@esrarizim
|
© Tüm hakları saklıdır.
Öncelikle merhaba, sevgili okurlar. Bu askeri kurgu, adı üstünde tamamen kurgu olup, hiçbir gerçeği yansıtmamaktadır. Bilgi eksikleri, yanlış bilgiler olabilir fakat "KURGU" olduğu için fazla ciddiye almamanızı umuyorum. Küçük düzeltmeler yapılabilir ama akışı etkileyecek değişimleri yapmayı uygun görmüyorum. Tüm sahneler ütopik olarak ele alınmıştır. Keyifli okumalar dilerim.
Bölüm Şarkıları Pus- Sufle Mey- Model B. -Anıl Emre Daldal Fotoğraf- Pilli Bebek Behind Blue Eyes- Limp Bizkit
Bu bölüm 2 part şeklinde olacaktır. Bu bölüm ilk parttır. Yetişmediği için siz değerli okurlarımında gönlü olsun diyerekten böyle bir karar aldım. Bölümüm tamamı bu değil yani. Birkaç gün içinde kalan kısmı yeni bölüm şeklinde ayrı part olarak paylaşacağım. Sonradan ikisini birleştirip tek bölüm yapacağım. Öpüyorum sizleri.
Satır arası yorumlarınızı unutmayın. Yıldızada hemencecik basarsanız süper olur. 🫶🫶
Bölüm -12- ''Yalan sözler, Sahi gözler''
''Sana son kez soruyorum!'' diye bağırdı, Alparslan. ''Hawar Sadun ile ilişkin ne?''
Karşısında bir kadın olduğu için kendini frenliyordu lakin karşısındaki bu kadın konuşmamakta oldukça ısrarcıydı. Elini bir kez sertçe masaya vurduktan sonra öfkeyle bir bakış atıp doğruldu. Gözü bir an sorgu odasının siyah camına takılsa da arkasını göremediği için Albayın tepkisini merak ediyordu.
Camın arka tarafında ise sinirli bir Albayın aksine keyifli bir Asena vardı. İki kolunu birbirine bağlamış vaziyette oldukça keyifle sorguyu izliyordu. Hatta izleyemiyordu çünkü Aslı, konuşmamakta ısrarcıydı. Hiçbir şey demiyor, sadece ağlıyordu.
Yaklaşık bir saattir sorguda olan Alparslan ise oldukça sıkılmıştı. Camın arkasından sıkıntılı gözlerle bakan Alparslan'ın derdini anlamıştı Cihangir Albay. Elleri cebinde, oldukça sert gözüken yüz ifadesiyle yanında dikilen Asena'ya çevirdi bakışlarını.
Asena, kendisine dönen bakışların varlığını hissetse de inatla ondan istenmesini bekledi. Huyu değildi bir şeyin söylenmeden, rica edilmeden hatta abartacak olursa yalvartmadan yapmaktan. Asena'dan bir şey istemek oldukça zordu.
''Asena,'' diye seslendi Cihangir Albay. Sesi uzun süre konuşmadığı için pürüzlü çıkmıştı.
Usulca kafasını Albaya çevirdi, Asena. İstediği olmak üzereydi. Ne zamandır bu anı bekliyordu. İnce eleyip sık dokumuştu ama sonunda tahminleri ve hisleri onu bu sefer yanıltmamıştı. Bir hata sonucu değil de plan için birini açıkça vurmuştu. Asena, hiçbir zaman suçsuz, günahsız birini canından edecek kadar cani birine dönüşmemişti. İradesi her zaman kazanırdı fakat konu ne olursa olsun Asena her zaman kazanırdı. Kaybettiğini sandığında bile.
''Buyurun, Albayım?'' Albay, sert bir yutkunmanın ardından küçük bir baş işaretinde bulundu. Bu Asena için yeterliydi hatta artardı bile. Bir saattir yerinde zor duruyordu o sorguya dahil olmamak için.
Asena kısa bir bakış atarak kafasını anladım dercesine salladı. Arkasını dönüp elini kapıya attığı öylece durup tekrar Albaya bir bakış attığında bu sefer konuşmadan anlayan kişi Albay olmuştu. Sadece gözlerini bir kez açıp kapatmıştı, Cihangir Albay. Daha sonra beklemeden gözlem odasından çıktı Asena. Albay ise önündeki kamera kaydını takip eden askere ithafen, ''Kapat kamerayı.'' Diye emir verdi. Asker ikiletmeden kamerayı kapattığında bilgisayar ekranındaki iki kutucukta siyaha büründü. Albay ne yaptığından gayet emin bir vaziyette odadan çıkıp gitti.
Gözlem odasından çıkıp aynı hızda sorgu odasına giren Asena ile bir köşede ağlayan kadını izleyen Alparslan'ın bakışları bu sefer ona kaymıştı. Asena oldukça sakin adımlarla içeri girip ardından kapıyı kapatırken Alparslan'a şöyle bir baktı. Eli kapının anahtarına giderken, ''Çıkmak istiyorsan tek ve son şansın.'' Dedi.
Alparslan bir neyden bahsettiğini anlamazken ona sırıtarak bakan Asena ile aklından geçen şeyleri tahmin etmesi zor değildi. İleri gidip gitmeyeceğinden emin olmamakla birlikte odada bulunan iki kameraya baktı. Çoktan kapatıldığını bile bile.
Asena ise cevap için artık çok geç diye düşünerek kapıyı kilitleyip anahtarı cebine attı. Bu odadan artık kimse işler çözülmeden çıkmayacak ve girmeyecekti.
''Asena,'' diye mırıldanmadan edemedi, Alparslan. Tekinsiz bakışları ilk defa Alparslan'ı bile şüpheye düşürmüştü. Ne olup bittiğini bilmeden bir kadına el kaldırmak istemediği için bir saatten fazladır Aslı'nın ağlamasının durmasını beklemişti lakin kadın asla susmadan ağlıyordu. Alparslan'ın seslenmesi üzerine Asena kaşlarını kaldırarak bir tepki verdi.
Alparslan bir an ne diyeceğini bilemedi bu kendinden fazla emin duran kadına. Omuzlarını sıkıntıyla kaldırıp indirirken ellerini teslim olur gibi kaldırıp geri boşluğa bıraktı.
Asena yine umduğunu alarak ellerini cebinde yerini aldı. Bir iki adımda tam Aslı'nın arkasında durup oturduğu sandalyenin sırt kısmına ellerini yerleştirdi.
''Çekirgeler kaç kere sıçrardı, Aslı? Sen iyi bilirsin.'' Yarımca gülerek söylediği şey üzerine Aslı'nın ağlaması bir an durup sertçe burnun çekmesine sebep olmuştu. Kafası eğik bir vaziyette, suçluluk psikolojisini üstlenmiş gibi ellerini izliyordu sadece.
''Sen onu da becerememişsin, tüh.'' Asena istiyordu ki ona karşı çıksın. Ama yapmıyordu bir türlü. Asena parmaklarını sandalyenin arkasında vurup kısa bir ritim tutup tekrar ellerini çekti. Alparslan ise köşeye geçmiş kollarını göğsünde birleştirmiş bir şekilde Asena'yı izliyordu.
''Birkaç kere en azından deneseydin ya,'' Asena bu seferde aslının solunda geçip önündeki masaya doğru eğildi bir eli sandalyenin sırtındayken bir elini de masaya, Aslı'nın tam önüne koymuştu. Aslı ile göz göze gelebilmek için epey eğilmesi gerekti fakat Aslı bakmamakta kararlıydı. Gözünden bir damla daha yaş akıp elini bulduğunda, ''Bu kadar mı dayanıksızsın.'' Diye fısıldadı, Asena.
Alparslan ise hala şaşkındı karşısındaki bu kadın için. Masum olabilecek bir insanı öldürmesi onu bir anlık kızgınlığa sürüklese de aslında masum olmadığını öğrenmişti. Ama daha kötüsü olmuştu, listede olan birini öldürmüştü. Ama Aslı'nın ihaneti her şeyin önüne geçmişti. Eğer Asena o adamı indirmek yerine direkt kadınla alsalardı Aslı'yı bu şekilde ifşa edemeyecekti. Baskın yapsalardı adamın kadını öldürme ihtimali oldukça yüksekti. Asena, her şeyi enine boyuna düşünmüş ve kendince mantıklı kararlar vermişti. Devletin içinde bir hain mi daha tehlikeliydi? Yoksa dışarda aranan bir terörist mi? İşte Asena bu sorular karşısında kararını vermişti. O yüzden Aslı şu an tam karşısında oturuyordu.
''Harp okulundan bu yana hiçbir vukuatın olmamış. Bir tane kınaman bile yok, her zaman gözde bir öğrenci olup mesleğini layıkıyla yerine getirmişsin.'' Asena sabit tutmaya çalıştığı ses tonuyla alaylı halinden epey uzaklaşmıştı. Aslı'nın hain çıkması onu üzmemişti çünkü en başından beri bu kadına kanı ısınmamıştı. Kansız olduğu için diye düşündü.
''Merak ediyorum, Aslı. Seni bu yola iten neydi? Aşk mı?'' Asena bilmişlikle kafasını iki yana salladı. ''Hayır, Aşk değil elbette. Bizim duygularımız bu kadar ucuz değil, olmamalı. Sen askersin, Aslı. Bunun eğitimini aldın, dümdüz bir asker değilsin. Üzerinde hala üniforman var, hiç mi utanmadın Aslı, omuzlarındaki yıldızlarda mı utandırmadı seni? Her gün gördüğün o bayrak, hiç mi için sızlamadı?'' Elini sertçe masaya vurdu Asena. ''Söylesene, nasıl için aldı bu kadar kansızlığı? Onlar bu kadar kanımızı dökerken nasıl için aldı söyle!'' bir kez daha elini masaya vurup sinirle uzaklaştı masadan.
Her zaman örülü olan saçına daldırdı elini dağılmasından korkmayarak. Belki artık asker değildi o üniformaya layık değildi ama ihanetin bedeli değildi bunlar. Aslı ihanet etmişti, Asena etmemişti. Ama üç yıldır üniformasından uzak olan Asena iken karşısında ihanet hükmü giyecek olan Aslı'nın üzerinde hala üniforması vardı. O an burnunun direği sızlamıştı, Asena'nın. Hayatın hiç de adil olmadığına o zaman ikna oldu. Çenesi titrerken elleri yumruk olmuştu bile.
''Hak etmiyorsun,'' diye söylendi, Asena sanki kendinden değilmiş gibi. Hırsla Aslı'nın yakasına yapıştı. Onu çektiği gibi sandalye geriye doğru savruldu. Sandalye şiddetle arkaya düşerken Asena var olan gücüyle Aslı'yı ayağa kaldırdı. Ağlamaktan darmadağın olmuş bir Aslı bile Asena'nın şefkatine muhtaçtı. Ama gözlerinde görünen tek şey Öfkeyi, Asena'nın.
''Çıkar üstündekini!'' Asena, Aslı'yı sarsıp geriye doğru ittirdi. Alparslan ise ne yapacağını bilmeyerek kollarını çözdü lakin bir adım daha atmadan durdu. Onu durduran ne Asena'ydı ne de Aslı'nın yardım feryadıydı. Onu durduran Asena'nın gözünden akan bir damla yaştı.
Asena hırsla Aslı'nın üstündeki formayı çıkarmaya çalıştı. İçinde içliğinin olduğunu bildiği için kamuflajını olduğu gibi çekip aldı ondan. Asker yeşili tişörtü ile kaldı öylece.
Aslı'nın ağlaması şiddetlenirken sanki çırılçıplak kalmış gibi kollarını bedenine sarıp yere dizlerinin üzerine çöktü. Ağlaması artık daha şiddetliydi, elinden gelse feryat edecekti. Asena öfke dolu bakışlarını bir an olsun Aslı'dan ayırmadan elindeki kamuflaj ceketin masaya bıraktı. Eline temas etmesi bile canına okuyordu gerçekten.
Asena da Aslı gibi yer çöktü bir dizinin üstüne. ''Tek bir şey soracağım, vereceğin cevap senin sonunu belirleyecek.'' Şüpheyle gözlerini kısarak dudaklarını ıslattı. Aslı ona tepki vermese de duyduğunu biliyordu.
''Şu an,'' dedi üstüne basarak. ''Aşkın için mi ağlıyorsun? Yoksa ihanetinin pişmanlığından mı?''
Asena'yla birlikte Alparslan da nefesini tutmuştu bu sorunun cevabı için. Aslı ise sessiz kalarak cevabını vermiş bulundu. Asena beklediği tepkiyi almıştı Aslı'dan. Daha fazla o şekilde durmayarak tekrar ayaklandı. Aslı'yı tuttuğu gibi kolundan kaldırıp Alparslan'ın düzelttiği sandalyeye sertçe oturttu.
''Bu saatten sonra bırak bu ülke için bir şey yapmayı, seni bu ülkede barındırmayacağım bile!'' Asena sertçe Aslı'nın kafasını ittirdiğinde alnını masaya çarptı. Hızını alamayıp saçını kavradığı gibi arkaya çekiştirdi.
Yüzünü yüzüne yaklaştırıp, ''Her detayını anlatacaksın şimdi. Duydun mu beni?'' dedi, dişlerini deli gibi sıkarken. Bir kez daha kafasını sertçe itti, Aslı'nın.
Asena tam karşısına geçti Aslı'nın. Gözleri bir şahin kadar keskin bakıyordu ama Asena'yı tanıyanlar bilirdi ki, onun bürüneceği tek şey dişi bir kurttu.
''Hawar Sadun ile ilişkin nedir?'' diye sormadan önce önündeki ses kaydının düğmesine basmıştı, Asena.
Aslı titrek bir nefes verdi dudakları arasından. Artık kaçışının olmadığını biliyordu. Artık Hawar'ın olmadığını bilmesi gibi. Bu sefer öfkeyle karşılık veren Aslı'ydı. Az önceki halinin aksine, patlamış kaşından akan kanı umursamadan başını kaldırıp Asena'ya öfkeyle baktı. Asena'ya öyle bir nefretle bakıyordu ki, bu nefret Asena'yı oldukça neşelendirmişti.
''Nişanlımdı.'' Dedi sadece. Öfkeli gözlerini bir kere bile kırpmadı bunu söylerken. Asena bu durum karşısında 'peki' dercesine kaşlarını kaldırıp indirdi. Sonunda sorgunun başlamasıyla birlikte Alparslan'da dahil olma gereği hissederek onlara doğru yaklaştı. Alparslan, Aslı'nın karşısındaki boş sandalyeye otururken Asena oda da volta atmaya başladı.
''Ne zamandır birliktesiniz?'' diye sordu, Asena.
''Beş yıl olacaktı önümüzdeki ay.'' Asena çok komik bir şey duymuş gibi gülerken Aslı ters bakışlar atmaktan geri durmamıştı. Arkası dönük olduğu için bunu göremese de görmesi pek bir şeyi değiştirmezdi, Asena için. Bu durum karşısında ise sessiz kalmayan Alparslan'dı. Sertçe avuç içini masaya vurarak Aslı'nın bakışlarını üzerine çekti.
''Ne zamandır tanışıyorsunuz?'' diye araya girdi, Alparslan. O sırada Asena ise Alparslan'ın arkasında geçiyordu.
''Yedi.'' Diye mırıldandı, Aslı.
''Ne zamandır onlardansın?'' peşine gelen yeni soru ile Aslı aynı bakışlarını tekrar Asena'ya dikti. ''Bunda şaşırılacak bir şey yok, Aslı.'' Dedi, Alparslan.
''Yedi.'' Diye tekrarladı.
''Yedi yıl,'' dedi, Asena. ''Koskoca yedi yıl, bir kere bile şüpheye düşmedin mi? Sorgulamadın mı? Bu yol doğru yol mu? Diye.''
''Hayır,'' dedi, Aslı yaptığı şeyin gururu ile.
''Seni buna mecbur kılan Hawar mıydı?'' diye sordu bu sefer Alparslan.
''Kimse mecburiyetten ülkesini satmaz! Vatanına ihanet etmez! Biz boşuna o kadar yemin etmiyoruz, boşuna vatan aşkıyla yanıp tutuşmuyoruz!'' Asena'nın gür sesi yankılandı oda da.
Ardından koca bir kahkaha patlattı, Aslı. Bir dakikaya yakın gülmesini durdurmakta zorlandı. Alparslan ve Asena durumu anlamak için anlamsız bakışlarla baktılar birbirlerine.
Aslı, nihayet gülmesini durdurup, ''Sen mi diyorsun bunu?'' diye sordu. Ardından gülmeye devam etti. ''Hadi ben ihanet ettim de yedi yıl yakalanmadım, peki sen Asena?''
Asena olduğu yerde hareketsizce kalmıştı. Arkası dönük bir vaziyetteyken attığı adımlar durmuştu. Usulca Aslı'ya döndü, Asena. Alparslan'a kaydı bir an gözü lakin Alparslan'da hiçbir mimik yoktu bile.
''Neyden bahsediyorsun sen? Sorguda olan sensin, kendine gel!'' sesine Öfke karışmıştı Asena'nın. Bu beklediği bir şey asla değildi. Bilemez diye düşündü. Zihninde dönüp duran tek şey buydu.
Güldü, Aslı. ''Tek araştıran sen değilsin, Asena. Tek kafası çalışan sen de değilsin.''
Aslı, Asena'yı köşeye sıkıştırmanın verdiği keyifle tekrar gülmeye devam etti. Asena'nın dudakları aralansa da diyecek bir şey bulamayıp tekrar sustu. Bildiği şeylerin varlığı şu an burada konuşulsun istemiyordu. Öfkeden titreyen ellerine baktı usulca. Emirler onun için geçerli değildi, yasaklar onun için geçerli değildi. İllegalin olduğu yerde Asena'nın adı geçerdi. Ne yapmasını gerektiğini çok iyi biliyordu, Asena. O yüzden bir saniye bile kendisine düşünme payı bırakmadı. Elini havaya kaldırdı gibi Aslı'ya sert bir tokat savurdu. Bu Aslı'nın direkt yere düşmesine sebep olmuşken birkaç saniye Aslı'dan ses gelmese de arsız gülüşleri Alparslan ve Asena'nın kulaklarına dolmuştu.
Asena'dan böyle bir çıkış beklemeyen Alparslan ise hışımla ayağa kalksa da Asena'yı durdurma girişiminde bulunmadı. Belki de bu Öfkenin ondan çıkması için en uygun zamandı diye düşündü. Bitmek bilmeyen, asla kaybolmayan ve diama gözlerinde ortaya çıkan Öfkesi Asena'yı kendinden uzaklaştırıyordu. Onu gördüğü ilk günden beri bunun üzerinde durmuş, onu her gördüğünde ve ona her baktığında gözlerindeki, Öfke Alparslan'ın dikkatini çekmişti. Ama artık biliyordu onun bu denli Öfkesinin diri olma sebebini.
Asena hızını alamayıp Aslı'yı kaldırdığı gibi arkasındaki duvara ittirdi sertçe. Aslı ise deli gibi gülmeye devam ederken, ''Hoşuna gitmeyen konular sanırım bunlar.'' Diyen arsız sesi Asena'yı artık çileden çıkarmıştı.
Asena, Aslı'ya bir tokat daha savurup düşmemesi için bir eliyle de yakasında tutarken bu sefer diğer diğer eliyle bir yumruk savurdu. Aslı şiddetle yere düşerken Asena üzerine oturup ellerine kan bulaşana kadar Aslı'ya vurmaya devam etti.
Asena'nın ne denli canının yandığını ta ardından hissetti, Alparslan.
Aslı'nın artık sesi kesilmişti. Alparslan, durumun tehlikeli bir boyuta ulaşmasını engellemek için Asena'ya ilerleyip onu tek hamleden beline sarılarak Aslı'nın üzerinden çekti. Tahmin ettiği gibi, Aslı artık bayılmıştı. Alparslan, Asena'yı en uç noktaya çekti.
''Bırak!'' diye, öfkeyle soludu Asena. ''Bırak! Bedelini canıyla ödeyecek.'' Sesi oda da yankılanmıştı.
Alparslan sıkıca sarıldığı kadını kolları arasında çevirip yüz yüze bakmalarını sağladı. Asena gözlerinin odak noktası kaybolmuş gibi boşluğa bakarken Alparslan iri elleriyle yüzünü kavradı.
''Asena,'' diye fısıldadı yüzüne doğru. Alnına düşen kısa saç tutamlarını serçe parmağıyla kenara itti. ''Bana bak, Asena.'' Asena ona seslene biri olduğunu duyuyordu fakat gözleri öyle bir kenetlenmişti ki sabit bir noktaya tepki vermek onun için epey zordu.
''Asena!'' diye bağırdı, Alparslan. Asena komut almış gibi anında Alparslan'ın yüzüne çevirdi bakışlarını. Gözleri dolu doluydu resmen. Alparslan için bu şaşırtıcı bir durum değildi. Onu daha önce de ağlarken görmüştü, o zamanlar Asena'ya karşı büyük bir nefreti olsa da artık o nefretin aksine farklı duygular hissettiğinin o da fakrındaydı. Artık gitmesinden ziyade kalmasını isteyecek kadar farklı duygulardı bunlar.
''Buradasın,'' diye fısıldamaya devam etti. Asena öylece bakmaya devam ederken, ''Kim olduğunu hatırla.'' Dedi dudaklarına doğru. ''Ama insan olduğunu unutma. Kendini tutma bu yüzden.'' Dedi öfkesini içinde tutmaması için. Gözleri doldu bir nehir gibi ama taşmadı. Bunu nasıl yaptı anlamadı, Alparslan.
''Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?'' diye fısıldamaya devam etti, Alparslan. Asena tepkisizce, belki de ilk defa bu kadar yakından bakıyordu ona.
''Dudaklar gülerken insan ağlayamaz mı?'' Usulca saçını kulağının arkasına sıkıştır yüzünün her bir kenarını dikkatle inceleyerek. Asena ise sadece donuk gözlerle onun gözlerine bakıyor, gözlerini takip ediyordu.
Alparslan sıkıca kendine bastırdı onu. Kollarından çıkıp gitse kendini yakıp yok etmesinden korktu. Artık biliyordu ki, bu kadın her şeyi yapar bu adamında ağzına sıçardı.
''Sevmek için güzele mi bakmalı?'' Parmağının ucuyla kuş tüyü kadar hafif bir dokunuşla elmacık kemiğine dokundu. Vücudu öfkeden kaskatı kesilen Asena gariptir ki bu dokunuşu hissetmiş ve tüyleri ürpermişti.
''Çirkin bir ten de güzel bir ruh kalbi bağlayamaz mı?'' dudaklarını ıslattı Alparslan. Gözleri yavaşça Asena'nın gözlerine tırmandı. Ona baktığını bile yeni fark ederken göz bebeklerinin büyüdüğünü ise Asena gördü.
Alparslan kafasını eğerek alnını Asena'nın alnına yasladı. ''Hasret, özlenenden uzak mı kalmaktır?'' derince bir nefes alırken göğsü inip kalktı. ''Özlenen yakınındayken hicran duyulamaz mı?''
Asena'nın nefes alışverişleri düzene girmeye başladığında ne düşündüğünü anlamak zordu Alparslan için. Asena ise zihni bomboş, sadece Alparslan'ın söylediklerini tekrar ediyordu. Anlamsızca zihninde dönüp duruyordu bu dört satır.
Nihayet biraz daha kendine geldiğinde Alparslan'ın ellerini tutup kendinden uzaklaştıracak kadar güce sahip olduğunu fark etti. Alparslan, onun bu davranışıyla boğazına bir yumru oturduğunu fark etse de bozuntuya vermedi. Ellerini zorlamadan ondan çekti, yüzünü yüzünden uzaklaştırdı. Kokusu burnundan gitti. Yine yakın olmak istediği kadar uzaklaştı.
"Ben," diye söylendi Asena. Ne diyeceğini pekte bilmiyor gibi hareket ederken Aslı'dan tarafa asla bakmıyordu bile. Aklına gelen ile cebinden anahtarını çıkardığı gibi kapıya ilerledi. Alparslan onu tutmak ya da durdurmak gibi bir harekette bulunmak istemiyordu. Çünkü iyi olmadığını, ona iyi gelmek için de doğru adam olmadığını düşünüyordu artık.
Asena, kapıyı açtığı gibi ardına bir kez bile bakmadan sorgu odasından koşar adımlarla çıktı. Onu koridorda görüp selam veren Alaca timine tepki dahi vermedi. Serdar, Yusuf ve Fatih bu duruma şaşırmadı. Bir anı bir anını tutmayan bu kadının davranışları onları şaşırtmıyordu fakat halinin iyi olmadığını anlamayacak kadar da yabancı değillerdi artık.
Serdar, Yusuf ve Fatih anlamsızca kendi aralarında ne olduğunu anlamaya çalışırken sorgu odasında baş başa kalan Aslı ve ona bakan Alparslan'ın bakışları hiç tekin değildi.
Aslı az önce bayılan o değilmiş gibi, ağzı yüzü kan içinde kalmamış gibi keyifle sırıtıyordu. Asena'nın ardından derin bir soluk vererek Aslı'ya döndü, Alparslan.
"Ne o? Gerçekleri bilip susmaktan sıkılmadın mı hala?" Aslı'nın arsız ses tonu Alparslan'ın dişlerini sıkmasına neden olmuştu.
Aslı dilini şaklattı. "Ben çok sıkıldım."
Alparslan sessizce ona yaklaştı. Fırtına öncesi sessizlikti bu. Ellerini cebinden çıkarmadan Aslı'ya doğru eğildi.
"Bende çok sıkıldım." Diye fısıldadı kulağına doğru. "Sizin gibi kansızlardan, çok sıkıldım."
<><><><><><>
"Asena, salata ister misin diyorum? Hey!"
Önümdeki tabağa boş boş bakmayı kesip dalgınlıkla kafamı kaldırdım. Ece elinde servis tabağı ile tepemde dikilerek bana bakıyordu.
"Dalmışım." Diye mırıldandım kendi kendime.
"Fark ettim." Dedi sahte bir sinirle. "Bir saattir sana sesleniyorum, dünya ile bağlantını öyle bir koparmışsın ki sana ulaşmak için uydu takacaktım az daha."
"İsterim," dedim en son susmasını dileyerek. Ne dediğimi anlamayarak bana baktı. "Salata." Diyerek elindeki tabağı işaret ettim. Bu sefer kendi salaklığına oflayarak tabağıma salata koydu.
Miran hala iyileşmemiş, Yeliz abla ve kızları gitmemişti. Ben ise hala Ece'de kalmaya devam ediyordum.
"Haftaya cuma bir arkadaşımın düğünü var. Yalnız gitmek istemiyorum, biliyorsun buranın adetleri biraz farklı. Sende benimle gelmek ister misin?"
Önümdeki yemeğe odaklıyken söylediği şey ile ağzımdaki lokmayı uzun uzadıya çiğnedim. O da, olumlu bir cevap vereceğimi düşünerek heyecanla beni bekledi. Ağzımdaki son lokma tanesini de uzun süre ağzımda çevirip yutkundum abartıca.
"Hayır." Dedim normal bir tonda.
Eli havada asılı kalırken ona aldırış etmeden yemeğime devam ettim. Arsız gibi her gün evine geliyordum ve yaptığı yemekleri yiyordum. Ama bu durumdan o da hiç rahatsız değildi. Neredeyse her gün bunu zevkle yapıyordu. Akşamları film gecesi diye tutturup tatlı yaparak geceye kadar filmler izletiyordu. İzletiyordu çünkü bunu yapmak istememe rağmen sırf ben izleyim diye korku filmi açıyordu. Dün korktuğu için yalnız uyuyamamış, yanıma gelmişti. Tek kişilik yatakta dibime girip sarılarak uyuması da cabasıydı.
"Neden? Eğleniriz, biraz kurtlarımızı dökeriz." Dedi neşeli ses tonuyla.
"Kurtlarımla mutluyum." Dedim inadım devam ederken. "Düğünleri sevmem, ha çok oynamak istiyorsan bizim ekipten birilerini gönderirim. Düğünleri çok severler." Bahsettiğim kişi, Bilal, Bahadır, Mert ve Ufuk'tu. Boş zamanlarını halay çekerek geçiren bir ekipti. Cesur bu konuda biraz daha pasif kalıyordu onlara göre çünkü zeybek dışında asla bir oyun oynamazdı. Bilal ise her zaman ki gibi herkesi şaşırtacak bir şey bulur ve mezdeke oynardı.
"Ya ne yapacağım ben asker adamları." Morali bozulmuş bir şekilde yemeğine devam etti. Ona aldırış etmedim. Düğünden veya eğlenmekten çok daha önemli işlerim vardı.
Gecemiz, susmayan Ece'nin iş yerinde yaşadığı bütün olayların sadece onun başına geldiği hayat hikayesini anlatıp durmasıyla geçmişti. Ceza olarak bugün film izlemek yerine ona çizgi film izletmiştim. Ben ise kafamdaki farklı düşünceler ile meşgulken Ece çoktan uyuya kalmıştı. Hemde çizgi film izleyerek. Koltukta uyuyan Ece'nin üzerini örtüp odama geçtim ve üzerime montumu alıp tekrar çıktım odadan. Montu elimde tutup botlarımı da elime alarak tamamen dışarı çıktım. Kapıyı yavaşça kapatıp dışarı çıktım. Ayağıma postallarımı geçirip aynı hızda montumu da giyindim. Apartmandan tamamen dışarı çıktığımda yüzüme çarpan soğuk havayla içim titredi. Havalar iyice soğumuş, kar vakti geliyordu. Zeminin ıslaklığını gördüğümde ise yağmurun yağmaya başladığını anlamam aynı eş zamana denk gelmişti.
Yönümü belirleyip ıssız sokakta yürümeye devam ettim. Bugün yaşananlardan sonra kafam fazla doluydu. Aslı'nın ihanetinden çok bana söyledikleri beni şaşırtmıştı. Biliyordu. Hakkımda olan her şeyi, herkes biliyordu. Yine yalan söylenmişti, yine her şeyin dışında tutulmuştum. Kendi hayatımın bile gerçeklerinden bile yalanla uzaklaştırılmıştım. Herkes gözümün içine bakarken her şeyi biliyordu. Acizliğimi gördüler, yalan söylediğimi bildiler, içim yanarken buz gibi olduğu anladılar. Ve bunu sürdürmeye devam ettiler.
Başta Albay olmak üzere herkese sırtımı dönüp gitmek istiyordum. Hiçbir şeyden kolay vazgeçmemiştim bu zamana kadar ama vedalar en çok bana yakışırdı. Ben hayatımın tek gerçeğini bir gecenin karanlığında kendi elimle bırakmış o kızdım. Onsuz olmaz dediğim her şeyi oldurmuştum. Benden olmaz demiş, kendimi bulmuştum. Aynı gece her şeyimle birlikte kendimi de kaybetmiştim. Yeni bir Asena olana kadar durmamıştım, yeni değil eskisi gibi hissettiğim şu zamanda şimdi yine bir yalanın içinde gizlenmiş, etrafımı koruyucularla kapladıklarını öğreniyordum.
Savunmasızdım.
Yalana karşı savunmasızdım.
İlk defa savaşacak gücüm yok, silahsızdım. İlk defa kaybetmeyi göze almıştım artık. Burası bana iyi gelmiyordu. Gerçekle yaşamaya, onların yüzüne öyle bakmaya cesaretim yoktu artık. Her şey oluyorken hiç olmuştum. Ve bunu biliyorlardı. Aslı biliyordu, Yürek timi biliyordu, Alaca timi biliyordu. En önemlisi, Alparslan biliyordu. Bile bile susmuştu hepsi. Sorgulamamış, üstüme dahi gelmemişti kimse.
İnanıyorlar sanıyorken inandırılan taraf bendim.
Yürüdüğüm yol sanki dünyanın sonuna çıkıyormuş gibi git git bitmek bilmiyordu. Dümdüz bir yol bulmuş gidiyordum. Benim hayatımın aksine toz toprak yoktu, engeller yoktu. Dümdüz akan, küçük bir tümseği, çıkıntısı bile olmayan tertemiz bir yoldu. Bu benim yolum değildi.
Gözlerimi kaldırıp uzağa baktığımda sönük sokak lambasının altında dimdik duran insan gölgesi ile adımlarımda durdu. Aramızda nereden baksan elli metreden fazlası vardı. Korkmadım, ürkmedim. Kim olduğunu uzun süre düşünmedim bile. Bilmek istersen birini ya nefes alışından ya da duruşundan bile anlardı insan. Anlamıştım kim olduğunu.
Yürüdüğüm yolun sonunda o duruyordu. Onun olduğu kısımdan itibaren yol başka bir sokağa giriyordu ve daha fazla ilerisi yoktu. Ona kadardı. Dümdüz, gidebileceğim yolun sonu onun olduğu yerde bitiyordu. Kaybolmak istediğim, çekip gitmek istediğim bu yolun sonunda o vardı.
Sönük ışığın altında, saçlarına vuran kısım sayesinde saçları altın gibi parlıyordu. Sokak ıssızdı. Onun nefes seslerini duyabileceğim kadar ıssızdı. Ellerim montumun cebindeyken öylece dikilip ona bakıyordum. Anladığımı anlamış bir şekilde ona gitmemi bekliyordu. O bana gelmişti her defasında. Bu sefer ona gitmekten başka yolum yoktu, bana bunu diyordu. İnatla gelmek yerine bekliyordu.
Arkamı dönüp geldiğim yola baktım bir süre. Karanlıktı. Bir tane bile ışık yoktu. Kafamı çevirip bu sefer ona baktım. Tam ışığın altındaydı. Işık sadece tepesine vuruyor, yüzünü gecenin karanlığı gizliyordu.
Dudaklarımdan sızı gibi bir nefes bıraktım. Gecenin karanlığında bile o buharın çıkıp dağılışını izledim.
Geçmişten geçip gitmezsen geçemezsin, derdi annem. Ömrü hayatımda ilk defa kendimi dinlemedim. Annemi dinledim. Annemin varlığında onu bir kez dinlememiş birisi olarak yokluğunda onu dinlemiştim. Adımımı bu sefer kendi isteğim dışında sadece annemi düşünerek attım. Yine annem derdi ki; ateş olmak için önce yanmak gerek. Ben artık ateştim, alevdim, kordum. Dokunduğu her şeyi tutuşturabilecek o iştahlı ateştim. Su, söndürmez, tufan durdurmaz koca bir alev ateştim. Benim ateşimde sadece ben yanardım.
Aramızdaki mesafe iyice kısalırken duruşunu bir kez bile bozmadı. Yağmur damlaları düştü saçlarıma. Hızlandı bir anda. Gökte tutmadı kendini, bende. O yağdı, ben yağdım. Yüzüme bulaştı göğün damlaları, karıştı benim damlalarıma. Silmedim. Mesafe azaldı, son üç adım. Bir, iki ve üç. Ayak ucu ayaklarıma değiyordu. Tepesinden vuran sönük ışığın önünde Ay'ın altında kalmıştım.
Ay gelirse gök kararırdı, Ay gelirse deniz siyaha bulanırdı. Artık biliyordum ki Ay bir tek ona bulaşmazdı. Yoksa bakabilir miydi bana hem yer gibi hem gök gibi. Mavisindeki o kahverengi leke yerimdi, mavisi göğümdü. Ay bendim.
Kızarmış burnuna baktım bir süre. Ne zamandır buradaydı?
''Ne zamandır buradasın?'' Geleceğimi biliyor muydu? Ya da tahmin mi etmişti?
Gözlerini kırpmadan bakmaya devam etti. Kirpiklerimin altında aynı bakışla karşılık verdim. Yağmur hızını arttırmaya devam ederken ne o aldırış etti buna ne de ben. Öylece izledik birbirimizin yüzünü.
Aramızda sanki çok mesafe varmış gibi biraz daha yaklaştı bana. Kaçmadım, durdum sadece. Kafamı kaldırıp, çenemi dikleştirirken beklentiye ona bakıyordum. Dudakları kıpkırmızıydı. Kan kırmızısı.
''Önemi yok.'' Nihayet sesini duymuş olmanın verdiği hisle kalbimden bir anda kuşlar kanat çırparak uçup gitti sanki. Yakalayabilseydim onları derdim ki; kalın, gitmeyin.
''Burnun kıpkırmızı olmuş.'' Dedim kendimi tutamayarak. Dudağında bir kasın seğirdiğini fark etsem de istifimi bozmadım.
''Senin de aynı şekilde.'' Bir an elimi burnuma götürdüğümde yağmur damlaları bu sefer elimi sırılsıklam etmişti.
''Neden buradasın, Arslan?'' yüzünü seyretmem için mi bu kadar temiz yaratılmıştı böyle?
''Bekliyordum.'' Diye mırıldandı. Ses tonunda hissettiğim tedirginlik beni huzursuz etmeye yetmişti bile.
''Neyi?'' diye sormadan da edemedim içim kavrulsa da bir an. ''Seni.'' Dedi hiç bekletmeden.
''Seni bekliyordum.'' Diye birleştirdi bu sefer. Anladığımdan emin olmak istiyordu.
''Neden?''
''Sen böyle her şeyi soracak mısın? Bu kadar meraklı olduğunu bilmiyordum.''
Yüzümün asılmasına engel olamadım. ''Seni bu kadar iterken hala bana geliyorsun. Sence bu kadarı sana da fazla gelmiyor mu?''
Dediğimin biraz acımasız olduğunu düşünebilirdim. Ama doğru olan buydu. Benim gibi birine katlanmak hep zor olmuştu. Birisi benim için hiç bu kadar çaba göstermemişti, en azından bana gelmek için bile.
''Sana fazla mı geliyor?'' bu sefer sesi daha sert çıkmıştı. Bunun olmasını istemediğimi düşündüm.
Kafamı eğip bir an ayaklarıma bakma isteğiyle doldum taştım. Zemin ıslaktı, botlarım ıslanmıştı.
''Asena,'' diye fısıldaması içimi titretti. Bunun olmasından nefret ediyordum. Beni bu kadar kolay etkisi altına almasından da nefret ediyordum.
''Nefret ediyordum,'' içimdeki tüm düşünceyi sinirle dışarı vurdum. Hızlıca kafamı kaldırdım. Gözlerinin en derinine bakarken, ''Nefret ediyorum beni bu kadar hızlı etki altına almandan. Nefret ediyorum, her adımı zikrettiğinde kalbimin pili bitmiş gibi teklemesinden. Nefret ediyorum, bana böyle bakmandan.''
''Nasıl bakıyorum?''
''Böyle!'' diye bağırdım fazla olmayan yüksek sesle. ''İçin gider gibi, dünyada bi tek ben varmışım gibi. Bana kalbim karşımdaymış gibi bakıyorsun.'' Soluk soluğa kaldığımda omuzlarım sertçe inip kalkıyordu. Yağmur yüzümü yeterince ıslatmamış gibi dudaklarımı yaladım hırsla.
''Nefret ediyorum, Arslan. Git dediğimde gitmemenden de nefret ediyorum. Hiç gitmeyecekmiş gibi bak- ''
Cümlelerimi yarıda kesen ne arkadan çarpan bir arabaydı ne de gökten çıkan gürleme sesiydi. Ne dünyada kıyamet koptu o an ne de bir annenin bir annenin feryadı. Araba çarpmadı ama nefesim kesildi. Gök gürledi ama sesini duymadım. Kıyamet kopmadı ama zemin ayaklarımın altından kaydı. Bir feryat koptu ama içimde. Hepsinin sebebi ise Alparslan'ın dudaklarıydı.
Nemli dudakları.
Büyük elleri yüzümü avuçları arasına almış vaziyette dudaklarıma hükmediyordu. Yüreğimden bir sızı akıp kasıklarıma dolandı. Gözümü ne ara kapattığımın farkında bile değildim. Gecenin karanlığı yetmemişti demek ki diye düşündüm. Sadece ikimiz olmak için benim de karanlığım gerekliydi.
Öpüşü hızlıdan yavaşa doğru evrildi. Sanki zaman durdu, dönmedi dünya. Boşluğa doğru süzüldü belki de yer çekimi çaresiz kaldı.
Dilini önce dişlerimde hissettim sonra evin kilidini arayan bir anahtar gibi arasına sızdı. Tutmadım, engel olmadım. Durdurmayı düşünmedim bile. Kıyamet kopmadıysa, daha da kopmazdı. Kıyamet bizdik.
Usul usul ruhuma sızdı. İçine içine çekti her şeyimi. Baş parmağı belli belirsiz elmacık kemiğimi okşarken dilimi son kez emip benden uzaklaşırken alt dudağımı dudakları arasına alarak çekiştirdi. Kendi dudaklarım onun dudakları arasından ayrılırken nefesi son kez nefesime karıştı. Hiç bitmeyecek sanmıştım. Soğuk hava aralık kalan dudaklarımdan sızmaya başlayınca anladım ki bitmişti.
Mızmız bir çocuk gibi kaşlarım çatıldı. Oyuncağım elimden alınmış gibi huysuzlanmamak için zor tuttum kendimi.
Elleri yüzümü kavramaya devam ederken tüm cesaretimle ona bakmaya devam ettim. Bunun olacağını hep biliyordum. O günü geciktirmekti derdim lakin kaçacak yerim kalmamıştı artık. Halimde kalmamıştı zaten.
''Arslan,'' dedim, fısıltıyla. Burnumuzun birbirine değmiyordu ama bir milimlik şansı daha vardı. Arslan acı çekiyormuş gibi yutkunup gözlerini ağır ağır kapatıp açtı.
''Bir şey söyleme, anladım.'' Kaşlarım çatıldı elimde olmadan. Ellerimle dirseklerini tutuyordum ama bu bırakmasın diyeydi. Bırakmadı.
''Ne anladın?'' Öyle bir baktı ki anladığını şeyin alakasızlığıyla gülmek istedim. ''Niye devam etmiyorsun o zaman, madem anladın.'' Tek kaşımı kaldırarak söylediğimi idrak etmesi için süre tanıdım ona. Yüzündeki şaşkınlık okunur tondaydı.
İçimdeki gülümseme yüzüme yayılmadan tekrar dudaklarımda hissettiğimde bu sefer ellerimi dirseklerinden çekip boynuna doladım. Arada gözle görülmeyen o mesafeyi kapattığına yemin edebilirdim. Bir mesafe vardı hissettiğimiz ama görünmüyordu. Artık o da kapanmıştı. Arslan'ın elleri çoktan belimdekini yerine alıp kendine bastırmıştı bile. Yetmemiş gibi daha çok çekti kendine. İçine katmak ister gibi.
Ellerimi saçlarına daldırdım, parmaklarımın arasındaki ıslak saçlarını kavradım sertçe. Öpüşmemiz artık boyut atlamış gibiydi. Arslan ne ilki kadar hızlı ne de yavaştı. Olması gerektiği kararı o kadar iyi biliyordu ki, ağzımdan küçük bir iniltinin kaçmasına engel olamadım.
Neredeyse iki dakikalık süren ihtiraslı öpüşmemizin sonunda dilini son kez dilime dolandı. Tüm ıslaklığını mühür gibi dilime bıraktı. Zevkle karşıladım onu, istekle emdim dilini. Alt dudağımı talan etti. Dişleri arasına alıp az önceki gibi çekiştirerek bıraktığında gözlerinin mavisi neredeyse o kahverengi lekeye bürünmüştü. ''Gözlerin,''
''Ne olmuş gözlerime?'' belimden sıkı sıkı kendine bastırırken kafam neredeyse ona bakmak için tamamen arkaya düşmüştü. Çeneme ıslak bir öpücük bıraktı ben onun gözlerini seyrederken.
''Lekeli olan gözün, neredeyse kahverengi olmuş.'' Ünlü bir ressamın çok değerli bir tablosunu izler gibi izliyordum onun gözlerini. Çeneme ufak masum bir öpücük daha bıraktı gözlerime bakmadan önce.
''Alışsan iyi edersin çünkü sana her baktığımda böyle gözükecek.''
''Nasıl yani?''
''Heyecanlandığım da böyle olur sadece.'' Şaşkınlıkla bakmakla yetindim. Bu aklımın ucundan bile geçmemişti daha önce. Heyecanlanınca lekesi büyüyüp gözünde yayılıyordu yani. Dudaklarımda arsız bir gülümseme oluştu.
''Benim yanımda heyecanlanıyorsun yani?'' Tekinsiz soruma çapkınca gülüp cevap vermek yerine ona bakmak kolay olsun diye arkaya yatırdığım için açığa çıkan boynuma gömdü kafasını. Gözlerimi dolduracak kadar derin bir öpücük bırakmasını beklemiyordum.
''Arslan,'' dedim titrek bir nefes alırken. Cevap vermeden bir kez daha farklı bir noktayı öptü. Bu sefer gözlerimin kapanmasına engel olamadım. Durmadı, birkaç kez daha öptü. Bu böyle devam ederken boynumun arkasına doğru yeltenirken üzerime doğru eğildi, bende ona karşı çıkmadan hafifçe beni yatırmasına izin verdim. Lakin ben bunu öpmek için yapıyor sanırken birden kucaklaması beklediğim bir şey değildi.
Dudaklarımdan küçük bir çığlık koptu.
''Arslan! Ne yapıyorsun?'' Beni kucakladığı gibi sokağa girip yürümeye devam etti.
''Burada biraz daha durursak hasta olacaksın.'' Cazgırlık yapmadım elbette. Deve gibi adam, taşımakta zorluk çekecek hali de yoktu. Bende keyfime baktım. Güçlü kadın olmak hiçbir şey kazandırmamıştı bana bu zamana kadar.
Boynuna kollarımı sardım. O dümdüz önüne bakarken ben yüzünü seyrettim.
''Sen daha iki gün önce benim yüzüme bakmaya tövbe etmiş bir adam gibi davranıyordun, ne değişti?'' açtığım konu ile yüzüme döndü gök mavisi gözleri.
Yağmur etkisini azaltmış olsa da hala çiselemeye devam ediyordu. Saçlarından akan su damlacıkları yüzüne akarken elimle bir yandan da onları sildim. Ani sahiplenen kadın hareketlerini kendime yakıştırmasam da az önce bu adamın dilini emdiğim gerçeğini kimse değiştiremezdi.
''Kalbimi kırmıştın.'' Söylediği şey üzerine hayretle ona baktım.
''Şaşırma öyle, kırdın.'' Dedi tıpkı bir çocuk gibi.
''Ona şaşırmıyordum ki, kırarım genelde ama hatırlamama şaşırdım.'' Dedim pişkin pişkin. Bu sefer hayretle bakan oydu. Gülmeme engel olamadım. Gülmem kahkahaya dönüştü. Halime o da gülmeden edemedi.
Zorlanmasa da yine de beni taşıdığı için nefesi biraz düzensizleşmeye başlamıştı. Normaldi çünkü elli kilo kız değil bir seksen boyunda altmış sekiz kilo birini taşıyordu.
''Hatırlamazsın çünkü o sıra sahte alkolden kafayı bulmuştun.'' Gülüşüm yüzümde soldu.
''Ne?'' şaşkınlık dolu sesimle ya dercesine kafasını salladı.
''İçtiğiniz geceyi hatırlamıyor musun?''
''Onu hatırlıyorum.'' Dedim, zihnimi derinlemesine yoklarken. Gerçekten içtiğimiz geceyi hatırlıyordum. Sadece içmeye gitmiştik, kafamda bu bilgi mevcuttu fazlası yoktu.
''Bana mesaj attın, gel beni al diye. Geldim seni ve kardeşlerini aldım, yetmedi evime getirdim. Ayağıma kustun.''
''Ne?'' diye tekrar araya girdim. Bu sefer keyif alan taraf oydu. Utançla yüzüm asıldı kaşlarım çatılırken. ''Şimdi mi anlatıyorsun bunları?'' diye sordum sinirle.
''Öncesinde nasıl anlatacaktım? Sen bunları hatırlamıyorsun ama böyle böyle mi oldu diyecektim. Hem de beni kendi evimden kovmuşken.''
''Evinden mi kovdum seni?'' iş daha farklı boyutlara geçiyordu artık. Adama yapmadığım zorbalık kalmamıştı.
''Evet, muhtemelen kendi evin sandın. Çünkü ne işin var senin burada? Rüya mı görüyorum? Bari burada rahat bırak ulan!'' diyerek taklidimi yaptı. ''Bunların hepsi hala kafamda.'' Anlattıklarından acı bir çıkarım yapmaya çalıştım ama olmadı. Bunları bu kadar keyifli anlatırken onu hangi söylediğimle kırmış olabileceğimi düşündüm.
''Ne oldu? Keyfin kaçtı, utandın mı yoksa?'' Gülüşümün solduğunu fark etmişti.
''Bu söylediklerim seni kıracak şeyler değil. Ne söyledim de kırdım seni?'' onun da gülüşü dudaklarında asılı kaldı. Derin bir soluk verip dudaklarını ıslattı. Konudan kaçmak istiyordu belki de pişman olmuştu açtığı için. Hatırlamak bile onu bu kadar rahatsız ediyorsa epey kırmıştım onu.
Bir binanın önüne geldiğimi fark ettiğimde Arslan şifreyi girip kapıyı açtı. Kucağından indirmeden asansöre girdi. Bu süre zarfında hiç konuşmadık. Ben sadece yüzünü izledim o ise dümdüz karşısına bakmaya devam etti. İçime oturan yumru midemi bulandırmaya başlamıştı.
Arslan'ın evinin olduğu kata geldiğimizde asansörden çıktık. Beni hala kucağından indirmemekte kararlıydı. Boynuna tutunduğumu bildiği için sağ elini belimden çekip cebinden anahtarı çıkarıp elime verdi. Bunları da konuşmadan yaparken anahtarı alıp kapıyı açtım.
Alparslan içeri kucağında benimle geçerek karanlık evde ilerlemeye başladı. Salon olduğunu tahmin ettiğim yerde beni koltuğa bıraktı. Beni orada bırakıp uzaklaşırken birkaç saniye sonra ışığı açmaya gittiğini anladım.
Tekrar yanıma geldiğinde aynı ruhsuz suratı yüzünde kalıcı gibi gözüküyordu. Üzerimden akan sulardan da rahatsız olduğum için koltuktan kalkıp karşısına geçtim. Üzerinden ceketini çıkarıp koltuğa fırlattı. Saçlarındaki yağmur suları hala şakaklarına akmaya devam ederken benim saçımdan akanlar ise yerdeki parkeyi ıslatıyordu.
''Arslan,'' diyerek bir iki adım daha yaklaştım ona.
Yüzüme bakmadan, ''Üzerini değiştirelim, hasta olma.''
''Sıçtırtma üstüne! Sana ne söyledim de kırdım diyorum.'' Artık sinirlenmeye başlıyordum. Merak ediyor ve öğrenmek istiyordum. Madem konuyu açtı, devamı da gelmek zorundaydı.
''Ne söyledim Arslan, söyle bana.'' Yüzünü tutup gözlerini yüzüme sabitledim.
Birkaç saniye ölü bakışları devam etse de bana böyle davranmayı istemediğinden olsa gerek bakışları yumuşadı.
''Alihan kim?''
İsmini duyduğum kişi ile ellerim yüzünde donakalmıştı. Hiç tahmin etmediğim, beklemediğim yerden gelen bu isim acı hatıralarımın arka yüzüydü. Kalemle ismini karalamaktan nasır tutan ellerimin sebebiydi. Ve ben ona Alihan'dan bahsetmiştim.
<><><><><>
Hello dostlarım. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Ben bu aralar pek iyi değilim. Belki bilenler vardır. İş hayatına atıldım ve henüz ikinci haftamda hasta oldum. Mevsim geçişleri demek benim hasta olmam demek. Hala atlatabilmiş değilim. İşim gereği çok erken saatlerde kalkıyorum, 5 gibi falan. O yüzden uyku yetmezliği yaşıyorum bu aralar. Üstüne bir de hastalık eklenince benim tükeniş... Bölüm o yüzden fazla gecikti biliyorum. İş tempom oldukça yüksek. Hala alışabilmiş değilim. Mesaim erken bitse de iş yerinde insanlarla çok haşır neşir olduğum için kafam çok dolu oluyor. Geldiğim gibi birkaç saat uyuyorum anca atıyorum yorgunluğumu.
Neyse benimde dertlerim bu işte ahahahah.
Gel gelelim bölüme. Artık beni vuracak birkaç kişi vardı Alparslan- Asena kavuşsun artık çok uzadı diye.
Arkadaşlar ben yazar değilim, amatörün tekiyim. O yüzden konuyu biraz uzattım. Onları yeterince ortak payda da buluşturamadığım için uzun tuttum bu süreyi ama yetti gibi artık.
Bu bölümü nasıl buldunuz? Hoşunuza gitti mi? Asena-Arslan ikilisini sonunda kavuşturduk, düşünceleriniz neler? Sizde benim gibi hala erken olduğunu düşünüyor musunuz yoksa tam ayarında mı oldu? Ya da dediğim gibi acemiliğimden kaynaklı bu süreyi uzatmış olabilir miyim?
Unutmadan başta da belirttiğim gibi bu bölüm ilk part. İkinci part olarak diğer bölüm gelecek. Zamanım olmadığı için full bir bölüm yazamadım. Yani kafamda hazır olam bölüm bu değil, buraya kadar okey devamı yok. Sırf siz bir şeyler okuyun kurguyu unutmayın diye böyle part şeklinde olsun istedim. Diğer bölüme geçeceğimiz zaman ikinci partı sessizce bu bölüme eklerim ki sonradan okuyanların kafası karışmasın.
Sizleri seviyorum. Diğer partta görüşmek üzere. Oy ve yorumlarımızı unutmayın. Hoşçakalın!! 💜💜 |
0% |