Yeni Üyelik
76.
Bölüm

ÖZEL BÖLÜM

@esranurozer

ÖZEL BÖLÜM

5 Aralık, 2017

Bugün İstanbul'un havası buz gibiydi. Hatta Bursa'nın çivi gibi sert dondurucu havasında bile daha soğuktu.

Önümdeki elmalı turtadan kocaman bir lokma alıp ağzıma attığımda, karşımda oturan Berna ağzı dolu olmasına aldırmadan hızlıca konuştu.

"Yemin ederim buranın zencefilli limonlu kurabiyesine bayılıyorum ya." Bir kurabiye alıp kahvesine batırdı ve hepsini ağzına attı. "ımmm..." Sanki yediği kurabiye değilde dünyanın en leziz yiyeceğiymiş gibi beğeni dolu sesle mırıldandı. "Gerçekten efsane! Sen de tadına bak. Kesinlikle pişman olmazsın Ahu."

Berna ile üniversiteye kayıt yaptırırken öğrenci işleri binasında saçma bir şekilde karşılaşıp tanışmıştık. Ben mutsuz, o aşırı mutluydu. Ve ikimizinde anlamadığı bir şekilde o günden sonra yapışık ikiz gibi gezmeye başladık. Bu durumdan ne ben şikayetçiydim ne de Berna. Zaten ilk İstanbul'dan kaçmaya çalıştığımda da bana yardımcı olmuş ve başımdan geçen her şeyi öğrenmişti. Benden uzaklaşacağını düşünürken, Berna bana daha sıkı sarılmayı seçmişti. Melih bana kaçmamda yardım edenin Berna olduğunu öğrenmesine rağmen Berna ile arkadaşlık etmeme ne hikmetse karışmamıştı.

Aklıma Melih'in düşmesiyle bakışlarımı pencereden dışarıya çevirdim ve Melih'in başıma diktiği, beni gizli gizli takip eden adama baktım. Hazır ola geçmiş vaziyette telefonla konuşuyordu. Büyük ihtimalle, okuldan sonra kafeye geldiğimi patronuna bildiriyordu.

"Bir ısırık al." diyerek elindeki kurabiyeyi bana uzatan Berna'ya gülümsedim. "Yok, ben elmalı turta yiyorum. Ağzımın tadı bozulmasın şimdi."

Berna omuzlarını silkti ve kurabiyeyi kendi ağzına attı. Kaşıyla önümdeki elmalı turtayı işaret etti. "Kızım, ne sende ki bu elma aşkı yahu?" diye sordu.

"Seviyorum." dedim. "Elma ve elmalı her şeyi çok severim."

Berna gözlerini kıstı ve bir sır verir gibi masaya eğilip kısık sesle "Ahu aha tam buraya yazıyorum." İşaret parmağını dudaklarına götürüp yaladı ve o parmağıyla masanın bir köşesine bir şeyler yazıyormuş gibi yaptı. "Ben kendi kafemi açacağım ve burayı arkamda bırakacağım. Herkes benim nefis tatlılarımı konuşacak. Senin için çeşit çeşit elmalı tarifler yapacağım. Bu benim ilk hedefim ve sende şahitsin Ahu."

Bende onun gibi masaya eğildim ve "Şahidim." dedim. İkimiz kısık seste kıkırdadığımızda yanı başımızda bir hareketlilik oldu. Geri çekilip bakışlarımı yan tarafa çevirdim.

Esmer, oldukça heybetli, uzun boylu ve kirli sakallı bir adam masanızın başında ayakta gülümseyerek duruyordu.

"Merhaba." dedi. Oldukça sıcak kanlı bir sesle. "Ben Turgay." Elini ensesine götürdü ve ensesini kaşıdı. "Müsaade var mı? Masanıza oturabilir miyim?" diye sordu.

Berna ile göz göze geldim. Bu sırada adı Turgay olan adam bizim cevap vermemizi beklemeden sandalyeyi çekip oturdu.

"Karar vermek bu kadar zor olmasa gerek kızlar." dedi ve gülümseyerek bana döndü. "Ahu, biz seninle aynı bölümdeyiz."

"Öyle mi..?" diye mırıldandım. Başımı çaktırmadan pencereye çevirdim ve Melih'in başıma diktiği adama baktım. Adam yerinde yoktu. Bir an'da beni telaş aldı. "Neyse..." derken çantamı elime aldım. "Benim kalkmam lazım."

Berna, telaşımın farkında olarak. "Aa evet, sen kalk Ahu." dedi. O benden daha çok telaşa kapıldı.

"Nereye?" diye sordu Turgay. "Daha ben yeni geldim." Bakışları direkt gözlerimdeydi. "Hem biz seninle doğru düzgün tanışmadık bile Ahu." gülümsedi.

Böyle alalade beni zorlamasan keşke be adam. Şimdi hiç olmadık birileri görecek. Masada oturman yeterince beni zor duruma sokuyor zaten.

"Az önce tanıştık. Yeterli diye düşünüyorum." dedim ve oturduğum yerden kalktım. Benim kalkmamla Turgay'da ayağa kalktı ve "Bir dakika lütfen Ahu." diyerek bileğimden tuttu. Gözlerim yuvalarından çıkacak derecede büyüdü. Bileğimi elinden kurtarmaya çalıştım.

"Ben aslında seni bir yere davet etmek istiyorum." dedi. Hâlâ bileğimi tutuyordu.

"Kardeşim bıraksana kızın bileğini!" diye çıkıştı Berna. "Daha az önce tanıştığın bir kişiyi nereye davet ediyorsun acaba sen?"

Turgay ise Berna'ya cevap vermek yerine gözlerini bana dikti ve olabildiğince yumuşak bir ses tonuyla "Ahu..." dedi.

"Bileğimi bırak." diyerek sözünü kestim. Zaman benim için bir bomba gibi ilerliyordu. Başımda Melih gibi bir bela vardı ve bu durumda olmamdan kesinlikle hoşlanmayacaktı. Henüz kaçma girişimi mi bile unutmamışken birde bu olay yüzünden beni paramparça edecekti.

Turgay bileğimi bırakmadı. "Ben uzun zamandır seni izliyorum. Aslında daha önce gelip seninle konuşmak istedim ama--"

"Lütfen, sus ve bileğimi bırak!" dedim.

Konuşmanın sonu hiç iyi bir yere girmiyordu. Bu yaşadığımız şeyin sonunda Turgay hem kendini hem de beni yakacaktı.

"Tamam." dedi Turgay bir an'da ve gülümseyerek gözlerimin içine baktı. "Yarın akşam arkadaşlar bir parti düzenliyor. Dans edilecek, şarkılar söylenecek. Senin de benimle gelmeni istiyorum." gülümsemesi genişledi. "Seninle dans etmek istiyorum. Dans ederken, bana bir şans vermen için seni ikna edebilirim."

Turgay'ın masumane yaptığı teklife şaşkınca bakarken Berna'nın telaştan dolayı titreyen sesini duydum. "Ahu..."

"Küçük bir dans ve bir şans istiyorum." Turgay, elini bana doğru uzattığında salisilik bir zaman diliminde bir karartı gördüm ve o karartı Turgay'ın elini tutup geriye doğru kıvırdı. Diğer eliyle Turgay'ın ensesinden tutup yüzünü cam masaya yatırdı.

Bunu yapan Melih Kılıçaslan'dı.

Kafenin içindekiler, şaşkın ve yüksek sesle olaya müdahale etmek için başımızda toplandı.

"Senin burnundan kan alırım LAN!"

Turgay Melih'in elinin altında kıpırdanıp "Ne oluyor lan? Sen kimsin?" diye çırpındıkça Melih onu daha da çok masaya yapıştırdı.

"Ben, sana az önce kime dokunduğunu ve bir daha dokunmaman gerektiğini uygulamalı bir şekilde gösterecek kişiyim." dedi Melih.

Turgay küfür ederek çırpınışlarını arttırdı Melih, yumruğunu havaya kaldırıp Turgay'a vuracakken, korku halinden sıyrılıp bir cesaretle kolundan tuttum. "Bırak adamı!" dedim.

Korku, beni ele geçirdiği gibi Berna'yı da ele geçirmişti.

Melih'in zehirli yeşiller bulaşan ela gözleri anında kolunu tuttuğum eline kaydı. Sonra usul usul yüzüme çıkan gözleri giderek koyulaştı. Kaşları mümkünü varmış gibi daha fazla çatıldı ve alnında atan mavi yeşil damar, boynunda da atmaya başladı.

Kolunu hızla silkeledi ve elimden kurtuldu. Yumruk yaptığı elini Turgay'ın yüzüne geçirdi. Etraftaki herkes çığlık attığında Melih bir kez daha yumruğunu Turgay'ın yüzüne vurdu. "Seni daha geniş çaplı bir zamanda sikeceğim!" dedi. Turgay'ı tiksinircesine yere doğru savurdu ve elimi hızla kavrayıp beni peşinden sürükledi.

Melih'i ne Berna'nın arkamdam adımı seslenmesi, ne de etraftaki insanların sesi durdurmaya yetmedi. Hızla ve kabaca beni dışarıya çıkartıp kendi arabasına fırlatır gibi bindirdi.

Hemen arkasından kuyruk gibi gezen adamı ise Melih'in karşında el pençe duruyordu. Bu olanları Melih'e aktardığı için artık gece güzelce bir uyku çekerdi. Hepsinden nefret ediyordum.

Arabanın kapısı açıldı ve Melih içeriye girdi. Sertçe kapıyı kapatıp arabayı çalıştırdı. Arabanın hız ibresi giderek artıkça Melih'in öfkesi azalmak yerine daha fazla artıyordu.

Dikkatini üzerime çekmemek için nefes bile almadan sessizce oturuyordum.

"Sen ne halt yiyorsun!?" diye bağırarak sordu.

Görünmez olma çabalarım buraya kadardı.

"Ben birşey yapmadım."

Melih yoldan bakışlarımı çekip bana baktı. Gözlerinden çıkan alevler bir şehri yakardı. "Öyle mi..?"

"Öyle..!" diklen kızım Ahu. Bu cesaretle seni arabadan atarken de korkmazsın artık.

"Bana bak lan! O adamla ne işin vardı senin. Arkamı dönmeye gelmiyor. Düzgünce okuluna gidip evine geleceksin ama sen bunu bile başaramıyorsun!" Yanımızda geçen arabaya korna çaldı. "Benim sabrımı sınama, senin burnundan fitil fitil getiririm."

Cevap vermedim. Zaten cevap versem bile beni dinlemek gibi bir niyeti yoktu.

"Ulan..!" Öfkeyle dişlerini sıktı. "Sen o adamın yanında nasıl oturursun. Hadi bir cesaretle o adamın yanında oturdun." Kafasını salladı. "Sana dokunmasına nasıl izin verirsin?"

"Melih..."

"Sen iyi bir cezayı hak ettin Ahu."

"Ben birşey yapmadım!" diye bağırdım. "Turgay'ın da bir suçu yok."

"Kes sesini! Sikerim o Turgay'ı!" Sert bakışları beni buldu. "Benim yanımda konuşurken, kelimelerini seçerek konuş. Turgay'ın suçu yokmuş!" Avuç içini direksiyona vurdu. "Turgay diyen dilini keseceğim."

Arabanın hızını daha fazla arttırdı. "Amına koyduğumun piçi sana aşkını ilan etti. Sen suçu yok diyorsun." Alt dudağını ısırdı. "Eve gidine kadar sabır et. Cezanı evde öğreneceksin!"

Birçok şey söyleyebilir, hatta Melih'e bağırabilirdim ama yapmadım. Kesilmeyi bekleyen kurbanlık koyun gibi sessizce sonumu bekledim. Biliyordum ki ben şimdi ne kadar çok bağırsam Melih kendi tabiriyle 'cezamı' daha da büyüyecekti.

Melih arabayı evinin önüne park etti ve "İn!" diye bağırarak arabadan indi. Ben de arabadan indim. Yanıma geldi kolumdan tutup beni eve doğru çekiştirdi. Kapının zilini çaldı ve bir-iki dakika sonra kapı Mehmet abi tarafından açıldı. Melih, Mehmet abinin şaşkın ifadesini umursamadan beni içeriye doğru sürükledi ve salona geçince üçlü koltuğa bedenimi resmen fırlattı.

Cebinden çıkardığı sigarayı gözlerimin içine bakarak dudaklarıyla buluşturdu ve ucunu tutuşturdu. Sigarasından derin bir nefes içine çektiğinde Mehmet abi salona girdi ve "Ne oluyor aslanım?" diye sordu. Gözleri benimle Melih arasında mekik dokuyordu.

"Olan şu..." dedi Melih ve ekledi. "Ahu annesini görmeye gitmeyecek. Ahu'nun pasaport başvurusunu iptal et Mehmet abi."

Melih'in söyledikleri gözümün önüne siyah bir perde indirdi. Beynimin içinde sanki bir ordu savaş yapıyordu. Hele kalbim, işlevini çoktan yitirmiş artık atmıyordu.

"Bunu yapamazsın." diye mırıldandım.

"Yaparız." dedi. "Hem de öyle bir yaparım ki..." Biten sigarasını kül taplasına bastırdı. "Mehmet abi ne duruyorsun? Pasaportun iptalini yap!"

"Sen kendini ne sanıyorsun ya!" diye hiddetle ayağa kalktım. "Sürekli beni birşeyler için cezalandırıyorsun ve bu cezalar hep annemi kapsıyor. Bana ceza veremezsin. Benim üzerimde hakimiyet kuramazsın! Ben senin kölen değilim!"

"Bir, ben sana sözümden çıktığın her an canım istediği gibi ceza veririm. Veriyorum da zaten."

Sesindeki tını alay doluydu.

"İki, sen henüz farkında değilsin ama ben senin üzerinde çoktan hakimiyet kurdum."

Hissizce gülümsedi.

"Üç, sen zaten en baştan beri benim kölemsin."

Melih'in bana karşı üstünlük sağlayan ve bunu çok iyi bilen pislik herifin tekiydi. Beni karşısına alıyor ve bir böcek gibi eziyordu.

"Annemi görmeme engel olamazsın!" dedim cılız bir sesle.

"Ben anneni görmene engel olmadım. Sen buna engel oldun."

"Neden anlamıyorsun be adam? BEN BİRŞEY YAPMADIM."

"Daha ne yapacaksın? Benim sınırlarımı zorluyorsun. Beni sinir ediyorsun elin adamlarıyla gülüp konuşuyorsun!"

"Melih, aslanım..." diye araya girdi Mehmet abi. Ama bu Melih'in umurunda bile değildi.

"Ne yaptın da adam sana aşkını ilan edecek cesareti buldu?"

Melih'in sorduğu ve bir dolu ima bulunan bu cümlesi bendeki sabır taşını taşırdı. Öfke resmen, içime bir alev gibi düştü ve dilimden döküldü.

"Sen benimle nasıl konuşuyorsun ya?" Koltuğun üstünde duran kare yastığı elime alıp üstüne attım. Yastık göğsüne çarptı ve yere düştü. "Sözlerine dikkat et. Bana ima ettiğin şeyi kulakların duysun!" Melih sanki ben bağırmıyormuşum gibi ifadesizce karşımda duruyordu ve bu beni daha çok öfkelendiriyordu.

"Sen, beni etrafındaki kızlar gibi basit biri mi sandın? Ben, sen miyim insanlara yaklaşayım."

"Sen nesin peki?" diye sordu. Sesindeki alaylı tını bariz belliydi. "O puşt herifin masana oturmasına sen izin vermemişsin gibi konuşma!"

"Masama oturdu diye başka anlamlar yükleyen sensin. Ayrıca..." Yutkundum ve omuzlarımı dikleştirdim. "Turgay masama otursa ne olur benim kalbime oturan kişi--"

"Kes sesini! Sakın..! Cümleni tamamlama!"

Melih'in karşımda kudurmuş gibi öfkelenmesi beni keyiflendirdi.

"Ben cümlemin devamını getirmesem ne olur? Sen kalbimin kime ait oldu--"

"KES SESİNİ LAN!"

"BANA BAĞIRMA!"

Öfkeyle, orta sehpada duran vazoyu elime alıp Melih'e fırlattım. Vazo Melih'in kafasına çarpıp paramparça olduğunda Melih'in bedeni ile yere yığıldı.

"Melih..?" diye bağırdı Mehmet abi. Koşarak yanına gitti. Kan akan başının üstüne elini koydu. Bir yandan Melih'i uyanması için sarsıyor bir yandan ise telefonda birilerine emirler yağdırıyordu.

Ben bütün bunlar olurken ne mi yapıyordu? Şaşkınca başından akan kanla yerde yatan Melih'e bakıyordum.

Sadece birkaç dakika sonra içeriye tanımadığım adamlar girdi ve Melih'i hastaneye götürmek için evden çıktılar.

***
Melih'i evden götürmelerinin üzerinden iki saat geçmişti ama hala bir ses yoktu. Ben öylece Melih'in evinde, onun salonunda üçlü koltukta oturduğum yerde tırnaklarımı yiyerek bekliyordum.

Evin kapısı sesli bir şekilde açıldı ve hemen ardından Mehmet abinin "AHU..." diye haykıran sesi duyuldu. Oturduğum yerden ayağa kalktığımda Mehmet abi salona girdi.

Öfkeliydi. Bakışları avını parçalara ayırmak isteyen bir hayvan gibi ürkünçtü.

"Melih'e birşey mi oldu?" diye sordum. Keşke sormaz olsaydım. Mehmet abi abartmıyorum sadece dört büyük adımda yanıma geldi ve kolumu sertçe tuttu.

"Sen utanmadan Melih'e ne oldu diye mi soruyorsun?" Beni kolumdan çekiştirdi. "Senin yüzünden bir gece hastanede kalacak. Adamın kafasını yardın. Madem Melih'in canı yandı seninde canın yanacak!"

Benim bütün çırpınışlarıma rağmen çekiştirerek evden çıkarttı ve arabasına bindirdi. Araba hareket ettiğinde "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.

"Cehennemin dibine!" Ağlamam şiddetlendi. "Aslında var ya senin kafana sıkmam lazım ama sen Melih'e yat kat şükret."

Araba ıssız bir yola saptığında, giderek kararan havadan dolayı etraftaki ağaçlar gözüme daha bir korkunç geldi. Mehmet abi bir süre daha ormanlık alanda ilerledi sonra arabayı birden durdurdu ve arabadan inip benim tarafıma gelip kapımı açtı. Koluma asıldı. "Hadi, in Ahu!"

"İnmem." diye itiraz ettim. "Niye geldik buraya? Eve gitmek istiyorum."

"Beni zorlama Ahu seni şuracıkta öldürürüm!" dedi ve ekledi. "İn arabadan Melih yarın hastaneden çıkacak sende yarına kadar ormanda kalacaksın!"

"Hayır..!" diye bağırdım. Mehmet abi gücünü kullanarak beni arabadan indirdi ve çekiştirerek bir ağacın dibine fırlattı.

"Ben Melih değilim. Senin canını yakmaktan hiç kaçınmam. Hele ki senin yüzünden Melih'in canı yanarsa, sadece canını yakmaklada kalmam. Canını alırım!" Dedi ve arkasını dönüp arabasına binerek gitti.

Mehmet abinin arkasından ne kadar feryat edip seslensemde beni duymazdan geldi ve karanlık izbe ormanda beni tek başıma bıraktı.

Hava soğuktu. Üzerimde sadece boğazlı bir kazak ve altımda tayt vardı. Çok üşüyordum, durmadan ağlıyor ve deli gibi korkuyordum. Hâlâ Mehmet abinin beni bıraktığı ağaç dibinde oturuyordum. Her yer karanlık, orman korkunçtu. Ne kadar bir süre böyle bekledim bilmiyorum ama uzaklardan bir ses duydum.

"Ahu yenge..?"

Bu sesi tanıyordum. Melih'in adamlarından birinin sesiydi. Çağlar mı Ufuk mu tam çıkartamadım ama bu ses onlara aitti.

"Ahu yenge..?" İki sesin birbirine karışmasıyla ortaya çıkan ses bana yakındı. Ağaç dibinden kalktım ve var gücümle bağırdım.

"Buradayım."

Birkaç hışırtı ve hemen ardından Çağlar ile Ufuk karşımda belirdi. İkisi aynı an'da "Ahu yenge..." dediler. Gözlerimden yaşlar daha çok akmaya başladı. Neredeyse onları gördüğüm için sevinçten boyunlarına atlayacaktım.

Çağlar, ceketini çıkartıp omuzlarıma attı. "İyi misin yenge?" diye sordu. "Bir yerinde bir şey yok değil mi?"

"İyiyim..." dedim hıçkırıklarımın arasından. "Melih... O nasıl?"

"İyi iyi merak etme." dedi Ufuk gülerek. "Hatta o kadar iyi ki Mehmet abinin üstünden geçti."

Hiçbir şey anlamadan Ufuk'un yüzüne baktım. Sonra Çağlar araya girerek. "Gidelim, Melih abi bizi bekliyor."

Çağlar'ın kolundan tuttum. Çağlar göz ucuyla bana baktı sonra yürüdü. Ben de onunla birlikte yürüdüm. Ufuk bir-iki adım önümüzdeydi. Siyah arabanın kapısını açtı ve şoför koltuğuna oturdu. Çağlar arka kapıyı açıp benim oturmama yardım ettikten sonra o da ön koltuğa geçip oturdu. Ufuk arabayı çalıştırdığında derin bir nefes alıp başımı koltuğa yasladım ve gözlerimi kapattım.

***
Hastaneye gelmemiz kaç dakika veyahut kaç saat sürdü bilmiyordum. Bildiğim tek şey gözlerimi açtığımda hastanenin önündeydik. Şimdi ise Melih'in kaldığı odanın önüne gelmiş, Ufuk'un az önce çaldığı kapının ardında olan Melih'ten gel komutu bekliyorduk.

"Gel..." dedi Melih tok bir sesle.

Ufuk ve Çağlar önde ben hemen arkalarında içeriye girdik. Melih hasta yatağında oturur pozisyonundaydı. Sağ kaşının üstü alnının bir kısmı beyaz sargı beziyle kapatılmıştı. Bunun dışında oldukça dinç ve hala öfkeli duruyordu.

"Geciktiniz..." dedi Melih sorar gibi.

"Abi yengenin telefonu yanında olmadığı için ormanda onu bulmakta zorlandık." dedi Ufuk.

Melih başını ağır ağır salladı. "Ahu..?" diye seslendi. Çağlar ve Ufuk'un arkasında saklanmayı bırakıp bir adım öne çıktım. "Efendim..?" dedim.

Gözlerimiz kesişti. İçimde fırtınalar koptu.

"Yanıma gel." Başını gel anlamında salladı. Küçük adımlarla yanına ilerledim. Dibinde durduğumda elini yan tarafındaki boşluğa bir kaç kez vurdu. "Otur."

Söz dinleyen uysal bir çocuk gibi yanına oturdum. Melih'in tek eli belimi buldu ve beni kendine çekti.

"Hepiniz beni dinleyen." diyen Melih'in sesiyle başımı kaldırıp odaya baktım ve odanın içinde olduklarının yeni farkına vardığım Mehmet abi ve Osman vardı. Mehmet abinin dudağının kenarı patlamış, kaşı yarılmış ve burnunda pamuk vardı. Melih'ten daha kötü görünüyordu. Ne olmuştu ona böyle?

"Bir defa ve son kez söylüyorum. Hiçbiriniz Ahu'ya dokunmayacaksınız! Onunla konuşurken, kelimelerinize dikkat edecek, saygı göstereceksiniz!"

Ağzım bir balık gibi açıldı. Gözlerim, duyduklarımdan dolayı yuvalarını beğenmemiş gibi neredeyse yerlerinden fırlayacaktı.

"Ahu'nun dokunulmazlı var. Dokunan beni yormasın kendi kafasına sıksın! Çünkü Ahu'ya dokunan ölür. Anlaşıldı mı?"

Hepsi bir ağızdan buna Mehmet abide dahil "Anlaşıldı." dediler.

"Güzel..." dedi ve ekledi. "Mehmet abi?"

"Buyur aslanım?"

"Hele sen, Ahu'ya bir daha yaklaş bak ben o zaman seni nasıl evire çevire sikiyorum." Sesi kısık ama sertti. "Özür dile hemen Ahu'dan!"

Mehmet abi yutkundu ve boğazını temizledi. "Ahu, kusura bakma--"

"Cık, Hayır." dedi Melih. "Lafı dolandırma özür dile!"

Mehmet abi sıkkın bir nefes verdi ve öfkeli gözlerini bana dikti. "Özür dilerim Ahu." dedi tükürür gibi.

Bir cevap vermeden bakışlarımı Mehmet abiden çekip Melih'e baktım. Melih, göz ucuyla bana baktı ve belimdeki eliyle belimi sıktı. "Tamam çıkın siz." dedi.

Yataktan kalkmak istediğimde "Sen nereye? Otur oturduğun yerde!" Mehmet abilerin çıktığını kapının kapanmasından anladım.

Melih'in gözlerinden bakışlarımı kaçırdığımda, dikkatimi baş ucunda bir tepsinin içinde duran elmalı kurabiyeleri gördüm. Gözlerim elmalı kurabiyelerdeyken, karnım bu anı bekliyormuş gibi guruldadı. Utançtan alt dudağımı ısırdım ve kaçamak bakışlarla Melih'e baktım.

"Imm, şey..." diye kem küm ederken karnım bir kez daha guruldayarak beni utanç bataklığına sürükledi. Melih, baş ucuna uzandı ve elmalı kurabiye olan tabağı eline alarak bana uzattı.

"Al ye hadi." dedi gülerek.

Çekingence elimi tabağa uzattım ve bir tane kurabiye alıp hızlı hızlı yedim. İkinciyi de alıp yedim. Melih pür dikkat bana bakıyordu. Üçüncü kurabiyeyide yedikten sonra. "Sen neden yemiyorsun?" diye sordum.

"Elmalı kurabiye sevmem."

Kaşlarımı havaya kaldırdım. "Sevmiyorsan neden başucunda elmalı kurabiyeler var?"

"Bilmiyorum." dudaklarını büzdü. "Ben uyurken biri getirmiş olmalı."

"Yaa..." dedim diyecek birşey bulamayarak. Melih uzunca bana baktı ve iki parmağının arasına burnumu sıkıştırdı. "Burnunun ucu kızarmış." Dedi ılıman bir sesle.

"Hıhım." diye mırıldandım. Bakışlarım istemsiz bir şekilde alnındaki sargı bezine kayınca dudaklarım kendimden bağımsız aralandı.

"Çok acıyor mu?"

Duraksadı.

"Acıyor diyelim ne yapacaksın?" dedi ve ekledi. "Öpecek misin?"

Gözlerimiz birleşti ve Melih sertçe yutkundu.

"Geçecekse öperim." dedim dan diye.

Melih'in ela gözleri koyulaştı. Alt dudağını dişlerinin arasına alıp ısırdı. Bakışlarıyla ruhuma işlemek ister gibi gözlerini gözlerimden çekmedi.

"Öp, bakalım geçecek mi?"

Ellerim Melih'in omuzlarını bulduğunda, çoktan dudaklarım yarasına dokunmuştu bile.

Melih'in yarasından öptüm.

Onun teni ateş gibi yanarken, benim dudaklarım buz gibiydi.

Melih'in yarasının acısı geçti mi bilmem ama benim dudaklarım, onun teniyle buluşmasıyla cayır cayır yandı.

BÖLÜM SONU

🍎🍏🍎

Loading...
0%