Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Bölüm -11- “Karanlıktan Aydınlığa”

@esrarizim

 

© Tüm hakları saklıdır.

 

 

 

 

Öncelikle merhaba, sevgili okurlar. Bu askeri kurgu, adı üstünde tamamen kurgu olup, hiçbir gerçeği yansıtmamaktadır. Bilgi eksikleri, yanlış bilgiler olabilir fakat "KURGU" olduğu için fazla ciddiye almamanızı umuyorum. Küçük düzeltmeler yapılabilir ama akışı etkileyecek değişimleri yapmayı uygun görmüyorum. Tüm sahneler ütopik olarak ele alınmıştır. Keyifli okumalar dilerim.

 

 

Bölüm Şarkıları

 

Zombi- Adamlar

Tag, you're it- Melanie Martinez

On My Own- Darci

I Was Never There- The Weeknd

Cilveloy- Destan

Sonne-Rammstein

 

 

 

<><><><><><>

 

 

Satır arası yorumlarınızı unutmayın, heyecanla okumayı bekliyorum. 💜

 

 

 

 

Bölüm -11- ''Karanlıktan Aydınlığa''

 

 

''Benim mezarlarımda ölü yok; hep yaşamış olanlar var...''

 

 

 

 

<><><><><>

 

 

 

 

Hayatın paradoksal bir tarafı olduğunu öğrenmiştim. İyileşmek için acı çekmek, sevmek için incinmek ve huzura ulaşmak için kaosla yüzleşmek gerekiyordu. Bu sebeple yaşadığım hiçbir deneyimden pişmanlık duymamaya başlamıştım. Sadece biri hariç.

 

Bu hayattaki tek büyük pişmanlığım.

 

Bazen karanlığın ardından her zaman ışık gelmiyordu. Bazılarımız karanlığa bürünüp yok oluyordu, kimileri görünmez kimi ise benim gibi karanlığın bizzat kendisi oluyordu. Zamanın, ateşin ve ölümün boyası beyaz. Aşkın, yalanın, kinin rengi kırmızı. Düşlerin, sevginin ve saygının rengi mavi. Benim rengim ise karaydı.

 

İçeri giren Albay ile hepimiz ayaklandık. Her zamanki gibi bize sakince oturun komutu vermesiyle tekrar yerimize oturduk. Karşımda duran Alparslan'ın gözü bir kere bile bana değmezken bu durum oldukça garibime gitmişti. Tamam, aramızda sağlıklı bir iletişim olmasa da sanki bunu bilerek yaptığı bilincindeydim. Böyle davranmasının bir sebebi olduğunu düşünüyordum keza benimle uğraşmak için ekstra mesai yapan bir adamdan bahsediyorduk.

 

''Evet çocuklar, bugünkü toplantımızın konusu kısa süre önce elimizden kaçırdığımız Laleş Çet dosyası.'' Albayın sözünü ettiği kişi yumruklarımı sıkmama neden olurken gözüm Miran'ın yerine oturmuş olan Fatih'e kaydı. İçimde baş kaldıran öfkenin küçük tılsımları belli belirsiz kendini dışarıya vuruyordu. Zira bakışlarımdan ürken Fatih bana oldukça ürkek bakıyordu. Gözlerimi onun olduğu taraftan alıp Albay'a çevirdim.

 

Her zamanki gibi üzerinde üniforması ve yeni tıraşlı yüzü oldukça gergindi. Son olan olaylar onun da epey canını sıkmıştı. Hatta fazla sıkmıştı ki gece gündüz demeden, Miran ve ben yokken üstün bir çalışma yapmışlardı. Enver'den öğrendiğim kadarıyla birçok ipucu yakalamış, Yarbay'dan gelecek emiri bekliyorduk. Yürüttüğümüz bu iş sadece legal yollardan değil, illegal yollardan da geçtiği için devreye biz giriyorduk. Neyi nasıl yaptıklarına dair bir bilgim ve fikrim olmasa da illegal yolların başında oklar hep bizi gösteriyordu. Öfke Timini.

 

 

''Laleş Çet'in dosyasını bizden almak istediler. Almak isteyen kişi ise Gökdere.'' İkinci olarak duyduğum isim ile sinirlerim tekrar gerilmişti.

 

''Biz o adamı yakaladık ama.'' Diye araya girdim. Adamı yakalamıştık, davayı onun almasının mümkünatı yoktu. Albay'ın 'hukuk bilmiyorsun, sus' adlı bakışını yerime sinmem için yeterliydi.

 

''Evet,'' diyerek onayladı yine de. Biliyorum, o da beni seviyordu. ''Gökdere savcı emriyle serbest kaldı. Yaptığımız bütün operasyon boşa gitmiş oldu. Deşifre olduğumuz ile kaldık.''

 

Bakışlarım yanımdaki Enver'e kaydı usulca. Deşifreden kastının Oteldeki ortalığı dağıtan Öfke timi olduğunu düşünüp ona bakmıştım fakat güven dolu bakışları beni tüm tezlerimi çürütmeye yetmişti. Gerçi Enver'in bakışları her zaman güven vericiydi. Yoldan geçen herhangi birisi evinin ve arabanın anahtarını ona teslim etse, yarın gelip alacağım dese Enver olduğu yerden bile kıpırdamazdı güven duygusundan dolayı. Aşırı güven de duyulan bir insan onu çok da güvenli bir insan yapmasa gerekti. Kimsenin dışardan görünmediğini, göründüğünden her zaman daha fazlası ve tam zıttı olduğunun bilincinde olan o nadir insanlardan biriydim.

 

''Sonuç olarak artık Gökdere elimizde değil. Laleş Çet dosyası artık onlarda ve elimiz kolumuz oldukça bağlı. Ama bu kötü haberdi, bir de iyi haberlerimiz elbette ki var.'' Diyerek umut dolu gözleriyle sırayla bizi süzdü. Gelecek olan iyi haberlerin beni havaya uçurması için askeriyeye geri dön emri geldi diye bağırması falan gerekti sanırım.

 

Ellerini masanın üzerinde kavuşturup babacan bir tavırla bana baktı. ''Miran evladım yaşıyor ve durumu oldukça iyi. Tabii bunun yanı sıra ailesinden bir üyesi ile daha tanışma fırsatımız oldu.'' Tüm gözler artık tamamen bana dönerken boğazımdan sert bir yutkunuş geçti. Bu konuyu burada açması beklediğim bir şey değilken kafamı kaldırıp onlara bakma cesareti bile gösteremedim. Bu durumun ifşa olması durumunda ne yapacağımı asla düşünmemiş birisi olarak spontane gelişen bu an için boğazımı temizledim konuşacağımı belirterek.

 

''Bunu gizli tutmamızın nedeni güven bağını zedelememekti. Burada olduğunu ne ben biliyordum ne de geleceğimi Miran biliyordu.'' Albay, gülümseyen gözleriyle bana bakmayı kesip, ''Bunların detaylarını daha sonra seninle baş başa konuşmak isterim lakin alaca Timi ve Öfke Ekibi de buradayken yine de herkesin bu konu üzerinde boş boğazlık etmemesi açısında ufak bir gözdağı vermeyi uygun gördüm.'' Al kellemizi de sizde rahat edin biz de.

 

Albay boğazını temizleyerek gururla başını dikleştirdi. ''Gelelim diğer iyi habere.'' Gözleri kapıdayken kapı tıklamıştı aynı anda. Her şeyin bu kadar senkron olması ayarlarımı bozsa da bir an kendimi oraya ait hissetmediğim o ilk gün zuhur etti bünyeme. Koca üç yılda nasılda kendimi soyutlamıştım bu durumlardan da şu an tahammül edemez durumdaydım bazı şeyler için.

 

Albay, 'gir,' emrini verince kapı usulca aralandı ve ilk gördüğüm şey Aslı'nın kafası olmamalıydı. Götümde yanan şeyin bir meşale olduğunu düşünürsek burayı ateşe verme ihtimalim oldukça yüksekti. Ona asla yakışmayan üniformasının içinde oldukça çirkin duruyordu.

 

Hayır oldukça güzel, alımlı, dikkat çekici ve gururluydu.

 

O an bir de kendime baktım. Üzerimde siyah üniforma, nereye ve kime ait olduğumuz belli değildi. Boynumda kalın bir balaklava, kulağımda askeriyeye ait olmayan bir telsiz. Oldukça uzaktık buraya. Kendimi bir yetim gibi hissederken sol bacağımın titrediğini yeni fark ediyordum. Bacağımda hissettiğim elin sahibi ise Enver'den başkasının değildi. Yan gözle ona baktığımda sakin olmam için gözlerini kapatıp açtı kısa bir saniye. Ona güven vermek istercesine sadece dudaklarımı oynatarak 'iyiyim' dedim. O elini usulca çekip tekrar önüne dönerken Albay konuşmaya başladı tekrardan.

 

''Hoş geldiniz, çocuklar. Buyurun yerlerinize geçin.'' Yürek Timi de sırayla yerlerine geçerken onlar masanın en ucunda kalmıştı. Bir kısmı Alaca Timinin yanına bir diğer Kısmı da Öfke ekibinin yanına oturmak zorunda kalmıştı.

 

Aslı, kendinden oldukça emin bir şekilde kafasını dik tutarak bana gülümsediğinde aşırı yapmacık bir tonda sırıttım. Anında gülüşümü düzeltip önüme dönerken en son gördüğüm şey aslının mimiğim karşısında bozulan ifadesiydi. Suratına kara tavuk baksa, kırk gün yumurtadan kesilir ama egosu tavan. Amına kodumun suratsızı seni.

 

''Yürek Timi de artık bizlerle olacak. Operasyon kaldığı yerden son hızda devam etsin istiyorum. Bize verilen sürenin çok ama çok gerisinde kaldık, neredeyse bir iki ay içinde elle tutulur gerçek belgeler lazım bizlere. Bu bizim boynumuz borcu, artık şu şebekeyi çökertmek istiyorum. Beni anlıyorsunuz değil mi?''

 

Albay onay istercesine kısa bir göz gezdirdiğinde sesini bugün hiç duymayacağım sandığım Alparslan konuştu en nihayetine.

 

''Kuşkunuz olmasın Albayım. Yürek Timi de artık geldiğine göre elimizden gelenin daha iyisini yaparak kaybettiğimiz zamanı telafi edeceğiz.'' Bok telafi edersiniz! Ben olmadan nereyi telafi ediyorlardı acaba? Alparslan'a gözümden lazer ışınları fırlatırken o bir kez dahi suratıma bakmadı. Aksine gözlerini bir kere bile bana değdirmeden masanın sonunda oturan Yürek Timi'nin komutanı, Aslı' ya başıyla selam verdi.

 

''Hoş geldiniz, komutanım.''

 

 

''Hoş bulduk.'' Diyerek gülümsedi, Aslı. ''Burada tekrardan sizinle olmak gurur verici.'' Biz çıkalım isterseniz.

 

Ters bakışlarım bir Aslı'ya bir de Alparslan'a sekerken kimse beni kıçına dahi takmıyordu. Feriha gibi bayılmama az kalmıştı gerçekten. Ya da Ali Rıza Bey gibi felç inebilirdi aniden hiç bilmiyorum şu an bütün dizi senaryolarına hakimdim ama en çok Nihal veya Bihter olmaktan korkuyordum. Şimdi bilemedim Beşir'de ağır bir roldeydi. Çalıştığım evin hanımı kocasını aldatıyor diye de verem olamazdım kimse kusura bakmasındı. Kendi derdim yetmedi bir de başkasına kederlenecek halim yoktu.

 

Albay beklentiyle bana bakarken düşünce bulutlarım hala dağılmış değildi. Albay'a anlamayan gözlerle baktığımda gözlerini belertti. Yine anlamadım. Ya ben çok salaktım ya da albayım anlatmayı bilmiyordu. Enver anlamış olacak ki araya girdi.

 

''Hoş geldiniz.'' Dedi duygudan uzak sesiyle. Bak nasılda güzelce mesafesini korumuştu. Alparslan öyle miydi? Değildi! Bir kıvırtmadığı kalmıştı. Utanmasa masaya çiçekler gönderip, serenatlar yapacaktı. Yapardı, albaydan utanmasaydı yapardı. Aslı'nın kur yaptığını fark etmemiştim sanki. Hikâyenin Beşir'i olmuştum gerçekten de.

 

O an bağırdı iç sesim. 'Söylediğin hiçbir şeyi yapmadılar kadın!'

 

Sinirden otuz yıldır kayıp olan iç sesim bile dile gelmişti ama Alparslan hala benimle konuşmuyordu. Götümde yanmaya devam eden meşalenin çıtırtı seslerini kimse duymasın diye boğazımı temizledim. Enver, kolumu dürttüğünde Albay'a atmış olduğum sinir gerici bakışlarımdan o da nasiplendi. Susması gerektiğini idrak edip usluca önüne döndü. Hayatta en korktuğum şeylerden biri de istemeden biri kırmak, çünkü istemeden olunca tam olmuyordu. Bilerek isteyerek olunca, hatta şöyle bir belası sikilince daha güzel oluyordu, anlam buluyordu. O yüzden Aslı ile muhatap olmayı ikinci sezona bırakmıştım.

 

''Asıl konumuza dönecek olursak Laleş Çet ve Gökdere dosyasını bir kenara bırakıp Ökkeş'in peşine düşmek. Laleş Çet şu an tam olarak nerede bilinmiyor ama güçlü kişiler tarafından korunduğu açıkça belli.''

 

''Laleş Irak'ta bir dağın adı sanırım.'' Diye mırıldandığım da ''Evet,'' diyerek onayladı Yusuf beni. Alaca Timinden biri en nihayetinde konuşmuştu benimle.

 

''Anlam olarak Laleş, sessizlik demek.'' Kuşkulu sesim Albay'ın dikkatini çekmişti.

 

''Asena, Laleş dosyası artık bizde değil. Bu son uyarım.'' Son kez gözlerime bakıp onay istedi emin olmak istercesine.

 

''Kadın hala Irak'ta. Bu o kadar belli ki, gidip onu alabiliriz. Bu sefer baskın yaparak, habersiz.'' Heyecanlı konuşmamı aldırmadı tabii ki. Sabırla gözlerini kapatıp açtı.

 

''Asena, artık bizden çıktı. Bizim bakmadığımız dosyaya gidip de çökemeyiz, böyle bir emir gelmedi.''

 

''Siz emirlerle hareket ediyorsunuz, ben değil.'' Dedim. Albay bir şey söylemek için ağzını açsa da Alparslan'ın konuşmasıyla tekrar susmak zorunda kaldı.

 

''Şebekelere ortak olan bir kadın daha tespit edildi. Adı, Helin Ocak. Yetmiş dokuz doğumlu, altı yıl önce kurulan AYP partisinde milletvekili. Aslen Tuncelili ama şu an Ankara'da ikamet etmekte. İsminin sahte olduğunu tespit ettik, gizlenmek için kullandığı bir isim gerçek ismi ise henüz kayıtlarımıza ulaşmadı.'' Albay gibi hepimiz dikkatle onu dinledik. Yaptığı derin çalışmanın hakkını vermiş gibi duruyordu fakat hala eksik olan bilgiler vardı.

 

''Bu isim için kimi bulman gerektiğini biliyorsun.'' Dedi, Albay sesindeki ima tonlamasıyla. Bahsettiği kişinin Ökkeş olduğunu anlamak zor değildi. Kafasıyla onayladı, Alparslan.

 

''Biliyorum, Albayım. Ökkeş'in izini bulduk, en son yine Silopi de görünmüş. İlçeye inmiş ve kılık değiştirip başka bir ilçeye geçmiş. Aldığımız istihbarat bu yönde ama emriniz dışında bir saldırı olmayacak.''

 

''Yok,'' dedi Albay, sesi düşünceli çıkarken. ''Bu sefer operasyonları sessiz istiyorum. Ses çıkardığımızda olanları gördük. Ne kadar sessiz, o kadar iyi. Artık operasyonlara da üçleme olarak katılmayacaksınız. Öfke ekibi her zaman yanınızda olacak.'' Albay dosyasını kapattı. Arkasına yaslanıp düşünceli bir şekilde sadece önüne bakarken, ''Çıkabilirsiniz,'' dedi. Herkes ayaklanıp selam verdikten sonra tek tek odadan çıkarken en son Enver ve ben kalmıştık. Ben de gitmek üzere ayaklanırken, ''Sen kal.'' Dediğinde kimden bahsettiğini anlamak zor değildi.

 

Enver son bir bakış atıp toplantı odasından çıkarken kapıyı kapattı usulca. Elimdeki dosyayı tekrar masaya bırakıp az önce kalktığım yere oturdum. Albayın gözleri yüzüme tırmandı keyiften uzak bir biçimde.

 

''Eğer böyle bir olay yaşanmasaydı bu gerçeği benimle paylaşmayı düşünüyor muydun, Asena?'' zurnanın zart zurt dediği, gerekse uzun hava çektiği hatta çalan adamın yanaklarının patlamak üzere olduğu o ana gelmiştik en sonunda.

 

Ne diyemeyeceğimi ilk başta bilemeyerek boş bir ifade takınsam da o an gerçek hislerimle cevap vermenin en doğrusu olacağına karar verdim.

 

''Hayır,'' dedim içtenlikle. ''Miran için bunu yapmak istemedim.'' Derin bir nefes aldım sızı şeklinde. Konu öyle allı budaklıydı ki neresinden başlasam bilememiştim. ''Onun burada olduğunu bilmiyordum dediğim gibi çünkü görüşmüyorduk.'' Albay anladım dercesine kafa sallamaya başladı ama kafasında oturmayan bir şeyler var gibiydi.

 

''En son ne zaman görüştünüz? Yani Miran'ın asker olduğundan haberin var mıydı?'' olumlu anlamda kafa salladım.

 

''Vardı.'' Dudaklarımı ıslattım detay verip vermemem gerektiğini kısa bir an düşünürken. ''İkimizin de çocukluk hayaliydi. Daha doğrusu babamın hayaliydi, biz de gerçekleştirmek istemiştik ve bunu ilk gerçekleştiren de ben oldum.''

 

''Peki artık mesleğinin bu olmadığını biliyor mu?'' asıl merak ettiği nokta burasıydı. Üzüntü ile tekrar kafamı salladım olumlu anlamda. ''Biliyor.'' Diye de ekledim.

 

''Nereden bildiğini bilmiyorum, ben söylemedim. Geldiğimde o beni tanıdı ve ilk işim onu uyarmak oldu.'' Yaptığım savunma onun için yeterli değildi elbette ama inanmaktan başka çaresi de yoktu.

 

''Asena, bu ciddi bir iş. Bırak Miran'a gizli görevde olduğunu söylemeyi, bu adamlar bordo bereli. Şehit düşseler evlerine haberi gitmeyecek adam bunlar. Bir zamanlar senin de öyleydi ve şu an ne kendini ne de onları yakmaya hakkın var.'' Ciddiyetle söylediği sözler üzerine verecek bir cevap bulamadım.

 

''Haklısınız Albayım ama dediğim gibi hiçbir şey bilinçli gerçekleşmedi. Miran'ın ailesi birkaç güne gidecek zaten. Benimse hesap vermem gereken bir ailem yok, yani tehlikeli bir durumda yok. Ailem dediğim kişilerde az önce yanımda oturan altı güzel adam.''

 

Albay halime üzülmüş gibi bir ifade takınırken ayaklandım. Sürekli çıkan ufak pürüzlerin sorumlusu olmaktan sıkılmıştım artık. Görev diye çağırılıp insan yerine konulmamak canımı sıkıyordu.

 

''İzninizle,'' diyerek selam verip masadan şapkamı alarak oradan uzaklaştım.

 

Toplantı odasından çıktığım an şapkamı kafama geçirdim. Ortalıkta dolaşan rütbesiz askerlerin bakışlarını umursamadan dışarı çıkıp arkayı dolandım. Bizim için tahsis edilmiş askeri ekipmanların olduğu deponun önünde eğitim yapan Alparslan ve Timini umursamadım.

 

 

Alaca timi bir köşede otururken Öfke timinin eğitim de olduğunu anca idrak etmiştim. Alparslan'ın yanında gördüğüm kişilik şahsiyeti Aslı olmalıydı. Umarım yolda geçerken denk gelmişlerdi de çok komik bir anısını anlattığı için bu kadar gülüyorlardı.

 

Yanımdan geçip elinde iki kupa ile ilerleyen Mert ile neye uğradığımı şaşırırken, ''Pardon, Komutanım.'' Demeyi de ihmal etmemişti.

Mert elindeki iki kupadan birini Aslı'ya diğerini de Alparslan'a uzatıp önlerinden çekildi. Üzerindeki hücum yeleğini çıkarıp öfke timinin yanına ilerleyip pozisyon aldı ve çamurda sürünmeye başladı.

 

Kendisi Aslı hanımla kahve keyfi yaparken benim timimi çamurda süründürüyordu. Seri adımlarla yanlarına adımladım. Gelişimden bir tufan çıkacağını anlayan Alparslan şeytanice sırttı fakat anlamayım diye kendini toparlamak zorunda kaldı. Kupayı hızlıca ikinci kez dudaklarına götürürken çok gizlemişti gerçekten, bu kadar mı fark ederdi hiçbir şey anlamamıştım.

 

''Asena Hanım.'' Varlığımı fark eden Aslı ile yüzümü buruşturmamak için ekstra çaba sarf ettim.

 

Sakinliğimi korumaya çalışarak, ''Sanırım Yürek timi ve Alaca timi idari izindeler.'' Dedim yapay bir gülümseme ile yerde sürünen Öfke timini gösterirken.

 

Aslı, yerde sürünen Öfke timine gülümseyerek baktıktan sonra gözlerini tekrar bana çevirdi.

 

''Yürek Timi zorlu bir süreçten geçtiği için şu an eğitime tabii değil.'' İlk okul beşte olsaydık inanacağım bahaneleri karşıma çıkarmaya utanmayan bu kadına hayatın sillesini vurmamak için götümü mıncırdım arka cebimde olan elimle.

 

''Peki ya Alaca timi?'' Aslı'nın açıklamasını umursamadan Alparslan'a çevirdim bakışlarımı. Çelik mavisi gözleri hiç olmadığı kadar parlak bakıyordu lakin bunun sebebi Aslı'dan mı yoksa birazdan geçireceğim Öfke nöbetini anlamasından dolayı mıydı çözememiştim.

 

''Dinleniyorlar, yoruldu çocuklar.'' Öyle mi, dercesine kaşlarımı kaldırdım.

 

 

''Benimkiler üvey evlat mı?'' diye sormadan edemedim. Alparslan keyifle kahvesinden bir yudum daha alırken gözleri benim üzerimdeydi. Şu an acayip keyif aldığına yemin dahi edebilirdim.

 

''Çok üzüldüyseniz bu duruma sizde eşlik edebilirsiniz. Buyurun.'' Diyerek eliyle çamur bataklığını gösterdi. Öfke timi zorlanmadan üçüncü turunu atarken elbette geri vites yapacak halim yoktu. Bu numarayı ikinci kez yemenin vermiş olduğu enayilikle birlikte üzerimdeki hücum yeleğini çıkarıp bir kenara fırlattım. Sağ taraftan gelen inleme sesi ile birinin yüzüne fırlattığımı anlasam da bozuntuya vermedim.

 

''Askerlerimin canına mı kastediyorsunuz?'' Alparslan'ın alaylı sorusu ben yanından geçerken gelmişti. Onu cevapsız bırakıp dehşet saçan gözlerle bakmayı tercih ettim. Bir kolunu göğüs hizasında dolayıp kahve tutan kolunu da ona yaslayarak keyifle beni izlemeye başladı. Aslı da aynı keyifle merak ederken neden bunlara karşı çıkmadığımı en az Ufuk kadar bende merak etmiştim.

 

''Komutanım neden sürekli bir anda bizim yanımızda buluyorum ben sizi?'' yerde sürünmeye çalışan Ufuk nefes nefese kalmış bir şekilde kafasını dikmiş bana bakarken pantolonumu çekiştirdim başlangıç noktasına geçmek için.

 

''Kes sesini şimdi ağzına çamuru doldurup kuruyuncaya kadar beklerim yoksa. 'dişlerimin arasından çıkan sesimle Ufuk'un gözleri irileştiği an sürünmeye devam etti hiçbir şey demeden.

 

Başlangıç noktasına geçip yere çöküp kollarımı ileri atarak sürünmeye başladım. Çamur o kadar katıydı ki hızımı epey yavaşlatıyordu. Derinliği ise, dursam içine gireceğim kadar vardı. Önümdeki iri kütük engelinin altına girerken yüzüm tamamen çamur olmuştu. Dudağıma gelen çamuru tükürerek kurtulmaya çalışsam da ağzımın içine girmişti bile. Aldırış etmeden kütüğün altından çıktım. Yere biraz daha uzaktı ama diğerleri için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Bilmem kaçıncı turlarını atmakta olan Öfke timi son hızda devam ediyordu bataklıkta sürünmeye. İkinci kütüğe geldiğimde yere daha yakın olduğunu fark ettim. Tam aynı hizada hissettiğim büyük ayaklarla sağıma çevirdim kafamı. Bu ayakların sahibini tanıyacak kadar bilgim olmasa da kim olduğunu gayet iyi biliyordum.

 

''Geçebilecek misin buradan?'' Alparslan'ın bahsettiği kütüğe baktım. Neredeyse otuz santim ya vardı ya yoktu. Geçmem çok güçtü ama ona inattan preslenmeyi bile göze alacağımı biliyordu. Ve bunu bilerek bana sormaya devam ediyordu, aksini yapacağımı biliyordu çünkü.

 

Ona cevap vermek yerine gözlerimi devirerek sürünmeye devam ettim. Önce kafamı sokarken bu kolay olmuştu. Çünkü yan çevirip altına girmiştim fakat büyük göğüslerim yüzünden daha ilk saniyeden sıkışıp kalmıştım. O an önümde sürünmeye devam eden dev gibi adamların nasıl geçtiğini sorgulamaya başladım. O an kulağıma ilişen gülme sesi ile çenem kaskatı kesildi. Geç idrak etmiştim ama anlamıştım artık. Beni buraya bilerek sokmuştu, aslından kütüğün altından değil üstünden geçmem gerekiyordu. Bilerek sormuştu, 'Geçebilecek misin?' diye çünkü psikolojik olarak etkilenip kütüğün üstünden geçmeyi akıl edemeyecektim. Beni o kadar iyi anlamıştı ki ona inat uğruna kor ateşlerin üstünde yürüyeceğimden bile emindi. Ahmaklığım beni daha da sinirlendirirken arkamdan gelen Cesur'un sesi ile rezilliğime rezillik katmıştım.

 

''Komutanım?'' sorgulayıcı ses tonu durumu açıklar nitelikteydi. Ama şu an ona ne tepki ne de herhangi bir cevap verecek konumundaydım.

 

''Sıkıştınız mı?'' alık sorusu devam ederken arkadan bir tekme savurma gafletinde bulundum. Ayağım boşlukta sallanıp tekrar yere düşerken, ''Nefessiz kalana kadar burada kalmamı bekleyeceksiniz sanırım.'' Sesimin alaylı çıkması için ekstra çaba göstermiştim.

 

''Komutanım neden üstünden geçmediniz? Mesafe çok dardı.'' Cesur'un iyice sinirime işleyen konuşması beni çileden çıkarıyordu. Kütüğü kel kafasına indirmek için sabırla oradan çıkmayı bekledim.

 

Alparslan gülmesini durdurma zahmetine bile girmeden eğildiği gibi kütüğü tek eliyle kaldırıp üzerimden kenar itip önüme bıraktı. Bu adamın canıma kastı olabilir miydi? Bir an kafama bırakıp bırakmayacağından şüphe duymuştum açıkçası.

 

Olduğum yerde kendimi dizlerime doğru çekerek toparladım. Hem sinirden hem de gerçekten nefesim yavaştan kesilmeye başladığı için sık sık nefes almaya başladım. Göğsüm şiddetle inip kalkarken Cesur'un çıplak kafası görüş açıma girdi.

 

''Komutanım, iyi misiniz?'' dehşetle bana bakıyordu. Şu herifi bile korkutacak dereceye gelmişti durum. Alparslan'a ters bir bakış atıp benim gibi dizlerinin üzerine çöken Cesur'a döndüm. Döndüğüm hızda kafasına bir şaplak atarken sinirimi kusmaya elbette ki yetmedi.

 

''Senin o kel kafanı limonlu prille yıkarım bak! Kalk git.'' Sinirden nevrim dönmüştü artık. Cesur neye uğradığına şaşırmaktan çok geri kalan gazabı tek başına sırtlamamak için dizlerinin üzerinde emekleyerek gitmeye başladı. İri cüssesine zıt bir durumdu ki bu az daha gülecektim ama başımda zebellah gibi dikilen Alparslan'ın sert sesi az önce yaşadığım vukuatı tekrar hatırlattı.

 

''Cesur! Yenidoğan bir bebek gibi önce sürün!'' Cesur bir an arkasına dönme girişiminde bulunsa da karşı çıkmadan emeklemeyi kesip yüz üstü tekrar uzanmıştı. O, yamuk bir şekilde bırakılan kütüğün üstünden geçerken Alparslan'a döndüm. Ben ona baktığım an onun zaten çoktan bana bakıyor olduğunu fark ettim. Sen şimdi naneyi yemedin mi?

 

Alparslan beni kaldırmak için elini uzattığı sıra bakışlarım bir an kendi elime düşmüştü. Çamurdu. Aklıma üşüşen düşünce içimdeki şeytanın koca bir kahkaha patlatmasına sebep olmuştu. Bu ülkede sorun çözmenin tek yolu daha büyük bir sorun yaratıp eski sorunu unutturmaktı. Gülüşümün yüzüme yansımasına engel olarak uzattığı ele son bir bakış atıp eline uzandım. O, elimin çamurlu olmasını umursamadı madem, çamura bulanmaktan da korkmuyor demekti bu. Onun elinin tuttuğum gibi beni yukarı çekiyordu ki tüm ağırlığımı yer çekimine karşı serbest bıraktım. Kol kasımla kullanarak elini sıkıca tutarken son gücümle kendime çektim. Alparslan benim dengemi kaybedip düşeceğimi sanıp beni iyice kaldırmak için üzerime eğilmişken kolumu boynunun arkasından dolayıp kendimi sırt üstü bataklığa yatırdığım gibi Alparslan'ı ters çevirdim ve takla attırdım. İkimizde başlarımız birbirine değerken sırt üstü bataklığın içindeydik artık. Hızımı alamayıp ilk kalkan ben oldum. O ise henüz şokunu atamamış bir şekilde uzanmaya devam ediyordu. Bu sefer keyifle sırıtan bendim.

 

''Komutanım?'' Komutanın adda gitti canım. Yanımıza üşüşen Alaca timi ile tüm gözler üzerimize çevrilmişti. İki yüz metrelik bataklığın en sonunda direktif veren Aslı'nın da bakışları biz dönmüştü. Ben ise Alparslan'ın başında dikilmek yerine yakasından tuttuğum gibi onu kaldırmıştım. Bünyeme yüklenen sinir beni Naim Süleymanoğlu'na (Rahmetle anıyoruz.) çevirmişti.

 

Alparslan bu sefer ne yapacağımı anlamış olmanın ifadesizliğini taşıyordu yüzünde.

 

''Asena Hanım?'' Yusuf'un tedirgin sesini duymamazlıktan geldim. ''Komutanım, müdahale ed- ''

 

''Gerek yok.'' Dedi Alparslan kaderine teslim olmak ister gibi. Bu halinden zevk alamadığımı fark ettim. İstiyordum ki o da bana kafa tutsun. ''Oyun istiyor.'' Alparslan'ın alaylı ses tonu beni de gülümsetmişti. Oyun istiyordum, ha?

 

Yakasında duran ellerimi çekip usulca göğsüne iliştirdim. Hafif tonda onu arkaya iterken sendelemedi bile. Beton gibiydim ve ellerim altında hissettiğim şişkin göğüsleri tenimden bir ürpertinin geçmesine sebep olmuştu. Bozuntuya vermedim.

 

 

''Tek bir round istiyorum.'' Dedim burnun dibine girip. Gözlerindeki alaylık devam ederken yüzüne sıçramış olan çamurları yeni fark etmiştim.

 

''Asena Hanım,'' diye tekrar başlayan Yusuf'u eliyle susturdu tekrar Alparslan. Gülümseyerek Yusuf'a döndüm. ''Merak etmeyin, babacığınıza bir şey olmayacak.''

 

Tekrar Alparslan'a çevirdim bakışlarımı. Söylediğim şey üzerine ciddi mana da sırıtmaya başlamıştı ama bu keyiften mi yoksa sinirden mi, pek ayırt edememiştim. Bu da umurumda olmadı. Daha fazla beklemedim. Sinsice sağına doğru iki adım atıp hafifçe arkasına geçtim. Arkadan diz kapağının boşluğuna dizimi geçirip bükülmesini sağladığım an bir kolumu boynuna asıp öne doğru bükülen dizine ayağımı koydum ve kendimi yukarı çektim. Resmen vücuduma tırmanmıştım ve bunlar sadece birkaç saniyede olmuş şeylerdi.

 

Az önce yaptığım gibi kendimi boşluğa bırakıp sırtımı çamurla buluşturdum. Kollarım ise Alparslan'ın boynuna yılan gibi dolanmıştı arkadan. Sıkıyordum ama herhangi bir baskım yoktu. Alparslan, elini koluma refleks olarak atmış olsa da kalkmak için hamle yapacağını anlayarak bacaklarımı beline sardım. İri cüssesiyle kucağımda kıstırmıştım onu.

 

O sırada Öfke timinin de Alaca timi'nin yanına geldiğini yeni fark ediyordum. Yürek Timi ise en başından keyifle bizi izliyordu. Alaca timi korkulu gözlerle bu ana şahitlik ederken bu durumdan en çok keyif alan elbette ki Öfke timiydi. Onlar benim çocuklarımdı.

 

''Mutant gibi nasıl yapıştı gördünüz mü?'' Bahadır'ın gururlu sözleri üzerine tedirginlikle bakmaya devam etti Alaca timi. Onların ciddiyetinden dolayı Bahadır Serdar'ın omzuna geçirdi bir tane alayla. ''Korkma oğlum, yemeyiz komutanını. Asena komutanım uzak doğu sporlarını çok severde.''

 

Serdar tedirgin bakışlarını Bahadır'a çevirdi.

 

"Uzak doğu olduğuna emin misin? Şu an çok fazla yakınlarda.'' İşaret parmağıyla bizi göstermişti bunu söylerken.

 

 

''Asena, amacın boğmak mı?'' Alparslan'dan nihayet ses gelirken keyifle gülümsedim.

 

''Bende aynı şeyi sana soracaktım, biliyor musun?''

 

Alparslan kollarımı tutan elini çekip bacaklarıma uzandığında olacak şeyi tahmin ederken bacaklarımı çözdüm ama çoktan ayak bileklerimi yakalamıştı. Ayak bileklerimi tuttuğu gibi esnetirken canımı acısı ile yüzümü buruşturdum. Dişlerimin arasından feryat eden iniltim ile çoktan güç seviyem yarıya inmişti bile. Alparslan bu fırsattan istifade kollarımın arasından kolaylıkla kurtulurken belimden tuttuğu gibi beni havaya kaldırdı. Bir an havaya atacağını düşünsem de bunu yapmak yerine beni omzuna atıp baş aşağı sarkmama sebep oldu. Derin soluk alışları benimkilere ritmik bir şekilde ayak uyduruyordu. İkimizde konuşmak yerine hamlelerimizle birbirimize cevap vermeye başlamıştık artık.

 

Bedenimin belimden daha fazlası aşağı sarkarken Alparslan'ın beline sarıldım. Arkası tamamen çamurdan ibaretti. Kalıp gibi oturmuştu ve benim de ondan kalır bir yanım yoktu. Bedenim aşağı doğru ağırlık yaparken Alparslan'ın bunu hesaba katmadığını düşündüm. Zira bunu fırsata çevireceğimden bir haberdi. Belinden tutunarak yaklarımı havaya kaldırıp vücudumu aşağı daha fazla kaydırdım. Alparslan ne yapacağımı anlayarak daha sıkı tutmaya çalışsa da bacaklarım çoktan ellerinden kaymıştı. Her yanımız çamura bulandığı için birbirimizi zapt etmek oldukça zor oluyordu.

 

 

''Komutanım aman dikkat.'' Sesini işittim Bilal'den.

 

''Bizim komutan sizi Komutanı yer.'' Diye dahil oldu Niyazi. Göremesem de baş aşağı olan ben oldum için daha kötü durumda olan bendim.

 

Alparslan tamamen bacaklarımı bıraktığı an ellerimden destek olarak kafa üstü dikildim bir iki saniye. Alparslan düzelmem için benden bir adım öteye gittiğinde ise kendimi ayaklarımın üzerine bırakıp düzeldim fakat Alparslan nefes almama bile müsaade etmeden üzerime hızla gelmeye başladı. Refleks olarak karnına attığım bir yumruk onu şaşkına çevirse de bu durum onun daha da iştahlanmasına neden oldu. Ben ikinciye hazırlanırken yumruğumu yakaladığı gibi elimi büküp sırtımı kendisine doğru çevirdi. Sırtım onun sert göğsüne çarptığında nefesini kulağımda hissettim. İkimizde deli gibi soluyorduk ama aldığımız nefes bir türlü yetmiyordu.

 

Suni teneffüs yapabilirsiniz, dedi içimdeki şırfıntı.

 

Alparslan bir eliyle arkadan kolumu tutarken bir eliyle de hatta koluyla boynuma sarılmıştı. Kaslı iri kolu gerçekten çok sıkıydı. Kütüğün altından daha zor bir durumdaydım.

 

''Amacım seni boğmak olsa emin ol daha farklı yöntemlerimle tanışırdın, Asena.'' Ürkütücü derece de boğuk çıkan ses tonu yüzünden neredeyse titreyecektim. Bu adamın üzerimde bıraktığı etki koca bir kâbus olmalıydı.

 

Elinden kurtulmak için kendimi sarstım lakin kuru bir çırpınıştan fazlası değildi. Kolunu daha da sıkılaştırırken ağzım aralandı artık çünkü son nefes alışverişlerim gibi hissetmeye başlamıştım.

 

''Şimdi söyle bakalım. Hala amacımın seni boğmak olduğunu düşünüyor musun?''

 

Konuşmak için iyi bir durumda değildim. O da bunu fark ederek kolunu biraz gevşetti.

 

''Şu an evet.'' Dedim küstahça. Bu kadar çabuk teslim olacağımı düşünmesi fazla komikti. Her şeyi geçtim, çamurda bu kadar debelendiğime değmeyecekti.

 

''Yani şimdi bende bir an düşündüm de yakın doğu daha doğru. Hatta fazla yakın gibi bunlar güreşiyor lan.'' Dediğini duydum Cesur'un.

 

 

''Kim kazanır? Bahis açalım.'' Dedi, Fatih neşeyle. Şu an burada boğuluyordum ve iki timin de tek düşündüğü bahis miydi?

 

''Aslan komutanım olan Alparslan komutan kazanır diyenler, basın bakim paraları.''

 

''Asena.'' Dedi dişlerinin arasından Alparslan. Tekrar sarstım kendimi. Amacım ondan sadece kurtulmak değil, hamlenin bana geçmesini sağlamaktı fakat elinden kurtulmadan bunu başaramazdım. Ya da başarabilirdim. Dudaklarımı ıslattım kuruyan boğazıma inat.

 

''Asena Hanım için bahisleri alayım.'' Dedi Serdar. ''Kazanırsa ona bu paralarla yemek ısmarlarım. Kadın şimdi o kadar hak etti.'' Bir şaplak sesi geldi.

 

''Sen niye Asena Hanım'a veriyorsun lan bahsini.'' Yusuf'un kimden bahsettiğini anlamak zor değildi.

 

''Komutanım, kadın ya şimdi. Ben hep kadınların arkasındayım, Komutanım.''

 

''Al lan şu paranı.''

 

''Boş ver çiçeğim, sen bana bas o parayı. Biz sonra yemek yeriz.'' Diye bağırdı Cesur.

 

''Ayran içtik ayrı düştük, şarap olsa sevişirdik.'' Boşboğaz Serdar'ın dediklerinden sonra bir şaplak sesi daha geldi.

 

''Kafam yamuldu ama Komutanım, yeter artık vallaha bezdim.'' Serdar'ın isyanının arasında, Alparslan'ın arkada tuttuğu elimi yumruk halinden açarak palaskasının arasına elimi soktum. Artık resmi olarak güreşiyoruz denebilirdi.

 

Alparslan'ın vücudunun gerildiğini fark ettim ama geri adım atmamakta ısrarcıydım. Sırtıma eşliğinde palaskasını tuttuğum gibi kendimle beraber ileri doğru yürütürken kütüğün önündeydik. Kolum kırılma uğruna da olsa amacım onu kaldırıp kütüğün üzerine bırakmaktı ama tabii ki bu kadar ağır, iri cüsseli adamı tekte kaldırmak neredeyse imkansızdı. Karın ve göğüs kaslarını sertliğinde sırtımın her bir noktasında hissediyordum.

 

 

''Komutanım biraz daha dayanın.'' Diye dibimize gelmiş bağıran Bilal'i götüme bile takacak durumda değildim. Ters bir bakış atmakla yetindim sadece. Bir an eğilip elini ağzına siper ederken diğer eliyle de Alparslan'ın arkasına doğru parmağını işaret etti.

 

''Pandik atayım mı?'' diye fısıldaması üzerine kaşlarımı çattım. ''Pandik diyorum, pandik.'' Diyerek yineledi kendini. Anlamıştım ne dediğini ama zihnimde öyle bir görüntü canlandırmamak için bayrı bir efor harcamak zorunda kalmıştık.

 

Bilal'in arkasından uzanan elin sahibi Yusuf olurken enik gibi ensesinden tuttuğu gibi bizden uzaklaştırdı.

 

''Yanlış anladınız Komutanım.'' Diye gevelenmeye başlamıştı çoktan.

 

''Pes et yoksa herkesin önünde rezil olacaksın.'' Diye fısıldadı, Alparslan kulağıma. Bu sefer sesli bir şekilde güldüm.

 

''Şu an keyiften seninle bu halde değilim, biliyorsun değil mi?'' dedikten sonra kendimi ona bastırıp palaskasını daha sert çekiştirdim.

 

''Asena!'' hırlayan bir ses tonuyla ismimi bilmem kaçıncı kez zikrederken hiç beklemediğim bir şey yaparak beni ışık hızında serbest bıraktı. Bırakması dengemi bozarken ayağım neredeyse önümdeki kütüğe takılıyordu. Son anda dengemi koruyup ayakta kalmayı başarabildim. Arkamı döndüğümde ise Alparslan muallak dolu yüz ifadesi ile karşılaştım. O da benim gibi nefes nefseydi hala. Aramızdaki tek fark ise benim neşeli yüz ifademe zıt olarak onun suratının oldukça sert hatlara sahip olmasıydı. Yüzünde mimik dahi oynamazken kaşları mümkünü varmış gibi her zamankinden daha çatık bakıyordu. Aramızdaki sessiz bakışmayı kesen ben oldum ve son kez alay dolu bir sırıtışla bataklığın içinden çıktım.

 

Yanından geçmekte olduğum Aslı, ''Tebrikler, yine de iyi dayandın.'' Dediğinde adımlarım otomatik duraksadı. Onun tam omuz hizasında durup yandan bir bakış attım. Küçümseyici bir bakış. Belki biraz da aşağılayıcı. Neredeyse bir ayı ile boğuşmuş gibi dağılmıştım ve kadının gelip de dediği tek şey 'İyi dayandın' olmuştu.

 

''Bir gün dayanıklılık testinde sizi de görmek isterim.'' Diyerek cevap dahi vermesini beklemeden yanından uzaklaştım. Sırtımdaki ağırlıktan ise gözlerinin hala bende olduğunun habercisiydi.

 

Öfke timi bir karınca gibi yanıma toplanırken sinirle tekme savurdum Bilal'e. O acıyla götünü tutup önden kaçmaya başladı. Aramıza belli bir mesafe koyduğunda ise, ''Yine ne yaptım Komutanım?'' İsyan dolu sesi yüz ifadesine de yansımıştı.

 

''Daha ne yapacaksın ulan!'' diye bağırdım üstüne yürümeye devam ederken. ''Ne diye adama pandik atayım diyorsun! Direkt atsana soracağına.'' Bunu dememi asla beklemediği için geri geri yürürken bir anda adımları kesildi. Dediğim şeyi anca anlarken pis pis sırıtmaya başladı. Eli götünden uzaklaşıp bu sefer geri geri gitmek yerine bana doğru yürümeye tekrar başladı.

 

''Ha öyle desenize Komutanım.'' Salak salak sırıtıp dibime girdi. ''Valla tebrik ederim sizi. Ayı postu gibi yere serdiniz herifi kaç kere. Ben diyorum ki sizi ara ara kafes dövüşlerine sokalım, getirisi çok büyük Komutanım öyle bakmayın.'' Bu sefer kulağına mengene gibi yapışan kişi Enver'di.

 

''Ne anlatıyorsun sen burada! Çekil git, eşek herif.'' Enver burnundan soluyan bir vaziyette Bilal'i bir kenara savurdu. Bilal uğradığı gazaptan kaçarcasına bizden uzaklaşırken arkasından bağırdı Bahadır.

 

''Nereye lan lağım faresi, bahisleri bölüşecektik daha.''

 

Bilal hızlı hızlı Şener Şen gibi yürümeye devam ederken seslendi, ''Sen benimkini al! Bizden olmaz artık, çapraz takılan çantanın ayırdığı memeler gibiyiz seninle. Aynı yerde fakat ayrı ayrı işte.'' Hüzün dolu sesi az daha içime işliyordu ne yalan söyleyim. Ama işte Alayın ortasına meme diye bağırmasa çok daha iyiydi.

 

''Komutanım üstünüz çok kötü durumda.'' Dedi, Enver. Sanki ne halde olduğumu bilmiyormuş gibi üzerimi süzdüm kısa bir müddet. Gerçekten de berbat bir haldeydim. Sırtımın komple çamur içinde olduğu yetmezmiş gibi saçım başımda çamur tutmuştu. Hatta kurumuşlardı neredeyse çünkü ben yürüdükçe üzerimden ufak parçalar dökülüyordu.

 

''Burada yanımda yedeklerim yok Enver.''

 

''Hemen eve birini yollayım aldırtayım.'' Dediğinde hızla araya girdim.

 

''Hayır hayır. Sen git,'' dedim. Anlamayarak yüzüme baktı. ''Ben şu an eve sığmadığım için Ece'de kalıyorum. En son kıyafetlerimi de oraya almıştım aniden görev çıkarsa Yeliz ablaları uyandırmamak için. Şimdi bizim salaklardan birisi giderse kıza musallat olurlar, iki saat gelmezler.''

 

Bir müddet düşündü ama en son anladım dercesine kafa salladı.

 

''Ben giderim o zaman sorun yok. Sizde buradaki odanıza geçin isterseniz.'' Kaşlarım çatıldı.

 

''Ne odası?'' gülümsedi yarımca. Buraya ilk geldiğimde kaldığım yataklı odadan bahsediyor olamazdı çünkü orası artık bizim için eşyalarımızı koyduğumuz daha çok bana ait olan giyinme odasıydı ve artık yatak yoktu. Onun yerine bin bir çeşit mühimmat vardı. Burada bıraktığım en son ki üniformayı ise temizlemek için eve götürmüştüm.

 

''Albay sizin için çalışma odası hazırlatmış. Biraz küçük ama en azından sizin için özel bir alan var artık. Yine de iyi düşünülmüş, a'dan z'ye her şey mevcut.'' Diyerek cebinden bir anahtar çıkarıp bana uzattı. Uzattığı anahtarı şaşkınlık içinde aldım elinden.

 

Ben hala anahtarla bakışırken, ''Ben bir an önce gidip geleyim sizde üzerinizi değiştirin.'' Diyerek uzaklaşmaya başladı. Ona cevap dahi vermezken bir süre elimdeki anahtarla bakıştım. Açık kalan ağzımdan akan salya ile kendime gelip anahtarı avucumda sıkarak Karargâhın içine girdim.

 

Hangi oda olduğunu bilemesem de üzerinde yirmi dört yazısını görerek ipucu sezdim ve genelde kilitli olduğu odaların olduğu koridorda kapılara tek tek bakmaya başlamışken bir kapının kenarında asılı olan küçük tablette yazılı olan isim ile buz kestim.

 

M.T.A ASENA SEREZ

 

İsmimin başında yazan harfleri pek anlamasam da aldırış etmedim. Neden öyle bir kodlama olduğunu şu an düşünmek yerine Albaya sormayı tercih ettim. Kapıyı açıp odaya girdiğimde ise Enver'in bahsettiği gibi küçük bir odaydı ama içine eşyalar rahatlıkla sığmıştı. Orta büyüklükte bir masa ve onun önünde tekli ve karşılıklı duran iki küçük koltuk vardı. Onlara uyumlu olarak sol tarafta duvara monte edilmiş küçük bir dolabın içinde ise kırmızı ve mavi renkten oluşan dosyalar mevcuttu. Koltuğum arkasındaki hafif çıkıntılı kolonda ise Mustafa Kemal Atatürk'ün portresi, ona takiben aynı hizada Türk Bayrağı vardı.

 

Pis bir şekilde bu odaya girmek istemesem de çoktan geçmişin soğu rüzgarları beni benden alıp koca bir tufanın içine kadar itmişti.

 

 

 

 

<><><><><><><>

 

 

 

Enver önünde durduğu kapının zilini üçüncü kez çalarken bıkkınlıkla nefesini dışarı verdi. Yaklaşık dört dakikadır kapının önünde bekliyordu. Evden sesler geliyordu lakin açan birinin olmaması Enver'i asıl sinirlendiren olaydı. Yoksa durumun kapının açılmamasıyla alakası pek de yoktu.

 

Enver şansını son kez denemek istercesine, belki de zili duvardan içeri sokmak istercesine sert bir şekilde zile tekrar abandı. Bununla birlikte dördüncü olmuştu. Enver parmağını çekmeden zile basmaya devam ederken sonunda kapıya yaklaşan hatta koşar adım gelen ayak seslerinden kapının açılacağını anlasa da zilden parmağını çekmedi.

 

Kapı açıldığında ise karşısında sırılsıklam olmuş hatta bir köpek yavrusu gibi ıslanan saçlarıyla ona ağlayarak bakan bir kadın beklemiyordu. Enver'in şaşkınlıktan dudakları aralansa da eli hala zildeydi.

 

Karşısındaki kadın sinirle ona yaklaşıp parmağı hala zilde olan Enver'in elini hırsla itti. Kolu boşluğa düşünce zil bir anda susunca Ece'nin gevşeyen sinirleri bu sefer Enver'e sıçradı.

 

''Belki öldük! Belki de birini öldürüyorum, kapıyı açamayacak kadar müsait değilim! Belki de ben aslında bu evde yokum!'' gözleri öfkeden irileşmiş bir vaziyette karşısında ona bağıran kadına şaşkınlıkla bakmaya devam etti, Enver.

 

Ece ise ıslanmış saçlarının yüzüne yapışmasına ayrı sinir olurken elinin tersiyle onları itti. Yüzüne yapışan inatçı saç oradan gitmezken bu sefer koluyla onu tekrar itti ama kahrolası saçı yine gitmiyordu. Kafasındaki dağınık topuzu, dağınık kelimesinin az kalacağı kadar dağınıktı. Ece, olduğu yerde tepinip tiz bir çığlık atarak Enver'in şaşkınlığını umursamadan içeri girdi.

 

Enver ise olayın etkisinden çıksa da içeri girip girmemek konusunda kararsız kalmıştı. En nihayetinde buraya ne için geldiğini hatırlayıp girmekten başka çaresinin olmadığına karar verdi ve içeri girerek ardından kapıyı kapattı. Yoksa Komutanı onu mancınıkla uzaya fırlatabilir bu sayede Elon Musk'a yeni bir rakip çıkmış olabilirdi. İlk ihtimal korkutucu gelse de ikinci ihtimal gururunu okşamıyor değildi.

 

Daldığı düşüncelerden onu çıkaran ise yerdeki ıslak ayak izleri ve nereden geldiğini bilmediği söylenme sesiydi. Sesin geldiği yönü takip ederek evde ilerlemeye başladı. Etrafı kısa bir inceleme fırsatı bularak baktığında ilk izlenim olarak aşırı bohem tarzındaki bu ev Enver'in ruhunu daraltmaya yetmişti.

 

Enver birden bacağına değen yumuşak cismi hissederek yerinde sıçrayınca ayağının dibindeki küçük kediyle karşılaştı. Bembeyaz tüyleri ve renkli gözleriyle bir süre Enver'i kesti kedi. Ardından cılız sesiyle miyavladı.

 

''Sen ne arıyorsun burada tüy yumağı.'' Diyerek kediye doğru eğildi, Enver. Kedi de sanki kucağa alınmayı bekleyen küçük çocuk gibi Enver'in onu kucaklamasını bekledi. Kedi bile ne olduğunu şaşırırken patilerini çoktan Enver'in göğsüne koymuştu. Enver'e doğru bir kez daha miyavlayıp ilerideki bir yere bakınca Enver'in de bakışları orayı takip etti.

 

Enver kucağında kedi ile hem sesi hem de kedinin baktığı yeri takip ederek kapıya ulaştığında gördüğü manzara hiç beklendik değildi. Ece, yüzüne sıçrayan musluğu eliyle kapatmaya çalışırken tezgâhın üzerindeki su dolmuş kaplara bakakaldı Enver. Kedinin bir kez daha miyavlamasını duymadı bile.

 

''Allah'ım neden her şey üst üste geliyor? Artık ne olacaksa olsun umurumda değil diyorum hemen başıma bir iş geliyor. Allah'ım sana isyan etmek olmaz ama bir dur, belki blöf yapıyorum.'' Ece'nin ağlamaklı ses tonunu duyan kedi bir kez daha miyavlayınca Ece şiddetle burnunu çekerek, ''Annecim bir git sende şimdi fareye döndüm burada!'' kedi bir kez daha miyavladı.

 

''Yardım gerekli mi?'' diye sormadan edemedi, Enver. Musluğa kaçıncı kez sardığı havluyu bilmeyen Ece bir kez daha havluyu sararak yüzüne suyun fışkırmasına az da olsa engel olmak istedi.

 

Ece artık bıkkınlık dolu yüz ifadesi ile omuzlarını düşürerek geldiğini unuttuğu Enver'e döndü.

 

 

''Sence?'' diye sordu ağlamaklı ifadesi ikiye katlanırken. Enver gelmeden önce ise ağlayarak yapıyordu bu işi. Yanakları ağlamaktan kupkuru olmuş, açık teni kızarmıştı. Al yanakları durumun vahimliğini gösterirken Ece, bir elini beline diğerini de alnına koyarak sandalye oturdu.

 

Mutfağın halinin pek içi açıcı olmadığını gören Enver, ''Vanayı kapatmayı hiç düşündün mü?'' diye sorarken oldukça ciddiydi.

 

Ece duyduğu şey ile eli alnında ona bakakaldı. Gerçekten aklına dahi gelmemişti. Kendini tıpkı bir aptal gibi hissederken daha çok ağlama isteğiyle dolup taşmıştı. Enver olacak olanı sezip tekrar araya girdi.

 

''Vana nerede?'' Enver kucağındaki kediyi yere bıraktığı an kedi koşarak Ece'ye doğru gidip kucağına tırmandı. Miyavlayıp ağlamak üzere olan Ece'ye kendini sürterken yüzünü yaladı. Ece gülmek ve ağlamak arasında gelgit yaparken utana sıkıla kafasını kaldırıp Enver'e baktı.

 

''Dış kapının yanındaki doğalgazın orada.'' Enver aldığı direktifle geldiği yönü geri giderek kapıdan dışarı çıktı. Dediği gibi vana oradaydı ve hızlıca vanayı kapatıp tekrar içeri girdi. Mutfağa gittiğinde havludan sızmayı kesen suya bakıyordu Ece. Mahcup bir şekilde Enver'e çevirdi bakışlarını tekrar.

 

''Teşekkür ederim. Stresten aklıma dahi gelmemişti, aptalın tekiyim.'' Kendi kendine kızmasına içinden devam ederken kedi hala kucağındaydı. Güya bugün izin günüydü ve sadece yatıp dinlenmek istiyordu. Başına gelmeyen kalmamıştı.

 

Enver, karşısında utana sıkıla duran kadını süzdü kısa bir müddet. Üstündeki ince şifon elbise sırılsıklamdı hatta neredeyse etek uçlarından su damlaların aktığını bile söyleyebilirdi. Enver onu daha fazla utandırmamak için konuşacağına dair sertçe boğazını temizledi odağını başka yöne çevirirken.

 

''Asena Komutan gönderdi de beni. Üniforma gerekli oldu, buradaymış.'' Ağzının kenarıyla söylediği sözlerden sonra neden geldiğin geldiğini anlamayan Ece için aydınlanma olmuştu.

 

Ece anladım dercesine kafa salladı. ''Evet, yıkanması için buraya getirmişti. Malum, onun ev kalabalık.''

Bu sefer kafa sallayan kişi Enver oldu. İkisi de yüz yüze bakıp konuşmaktan oldukça çekiniyordu.

 

''Sen üzerini değiştir istersen, hasta olma. Ben beklerim sıkıntı yok.'' Enver kendi söylediğine bile şaşırırken ondan daha çok Ece şaşırmıştı. Bal rengi saçlarının ıslak telleri bir bir yüzüne düşerken Enver'in haklı olduğu kanısına vardı.

 

''Evet, üzerimi değiştirsem iyi olur.'' Diyerek kucağında kedisiyle Enver'e doğru yaklaştı. Tam yanından geçerken, ''Sizde salonda bekleyebilirsiniz, Asena'nın kıyafetlerini de hazırlar getiririm.''

 

Enver cevap vermek yerine kafa salladığında Ece'de yüzüne bakmayarak oradan geçip odasına gitti ışık hızında. Kediyi yatağa bıraktığı gibi elleriyle ağzını kapatıp olduğu yerde tepindi. Adama resmen rezil olmuştu. Aynadan kendini süzdü. Islak elbisesi, fareye benzeyen ıslak saçları ve kızarık yüzüyle oldukça çirkin buldu kendini.

 

Ağlamaklı ifadesi devam ederken kedisine döndü.

 

''Mırmırsu, annecim şu halime bak. Pasaklının teki senin annen.''

 

Enver bir an salona gitmeyi düşünse de mutfağın hali gerçekten içler acısıydı. Dağınıklığı bir tarafa her yer su içindeydi ve musluk olduğu yerden sökülmüştü. Bir anlık aklından geçen düşünceyle pek de emin olamayarak ensesini kaşıdı tedirgince. Yardım edebileceğini düşünerek az önce Ece'nin girdiği odaya doğru yönelmişti ki kolonu dönmesiyle hafif aralık kapıdan arkası dönük bir şekilde üzerindeki elbiseyi çıkaran Ece'yi görmesi bir oldu. Ayakları çivi gibi yere çakılı kalırken ne geri dönmek için hamle yapmak aklına gelmişti ne de aksi bir şey. Sırtının ne kadar güzel olduğunu düşünmemesi gereken bir şeydi. Belindeki gamzeleri bile buradan seçecek durumdaydı ki aralarında üç metreden fazlası yoktu bile. Enver, soluk almayı bıraktığını bile o an fark etti. Durup sadece gördüğü şeyin etkisinden çıkmayı beklemişti lakin daha fazlasının olmasını o da beklemiyordu. Ece, altındaki iç çamaşırını da fazla yavaş bir şekilde indirmeye başladığı an Enver artık bunun çok fazla olduğunu düşünerek eliyle gözlerini kapattı. Arkasını dönmek yeni aklına gelirken eli hala gözünü kapatıyordu. Arkası dönük bir şekilde birkaç adım uzaklaştı oradan. Elini çekmeyi de yeni akıl edip yüzünden indirdiğinde bir elini duvara yaslayıp derin bir soluk bıraktı içinden.

 

Tek amacı kapısını tıklatıp, yüreği el vermediği için yeni musluk almaya gittiğini haber vermekti. Aklında fazlası yoktu çünkü kapısını kapatmamış olma ihtimali hiç kimsenin aklına bile gelmezdi. Enver, içinde küçük bir hesaplaşma yaparak kendini aklama derdine düştü. Onun kapısının kapalı olması gerekiyordu, evinde hiç tanımadığı bir erkek vardı. Bu kadın evine her erkek birini aldığında bunlara dikkat etmeden davranıyorsa bunların oluyor olması muhtemeldi. O an düşündüğü şey üzerine kaşları çatılırken bu eve neden başka erkeklerin geldiği düşüncesi onu az da olsa rahatsız etmişti anlayamadı. Komutandan dolayı diye düşündü ama bu kendini kandırmaktan başka bir şey değildi.

 

Yaklaşık beş dakika sonra odadan çıkan Ece'nin elinde saç havlusu vardı ve saçlarını kuruluyordu. Koridorda öylece dikilen Enver'i görmesiyle kaşları çatıldı. Üzerine giydiği tayt ve tshirtün üzerinde hala saçlarından damlayan suların izleri vardı.

 

''Ne oldu? Neden içeri geçmediniz?'' diye sorma gereği hissetti, Ece.

 

Enver'in bir eli saçına giderken ensesini kaşıdı.

 

''Musluk için,'' anlamlı cümle kuramayacağını fark edip kendini toparladı. Az önceki görüntü bir türlü aklından çıkmıyordu. Kafasına balyozla vurma isteğiyle dolup taşsa da bunu Ece'ye söylediği an onun da yapabileceğine hem fikirdi.

 

''Yardım etmek istedim de yeni musluk gerekli. Ben alıp geleyim yoksa Komutanım da mağdur olmasın, malum burada kalıyor.'' Söylediği yalana kendisi bile inanmazken Ece gerçekten inanmıştı. Konunun Asena ile ilgisinin olmadığını bilmesine gerek yoktu.

 

''Zahmet olmasın, ben bir usta çağırırdım.'' Dese de ''Ustalık bir işi yok. Şimdi bir sürü para alırlar. Ben beş dakika da hallederim.''

 

Ece mahcup bir şekilde gülümsemeden edemedi. ''Peki o zaman. Sokağın aşağısında bir hırdavatçı olacaktı.''

 

Enver, ''Birazdan gelirim.'' Diyerek yanından geçtiği gibi evden dışarı attı kendini. Olayın etkisinden çıkması uzun sürse de yalnız kaldığı an aklına düşen görüntüyü göz ardı edemedi. Eliyle sertçe alnına vururken tek düşündüğü o musluğu kendine sokmaktı.

 

Ece, Enver'in gitmesiyle evdeki dağınıklığı yok etmek için hızla işe koyuldu. Önce mutfaktaki ıslak havluları alıp banyoya kaldırırken yerleri önce kurulayıp sonra da sildi. Etraftaki su dolu kapları da boşaltıp yıkanması için kenara aldıktan sonra az önceki dağınıklıktan eser kalmamıştı. Bu süre içinde ise tam kedisini kucağına alıp sevmeye başladığı an zil çaldı.

 

Az öncenin aksine kısa çalan zil ve aşırı sakin olan Ece kapıyı açtı. Enver elinde tuttuğu iki adet musluk ve tamir edevatıyla içeri girdi. Tahmin ediyordu ki evde musluğu değiştirmek için bir anahtar yoktu.

 

''Hoş geldin.'' Diyerek gülümsedi, Ece. Biraz önceki göstermediği nezaketi şimdi telafi etmek istiyordu.

 

Enver bu tavrını garipsese de cevapsız bırakmamak adına, ''Hoş buldum.'' Diyerek içeri girdi.

 

Enver mutfağa geçip büyük bir ustalıkla musluğu değiştirirken Ece'nin onu hayranlıkla izlediğinde habersizdi. Enver nihayet musluğu değiştirip eskiyi aldığı gibi çöpe atarken yedek musluğu Ece'ye uzattı.

 

Gözleri kesişirken, ''Evde bulunsun.'' Diyerek anahtarı da ona uzatarak eline tutuşturdu.

 

''Bulunsa da ihtiyaç halinde bunları takabileceğimi sanmıyorum.'' Ece'nin açık sözlülüğü karşısında bir müddet sessiz kaldı, Enver.

 

''İhtiyaç halinde yardıma gelebilirim.'' Enver bu çıkışı kendisinden beklemiyor olsa da sonuçta bu evde komutanının da olmasına bağladı bu durumu.

 

''Yani zahmet vermek istemem.'' Diyecek oldu Ece ama Enver araya girdi.

 

''Benim iki dakikamı almayacak şeyler için kendini harap edeceksen inan bana hiç zahmet olmaz.''

 

Ece ne diyeceğini bilemeyerek dudaklarını ıslattı. Dalgın bir biçimde saçını kulağının arkasına sıkıştırırken, ''Teşekkür ederim, bu arada bir şey içer misin?'' diye sormak yeni aklına gelmişti.

 

''Teşekkür ederim ama gitmem gerek. Hatta geciktim bile Asena Komutanımın beni ateş topuyla beklediğine eminim.'' Enver'in söyledikleri Ece'yi güldürmüştü. Enver'in bakışları çok kısa bir an onun gülüşünde oyalandı.

 

''Hemen getiriyorum.'' Diyerek bir şey demesine fırsat vermeden uzaklaştı Ece. Hazırladığı poşeti alıp tekrar Enver'in yanına dönüp ona uzattı.

 

Enver poşeti aldıktan sonra kapıya yönelirken Ece'de peşinden ilerledi. Enver kapıyı açıp dışarı çıktığı esnada, ''Tekrar teşekkür ederim. Vaktini çaldım, umarım Asena kızmaz.'' Diyerek dudağını dişledi.

 

Enver, ceketinin yakasını düzeltirken yarımca güldü.

 

''Sorun yok, teşekküre de gerek yok. İyi günler.'' Diyerek asansörün tuşuna bastığında Ece'de son kez ona gülümseyip kapısını kapattı.

 

Enver'in asansöre binerken düşündüğü tek şey, zihninde dönen tek sahne bu kadının belindeki gamzelerdi.

 

 

<><><><><><>

 

 

 

''Bilen bilir. Tarihteki ilk terörist Hz. Nuh peygamberimizin oğlu Kenan'dır. Babası 'oğlum gemiye bin' dedikçe, o insanlardan olmayıp 'yok baba ben dağa çıkacam' demiştir.''

 

''Lan Habeşi, bu bilgileri neden hep sen veriyorsun?''

 

''Aranızda dini bütün, hiçbir Cuma namazını kaçırmayan, sadaka veren, Allah kitap aşkıyla yanan ben olduğum için olabilir mi acaba?'' diye karşılık verdi Bilal, Bahadır'ın sorusuna.

 

Pustuğumuz yerde hepimiz farklı yerlere dağılmıştık. Şu an bir dağda değil şehir içindeydik. Operasyon için gece yarısı planlanmıştı. Girdiğimiz boş inşaatın altıncı katında ben, Cesur ve Alparslan vardık.

 

Cesur, özel nişancı tüfeği ile pozisyon almışken hedefimize girecek kişiyi bekliyorduk. Kırk beş dakikadır aynı pozisyondaydı ve gözünü dürbünden dahi ayırmıyordu.

 

''İstersen, Yusuf geçebilir yerine. Sende dinlenmiş olursun.'' Diye öne atıldı, Alparslan lakin Cesur'un bunu asla kabul etmeyeceğine emindim. O yüzden mimik bile oynatasınızın ilgimi onlardan çektim.

 

Cesur istifini bozmadan, ''Gerek yok, bunun eğitimini boşuna almadım.'' Soğuk sesi aramızda yankılanırken Alparslan'ın sanırım verecek cevabı yoktu.

 

''Yanlış anlamadıysam Habeşi bize kafir muamelesi yaptı.'' Dedi, Ufuk gülüşünün arasında. Bu aralar fazla sessiz olması canımı sıkarken hastalıklı gibi dolaştığını aklımın bir köşesine not etmiştim fakat Enver bir şey olmadığı konusuna dair epey ısrarcıydı. İçimden bir ses benden gizlenen bir şeylerin olduğunu söylese de biraz daha sessiz kalmaya tercih ettim bu konuda. Uzaktan gözlemleyip en sonunda patlayacaktım.

 

''Herkes övündüğü şeyin yalancısıdır.'' Gelen sesin Bukre'ye ait olduğunu fark etmemle konu daha çok ilgimi çekerken karşı binadaki hareketliliği hepimiz aynı an da hissettik.

 

''Komutanım, binaya giriş yapıldı. Asansöre ilerliyorlar.'' Enver'in ikazı ile Cesur hedef noktasını değiştirdi. Bir diğer açık inşaat penceresinin dibinde dürbünle gözlem yapan Alparslan ise sessiz kalarak izlemeye devam etti.

 

''Şu kız bile sana laf söylüyorsa durumun epey vahim Habeşi.'' Diye atıldı Cesur gülerek.

O ikisini oda da bırakıp yan tarafa geçtim. Burası biraz daha küçük bir odayken uzun namlulu silahımı çıkarıp kendime pozisyon için uygun zemin hazırladım.

 

''Niye öyle diyorsun yaban gülü, aslında seninle salli ve barik olabilirdik.'' Dedi, Bilal.

 

''Bukre, Bilal'e neden Habeşi diyoruz hiç merak ettin mi?'' diye sordu Bahadır'ın sesi aşırı eğlenir tonda çıkarken. Cesur'un gülüşünü sezdim bir yandan da.

 

Bukre'nin, ''Hayır etmedim.'' demesiyle bu sefer hepsi daha çok güldü. Bilal hariç tabii ki.

 

''Ben yine de anlatayım, belki öğrenmek isteyen başka insan evlatları da vardır.''

 

''İnan merak ettiklerini sanmıyorum, Bahadır.'' Dedim şarjörlerimi kontrol ederken. Dudağımda yamuk bir sırıtma eşliğinde tüfeğimin konumu hazırdı. Kullandığım silah özel olarak hazırlanmış, lazer ekipmanı olan bir silahtı.

 

''Komutanım, bu özel hikâye herkese nasip olmaz.'' Dedi, Mert. Anlaşılan o da Bahadır'ın anlatmasından taraftı.

 

''Anlat lan anlat,'' diye araya girdi Serdar. ''Incığını cıncığını anlat.''

 

''Bizim ekip niye dizi seti ya?'' diye hayıflandı, Cesur. ''Aşk-ı Memnu tam kadro bizim ekipte, karşı da Yaprak Dökümü Cevriye var. Adını Feriha koydum vizyona girmedi henüz.''

 

''Onda da sen oyna kardeşim, muhallebici Halil iyi giderdi sana. Bakışlarınız tıpatıp aynı.'' Burnundan hönkürerek gülen bu sefer, Bilal'di.

 

''Ee Bahadırcığım, bir şey anlatıyordun sanki.'' Cesur'un sen şimdi görürsün imasından sonra Bahadır o muhterem hikâyeyi anlatmaya başladı.

 

''Habeşinin rahmetli babası imammış, küçükken kulağına da ezanı kendi babası okumuş. Bu da her ağladığında babası gelip ezan okuyormuş kulağına. Bu itte iyice alışmış yıllarca böyle devam etmiş, ezan duymadan uyumuyormuş geceleri. Sonra bir gün bu mal beş altı yaşlarındayken gece uykusunda ağlayarak ezan okumaya başlamış. Ağlamasının sesine evdekiler uyanmış bir bakmışlar Bilal uykusunda ağlayarak ezan okuyor.'' Bahadır nefeslenmek için sustuğun da herkes güldüğüne dair nidalar çıkarmaya başlamıştı bile.

 

''Devam et, Allah aşkına.'' Dedi, Mert gülüşleri arasından.

 

''Allah aşkıyla yanıp geber inşallah, puşt!'' diye söylendi, Bilal telsize.

 

Bahadır zar zor gülmesini durdurup, ''Sonra, bunu uyandırıyorlar zor güç. Ağlamaya devam ediyor, soruyorlar 'ne oldu niye ağlayarak ezan okuyorsun' falan rüyasında bu ezan okurken okçular bunu vuruyormuş, indirmeye çalışıyorlarmış. Adam resmen, Bilal Habeşi'nin versiyonunu yaşamış rüyasında. O günden sonra buna Habeşi diye seslenmeye başlamışlar.''

 

''Peki siz nereden öğrendiniz bunu? Kendisi mi anlattı?'' Bukre'nin meraktan uzak bir sesi olsa da bu merak edip sorduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

 

''Yok,'' diyerek yine güldü, Bahadır. ''Anlatır mı bu hiç. Babası vefat etmeden birkaç yıl önce yanımıza gelmişti, komik adamdı vesselam. Bunun neyi var neyi yok anlattı gitti canı sağ olsun. Bize de yıllık dalga konusu çıktı.''

 

''Yiyeceksin şimdi sağdan soldan dalgayı göreceksin ebeni tersten ama bu sefer çıkınca değil girerken.'' Bilal artık dayanamamış olacak ki pembe dizilere konu olacak senaryolar yazmaya başlamıştı.

 

''Çok uyumlu oldu, sırf bunun için bile sana domalırdım hayatım.'' Bahadır onu bir yerlerine bile takmıyordu.

 

''Olum kız var lan aramızda.'' Diye uyardı Fatih.

 

''Sensin kız.'' Diye yükseldi Bukre. ''Doğru konuş kırmıyım o kafanı!''

 

''Sakin ol yaban gülü.'' Dedi, Fatih. ''Kendi cinsine yabani olanı da ilk defa görüyorum.'' Sesi mırıltı gibi çıksa da herkes duymuştu. Ardından tenin tene çarpma sesi gelirken biz göremesek de ne olduğunu anlamıştık.

 

''Ahh!'' diye inledi, Fatih. ''Yavaş vursan zalimin kızı. Kades uygulamasını yükleyeceğim bu kız yüzünden, ramak kaldı yeminle.'' Söylenmesi devam ederken karşı binanın, bizim katın hizasındaki dairenin tüm ışıkları yandı.

 

''Uğraşmayın sizde kızla.'' Diyen ses, Alparslan'a aitken herkes suspus olmuştu.

 

''Komutanım, kız demeyin sonra size de musallat olur.'' Diye uyardı, Niyazi.

 

''Oh, çok şükür konu benden geçti.''

 

''Tüm evi ışıklarını neden açtı bu?'' Enver'in kuşkulu sesini duyarken bende dürbünle evi gözetlemeye başlamıştım çoktan.

 

''Herkes işine odaklansın!'' Alparslan'ın sert sesi tekrar herkesin arasında dağılarak tuzla buz olmuştu. Kimseden çıt dahi çıkmazken ben zaten çoktan hedefime odaklanmıştım.

 

Şu an pusuda beklediğimiz evde Ökkeş'in eski karısı vardı. Gelen istihbarata göre altı aydır bu evdeydi. Son iki yılı oldukça temiz olsa da Ökkeş'in, onun peşini dümdüz bırakma ihtimali oldukça düşüktü.

 

 

''Komutanım, binaya bir erkek daha girdi. Bu kişi yabancı, bu binada oturmuyor.'' Enver bizimle değil o binanın önünde taksici kılığında yakından gözlem yapıyordu. Ayrıca uzakta olan herhangi bir beklenmedik durumu haber etmekti görevi. Buraya gelmeden önce Albay, binada oturan herkesin fotoğraflarıyla birlikte tüm bilgilerini elimize ulaştırmıştı. Yaklaşık bir saat önce içeri giren ilk erkeğin başka eve gelen bir misafir olduğunu öğrenmiştik. Şimdi gelenin ise hangi eve gireceği mühimdi.

 

''O girdikten sonra hemen binaya girip asansörü kontrol et.'' Diye araya girdim. ''En son kaçıncı katta durmuş asansör, öğren.''

 

''Emredersiniz, Komutanım.''

 

''Asena,'' bana seslenen kişiyle arkama döndüm. Alparslan elinde silahı ile kapı girişinde öylece bana bakıyordu.

 

''Neden buradasın?'' diye oldukça saçma bir soru sordu. Anlamayarak baktım ona. Başa dönmüyorduk umarım.

 

''Nasıl yani?''

 

''Görüş açımıza bile girmiyor bu oda.'' Dedi sadece. Konuyu yanlış anladığımı düşünürken bir yandan da rahatlamıştım. En azından bazı şeyleri tekrarlamayacaktık.

 

''Cesur yalnız çalışmayı seviyor, bazen onu tedirgin edebiliyorum.'' Diye yalan söyledim. Böyle bir şey asla yoktu. Cesur, her zaman her koşulda görevini en iyi seviyede yerine getiren, sorumluluk sahibi bir askerdi. Eski asker.

 

Alparslan dediğime ikna olduğunu düşündüğüm bir yüz ifadesi ile tamamen yanıma yaklaşıp aldığım pozisyonu yakından inceledi.

 

''Aldığınız eğitim,'' susup bir an kafasını bana çevirip baktı. Gözlerimi kırpıştırmakla yetindim. Aldığım tek eğitim, askeri eğitimdi. ''Oldukça yönlü olmalı.'' Diye bitirdi cümlesini. Beni asker olarak değil de ordunun yetiştirdiği sivil bir örgüt olarak biliyor olması bazen beni rahatsız ediyordu. Bunun yüzünden sürekli yalan söylemek zorunda kalıyordum çünkü.

 

''Kapsamlı bir eğitim gördüğümüz kesin.'' Diye geveledim. Nereden ne yalan uyduracağımı bilmiyordum bile. Kafadan bir şey sallamak, kendi topuğuma sıkmak demekti.

 

''Sabahki hamlelerin, onları da mı eğitimde gördün?'' kaşlarımın altından ona şaşkınlıkla baktım. Genel olarak bakıldığında yaptığım hiçbir hamle şaşırtıcı bir şey değildi benim nezdimde.

''Hayır,'' dedim kısaca. Bu doğruydu, askeri eğitimde öğrenmemiştim bunları. Askerlikten atıldıktan sonra kendimi spora ve dövüş sanatlarına verdiğim için birçok dalda bilgim vardı. Bu zamana kadar ise pratiğimi Öfke timi üzerinde yaptığım için onlar bu durumu yadırgamıyordu. Sadece gazabımdan kaçmaları onlar için yeterliydi.

 

''Komutanım, asansör altıncı katta durmuş. Kadının bulunduğu kat ama başka iz yok.'' Telsize gelen yeni haber Alparslan ile kısaca bakışmamızı sağladı. Düzeneğimin önünden çekilirken pencerenin kenarına geçerek kendisi için pozisyon aldı.

 

Gözünü merceğe yerleştirmeden önce, ''Umarım sende Cesur gibi değilsindir.'' Dedi.

 

''Her zaman her koşulda.'' Dedim sadece. Bir Türk askeri, her zaman her koşulda savaşırdı. Savaşı ve kanı seven tek millettik. Toprak uğruna canımızdan ileri verecek değerli hiçbir şeyimiz yoktu.

 

''Evde hareketlilik başladı! Evde hareketlilik başladı!'' Yusuf'un telaşlı sesi ile bende merceğe odaklandım. Perdeler ful kapalı olsa da gördüğüm iki farklı insan gölgesi, az önce gelen adamın nereye gittiğini açıklamak için yeterliydi.

 

 

"Yusuf, emir gelene kadar ateş etmiyorsun!"

 

 

"Komutanım, binayı boşaltmamız gerek." Dedi, Enver. Tetiğe parmağımı yerleştirirken, "Bu sefer gürültü istemiyorum, Enver." Dedim.

 

 

"Sessizce halledip gideceğiz. Almamız gerekin alıp öyle gideceğiz."

 

Alparslan'ın sözleri üzerine bir an gözümü mercekten ayırıp ona baktım. Lakin ona baktığımın farkında değildi. Benden taraf olan gözünü kısmış, diğer gözü de mercekteydi. Neden yanıma geldiğini bile anlamamıştım.

 

 

Üç gün önce onun evinde, onun yatağında uyanmayı beklemiyordum elbette. Sabahın altısında salyam yatağa akarken uyanmıştım ve yattığım yatak ve gözlerimi açtığım tavan bana çok farklı gelirken oraya nasıl geldiğime dair bir fikrim yoktu. O günden beri aramızda ipler oldukça gergindi. Çünkü son on iki saati silinmiş olan bir hafızam vardı ve ben tüm sinirimi Alparslan'dan çıkarmak zorunda kalmıştım.

 

Adamı kendi evinden kovmuştum.

 

 

3 gün önce, Alparslan'ın evi

 

 

"Nasıl geldim ben buraya?" Diye bağırdım alnımın ortasında damar patlamak üzereyken.

 

Alparslan sakinliğini korurken rahatça kahvesini içiyordu. Sinirden götümde lavlar patlarken bu adam her zaman bu kadar sakin olmak zorunda mıydı?

 

 

"Sana hiçbir şey anlatmak zorunda değilim, Asena. Kendin hatırlamayı dene ve o patilerini çek üzerimden." Bir elimle yakasına yapıştığım tshirtü buruşmuştu avucumun içinde.

 

Yüzümde tiksinti bir ifade oluşmasına engel olamayarak onu serbest bıraktım. Bana köpek muamelesi yapmıştı!

 

"Senin evinde, senin yatağında uyanıyorum. Tabii ki anlatmak zorundasın!"

 

 

"Sana bir şey anlatmayacağım." Dedi üstüne basa basa. "Dün gece neler olduğunu çözene kadar ya kendin hatırla ya da daha fazla bana sorma."

 

 

Tek merak ettiğim buraya nasıl geldiğimdi. Ve bu evde, onun yatağında kalmamı gerektirecek nasıl bir durumda olduğumdu. En son kızlarla içmek için bir mekana gittiğimizi hatırlıyordum ama sonrası asla yoktu. Sarhoş olduğumu biliyordum ama hiçbir zaman hafızamı kaybedecek kadar kendimden geçmiyordum. Bünyem kaldırıyordu, kendimi biliyordum. İlk defa böyle bir şey yaşamak beni korkutmuştu.

 

 

"Çık git bu evden." Sesim aramızdaki mesafeyi yansıtmamda etkin rol oynarken Alparslan eğik kafasını kaldırmadan alttan bir şekilde bana baktı. Boş anlamsız gözleri alayla parladı.

 

"Burası benim evim." Dedi, alaylı ses tonu. "Beni kendi evimden mi kovuyorsun?"

 

Arsızlığın vücut bulmuş hali oldum o an.

 

"Evet," kolundan tuttuğum gibi çekiştirip kapıya doğru ilerlettim onu. "Çık git, ben her şeyi hatırlayana kadar da gelme."

 

Alparslan ciddi olup olmadığımı anlamak için yüzüme bakarken ciddi olduğumu fark edene kadar ben onu çoktan dışarı çıkarmıştım bile. Kapının arkasında ki askıda gördüğüm poları alıp yüzüne fırlattım. Alparslan büyük bir şok dalgası yaşarken bende ney yaptığımı çok bilmiyordum açıkçası.

 

Zira kapıyı suratına kapatırken hala şaşkınlığını atmış değildi.

 

 

Günümüz-

 

 

 

"Komutanım, siviller zarar görebilir." Enver'in sesindeki imayı bir tek Öfke timi anlayabilirdi. Boğazımda bir yumrunun oluşmasına engel olamadım.

 

 

"Bu sefer olmaz, Enver." Dedim. Sonrasında kendi kendime de bunu fısıldadım. "Bu sefer olmaz."

 

 

"Olmayan ne?" Bir an Alparslan'ın varlığını unutmuş olmak pot kırmama sebep olurken şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım. Bunu ustalıkla atlatacak kadar tecrübem vardı çok şükür.

 

 

"Bu sefer kimse elimizden kaçamayacak." Diyerek toparlamıştım durumu. Alparslan'dan aksi bir ses daha çıkmazken karşı evde ki hareketlilik telsizden bizim kulağımıza doldu.

 

 

"Komutanım, evden bağırma sesleri geliyor."

 

 

 

"Enver, içeri gir."

 

 

"Asena bu riskli, fark edili- "

 

 

"Enver, içeri." Demekle yetinirken Alparslan'ın sözünü kesmiştim. Alparslan'ın buzdan gözleri sivrilip aramızda kanlı bir savaş başlatırken bende koyu haremeleri ondan çekmedim inatla. Şakağında ki damarın seğirdiğini fark ederken Enver'den onay geldi.

 

 

"Ses onların daireden geliyor, Komutanım. Emriniz nedir?"

 

 

Alparslan'dan gözümü çekip merceğe yerleştirdim tekrardan. O bakmaya devam edebilirdi fakat benim oldukça önemli işlerim vardı.

 

 

"Sadece bekle." Diye fısıldadım.

 

 

Pencerenin önünde gördüğüm gölgelerde bir kadın ve bir erkek tartışıyordu. Enver doğru bilgi vermişti. Tartışan ve ses gelen daire onlarındı.

 

 

"Kadın hedefimde!" Dedi, Cesur. Bu bir nevi emir bekliyorum demekti.

 

 

"Erkek hedefimde!" Dedi bu seferde, Yusuf. İkisine de ses vermedim.

 

 

Erkek kadına bir tokat patlatırken durmadı ve onu omuzlarından tutarak ittirmeye başladı.

 

 

"Komutanım," Cesur'un beklenti dolu sesi ulaştı kulaklarıma lakin ona istediğini vermeyecektim.

 

 

"Bekle." Dedim sadece.

 

 

"Asena, apartman sakinleri çoktan onların sesini duymuştur. Artık dikkat çekeriz."

 

 

Alparslan haklıydı çünkü alt dairenin ışığı yanmıştı. Balkona bir kadın çıkıp yukarı bakarken bir dakika sonra yanına eşi olduğunu tahmin ettiğimiz pijamalı adam geldi. Polisi ararsalar ortalığın karışacağını bilmiyorlardı.

 

 

Bir karar vermem gerekirken parmağım tetikteydi.

 

 

"Komutanım?" Yusuf'un seslendiği kişi ben değil, Alparslan'dı.

 

 

Gözümü mercekten çekmezken kısa süre de olsa o an odağımı Alparslan'a verdim. Emir vermesini beklesemde bunu yapmayarak bana güvenmeyi tercih etmişti. Ya da sadece ne yapacağımı merak ediyor olmalıydı.

 

 

Artık tamamen ne yapacağımdan eminken gözüm namlumun ucundaki susturucuya kaydı. Cesur'da takılı olmadığını bildiğim için bu sorumluluğu üstlenmiştim. Başıma gelebilecek her türlü suçlama içinde kafamda birçok kez kavgamı de etmiştim.

 

 

Merceğimin derecesini gölgede ki yansıyan adama sabitledim. Kadına bir tokat daha atarken fazla hareketliydi. Sadece üç saniye istiyordum. Üç saniye benim için yeterli bir süreydi.

 

 

Adam kadını ittirip yere düşürdüğününde Alparslan, "Yusuf," dediği an ben çoktan tetiği çekmiştim.

 

Alparslan'ın sözü yarım kalırken aramızda yayılan susturucunun sesi olmuştu. İstifimi bozmadan öylece durdum. Adamı şakağından vurduğum an yere serilmişti. Bize lazım olan adam değil, kadındı ve belli ki o adam bu gece kadının celladı olmaya gelmişti. Fakat unuttuğu bir şey vardı ki, herkesin arkasında her zaman bir cellat beklerdi.

 

 

"Enver, içeri gir!"

 

 

"Emredersiniz komutanım!" Gür sesiyle beni onayladığı an çoktan harekete geçmişti bile. Silahımdan uzaklaşırken Alparslan durmuş öylece bana bakıyordu.

 

 

"Sen ne yaptığının farkında mısın?" Sesi ürkütücü derecede sessiz çıkmıştı. Eğer kendi gölgesinden bile korkan bir kadın olsaydım şu bu ses tonu korkudan bayılmama sebep olabilirdi. Ama sorun şu ki, ben asla öyle bir kadın değildim. Bu yüzden Alparslan'a mimik dahi oynatmadım.

 

 

"Elimdekinin oyuncak olmadığını bilecek bir yaştayım Alparslan ve unuttun mu bilmiyorum ama işim bu." Silahımı tamamen toplarken yüzüne dahi bakmıyordum.

 

 

"Adamın kim olduğunu bile bilmiyoruz. Listede olan herifin teki olabilirdi."

 

 

İstifimi bozmadım. Silahımı toplama işimi bitirirken olduğum yerde ayaklandım. Hala inatla yüzüne bakmıyordum,

 

 

"Bana verilen emir sadece kadını sağ getirmekti. Onun dışında tehlike arz eden her durumu ortadan kaldırmakla görevliyim." Bu sözümün sonunda kafamı kaldırıp yüzüne baktım.

 

 

Aramızda soğuk bir bakışma geçerken bu bakışı yine kısa tutan ben oldum. Onun, her tona bürünen mavilerinde kaybolmak için doğru bir zaman değildi. Bunu yapmak için sabahın dördü, beşi daha uygun bir saat dilimi olabilirdi.

 

 

Odadan çıkıp onu orada bırakırken diğer odadan çıkan Cesur'un yüzünde okunan ifadeyi biliyordum.

 

 

"Komutanım, bu durum sizi sıkıntıya sokabilir." Biliyorum dercesine gülümsedim. Herkesin abarttığı kadar vahim bir durumda olduğumuzu düşünmüyordum.

 

 

"Enver kadını getirdiği an paketleyip götürüyorsunuz." Diye emrettim.

 

 

"Komutanım," derin bir nefes alarak elimi omzuna yerleştirdim. Bana mahçup bir şekilde bakmasını gerektirecek hiçbir durum yoktu.

 

 

"Cesur," dedim aldığım nefesi verdikten hemen sonra. "Sadece birini vurdum ve bu ilk defa yaptığım bir şey değil."

 

 

"Sivil olarak sivil birini vurdunuz." bunu söylerken fısıldamış ve etrafa kısaca bakıp Alparslan'ı kontrol etmişti.

 

 

"Bizi buraya bunun için çağırdılar, Cesur. Buraya kurşun asker oyunu oynamaya gelmedik." Ses tonum elimde olmadan sertleşmeye başlamıştı. Elimi omzundan çekip sertçe boğazımı temizledim.

 

 

"Aşağı in, Enver'den komut almadan hareket etmek yok!" Son kez yüzüne bakıp bakışlarımı ondan tamamen kopardım.

 

 

Aşağı indiğimde Enver'in kadını paketledi gibi aşağı indirdiğini gördüm. Araca bindirmek suretiyle adeta onu fırlatırken kafasına geçirmiş olduğu ceketle yüzünü gizlemişti. Adımlarım ona doğru ilerlerken o da beni fark ederek yönünü bana çevirdi.

 

 

"Adam ölmüş." Dedi sakin bir ses tonuyla. Ne yaparsam yapayım yadırgamayan tek kişi her zaman Enver'di.

 

Söylediği şey üzerine gülümser gibi olup, "Kafasına sıktım, Enver." Dedim.

 

 

Kafa salladı o da yarım ağız gülümseyerek. Silahımı ona uzatarak elimdeki ağırlıklarımı ona verdim. Binadan çıkan Öfke timi aynı sessizliği ile tıpkı bir karıncayı andırıyordu. Hepsinin yüzü kapalıyken Cesur uzaktan göz teması kurarak onlar için hazırlanmış araca ilerledi.

 

"Bir sorun mu var?" Enver'in sorusu ile Cesur'dan bakışlarımı çekip ona çevirdim gözlerimi. Maskem yüzümü gizlesede gözlerim açıktaydı ve gözlerinden her zaman her ifadesi okunan bir insan olmuştum.

 

 

Kafamı olumsuzca iki yana salladım.

 

 

"Aramızda küçük bir uyumsuzluk yaşandı."

 

 

"Konuşabilirim isterseni."

 

 

"Gerek yok, ben hallederim." Omzumun üzerinden araca bakarken bu sefer binadan Alaca timi çıkmıştı.

 

 

"Birazdan adli tıp gelir. Ben buraya destek ekip çağırdım, birazdan ikisi de gelir. İsterseniz gidebiliriz."

 

 

"Gidelim." Dedim. Bu işin artık daha fazla dallanıp budaklanmaması için birbir bulduğumuz her ismi elimizin altına almamız gerekiyordu.

 

 

Enver ekipleri yönlendirip herkesi araca bindirip kendiside kadını aldığı ekip aracına bindi. Her zaman ki gibi Öfke timinin olduğu aracı Cesur kullanırken bu sefer bizden önce yola çıkan Alaca timi olmuştu.

 

 

Kısa ve sessiz süren yolculuktan sonra soluğu karargahta alırken Albay bizi kapıda bekliyordu. Kaşlarım istemsiz çatılırken sorunun ne olduğunu az çok tahmin edebiliyordum. Zırhlı araçtan inen Alaca timi Öfke timiyle aynı hizaya geçip sıraya girdiler.

 

 

Alparslan gözünün ucuyla bana bakarken bende ona baktım açık yüreklilikle. Şu an aklından geçenleri gayet iyi okuyordum. Başıma aldığım belanın cezasını şu an kesecekti Albay. Umursamaz bakışlarım onu rahatsız etmiş olacak ki bedeninin oldukça gergin olması gözümden kaçmamıştı. Gözlerini benden çekerken başını olumsuz anlamda iki yana sallarken ikimizde aramızda bir metre mesafede albaya doğru yaklaşmıştık.

 

 

Almayın surat ifadesinde bir şeyler okumak çok güçtü. İfadesizliğini koruyarak ellerini arkada birleştirmiş, gözlerini bir an olsun benden ayırmadan beklemişti.

 

 

"Albayım," Alparlsan'ın inadına ilk tepkiyi vererek korkmadığımı demini vurmak istemiştim ona.

 

 

"Hoş geldiniz çocuklar." Albayın ses tonu beklediğimin aksine yumuşak bir tonda çıkmıştı. Anlamsızca ona bakarken bu sefer yan gözle Alparslan'a bakan ben olmuştum. Bunu neden yaptığıma dair bir fikrim bile yoktu. Sanki bir şeylerin onun onayından geçmesi gerekmiyormuş gibi bir his yaptırmıştı bunu bana.

 

 

Enver bizim ardımızdan diğer ekiplerle birlikte paketlediğimiz kadını içeri sokarken kapıda beliren Aslı Üsteğmenle kesişti bakışlarımız.

 

 

"Kadın sap bir şekilde elimizde Albayım. Ama" Alparslan bir an susup bana baktığını hissetsemde istifimi bozmadım.

 

 

"Biliyorum," dedi Albay. Bu da beklenmedikti.

 

 

"Birini vurdum." Dedim aynı hızda. Albay daha dudakları kapanmadan söylediğim şey üzerine gözleri üzerimde takılı kaldı. "Yaşama ihtimali bırakmadım direkt kafasından vurup öldürdüm." Başkası olsa bunu gururla söylediğimi düşünülebilirdi.

 

 

"Adı Hawar Sadun." Albay dilini dudaklarından gezdirdi. "Paketlediğiniz kadının abisi."

 

 

Albayın sözü bittiği an arkasında duran Aslı'nın bayılması ile tüm gözler ona dönmüştü. Herkesin gözünde oluşan bir korku varken kolunu dahi kıpırdatmadan olduğu yerde duran tek kişi bendim. Herkes Aslı'nın başına toplanırken rahatlıkla uzaktan onu izledim.

 

 

Kendimce bir plan yapmıştım. Bu planı yürütüp, kendimce kararlar almıştım. Ve işin sonunda yine başarmıştım. Bir sırrı daha karanlıktan açığa çıkarmıştım.

 

 

 

 

 

<><><><><><><>

 

 

 

 

Hello askolar. Yeni bölüm geldi hoş geldi. Sizde hoş geldiniz efenim. Bu bölümü nasıl buldunuz? Uzun bir bölümdü ve hızlı bir akışı vardı. Alparslan-Asena kapışmasını daha fazla görmek ister misiniz? Biri diğerini öldürmeden rahat edemeyecek gibi ahahah. İlk bölümlerde demiştim ben bunları yanlışlıkla düşman yapıcam diye o tarafs doğru gidiyoruz.

 

 

Sizce Aslı'nın sakladığı ve Asena'nın çözdüğü sırrı ne olabilir?

 

 

Asena, Alparslan'a karşı tutumu hakkında düşünceleriniz nedir? Sizce kendini çok geri mi tutuyor, yoksa Alparslan mı çok hızlı kaldı?

 

 

Alparslan, Asena'nın bu geri tutumu karşısında kendini tutuyor bu aralar ama bu sefer bu sessizlikten rahatsızlık duyan bir Asena okuyacağız. Kaçan kovalanır kanzii.

 

Artık tokmağı masaya vuruyorum veeee aşk başlasın diyorum. Patron çıldırdı.

 

 

Enver-Ece ikilisini nasıl buldunuz? Sahne hoşunuza gitti mi? Daha fazla böyle sahne ister misin? Yoksa shiplediğiniz başka karakterler varsa onları da mı okumak istersiniz?

 

 

Bu arada yeni ship hayorlı olsun. Bilal(habeşi)- Bukre kalp bizzzzz

 

 

 

Neyse çok konuştum yine. Bölüm sonu canavarı gibi yorumlarınızı bekliyorum. Lütfen her düşüncenizi yorumlarda paylaşın benimle. Benim için çok önemli.

 

Veee bu kadar gelmişken yıldıza basmadan gitmeyin olur mu?

 

 

Sizi seviyorum, yeni bölümde görüşmek üzere! 🇹🇷🇹🇷🌸🌸 Sağlıcakla kalın.

Loading...
0%