ilgili hiç bir şey bilmiyorsun." Diye konuştum ve ekledim. "Eğer karşıma geçip benimle konuşmaya çalışsaydın ben sana inanırdım. Birazcık bana sevgiyle baksaydın ben seni affederdim." Duraksadım. "Biliyor musun? Sen benim canımı acıtmak istemeseydin ben seni severdim bile." Dolan gözlerime lanet ettim ama yine de durmadım. "Sen bana baba olmak için bir adım atsaydı ben sana koşardım." Tükenmişlikle gözlerini kapattı ve sesli bir şekilde yutkundu. "Ben zamanında Cevdet Demir'i bağrıma basmış bir kızım. Seni de bağrıma basardım. Bana iyilikle gelseydin emin ol yapardım." "Kızım..." ayağa kalktım ve benim ayağa kalkmamla Fikret Yıldırımın karnımdaki elleri boşluğa savruldu. "Beş dakika çoktan doldu Fikret Bey." "Ahu..." boğazı parçalanıyormuş gibi adımı fısıldadı. Tam bu esnada Berna'nın kafesinin kapısı gürültülü bir şekilde açıldı. Osman öfkeyle içeriye girip "Lan ben senin gelmişini geçmişini..." diyerek üzerimize doğru geldiğinde Ben Fikret Yıldırımı arkamda bırakarak Osman'a yürüdüm ve kolundan tutarak onun Fikret Yıldırıma saldırmasını engelledim. "Sakin ol. Bir şey yok." "Nasıl yok yenge? Bırak kolumu ben bu adamı-" diye öfkesini kusmaya hazırlanan Osman'ın koluna var gücümle tutunarak "Bir şey yok dedim sana Osman." Dedim. "Yenge..." "Eve götür beni Osman." Osman kızgın gözlerini Fikret Yıldırımdan çekti ve başını salladı. Osman'ın koluna tutunarak çıkışa doğru ilerlediğimde Fikret Yıldırımın arkamdan 'kızım' diye feryat edişlerine kulaklarımı kapattım. Bugün ilk kez biri bana değil ben birine sırtımı döndüm. Ve yine ben bugün Fikret Yıldırımın gözlerinin içinde saf pişmanlığı gördüm. O pişmandı. Ben babasız. *** Fikret Yıldırımla konuşmamın üzerinden tam iki gün geçmişti. Tamda kızların dediği gibi Melih Fikret Yıldırımla konuştuğumu öğrendiğinde delirmişti. Öyle çok sinirlenmişti ki kafenin önüne diktiği korumaların böyle bir şeye izin verip ona haber vermedikleri için onları işten çıkarttığı yetmezmiş gibi birde İstanbul'dan gitmelerini sağlamıştı. Bu duruma ben sebep olduğum için üzülsem de Melih'in öfkesinden bende nasibimi aldığım için sesimi çıkartamamıştım. Resmen gözü dönmüş, yaralı bir hayvan gibi sağa sola saldırmıştı. Yetmemiş öfkesini alamayarak Fikret Yıldırımın evini basmıştı. Tunç'tan öğrendiğim kadarıyla orada pekiyi şeyler olmamış. Melih dayısını öldüresiye dövmüş. Şimdi ise yine herkesin bizde olduğu bir güne gözlerimi açtım. İki gündür sancılarım artmıştı. Yaşadığım stres belime ve kasıklarıma sancı olarak yansıyordu. Zorlanarak yataktan kalktım ve banyoya ilerledim. Banyonun kapısını açıp içeriye girdiğimde kasıklarımda bir sancı hissettim. İki gündür çok sık gelen sancılara alıştığım için duvardan destek alarak derin derin nefes alıp vererek sancımın geçmesini bekledim. Bir-iki dakika süren sancım geçince banyoda ihtiyaçlarımı giderip üzerimdeki geceliği çıkartmadan aşağıya indim. Merdivenlerden inmek artık benim için bir işkenceydi ama bugün daha fazla zorlanmıştım. Sonunda merdivenlerden indiğimde alnımda biriken teri elimle sildim. Nefesimi düzene soktuktan sonra salona doğru ilerledim. Salona girdiğimde ilk beni fark eden Meltem oldu ve oturduğu koltuktan kalkarak yanıma geldi. Eliyle belime destek verdi. "Ahu Hanım iyi misiniz?" "İyiyim." Birlikte yürüdük. "Sadece biraz sancım var." Berna'da oturduğu yerden kalkıp bir koluma girdi ve Meltem'le birlikte beni tekli koltuğa oturttular. Berna eliyle karnımı okşadı. "İyi durmuyorsun Ahu?" Berna'nın sorusunu duymazdan gelerek gözlerimi salonda gezdirdim. "Ezgi nerede? Gelmedi mi yoksa?" "Geldi, buradaydı. Ama okul müdürü arayınca çıkmak zorunda kaldı. İşi bitince gelecek." Dedi Berna. Başımı salladım. Bu kez gözlerim Melih'i aradı. Bahçeye açılan cam kapının ardında Tunç'la ve adamlarıyla sigara içtiğini gördüm. Tunç ona bir şeyler anlatıyor o sadece sigara içiyordu. Melih kendisine baktığımı hissetmiş gibi bakışlarını bana çevirdiğinde göz göze geldik. Gözlerimin içine bakarak sigarasından bir nefes daha içine çekti ve dumanını yavaşça dışarıya bıraktı. Bana hala sinirliydi. Bunu bakışlarından anlamak mümkündü. O bana ne kadar sinirliyse ben de ona sinirliydim. Hayır, hayır sadece sinirli değildim. Ona küstüm. Bana bağırmıştı. Hatta siniri geçtikten sonra benden bir özür bile dilememişti. Kesinlikle ona küstüm. "Ahu Hanım size sesleniyorum." "Hıh" dedim Melih'e o kadar dalmıştım ki Meltem'in bana seslendiğini duymamıştım. "Duymadım ne diyordun?" "Biraz egzersiz yapalım mı diyorum?" Kasıklarımda hissettiğim sancıyla yüzümü buruşturdum. "Yok..." derken sancının geçmesi için derin bir nefes aldım. Sancı geçmedi. "İstemiyorum egzersiz falan." Sancım daha da arttı. Normalde sadece bir-iki dakika süren sancım bu kez daha uzun sürmüştü. Bir türlü geçmeyen sancımla oturduğum koltuk bana dar gelince ayağa kalktım. Bir elimle koltuktan destek aldım diğer elimi karnıma koyarak derin ve sık nefesler alıp verdim. Yok, kesinlikle bu sancı diğerlerinden çok farklıydı. Ben sancıyla kıvranırken, daha ne olduğunu anlamadan bacaklarımın arasından akan sıvıyla dudaklarımdan bir inilti kaçtı. Meltem ile Berna telaşla "Ahu..." diye çığlık attıklarında. Ben bakışlarımı cam kapıya çevirdim ve var gücümle bağırdım. "Melih..!" "Yenge doğuruyor musun?" diye dehşetle soran Ufuk'un sesine Tunç'un "Ahu güzelim." Diyen sesi karıştı. Melih'in aşırı soğukkanlılığına ve sakinliğine nazaran diğerleri oldukça telaşlıydı. Tunç hemen önümüzde durmuş beni Melih'in kucağından almaya çalışıyor, adımı sayıklayıp duruyordu. Sancım dayanılmaz bir hal aldığında "Ah..." diye feryat etmemle Melih Tunç'u omzuyla iterek dış kapıya doğru yürüdü. "Kes şu siktiğim sesini Tunç! Telaş yapma! Senin yüzünden Ahu'da telaşlanıyor." Berna'nın ağlama sesini de duyuyordum. Sevgi Hanımın dudaklarından dökülen duaları da. Meltem önümüzden koşup dış kapıyı açtığında Çağlar çoktan Melih'in arabasını çalışır vaziyete getirmişti. Melih yavaşça beni motoru çalışan arabaya bindirdi ve kendiside şoför koltuğuna geçerek arabanın gazına yüklendi. Melih yoldan bakışlarını, gazdan ayağını çekmeden konuştu. "Güzel şeyler düşün yavrum. Seni zamanında hastaneye yetiştireceğim." Dedi. Ben sancıdan kıvranıp durmadan ağlıyordum. "Ağlama kurban olduğum." Kolunu bana doğru gösterdi. "Sancı geldikçe kolumu sık." Melih'in dediğini yaparak koluna yapıştım. Bundan sonraki zaman ise hızla ilerleyip geçti. Bu süre zarfında Melih yine olabildiğince soğukkanlılıkla Özlem Hanımı aramış ve hastaneye geldiğimizi haber vermişti. Sonra da Birsen teyzelere haber verdi. Hastaneye giriş yaptığımızda Özlem Hanım ekibiyle birlikte hazır bir şekilde bizi bekliyordu. Her şey o kadar ani ve hızlı gelişiyordu ki hissettiğim sancıdan dolayı hiçbir şeye odaklanamıyordum. Doğumhanenin kapısının önüne geldiğimizde Özlem Hanım "Melih Bey doğuma girecek misiniz?" diye sordu. Melih "Tabii ki de gireceğim." Dediğinde ben kalan son nefesimle "Hayır." Dedim ve ekledim. "Tek başıma doğuma gireceğim." "Ahu!" "Tek başıma başarmak istiyorum." Melih'in kararan ela gözlerinde bu yaptığıma sitem ettiğini gördüm ama acı çekmemi istemediği için bu isteğimi mecburen kabul etmek zorunda kaldı. Özlem Hanım ekibiyle birlikte beni doğumhaneye aldılar ve doğuma başlamak için beni masaya aldılar. Özlem Hanım yerini aldığında benimle göz teması kurdu. "Doğum başlamış. Bizde başlıyoruz ıkının Ahu Hanım." Var gücümle ıkındım. Hissettiğim acının tanımı bende yoktu. Canım öylesine acıyordu ki sanki kemiklerim tek tek kırılıyormuş gibi hissettim. "Hadi Ahu Hanım. Daha güçlü ıkının." Her bir uzvumun parçalandığını hissediyordum. Ama yinede ıkındım. Aşırı derecede terlemiştim ve sürekli ağlıyordum. "Ah Allah'ım öleceğim." Bir kez daha gücümü toplayıp ıkındığımda nerdeyse pes etmek üzereydim. Doğumhanenin kapısı açıldı maskesini ağzına takmaya çalışan bir eliyle telefon tutan ufak tefek bir hemşire "Hocam beni Emre Bey gönderdi. Durumun ne olduğunu soruyor." Dedi. Özlem Hanım ilk önce "Hadi güzelim çok az kaldı var gücünle ıkın." Dedi sonra kıza hitaben konuştu. "Sesi hoparlöre ver." Kız sesi hoparlöre verdi. "Emre..?" diye seslendi Özlem Hanım. "Özlem Hanım." Dedi Emre coşkuyla. "Gözünüzü seveyim ne durumdasınız?" "Her şey yolunda iyi gidiyoruz. Az kaldı." "Hocam aman-" Emre'nin telefonunda Melih'in sesi duyuldu. "Ulan bu nasıl iş amına koyayım. Bırakın lan beni içeriye geçeceğim." "Duyuyorsunuz hocam Melih abiyi zor zaptediyoruz." "Var gücünle ıkın Ahu." Özlem Hanıma kulak verip var gücümle ıkındığımda Emre telefonun ucundan konuştu. "Gözünü seveyim yenge ıkın. Melih abi hastaneyi birbirine kattı." Acıdan uyuşan bedenim tir tir titremeye başladığında "Ahh başaramayacağım galiba." Diye çığlık attım. "Hayır hayır. Çok iyi gidiyorsun. Pes etme!" Gözümden akan yaşlar şiddetini artırdı. Nefesim kesilme üzereydi. "Hadi güzelim. Bir kez daha bütün gücünle ıkın." Bütün gücümü toplayıp ıkındığımda, sanki karnımdan kasıklarıma doğru bir şey aktı ve içimi bomboş bıraktı. Hemen ardından "Evet çok güzel..." diyen Özlem Hanımın sesini duydum. Cılız bir ağlama sesi duyuldu. Sonra Özlem Hanım tam göğsümün üstüne kızımı koydu. Gözyaşları içinde kızımı sarmalarken, bin şükür ettim. *** Meğer bu zaman kadar bu fani dünyada eksikmişim. Kızımı kucağıma alınca tamam olduğumun farkına vardım. Ela'nın doğumunun üstünden üç saat geçmişti. Bu üç saatte bizim için hazırlanan bir odaya yerleşmiştik. Yakınlarımız Ela'yı görmek için resmen sıraya girmişlerdi. Kalabalık olmasın diye herkes biraz biraz sırayla girip çıkıyordu. Birsen teyze ve Kenan amcanın gözündeki yaşlar bir türlü kurumamıştı. Biliyordum ki ikisinin de gözyaşı mutluluktan akıyordu. Hatta bir ara Mehmet abinin bile gözlerinin dolgunu görür gibi oldum. Berna, Ezgi, Ufuk, Çağlar ve Osman hepsi yüzlerinde güler yüzleriyle yanımıza uğrayıp tebrik ettiler. İlk başta Ela'yı emzirmek için kucağıma aldığımda çok zorlandım. Birsen teyze ve bir hemşirenin yardımıyla anca emzirebildim. Ela göğsümü almakta zorlansa da emmeye başladığı ilk anda hemen adapte oldu. Melih'in ilk Ela'yla karşılaşması şiir gibi bir şeydi. Melih'in Ela'yı kucağına alırken korkup çekineceğini düşünmüştüm ama hiç öyle olmadı. Kucağına alıp küçücük boynunu kokladı. Mini minnacık ellerinin içini bile kokladı. İkisi o kadar güzeldi ki anlatmaya kelimeler yetmiyordu. Tunç, elinde kocaman çiçek buketiyle gelmiş. Beni sarıp sarmaladıktan sonra Ela'nın masum büyüsüne kapılmıştı. "Ela tıpkı bana benziyor." Dediğinde Melih hariç odadaki herkes gülmüştü. "Ne alaka? Benim kızım sana niye benziyormuş?" "Aynı ben." eliyle karnı tok olduğu için mışıl mışıl uyuyan Ela'yı gösterdi. "Şu tatlılığa baksana? Bu tatlılığı dayısından almış." "Siktir git lan!" Tunç Melih'le biraz daha uğraştıktan sonra benim dinlenmem için odadan ayrıldı. Tunç'un gitmesiyle diğerleri de çıktılar. Şimdi odada ben, Melih ve kızımız vardı. Benim küçük ailem. Hem bedenen hem de duygusal olarak çok yorulmuştum. Gözlerim uyku diye isyan ediyordu. Aslında Ela'da uyumuşken ben de biraz uyusam hiç fena olmazdı. Yatakta kayıp uyku pozisyonu aldım. Ela'nın başucunda bekleyen Melih'e arkamı dönüp kendimi uykunun kollarına bıraktım. Ne kadar zamandır uyuduğumu bilmiyorum ama Melih'in adımı fısıldamasıyla gözlerimi anında açtım. Kucağında Ela'yla yatağın ucuna oturmuş bana bakıyordu. Ela ise yavrum benim Melih'in boynunda meme aranıyordu. "Güzelim uykun var biliyorum ama kızımız açıkmış durmuyor." Ela mızıklamaya başladı. "Karnını doyur. Sonra yine uyursun yavrum." Yatakta doğruldum ve kollarımı kızıma uzatıp kucağıma aldım. Göğsümü açıp ucunu ağzına getirdiğimde direkt minik ağzıyla göğsümü kavradı. O emdikçe içimden bir şeyler akıyor, bizi birbirimize sihirli bir güçle bağlıyordu. Ben Ela'yı hayran hayran izlerken saçlarımda Melih'in sıcak dudaklarını hissettim. "Binlerce kez teşekkür ederim Ahu. Bana babalığı tattırdığın için çok teşekkür ederim." Kucağımda kızım yanı başımda sevdiğim vardı. Mutluluk benim için buydu işte. Melih önce benim saçlarımı öptü. Sonra eğilip kızımızın saçını öptü. "Kurban olurum ben size." Dedi ve ekledi. "Nefesime nefes kattınız. Rabbime bin şükür." BÖLÜM SONU Sağlıcakla kalın. Sizi seviyorum. |
0% |