@esranurozer
|
ÖZEL BÖLÜM 01.07.2017 Melih Kılıçaslan... Boşalan kadehimi tekrardan doldurup koltuğa yayıldım. Kadehi dudağıma yaklaştırıp birkaç büyük yudum aldığımda Mehmet abinin sabahtan beri durmayan çenesi bir kez daha açıldı. "Bu yaptıklarını aklım almıyor." dedi itiraz eder gibi ve bir kez daha tekrarladı. "Gerçekten aklım almıyor Melih." Cevap vermedim. İçkimi yudumlamaya devam ettim. "Melih, sen beni dinliyor musun?" Kafa saldım. Mehmet abi elimdeki bardağı alıp sehpaya bıraktı. Çattığı kaşlarıyla gözlerimin içine baktı. "Ciddi bir şey konuşuyorum. Ama sen beni dinlemeyi bırak siklemiyorsun bile!" "Derdin ne Mehmet abi? Sabahtan beri hiç susmadan konuşuyorsun ve benim ağrımayan başımı ağrıtıyorsun." Sehpanın üzerindeki kadehe uzanıp aldım ve başıma diktim. "İzin verirsen kafa dinlemek istiyorum." "Sorduğum sorulara cevap verdikten sonra kafanı rahatça dinleyebilirsin!" Gözlerim kısa bir an gözlerine değdi. Bu adam konu ben olunca benden bile daha çok kontrol manyağı oluyordu ve bana olan sadakati artık arşa çıkmıştı. Seni dinliyorum der gibi elimi ona doğru saldım. "Bu kız..." dediğinde "Ahu," diye düzelttim onu. Gözlerini devirdi ve "Bu Ahu!" dedi bu kez vurgulayarak. "Ne yapacaksın? Planın ne onunla ilgili?" "2 Yıl sonra nişanlanacağım." "Bana şaka yapmayı bırak lan!" Neden bu kadar öfkelendiğini tahmin etmek zor değildi. Ahu'yu benim etrafımda görmeye dayanamıyordu. Ailesine yaşattığım çile dolu işkenceleri ona da yaşatmamı istiyordu. İntikam benimdi ama Mehmet abi benim olan intikamı bile kendisi üstlenmek istiyordu. Mehmet abi, birçok kez benim için kendi hayatından vazgeçmiş biriydi. "Şaka yaptığımı da nereden çıkarttın Mehmet abi?" göz kırptım. "Ahu'yla nişanlanacağım." "Ulan..!" ayağa kalkıp karşıma dikildi. "Böyle planlamamıştık. Sen annesi iyileşene kadar kıza, anne hasretiyle eziyet edecektin ve annesi iyileştikten sonra o kadının gözlerinin önünde kızının kafasına sıkacaktın." "Plan değişti." Derken kendime tekrardan bir bardak içki doldurdum ve bir yudum aldım. "Bir yıl önce o mekânda, benim istediğim bir tarihte benimle nişanlanacaksın dedim. Sözümden dönmem ben Ahu'yla nişanlanacağım!" "Ulan sen... Sen ciddisin!" "Evet." "O zaman blöf yapıyorsun sanmıştım." Ensesini kaşıdı. "O kız Cevdet'in kızı. Onunla nasıl nişanlanmayı düşünürsün? Nasıl adının onun adıyla anılmasına izin verirsin?" gözlerini kıstı "Yoksa sen de bir şeyler mi değişti?" "Saçmalama!" diye çıkıştım. "O küçük kız çocuğuna merhamet, ettiğimi mi düşünüyorsun?" "Evet." derken başını usulca saldı. "Aynen öyle düşünüyorum." İşaret parmağını bana doğru salladı. "Sen bu kızı daha ilk gördüğün günden beri ona bir tolerans sağlıyorsun. İlk gördüğün günde kafasına sıkmaktan vazgeçmiştin. İlk İstanbul'a geldiğinde mekâna kaçırdığımızda da kafasına sıkmaktan vazgeçmiştin." Gözlerini daha da kıstı. "Bir şeyi fark ettim. Sen neden bu kıza zarar vermekten kaçınıyorsun?" Kıstığı gözlerinin ardından cevap vermem için bana sabırsızca bakan Mehmet abinin yüzüne gayet rahat bir şekilde baktım. Kafasının içinde fink atan tilkilerin kuyrukları birbirine dolanmış, beni köşeye sıkıştırmanın yolunu arıyordu. Mehmet abi, bana karşı dünyayı karşısına alan adamdı ve benimle ilgili en ufak detayı bile atlamak istemiyordu. "Mehmet abi boş sorularınla tahminen ne zaman kafamı sikmeyi bırakırsın?" "Melih, aslanım. Bu Ahu meselesi benim çok canımı sıkıyor. Sanki bir şey var ama biz ne olduğunu çözemiyor gibiyiz." Eliyle beni işaret etti. "Baksana sen bile ona merhamet ettiğinin farkında değilsin." "Sence de bugün saçmalama kotanı doldurmadın mı Mehmet abi?" kadehi kafama diktim ve gözlerimi gözlerine sabitledim. "Ahu, benim intikamımın sıradan bir parçası olmanın dışında hiçbir şeyim değil. Evet, nişanlanacağım onunla ama merhamet ettiğim için değil onun hayatını elime almak için. Evet, nişanlanacağım onunla sırf Demir ailesi kahrolsun diye. Ve evet nişanlanacağım onunla, o kadın iyileştiğinde kızının kimin elinde mahvolduğunu görsün diye yapacağım bunu." "Neden 2 yıl sonra o zaman? Neden şimdi değil, 1 yıl sonra değil, birkaç ay sonra değil de 2 yıl sonra Melih?" Dudağımın kenarını kıvırdım ve hissizce gülümsedim. "Canım öyle istiyor." "Siktir lan!" Bu kez kahkaha attım. "Zaten sana çok sinirliyim Melih. Birkaç ay önce Ahu'ya annesini göstermişsin. Ulan bu nasıl intikam? Kıza merhamet etmiyorum diyorsun ama daha sene olmadan anasını gösteriyorsun?" öfkeyle gözlerini kocaman açtı. "Bu ne biçim iş amına koyayım?" "Ödül gibi düşün." derken cebimden telefonumu çıkarttım. "İki ay dayanacağını sonrada İstanbul'dan kaçmaya çalışacağını düşündüm. Ama beni yanılttı uslu uslu sessizce kedi gibi bekledi. Ben de küçük bir ödül verdim." Mehmet abinin şaşkınlığından yararlanıp elimdeki teflonla Çağlar'ı aradım. Tek çalışta açan Çağlar "Buyur abi." Dedi. "Ne durumdasınız koçum?" "Abi Osman ve Ufuk takipte. Şu an yaramaz bir şey yok. Ben de geliyorum, yanına yetişmek üzereyim." "Tamam." Telefonu kapattığımda Mehmet abi üzerindeki şaşkınlığı çoktan atmış bir-iki büyük adımda yanıma gelip önümde dikildi. "Peki ya burs işi?" başını hayırdır der gibi salladı. "Neden hala Ahu'ya burs vermeye devam ediyorsun. Ailesinin elindeki bütün mal varlığını alıp kendine mahkûm ediyorsun ama Ahu'ya geldiğinde ona gizliden burs veriyorsun. Sence de kendinle çelişmiyor musun?" "Bu beni bağlar Mehmet abi! Ahu'nun bursu okulu bitene kadar devam edecek. Bunu intikama bağlama lütfen." Saçlarımı düzelttim. "Hem intikam bile olsa nişanlanacağım kişinin eğitimine katkıda bulunuyorum. Bu yönden bakmanı tercih ederim." "Resmen benimle kafa buluyorsun. Şu verdiğin cevaplara bak." Kafasını bana doğru eğdi. "Beni ciddiye aldığından şüpheliyim ama yine de merak ettiğim bir şey daha var. Neden Ahu'ya beyaz masanın kasasından ya da babanın şirketinden burs vermiyorsun da bizzat senin alın terin olan kazancından burs veriyorsun?" "Sen bunlara çok kafa yorma Mehmet abi. Dediğim gibi burs olayını intikama dâhil etme. Ahu'yla ilgili aklından geçen ne varsa sil at. Ahu'yla ilgili bütün kararlar bana ait. Ahu'nun her şeyi bana ait ve onun rahatça harcayacağı tek para benim alın terimle olan para olacak! Bu konuşmada burada kalacak Ahu ona burs verdiğimi bilmeyecek!" Mehmet abinin sert yüz hatları gevşedi ama gözlerinde bir alınganlık belirdi. Hatta bu alınganlık gözlerinde kalmayıp diline dolandı ve bana püskürttü. "Ahu'ya gösterdiğin tutumu Rüya'ya da göstermeni beklerdim aslanım." Gözlerinin içine içine baktım. "Rüya'ya verdiğimiz burs beyaz masanın kasasındandı. Yani Rüya kirli para harcayabilir ama Ahu harcayamaz öyle mi?" Mehmet abinin karın ağrısı şimdi belli olmuştu. Oturduğum yerden ayağa kalkarak tam karşısında durdum. Ellerimi cebime koydum ve çattığım kaşlarımla gözlerinin içine kızgınlıkla baktım. "Bana ne Rüya'dan. İster kirli para yer ister temiz para. Bu beni hiç ilgilendirmiyor." "Melih as-" "Şişt..." elimi havaya kaldırıp onu susturdum. "Ben konuşuyorum. Kesme sözümü. Benim karşıma saçma sapan muhabbetlerle gelme Mehmet abi. Rüya'ya yapabileceğimin en iyisini yapıp onu kendi şirketimde hukuk departmanına yerleştirdim. Sırf sen istedin diye yaptım. Şimdi karşıma geçmiş Rüya ile Ahu'yu kıyaslıyorsun." Bir adım atıp iyice yaklaştım dibine. "Rüya'yı dünyadaki bütün kadınlarla kıyaslayabilirsin ama Ahu'yla kıyaslayamazsın. Bu yaptığın bir daha olmasın!" Mehmet abi sertçe yutkundu. "Seni tanıyamıyorum. Ahu'yu bu kadar sahiplenmeni anlayamıyorum. O senin düşmanın aslanım." "Bak ne güzel konuşuyorsun. Evet, o benim ve sen benim olanın hakkında öyle gelişi güzel konuşamazsın!" Mehmet abinin bakışları değişti. Yüzündeki mimikler kaskatı kesildi. Çenesi seğiriyor, elleri titriyordu. Aramızdaki bakışmanın etrafa yaydığı enerji çoktan kavgaya tutuşmuştu bile. Evin kapısının zil sesi duyuldu. Birkaç saniye sonra Çağlar salonda göründü. "Selamünaleyküm." Diyerek içeriye girdi. Bakışlarımı Mehmet abiden çekip "Aleykümselâm." Dediğimde Mehmet abi hala donmuş şekilde duruyordu. "Melih abi ben yengenin burs işini hallettim. Ufuk ile Osman'da yengenin peşinde takipteler." "Sen kime yenge diyorsun lan!" diye bağırdı Mehmet abi. Çağlar ile bakışlarımız aynı anda üzerine değdiğinde bir kez daha bağırdı. "Kim oğlum senin yengen?" Çağlar kıstığı gözlerinin ardından Mehmet abiye yandan bir bakış attı. Sonra bana döndü. "Bu balatalarımı sıyırmış? Af edersin abi ama bu neden sikilmiş gibi bağırıyor?" Çağlar'ın söylediklerine gülmemek için kendimi sıktığımda Mehmet abi "Hey Çağlar sana soruyorum. Sen kime yenge diyorsun." "Sanki kime dediğimi bilmiyorsun? Ahu yengeden başka yengemiz mi var." "Ne?" bakışları ışık hızıyla gözlerimi buldu. "Birde düşmana yengemi dedirtiyorsun Melih?" "Hasbinallah! Tövbeler tövbesi." dedi Çağlar ve ekledi. "Melih abinin bize zorla Ahu yengeye yenge dedirttiği yok. Biz yengeye kendi isteğimiz ile yenge diyoruz. Abimde böyle seslenmemizde bir sakınca görmüyor. Ama sana ne oluyor Mehmet abi? Yoksa yengeye yenge diyoruz diye kıskanıyor musun?" Mehmet abi kızardı bozardı. Tam onu yatıştırmak için bir şeyler söyleyecekken Çağlar'ın telefonu çaldı ve ben pür dikkat ekrana baktım. Ekranda Ufuk'un adını görmemle "Sesi dışarıya ver." dedim Çağlar'a. Çağlar telefonu açıp sesi dışarıya verdiğinde Ufuk'un telaşlı sesi duyuldu. "Çağlar Melih abi haklıymış yenge kaçıyor. Osman'ı atlatmış ben şu an bindiği taksiyi takip ediyorum. Abiye haber ver." Duymayı beklediğim haberi duymuştum ve hiç şaşırmamıştım. Ahu'nun kaçma girişiminde bulunacağını biliyordum. Böyle sessiz sessiz bir yıl durmasına bile şaşkındım. Bu Ahu'nun ilk kaçmaya yeltenmesiydi ve adımın Melih olduğunu bildiğim kadar son olmayacağını da biliyordum. "Abi..." diyen Çağlar'a yandan bir bakış atıp dış kapıya doğru adımladım. "Kendi arabana bin ve beni takip et Çağlar. Sahibinden kaçan kediyi yakalamaya gidiyoruz." *** Yaklaşık yarım saattir Alibeyköy otogarında Ahu'yu arıyorduk. Ufuk Otogara kadar Ahu'yu takip edebilmiş ama otogarda onu kaybetmişti. Öfkeliydim. Ahu'yu dünyanın bir ucuna bile gitse bulacağımdan emin olmama rağmen bu öfkeme engel olamıyordum. Bu kaçma girişimini gerçekleştirmesi beklediğim bir durumdu sinirlenmemem sakin olmam lazımdı ama ben saat ilerledikçe ve Ahu'yu bulamadıkça öfkem harlanıyordu. Nefes nefese hızlı adımlarla yanıma genle Osman "Abi yengeyi bulduk." dedi. Rahatlamadım, öfkem daha da arttı. Elindeki telefonu bana uzattı. "Güvenlik kamerasından baktım. Lavaboların olduğu yere giderken kameraya yansımış. Sanırım hala orada." Telefon ekranında hızlı ve tedirgin adımlarla ilerleyen Ahu'nun görüntüsünü daha fazla izlemeden, Osman'a telefonu uzattım. "Bu görüntüyü hemen telefonundan siliyorsun!" Arkamı döndüm ve lavaboların oraya ilerlerken bir kez daha konuştum. "Osman, söyle herkes buraya gelsin." dedim. Adımlarım tıpkı nefesim gibi düzensiz ve sertti. Her attığım adımda Ahu'ya biraz daha yaklaşıyordum ve içimdeki öfke kat ve kat artıyordu. Ona küçücük bir merhamet bile göstermeyecektim. Bu yaptığının bedeli olacaktı. Bir cezayı hak etmişti. Lavaboların olduğu yere sonunda geldiğimde bizimkilerin varlığını arkamda hissettim ama dönüp bakmadım. Kadınlar tuvaletinin önüne geldiğimde arkama dönüp etrafa dağılmaları için bizimkilere bir baş işareti yaptım. Ufuk sağa, doğru ilerleyip durdu. Çağlar ise sola doğru ilerleyip durdu. Osman bir adım gerimde, arkamda çapraz bir şekilde duruyordu. Mehmet abi hemen sağ tarafımda yanımda durdu. Ellerimi pantolonumun ceplerine koydum. Bakışlarımı lavabonun kapısına diktim. Bu kapı açılacaktı ve Ahu kendi ayaklarıyla yanıma gelecekti. Kaçmaya çalıştığı adama bile isteye gelecekti. Çok sürmedi belki bir, belki iki dakika sonra lavabonun kapısı açıldı ve ürkek bir kediden farkı olmayan Ahu'nun titreyen bedeni dışarıya çıktı. Şaşkınlıktan kocaman açılan, korku diye bağıran gözleri gözlerimle kesiştiğinde, dudağımın kenarını kıvırdım ve bir adım ona atarak fısıldadım. "Bir yere mi gidiyorsun bebeğim?" "Me... Melih..." dedi kekeleyerek. Korkusu senine yansımıştı tir tir titriyordu. Bakışlarını sağlı sollu etrafta gezdirip, sesli bir şekilde yutkundu. "Ben..."duraksadı. Dolan gözlerinden yaşlar akmaya başladığında gittikçe zayıflayan bedeni ayakta zor duruyordu. "Ben sadece..." daha cümlesini bitirmeden lavabonun açık kapısından içeriye girip kapıyı sertçe kapattı. "Lütfen git buradan. Benim peşimi bırak!" İçimde harlanan öfkemin artık önüne geçmem mümkün değildi. Sinirle kapıya doğru ilerleyip kapıya tekme attığımda, Ahu'nun çığlıkları yükseldi. Mehmet abi kolumdan tuttu. "Sakin ol Melih." "Yapma abi yenge korkuyor." diye mırıldandı arkamdan Osman. "Osman, doğru söylüyor abi." diye destekledi Ufuk. Çağlar, yanıma gelip durdu. "Abi biraz sakin ol. Başımıza polisler gelecek iş istemediğimiz bir noktaya gelecek." dedi. Şu an polislerin gelmesi düşündüğüm en son şey bile değildi. Kolumu sertçe silkelim ve Mehmet abinin elinden kolumu kurtardım. "Siz karışmayın." Gözlerimi hepsinin üzerinde tek tek gezdirdim. "Hiç biriniz karışmayacaksınız! Geri basın!" Söylediklerimden pek hoşlanmasalar da bir-iki adım geriye gittiler. Bakışlarım kapalı kapıya kaydığında Ahu'nun içeriden gelen ağlama seslerine kulaklarımı tıkadım ve tane tane üstüne bastırarak konuştum. "Aç şu kapıyı Ahu! Hemen..!" "Açmak istemiyorum." Bir iç çekiş "Git ne olur." Bu kız tek kelimeyle benim sabrımın sınırını ölçüyordu. "Bak son kez söylüyorum. Aç şu siktiğimin kapısını!" Etrafımıza insanlar doluşmuştu. Herkes bir ağızdan bir şeyler konuşuyor, bütün konuşmalar birbirine giriyor ve ortaya anlaşılmaz bir uğultu olarak yansıyordu. Birde bu uğultulara içeride ağlayan Ahu'nun sesi eklenince sinirlerim geriliyordu. "Melih böyle olmayacak. Bir sakin ol." Diyen Mehmet abiye öfkeyle bakıp kapalı kapıya bir tekme attım. Ahu'nun çığlığı yükseldi. Durmadım bir tekme daha ve bir tekme daha atmamla kapı gürültülü bir şekilde açılıp karşı duvara çarptı. Ahu duvara sinmiş durmadan ağlıyordu. Birkaç büyük adımla yanına ilerlediğimde, etraftakilerin "Polisler nerede kaldı? Bu otogarda güvenlik yok mu? Şehrin içinde, bu kadar insanların arasında adam eşkıyalık yapıyor. Kimse engellemeyecek mi bunu?" dediklerini duydum ama durmadım Ahu'ya doğru ilerleyip korkudan titreyen bedenini ve gözyaşlarını umursamadan kolundan tutup kendime çektim. "Bu yaptığının hesabını vereceksin!" "Bırak beni..." Duymazdan geldim ve kapıya doğru onu çekiştirdim. Kırdığım kapının yanından geçip dışarıya çıktığımda, bizimkilerin güvenlik görevlileriyle konuştuğunu gördüm. Yine durmadım Ahu'yu çekiştirerek arabama doğru ilerledim. Elimin altında çırpınan güçsüz bedenini umursamadan arabanın kapısını açıp arabanın içine fırlatırcasına oturttum onu. Arabanın kapısını kilitleyip, etrafından döndüm ve şoför koltuğuna geçtim. Ahu titreyen elleriyle emniyet kemerini takmaya çalışırken, ben motoru çalıştırarak gaza yüklendim. Ani hareketim yüzünden sırtı koltuğa yapıştı ve iki eliyle kemerini kavradı. Korkuyla neye uğradığını şaşırmıştı. Her bir zerresi korkuyla titriyordu. İkindi vakti olduğu için yolda kimse yoktu ve benim arabayı hızlı kullanmam sorun yaratmıyordu. Otogarın yolundan çıkıp, ana caddeye ulaştığımda hızımı daha da arttırdım. "İtaatsizlikten hiç hoşlanmam." Elimi vitese götürüp arabanın hızını biraz daha yükselttim. "Bana baş kaldırdın ve ben bunun hesabını sana soracağım." "Yavaşla! Korkuyorum." Onu duymadım. "Nereye gittiğini sanıyorsun?" sesimdeki sakinlik beni bile dehşete düşüren cinstendi. "Benim yanımdan uzaklaşabileceğini nasıl düşündün?" Bir hıçkırık duymamla başımı yüzüne çevirdim ve gözlerim kan çanağına dönen kahve gözleriyle kesişti. Kaşlarım çatıldı. Nefesim kesildi gibi hissettim. "Kes ağlamayı!" diye bağırmamla bir hıçkırık daha kaçtı boğazından. Öfke kara bir bulut gibi etrafıma doluştu ve sanki bir tek beni ıslatmak ister gibi üzerime yağmaya başladı. Kendime hâkim olamıyordum. Ağlaması beni delirtiyordu. Bu küçücük bedeninin ağladıkça daha da küçülmesi beni çileden çıkartıyordu. "Kes!" elimi sertçe direksiyona vurdum. "Kes ağlamayı! Benim asabımı bozma!" Gözlerim yol ile onun arasında mekik dokurken, o titreyen elinin tersiyle yüzündeki yaşları sildi ve oturduğu yerde sanki daha fazla dikkat çekmemek için küçüldü. "Korkuyorum..." diye mırıldandı çatlayan sesiyle "Hem senden hem de arabanın hızından korkuyorum." Sinirle, dalga geçer gibi bir kahkaha attım. "Korkuyorsun öyle mi?" bakışlarım yüzüne çevrildi. "Ulan madem korkuyorsun neden kaçıyordun o zaman? Seni bulamayacağımı mı düşündün?" "Ben..." "Sen, şimdi bana açıklama yapma! Anlaşma bitti. Mekâna gidiyoruz. Senin için güzel kurallarım ve isteklerim var." "Hayır..!" diye çıkıştı gözleri kocaman açılmış ve bedeni hafiften bana dönmüştü. "Lütfen... Oraya gitmek istemiyorum." Umursamadım. "Lütfen... Ne olur." Elini bana uzatıp koluma tutundu. "Bir daha kaçmayacağım." Kolumu tuttuğu yer karıncandı. Elinin yakıcılığı gömleğimin kumaşını yırtmış, tenime işlemişti. "Melih..?" "Kes sesini!" başımla kolumu tuttuğu elini işaret ettim. "Hemen çek elini." Elini sanki ateşe değmiş gibi çekti. "Gidene kadar tek kelime etme!" Ağlaması şiddetlendi. "Ağlamayı da kes!" diye bağırdım ve ekledim. "Mümkünse nefes aldığını bile hissetmek istemiyorum." *** Arabayı depo olarak kullandığımız mekânın önünde durdurduğumda, Ahu'nu gözlerindeki korku daha da büyüdü. Buraya gelmek istemiyordu. Onu annesi için tercihe zorladığım günden bu yana ikinci kez buraya getirişim oluyordu. O da biliyordu eğer ben onu bu mekâna getiriyorsam, sonucunun iyi olmayacağını çok iyi biliyordu. Bulunduğu tarafın kapısını açıp kolundan kabaca tuttum ve arabadan onu indirdim. Bakışlarını yüzümde hissetmeme rağmen yüzüne bakmadım ve çekiştirerek mekâna sürükledim. Elimin altındaki bedeni öylesine güçsüzdü ki, eğer şimdi onu ben tutmuyor olsaydım kesinlikle yere yığılırdı. Asansöre bindik ve en üst katın butonuna bastım. Ahu, öyle başı yerde sessizce yanımda duruyor, parmaklarıyla oynuyordu. Başına gelecek felaketi sessizce bekliyordu. Asansör durdu, yine onu çekiştirerek odanın önüne sürükledim ve bir elimle kolunu tutmaya devam ettim ve diğer elimle cebimden çıkarttığım anahtarla kapıyı açtım. İçeriye girdikten sonra kapıyı kapattım ve Ahu'nun zayıf bedenini tekli koltuğu yavaşça oturttum. Ahu hala başı önde elinin parmaklarıyla oynuyordu. "Kaldır kafanı bana bak!" diye kükredim. Tam önünde duruyor, ona tepeden bakıyordum. Ahu sesimin şiddetinden dolayı irkilse de başını kaldırmaya cesaret edemedi. "Hey ben kime diyorum? Yüzeme bak!" Yavaşça başını kaldırıp yüzeme baktığında, gözlerindeki birikinti halinde yer edinen yaşlar sanki öfkemin harını almak ister gibi yanaklarına süzüldü. Başımı iki yana sallayıp kendimi toparladım. "Nereye kaçıyordun? Neden kaçıyordun?" Birden zihnimin puslu duvarlarında bir ses yankılandı. O ses bana o puştun adını haykırdı. 'Levent...' Aklımda oluşan her şey bir bir uçuşmaya başladı ve bir tek o adamın adı ve yüzü kaldı. Ahu'nun ona gideceğinin ihtimali bile beni delirtmeye yetti. Sonra o adamla buraya gelmeden önce sevgili oldukları düştü zihnime. Nevrim döndü. Elim ayağım boşaldı. İkisini yan yana düşünmeyi bırak adlarının yan yana gelmesi bile beni zalim düşüncelere itti. İçimdeki kötülük, içimden çıkmış tam karşıma geçerek bana el sallıyordu. Başımı iki yana salladım. Böyle ihtimalin bile gelmişini geçmişini sikerdim. "Yoksa..." dedim zihnimdeki hastalıklı düşünceler dilime dolanmış, gözlerimi karartmıştı. "Bursa'ya mı gidiyordun. Ona..." dişlerimi kıracak kadar çok sıktım. "O adama..." Ahu başını hızla iki yana salladı. "Hayır..." dedi ve ekledi. "Yemin ederim Lev—" sözünü sertçe kestim. "Hele bir adını an! Hele bir adı senin ağzından çıksın!" hızla iki elimle kolundan tutup ayağa kaldırdım ve bedenini bedenime yapıştırdım. Başımı yere eğerek gözlerinin içine baktım. "Hadi bekliyorum. Çıksın o amına koyduğumun adamın adı ağzından." "Ben..." "Sen nereye kaçıyordun?" "Melih..." dedi tükenmiş gibi. "Tamam" dedim ellerimi kollarından çektim. Onu serbest bıraktım. "Bitti. Her şey bitti. Sen sözleşmeye uymadın ve kaçmaya çalıştın. Şimdi ben de annenin tedavisini sonlandıracağım ve onu cezaevine göndereceğim." Ahu'nun gözleri dehşetle kocaman açıldı. Gözünden akan yaşlar şiddetini arttırdı. "Yapma lütfen." Bu kez o benim koluma tutundu. Güçsüz parmakları kolumu doğru dürüst kavrayamıyordu bile. "Yemin ederim bir daha kaçmaya çalışmayacağım." Elini ittirdiğimde bir kez daha tuttu. "Özür dilerim." Hıçkırmaya başladı. "Çok özür dilerim Valla bir daha kaçmayacağım. Annemin tedavisini durdurma. Ne olur." Bu halleri beni iyice öfkelendiriyordu. Cılız ellerini ittim ve ben kollarına yapıştım kendime doğru çektim. Kaşlarım çatılmış, sesim sertleşmişti. "Madem özür dileyeceksin, madem pişman olacaksın, o zaman neden kaçıyorsun kızım?" "Ben..." ağlaması durdurulamaz bir hal aldı. "Ben o evde yapamıyorum. Annemi özlüyorum." Gözündeki yaşlar yanaklarına süzülmeye devam etti. "Onunla uyumak istiyorum. Annemin yaptığı yemeği yemek istiyorum. Nefes almak istiyorum. Ben..." büyükçe birkaç kez yutkundu. "Ben rahatça yemek yemek istiyorum." "Ne demek istiyorsun?" gözlerimi bedeninde gezdirdim. İstanbul'a geldiği günün aksine oldukça zayıflamış, küçücük kalmıştı. Kaşlarımı çattım olmamasını umduğum soruyu sordum. "Sen yemek yemiyor musun?" "Füsun Hanım" derken küçük bir çocuk gibi burnunu çekti. "Hep bana laf sokuyor. Yaptığım her şey gözüne batıyor. Bütün gün onunla evde olmaya dayanamıyorum." Elinin tersiyle yanağını sildi. "Karnım da ağrıyor." Sesimde ki şaşkınlığa engel olamadan "Karnın mı ağrıyor?" diye soruverdim. "Hıhım. Karnım ağrıyor. Hatta bazen içinden ses bile çıkıyor." Gözlerini kaçırdı. "Gurul gurul sesler çıkıyor." Öfkeden dolayı çatık kaşlarımın altındaki bakışlarımda peydah olan şaşkınlığı silemiyordum. Bu kızın dudakları, hep böyle dolgun muydu? Yoksa ağladığı için mi şişmişti? Peki, ya gözleri... Gözleri hep böyle masum mu bakıyordu? Kolundaki ellerimi beline koyup onu kendime biraz daha çektim. Ahu'nun dudaklarını öpmek istemem normal miydi? Biraz daha kendime çektim ve zaten bir sıkımlık canı vardı onu da kendi canıma katmak istiyordum. Gözlerinde gördüğüm yaşların hesabını kime kesecektim? Peki, saçlarından burnuma dolan bu baş döndüren kokusu beni niye böyle çıkmaza sokmuştu. Kasıklarımda hissettiğim kıpırdama ile "Siktir..!" diye hırladığımda, Ahu masumca bana bakıp "Hıh..." diye tepki verdi. Bu küçük, cılız kızdan etkilenmiş olamazdım değil mi? Vücudumun verdiği saçma sapan tepkiler, bu kıza olan merhametimden mi kaynaklanıyordu? Belki de Mehmet abi doğru söylüyordu. Nedenini bilmediğim bir şekilde bu kıza tolerans gösteriyordum ve bunu yaparken kendimi engelleyemiyordum. Belki de nedenini biliyor ama kendime bu durumu açıklayamıyordum. Elim benden bağımsız bir şekilde ensesinde atkuyruğu şeklinde toplanan saçlarına gitti ve tokasına parmaklarımı geçirerek çıkarttım. Normal uzunluktaki saçları omzuna dağılırken, parmak uçlarımada çarptı ve bu benim çok hoşuma gitti. Ahu'nun şaşkınlıkla bakan kahve gözlerine, kıstığım gözlerimle baktım. "Vazgeçtim..." dedim birden. "Annenin tedavisini durdurmayacağım." Gözleri şaşkınlıktan parıltıya geçti. "Ama yine de sana ceza vereceğim." Gözlerindeki parıltı sönmedi ama yüzü düştü. "Senin cezan bugün benimle yemek yemek olacak." "Ne?" "Kendi ellerinle yemek pişireceksin ve benimle yiyeceksin." "Nasıl?" Sanki mümkünmüş gibi onu biraz daha kendime çektim. "Cezan bu. Bana hizmet edeceksin." Derin bir soluk alıp verdiğinde, ağzından firar eden nefesi yüzümü yalayıp geçti ve benim bütün vücudum gerim gerim gerildi. Bu bana hissettirdiklerinin anlamını sorgulamak istemiyordum. Sorgulamayacaktım da. Ama bildiğim bir şey vardı. Bu kollarımın arsındaki küçük kızın nefesini sonsuza kadar nefesimde hissetmek istiyordum. Hatta dudaklarının tadına bakmak, saçlarını okşamak istiyordum. Sirkelenip kendime geldim. Ahu benim düşmanımın kızıydı. Daha fazlası mümkün olamazdı. Aklım bunu haykırırken, kalbim bana çoktan kazığını atmıştı. Düşman kimin umurunda ki? Sen, Ahu'yu istiyorsun diye bana çığlık çığlığa haykırıyordu. Ve ben bugün kalbimin sesini kısmayı başardım ama ilerleyen zamanlarda bu sesle nasıl baş edip kısacağımı bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı bu kız benimdi ve hep öyle kalacaktı. O, benimdi. Melih'in Ahusuydu. BÖLÜM SONU 🍎🍏 Hepinizi kocaman sarıyor ve kocaman öpüyorum.❤️ |
0% |