Yeni Üyelik
49.
Bölüm

Özel Bölüm

@esranurozer

ÖZEL BÖLÜM

 

***

02.02.2017

Tam on aydır Melih Kılıçaslan'ın esaretinde İstanbul'daydım. Buraya alışamıyordum. Melih'in tehditleri, aşağılayıcı konuşmaları, beni küçük düşürmeleri ve sürekli annemin katil olmasından bahsetmesi bana işkence gibi geliyordu.

Kendimi dışarıdan bakıldığında süslü ve ihtişamlı bir kafesin içinde hapis gibi hissediyordum. Bu kafesin bekçisi de Melih Kılıçaslan'dı. Kaçmama izin vermediği gibi azıcık nefes alacak bir alan bile vermiyordu bana.

On ayda tam üç kez kaçma girişiminde bulunmuş üçünde de Melih'e yakalanmıştım. Kaçmamın sonucunu ise bana çok ağır bir şekilde ödetmişti. Beni annemin yüzüne hasret bırakmıştı. On aydır annemin ne yüzünü görebiliyordum ne de onun sağlığı ile ilgili tek bir haber bile alamıyordum.

Bugün tarih iki şubattı ve annemin doğum günüydü. İki bucuk ay önce Melih eğer kaçmaya çalışmazsam annemin doğum gününde beni annemle görüştüreceğinin sözünü vermişti. Ben de bu küçücük umuda tutularak usluca iki buçuk ayın geçmesini bekledim.

Telefonuma gelen mesaj bildirim sesinden sonra üzerime giydiğim bej rengi triko elbisemin kemerini düzettim. Siyah uzun kabanımı, üzerime geçirdim. Siyah yarım botlarımı da ayağıma giyerek odamdan çıktım. Kendimi evin dışına attığımda yüzüme vuran soğuk havayla kabanıma sarılarak, içinde Osman'ın olduğu arabaya doğru ilerledim.

Asla birbirimize gözlerimizi değdirmeden ve yine asla tek bir kelime konuşmadan Osman arabayı çalıştırdı ve evin önünden uzaklaştı. Annemi internet üzerinden görüntülü arayarak görecektim. Bunun için Melih'in evine gidiyorduk.

Araba Melih'in evinin önünde durduğunda Osman arabadan indi ve benim kapımı açtı. ayaklarım geri geri gitmek isterken kalbim annemin yüzünü aylar sonra göreceğinin heyecanıyla beni eve doğru ilerletiyordu. Osman bir- iki adım önümde yürüyor bende konuşmama yemini etmiş gibi onu takip ediyordum.

Osman dış kapının ziline bastığında, korku ve heyecandan dolayı terleyen avuç içlerimi kabanımın üstüne sildim. Kapı birkaç saniye sonra sessizce açıldığında, başımı kaldırıp kapıya baktım ve Melih'in alev alev yanan ela gözleriyle karşılaştım.

Bakışlarımız bir mumun ucundaki ipin tutuşma hızı kadar kısa ama yakıcıydı. Melih'in gözleri mumu yakan ateşti. Benim gözlerim ise o mumun ucundaki küçük ipti. Acımadan yakıyordu. Yanıyordum...

Osman'a kısa bir baş işareti yaptı ve geçmem için kapının önünü açtı. Titrek bir yaprak gibi yavaş adımlarla içeriye girdiğimde, içerinin sıcaklığı, üzerimde ki soğukluğa yapıştı. Olduğum yerde ne yapacağımı bilemez bir şekilde beklerken Melih kapıyı kapattı ve yanıma geldi.

"Kabanını çıkart ve beni takip et." dedi sesi ruhsuz ama emir doluydu.

Dediğini yaparak kabanımı çıkartıp girişteki portmantoya astım ve gözden kaybolan Melih'in araksından ilerledim. Melih'i merdiven başında beklerken bulduğumda gözlerimiz bir kez daha keşişti.

Gözlerimi ilk ben çektim ve merdivenlere doğru ilerledim. Melih'in yanında durduğumda, onun hareket etmesini bekledim. Ama Melih bir türlü hareket etmiyordu. Başımı yerden kaldırıp yüzüne baktığımda gözlerinin çenemin altında asılı kaldığını gördüm.

Tedirgince yerimde kıpırdandığımda "Bu..?" dedi Melih parmağıyla çenemin altını işaret ederek "ben mi?" elim benden bağımsız bir şekilde çenemin altındaki küçücük varla yok arası benime gitti.

"Evet, ben." Diye cevap verdim.

Melih sesli bir şekilde yutkundu ve çattığı kaşlarının altında bana bakarak alay eder gibi dudağının kenarını kıvırdı. "Sen gerçekten çok çirkinsin." Hala çenemin altını işaret eden parmağını indirdi. "Çirkin kedi."

Yüzümün düşmesi ona pek bir şey ifade etmedi arkasını dönüp merdivenleri çıkmaya başladığında aynı zamanda da konuştu. "Takip et beni. Bir an önce bitirelim şu saçmalığı."

Kırılmama rağmen gururumu hiçe sayarak Melih'in arkasından merdivenleri çıkmaya başladım. Annemi görecektim, doğum gününü kutlayacaktım. Gururumu düşünemezdim.

Merdivenlerin sonunda Melih sağ tarafa döndü ve kapıya doğru ilerledi. Cebinden çıkarttığı anahtarla kapıyı açtığında bende onun yanına yetiştim ve birlikte içeriye girdik. Sanırım burası onun çalışma odasıydı.

Melih masasının üstündeki laptopu alıp ikili koltuğa oturdu ve benim ayakta beklememi umursamadan laptopla bir şeyler yaptı. Daha sonra başını laptoptan kaldırma gereği duymadan "Ne bekliyorsun orada Ahu? Gelsene şuraya." dedi.

Aceleci adımlarımı Melih'in yanına doğru ilerlettim. Tam oturacakken Melih bir kez daha konuştu. "Oturmadan önce masanın üstünde ki siyah kalemi bana versene." dedi kaba bir şekilde. Bu konuşma şeklini de takmamaya çalışarak masaya doğru ilerledim ve kalemi alacakken açık çekmece dikkatimi çekti.

Bakışlarım çekmecenin içine iyice odaklandığında, gördüğüm şeyin düşündüğüm şey olduğunu anlamak için elimi çekmecenin içine uzattım ve üzerinde üç tane küçük yeşil elma şekli olan tel tokayı elime aldım.

Bu benim tokamdı. Kaybettim diye günlerce ağladığım elmalı tokamdı.

Bakışlarım tokanın üzerinde şaşkınca gezerken, "B-bu" dedim kekeleyerek.

Melih'in bakışları laptoptan bana çevrildi. Düz çizgi halini alan kaşları anında çatıldı. Ela irislerinin etrafına zehirli yeşiller bulaştı.

"Bu tokayı nerede buldun?" diye sormamla Melih laptopu sertçe kapatıp iki büyük adımda yanıma geldi. Elimde ki tokayı sertçe çekip aldı. "Sana ne..?" diye öyle bir bağırdı ki bir iki adım geriye gittim.

"Ama—"

"Yok, âmâsı maması! Burnunu her şeye sokma!" bir insan gözleriyle bir insanı öldürür müydü? Melih öldürüyordu. "Ya şimdi şuraya oturup sessizce annenle görüşürsün. Ya da Osman'la eve dönersin?"

Korkuyla başımı sallayarak koltuğa doğru ilerlediğimde aklımda tek bir şey vardı. Melih'in çekmecesinde elmalı tel tokamın ne işi olduğuydu.

Kesinlikle o toka benim dokuz yaşındayken kaybettiğim tokamdı.

***

10.06.2006

Aynada kendimi görebilmek için lavabonun önüne sürükleyerek getirdiğim taburenin üzerine çıktım ve en sonunda aynada kendi yansımamı görebildim. Saçımın örgüsünü açarak saçlarımı elimle düzelttim. Cebimden çıkarttığım elmalı tel tokamı saçımın iki yanından tutturdum ve aynaya yansıyan görüntümden hoşlanarak ellerimi birkaç kez çırptım.

Alkış sesimi duyan annem "Ahu..." diye seslendi ve hemen arkasından ayak sesleri duyuldu. "Kızım ne yapıyorsun burada?" sitem dolu sesini duymazlıktan gelerek saçımdaki elmalı tokaya aşkla bakıyordum.

"Kime diyorum kızım ben?" beni kucakladığı gibi taburenin üstünden indirdi. "Ahu bir daha bu tabureyi buraya getirip üzerine çıkmayacaksın. Ya düşseydin buradan."

Omuzlarımı silktim. "Sadece tokam saçıma yakışmış mı diye bakıyordum anne."

"Bana bak Ahu" dedi annem ve tek dizini kırarak omuzlarımdan tuttu. Gözlerimin içine baktı. "Anneciğim, buradan düşersen canın çok acır. Bana söyle ben sana ayna tutarım kızım."

"Tamam" diyerek başımı salladım. Ama tamam olmadığını hem annem hem de ben biliyorduk. Elimle tokamı işaret ettim. "Tokamı Levent'e göstermeye gidebilir miyim anne?" diye sordum.

"Git bakalım." Diyen annemin yanaklarını öptükten sonra dış kapıya doğru koştum, annem bir kez daha arkamdan bağırdı. "Sakın mahallede ki parktan başka bir yere gitme Ahu."

Saçlarımı sağa sola doğru savurarak mahalledeki parka doğru koşuşturdum. Parka geldiğimde Levent'in mahallede ki birkaç çocukla misket oynadığını gördüm. Levent benden dört yaş büyüktü ama yinede ben onu seviyordum. Hatta büyüyünce onunla evlenecektim.

Levent'in yanına yaklaştığımda beni fark ederek yanıma geldi. Tıpkı babamın gözleri gibi renkli olan gözleriyle gözlerimin içine baktı. "Ahu sende misket oynamak ister misin?" diye sormasıyla başımı istemiyorum diyerek hızla iki yana salladım.

"Tokama bak." dedim parmak ucumla tokamı göstererek "Güzel mi?"

"Güzel..."

Levent'ten aldığım övgüyle sırıtırken arkamızda kalan bir çocuk Levent'i çağırdı ve Levent misket oynamaya geri döndü. Bende Levent'i izlemek için boş banktan birine oturdum ve yere değmeyerek havada asılı kalan ayaklarımı sallayarak Levent'e gözlerimi diktim.

Boş boş oturmaktan sıkılmıştım ki arkamdan duyduğum sesle gözlerim kocaman açıldı. Bir satıcı elinde tuttuğu sepetin içine elma şekerlerini doldurmuş ve "Elma şekeri" diye bağırıyordu.

Banktan zıplayarak indim ve elma şekeri satan adamın araksından yürümeye başladım. Adamla aramızda biraz mesafe vardı ve benim kısa, küçük adımlarım adamın büyük adımlarına bir türlü yetişemiyordu. Sanki adam kaçıyor ben onu kovalıyor gibiydim.

Elma şekeri satan adam köşeyi dönmesiyle gözden kayboldu. Adımlarımı olabildiğince hızlandırıp bende köşeye döndüm. Karşıma çıkan kocaman üç tane siyah arabayla korksam da elma şekeri satan adamı o siyah arabalardan birine saylanırken görmemle korkum uçup gitti.

Turuncu elbisemin yan tarafında olan cebine elimi sokup içindeki tüm bozuk paralarımı çıkarttım. Kocaman gülümseyerek etrafında simsiyah giyinmiş bir sürü adam olan elma şekeri satan amcanın yanına doğru ilerledim. Elimdeki parayı amcaya doğru uzatıp "Elma şekeri alabilir miyim?" dedim.

Elma şekeri satan amca "Şekerlerimin hepsini sattım." dedi. Gözlerimi şaşkınlıkla kocaman açtım. "Hepsini mi?" diye sordum.

"Evet, hepsini."

"Ama daha elmalı şekerler orada duruyor."

Satıcı amca anlamadığım bir şekilde gülümsedi ve başıyla arkamda bir yeri işaret ederek "Bak sahibi orada duruyor. Şimdi hepsini ona vereceğim." Demesiyle arkamı dönüp elma şekerlerini alacak kişiye baktım. O da etraftaki adamlar gibi siyah giyinmişti ve yüzünün neredeyse tamamını kaplayan siyah bir gözlük ve şapka takmıştı.

Siyah şapkalı abi yanıma doğru adımlayıp önümde durdu. Elini uzatıp sepetten bir tane elma şekeri aldı ve elindeki şekeri bana doğru salladı. "Elma şekerimi istiyorsun?" diye sordu.

Başımı hızla salladım ve elimdeki bozuk paraları uzun boylu abiye uzattım. "Bak param var. Elma şekerlerinden bir tane alabilir miyim?"

Abi elindeki elma şekerinin üzerindeki poşet kaplamayı açtı ve şekeri bana uzattı. Bende diğer elimle şekeri tuttum. Para olan elim hala abiye doğru uzanmıştı. "Paraya gerek yok." dedi. Omuzlarımı kaldırıp indirdim ve paralarımı tekrar elbisemin cebine koydum. Kocaman açtığım ağzımla elma şekerini ısırdım.

Beğeni dolu mırıltılar çıkartarak bir ısırık daha aldım. "Güzel mi?" diye sordu abi. "Hı hı" dedim "Tadı çok güzel, teşekkür ederim." derken arkamı dönmüş yürüyordum ki abi "Tokan ne güzelmiş." dedi.

Olduğum yerde durup abiye doğru döndüm. "Annem benim için almış. Bak," elimle tokama dokundum. "Üzerinde elmalar var. Levent'te beğendi güzel dedi."

"Levent kim?"

Abiye doğru adımladım ve tam önünde durdum. "Levent benim arkadaşım." Elimi havaya kaldırıp dört parmağımı gösterdim. "Benden tam dört yaş büyük ama o benim arkadaşım. Annem ve onun annesi bana bazen kızıyorlar Levent'e abi demediğim için ama ben onları dinlemiyorum. Çünkü Levent benim abim değil arkadaşım."

"Ne çok konuşuyorsun sen böyle?" diyen abiye kıkırdadım. Aynı zamanda da aceleci bir şekilde elmalı şekerimi yiyordum. "Annem de öyle diyor. Çok konuşuyorsun kızım diyor." Dişlerimi göstererek sırıttım. "Bazen Levent'e çok konuştuğumu söylüyor."

"Öyle mi?" diyerek ellerini cebine koydu abi ve gözlüğünü düzeltti. "Bu Levent senin için önemli sanırım?"

"Evet, ben büyüyünce onunla evleneceğim. Çünkü onun gözleri babamın gözleri gibi renkli. Yemyeşil..." bitirdiğim elma şekerinin çöpünü elimde sıkı sıkıya tutarak gözlerimi sepetteki elma şekerlerine diktim. "Şey... Bir tane daha elma şekeri alabilir miyim?"

Bir süre cevap vermeden sessizce bana bakan abinin gözlükten dolayı gözlerini göremediğim için tedirgin oldum. Başımı yere eğip ellerimle oynarken abi "Adın ne senin?" diye sordu.

Başımı kaldırıp "Ahu..." dedim "Peki ya senin adın ne abi?"

"Adım..."

"Aslanım!" diye araya giren amca yüzünden abi sustu ve bakışlarını hemen amcaya çevirdi.

"Sohbet edecek vaktimiz yok!" diye tekrar konuştu amca başıyla arabaların etrafında olan adamlara işaret ettiğinde, adamlar hareketlenerek bize doğru adımlamaya başladı. Siyah giyinmiş adamların bana doğru gelmesiyle korktum ve tam karşımda duran abiye doğru iyice yaklaştım.

Adamlar hala yürüyordu. Abinin tişörtünün etek kısmını küçük ellerimle kavradım ve abinin bana bakmasını sağladım. Ağladım ağlayacak bir ses tonuyla "Korkuyorum..." dedim.

Abi bir bana bir de tişörtünün ucunu tutan elime baktı. Daha sonra elini havaya kaldırarak üzerimize yürüyen adamlara sertçe "Durun!" dedi.

Adamlar aniden durduğunda, abiye biraz daha yaklaşıp "Korkuyorum, anneme gitmek istiyorum." dedim ağlayarak.

Abinin büyük eli saçımın üstünde yer edindiğinde o amca bir kez daha konuştu. "Yanlış yapıyorsun aslanım."

"Şimdi değil." dedi abi elleri saçıp boyunca kaydı ve "Hasan abi..." diye seslendi.

Elma şekeri satan amca "Efendim." Diye karşılık verince, abi saçımdan elini çekip cebine koydu. "Ahu'yu annesine götür."

Elma şekeri satan amca büyük adımlarla yanıma gelip abinin tişörtünü tuttuğum elimi tutup çekti ve kendi elleri arasına aldı. "Gidelim küçük kız." Dedi ve beni oradan uzaklaştırmaya çalışırken o konuşan amcanın sesini bir kez daha duydum.

"Gitmesine izin vermeyecektin. Elimizde ki fırsatı kaçırdın! Yanlış... Çok yanlış yaptın."

***

Yazar anlatımıyla...

Mehmet'in söylediği doğruydu. Melih, Ahu'yu böylesine kolay bırakmamalıydı. Elindeki bu fırsatı değerlendirmeli planlarını böylesine alaşağı etmemeliydi. Ahu'yu kaçırmalı, annesi ile babasına böyle ceza kesmeliydi.

Ama Melih bunu yapamadı.

Karşısındaki küçük kızın heyecanla gözlerini kocaman açarak bıcır bıcır konuşması ve aceleyle elmalı şeker yemesiyle onu kaçırma planından çoktan vazgeçmişti. Hele o düz koyu kahverengi saçlarının üstünde duran tokasına güzel dediğinde verdiği tepkiyi hayatı boyunca unutamayacaktı.

Şimdi zamanı değil dedi. Muhtemelen Ahu'nun yanına her planlı geldiğinde zamanı gelmeyecekti. Melih Ahu'yu gördüğü ilk dakikan itibaren kararını çoktan vermişti. Ahu'yu kaçırmayacak, onun kendi ayaklarıyla kendisine gelmesini sağlayacaktı.

Bu intikamının ona kazandırdığı küçük bir kefaretti. Bu kefaretin ilk bedeli ise küçük kızın saçlarından aldığı elmalı tokasıydı.

Ahu ise tokasını Melih'in aldığının bile farkına varamayacak, kaybettiğini düşünerek günlerce ağlayacaktı.

Melih ile Ahu'nun hikâyesi, Melih'in intikamından dolayı değil. Ahu'nun küçük elleriyle Melih'in tişörtüne asılmasıyla başlamıştı.

Bu hikâye sonu olmayan bir hikâyeydi. Ateş ile buzun hikâyesi...

Adam ateşti... Kadında buz...

Ne adam buzu yakabildi. Ne de kadın ateşi söndürebildi.

Bağır çağır göz göre göre birlikte yandılar.

Adam cehennemindeki kafesine kadını hapis etti. Kadın o cehennemde her acı çektiğinde, adam o acının misli katını çekti. Adam kadının acısını gördü de kadın, adamın acısına bir kez olsun dönüp bakmadı.

Bu bir var oluş hikâyesi değil, yok oluş hikâyesiydi. Ateş ile buzun birbirinde yok oluşu...

BÖLÜM SONU

Yarın yeni bölümde görüşmek dileğiyle...

 

Loading...
0%