Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. Bölüm

@esranurozer

   

SILA: En Doğru Zaman

Kulağımın dibinde adımı haykıran bir ses vardı. Adımı haykıran sesi duymazdan gelerek yastığıma biraz daha sarıldım. Şuan etrafımda olan şeylere kafa yormak istemiyordum. Tek istediğim biraz daha uyumaktı. Kollarımla sardığım yastık bir anda başımın altından çekilince yerimden sıçrayarak yastığı çeken kişiye baktım.

"Ne yapıyorsun be?" diyerek çıkıştım. Az önce başımın altında olan ama şimdi Melih'in elinde olan yastığı almaya çalışarak. "Ne uyudun kızım ya kalk artık!" dedi ve elindeki yastığı suratıma attı.

Sinirlerimi bozan ukala herifin tekiydi. Yastığı elime alarak bir saniye bile düşünmeden Melih'in suratına attım. "İnsan gibi uyandırmayı bilmiyor musun?"

"İnsan gibi uyandırmaya çalıştım ama sen insan gibi uyanmadın Ahu." Diyerek suratına attığım yastığı yerden alarak yatağa koydu. "Hadi seninle uğraşamam işim var kalk." Dedi. "Öküz!" diyerek ağzımın içinde mırıldandım. Melih, gür kaşlarını çattı. "Senin dilin fazla uzamış... Keserim o dilini." Diyerek arkasını döndü ve kahverengi çamaşır dolabının yanına giderek kapağını açtı. İçinden çıkardığı siyah gömleği çıplak bedeninden geçirdi. Önünü bana dönerek gömleğinin düğmelerini aheste aheste, ilikledi. Bakışlarımı çıplak göğsünden çekerek gözlerine baktım.

"Ben böylemi kalacağım." Diyerek üzerimi gösterdim. Melih, üsten iki düğmesini iliklemeden bırakarak yakasını düzeltti. "Bunun için yapabileceğim bir şey yok." Dedi iki adım atarak bana yaklaştı. "Benim üzerimi değiştirme sebebimi biliyorsun değil mi?" diye sordu tek kaşını imayla havaya kaldırarak. Ağzımı açıp konuşacakken beynimin içinde çarpışan şimşekler yüzünden kelimeleri yutmak zorunda kaldım.

Dün yaşananlar bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akıp gitti. Amaçsız bir doğum günü, Rüya'nın Melih'i öpmesi, Bursa'dan Levent'in gelmesi ve en can alıcı nokta Melih'in üzerine kusmam. Aman Allah'ım Melih'in üstüne kusmuştum ve hala sapasağlam durmam bir mucizeydi. Melih'e batırmak için yerlerinden çıkardığım tırnaklarımı gerisin geriye yerine tekrardan koydum. Melih yüzümün aldığı şekilden olan biteni hatırladığımı anlayınca "Güzel... Hala bir şeyleri idrak edecek bir beynin var." Diyerek kapıya doğru adımladı kapının kulpunu sert bir şekilde tutarak açtı ve bedenini odada bırakacak şekilde durdu.

"Hadi gidiyoruz." Dedi dolgun dudaklarını oynatarak. Melih'ten aldığım emirle yataktan hızlı bir şekilde indim. Üzerimi düzelterek açık olan kapının yanında bekleyen Melih'in yanına ilerledim. Melih'le çok kısa süren bakışmamız Melih'in kaşlarıyla açık olan kapıyı göstererek "Çık Ahu." Demesiyle son buldu. İtiraz etmeden usulca odadan çıktım. Ben önde, Melih arkada merdivenleri indik.

Biten merdivenlerin sonunda evi süzmek için can atan gözlerim Melih'in kolumdan tutarak beni sağ tarafta çapraz bir şekilde duran kapının önüne sürüklemesiyle son buldu. Melih kapıyı açarak içeriye girmem için geriye çekildi. "Gir elini yüzünü yıka." Dedi. Burasının dün kustuğum banyo olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Banyoya girdim, kapıyı kapatacakken Melih, eliyle kapıyı tutarak bana engel oldu. "Sadece iki dakikan var." Diyerek kapıyı kendisi kapattı.

Beyaz ve mavinin hâkim olduğu banyoda lavabonun tezgâhına yaklaştım. Suyu açarak akan suyun avucuma dolmasını bekledim ve avucumun içine dolan suyu sert bir şekilde yüzüme çarptım. Bu işlemi birkaç kez daha tekrarladıktan sonra musluktan akan suyu kapattım. Başımı kaldırarak aynada ki yansımamla göz göze geldim. Yüzümün rengi solmuştu, gözlerimde daha önce rastlamadığım bir duygu vardı. Fazla makyaj yapmadığım için yüzüme şerit şeklinde akarak bir tabaka haline gelebilecek bir boya kalıntısı yoktu. Sadece kirpiklerimdeki rimel akmış gözaltımda ince bir siyahlık yaratmıştı. Aynanın yanında olan rafta duran peçeteden birkaç dal kopararak yüzümü sildim. Böylelikle gözaltlarımda ince bir tabaka gibi duran siyah tabakada yok olmuştu. Elimin içinde ıslanan peçeteyi çöp kutusuna attım. Bir an önce banyodan çıkmalıydım. Melih'i kızdırmak bu şartlar altında isteyeceğim son şey bile olamazdı.

Banyonun kapısını açar açmaz elleri pantolonunun ceplerinde duran Melih'le karşılaştım. Tek kelime konuşmadan dış kapıyı başıyla işaret ederek çıkmamı istedi. Aynı bir koyun sürüsünden kaçan koyun gibi hissediyordum. Melih'te arkamdan geldiğine göre oda beni bulan insafsız çoban oluyordu. Beynimin içinde kurduğum düşünceler bazen beni bile dehşete düşürüyordu.

Evden çıkar çıkmaz, Melih kapıyı kilitleyip anahtarı evin sağ tarafında asılı duran yapay çiçek sepetinin içine koydu. Bana yönünü dönmesiyle bende arkamı dönerek arabaya doğru ilerledim. Melih, arabayı otomatik kilitle açtı. Açılan arabayla birlikte kendimi arabanın içine attım. Emniyet kemerimi takarken Melih'te arabanın sürücü koltuğuna yerleşmişti. Emniyet kemerini taktıktan sonra cebinden çıkardığı sigara paketinin içinden bir dal sigara çıkarttı. Çıkardığı sigarayı dolgun dudaklarının arasına yerleştirerek ucunu ateşledi. Arabayı hızlı bir şekilde çalıştırdı ve yolda akıp gitmesine izin verdi. Yanında bulunan pencereyi yarıya kadar indirmiş indirdiği pencereye kolunu dayamıştı. Bir elinde direksiyon diğer elinde sigara vardı. Sigara olan eli pencereye dayalıydı, arada içine çektiği sigara dumanından dolayı, yanakları içine çöküyor, elmacık kemiklerini gözler önüne seriyordu.

Melih'i arsızca yüzen gözlerim karnımın guruldamasıyla sona erdi. Elimi karnıma koyarak tekrar Melih'e çevirdim bakışlarımı "Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Melih iki saniye kadar bakışlarını bana çevirip tekrar yola odaklandı. Yanıtsız kalan sorum yüzünden kaşlarımı çattım. "Ben açım... Yemek yemek istiyorum." Dedim dan diye.

"Aç olman çok normal" diyerek arabanın hızını azalttı. Uzun parmaklarının arasındaki bitmiş sigara izmaritini pencereden dışarıya atarak pencereyi kapattı. "Dün içindekilerin hepsini gömleğime boşalttığın için aç olmana hiç şaşırmıyorum Ahu." Dedi sesine yansıyan neşeyle. Söylediklerini işiten kulaklarım resmen zonkladı. Utanç bütün bedenimi esiri altına alarak tırnaklarıma kadar kızarmama sebep oldu. Benim bir cevap vermediğimi gören Melih "Ne o sustun." Diyerek güldü.

Her fırsatta beni köşeye sıkıştırmaktan zevk alan pisliğin tekiydi. Bilerek benimle böyle konuşuyor benim utanmamı istiyordu. Ona istediğini vermeyecektim.

"Bana yemek yediremeyecek kadar cimri herifin tekisin." Dedim, bu konuşmayı neden açtığımı kendim bile bilemeyerek.

"Ben mi cimriyim?" diye sordu Melih sesine şaşkınlık bulaşmıştı.

"Evet, sen" diyerek kollarımı göğsümde bağladım. "Nankörsün kızım... Ne cimriliğimi gördün?" diye sordu. Göğsümde bağladığım kollarımı çözdüm ve Melih'e dönerek yan bir şekilde oturdum.

"Doğum günümde bana hediye bile almadın." Kaşlarımı çatarak "Yemek bile yedirmiyorsun. Cimrisin işte."

"Doğum gününde sana verdiğim en güzel hediyeye ne oldu?" dedi imayla bakışları iki saniye kadar gözlerime değdi. Bu iki saniyede bile gözlerindeki ateşi görebilmiştim.

"O başka... Ben maddiyat yönünden olan hediyemi soruyorum." Dedim, Melih dudağının kenarını yukarıya doğru kıvırdı. "Nankör kedi." Dedi güler gibi. Melih'e cevap vermek için açtığım ağzım karnımın tekrardan guruldamasıyla kapanmak zorunda kaldı. Çıkan gurultu sesiyle Melih'le bakışlarımız kesişti. Melih, başını iki yana ya sabır der gibi salladı. Onun yaptığı bu harekete sadece göz devirdim. Tam önüme dönmüştüm ki aklıma gelen elmalarla yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu.

Dün kulüpten ayrılırken Çağlar ile Osman'ın bana hediye ettikleri elma sepetini de yanımıza almıştık. Emniyet kemerini hafiften gevşeterek arkaya doğru uzandım ve kırmızı elmalardan bir tanesini elime aldım. Tekrar önüme döndüğümde Melih'in bakışlarını elbisemin yırtmacından görünen bacaklarımda yakaladım. Açılan bacaklarımı elimle düzelterek kapattım. Melih, bakışlarını yavaşça gözlerime çıkardı. Ela gözlerinin etrafını yine zehirli yeşiller sarmalamış, uçsuz bucaksız yangınlar var olmuştu.

"Bu ne biçim elbise... Hiç giymeseymişsin Ahu!" dedi sesi kızgın çıkmıştı. Şimdi durduk yere elbiseye mi sinirlenmişti? Anlamsız gözlerle yüzüne öylece bakıyordum. "Eğer bir daha böyle bir elbise giyersen, senide giydiğin elbiseyle birlikte yakarım!" dedi tehditkâr sesiyle. Bakışlarını tekrar yola sabitleyim ben yokmuşum gibi arabayı kullanmaya devam etti. Sürekli ruh hali değişen dengesiz herifin tekiydi.

Bakışlarımı Melih'ten çekerek elimde tuttuğum kırmızı elmaya sabitledim. İki avucumun arasına duran elmayı avuç içimle ovalayarak temizledim. Ağzımı açarak elmadan kocaman bir ısırık aldım. Dişlerimin arasında kütür kütür dağılarak parçalanan elmanın suyu bütün damağıma dağılmış ağzımın içinde mükemmel bir tat bırakmıştı. Ağzımın içindeki elmayı hızlıca çiğneyip yuttuktan sonra, bir kez daha ısırdım. Ben elmayla aşk yaşarken arabanın içini inletecek kadar bağırdı Melih. "Ahu kes kulağımın dibinde şu elmayı yemeyi!"

"Kulağının dibinde yemiyorum. Ayrıca sessizce elma yiyorum ama o bile sana dokunuyor." Diye bende ona bağırdım. Melih kızgınlıkla güler gibi bir ses çıkardı boğazından. "Sessizce elmamı yiyorsun?" dedi sorar gibi

"Evet,"

"Bu sessizce elma yemek olmuyor" bakışlarını bana değdirip "Bu bildiğin işkence, senin ağzının içinden çıkan sesleri kulakların duymuyor herhalde?"

Kocaman açtığım gözlerimi yüzüne dikerek. "Ben bir şeyler yerken şapırdatmam tamam mı?" diye bağırdım. Melih, sesimden rahatsız olduğu için yüzünü buruşturdu. Bakışlarını bana çevirmeden. "Kıs o sesinin ayarını" dedi dişlerinin arasından tıslar gibi,

"Şapırdatmıyorsun zaten... Elmayla kavga ediyorsun. Resmen ağzının içinden katur kutur diye ses çıkıyor kızım."

"Elma yiyorum ne bekliyordun? Elmadan böyle ses çıkması çok normal." Diye söylendim. "Çok konuşuyorsun Ahu." İki saniye kadar bakışlarını bana çevirdi. "Kendi selametin için sus bence." Dedi. Konuşmamız burada bitti, ben tekrar elimdeki elmayı yemeye devam ettim. Melih, telefonundan birine bir mesaj attı. Yolculuğumuz sessizce ilerlerken ben bu süre zarfında bir tanede daha elma yemiştim. Melih'te kiminle konuştuğunu anlamadığım birkaç telefon görüşmesi yapmıştı. Sonunda şehir merkezine gelebilmiştik. Melih arabayı daha önce hiç gelmediğim bir semte doğru sürdü. Semte girince bakışlarımı Melih'e çevirdim. "Neden geldik buraya?" diye sordum.

Melih, her zaman yaptığı gibi sorduğum soruya cevap vermeden arabayı sürmeye devam etti. Direksiyonu sola doğru ustaca kırdı, karşımıza çıkan yeşil dikdörtgen şeklinde üzerinde Zambak mahallesi yazan bir tabela çıktı. Melih mahalleye girdi biraz daha ilerledik ve stüdyo şeklinde tek katlı bir binanın önüne aracı park etti. Emniyet kemerini açtı.

"İn Ahu." Dedi ve arabadan indi. Dediğini yaparak bende arabadan indim, arabanın önünden dolaşarak yanıma gelen Melih, elinin arasına elimi alarak beni stüdyo şeklindeki binanın girişine doğru sürükledi. Girişteki demir kapıyı cebinden çıkardığı anahtarla açtı ve kendisiyle birlikte içeriye geçirdi beni. Binanın önünde yerlerde küçük yeşil çimler olan bir bahçe, hemen sol tarafa kurulmuş hamak vardı. Binanın dış cephesi griydi ve şekli dikdörtgendi.

Binanın girişine doğru ilerledik, Melih binanın yerle bir olan çelik kapısını anahtarla açtı. İçeriye girdiğimizde kapının arkasında kalan ışık tuşuna basarak içerinin aydınlanmasını sağladık. Duvarları beyaz renge boyalı dışarıdan da göründüğü gibi dikdörtgen kocaman boş bir yerdi. Karşılıklı duvarlarda boydan boya cam vardı, dışarısı gri renkli olduğu için bunu dışarıdan bakınca fark edememiştim. Kapının tam karşısında siyah renkli bir kapı vardı ve kapının hemen solunda bir kapı daha vardı onun dışında içerisi bomboştu. Adımlarımı boş alana doğru attım tam ortada durarak etrafı süzmeye başladım. Bu sırada Melih'te benim yanıma geldi. Ona neden burada olduğumuzu sormama fırsat vermeden elinde tuttuğu anahtarları yüzümün hizasına getirerek salladı.

"Al bakalım." Diyerek kaşlarıyla ikimizin ortasında sallanan anahtarları gösterdi. Şaşkınlıktan ağzım o şeklini almış, gözlerim yuvalarından çıkacak derecede açılmıştı. "Nasıl yani.. Anlamadım." Dedim şaşkınlığımı gizlemeden. Melih bıkkın bir nefes verip "Anlasan şaşardım zaten." Diyerek ağzının içinden homurdandı.

"Burası senin Ahu, doğum günü hediyen." Dedi sert sesiyle. Kulaklarımın duyduğu cümleyi beynim anca idrak edebilmişti. "Gerçekten mi" diye sordum çığlık çığlığa Melih, burun kemerini iki parmağının arasında sıktı. "Ahu sesinin ayarını kıs... Ve evet gerçekten." Dedi. Cümlesini bitirir bitirmez bir saniye bile düşünmeden aramızda sallanan anahtarlara elimi uzatarak Melih'in elinden aldım. Kendi etrafımda birkaç kez dönerek benim olan bu binayı süzdüm. Melih'e bakışlarımı çevirdim elimdeki anahtarı havaya kaldırarak salladım. "Bunun için sana teşekkür falan etmeyeceğim. Zaten bana pahalı bir hediye almak zorundaydın." Dedim.

Melih kaşlarını imayla havaya kaldırdı. "O nedenmiş?" diye sordu. "Çünkü sen hatırı sayılır bir iş adamısın ve bende senin nişanlınım. İnsanlar bizim çok mutlu olduğumuzu düşünüyorlar ki ne kadar yanlış düşünseler de. Bu neden den dolayı bana en pahalı hediyeyi almak zorundaydın zaten Melih Kılıçaslan."dedim. Biten cümlemin ardından derin bir nefes alarak

"Çok konuşuyorsun Ahu. Hadi gidiyoruz." Diyerek çıkışa doğru ilerledi. Bende onun peşinden ilerledim. Arabaya yerleştikten sonra emniyet kemerlerimizi taktık Melih, tam arabayı çalıştıracakken konuşmam onu durdurdu. "Yarın burayı kendi istediğim gibi düzenlemek istiyorum."

"Tamam"

"Berna'nın da bana yardım etmesini istiyorum. Hmm Ezgi'de gelse fena olmaz."

"Tamam"

"Osman'ın sürekli peşimde olmasını istemiyorum."

"Olmaz" diyerek arabayı çalıştırdı. Ne güzel her şeye tamam diyordu buna da tamam deseydi ya. İçimden söylenmelerim dışarıya yansımadan içimde kaldı.

Sessiz geçen araba yolculuğumuz Melih'in devasa şirketinin otoparkında son buldu. Melih arabadan inince bende indim. Asansörlere doğru ilerleyen Melih'in büyük adımlarına ayak uydurmaya çalışıyordum. "Beni buraya neden getirdin Allah aşkına" diye söylendim nefes nefese. Melih bana cevap vermek yerine asansörün düğmesine basarak gelmesini bekledi. Gelen asansörle birlikte içeriye geçtik ve en üst katın düğmesini tuşlayarak asansörün yukarıya çıkmasını sağladık. İneceğimiz kata geldiğimizde asansör kapısı açılmadan Melih, büyük elliyle elimi kavradı. Asansör kapısı açıldı, çalışan insanların meraklı bakışlarıyla Melih'in odasına el ele ilerledik. Seda'nın masasına yaklaştığımızda Seda hızlı bir şekilde oturduğu yerden ayağa kalktı.

"Her şey hazır mı Seda." Dedi sorar gibi. "Hazır Melih Bey" diyerek yanıtladı onu Seda. Melih'in odasının kapısın açıp içeriye girdiğimizde koltukların ortasında duran sehpanın üzerinde çeşit çeşit, kahvaltılıkların hazır olduğunu gördüm. Melih'in elinde olan elimi çekerek sehpanın üzerinde hazır olan kahvaltılıkların yanına gittim. Koltukların birine oturduğum an burnuma gelen güzel kokularla karnımın guruldamasıyla ne kadar aç olduğumun farkına vardım.

Servis tabağında duran açmalardan bir lokma alıp ağzıma attım. Ağzımdaki lokmayı çiğnerken bir parça ekmek kopartarak, içine krem peynir sürdüm ve yuttuğum lokmamın ardından onu da ağzıma attım. Kendimi kaybetmiş gibi yemek yerken bu sırada Melih'te karşıma geçip oturdu ve o da benimle birlikte yemeye başladı.

Biten yemeğimizin ardından Melih odaya birilerini çağırarak sehpanın üstündeki kahvaltılıkları toparlattı. Seda elinde iki fincan kahve ile odaya girerek kahveleri bize verip çıktı. Dudağımı fincana yaklaştırıp bir yudum alacakken kapı bir anda çalınmadan açıldı. Sinirden kırmızı görmüş boğa gibi burnundan soluyan Mehmet abi içeriye girerek kapıyı sert bir şekilde kapattı. Melih'in yanına doğru ilerledi.

"Telefonlarıma neden cevap vermiyorsun Melih?" diye kükredi. Melih Mehmet abiyi hiçe sayarak kahvesini yudumlamaya devam etti. "Melih, aslanım ne oldu? Neden açmadın telefonlarımı?" diye sordu. Melih elinde tuttuğu fincanı masasına bırakarak Mehmet abiye bakışlarını çevirdi."Canım açmak istemedi."dedi ruhsuzca. Mehmet abi ağzını açıp bir şeyler söyleyecekken Melih elini havaya kaldırarak onu durdurdu. "Her neyse Mehmet abi bende seni çağıracaktım zaten. İyi oldu gelmen." Diyerek masasının üstünde duran şirket telefonundan bir numara tuşladı ve kulağına koydu. "Sana söylediğim kişileri odama çağır Seda!" diyerek telefonu kapattı.

Mehmet abi Melih'in ne yaptığını anlamaya çalışır gibi yüzüne bakıyordu. İkisinin arsındaki sessiz bakışma kapının çalınmasıyla son buldu. Melih koltuğunda rahat bir tavır sergileyerek oturdu ve "Gel" diyerek kapıyı çalan kişinin içeriye girmesine izin verdi. Kapı açıldı içeriye Tekin ve Rüya yan yana girdi. Tekin'in üzerinde vücudunu saran lacivert bir takım elbise vardı. Rüya ise bacaklarını saran siyah kot pantolon ve kolları tül detaylı beyaz bir gömlek giymişti. Platin sarısı saçlarını düzleştirmiş ve serbest bırakmıştı.

Uzun boyu ve iri çekik mavi gözleriyle oldukça güzeldi. Tekin yanımdaki boşluğa otururken Rüya, karşımdaki koltuğa oturmayı tercih etti. Tekin, oturur oturmaz beni kendine çekerek saçlarıma bir öpücük bıraktı ve bakışlarını Melih'e çevirdi. "Bizi neden çağırdın Melih?" diye sordu. Melih cevap vermek yerine bakışlarını Tekin ve Rüya'nın üzerinde gezdirdi.

"Melih, burada neden toplandığımızı söyleyecek misin artık?" diye sordu Rüya. Elini sarı saçlarından geçirerek düzeltti ve sıkkın bir nefes verdi. "Bizi çağırıyorsun ama açıklama bile yapmıyorsun." Dedi. Bu kendinden emin tavrını Mehmet abiye güvenerek sergiliyordu. Ya da dün geceki cesur hareketine güvenerek de böyle konuşuyor olabilirdi. Rüya'ya ne Melih nede Mehmet abi cevap vermedi. Kısa bir süre sonra kapı tekrar çalındı. Melih "Gir" diye bir kez daha seslendi.

Seda, yanında saçının yarısı dökülmüş, kırklı yaşlarda, uzun boylu ve esmer bir adamla içeriye girdi. Melih, oturuşunu dikleştirerek karşında duran adama Rüya'nın yanındaki boşluğu göstererek oturmasını istedi. Adam koltuğa oturunca Seda tam odadan çıkacakken "Sen iki dakika kal Seda." Dedi. Seda olduğu yerde saygılı bir şekilde beklemeye başladı.

Melih, oturduğu koltukta diklenerek dirseklerini masanın üstüne dayadı ve ellerini bir birine kenetleyerek yüzüne yapmacık bir gülümseme yerleştirdi. "Evet, şimdi sizi buraya neden çağırdığımı söyleyeyim." Boğazını temizleyip birleşen ellerini serbest bırakıp tek eliyle koltukta oturan adımı gösterdi.

"Oğuz Bey... Bizim hukuk departmanın yeni müdürü." Diyerek açıklama yaptı. Hepimizin şaşkınlıkla gözleri açılmıştı. Bildiğim kadarıyla hukuk departmanının müdürü Rüya'ydı. Bu adam müdür olduysa Rüya'ya ne olacaktı? Şaşkınlığı üzerinden atan Rüya "Ne demek hukuk departmanın yeni müdürü? Ben zaten hukuk departmanının müdürüyüm." Dedi sesine şaşkınlık karışmıştı.

"Artık değilsin!" dedi Melih. Sadece iki kelimeye sığdırmıştı cevabını. Rüya'nın konuşmasına fırsat tanımadan tekrar Oğuz Beye döndü. Bu kez Tekin'i işaret ederek "Oğuz Bey, Tekin Demir. Bizim hukuk departmanında çalışan başarılı avukatımız. Eminim kendisinin namını duymuşsunuzdur." Dedi sorar gibi.

"Evet, Melih Bey kendisinin namını birçok kez duydum." Diyerek cevap verdi Oğuz Bey. Tekin övülmenin verdiği bir şehvetle omuzlarını dikleştirmiş yüzünde mutlu bir gülümseme yerleştirmişti. Bu konuşma onu çok mutlu etmişti.

Melih, dudaklarını iki yana kıvırarak "O halde şimdi söyleyeceklerimi iyi dinleyin Oğuz Bey." Diyerek bakışlarını Tekin'e çevirdi. "Tekin, bundan sonra şirketle ilgili tek bir iş bile yapmayacak! Hiçbir davaya katılmayacak! Tekin sadece masa başında oturup dosya inceleyecek! Anlaşıldı mı?" diye sordu. Oğuz Bey oldukça şaşırmıştı. "Anladım Melih Bey." Dedi. "Güzel... Siz işinizin başına dönebilirsiniz." Diyerek adamı kibarca kovdu Melih. Odadan çıkan Oğuz Beyin ardından Melih, bakışlarını Seda'ya çevirdi.

"Rüya Hanımın şirketten çıkışını verin! Muhasebeden hesabını kesin Seda!" dedi. Seda'da aldığı emri yerine getirmek için odadan çıktı. Odada bulunan Rüya, Tekin ve Mehmet abi şok dalgasına kapılmış gibi kilitlenmişlerdi. Tekin'in yüzünde az önceki gülümse yok olmuş yüzü kireç kesmişti. Üzerindeki şaşkınlığı ilk atan Rüya oldu.

"Bu ne demek oluyor?" diye bağırarak oturduğu yerden kalktı. "Beni işten nasıl çıkartırsın? Bunu bana nasıl yaparsın?"

"Sakin ol Rüya." Diyerek araya girdi Mehmet abi. "Nasıl sakin olayım Mehmet abi az önce benim işime son verdi. Görmedin mi?" Yönünü Melih'e çevirdi, iki elinin avuç içini masaya vurarak "Beni işten çıkartamazsın. Anladın mı?" diye bağırdı. Melih, eğlenir bir şekilde tek kaşını havaya kaldırarak Rüya'ya baktı. Rüya'nın beyaz teni sinirden kırmızıya kaçmıştı. Mehmet abi Rüya'nın sakinleşmeyeceğini anlayınca Melih'in yanında durmayı bırakarak Rüya'nın yanına geldi. Rüya, yanına gelen Mehmet abiden cesaret alarak omuzlarını dikleştirdi. Eliyle yanında duran Mehmet abiyi işaret etti. "Ben Mehmet abinin yakınıyım. Ben bu adama emanetim. İşte sen bu sebepten dolayı beni işten çıkart amazsın." Dedi.

Melih, sanki saatlerdir bu konuşmanın geçmesini bekliyormuş gibi, koltuğunda dikleşti, ellerini bir birine birkaç kez vurdu. Bakışlarını Mehmet abiye sabitleyerek "Mehmet abi şimdi bu konuya bir açıklık getirelim." Dedi.

"Birincisi Rüya senin emanetin benim değil ve inanır mısın bunu söylemekten çok sıkıldım. Bu konuya son noktayı koymanın zamanı geldi. İkincisi ise ya şimdi Rüya'yı da alıp emanetine benden uzakta sahip çıkarsın. Ya da emanetini benden uzak tutarak yanımda kalırsın." Dedi sesinde iflah olmaz bir yıkılmazlık vardı.

Melih, her defasında insanları kendine mahkûm bırakan bencil bir adamdı. Seçenek sunarak karşısındakini zora sokmadığını sanıyordu ama sunduğu seçeneklerin iki ucu da dikenli yollara çıkıyordu.

Mehmet abi sadece iki saniye kadar afalladı. Rüya ise Mehmet abinin onu seçeceğine o kadar emindi ki gözleri parlıyordu. Ama emin olmakta yanlış yapıyordu.

Mehmet abi, önce Rüya'nın omzunda olan elini indirdi. Daha sonra Rüya'ya bir kere bile bakmadan arkasını dönerek Melih'in yanına ilerledi. Böylece hareketleriyle Melih'in yanında olacağını belirtmişti Mehmet abi. Rüya Mehmet abiden böyle bir şey beklemediği için afallamış bir şekilde Mehmet abiye baktı. "Ben senin emanetindim. Emanetine sırtını mı dönüyorsun?" diye sordu ağlamaklı sesiyle. "Sana yine sahip çıkacağım Rüya. Ama Melih'i bırakamam." Dedi. Kesinlikle bilirdim bırakamazdı, Melih için ölümü bile göze alacak kadar gözünü karartırdı. Rüya aldığı yanıtla gözlerinden iki iri gözyaşı akıttı. Melih başıyla kapıyı işaret ederek "Çık odamdan Rüya." Diyerek resmen kovdu Rüya'yı. Rüya ağlayarak koşar adımlarla odadan çıktı. Çıkarken bütün öfkesini kapıya yüklemek ister gibi sert bir şekilde kapıyı çarptı.

Bakışlarımı karşısındaki duvara sabitlemiş hareket etmeden duran Tekin'e çevirdim. Elimi kaldırım elinin üstüne koydum. "Abi," diye mırıldandım. Cevap vermedi "Abi" dedim tekrardan, bakışlarını bana çevirdi. Az önce gülen mavi gözleri şimdi acı içinde isyan ediyordu. "Ben avukatım Ahu." Dedi, biliyorum der gibi başımı salladım. Gözlerini kapatıp geri açtı ve bir hışımla oturduğu yerden kalktı masadan atlayarak Melih'in üzerine atıldı.

Her şey o kadar hızlı gelişti ki ne ben Tekin'in ne yaptığını anlayabildim. Ne de Mehmet abi saldırıya geçen Tekin'i tutabildi. Tekin yumruğunu Melih'in elmacık kemiğine geçirmişti. Melih'in boşluğuna gelen bu yumruk Tekin'in ona vurmasını sağlamıştı. Melih yediği yumruğun şaşkınlığını üzerinden atarak Tekin'i yere yatırarak üzerine çıktı ve acımasızca Tekin'i yumruklamaya başladı. Mehmet abi Melih'i tutmaya çalışıyordu ama bir türlü başarılı olamıyordu. Ben çığlık çığlığa Tekin'e vurmamasını söylüyordum ama beni de duymuyordu.

Koşar adımlarla yanlarına gidip ağzından burnunda kan akan Tekin'in yanına dizlerimin üstüne çökerek oturdum ve Melih'in yüzüne bir kez daha vurmak için havaya kaldırdığı elini indirmesine izin vermeden iki elimi de Tekin'in yüzüne kapattım. "Dur artık dur!" diye bağırdım ağlamaktan çatallaşan sesimle. Melih. Tekin'in yüzünü örttüğüm ellerimi görünce yumruk yaptığı elini yere vurdu. "Çek elini bu şerefsizin yüzünden Ahu." Diye bağırdı. Alnının ortasında belirginleşen mavi yeşil, damarı atıyordu. Boğazının damarları belirginleşmiş, Tekin'in vurduğu sol elmacık kemiği kızarmıştı. Şu an elimi Tekin'in yüzünden çeksem bir saniye bile düşünmeden onu parçalara ayırırdı.

"Lütfen dur artık... İnsanların canını yakmaktan vazgeç. Durdur kendini!" dedim Melih söylediklerime daha da öfkelendi. "Durayım öyle mi?" boğazından güler gibi bir ses çıkardı. "Bu siktiğim herif benim işlerimi mahf etsin, ama ben durayım öyle mi?" sesi öyle çok çıkmıştı ki koca şirkette yankılandığına yemin bile edebilirdim.

"Ne yaptı sana ya bu adam? Ne yaptı da sen bu adamı mesleğiyle cezalandırıyorsun?" diye bende bağırdım. "Gözüme çok batıyor. O Levent piçini getirdiği için onu cezasız mı bırakacaktım?" diye sordu dişlerinin arasından. Levent'in adı geçinde kalbime yediğim tekmeyle Melih'in gözlerine baktım ona hakaret edecek son kişi bile değilken nasılda fütursuzca dökülüyordu dudaklarından kelimeler.

"Doğru konuş onun hakkında." Diye çıkıştım. Melih'in ela irislerinin etrafı zehirli yeşillere boyandı, zehirli yeşiller elalarına karıştı ve cehennemin bile kıskanacağı bir ateş oluştu. Kolumdan tutarak beni ayağa kaldırdı ve bedenimi bedenine yapıştırdı.

"Ya konuşmazsam?

"Konuşacaksın!"

"Ya konuşmazsam?" diye tekrarladı dişlerini sıkarak konuşuyordu. Onun sıcak nefesi benim yüzüme çarpıyor benimde nefesim onun yüzüne çarpıyordu.

Birbirimizin nefesini soluyorduk, birbirimizi yok ettiğimizi görmeden.

Cevap vermeyeceğimi anlayan Melih başını aşağıya eğerek alnını anlıma dayadı. "Bana bak Ahu, o piç herife güvenip de bir yanlış yaparsan, yakarım seni! Hiç acımam onunla birlikte yakarım seni! Ayağını denk al on defa düşün bir defa hareket et. Levent yokmuş gibi davranacaksın. Onunla bırak görüşmeyi yanlışlıkla bile yan yana gelsen bulunduğun yeri terk edeceksin!" alnını anlıma hafiften vurarak "Anladın mı?" dedi. Gözyaşım usulca gözpınarlarımdan aktı ve çeneme doğru süzüldü. Başımı anladım der gibi sallayınca birleşen alınlarımızın hareket etmesini sağlamış oldum. Melih, alnını alnımdan çekti kolumu kavrayan ellerini çekti, büyük ellerinin arasına elimi alarak beni çıkışa doğru sürükledi. Kapıyı açıp çıkacakken arkasını bile dönmeden Mehmet abiye seslendi. "Tekin iti sende."dedi "Merak etme ben hallederim." Diye yanıtladı Mehmet abi.

Melih, elimden çekiştirerek beni asansöre bindirdi. Otoparka inen tuşa bastı ve aşağıya indik. Açılan asansör kapısıyla beni kendi arabasına sürükledi otomatik kilitle arabayı açtı. Açılan arabayla kapısını açarak beni arabanın içine resmen itti. Kendiside sürücü koltuğuna oturarak arabayı ustaca bir manevrayla çalıştırdı ve şirket otoparkından çıkmamızı sağladı. Tek kelime konuşmadan ilerlediğimiz yol benim yaşadığım evin önüne gelince son buldu.

"İn Ahu." Dedi Melih, emniyet kemerimi çıkarttım, arabanın arkasında duran küçük çantamı ve elma sepetimi zorlanarak da olsa kucağıma aldım, olabildiğince hızlı arabadan indim. Arkamı döndüm daha bir adım atmıştım ki arkadan gelen arabanın lastiklerinin acı çığlığıyla arkamı döndüm. Melih arabayı öyle hızlı bir şekilde çalıştırmıştı ki havaya yayılan toz dağılmadan Melih'in arabası görüş açımdan çıkmıştı. Hızlı adımlarla eve doğru ilerleyip kapıyı çantamdan çıkardığım anahtarla açtım. Hızlı adımlarla merdivenleri çıkıp kendi odama girdim kapıyı kilitledim. Elma sepetimi makyaj masamın yanına bıraktım ve kendimi banyoya attım.

Banyodan çıktıktan sonra üzerime rahat penye pijama takımımı giydim ve yatağımın üzerine oturarak telefonumu elime alıp Berna'yı aradım. Doğum günümde olan her şeyi Berna ile konuşmuş Melih'in aldığı hediyeden ona bahsetmiştim. Yarın stüdyoyu düzenlemek için sözleşmiştik. Berna'dan bir şey saklamadığım için bugün şirkette Melih'le Tekin'in kavga ettiklerinden de bahsetmiştim. Ama Berna beklediğim tepkiyi vermemiş bu konuyu yarın yüz yüze konuşmak istediğini bana söylemişti. Biten konuşmamızla birlikte telefonu kapatmıştık. Kapattığım telefondan sonra aklımı istila eden düşünceleri sonlandırmak için elime tableti aldım ve google girdim. Parmaklarım yazacağım şeyi bilerek beni yönlendirdi.

Arama kısmına Levent Karahan yazdım ve önüme çıkan haberlere tek tek bakmaya başladım. Hemen hemen her haberde başarısından bahsedilmiş ve işinin ehli bir mimar olduğundan söz edilmişti. Üç yılda kendisini geliştirmiş ve başarı basamaklarını tırmanmıştı. Her bir fotoğrafında kendinden emin bir şekilde kameraya bakmıştı.

Kendinden emin bakışlarında benim tanıdığım Levent yoktu. Yeşil gözleri bile benim tanıdığım gibi değildi. İş yerinin nerede olduğunu en ince detayına kadar araştırmış ve beynimin en ücra yerlerine kayıt etmiştim. Buraya neden gelmişti, üç yıldır ona gitmemek için tek bir fotoğrafına bile bakmamıştım ama şimdi kanlı canlı bir şekilde aynı şehirde nefes alıyorduk. Ben bununla nasıl başa çıkmam gerektiğini kesinlikle bilmiyordum. Onun buradan gitmesi gerekir, burada olmamalı. Nedenler, nasıllar beynimin içinde iç savaşa çıkmışken gözlerim fotoğrafa yansıyan Levent'e ağladı.

Bir yanlışa büyük adım atacağımı bilerek gözlerimi kapattım ve kendimi uykunun kollarına teslim ettim.

***

Hz. Âdem ve Hz. Havva'yı bile cezp eden yasak biz insanları nasıl yolundan etmesin ki? Gittiğim yolun yasak olduğunu, sonunda benim canımın yanacağını ve en çok benim zarar göreceğimi bildiğim halde kendime engel olamayarak yasak yollara sapmaya karar verdim.

Sabah erken saatte kalktım. Osman'ın beni almaya gelmesini beklemeden bir taksiye bindim ve taksi şoförüne Levent'in iş yerinin adresini verdim. Taksi Levent'in iş yerinin önünde durunca şoföre parasını ödeyerek taksiden indim. Karşı kaldırımda iki katlı beyaz boyalı binaya ilerledim. Binanın yanında bulunan güvenlik kulübesinden güvenlik görevlisi çıktı. Orta yaşlarda olan güvenlikle kısa konuşmamın ardından, binaya geçmeme müsaade etti. Binaya girdiğimde girişteki sekreter kızdan Levent'in odasının ikinci katta olduğu bilgisini alarak merdivenlerle ikinci kata çıktım. Geniş bir alanda kenarda sekreter için konulan bir masa, etrafına yerleştirilmiş mor koltuklar, duvarda asılı şık renkli tablolar vardı. Sekreter masasının karşısında kahverengi kapının yanında 'Levent Karahan' adını görmemle o kapıya doğru ilerledim. Bütün cesaretimi toplayarak yumruk yaptığım elimle kapıyı çaldım. İçeriden Levent'in "Gel " diye seslenen sesiyle kapıyı açıp içeriye girdim.

Levent önündeki dosyadan bakışlarını çekmemişti. Kapıyı usulca kapattım, birkaç adım atarak karşısına geçtim. Levent bakışlarını dosyadan kaldırırken aynı zamanda da "Buyurun na-" diye konuşuyordu ki gözleri beni görmesiyle cümlesi yarım kaldı. Yeşil gözleri şok olmuşçasına açıldı. Üzerinde esmer tenine çok yakışan beyaz bir gömlek vardı.

İkimizde konuşmuyor sadece birbirimizin gözlerine bakıyorduk. Levent'in yeşil gözlerinde fırtınalı kasırgalar vardı. Benim gözlerimin içinde gecen duyguyu ben bile bilmiyordum. Levent gözlerini kapatıp geri açtı, oturduğu yerden ayağa kalktı. Şimdi tam karşı karşıyaydık işte aramızda sadece çalışma masası vardı. Konuşmak için dudaklarını aralayan Levent'i ondan önce konuşarak susturdum.

"Neden geldin?" dedim, Levent'in gözleri afalladı. "Neden buraya geldin Levent?"

Levent alnını eliyle ovalayarak "Ahu" dedi

"Neden geldin? Neden buradasın?" diye tekrar sordum.

Levent alnındaki elini sertçe masaya indirdi. "Neden mi geldim? "diyerek bu kez iki elini birden masaya vurdu.

"Sen bana neden, nasıl diye soru soracak biri değilsin Ahu!" diye kükredi bütün siniri sesine yansımıştı. Aramızda masa olmasa beni parçalara ayıracak gibi bakıyordu.

"Üç yıl önce bana hiçbir açıklama yapmadan hayatımdan gittiğin gibi şimdide ofisimden git Ahu!" dedi, dudağından dökülen her bir sözcük acımasızdı. Gözlerim dolmuş nefesim ciğerlerime yetmez olmuştu. "Levent ben-" daha cümlemi bitirmeden bağırarak sözümü kesti.

"Sen ne Ahu? Sen ne?" orman yeşil gözlerinde yangınlar çıkmıştı.

"Ulan sen bir gün bile dayanamadın. Gün biter bitmez neden diye yanıma geldin. Ben," büyükçe yutkundu "Ben üç yıl boyunca nedenini bilmediğim gidişinin yüzünden kahroldum." Dedi aynı anda yeşil gözlerinden bir damla yaş aktı. Sanki onun gözünden akan yaş kalbimin içine akmış gibi sarsıldım. Zaten akmak için fırsat kollayan gözyaşlarım Levent'in sözleriyle sel olup aktı.

"Şimdi gelmiş bana neden diyorsun. Senin değil benim sana sormam gerekir neden diye" dedi üzüntüsü ses tellerine bile yansımıştı.

"Üzgünüm... Özür dilerim." Dedim başka bir şey demeye yüzüm yoktu. Levent başını iki yana sallayarak "Üzgünsün." Dedi sorar gibi başımı salladım. Levent dudaklarını aralayıp bir şey söyleyecekken gözü üzerimde bir yere takıldı. Gözünün takıldığı yeri gözlerimle takip ettiğimde, gözünün sağ elimde duran nişan yüzüğümde olduğunu gördüm. Levent bakışlarını ölüm yavaşlığıyla gözlerime çıkardı. Sağ elinin işaret parmağını yüzük olan parmağımı gösterecek şekilde tuttu.

"Bir kere bile dokunmaya kıyamadığım elinde başka bir adamın yüzüğünü taşıyorsun Ahu... Bu nasıl başa çıkılmaz bir durum bilemezsin." Dedi sesi ürkünç derecede sakin çıkmıştı. "Git buradan" diyerek arkasını döndü eliyle gözyaşlarını sildi. Arkası hala bana dönüktü. Beni kovmasına rağmen gitmemiştim. Bakışlarını bana çevirdi, yüzüne onun yüzünde daha önce hiç görmediğim bir tavır yerleştirdi. Gözleri şimdi orman yeşili değildi. Tehlikeli bakıyordu.

"O çok zengin nişanlın senin burada olduğunu biliyor mu?" diye sordu sesinde tehditkâr bir tını vardı. Başımı olumsuz anlamda salladım "Eee o zaman onu da arayalım gel-" diye konuşan Levent'in sesini çalınmadan açılan kapı kesti. Levent'in yüzünün donmasıyla bakışlarımı kapıya çevirdim. Ve işte olmamam gereken bir yerde, hiç olmadık birine yakalanmıştım. Bana cenneti yasaklayan, cehenneminden başka bir hayat sunmayan adam tam karşımdaydı. Dudaklarımı zorlukla aralayıp ismini fısıldadım.

"Melih"

BÖLÜM SONU

Merhaba arkadaşlar ben geldim. Sizden tek istediğim okuduğunuz bölüme yıldız tuşuna basarak oy vermeniz. 😍Hepinizi bolca öpüyorum😘kendinize iyi bakın 😊

Loading...
0%