@esranurozer
|
  Melek Meosso: Gönül Gözü 🍎🍏🍎 Öyle bir an gelir ki, duyduklarınıza inanmak istemezsiniz. Öyle bir an gelir ki, duyduğunuz şeyin gerçekliğine sevinemezsiniz. Melih ile tam da böyle bir andaydık işte. Duymak istemediğimiz, duyduğumuz şeyin gerçekliğine sevinemediğimiz bir an... Fikret Yıldırım ölmüştü. Melih, telefonun ucundan konuşmaya devam eden Mehmet abiye cılız bir sesle "Tamam." dedi ve telefonu kapattı. Bakışları gözlerime çıktı ve sadece iki saniye kadar gözleri gözlerime değdi. Sonra ne mi yaptı? Tek kelime etmeden, gözlerini gözlerimden çekti. Bana sırtını döndü, banyonun kapısını açtı ve banyoya girip kapıyı kapattı. *** Melih, hayatımda tanıdığım en sabırlı insandı. Eğer bir şeyi yapmayı planlıyorsa onunla alakalı her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünürdü. Sertti. Katı kuralları vardı. Mesela geçilmesine izin vermediği sınırları vardı. Bunları adım gibi bilmeme rağmen yine de onu incitmekten geri duramamıştım. Dün gece yarısı o sınırları bizzat ben geçmiştim. Olmadık cümleler kurmuş, kalbine bıçak gibi saplanmıştım. Pişmandım. Söylediklerimden dolayı öyle çok pişmandım ki, nasıl telafi edeceğimi bilmiyordum. Daha doğrusu söylediklerimin telafi edilecek bir yanı var mıydı tam olarak ben bunu bilmiyordum. Melih, gece banyodan çıktıktan sonra onunla konuşmaya çalışmıştım ama o beni dinlemek şöyle dursun, sanki Fikret Yıldırım ölmemiş gibi yatağa geçip uyudu. Sabaha kadar zihnime dolan düşünceler ve Melih'e sarf ettiğim sözlerden dolayı doğru dürüst uyuyamadım. Yatakta sağa sola dönerek sabahı zor ettim. En nihayetinde sabah oldu ve yeni bir güne Ela'nın ağlama sesiyle başladım. Yataktan kalkıp beşiğinde ağlayan kızımı kucağıma aldım ve tekrar yatağa oturup karnını doyurmak için göğsümü açtım. Ela minik dudaklarıyla göğsümü kavrayıp emmeye başladığında benim bakışlarım uyuyan Melih'e kaydı. Hala dün gece nasıl uyuyorsa pozisyonunu bozmamıştı. Kaşları çatık değildi ve fazla masum görünüyordu. Uzamış sakalları yüzünü kaplayan mutsuzluğu örtüyordu. Onu ilk kez böylesine savunmasız görüyordum. Dilime sahip çıkamamış ve Melih'i çok üzmüştüm. Ela'nın emmeyi bırakmasıyla ne zaman dolduğunu fark etmediğim gözlerimi Melih'ten çekip kızıma baktım. Ela tekrar uyumuştu. Yataktan kalkıp onu beşiğe yatırdım. Banyoya doğru ilerleyecekken, komodinin üzerinde sessizde olan telefonumun titreşim sesini fark ettim. Telefonu elime aldığımda Tunç'un aradığını gördüm ve hızlı adımlarla yatak odasından çıkıp telefonu açtım. "Alo?" dedim kısık bir sesle. "Ahu..! Melih nerede? Hepimiz kaç oldu onu arıyoruz telefonumuzu açmıyor." "Melih, uyuyor abi." Tunç sinirli bir şekilde güler gibi bir ses çıkarttı. "Ne uyuması kızım? Uyandır çabuk! Burası karışık, hastaneye gelmesi lazım!" "Ahu güzelim sen benim ne dediğimi duymadın mı? Burası karışık diyorum. Hastanede mafya herifler bir akbaba gibi kol geziyorlar. Hepsi Fikret Yıldırım yaşıyor mu yaşamıyor mu diye bir haber almak için bekliyorlar ve biz Melih olmadan Fikret Yıldırım'ın öldüğünü daha ne kadar saklayabiliriz bilmiyorum." dedi. Sesi kısık ama baskın çıkıyordu. Elinde olsa bas bas bağıracaktı ama kendini dizginliyordu. "Hemen kocanı uyandır Ahu!" Elimle ağrıyan başımı ovalarken mecburen Tunç'a "Tamam." Dedim ve telefonu kapattım. Her şey üst üste geliyordu. Mutfak masasının etrafında dizili olan sandalyelerden birini çekip oturdum, başımı iki elimin arasına alıp sesli bir soluk verdim. "Sevgi Hanım bana su verir misiniz?" Sevgi Hanım birkaç saniye sonra önüme bir bardak su bıraktı. Bardağa uzanıp suyu tek dikişte içmeme rağmen içimdeki yangına bir faydası dokunmadı. "İyi misiniz Ahu Hanım?" diye sordu Sevgi Hanım. "Melih Beye haber vereyim mi?" "Yok. İyiyim ben." Oturduğum yerden kalktım. Mutfaktan çıkmadan önce bakışlarımı Sevgi Hanımla buluşturdum. "Bugün kahvaltı hazırlamanıza gerek yok." dedim. Zihnimi istila eden bir dolu düşünceyle merdivenleri çıkıp yatak odasına girdiğimde karşımda gördüğüm görüntüyle boğazıma bir yumru oturdu ve yutkunamadım.  Melih, Ela'yı yüz üstü kucağına yatırmış ve baba kız birlikte uyuyorlardı. Bu görüntü bana dün geceki söylediğim her bir kelimeyi kalbime darbe diye indiriyordu. Melih'e sen baba olamayacak kadar kötüsün dedim ama o benim hayatımda tanıdığım tek mükemmel babaydı. Keşke dilim kopsaydı da ben bu sözleri Melih'e söylemeseydim. Göz pınarlarımı dolduran yaşlar bir bir yanaklarıma süzülürken, ben büyülenmiş gibi kızım ve kocamı izliyordum. Allah biliyor ya çok pişmandım. Bu pişmanlık kalbimi sıkıştırıyor, beni nefessiz bırakıyordu. İçim dolup taştığında boğazımdan gelen hıçkırığa engel olamadım ve ağlamam daha da şiddetlendi. Melih uyanmasın diye iki elimle ağzımı kapattım, sırtımı kapıda kaydırarak yere çöktüm. Melih'e söylediklerime ağladım. Beni ve kızımızı ölümüne seven adamın kalbini kırdığım için ağladım. Hıçkırıklarımı yutarak ağladım. *** Ağlamamı durdurman sandığımdan daha zor oldu. Sürekli yenisi akan gözyaşlarım dur durak bilmiyordu. İçimdeki pişmanlık, sanki gözyaşı olarak yanaklarıma istila ediyordu. Toparlanabilmek için çöktüğüm kapı dibinden zar zor kalkıp banyoya girdim ve kendimi sıcak suyun altına attım. Duştan çıktıktan sonra, giyinme odasına girdiğimde Melih ve Ela'nın hala aynı pozisyonda uyuduğunu gördüm. Hızlı bir şekilde iç çamaşırlarımı giydim. Üzerime de beyaz, kısa kollu bol bir tişört, altıma da siyah bir tayt giydim. Saçlarımın suyunu havluyla alırken, Melih'in sesini duydum. "Ne oldu?" derken, sesi hala uykulu çıkıyordu. Sanırım telefonla konuşuyordu. Saçımı kurulamayı bırakıp giyinme odasından çıktım. "Sırf bunun için mi elli kez aradın lan?" diye sordu Melih, öfkeliydi. Öfkesini dizginlemek içinse göğsünde yüz üstü uyanan kızımızın sırtını okşuyordu. Ve henüz daha benim varlığımı fark etmemişti. "Umurumda bile değil!" Kısa bir süre karşı tarafı dinledi ve sonra gözlerini kapattı. "BANA NE LAN!" Bu kez öfkesi sesine de yansımıştı hızlı adımlarla yanına doğru ilerledim ve beni fark etmesini sağladım. Koyulaşmış ela gözleri gözlerimi bulduğunda derin bir soluk aldı aldığı soluktan dolayı kalkıp inen göğsüyle birlikte Ela'nın küçük bedenide kalktı. Bu yüksek sese normalde uyanması gerekiyordu ama nedense Ela uyanmak şöyle dursun kıpırdamamıştı bile. "Bana bak..!" dedi dişlerinin arasından tıslar gibi. Telefonun ucunda kim varsa onu daha da sinirlendiriyordu. "Sikerim Fikret Yıldırımın ölümünü de Rus mafyasını da! Ne bu amına koyayım. Öldü bitti! Bir de ölümünü mü saklayacağım? Sabah sabah kafamı siktiniz ulan! Ne bu tantana amına koyayım? Duyurun herkese Fikret Yıldırımın öldüğünü!" "Melih..." dedim telaşla. İki saniye kadar gözlerimin içine baktı. Bakışları ölü gibi ifadesizdi. "Bunu da mı ben yapayım lan?" karşı taraf ne söyledi bilmiyorum ama Melih gözlerini kapatıp kaşlarını çattı. "Bir işiniz düzgün olsun amına koyayım. Bekleyin geliyorum." Hala gözleri kapalıydı. "Sağ ol sağ ol." Dedi Melih öfkeyle. Gözlerini açtı ve Ela'nın başının üstünü öptü. Bir-iki dakika sessizce karşı tarafı dinledi. Sonra sertçe "Kes zevzekliği!" dedi ve telefonu kapattı. Melih telefonunu komodinin üstüne bıraktıktan sonra göğsünde yatan Ela'yı yavaşça yan tarafındaki boşluğa yatırdı ve sırasıyla önce küçük ellerini öptü sonrada kokusunu içine çekerek boynunu ve saçlarını öptü. Melih, kızımızı doyasıya öperken ben sadece onları izliyordum. Melih yataktan kalktığında sessizliğimi bozdum. "Melih..." dedim titreyen sesimle. "Konuşalım mı?" yüzüme ifadesiz gözlerle baktı, baktı ve baktı. Sonra hiçbir şey söylemeden yanımdan geçip banyoya girdi. Beni böylesine tepkisiz bırakmasına neredeyse ağlayacaktım. Gözpınarlarımı dolduran yaşların akmaması için kendimi sıktıkça sıktım. Melih birkaç dakika sonra banyodan çıkıp giyinme odasına girdiğinde bende peşinden ilerledim. Sanki ben görünmez bir varlıkmışım gibi Melih beni umursamadan üzerini giyinmeye başladı. Beyaz gömleğinin düğmelerini ilikledikten sonra siyah takım elbisesinin ceketini de üzerine geçirdi. Eliyle saçlarını düzelttiğinde boğazımı temizleyerek "Melih..?" dedim bir kez daha. "Efendim." Dedi. Sesi öylesine soğuktu ki, üşüdüğümü hissettim. İçim ürperdi. "Dün..." derin bir soluk aldım. "Dün söylediklerim gerçek değildi. Kendime hâkim olamadım. Sinirle ağzımdan çıktı. Ben öz—" "Ahu!" dedi uyarı dolu sesiyle. "Sakın, cümlenin devamını getirme!" Yaptığım hata için özür dilememi bile istemiyordu. Beni böylesine kendinden uzaklaştırıyordu. Dolan gözlerim gözlerine kenetlendiğinde dudaklarım kendiliğinden aralandı ve cümlemin devamını getirdim. "Özür dilerim Melih." Gözlerini kapattı. Dişlerini sıkmaktan dolayı yanakları içine göçmüş, çenesi kas katı kesilmişti. "Dileme!" dedi, öfkeyle. "Benden özür dileme! Ben senden bir özür beklemiyorum. Sana kırgın değilim. Küskün değilim. Ben seni anlıyorum Ahu. Ben seni biliyorum. Sorun senin beni tam anlamıyla tanıyıp bilmemen. Bir daha benden özür dileme!" "Melih ben—" elini kaldırıp beni susturdu. "Bu konuşmanın ne yeri ne de zamanı Ahu." dedi ve ekledi. "Çıkmam lazım." Gözümden akan yaşı aceleyle sildim. "Nereye gidiyorsun?" diye sordum. İfadesiz gözleri, az önce yanağıma düşen gözyaşıma takıldı daha sonra dolu gözlerimin içine baktı. "Fikret Yıldırımın ölümünü duyurmaya!" ona nasıl baktıysam bir anda bana doğru adımladı ve tam önümde durdu. "Merak etme... Bencilce düşünüp sizi tehlikeye atmayacağım." Vurguladığı şeyle daha fazla dayanamadım ve gözyaşlarımın bir bir akmasına izin verdim. Melih'in ela gözleri ıslanan yanağıma kaydı ama üzerinde çok durmayarak yanımdan geçip giyinme odasından çıktı. Onun çıkmasıyla, burnumu çektim ve elimle yüzümü silerek bende arkasından çıktım. Melih komodinin üzerinden telefonunu alırken, uyanan ve yatakta uslu uslu duran kızımıza gülümsedi. Telefonu cebine koydu. Tek dizini kırıp yatağa yasladı ve Ela'nın yanaklarını öptü. Geri çekildiğinde benimle göz teması kurmadan kapıya doğru ilerledi. Hızlı adımlarla yatağa yaklaşıp Ela'yı kucağıma aldım ve bende yatak odasından çıktım. Melih önde merdivenlerden inerken bende hemen arkasından iniyordum. Dış kapının önüne geldiğinde bende merdivenin son basamağını indim ve adımlarımı hızlandırarak ona yetiştim. Normalde daha seri hareket eden Melih bugün oldukça yavaştı. Ya gerçekten yavaş hareket etmek istiyordu, ya da sırf ben ona yetişeyim diye bilerek yavaş hareket ediyordu. "Akşam çok gecikir misin?" diye sordum. Eli kapının kolunda sabit kaldı. "Yemeğe seni bekleyelim mi?" Aferin Ahu, gece adamın kalbinin içine et sonra hiçbir şey olmamış gibi "Akşam seni yemeğe bekleyelim mi?" diye sor. Bu soruyu sorarken ciddi olamazsın? Gözlerimi Melih'in sırtına dikmiş pür dikkat vereceği tepkiyi bekliyordum. Melih yavaşça bana döndü ve kıstığı gözleriyle yüzüme baktı. Sanırım o da sorduğum soruya şaşırmıştı. Çünkü bu bakışlarının başka bir açıklaması olamazdı. Gözlerimin içine baktı, baktı ve baktı. Sonra hiçbir şey söylemeden arkasını döndü kapıyı açtı. Bir adım attı ve benim akmaya hazır bekleyen gözyaşlarım tekrar akmaya başladı. İkinci adımını da attı, sonra birden bana döndü ve yanıma yaklaşıp iki eliyle yüzümü kavradı, dudaklarını alnıma bastırdı. Dudakları alnıma mühürlendi, bir süre alnımda soluklandı. Ben vakit kaybetmeden tek elimle kucağımdaki kızımı sabitleyip diğeriyle Melih'in kolunu kavradım. "Ağlama!" dedi başparmaklarıyla yanağımdaki yaşları sildi. "Yalvarırım ağlama!" "Tamam," burnumu çektim. "Ama ne olur sen de bana küsme Melih." Gözümden akan yaşlar Melih'in başparmağı tarafından tekrar silindi. "Binlerce kez özür dilerim. Ne olur bana arkanı dönme. Yüzünü çevirme, benden uzak durma!" Melih'le benim aramda sıkışıp kalan Ela huzursuzlaşarak kıpırdandı ve ağlar gibi bir ses çıkarttı. Melih alnıma güçlü bir öpücük bırakıp geri çekildi. Böylelikle hem Ela'ya biraz alan bırakmış hem de gözlerini yüzüme dikmişti. "Benim sana arkamı dönmem gibi bir şey olabilir mi Ahu?" gözlerini kıstı. "İnsan nefesinden nasıl uzak durabilir?" Melih'in dudaklarından dökülen kelimeler beni bozguna uğratmıştı. Hem ağlıyordum hem de gülüyordum. Sanırım ben kafayı yiyordum. Gözlerimi yeniden gözleriyle buluşturduğumda, yaşlar yeniden yanağımla buluştu. Gözlerimin içine öyle bir bakıyordu ki, her geçen saniye biraz daha rahatlayıp, içimdeki yükten kurtulmamı sağlıyordu. "Küs değiliz değil mi?" diye sordum. Bu sorudan hoşlanmamıştım. "Yani aramız iyi değil mi?" diye ekledim, tedirgin bir sesle. Melih elini uzatıp avuç içini yanağıma yasladı ve yanağımı okşadı. Gözlerini bir türlü yüzümden çekemiyordu. Yüzümden mi çekemiyor yoksa yanağımı istila eden yaşlardan mı çekemiyor? Tartışılırdı. "Hiç mümkün mü..?" yanağımdaki eli yavaşça yanağımdan uzaklaştı ve başımın üstünde yer aldı. "Sana küs kalmak..." usulca saçlarımı okşadı. "Kokundan uzak durmak hiç mümkün mü?" parmaklarının ucuna doladığı saç tutamlarımı dudaklarına götürüp, koklayarak öptü. "Güzel karım." Dedi. Bu kez yaşlar yanaklarıma rahatlamanın etkisiyle bir bir döküldüğünde, bir kedi gibi Melih'in göğsüne sırnaştım. "Çok seviyorum." Dedim bir hıçkırık kaçtı boğazımdan. "Yemin ederim ben seni çok seviyorum." "Biliyorum." Dedi Melih, elleri saçlarımı okşamaya başlamıştı bile. "Ben de seni çok seviyorum yavrum." Ela vakit kaybetmeden varlığını hissettirmek için ağlamaya başladı. Ela'nın ağlamasıyla mecburen birbirimizden ayrıldık. Melih Ela'nın saçlarından öptü. "Açıktı sanırım. Hadi sen kızımızın karnını doyur." Dedi. "Kıskandı bence." Dedim kıkırdayarak. "Babasına kimsenin dokunmasını istemiyor." Gülümsedi. İçim sıcacık oldu. "Akşam geç gelirim... Ama muhakkak gelirim." Başımı salladım. Melih, ilk önce kızımızın saçlarından öptü. Daha sonrada benim saçlarımdan öptü ve evden çıktı. Sözleriyle kalbimdeki ağırlığı söküp atarak çıktı. Gülümsemesiyle içimi ısıtarak çıktı. Şimdi ise onun bu mükemmel kalbinin karşında, benim kalbim sönük kaldı. O sözleri söyleyen dilim sızladı. *** Melih'in evden gitmesinin ardından iki saat olmadan Birsen teyze yanına aldığı Zehra abla, Elif, Leyla, Berna ve Ezgi'yle bize geldiler. Ben Birsen teyzeyi karşımda görmenin şaşkınlığını yaşarken, başka bir şaşkınlık ise yüzünde görmeyi beklediğim hüznü göremememle oluştu. Birsen teyze, üzgün değildi. Hepsi kapının önünde kısaca bir cümbüş oluşturmuş ve sarılma faslı yaşamıştık. Leyla, kucağımdaki Ela'yı kucakladığı gibi içeriye kaçmıştı. Elif her zaman memnuniyetsiz yüz ifadesiyle Leyla'nın arkasından gitmişti. Onları Ezgi ve Berna takip etmiş, ev sahibi olan beni bir taraflarına takmadan rahatça evimi işgal etmişlerdi. Birsen teyze ve Zehra abla kısaca halimi hatırımı sorduktan sonra kol kola mutfağa girdiler. Herkesin bir yere dağılmasıyla öylece embesil gibi kapının önünde kala kalmıştım. Yani başımızda bu kadar kötü bir olay varken, hepsinin böylesine rahat davranmaları gerçekten akıl alır iş değildi. Bulunduğum şaşkınlıktan beni ayıran ise kapının çalması oldu. Kapıyı açtığımda bu kez karşımda Meltem vardı. "Merhaba Ahu Hanım, nasılsınız?" dedi şen sesiyle. Yanakları soğuktan dolayı kızarmıştı. İçeriye geçmesi için kenara çekildiğimde "İyiyim, sen nasılsın Meltem?" dedim. Meltem içeriye geçti üzerindeki montu çıkarttı ve portmantoya astı. "İyiyim Ahu Hanım. Sabah Osman'la konuştum. Bazı talihsiz olaylar olmuş sanırım. Ben de dedim hem Ela'yı göreyim hem de sizi ziyaret edeyim." Başımı salladım. "İyi yaptın." Elimle salonu işaret ettim. "Buyur içeriye, kızlarda bizde zaten." Meltem önde ben onun arkasından salona girdik. Ezgi ve Berna Meltem'i sıcacık bir şekilde karşıladılar ama aynı şeyi Elif için söylemem pek mümkün değildi, suratı beş karıştı. Leyla desen garibim Elif'ten çekindiği için Meltem'e yaklaşamıyordu. Meltem, Elif hariç kızlarla sarılıp merhabalaştıktan sonra Leyla'nın kucağında olan ve keyfi gayet yerinde olan kızımın yanına gidip onu sevmeye başladı. Ben de ayakta durmayı bırakıp resmen ağzının içinden koca karılar gibi homurdanan Elif'in yanına oturdum. Elif; soğuk tavırları ve bitmeyen homurdanmaları... Eğer Tunç'la ikisinin arasında bir şeyler olacaksa, şimdiden Allah benim minnoş kalpli abimin yardımcısı olsundu. Çünkü Elif'te ki bu çene ve soğuk tavırlar bir orduyu çökerttirdi. "Ay Ahu, ciddi ciddi Melih Fikret Yıldırımı öldürdü. Hala inanamıyorum." Dedi Berna. "Evet, bende inanamıyorum." Dedi Ezgi ve esneyerek oturduğu koltuğa yayıldı. "Resmen kalbinden vurmuş. Ufuk söylediğinde küçük çaplı bir şaşkınlık yaşadım. Ama ne yalan söyleyeyim öldüğü içinde hiç üzülmedim." "Bende..." dedi Berna ve ekledi. "Adam ölüydü hortladı. Başımıza kara bela gibi çöktü. Her günümüz bir aksiyonluydu. İyi yaptı Melih eniştem geç bile kaldı." Öne doğru eğilip kaşlarını çattı. "Aslında, Tunç abinin arabasına bomba koyduğu gün ölmeliydi şerefsiz. Olsun ama geç olsunda güç olmasın." Ah keşke bende sizin kadar rahat olabilseydim kızlar. Ama nerede..? "Eee sen ne düşünüyorsun Ahu?" diye sordu Berna. "Şu ölüm olayını en az hasarla atlatalım ben başka bir şey istemiyorum. Kocam sağ salim eve gelsin. Başka ekstradan düşmanlar hayatımızın merkezine yerleşmesin. Benim tek düşüncem bunlar." Dediğimde Elif yanımda dalga geçer gibi güldü. Ters ters yüzüne baktım. "Ne var? Söylediğin komiğime gitti." Başını iki yana salladı. "Kocan mafya. Sen hiç mafyaların düşmanlarının bittiğini duydun mu? Hayır, yani..." dedi saçlarını savurarak "Hayatında hiç mi mafya film mi izlemedin?" "Gerçek mafyaların içinde yaşadığım için izlemeye gerek duymadım." Diye çıkıştım. Bana omuzlarını silkti. İlletti bu kız illet. Birde Tunç bu kızın gözlerinin güzel olduğundan bahsediyordu. Gözlere bak resmen içinden kenafirlik akıyordu. "Osman, her şeyin kontrol altında olduğunu söyledi Ahu Hanım. Siz içinizi ferah tutun." Dedi Meltem. "İnşallah Osman kadar başına taş düşer." Diye homurdandı Elif. Tam Meltem'e cevap verecekken telefonum çaldı. Leyla, masanın üstünde duran telefonumu Bana uzattı. "Tunç abi arıyor." Dedi. Ben telefonu elime alıp ayağa kalktığımda Elif bu kez ağzının içinden benim canım abime saydırdı. Elif'e yandan bir bakış atıp çağrıyı yanıtladım. "Alo, abi." "Güzelim nasılsın? Her şey yolunda mı?" diye sordu sesi yorgun geliyordu. "Biz de her şey yolunda asıl sizde her şey yolunda mı abi?" "Merak etme iyiyiz biz. Fikret Yıldırımın öldüğünü Melih herkese ilan etti. Akşam ana haberlerde yayınlanacak." "Nasıl yani..? Hani Rus mafyalar vardı, onlara ne oldu?" Tunç küçük bir kahkaha attı. "Ahu abiciğim sen hiç mafya film mi izlemdin mi?" bir kahkaha daha attı. Resmen benimle eğleniyordu. Az önce ben Elif'ten dolayı Allah Tunç'a sabır versin mi demiştim? Vazgeçtim. İkisi tencere kapak birbirlerini iyi bulmuşlardı. Tunç biten kahkahasıyla "Büyük balık küçük balığı yer." Dedi. "Anlamadım..." dedim kaşlarımı çattım. "Şöyle anlatayım abim." Dedi ve derin bir soluk aldı. "Fikret Yıldırım bütün servetini ki buna mafya kimliği de dâhil olmak üzere Melih'e bırakmış. Adam resmen çok daha önceden Melih'i garanti altına almış. Ya inanabiliyor musun Rusya'da ki Fikret Yıldırımın bağlantısı olduğu mafyaların masasında Melih'e ait koltuk var. Her şeyi Melih'e göre ayarlamış, yaşamını, ölümünü... Bu delilikten başka bir şey değil. Fikret Yıldırım gerçekten aklından zoru olan bir adammış. Şeytana pabucunu ters giydiren cinsten." Tunç'un söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. "Biz Rus mafyalarla nasıl baş edeceğiz diye düşünürken, Melih'in hastaneye gelmesiyle bunlar Melih'in karşında el pençe divan durdular. Hepimiz şok." Sesindeki ifadeden nasıl şok olduğunu anlayabiliyordum. "Bunları görmen lazım Ahu, resmen Melih'in ağzının içine bakıyorlar. Her neyse..." dedi derin bir nefes alarak. "Velhasıl işin aslına gelecek olursak, Rus mafyalar yalan oldu." "Abi ne diyorsun, hiçbir şey anlamıyorum. Düzgünce anlat şunu." "Ben de tam bilmiyorum Ahu. Melih ve Mehmet abi bir odada Rus'larla konuştular ne konuştuklarını bilmiyorum ama adamlar odadan çıktıktan sonra suratlarındaki ifadeye bakılacak olursa onların hoşuna gitmeyecek şeyler konuşulmuş. Zaten odadan çıkar çıkmaz hastaneyi derhal terk ettiler. Beyaz masanın üyeleri ortalarda yok. Mehmet abi yer altının karanlık yüzüne laf taşıyan birkaç kişinin kulağına Fikret Yıldırımın öldüğünü fısıldadı." Soluk bile almadan Tunç'u dinliyordum. Söylediği çoğu şeyin ne demek olduğunu açıkçası tam anlamıyla anlamış değildim. "Yani güzel kardeşim bu olaydan da kıçımızı kurtardık. Akşam ezanından sonra Fikret Yıldırımın cenazesini defnedeceğiz. Bu da yapmamız gereken başka bir mecburi prosedür.Ondan sonra eve geliriz." Durduk yere bir kahkaha attı. "Kocan Ahu'ya ara haber ver dedi. Ben yirmi dakikadır sana özet geçiyorum. Şu an az ileride karşımda duran kocan beni her an öldürecek gibi bakıyor. Sana bütün bunları detayıyla anlattığımı bilse var ya Fikret Yıldırımın yanına gömer beni." Bir kahkaha daha attı. "Akşam haberlerini izlersin artık." İçimin bir nebze rahatlamasıyla bende küçük bir kahkaha attım. "İzleriz tabii..." dedim ve ekledim. "Kızlarla." "Kızlar mı?" dedi şen sesiyle Tunç. "Elif'te orada mı? Beni sordu mu? Mesela o güzel gözleri beni aradı mı Ahu?" Güzel gözleri mi..? Kenafirlik akan güzel gözleri diyecektin herhalde abi? demek istedim ama tabii diyemedim. "Aklına bile gelmedin abi, üzgünüm." "Yapma be..." dedi cıkcıklayarak. "Kalbim cız etti. Gideyim de bir cugara yakayım." Tunç'un söylediklerine sesli bir kahkaha attım. Herkesin bakışları bana dönünce Tunç'la telefon konuşmamı kısa kesip kapattım. Kızların yanına ilerledim ve tekrar Elif'in yanına oturdum. Sorgu dolu bakışlarla yüzüme bakan kızlara kısaca özet geçtim. Bunun ardından Ezgi televizyonu açtı ve yerel bir kanala çevirdi. Akşam haberlerinin başlamasına yarım saat vardı. Birsen teyze ve Zehra abla hala yanımıza gelmemişlerdi. En azından bir nebze üzülmesini beklediğim Birsen teyzenin bu tuhaf davranışı beni şaşırtıyordu. En azından, Birsen teyze oğlu birini öldürdü diye azıcık üzülebilirdi. Tüm ev ahalisi televizyon karşısına geçmiş pür dikkat akşam haberini bekliyorduk. Az önce Tunç'la telefonda konuşmuş Fikret Yıldırımın ölüm haberinin akşam haberlerinde yayınlanacağını öğrenmiştim. Ezgi'nin "Ay bu güzel kokuda ne?" diye sormasıyla eş zamanlı Birsen teyze, Zehra abla ve Sevgi Hanım ellerinde tepsiyle salona girdiler. Tepsinin içinde yan yana dizilmiş helva tabaklarını gördüğümde şaşkınlıkla gözlerim kocaman açıldı. "Anne..?" dedim sorar gibi. "Bu ne Allah aşkına?" Birsen teyze bana yandan bir bakış attı. "Fıstıklı helva." Dedi ve bir tabağı bana uzattı. "Ölünün arkasından helva kavurmak sevaptır kızım." Sanki ölen onun abisi değilmiş gibi davranışları rahattı. "Birsen anne, yemin ederim sen tam bir kraliçesin." Dedi Berna ve tepsinin içinden bir tabak helvayı alıp yemeye başladı. "Arkadaşlarım ayrı, kayınvalidem ayrı değişikti. Sanki normal bir hayat yaşıyorduk ve Fikret Yıldırım mafya değilde sıradan bir adammış gibi davranıyorlardı. Adam ölürken bile Rus mafyaları başımıza sarmıştı. Ama bizim tek derdimiz ölünün arkasından kavrulan fıstıklı helvaydı. "Ya sabır Allah'ım." Dedim. Hiç kimse beni takmadı. Herkes helva yemeye gömülmüşken Ezgi "Öğğ..." diye bir ses çıkarttı. Bakışlarımız Ezgi'ye döndü ve Ezgi oturduğu yerden hızla kalktı, elini ağzına kapattı bir kez daha "Öğğ..." diye öğürdüğünde hepimiz ayaklandık. "Ezgi ne oldu kızım?" diye sordu Birsen teyze. Ezgi önündeki helva tabağını itekledi ve eliyle kendine hava yaptı. "Çok ağır kokuyor. Midem bulandı." "Az önce güzel koktuğunu söyledin ya!" diye çıkıştı Berna. "Ne oluyor kızım sana? Sabahta canım krep istiyor dedin sonra kokusu ağır diyerek benim kafemin içine kustun. Hasta mısın?" Ezgi "Midemi üşüttüm sanırım." Dediğinde gözlerim ilk Ezgi'nin solgun yüzüne çıktı. Sonrada yavaşça karnına kaydı. Ezgi'nin bu hali bana bir yerden tanıdık geliyordu. Ben Ezgi'nin üzerinde dalgın dalgın gözlerimi gezdirirken Zehra ablanın konuşmasıyla hepimizin yüzünde gözle görülür bir şaşkınlık oluştu. "Ezgi, sen hamile misin ablacım?" İlk şaşkınlığı üzerinden atan kişi Ezgi oldu. "Ne..?" diye cıyakladı. "Yok, artık Zehra abla..." gözlerini devirdi. "Midemi üşüttüm sadece. Ne hamilesi canım?" "Aynen ya..." dedi Berna. "İki kustu diye hamile mi olur insan?" "Ne celalleniyorsunuz kız? Ben fikrimi söyledim." Dedi Zehra abla. "Baksana şunun yüzüne beti benzi atmış. Bana hamile gibi geldi." Ezgi birden hıçkırarak ağlamaya başladı. "Yok diyorum. Hamile değilim ben tamam mı?" hıçkırıkları arttıkça arttı. Ezgi'nin ağlamasına benim minik kızımda eklenince Ela'yı Leyla'nın kucağından aldım ve susturmaya çalıştım. "Ezgi neden ağlıyorsun kızım?" diye sordu Birsen teyze ve Ezgi'yi kollarının arasına aldı. "Tamam, hamile değilim diyorsan, hamile değilsindir." "Değilim Birsen teyze." İç çekti. "Sadece iki haftadır midem bulanıyor, başım dönüyor ve kendimi halsiz hissediyorum. Bunların hepsi üşüttüğüm için oluyor. Kış ayındayız. Üşütmem çok normal." "Ha siktir!" dedi Berna. "Geçmiş olsun Ezgi kelebek, karnında bir tırtıl olabilir." "Berna..!" dedim sitemle. "Ne var ya? Bence Zehra abla haklı." Gözlerini irice açtı. "Hem sen bana niye kızıyorsun Ahu? Bebeği onlar yaptı. Uyarıyı ben alıyorum." "Berna sus Allah aşkına." Dedi Ezgi. "Ne bebeği?" Sesli sesli ağlayan Ezgi'yi Birsen teyze kollarının arasında teselli etmeye çalışıyordu. Ama o da salonda olan herkesin düşündüğü gibi Ezgi'nin hamile olduğunu düşünüyordu. "Ezgi, canım?" Dediğimde Ezgi'nin yaşlı gözleri gözlerimi buldu. "Ağlama, bunda ağlayacak bir şey yok ki. Niye kendini harap ediyorsun?" "Aynen." Dedi Meltem birden ve ekledi. "Test yapalım. Bebek var mı yok mu öğreniriz." Ezgi sesli bir şekilde burnunu çekti. "Nasıl test yapacağız? Şimdi kim gidecek eczaneden gebelik testi almaya?" Elinin tersiyle yüzünü sildi. Yaşlı gözlerini Meltem'in gözlerine dikti. "Hayır, yani hamile değilim ama emin olmak için şey yapalım. Yoksa hamile değilim. Bebek yok." "Sen hiç ağlama çiçeğim. Ben şimdi eczaneye gider gebelik testi alıp gelirim." dedi Berna. "Hiç gerek yok. Benim çantamda gebelik testi var." diyen Meltem'le Elif'in evi inleten cırlaması bir oldu. "Senin çantanda gebelik testinin ne işi var ya? Yoksa sen--" Meltem "Yok artık!" diyerek Elif'in sözünü kesti. "Ablam için almıştım. Çantamda kalmış. Ayrıca ben niye sana açıklama yapıyorum ya?" Hamile olma ihtimali olan kişi Ezgi'ydi ama tartışan Meltem ve Elif'ti. Bu iki kızı karşı karşıya getiren ise Osman'dı. Son zamanların paylaşılmayan erkeği olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Ela'nın huysuzluğu giderek arttığında ben koltuğa oturdum, göğsümü açtım kızımı emzirdim. "Ee şey..." diye ağzının içinde kelimeleri geveledi Ezgi. "Ver madem testi yapayım." Meltem çantasından çıkardığı testi Ezgi'ye verdi. Ezgi testi eline aldığı gibi bu katta olan lavaboya girdi. Aradan ne kadar bir süre geçti bilmiyorum ama tam ana haberin başlamasıyla eş zamanlı Ezgi elinde sıkı sıkıya tuttuğu gebelik testiyle salona girdi. Gözleri yaşlı, yanakları kırmızıydı. "Şeymişim..." Derken hıçkırdı. "Hamileymişim." Her ağızdan bir ses çıktığında Berna ile göz göze geldik ve ben Ela'yı göğsümden ayırıp ayağa kalktım. Berna'yla aynı anda Ezgi'nin yanına gittik ve kollarımızı Ezgi'nin boynuna doladık. Yine aynı anda kulağına fısıldadık. "Hayırlı olsun." Ezgi'nin ağlaması şiddetlendiğinde bizi diğerleri takip etti ve onlarda Ezgi'ye tek tek sarılıp teprik ettiler. Hepimizin yüzünde gülümseme, Ezgi'nin yüzünde gözyaşı vardı. Biz bir bebeğin aramıza katılacağına sevinirken, açık olan televizyonda haberler başlamış, hatta Fikret Yıldırımın ölüm haberini spiker sunmuştu. Nasıl sunduğunu, ne dediğini ve haberin içeriğini zerre duymamış, açıkçası haberle ilgilenmemiştik. Çünkü tek odak noktamız Ezgi ve karnında can bulan küçük mucizesiydi. *** Ezgi; benim güzel arkadaşım. Tanıdığım ilk andan itibaren asla kötülüğünü görmediğim ikinci kız kardeşim. Şimdi hamileydi. Hâlâ ara ara ağlamaya devam ediyordu. Bazen ağlamayı bırakıp karnını okşuyor, Ufuk'un bu duruma ne kadar sevineceğini dile getirerek yüzünde güller açıyordu. Sonra o güller aklına ailesinin gelmesiyle soluyor ve tekrardan ağlamaya başlıyordu. Yaklaşık bir saattir durum aynı bu kısır döngüde ilerliyordu. Bundan aylar önce daha Ela doğmadan Ufuk Ezgi'nin ailesi ile tanışmaya gitmişti ama o tanışma çokta olumlu geçmemiş, Ezgi'nin ailesi Ufuk'a onay vermemiş, Ufuk'u gözlerinin tutmadığını evlenmelerini doğru bulmadıklarını söylemişti. Ezgi, bu duruma karşı çıkıp Ufuk'u savunsada ailesi pek olumlu yaklaşım sağlamadığı gibi Ufuk'un sadece arkadaşlarıyla böylesine önemli bir aile görüşmesine gelmesini de doğru bulmamışlardı. Yani Ufuk ve Ezgi'nin ailesinin arasında bir köprü oluşmadığı gibi oluşabilecek bütün köprülerin önüne aşılması zor duvarlar örülmüştü. Ee doğal olarak da Ezgi kara kara ne yapacağını düşünüyordu. Bebeği doğurmak istediğini söylemesine bile gerek yoktu. O yaşlı gözlerinde yer edinen parlama zaten bebekten mutluluk duyduğunu gösteriyordu. Ama diğer tarafta ailesinin karşına böyle de çıkmak istemiyordu. Hatta bir ara ağlamalarının arasında "Babam evlenmeden hamile olduğumu duyarsa beni evlatlıktan red eder." diyerek hüngür hüngür ağlamıştı. Bizim söylediğimiz hiçbir teselli cümlesi onu bir türlü tatmin etmiyordu. Yani açıkçası Ezgi için durum iki tarafı boklu değnekti. Öyle böyle derken, zaman hızla akmış bir saat su gibi akıp geçmişti. Bu süreçte Ela iki defa uyuyup uyanmıştı. Şimdi ise yeni uyandığı için kucağımda süt emiyordu. Saat 20:55'ti ve Melih'ler hâlâ eve gelmemişti. Ezgi'nin elinden biten su bardağını alan Elif "Şimdi daha iyi misin?" diye sordu. "İyiyim." Ağlamaktan çatlayan sesinin düzelmesi için boğazını temizledi. "Ağladım ya rahatladım." Elini karnının üstüne koydu. "Hem zaten Ufuk gelince bir çözümünü bulacaktır. O benim üzülmeme izin vermez." "Tabii vermez." diye araya girdi Birsen teyze, yetmedi yanında oturan Zehra ablanın kolunu dürttü. "Değil mi kız Zehra? Sen de bir şey söylesene." "Doğru..." dedi Zehra abla ve kaşlarını çattı. "Hem sen onu bunu bırak şimdi düşünmeyi. Ufuk'un nasıl tepki vereceğini düşün mutlu ol be kızım." "Eheheh kesin duyduğunda kanat çırpıp uçar bizim kelebek." dedi Berna, birde üstüne kahkaha atmayı ihmal etmedi. "Hayır ya..." diye araya girdi Elif gülerek. "Kalpten gitmese bari." Hepimiz sesli bir şekilde kahkaha attık, buna Ezgi'de dahildi. Sonra Berna ellerini birbirine vurdu. "Ay Ezgi çifte düğün mü yapsak kız. Bir taşla iki kuş. Ne dersin?" Göz kırptı. "Çağlar'la hemen arkanızdan yetişiriz bizde bir çocuk yaparız." "Saçmalık." dedi Meltem. Berna'nın bal rengi gözleri Meltem'i hedef alınca Meltem konuşmasına devam etti. "Yani kusura bakma ama bir düğünde bir gelin olmalı. Bir düğünde tek bir beyazlar içinde biri olmalı. Tek düğün iki gelin saçmalık." Kısa bir an duraksadı. "Bence..." diye de cümlesini tamamladı. Berna, kıstığı bal rengi gözleriyle Meltem'i hedef almış bir kaplan gibi bakıyordu. Bir insan bir insanı gözleriyle öldürebilir mi sorusuna cevap olarak Berna'yı gösterirdim. "Şaka yapıyordum." dedi düz tuttuğu sesiyle ama gerildiği belliydi. "Gülelim diye, amaç sohbet muhabbet olsun." Meltem omuzlarını silkti. "Ben yinede sadece fikrimi belirtmek istedim." Gülümsedi, bana göre içten bir gülümsemeydi ama Berna'nın benim gibi düşünmediği aşikardı. "Yoksa sen alındın mı?" Berna'nın Meltem'e cevap vermesine fırsat olmadan evin içinde yankılanan zil sesi kurtarıcı bir el gibi ortamın gerilimini dağıttı. "Berna, canım." dedim ve ekledim. "Hadi sen kapıya bak. Melih'ler gelmiştir." Berna hiç birşey söylemeden salondan çıktığında bende Ela'yı göğsümden ayırdım ve üzerimi düzelttim. Gözlerimin içine boncuk boncuk bakan kızımın tatlılığına dayanamayıp boynunu öpücüklere boğdum. Ben onu öptükce onun minicik elleri yüzüme dokunuyordu. "Cümleten hayırlı akşamlar." diyerek salona giren Tunç'un sesiyle bakışlarım onu bulduğunda o direkt Elif'e bakıyordu. Tunç'un arkasından sırasıyla Mehmet abi, Osman, Ufuk ve en sonunda kol kola Çağlar ile Berna salona girdi. Gözlerim Melih'i aradı ama yoktu. Osman, Meltem'in yanına gidip onu kollarının arasına aldığında, Ufuk'ta çoktan Ezgi'ye sarılmıştı. Ama benim kocam ortaklıkta yoktu. "Melih nerede?" diye sordum. "Telefonla konuşuyor." Dedi Mehmet abi. "Gelir şimdi." Leyla yanıma gelip Ela'yı kucağına almak istedi. "Ahu abla ver azıcık daha seveyim. Şimdi eve gideriz zaten." Ela'yı onun kucağına verdim. Bakışlarım Tunç'u bulduğunda, onun tek dikkat kesildiği kişinin Elif olduğunu gördüm. Hatta yavaş yavaş yanına sokulup "Elif, karanlık gecemi aydınlatan ay parçam." dedi. "Şimdi senin o gözlerini oyarım, aydınlığa hasret kalırsın." Dedi Elif dişlerinin arasından. Tunç küçük bir kahkaha attı. "Bayılırım şiddet eğilimi olan kadınlara." Dediğinde Elif ona ters ters baktı. Tunç Elif'in üzerine daha fazla gitmemeye karar vererek "Neyse ben gideyim de çiçeğimi koklayayım." Dedi ve ekledi. "Ela, dayısının mis kokulu çiçeği." Tam Leyla'nın kucağındaki kızımı kucağına alacakken Melih'in sesi duyuldu. "Kızıma dokunmayı aklından bile geçirme. Fena yaparım." Anında gözlerim Melih'in yüzünü buldu. Melih bana göz kırptı. Sonra bakışlarını Tunç'a çevirdi. "Sabahtan beri elinin değmediği bir bok kalmadı. Baştan aşağı yıkanmadan kızıma dokunmayı bırak, yaklaşma bile!" "Aman ne kıymetli kızın varmış be? Ne demiş atalarımız sakınan göze çöp batar. Hem insan vücudunun mikroplara da ihtiyacı vardır." "Kızım her gün sana maruz kalıyor. Sen den daha iyi mikrop var mı?" "Abi..! Melih..!" İkisini de aynı anda uyardım. Ama beni takan kim? "Kim ağlattı lan benim sevgili mi?" diyerek birden çıkıştı Ufuk. Ezgi, ayağa kalkan Ufuk'u kolundan tutup oturtmaya çalıştı ama nafile. "Hâlâ ağlıyorsun Ezgi. Neden ağlıyorsun ya? Biri bir şey mi dedi?" Ufuk sorularını sıralarken Ezgi cevap veremeyecek kadar ağlıyordu. "Çıldıracağım bak Ezgi! Ulan..." İki eliyle Ezgi'nin yüzünü kavradı. "Ne diye ağlıyorsun canına yandığım?" Yanıma gelen Melih "Ne oluyor Ahu?" diye sordu. Ben dudaklarımı bilmem der gibi büktüğümde Ufuk bir kez daha bağırdı. "Ezgi, beynim yandı kızım. Neden ağlıyorsun?" "Be-ben..." Dedi Ezgi kekeleyerek zar zor çıkan sesiyle. "Evet, sen..." Dedi Ufuk gözlerinin içine bakarak cümlesini tamamlamasını isteyerek. Ezgi gözlerini kapattı ve bir kaç saniye gözleri kapalı bir şekilde bekledi. Gözlerini hızla açtı, yine aynı hızlı şekilde. "Hamileyim." dedi. Mehmet abi, Çağlar, Osman, Tunç ve hatta Melih bile şaşkınlıkla "Ne..?" Diye tepki verirken Ufuk derin bir nefes aldı. "Ha iyi bari, bende bir şey oldu sandım. Meğer hamileymişsin. Bende..." Bir an da yeşil gözleri kocaman açıldı. Dut yemiş bülbül gibi sustu. Kocaman açılan gözleri Ezgi'nin karnına kaydı. "Ne dedin sen az önce kelebeğim?" diye sordu. "Hamileyim." "Sen..." Elini Ezgi'nin karnına koydu. "Gerçekten hamile misin?" Ezgi usul usul başını salladı. "Hıhım." dedi. Gözleri dolu doluydu. "Yemin et." diye coşkuyla bağırdı Ufuk. "Valla de. İki gözüm önüme aksın ki de." Ezgi'yi kollarının arasına aldı. "Baba mı oluyorum ben lan?" sesi titredi. Ezgi'yi kollarının arasından ayırıp Melih'e döndü. "Abi duydun mu. Biz hamileyiz." Melih, dayanamayıp Ufuk'a güldü. "Duydum koçum. Hayırlı olsun." "Eyvallah abi." diyen Ufuk tekrar Ezgi'ye döndü. Ezgi'nin yanaklarını sıktı. "Oy benim minik kelebeğim hamilemiymiş, kaynında minik bir bebiş mi vaymış?" dedi çocuk gibi konuşarak. Onun bu değişken hâli hepimizin yüzünde gülümseme yaydı. Melih ile göz göze geldik ve Melih iki büyük adımda yanıma iyice yaklaşıp beni kollarının arasına alarak başımı göğsüne yasladı. Huzur bulduğum kokunun eşliğinde Ezgi ve Ufuk'un tepkilerini izliyordum. Ufuk bu kez gülerek Çağlar'a baktı. "Duydun mu lan Ezgi hamileymiş." dedi. "Mal..!" diye karşılık veren Çağlar, Berna'yı kollarının arasına aldı. "Tam bir malsın Ufuk." Mavi gözleri Ezgi'yi buldu. "Hayırlı olsun Ezgi. Artık kelebekler çoğalıyor." Ezgi'nin yanakları kızardı. "Sağ ol Çağlar abi." dedi. "Eee artık düğün hazırlıklarına başlamak lazım." diye araya giren Zehra ablayla Ezgi'nin gözleri tekrar doldu. Ufuk, teselli etmek için Ezgi'yi kollarının arasına aldı. "Merak etme güzelim. Ben ne yapar ne eder İlla ailenden onay alırım." "Ufuk istemiyorlar, nasıl onay alacaksın?" "Ne diye istemiyorlar anlamış değilim." diye sordu Çağlar.. "Neyi varmış Ufuk'un aslan gibi çocuk. Gerekirse gider tekrardan ailenle konuşuyoruz Ezgi." "Evet, gider tekrar konuşuruz. Ufuk abimi mecbur isteyecekler." dedi Osman. Her kafadan bir ses çıktığında, herkes Ezgi ve Ufuk için çözüm arıyordu. Bu karmaşanın içinde en sonunda Melih. "Tamam, yeter bu kadar şamata!" dedi sertçe. "Ezgi, ara aileni hafta sonu yanlarına hayırlı bir iş için geleceğimizi söyle." "Ama Melih abi..." "Hafta sonuna iki gün var Ezgi. Ara geleceğimizi söyle. Hafta sonu Trabzon'a gideceğiz ve seni ailenden isteyeceğiz. Kabul etmeseler bile geleceğimizi söyle. Bizi evlerinden kovacak halleri yok ya?" "Kapıdan kovsalar bacadan gireriz değil mi abi?" diye sordu sırıtarak Ufuk. Melih başını salladı. "Hazırlıklara başlayın." dediğinde hepimiz rahat bir nefes aldık. En çokta Ezgi. *** Evimizde ki karmaşa, tatlıya bağlandıktan sonra Ezgi ve Ufuk'un mutluluğu hepimizin mutluluğu olmuştu. Ufuk'un Ezgi'nin hamile olmasına sevineceğini az çok tahmin ediyordum, ama bu denli mutluluktan havalara uçağını bilmiyordum. Sürekli Ezgi'nin karnına okşuyor, abi dediği adamlara ben baba oluyorum deyip duruyordu. Hatta işi bir ara o kadar abarttı ki, elinde kağıt kalemle Melih'in karşına geçip sorular sormaya başladı. Melih'i çileden çıkartan sorular. Ee tâbii bu sorulara daha fazla dayanamayan Melih en sonunda Ufuk'u evden kovdu. Herkes evine gidince Melih'le odamıza çıktık, ben Ela'yı emzirirken, o banyoya girdi. Ela uyuyunca onu beşiğine yatırdım. Bu sırada Melih banyodan çıkıp giyinme odasına girdiğinde bende banyoya girdim. Direkt banyo dolaplarına ilerleyip içinde bir kaç tane güzel kokan masaj yağlarını elime aldım. Melih'e masaj yapacaktım. Bu bir nevi söylediğim şeyler için özür niyetinde olacaktı. Onun gönlünü hoş etmek istiyordum. Söylediğim şeylerin öylesine üstünün kapanmasını istemiyordum. Hatamı telafi etmem lazımdı. Banyodan çıktığımda Melih'in üstü çıplak sadece altında gri bir eşofmanla yatağa sırt üstü uzandığını ve elinde telefonuyla ilgilendiğini gördüm. Parmak uçlarımla sessizce yanına doğru ilerlerken o beni fark etti. Başını telefondan kaldırıp yüzüme baktığında göz göze geldik. Gözlerinde ki yoğun his bulutunun eşliğinde yanına ilerlemeye devam ettim ve yatağın ucuna oturdum. Elimdeki masaj yağlarını yatağın üstüne bıraktım. İçinden birini seçip havaya kaldırdım ve Melih'in yüzüne doğru salladım. "Sana masaj yapacağım." Gülümsedim. "Tabii sende istersen." "İsterim." dedi havada olan elimi tutup sırt kısmını öptü. "Senin elinden olan her şeyi isterim yavrum." Gülümsedim. Bakışları gülümsememe kaydı. Yatakta diklendi ve dudağımın üstüne tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı. "Oh kurban olduğum sen hep gül." Eridim. Bittim. İçimden sıcacık bir şeyin aktığını hissettim. Melih bakışıyla, sözleriyle, en önemlisi sevgisiyle içimde güller açtırıyordu. "Hadi uzan o zaman hayatım." Melih yüz üstü yatağa uzandığında bende yatağa çıkarak onun kalçalarının üstüne oturdum. Masaj yağının kapağını açıp, sırtına nokta nokta döktüm ve yavaşça elimi sırtında gezdirerek masaj yapmaya başladım. Elimi sırtında her hareket ettirişimde Melih resmen gevşiyordu. Bir süre sırtına sessizce masaj yaptım. Daha sonra içimde ki arsız sese kulak vererek ellerimi yavaşça kalçasına doğru götürdüm. Eşofmanın bel kısmındaki kalın yerden parmaklarımın ucunu içine yavaşça soktum. "Ahu..." Dedi Melih hırlar gibi. Elimin altında olan bedeni tekrar gerilmişti. "Efendim." dedim. "Ne yapıyorsun?" Yutkundu sesi efsunluydu. "Tehlikeli sularda yüzüyorsun." "Kocama masaj yapıyorum." Parmak uçlarımı yavaşça kalçasından kasıklarına doğru sürterek ilerledim. Adonislerine değen parmak uçlarım cayır cayır yanıyordu. "Bir sakıncası mı var?" Cümlem biter bitmez Melih bir anda hızla önünü bana dönünce, az önce kalçasında oturan ben şimdi tam malûm yerde kasıklarının üstünde oturuyordum. Ve dahası da vardı tam kalçamın altında sertliğini çok net hissediyordum. "Benim için sorun yok." Kendini iyice bana bastırmasıyla yanaklarım utançtan dolayı yandı. "Senin içinde sorun yoksa..." Ensemden tutup yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Sıcak nefesi dudaklarımın üstüne değiyordu. "Ben de sana kendi yöntemimle masaj yapmak isterim." Sesli yutkundum. Sızlayan dudaklarımın üstünde istemsizce dilimi gezdirdiğimde, dilim Melih'in dudaklarına değdi. Ve her şey saniyesinde gerçekleşti. Melih dudaklarımı kavrayıp beni öpmeye başladığında, bende ona karşılık verdim. Öpüşmemiz hararetli bir hal aldığında Melih kendini bir kez daha bana bastırdı. Birbirimizin dudakları arasında kaybolan inilti çığlıklarımız Melih'in telefonun sesine karıştı. Zar zor dudaklarımızı ayırdığımızda telefonda susmuştu. Melih dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdığında telefon tekrar çaldı. Geri çekildim. "Telefona bak. Önemlidir belki." dedim. Melih homurdanarak telefonu eline almasıyla kaşlarının çatılması bir oldu. "Bu Ufuk beni niye arıyor?" Diye söylenerek telefonu açtı. "Ne var lan gece gece?" "Abi şimdi ben baba olacağım ya... Artık hafta sonları işe gelmeyeyim diyorum." dedi Ufuk. Sesi çok gürdü, telefondan dışarıya duyuluyordu. "Ne âlaka amıma koyayım. Sen mi hamilesin?" "Ne kızıyorsun abi ben ya da Ezgi ne fark eder. Ezgi hamile ama benim ona destek olmam lazım." "Bana bak oğlum." Dedi Melih giderek öfkeleniyordu. "Daha yeni baba oluyorsun, mutlusun diye kendimi sana kızmamak için zor tutuyorum. Benim sabrımın sonunu böyle sorularla sikme!" İkisinin konuşmasına kahkahalar atmamak için alt dudağımı ısırdım. "Abi bir de ben şey diyorum. Hamile kurslarına kayıt yaptırayım diyorum sen ne dersin?" Diye sorun Ufuk Melih'in sabrını yerle bir etti. "ULAN UFUK..!" Melih'in bağırması, telefonun kapanması ve en önemlisi sesten uyanan kızımızın ağlamasıyla, bizim sözde masajımız yarım kaldı. Yine Melih'e soğuk duşun yolu göründü. BÖLÜM SONU 🍎🍏🍎🍏
|
0% |