Yeni Üyelik
54.
Bölüm

GEÇMİŞ ÖZEL BÖLÜM

@esranurozer

GEÇMİŞ ÖZEL BÖLÜM

Fikret Yıldırım & Canan Kaya

Melike Şahin: Tutuşmuş Beraber
Gülşen: Sakıncalı

Yazar anlatımıyla...

8 Mayıs 1993, İstanbul...

Kader Fikret ve Canan için ağlarını ördüğünde, bilseydi sonucunun böyle acı biteceğini, asla bu iki kalbi birleştirmezdi.

Canan zayıf bedenini şiddetli rüzgâra karşı zor ayakta tutuyordu. Rüzgâr uzun koyu kahve saçlarını savuruyor ve yüzüne kırbaç misali iniyordu. Canı yanmasına rağmen rüzgârın serinliğini sevdiği için bahçedeki hamakta, rüzgâra karşı sallanıyordu. Böylelikle yanağına süzülen yaşları rüzgâr anında kurutuyordu.

Babası vefat ettikten sonra hasta annesiyle amcasının kızı Füsun'un yanına İstanbul'a gelmişlerdi. Füsun ne kadar onların rahat etmesi için elinden geleni yapsa da Canan burada rahat ve mutlu değildi. Çünkü Füsun'un kocası Cevdet'in hal ve hareketlerinden oldukça rahatsızdı.

Elinden geldikçe Cevdet'ten uzak durmaya çalışıyor, ondan köşe bucak kaçıyordu. Bu evde Cevdet'ten rahatsızlık duyan bir tek Canan değildi. Füsun'da en az Canan kadar rahatsızdı kocasından ama bu duruma ses çıkartamıyordu.

Füsun kimsesizdi, çocuğu vardı.

Canan, kimsesizdi ve hasta annesi vardı.

Cevdet ise kötüydü, hem de çok kötü.

Kanadı kırık iki kuş, bir canavarın avucunun içinde can çekişiyordu.

Evin çalışanı ağlayan Tunç'u kucağına almış Canan'a doğru hızlı adımlarla geldi. "Kızım, anasıyla babası kavga ediyor. Bu sabide ağlayıp duruyor susturamadık bir türlü. Sen kucağına al belki sen de susar."

Canan ağlamaktan yüzü kızaran küçük çocuğu kucağına alıp susturmaya çalıştı. Birkaç dakika verdiği uğraştan sonra Tunç ağlamayı bırakıp, Canan'ın elbisesinin yaka kısmında olan kurdele ile oynamaya başladı.

Canan her şeyden bir haber yüzündeki tebessümle Tunç'u izlerken, Fikret'te Canan'ı izliyordu.

Fikret, bu eve daha önce defalarca gelmiş ama bir kez bile varlığına rastlamadığı kadının kim olduğunu düşünüyordu.

Tunç bebeği görmeye gelmişti ama daha bahçeye adımını atar atmaz, rüzgârda uzun saçları savrulan kadını görmesiyle ayakları donmuş gibi olduğu yerde kala kaldı. Dakikalarca sadece arkasından savrulan saçlarını izleyen Fikret sabırla kadının yüzünün kendisine dönmesini bekledi.

Canan, yüzünü Fikret'e döndüğünde, Fikret kadının güzelliği karşısında büyükçe yutkundu. Dakikalardır yere çivilenen ayakları bir anda çözüldü ve kadına doğru adımladı. Her attığı güçlü adımda kadına biraz daha yaklaştıkça aslında karşında duran güzelliğin kadın diye hitap edilmeyecek kadar küçük olduğunu gördü. Olsa olsa karşısındaki kadından ziyade küçük bir kızdı.

Fikret bir kaç adım mesafe bırakarak durdu ve bariton bir sesle "Merhaba" dedi. Canan sesin geldiği yöne yüzünü çevirdiğinde, iki çift göz birleşti.

Adamın bakışları sertti ama içi kadının acı kahve gözleriyle buluşmanın etkiyle titriyordu. Kadın bütün ürkekliği gözlerinden okunduğu yetmiyormuş gibi, incecik dudaklarının arasından mırıltı şeklinde çıkan kelimelerde bir o kadar ürkekti. "Merhaba."

Tunç bebek Fikret'i tanımasıyla Canan'ın kucağında zıplayarak Fikret'in kucağına gitmek için çırpındı. Fikret Tunç'u almak için kollarını uzattığında, kadının saçları rüzgârın savurmasıyla, Fikret'in iri ellerine değdi. Hemen arkasından ise saçlardan burnuna temiz sabun kokusu geldi.

Kadın bahar kokuyordu.

Adamın yıllardır kara kış yaşadığı hayatına birden yayılan bahar kokusu. Bu koku adamı gülümsetti ve adam bir şeyi daha fark etti. Yıllardır ilk kez içten gülümsediğini...

Tunç'u kucağına alıp kadının acı kahve gözlerine gözlerini dikti. "Adın ne senin?" diye sordu sert kurşungeçirmez bir sesle.

"Canan." Diye cevap verdi kadın ama karşısındaki sert adamdan korktuğu için ne kadar merak etse de senin adın ne diye soramadı.

Fikret sanki bu ismi hafızasına kazımak ister gibi "Canan..." diye mırıldandı.

Adamın gözleri kadının üzerinden bir saniye ayrılmıyordu. Bu kadını hem korkutuyor hem de anlam veremediği bir şekilde hoşuna gidiyordu. Çünkü kadın daha yirmi iki yıllık yaşantısı boyunca babası dışında bir erkekle ilk kez göz göze gelip konuşuyordu.

Rüzgâr sanki Fikret'e jest yapmak ister gibi şiddetini artırdıkça artırdı ve Canan'ın savrulan saçlarından yayılan bahar kokusunu, Fikret'e bahşetti.

"Seni ilk kez bu evde görüyorum Canan. Yoksa sen Füsun'un akrabası mısın?"

Canan tam cevap verecekken, Cevdet'in "Fikret Bey" diyen sesi duyuldu ve Canan merak ettiği adamın adını öğrenmesiyle dudaklarını kıvırdı. Fikret'in ise gözleri, Canan'ın dudak kıvrımına takılı kaldı.

Cevdet yanlarına varıp "Hoş geldiniz Fikret Bey." Öfkeli bakışları anında Canan'ı buldu. "Ne zaman geldiniz?"

"Daha yeni geldim. Canan'la tanışıyordum."

"Öyle mi?" dedi Cevdet. Bu durumdan hoşlanmadığı ses tonuna yansımıştı. Fikret'in kucağından Tunç'u alarak Canan'a uzattı. Tabii onu öldürmek ister gibi bakmayı da ihmal etmedi. "Tunç'u annesine götür."

Canan son kez Fikret'e bakıp kucağında Tunç ile içeriye ilerlediğinde Fikret'in "Kim bu kız?" diye sorduğunu duydu. Yüzündeki gülümseme büyüdüğünde adımlarını oldukça yavaş attı. Eve girmeye birkaç adım kala Cevdet'in verdiği cevapla ayakları işlevini yitirmiş gibi olduğu yere çakıldı.

"Tunç'un bakıcısı. Füsun'a yardımcı oluyor."

Her şeyi başlatan işte bu iki yalan cümleydi. Masum insanları, masum olmayan insanların arasına atan iki zehirli yalan cümle.

Cevdet sırf kıskandığından, Canan'ı bakıcı olarak göstermiş, Fikret gibi saygın bir adamın böyle bir kızla ilgilenmeyeceğini düşünmüştü. Yanılmıştı. Öyle bir yanılmıştı ki ilgilenmez dediği Fikret'in gözlerinin önünde yıllarca Canan'ı sahiplenmesini izlemişti.

Canan'ın da Fikret'e boş olmadığını gördüğünde çıldırmış, hırsını evdekilere eziyet ederek çıkarmıştı.

Canan, Cevdet'in Fikret'e söylediği yalanı kabullenmemiş ilk fırsatta bunun yalan olduğunu aslında Füsun'un amcasının kızı olduğunu Fikret'e açıklayacağını söylediğinde, yanağına ilk tokadını yedi. Yetmedi Cevdet annesini öldürmekle tehdit etti.

Canan korktu. Susmak zorunda kaldı.

Annesi için bakıcı yalanına ses çıkarmadı. Varsındı Fikret onu bakıcı bilsindi. Allah bilir bir daha onu ne zaman görecekti.

Canan bunları ağlayarak içinden geçirdiğinde, kader çoktan iki kalp birleştirmiş ve bu iki insanın yolunu bir kılmıştı. Artık ne adam kadından vazgeçebilirdi ne de kadın adamdan.

Kadın, sanki bir daha hiç sevmeyecekmiş gibi sevdi adamı. Bu kadar oyunun ve yalanın içinde ölürcesine sevdi.

Adam, çocuğu gibi sevdi kadını. Karanlık hayatına, kanlı ellerine rağmen taparcasına sevdi.

***

17 Temmuz 1994, İstanbul...

Fikret, Canan'ı kucağına oturtuş, saçlarını okşuyordu. Eve geldiğinden beri düşünceli olan kadının neyi olduğunu öğrenmek için "Canan" diye seslendi ve saçlarındaki eli çenesi kaydı. Parmaklarının arasına sıkıştırdığı çenesini yukarı kaldırarak, göz göze gelmelerini sağladı. "Neyin var senin küçük kızım?"

Canan'ın göz pınarlarında bekleyen yaşlar sanki bu soruyu bekliyormuş gibi yanaklarından süzüldüğünde "Fikret..." dedi cılız bir sesle. "Sana söylediğim her şeye inanırsın değil mi?"

"Duruma göre değişir." Parmaklarının ucuyla Canan'ın gözyaşlarını sildi. "İnanmak isterim."

"İnanırsın ama değil mi? Öyle kestirip atmazsın, beni dinlemek istersin değil mi?"

Canan bu soruyu umutla sordu. Çünkü sevdiği adamın ağzından sana inanırım demesini çok istiyordu. Bu kelimeyi duyup en azından bir nebze ferahlamayı istiyordu.

Fikret ise bu soruya cevapsız kaldı. Çünkü Fikret insanlara ikinci bir şans verebilecek bir insan değildi. Bu sevdiği kadın bile olsa değişmezdi. Fikret'in hayatında, ikinci hatta üçüncü şansları hak edecek iki kişi vardı. Kız kardeşi Birsen ve yeğeni Melih. Bu ikilinin dışında, Fikret kimseye tolerans göstermezdi.

Konu değişsin diye, cebinden Canan için yaptırdığı siyah ve yeşil taşlarla işlenmiş yüzüğü çıkartıp Canan'a fikrini sormadan yüzüğü parmağına geçirdi. Ardından avuç içini öpüp Canan'ın şaşkın gözlerle yüzüğe baktığı yüzünü izledi.

"Bu yılın sonunda evleniriz diye düşünüyorum." Demesiyle Canan kocaman gülümsedi. "Bu bir evlilik teklifi mi?"

"Hayır, küçük kızım." Saçlarından öptü "Bu bir evlilik bilgilendirmesi. Ben sadece evleneceğimizi haber verdim."

Canan sırıtarak, Fikret'in yüzüne baktı. "Şimdi birkaç ay sonra ben senin karın mı olacağım?"

"Evet, ben de senin kocan olacağım."

Canan heyecanlı ve hızlı hızlı konuştu. "Kocaman kabarık bir gelinlik giyeceğim Fikret. Sonra yatak odamızı pembe renklerle döşeyeceğim." Fikret'in kaşları çatıldı. Ama Canan onu pek umursamadı ve gözlerini bulundukları salonda gezdirip perdelerde durdu. "Mesela bu salona pembe çok yakışır."

"Burası olmaz." Dedi Fikret ve Canan'ın düşen yüzünü gördüğünde avuç içiyle yüzünü kavradı. "Bizim için Bursa'da ev alacağım. Oradaki evi istediğin gibi dayayıp döşersin." Canan'ın yüzü tekrar güldüğünde "Düşünsene, en sevdiğim şehirde, sevdiğim kadınla yaşayacağım."

Canan işte, Fikret'in de dediği gibi küçük kız. İki güzel söze, bir kaç kurulmuş hayale kapılıyordu. O hayaller zehirli halat olup boynuna dolanacaktı.

"Sonra..." dedi umut dolu bir sesle "Evlendikten sonra çocuklarımız olur. Onları birlikte büyütürüz. Kocaman aile oluruz."

Fikret sadece kafa salladı.

"İlk kızımız olsun. Hem bana arkadaş olur."

"Olsun..." dedi Fikret eli Canan'ın elbisesinin önündeki düğmelere gitti ve bir düğmeyi açtı. "Kızımız olsun adı da Ahu olsun."

"Hmm Ahu sevdim bu adı."

Fikret, tek tek Canan'ın elbisesinin düğmesini açtı. Canan'ın bembeyaz teni gözlerinin önüne serildiğinde büyükçe yutkundu. Adam otuz küsur yaşındaydı ama karşısındaki bu küçük kız bütün benliğini titretiyor, aklını başından alıyordu. Bu zamana kadar sayısız kadınla birliktelik yaşamış ama hiç birine bu küçük kadına duyduğu hazzı duymamıştı.

Hiçbir kadına, bu küçük kadına dokunmak istediği kadar dokunmak istememişti.

"Seni çok seviyorum Canan."

"Seni çok seviyorum Fikret."

Sevgileri aleve dönüşmüş iki bedeni yakmadan önce Fikret, Canan'ı kucağına alarak yatak odasına çıktı. Canan'ın sırtı yatakla buluştuğunda, ikisi de aynı anda "Seni istiyorum." Dedi.

İki tarafta istekli, iki tarafta âşıktı.

İki tarafta yalancı, iki tarafta tutkundu.

Kalpleri gibi bedenleri de birleşti.

Kadın adama duyduğu aşkla, duygudan duyguya geçerken, adam kadının bedeninde kaybolmanın anını yaşadı.

Canan, Fikret'in olduğunda, artık Cevdet'in onu zorla tuttuğu kafesten kurtulduğunu sandı. Fikret'in gücü onu koruyacak sandı. Kafesten serbest kalır kalmaz, Fikret'in bir Azrail olduğunu bilmeden kollarına koştu.

Oysa kadın, bir canavardan kaçarken, Azrail'e teslim oldu.

Canan ve Fikret'in birlikte olduğu gece yerini yavaş yavaş aydınlığa bırakırken, Canan yatakta olmayan Fikret'in yokluğuyla gözlerini araladı. Daha sabahın dört bucuğu olduğunu görmesiyle, belki Fikret aşağıdadır diye üzerine elbisesini geçirip aşağıya indi.

Aşağıdaki bütün odalara tek tek baktı ama Fikret'i bulamadı. En son mutfağa da baktı ama Fikret orada da yoktu. Tam mutfaktan çıkacağı zaman dışarıdan oldukça kısık acılı bir ses duydu. Tekrar mutfağa girip sesin nereden geldiğini anlamak için pencereyi açtı.

Hava hala karanlıktı ve etrafta hiçbir şey görünmüyordu. Pencereyi kapatacağı zaman o acılı sesi bir kez daha duydu ve bu kez pencereyi kapatıp dışarıya çıkmaya karar verdi.

Dışarıya çıkar çıkmaz adımlarını sesi duyduğu yere doğru attı. Korkmamak için de kendi içinde sayılar mırıldanıyordu. Sesin geldiği yöne attığı her adımla sesi daha net ve gür duyuyordu.

Bir adım attı, bir adım daha ve son attığı adımla gördükleriyle gözlerini kocaman açarak çığlık attı. Fikret, Canan'ın çığlığını duyar duymaz göz ucuyla Canan'a baktı. Canan'ın ona değil de kanlı ellerine baktığını görmesiyle, sanki çok normal bir şey yapıyormuş gibi karşısındaki adamın derisini yüzmeye devam etti.

"Canan'ı içeriye geçir Ali Kemal!"

Fikret'in adamı kendisine verilen emri yerine getirirken, kollarının arasında çırpınan kadına acıyordu ama Fikret'ten korktuğu için kadının bırak diye feryat etmesine kulaklarını tıkıyordu.

Canan, sadece saatler önce bin bir umutla birlikte olduğu adamı şimdi ağlayarak bekliyordu. Korkuyordu. Öyle çok korkuyordu ki sanki kalbi patlayacakmış gibi hiç durmadan atıyordu.

Sevdiği adamın elleri kalem tutuyor zannederken, meğer silah tutuyormuş. Ellerine mürekkep değil insanların kanı bulaşıyormuş. Meğer sevdiği adam sadece saygın bir iş adamı değil, bir katilmiş.

Yerde bir köşeye oturmuş dizlerini kendine çekerek ağlayan Canan gözlerini kapıya dikmişti. Birkaç dakika sonra kapının kilit sesi duyuldu ve kapı aralandı. Fikret içeriye girdiği an Canan'ın gözleri ellerine kaydı. Kan izi yoktu, hepsini temizlemişti.

Canan'ın ağlaması şiddetlendiğinde, Fikret kapıyı kapatıp sert adımlarla Canan'ın yanına geldi. Hiç kimsenin önünde diz çökmeyen Fikret Canan'ın önünde dizlerinin üzerine çöktü. Korkudan titreyen küçük kadınının saçlarına dokunmak istediğinde, kadını buna izin vermeyerek ondan geriye çekildi.

Fikret bu duruma sinirlendi ve kendine hâkim olamayarak Canan'ın kollarından sertçe tuttu. Öfkeli gözlerini Canan'ın acı kahve, yaşlı gözlerine dikti. "Tek seferde söyleyeceğim sende beni anlayacaksın!"

Canan hayır der gibi başını hızla salladı. Fikret bu cevabı kabul etmedi ve burnundan soluyarak konuşmasını sürdürdü.

"Az önce aşağıda gördüğün her şey gerçekti. Hatta bu gördüklerin hiçbir şey devede kulak bile sayılmaz. Sende zaten aşağıda gördüklerinden sonra benim sıradan bir iş adamı olmadığımı anlamışsındır. Ben mafyayım!"

Canan'ın ağlayışları sesli hıçkırıklara dönüştü.

"Bırak beni Fikret. Ben buradan gitmek istiyorum."

"Gitmek istiyorsun?" alayla kaşlarını kaldırıp soruyu tekrar etti Fikret. Canan saf saf başını salladığında, kocaman sahte bir kahkaha attı. "Sence ben seni öylece sırf sen gitmek istiyorsun diye bırakır mıyım?"

"Kimseye bir şey söylemem yemin ederim. Unuturum... Ne gördüysem hepsini unuturum. Hatta Cevdet Beylerin yanından bile ayrılırım. Ne olur bırak beni!"

"Gidemezsin!" dedi Fikret ve Canan'ın bilmediği bir gerçeği daha yüzüne vurdu. "Cevdet benim sadece iş yaptığım kişi değil adamım."

Canan, duyduklarına inanmak istemiyordu. Neredeyse aklını yitirmek üzereydi.

"Benimsin Canan. Seni bırakmam mümkün değil. Gördüklerini unutacaksın ama benden gitmeyeceksin!"

Fikret bu saatten sonra Canan'ın onun yanında kalmayacağını biliyordu. Yanında kalması için gerçek mafya Fikret'i göstermesi gerekse gösterecekti. Onu tehditlerle yanında tutacaktı. Canan'ı kendi kirli dünyasına sokacaktı. Kadının baharının solacağını bile bile bunu yapacaktı.

"Benden gitmeyi aklından bile geçirirsen seni öldürürüm."

Kadının, adamdan duyduğu tehditten sora, kalbi paramparça oldu. Gözlerindeki yaşlar hayal kırıklığına dönüştü. Bir süre sanki yutkunmayı unutmuş gibi yutkunamadı. Sonra kendini zar zor toplayıp fısıldadı.

"Beni sevdiğini söyledin... Yalan mıydı?"

Adamın kalbi sızladı. "Yalan değil seviyorum." Dedi.

"Seviyorsan bırak beni o zaman." Dedi kadın.

Adam, kadının sesli çığlığına kulağını kapadı. Kadını duymadı.

Birbirlerinin gözüne ilk tanıştıkları gün gibi uzun uzun baktılar. Bu kez adamın gözleri, ölüm haykırırken, kadının gözleri çığlıklarla yardım diliyordu.

Kapı çaldı, dışarıdan bir adamın "Fikret Bey Doktor Hanım." geldi diyen sesi duyuldu.

Fikret dizlerinin üzerinde doğrulmadan önce küçük kadınında en sevdiği yeri olan saçlarını okşayıp öptü. Ayağa kalktı. Yüzüne yerleştirdiği sert ifadesiyle Canan'ın ürkek gözlerine baktı.

"Şimdi içeriye gelecek olan jinekolog seni muayene edecek ve sana göre bir çizelge ayarlayacak. Onun ayarladığı çizelgeye göre aylık olarak korunmak için iğne olacaksın!"

"Nasıl..? Anlamadım."

"Ben senin tenine her zaman dokunacağım. Sende bana öyle. Birlikteliğimizde oluşabilecek her hangi bir sorun istemiyorum. En mantıklı yöntem işimizi sağlama alarak o sorunun oluşmasını engellemek."

"Sorun mu?" Canan öfkeyle ayağa kalktı. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Senin sorun diye bahsettiğin şey bizim hayalini kurduğumuz çocuğumuz."

"O sesinin tınısına dikkat et Canan!"

Canan şaşırarak bir adım geriye gitti. Yaklaşık bir yıldan fazla Fikret'i tanıyordu ama ona ilk kez bağırdığına şahit oluyordu. Çünkü onun ilk kez gerçek yüzüyle karşılaşmıştı. O mafya Fikret'ti.

"Benimle hayal kurdun..." sürekli yenisi akan gözyaşlarını durduramıyordu. "Çocuğumuzun cinsiyetine kadar... Hatta ismine kadar benimle hayal kurdun. Neden?" haykırıcasına sordu. "Şimdi neden hayallerimi yıkıyorsun?"

"Ben sadece sen istedin diye senin hayal kurmana izin verdim Canan. Bizim seninle bir çocuğumuz olamaz. Bunu bırak aklından geçirmeyi, rüyanda bile görmeyeceksin!"

"Neden..?"

"Benim çocuk sevmeye ihtiyacım yok! Kız kardeşim var. Melih var. Ben çocuk olarak onları seviyorum yeter. Çocuk demek bana bağ demek. Sırf senin gönlün olsun diye çocuk yapıp da düşmanlarıma açık hedef olamam. Düşmanlarım beni çocuğumla tehdit edeceklerine ben o çocuğun olmasını en başından engellerim."

Canan'ın göz yaşları bir sel misali yanaklarına aktığında Fikret kapıya doğru ilerledi ve kapıyı açmadan önce Canan'a dönüp "Doktorun getirdiği ertesi gün hapını iç Canan." Dedi.

Kadının nasıl paramparça ettiğini bilmeden sarf etti bu cümleyi. Kadının kendini nasıl değersiz hissettiğini umursamadan kurdu zehirli cümlelerini.

Yıkıldı kadın.

Kahroldu kadın.

Anladı kadın. Geç oldu ama anladı. O kurtlar sofrasına düşmüştü. Bir çakaldan kaçarken, bir kurt da tutulmuş, o kurt tarafından kalbi paramparça edilmişti.

Cevdet annesine zarar verir diye Fikret'e onu söyleyemiyordu. Ama şimdi Fikret'ten korktuğu için ona bunları açıklayamıyordu. Ya ona yalan söylediğini öğrendiklerinde Fikret aşağıdaki adama yaptığı gibi kendisine ve annesine işkence yaparsa diye söyleyemiyordu.

Kafesten uçan kuşun kanadı zehirli sarmaşıkları olan paslı tellere takılmıştı. Çırpındıkça canı yanıyor, canı yandıkça bağırıyor ama bu sese herkes kulak tıkıyordu.

***

7 Kasım 1995, İstanbul...

Canan, Fikret'in ona sunduğu hayatı yaşamaya kabul etti. Cevdet'in onu sıkıştırmalarını bile göz ardı edip her fırsatta Fikret'e geldi. Belki bu yaptığı gurursuzluktu ama kalbine söz geçiremiyordu.

Bu süre içinde Canan defalarca Fikret'e bir şeyleri anlatmaya çalışmış ama Fikret onu bir kez bile anlamamıştı. Söylediklerinin üzerinde bile durmamıştı.

Füsun ikinci çocuğunu doğurmuş, Cevdet'le daha bir baş eder hale gelmişti. Canan zaten Füsun'un desteğini hep hissettiğinden daha rahat Fikret'e geliyordu. Fikret'te artık Canan'ı bütün basına sevdiğim kadın diye duyurmuştu. Kız kardeşi Birsen'le ve eşiyle tanıştırmıştı. Bu tanışmada Fikret'in sürekli bahsettiği yeğeni Melih'le de sonunda karşılaşmıştı.

Birsen, Canan'ı çok sevmiş ve ikinci çocuğuna hamile olmasına rağmen onu en güzel şekilde ağırlamıştı. Zaten Birsen'in abisine öyle bir bakışı vardı ki kelimelerle anlatılamazdı.

Artık Fikret ve Canan evleneceklerdi.

Fikret, bir iş için yurt dışına gidecek iki ay orada kalacak döndüğünde ise Canan ile düğün yapacaktı.

Yani Canan böyle biliyordu. Ama meğer böyle değilmiş. Fikret, Canan ve Cevdet'ten şüphelendiği için iki ay boyunca yokluğunda neler oluyor diye onları gözlemlemek için yurt dışı yalanını kurmuştu.

Fikret yurt dışına gittiğinde tam iki ay boyunca ayrı ayrı hem Canan'ın peşine hem de Cevdet'in peşine adam takmıştı. Adamlarından aldığı habere göre, Canan ile Cevdet'in her köşe bucakta yan yana geldiğini ve gizli gizli konuştuklarıydı. Ama gerçek tam tersiydi.

Canan, Cevdet'ten kaçıyor, Cevdet onu sıkıştırıyordu.

İki ayın sonunda tam Fikret'in dönüş yapacağı günden bir gün önce Cevdet, Füsun'un bütün engellemelerine rağmen Canan'a tecavüz etti.

Canan yıkıldı. Canan perişan oldu. Uğradığı tecavüzün etkisinden çıkamadan, Fikret'in öğrenirse neler yapacağını düşünerek mahvoldu. Füsun'la bunu saklamaya karar verdiler.

Fikret yurt dışından döndü. Hemen olacak düğünü birkaç aya erteledi. Cevdet'in hain olduğunu az çok çözdü. Bu hainlikte Canan'ın ne kadar payı olduğunu öğrenmesi kaldı.

Canan ise günden güne eridi. Hem kendini kirlenmiş hissediyor, hem de Fikret'in yüzüne bakmaya utanıyordu. Uğradığı tecavüzün ardından üç hafta geçince Füsun'la bir ebe kadına gittiler ve hamile olduğunu öğrendi.

Bu haberle bir kez daha yıkıldı. Eğer bunu Fikret öğrenirse hiç iyi olmaz diye düşünerek, Füsun'la yer altında kaçak çalışan bir klinikte bebeği aldırmaya karar verdi. Kliniğe gittiğinde tek derdi bebekten kurtulmak olan Canan, içeride ki doktor kadının neredeyse üç aylık olacak bebek demesiyle, başından aşağıya kaynar sular döküldü.

Cevdet'ten değil Fikret'ten hamileydi. Bebeği aldırmaktan vazgeçti.

Ne olursa olsun, ucunda öleceğini bilse bile Füsun'la birlikte her şeyi Fikret'e anlatacaktı. Ama eve gittiğinde onu bekleyen felaketten bir habersizdi. Eve geldiğinde annesi yoktu. Cevdet annesini alı koymuş ve Fikret'e kurduğu tuzağı yerine getirmezse annesini öldürmekle tehdit etmişti.

Canan el mecbur kabul etti. Cevdet'in dediğine göre sadece Fikret'e uyuşturucu iğne vuracak ve Fikret kısa süreliğine felç geçirecekti. Bu sırada da Cevdet, Fikret'in bütün mal varlığına el koyacaktı. Her şey bu kadar basitti.

Ama işler tahmin ettikleri gibi gitmedi. Zaten Fikret bu hamleyi Cevdet'ten beklediği için hazırlıklıydı. Canan'ın hamile olduğunu da öğrenmişti ama bu hamileliğin kendisinden olma ihtimalini bile düşünmemiş çocuğun kesin Cevdet'in olduğuna inanmıştı. Canan da artık onun için haindi.

Planı sözde Cevdet kurmuştu ama Fikret kurduğu planın üstüne şeytanın bile aklına gelmeyen bir plan kurmuştu. Onlardan intikam almak için kendini öldü gösterecek ve intikamını yeğeni Melih'e aldıracaktı.

Canan söylenen her şeyi yaptı. Fikret'in boynuna iğneyi sapladı. Fikret yere düşmeden önce koluna tutundu ve Canan kendini geri çekmek isterken, Fikret kafasını zemine vurdu.

Her yer kan olmuş, Canan'ın kalbi sıkışmıştı. Koşarak evden çıkmış, onu bekleyen Cevdet'te haber vermişti ama Cevdet Fikret'e yardım etmemiş onu kendince ölüme terk etmişti.

Canan sevdiği adamın katili olmuştu. Canan katil olurken, annesi bir depoda kalp krizi geçirerek ölmüştü. Canan kimi kurtarmak için kimi öldürmüştü. Hem annesinden olmuş, hem de sevdiği adamdan olarak katil olmuştu.

Ona kalan sadece karnındaki bebeğiydi.

Cevdet ile son kez bir anlaşma yapmış ve İstanbul'dan çekip gitmişti. Anlaşmada Cevdet çocuğunu asla görmeyecek, Canan'ın yaşayacağı şehre ayak basmayacaktı. Çocuk babasının kim olduğunu bilecek ama Cevdet çocuğun karşısına asla çıkmayacaktı. Doğan çocuğun kendisinden olduğunu kabullenecek aksini iddia etmeyecekti.

Bu sözleşme Canan ve Cevdet'in son kez konuşmaları oldu. Canan tek bir eşyasını almadan Bursa'ya gitti ve İstanbul onun için sevdiği adamla birlikte öldü.

Sırf Fikret'in düşmanları bebeğine bir zarar vermesin diye babasını Cevdet olarak gösterdi. En azından Melih büyüyene kadar bebeğini koruyabilirdi. En azından kendini bebeğiyle avutabilirdi.

Bursa'ya geldiğinde ilk işi Fikret'in ona taktığı yüzüğü bozdurmak oldu. Yüzük o kadar çok para etti ki Canan kendine ev tutmak yerine küçük bir ev aldı. Aldığı boş evin içinde lavabo aynasının karşına geçti. Üzerindeki elbiseyi çıkartıp iç çamaşırlarıyla kaldı. Hafif çıkmış olan karnına uzunca bakıp eline makası aldı.

Hiç acımadı Fikret'in sevdiği saçlarını kısacık kesti. Saçları kesildikçe kendine günah çıkardı.

Önce adam gitti. Sonra kadın adamın en sevdiği saçlarından vazgeçti.

***

Ah Canan, küçük kadın... Sen ne çok yaralar aldın öyle? Ne çok itildin? Ne çok hırpalandın?

Seni babandan başka bir erkek koruyamadı değil mi?

Herkes çığlıklarına kulaklarını kapattı. Seni kimseler duymadı.

Haykırışların onlara ninni geldi. Çırpınışların ise oyun.

Sevdiğin adam bile sana inanmadı. Seni duymadı. Seni birçok kez paramparça etti.

Sen ise bu kadar yaşadığın zorluklara ve iğrençliklere rağmen Fikret'i sevmekten vazgeçmedin. Her gece gurursuzluğuna ağlasanda, yeni güne uyandığında kızına babasını anlattın.

Kızına babasını çok güzel anlattın. Kızına babasının söylediği adı koydun.

Bağırınca kimsenin seni duymadığını anladığın günden beri sustun. Konuşmaya yemin etmiş gibi sustun.

Sen bir zamanlar sevdiği adamın küçük kadınıydın. Şimdide kendi kızının küçük annesi oldun.

BÖLÜM SONU

 

Loading...
0%