@esrarizim
|
Öncelikle merhaba, sevgili okurlar. Bu askeri kurgu, adı üstünde tamamen kurgu olup, hiçbir gerçeği yansıtmamaktadır. Bilgi eksikleri, yanlış bilgiler olabilir fakat "KURGU" olduğu için fazla ciddiye almamanızı umuyorum. Küçük düzeltmeler yapılabilir ama akışı etkileyecek değişimleri yapmayı uygun görmüyorum. Tüm sahneler ütopik olarak ele alınmıştır. Keyifli okumalar dilerim. <><><><><><><> Bölüm Şarkıları Bones- Imagine Dragons Maula Mere Maula- Roop Kumar Rathod(Alparslan-Asena karşılaşmasına birebir) It's Not So Bad- Dybbuk, Sabrina Gomez Runaway- Aurora İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur. - JJ ROUSSEAU <><><><><><><> Sabah kapımın ufak ufak tıklatılmasıyla gözlerimi araladım. Saatin kaç olduğunu bilmezken havanın daha aydınlanmadığını anlamam çok uzun sürmemişti. Kafama hemen dünkü fularımı maske gibi geçirirken, dağılmış bir halde olmamı umursamadan kapıya ilerleyip kilidini çevirdim. Karşımda dünkü asker vardı. Anlamsız gözlerle ona bakarken elinde bir tepsi olduğunu fark etmiştim. Dün Albay kalacak yerim olmadığını düşünmüş olacak ki alaydan çıkmama izin vermemiş, benim için bir oda hazırlatmıştı. Hatta lojman ayarlamayı teklif etmişti ama kabul etmemiştim. Ben orayı hak edecek insan kategorisinde değildim. Alana giriş çıkışlarım henüz sorun yaratacağından dolayı ve hem de geç saatler olduğundan gitmemem için uzun süre uğraşmıştı. Bende artık diretmeyip burada kalmayı kabul etmiştim. Dünkü yıkımın ardından burada kalmak, devam edecek olmam gerçeği hala beni perişan etse de güçlü olmak zorundaydım. ''Albayım odanızda kahvaltınızı yapabileceğinizi söyledi.'' Bana mahcup bir şekilde bakarak tepsiyi uzatan askere baktım gözlerimi dikerek. Sonra tek elimi uzatarak elinden tepsiyi aldım. ''Kahvaltıdan sonra sizi odasında bekliyor,'' duraksadı bir an. Söylese mi, söylemese mi karasız kalmış gibiydi. En son dayanamamış olacak ki gitmek üzereyken tekrar vücudunu bana çevirdi. ''Yarbay'da geldi. Beraber bekliyor olacaklar.'' Kafasını utançla kaşıyarak şapkasını düzeltti. Benden komut bekler gibiydi ama bunu yapmak istemiyordum. Bana karşı davranışları, bir komutana davranması gibiydi sanki. Öylesine bir saygı hareketi değildi yaptıkları. ''Tamam.'' Diyebildim en son. Tekmil verecek gibi olduğunda onun bu şapşallığına güler gibi oldum ama sonra hemen kendimi kontrol altına aldım. Daha fazla saçmalamayı bırakıp uzaklaştığında kapıyı kapatıp içeri girdim. Yatağın yanında duran iki kişilik küçük masaya tabldotu bıraktım. Hiçbir şey yiyesim yoktu. Getirdiği sıcak çayı içtim sadece. Bunu bir sigarayla şereflendirmek isterdim ama albay ve yarbayı görmeden dışarı çıkıp bahçede manşet olmak istemiyordum. İçeride ise içmeyi sevmiyor, doğru bulmuyordum. Elim telefona gittiğinde tedirgin bir şekilde bekledim öylece. Bizimkilerden sadece Enver'i arayabilirdim. Diğerlerini arasam bir ton soru yağmuruna tutulacaktım ama Enver öyle değildi. Enver, beni anlıyordu. Arama tuşuna bastım hızlıca. Düşünürsem hiçbir şeyi yapmamak gibi bir huyum vardı. İkinci çalışta açıldı telefon. ''Komutanım?'' sırıttım istemsizce. ''Sana kaç defa diyeceğim, komutanın değilim artık diye.'' Bir şeylerle uğraşma sesi geldi. Depodaydı sanırım. ''Ben sizi komutanım olarak tanıdım, ölene kadarda bu böyle.'' Dediğini işittim. Sesi biraz uzaktan geliyordu. Hoparlöre alma olasılığı çok yüksekti. Demir bir şeylerin yere düşme sesi geldi, kaşlarım çatıldı. ''Depoda mısın sen?'' diye sordum. ''Evet,'' dedi, ardından bir şeyler tekrar yere düştü. Küfrettiğini işittim. ''Sen mi topluyorsun depoyu? Bizim şerefsizlerin işi o, neden kendin yoruyorsun?'' zaten oradaki tüm yükümü ona bırakmıştım yine. Her zaman olduğu gibi yine arkamı toplayan tek kişi oydu. Ben ve diğerleri hep dağıtan taraftık. ''Cesur'un babaannesi doğum yapmış, yersen. Hepsi cenazedeymiş güya.'' Demesiyle güldüm. ''Lan onun babaannesi yok ki. Biz görevdeyken ölmüştü, unuttun mu?'' keyfim yerine gelirken Enver koca bir küfretti. ''Şerefsiz, kaltak herif. Beni kandırmak neymiş göstericem ona. Şu demir boruyu,'' deyip sustu. ''Çekinme çekinme.'' Diyerek güldüm. ''Anladıysanız boş verin.'' Diyerek o da güldü. O işine devam ederken konuşmaya da devam etti. ''Siz ne yaptınız? Dün rahatsız etmek istemedim.'' Derin bir nefes verdim dudaklarımdan. Sonra da kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Neresinden başlayıp ne desem bilmiyordum ki. Ben hala burada olma sebebimi de bilmiyordum. Şu kayalıktan atla deseler atlardım herhalde. Zekâ seviyem Mert ve Ufuk ile aynı düzeydeydi artık. ''Dün gece alayda kaldım.'' Sessizce mırıldanışımı duyduğunda elindeki işi bıraktığını hissettim. ''Çok garip bir histi. Kendimi o kadar çaresiz hissettim ki,'' genzim acıyla yanarken gözlerimi kapattım. Boğazını temizlediğini duydum. Sonra da bir yerden çıkıp başka bir yere girdi. Kapıların sesiyle bunu anlamıştım. ''Neden orada kaldınız? Keşke siz gitmeden önce bir yer ayarlasaydık, telaştan hiç aklıma gelmedi.'' Acele ile söylediği şeyleri umursamadan devam ettim. ''Burada olmayı özlemişim, Enver. Sanki kalbim buralarda bir yerde kalmıştı da ben buraya gelince tekrar atıyor gibi oldu.'' Derin bir nefes aldım bu seferde. Aldığım yetmiyordu, verdiğim çıkmıyordu. ''Ama daha kötü bir duygu olduğunu fark ettim bunun.'' Kaşlarım çatılırken yatakta yan döndüm. Karşı duvarda bana göz kırpan çerçeveye yerleştirilmiş ay yıldız bayrağımıza baktım utançla. ''Neden?'' diye sordu, Enver. Dudaklarım titrerken onları birbirine bastırdım bir süre, en azından konuşabilmek için onların titremesine engel olmak zorundaydım. Ağlamak istemiyordum. Bunun için ağlamayı bile hak etmiyordum çünkü. Kendimi biraz olsun dizginlediğimde tekrar konuşmaya başladım. ''Beni buraya getirme sebepleri sadece görev değil.'' Dün albayın söyledikleri beni ikna etmemişti. Salih albaya güveniyordum ama tek amacım bir görev olamazdı. Hem ne olduğunu bile bilmeden atlayıp gelmiştim. Tamam, Salih albay başka seçenek sunmamıştı ama o kadar olaydan sonra aramızda açıkken reddetme lüksüne sahiptim. Yapmadım, yapmak dahi istemedim. Aklımın ucundan bile geçmemişti ki, sanki yıllardır bunu anı bekliyordum. ''Benim hala buraya ait olup olmadığımı görmek istediler.'' Sözlerime uzun süre tepki vermedi, Enver. ''Enver, albayların ikisi de aklından geçen şey için burada değilsin diyor ama,'' duraksadım. Sertçe yutkundum. Cesaret dahi edemiyordum aklımdan o geçen o düşünceye. Gerçek olmaz diye korkuyordum. ''Ya geri dönmem için geçmem gereken sınavlardan biriyse?'' sesim soru sorar tonda çıkmıştı. Enver umutlandığımı anlamış gibi, ''Bende albaylarla aynı düşüncedeyim, komutanım. Bir beklentiye girmek sizi orada güçsüz yapar. Siz komutanken de aynı insansınız, sivilken de.'' Sözlerini nereye bağlayacaktı merak etmiştim. Sigara yaktığını duydum. ''Size burada acı gerçekleri benden başka kimse kabul ettiremez. Bu yüzden açık konuşacağım.'' Ciddiyetle onu dinlemeye başladım. ''Biz çok büyük bir hata yaptık. Dönüşünün olmadığını da biliyorduk bunu yaparken.'' Hatanın en büyük sebebi bendim ama hala biz diye konuşuyordu. Bu içimin ısınmasına sebep olurken hissettiğim suçlulukla vicdanım titredi. ''Bu bizden mesleğimizi aldı sadece. Bizler hala aynı kişileriz, hiçbirimiz değişmedik. Siz hala bizim komutanızsınız, ne kadar artık değilim deseniz de sizin de bunu duymaya ihtiyacınız var, biliyorum.'' Her bir kelimesine kadar doğruydu. Bu zamana kadar gözlerimden okunan tek ifade öfkeyken beni satır satır okuyan bir kişi vardı, o da Enver'di. Sigarasından bir nefes aldı. Keşke şu an bir tanede bende olsaydı, hatta karşılıklı içiyor olsaydık. Bu beş dakikalık şey için hayatımdan birkaç yıl vermeye razıydım. Sadece kendime itiraf edebileceğim bir gerçek çarptı yüzüme. Ben onlarsız yapamazdım. ''Üzerinizde bir üniforma olmasına gerek yok. Ben sizi biliyorum, onlarda biliyor. Bizim bildiğimiz kadar albaylar ve yarbayda biliyor.'' ''Haklısın,'' diye mırıldandım. ''Biliyorum.'' Diyerek karşılık verdi. Gülümseme ihtiyacı hissettim görmese de. ''Yani diyorsun ki; onlar öfkeyi istiyor. Onlara öfkeyi ver.'' ''Tam üstüne bastınız.'' Neşeli sesini duymak iyi hissettirmişti. ''Albayında istediği bu. Her ikisinin de.'' Yatakta doğruldum artık kapatmam gerektiğini fark ederek. Hazırlanmam gerekiyordu ama konuşmak çok iyi gelmişti. ''İstedikleri şey sizin aklınızdaki gibi olmasa da onlarda biliyorlar. Size ihtiyaçları var.'' Dedi. ''Size de'' diye iliştirdim hızlıca. Albay onların da olacağının sinyalini vermişti. Eğer beni oyaladığını anlarsam her şeyi bırakır giderdim. Onlarsız bir dünyada yerim yoktu. ''Neyse, sende işlerini hallet. Bende hazırlanayım, yarbay gelmiş.'' ''Güzel giyin he.'' Demesiyle sesli güldüm. "Payetli bir elbise almıştım, onu mu giysem?" Diye dalga geçtim. Sesli gülüşünü duydum. "Cesur o halinizi görmek için hadım bile olmayı kabul ederdi." "Cesur'un bile o elbiseyi giyme ihtimali benimkinden daha yüksek." Bu sefer daha çok güldüğünde bende gülerek gözlerimi devirdim. Sonra, "Tamam tamam, hadi görüşürüz." diyerek telefonu kapattım suratına. Çok da şımartmaya gerek yoktu. Telefonu yatağa fırlatıp bavuluma doğru ilerledim. İçinden alacaklarımı alarak banyoya yöneldim. Dişlerimi fırçalayıp saçlarımı balık sırtı ördüm. Sivil hayatımda kesmeye karar vermiş ve uzattığım kaküllerimi saçlarımla birleştirip sabitledim. Boynuma siyah bandanamı geçirip banyodan çıktım. Üzerimdeki siyah dar body'i değiştirme gereği duymadan altımdaki eşofmanı çıkardım. Odanın karanlığı tamamen dağılırken gökyüzüne bulutların toplandığını fark ederek duraksadım. Yağmurun habercisi gibi gök gürlerken içimdeki sıkıntı daha da büyüdü. Aitlik hissi artık benimle değildi. Bavuldan çıkardığım siyah kargo pantolonu giyinerek beline bir de kemer taktım. Üzerime kalın keten bir ceket geçirerek önünü açık bıraktım. Ayağıma da botlarımı geçirdiğimde hazırdım. Görünüş olarak hazırdım ama zihin olarak asla değil. Acil olarak toparlanmam gerekiyordu ama nasıl? Camı açıp derince havayı soludum. Ciğerlerim patlayacak gibi olduğunda aldığım nefesi zehirliymiş gibi geri koyuverdim. Belki de burada hiç olmamalıydım. Düşünceler peşimi bırakmazken artık kaçacak yerimin olmadığını fark ederek bandanayı yüzüme geçirdim ve telefonu cebime atarak odadan çıktım. Düşünmedim, düşünürsem yapmazdım. Adımlarım koridorda yankılanırken etrafta bir koşuşturma mevcuttu. Yarbaydan kaynaklı diye düşündüm. Eski ben olsam ortalığı çoktan birbirine katıyor olurdum. Ama şu an umurumda değilmiş gibi kılımı dahi kıpırdatmıyordum. Usul usul yürümeye devam ettim. Bazı askerlerin bakışları bana değse de umursamadım. Muhtemelen kim bu sivil diye düşünüyorlardı. Yüzümün de gözükmediğini hesaplarsak epey dikkat çekiyordum. Ama bu da umurumda olmadı, artık insanları tamamen umursamayı bırakalı uzun yıllar olmuştu. Albayın odasının önüne geldiğimde duraksadım. Direkt mi girmeliydim yoksa bir askerden haber mi beklemeliyim diye düşündüm. Sonra ne kadar acemice davrandığımı düşünerek kapıyı iki kere tıklattım. İçeriden gelen ''Gir.'' Komutu ile açtım kapıyı. Gözlerime ilk değen masanın önündeki koltukta oturan yarbay oldu. Gelmişti. Karşısında oturan ise albaydan başkası değildi. Onlar ayağa kalkarken bir an duraksadım. Bu saygıyı sivilken görmek şaşırtmıştı. Üniforma içinde de böyle bir şeyi daha önce yaşamamıştım. Şaşkınlığımı gizleyen bandanama içten bir teşekkür ettim. ''Gel, Öfke.'' Gülümseyerek içeri davet eden Cihangir albay ile kapıyı kapatıp yanına doğru ilerledim. ''Yarbay, Altay DEMİR.'' Elimi tokalaşmak için Yarbaya uzattım. Ve zihnimden tekrar ettim. Sen sivilsin, sivil gibi davran. Ama bu o kadar zordu ki balığa uç demek gibi bir şeydi benim için. Yani imkansızdı. Yarbay elimi sevecenlikle sıkıp geri bıraktı ve o sıra çaprazındaki tekli koltuğu gösteren Albay ile sakince oturdum. Yarbay, dışarıdan bakıldığında bu adam asker denilecek bir tipteydi. Yeni tıraşlanmış yüzü fazla tahriş olmuş ve kızarıktı. Hafif kilosundan ötürü gıdığı çıkmıştı ama boyu epey uzundu. Cihangir albaydan da uzundu. Beyaz tenli bir adamdı ve yaşını gösteriyordu. ''Salih albay dediğini yaptı he, getirdi seni buraya.'' Kaşlarımı çatmamak için üstün çaba gösterdim. Nasıl yani? Dememek içinde tuttum kendimi. Anlamadığımı anlamış olan albay bana döndü. ''Senin gelmeyeceğini düşünmüştük, Salih albayım inatlaştı bizimle. 'Ben çağırayım da gelmesin o' diyerek bir günde seni buraya getirdi.'' Güldü ikisi de. Konudan o kadar uzaktım ki hala anlamış değildim. Tek anladığım Salih albayın tek lafıyla beni buraya getirtmesi, gururunu kabartmasına neden olmuştu. Ama aldırmadım, feda olsundu. ''O meseleden sonra burası herkesin kaldırabileceği bir şey değil. Öncelikle seni bundan dolayı yürekten tebrik ederim, kızım.'' Konuşan albay ile elim yüzüme gitti. Koridorda kimse görmesin diye kapatmıştım ama heyecandan indirmeyi unutmuştum. Odaya dönünce kendimi boğma fantezilerimi bir kenara bırakarak hiçbir şey olmamış gibi yüzümü açığa çıkardım. Yüzümü keyifle izleyen albay ve yarbaya tepkisiz kaldım. Salih albayımın beni onlara birçok kez gösterdiğine kalıbımı bile basardım. Yüzlerinde bir şaşkınlık yoktu ve bandanamı indirmemi söylememişlerdi. Onların bu durumdan rahatsız olmadığını ise yeni fark ediyordum. Belki de böyle olması onlara mantıklı geliyordu, bilmeden iyi bir şey yapmış olurdum o zaman. ''Teşekkür ederim, efendim.'' Konuşmayı hatırladığım da avucumun içinin terlediğini hissettim. Sanki mülakatta gibi ergen ergen hareketler. Bayıl bir de Asena. ''Olayın ciddiyetine gelmek gerekirse,'' Lafını böldü yarbay, albayın. ''Çok zamanım yok kızım o yüzden seninle uzun uzun sohbet etme işini bir sonraki gelişime bırakıyorum. Belki o zaman yanımda Salih albayında olur.'' ''Tabii, efendim.'' Miyavla bir de Asena. Şu an yanımda bizimkiler olsaydı bu halime kırk yıl gülerlerdi. Toparlanmam lazımdı. Bu ben değildim. Yıllar benden sadece geçmişimi, emeğimi çaldı sanıyordum ama hayır. Benden birçok şey çalmıştı ve ben bunu yeni fark ediyordum. Bakalım kaçıncı kez battığımı sonradan idrak edecektim. Yıkılacak yerim kalmamış gibi hissediyordum, şimdiden tükenmiştim. Kaldığı yerden konuşmaya devam etti Cihangir Albay. ''Kendini önce ikna etmen gereken konular var, Asena.'' İçimi cayır cayır yakacak olan o konuya girdiğini hissettim. Belki de anladım. ''Mesleki hayatın kötü bir sonla noktalandı. Senin buraya gelme amacın, geri dönüş hikayeni yazmak için değil, bilakis yarım kalanı tamamlamak için geldin.'' Anılar tek tek önüme düşerken tuzla buz oldular. Göz kapaklarım art arda titreyerek kapanmak için çırpınırken oturuşumu düzeltme ihtiyacı hissettim. Halimi anlayan albay, susmayı tercih etti. Akmak için gözüme biriken yaşları gizlemek için bakışlarımı ellerime indirdim. Üzüldüğüm şey, tamamen mesleğime geri dönemeyeceğimin gerçekliği değildi. Hayatımın bitmesine neden olan anılardı. Zihnimde birçok kez yaşadım hepsini ama burada onların karşısında bu konuyu konuşmak beni çok kötü hissettirmişti. Hatamı yüzüme vuran yoktu belki fakat bu suçluluk duygumu azaltmıyordu. ''Kendini sıkmana gerek yok. Bu konuda üzerine gelip, seni üzecekte değiliz.'' Kafamı iki yana salladım olumsuz şekilde. ''Üzülebileceğim noktayı geçeli çok oluyor.'' Bu kendi dilimde güçsüz değilim demekti. Siz bir de içeride ki yangını görün demek istedim. ''O zaman kaldır bakışlarını.'' Yarbay'ın sert sesi komut gibi zihnime işlerken hemen kaldırdım kafamı. ''Sana eskiyi hatırlatmakta ki amacımız, yarım bıraktıklarını tamamlamanı istememiz.'' Kaşları kalkık bir şekilde anlayışla açıklama yaptı, Yarbay. Biraz daha anlam buldu her şey. Tahminimin doğru çıkma ihtimali yüksekti bu sefer. ''Benden istediğiniz şey, sadece öfkem değil. Öfkeme sebep olanlar.'' Sonunda anladın der gibi baktı, Yarbay. Bu sefer söze giren Albay oldu. ''Bu bir anlaşma değil, senin yardımına ihtiyacımız var ama bunu yaparken senden istediğimiz, eski Öfke.'' Buraya kadar anlamıştım. Aptala anlatır gibi tekrar etmelerine gerek yoktu. ''Anlıyorum demek istediklerinizi. Ama asıl konuya girerseniz, bende bir şeyleri konuşabilirim.'' İkisi de bakışarak derin bir soluk aldılar. Ne oluyor amına koyayım! ''Ökkeş.'' Dedi ve sustu, Albay. Duyduğum isim kafamı hızla ona çevirmeme sebep oldu. Olduğum yerde doğruldum. ''Ne?'' döküldü dudaklarımdan. Beynim algılamak istemiyordu. ''Sakin ol,'' diyecek oldu, Albay. Böldüm onu büyük bir sinirle. ''Albayım, sakın düşündüğüm şey için burada olduğumu söylemeyin.'' Ne zaman ayağa kalktığımı bile bilmezken iri gözlerle bir albaya bir de Yarbaya bakıyordum. ''Asena, sakin olman lazım ki, konuşabilelim.'' Yarbayın yumuşak sesi beni etkilemedi bile. ''Ne sakinliği, Yarbayım? Beni o adam için getirttiniz resmen, hayatıma mal oldu o adam!'' öfke kustuğum sesimle ağzımdan tükürükler çıkmıştı. Yanlış bir şey söylememek için dişlerimi sıkıyordum. Bedenim alev alıyordu sanki. Bu bir kamera şakası olmalıydı ve bende ayaklarımı götüme vura vura kaçmalıydım buradan. Albay tedirgince ayağa kalktı. ''Senin için ne anlam ifade ettiğini biliyoruz. Ama sensiz olmaz.'' Güldüm sinirle ve yüzümü ovuşturdum hışımla. Olduğum yerde küçük adımlarla bir ileri bir geri yapıyordum. Yürümeyi bırakıp durdum. "O zamanlar bensiz kalmayı tercih ettiniz ama.'' Söylediğim şeyi beklemiyorlardı elbette. Gerçek Asena buydu işte, dilinin kemiği yoktu. Madem gerçeği görmek istiyorlardı, buyursunlar gerçek burada. Bakışlarında bir gölge geçti, belki de yetersiz gelmenin hüznüydü bilmiyordum. ''Biliyorsun, dosyandaki tek suçun Ökkeş olayı değildi.'' Bu sefer albayında sert iması kulaklarıma doldu. Ben bu zamana kadar ne bok yediğimi elbette biliyordum. Ama ellerinden hiçbir şey gelmeyeceği, kocaman bir yalandı bana göre. Buraya hiç gelmemeliydim. Demek ki, Salih Albay bu yüzden telefonda hiçbir şey söylememişti. Mesleğime geri döneceğim heyecanına kapılıp buraya geleceğimi biliyordu. Beni resmen kandırmıştı, hatta beni koca bir ateşin içine atmıştı. ''Asena, senden sadece sakin olmanı isteyeceğim tek an bu an. İnan bana, bundan sonrası için sana kimse karışmayacak.'' Dedi, Yarbay. ''Burayı havaya uçursam bile mi?'' söylediğim onları anlık bir şoka soktu. ''Konuşmanız bittikten sonra giderim bende.'' Onlara aldırmadan boş boş duvarı izlemeye devam ettim. Kaçıp gitmiyorsam hala onlara olan saygımdandı. ''Burası hala senin yuvan.'' Gözlerime saldıran yaşlara hâkim olamadım bu sefer. ''Ben neden öyle hissetmiyorum o zaman?'' diye bağırdım. Haddimi aşıyordum ama bir şey dememeleri beni daha çok sinirlendiriyordu. Böyle yapmaları haklı olduğumu gösteriyordu ve ben bunu istemiyordum. Haksız çıkmak istiyordum hem de ilk defa bir konuda bu kadar haksız çıkmak istiyordum. Salih Albayın neden çocukların şimdi gelmesini istemediğini de yeni idrak ediyordum. Benim bu halimi görmelerini, bunlara şahit olmalarını istemiyordu. Nasıl adamdı böyle hem ağzıma sıçıyor hem de itibarımı düşünüyordu. İtibar mı kalmıştı amına koyayım. Sol gözümden akan yaşı sildim sertçe. Yanlarında ağlıyordum ama umurumda değildi artık. Sessizlikten cama vuran yağmur seslerini işittim ve ardından gök gürledi. Bu sefer yaşlar daha hızlı aktı gözlerimden. Bu halimi görmelerine dayanamayıp bir şey söylemeden hızlıca çıktım odadan. Askerlerin yüzümü görme ihtimalini umursamadan elimle ağzımı kapatarak hıçkırıklarımı tuttum. Çıkış kapısını göz yaşlarımdan zor görüp koşar adımlarla oraya gitmeye çalışırken sert bir şeye çarptım. Vücudum bir iki adım geri giderken elimi ağzımdan çekmiş bulundum ama fakat çarptığım kişiye bakmadan kafamı eğerek yanından koşarak dışarı çıktım. Arkamdan gelen, ''Hey!'' sesini ise umursamadım. Bahçede kimse yoktu ve bunun rahatlığıyla hıçkırıklarımı serbest bıraktım. Kocaman bahçede dizlerimin üstüne düşüp yırtına yırtına ağlarken kimse umurumda değildi. Kocaman askeriyenin bahçesinde zırıl zırıl ağlıyordum. Ellerimi ıslak zemine koyarak avuç içlerimi bastırdım sertçe. Canım acısın istiyordum. Canımın acısından her şeyi unutmak istiyordum. Geçmişin gölgesinden kurtulmak, hatalarımı unutmak ya da onları hiç yapmamış olmak istiyordum ama bunların imkansızlığı bir tokat gibi yüzüme çarpıyordu. Ellerimi yavaşça yerden çekerek dizlerimin üstüne koydum. Sağanak yağmurun altında öylece oturdum dizlerimin üstünde. Gök ağladı ben ağladım. Yüzümü bile silmedim. Ne yağmur kurumasına müsaade etti ne de göz yaşlarım. Kalbimin acısı içimi titretiyordu, soluklarım kesilir gibi oluyordu. Acı bir feryat kopardım biri etimi yakmış gibi. Kimse etimi yakmadı, kimse beni yakmadı ama ben alev alev yanıyordum. Aklıma düşen geçmiş ile gözlerimi kapattım sıkıca. 19 Nisan, 2020 - Şırnak/Silopi Kızılcıklı ormanın derinliklerinde, Öfke Timiyle ilerliyorduk. Ay'ın cansız ışığı önümüzü görmemize yardımcı olmuyordu lakin hepimizin şu an hiçbir bahaneye sığınmak gibi bir imkânı yoktu. Çalılıkların arasından gelen ses ile durdum. Tim de benimle durduğunda elimle beklemeleri için işaret verdim. Tekrar bir kıpırtı duyduğumda Enver ile göz göze geldik. Kafasını salladı onaylar biçimde. Gözlerimi kapatıp açtım ne dediğini anladığımı göstermek için ve elimdeki silahı daha sıkı kavradım. Enver, Mert ve Ufuk'u sağa yönlendirirken ben Cesur ve Bilal'i sola yönlendirdim. Bahadır bizimle kalırken düz ilerlemeye devam ettik. Bizimkiler gözden kaybolduğunda oyuk gibi bir derinliğin içindeki çalıları fark ettim. Yaklaşık yirmi metrekare genişlikte ve iki metre bir derinlikti. Silahımın ucuna eğim vererek çalıları hedef aldım. Tam o sırada telsizden Cesur'un sesi geldi. ''Komutanım, burası temiz. Fakat ileride ağaçların arasında bir minibüs gözüküyor, tuzak olabilir. İlerleyelim mi?'' sorusuyla duraksadım. Tuzak olabilirdi dediği gibi ama ya aradığımız siviller içindeyse? Bu ihtimali göz ardı edemezken konuştum telsize. ''İlerle, sol kanat.'' Dedim sadece. Cesur onayladığında çukurun tam dibine gelmiştik. Enver, Bahadır ve benim nefes seslerimizden başka bir ses yoktu. Ta ki onun sesini duyana kadar. ''Hoş geldiniz komutanlar.'' Hızla arkamı dönerken Enver ve Bahadır'ın aynı anda enselerine silahın dayanmasıyla olduğum yerde kaldım. Hedefime onu alırken gözlerimden alevlerin fışkıracağını hissettim. Korku ve panik aynı anda zuhur etti vücuduma. Gözlerim Enver ve Bahadır arasında gidip gelirken o orospu çocuğuna baktım. Pis bıyıklarını eliyle okşayarak bana yaklaştı sırıtır vaziyetteyken. ''İndir silahını, komutan. Burada düşman yok, hepimiz kardeşiz.'' Gür kahkahasıyla birlikte yanındakilerde güldü. Benim ise dikkatim sadece Enver ve Bahadır'ı hedef alan kişilerdeydi. Enver ve Bahadır ellerindeki silahlarının hızla çekilmesiyle bize ait olan silahlar bana doğrultuldu. Tuzağa düşmüştüm. Hem de bok gibi bir tuzağa. ''Askerlerimi bırak.'' Dedim dişlerimi öfkeden sıkarken. Keyifle güldü tekrar. ''Hangilerini?'' diye sordu. Kaşlarım çatılırken gözlerim Enver ve Bahadır'a kaydı. Onlarda benim düşünceme ortak olurken hızla o şerefsize döndüm. ''Buradayım işte, diğerlerin bırak.'' Dedim. Cık cık diye ses çıkardı. ''Böyle hiç keyifli olmuyor ama komutan. Biraz çabuk pes ettin sanki.'' Durdu ve yanındaki kişiye döndü. ''Feyzo, sen hiç eğleniyon mu la? Vallah ben hiç eğlenmiyom.'' Dişlerimi gıcırdattım. Bana çevirdi pis gözlerini. Şu an ki durumdan bir hayli keyifliydi. O sırada onların arkasında gelen Mert ve Ufuk'u fark etmem bir oldu. Elleri arkadan birleştirilmiş, kafalarına silah dayanmış bir şekilde yanımıza geliyorlardı. Baktığım yere baktı o da. Çaresizlikle silahımı indirdim. Bana doğru yaklaşırken yan gözle gelişini süzdüm. Tiksintiyle yüzüm buruştu fakat yüzüm kapalı olduğu için o bunu görmedi. ''En son ki karşılaşmamızda sizi pek iyi ağırlayamadım.'' Eli yüzümdeki maskeye giderken kendimi geri çekip elini tutup büktüm. Aynı an da silahların tetikleri çekildi. Elim olduğu gibi donup kalırken o keyifle güldü tekrar. Orospu çocuğu diye geçirdim içimden. Seni güle güle öldüreceğim, son aktiviten bu olacak. ''Söyle puştlarına, askerlerimi bıraksın.'' ''Tabii tabii, çocuklar.'' Diyerek puştlarına döndü. ''Komutanı kırmayın ha, rica etti oğlum.'' Kendi şakasına puştları da gülerken ellerini arkada birleştirip bana alaylı bir ifadeyle baktı. ''Şah ve mat komutan, ne dersin bu işe?'' diye sordu. Bakışlarımdan tedirginlik akarken Cesur ve Bilal'e ne olduğuyla ilgilendim o an. Allah'ım dedim, lütfen onlar tuzağa düşmemiş olsun. ''Seni geldiğin deliğe geri sokacağım, öyle bir sokacağım ki hiç var olmamış olacaksın!'' kahkaha attı. ''Askerlerimi bırak!'' diye bağırdım. Cesur ve Bilal beni duysun istiyordum ama etrafta bir hareketlilik yoktu. ''İhlas, getir olum şu kumandayı. Sıkıldım bu komutandan, hiç eğlenmiyom heh.'' Diyerek elini arkaya uzattı. Dediği iti eline bir küçük kumanda bırakırken aklıma düşen ihtimal ile sertçe yutkundum. Toplam dokuz kişilerdi. Tek başıma hepsine yetme ihtimalim çok düşüktü. O şerefsizi rehin alsam bile yine zararda olan bendim. Tek bir vur emri ile dört askerimi kaybedebilirdim. Eğer bende bu Timin komutanıysam, şehit vermezdim. O sırada kulağıma takılı olan kulaklığa farklı bir ses daha ilişti. Albayın sesi. ''Öfke bir, ses ver.'' Veremedim. Belli edemezdim. Gözlerimi kırpıştırdım sadece ve Enver'e baktım. Hepsinin kulağına aynı ses gidiyordu şu an. ''Enver! Cesur!'' böyle sırayla hepimizi tek tek saydı. Kimseden ses gelmedi. Cesur ve Bilal'den bekledim bende albay gibi ama gelmedi. O an bakışlarım çöktü şerefsizin yüzüne. Albay konuşmaya devam ederken o itte konuştu. ''Kara ve hava desteği geliyor! Duydunuz mu? Kara ve Hava desteği gönderiyorum, neredeyseniz dayanın. Öfke! Ses ver!'' ses veremedik albaya. Bizimkiler çaresizce bize bakıyordu. ''Bu kumanda nedir Komutan, bilirsin sen?'' dalga geçer gibi havaya atıp tuttu kumandayı. Yine eğlenerek güldü. ''Sayı seç basayım, ortalık şenlensin. Ya da dur, hepsi zaten aynı yere bağlı.'' ''Ne demek istiyorsun sen?'' Cesur ve Bilal. ''Gelirken bi minibüs görmediniz mi?'' diye sordu sonra da ellerini birbirine vurdu 'tüh' derken. ''Neyse, giderken görürsünüz, biraz alevli falan olur ama yolunuz aydınlanır.'' Durdu bir an. ''Gerçi seçimlerinde önemli şimdi.'' Kaşlarını kaldırarak bana yaklaştı. Korkusuzda dibime girmesine müsaade ettim. Enver ve Bahadır yerlerinde kıpırdanırken arkalarındaki puştlar silahı daha da bastırdılar. Bu onların hareketlerinin durmasına sebep oldu. Yüzündeki aptal gurura delici bakışlarla baktım. ''Kurtlar mı? Kuzular mı?'' diye sordu. Anlamıştım o an minibüsün bir tuzak olduğunu, içinde bomba vardı. Sakinlikle gözlerimi kırpıştırdım. Ve o an kulağıma tekrar albayın sesi doldu. ''O herifi istiyorum, Öfke! Ne olursa olsun bırakma. Destek ekipleri yolda, dayan.'' Dedi. Sırtıma binen yük ile titrediğimi hissettim. O şerefsiz de bu halimi anlarken elimdeki silahı çekip aldı. Feyzo dediği adama uzatırken o herifte beklemeden aldı. Enver'e bakmaya çekiniyordum. ''Eee, komutan.'' Dedi. Cesur ve Bilal tehlikedeydi. Bizde öyle. ''Yolda olduklarını biliyorum,'' diyerek kulağımdaki kulaklığı çekip aldı. Yere atıp üstünde zıplarken paramparça olmuştu tüm sistem. Sinirle gözlerimi yumdum. ''Gitmene izin vereceğimi düşündüren ne?'' diye sordum alayla. Bakışlarını yerde parçalanmış olan kulaklıktan kaldırıp bana baktı parlayan gözleriyle. Uzun sakalını kaşıdı. ''Biz bu yola şehit olmak için çıkıyoruz. Size öldürmeyin diye yalvarmaya değil.'' Keskin sesim aramızdaki boşlukta yuvarlandı ve ona çarptı. Yüzüme ciddiyetle bakarken deli gibi güldü tekrar. Orospu çocuğu! Senin o gülerken açılan koca ağzına kurşunlarımı nasıl meze yapacağım bir bilsen! ''Zaman azalıyor komutan. Gitmeme izin vermezsen ben bu düğmeye bassam da basmasam da o bomba patlayacak.'' Dedikten sonra elindeki kumandayı fırlattı bir köşeye. ''Gidersem tüm askerlerin senin. Ama kalırsam, o iki askerin ve minibüsteki sivilleri unut.'' Kirpiklerim titredi. Minibüste siviller vardı. Sadece Cesur ve Bilal yoktu elinde. Hepsini öldürmekten bahsediyordu. Yaşadığım arafla Enver'e baktım. Alnı terlemiş ve saçları dağılmış bir şekilde bana bakıyordu. Kafasını iki yana salladı. Albayın hala onların kulaklığına konuştuğunu biliyordum. Ve o an kararı vermesi gereken tek kişi olduğumu da. Günümüz- Kaç dakika öylece durdum bilmezken ağlamalarım iç çekişlere döndü. Saçlarımdan akıp giden yağmur suyuyla bakakaldım. Sırılsıklam olmuştum. Üstüm başım su içindeydi. Köpek gibi silkelenmek istesem de bu isteğime engel oldum. Ellerimden, çenemden sızıp giden yağmur suları içinde ayağa kalktım zorla. Yağmurdan mı ağırlaşmıştı bedenim yoksa omuzlarımdaki yükten mi? Derince havayı soludum, vardır dedim bir gayesi. Vardır bu kaderin bir gayesi. Az önce hönkürerek ve koşarak herkesin içinden çıkıp giden ben değilmişim gibi bandanayı tekrar yüzüme geçirdim. Islandığı için biraz zor olmuştu ama yine de takmayı başardım. Arkamı dönerek tekrar içeri girmek için bir adım attığımda duraksamama neden olan şey ile öylece kaldım. Çıktığım kapının tam kenarında üniformalı birisi duruyordu. Ellerini arkadan birleştirmiş bacakları rahat pozisyonunda olduğum yere bakıyordu. Bahçede hala kimsenin olmadığını var sayarsak, bana bakıyordu. Uzun boylu, normal bir askere göre fazlaca iri duruyordu. Aramızdaki mesafe epey olduğu için yüzünü tam seçemiyordum fakat bordo beresini yeni fark edecek kadarda kafam yerinde değildi. Gözüm görse de dikkatimi çekmezdi. Benim de onu fark etmemle ellerini çözmeden fazla yavaş hareketlerle arkasını dönerek içeri girdi ve gözden kayboldu. Gittiği yerin boşluğuna bakmayı keserek yavaş adımlarla içeri girdim. Çıkarken gördüklerimin aksine şimdi ortalıkta kimse yoktu. Olsa da aldıracağım noktayı geride bırakmıştım az önce. Takanın amına koysunlardı. Hızlı adımlarla Albay'ın odasının önüne gelip durdum tekrar. Islak kıyafetlerimi değiştirmeyi düşünmedim bile. Madem sivildim, ağada bendim, paşada. Onlara istediklerini verecektim, onlar bana istediğimi verdiği müddetçe. Kapıyı tıklatıp içeri girdim. Bu sefer gir komutunu dahi beklememiştim. Özümü hissettim o an. İçimden bir kıpırtı geçti, oldun sen dedim kendime. Eski Asena oldun. ''Kendine biraz daha gelmişsindir, umarım.'' Geldim, Yarbayım. Geldim. Şimdi de geride bıraktıklarımı alıp onları da kendilerine getireceğim. Kıyafetlerim ıslak olduğu için oturmayarak ayakta, tepeden onlara baktım. Sırayla yüzlerini süzdüm. ''Bana anlatmak istediğiniz şey için kıvranmanıza gerek yok. Yaşayacağım yıkımı yaşadım az önce ve hepsi bitti.'' Az önce Yarbay ve Albaya kıvranmayın demiştim. Aynen kızım, en büyük taşşak senin. Boşuna yollamadı bu adamlar seni. Ellerimi arkada birleştirdim. Bir de bir bokmuşum gibi şu haller edalar yok mu? İkisi de konuşmadan ne diyeceğimi, belki de kararımı sabırla bekliyorlardı. ''Beni istediniz, çünkü Ökkeş'i de istiyorsunuz.'' ''Evet,'' diyerek araya girdi, Albay. ''Onu benden başka getirecek kimse yok diye düşünüyorsunuz, neden?'' diye sordum. O kadar asker, özel tim bunun için yetiştirilmiyor muydu? Buna cevap veren Yarbay oldu. Hala bıraktığım gibi karşılıklı oturuyorlardı. ''Çünkü sen sivilsin.'' Bana yine sağdan soldan geleceklerdi anlaşılan. Durup durup aynı konuya giriyorduk. Sabır diledim içimden. ''Burayı geçmemiz gerek artık.'' Patlamak üzereydim yine. ''Sınırları olmayacak tek kişi sensin, Asena. Emir yok, komut yok. Özgürsün. İllegal yolların kapısı bu sefer sana açılacak.'' Duyduklarımla bir süre Yarbay'a baktım. Sonra ciddiler mi diye bir de döndüm Albay'a baktım. Ne demek istediğimi anlamış gibi kafa salladı. Ödül mü ceza mı, bilemedim. Kollarımı göğsümde birleştirdim. ''Ben ne dersem o mu olacak?'' Albay eliyle 'eh, yani' dercesine işaret yaptı ve ardından konuştu. ''Görev içinde, burnunun dikine gitmekte özgürsün. Senden tek istediğimiz aynı yollardan gitmemen. Biliyoruz, kaybedecek bir şeyim yok diye düşüneceksin ama bizim var.'' Küçük uyarısıyla dudaklarımdan bir sızı gibi çıkan nefesi verdim. Düşünür gibi kafamı sola yatırıp gözlerimi odanın içinde gezdirdim. ''Bana neden güveniyorsunuz? Ayrıca bu planı ne zamandır yapıyorsunuz? Sizi bilmem ama ben üç yıldır saha da yokum.'' Sert sesim odaya yayıldı. Öfkem sesime yansıyordu. Oturuşunu düzeltti, Yarbay. Artık sadece yüzü değil, tüm vücudu bana dönüktü. ''Operasyon hemen başlamayacak, senin için alışma süreci ayarladık. Önce senden başlayacağız.'' Kaşlarımı çattım. ''Ne demek o?'' diye sordum. ''Tek başına olmayacaksın bu operasyonda, iki ayrı Tim de seninle olacak. Onlar senin asıl kimliğini, geçmişini bilmeyecekler, rahat ol.'' Çok rahatladım gerçekten amına koyayım. Bana böyle sürprizler yapın her zaman olur mu? Bayılırım çünkü. Gözlerimi devirme isteğiyle yanıp tutuştum. ''Ne diye bilecekler beni? Paralı asker mi? Ajan mı? Ben kimim, Yarbayım. Vasfım ne?'' ona yaklaşıp hafif eğilerek söylemiştim bunları. ''Öfkenin kimliği gizli kalmak zorunda. Eskiden bilinen bir Timdiniz, bunu riske atamayız. Asena olarak operasyonda bulunacaksın, asker değilsin ama ordunun yetiştirdiği, sivil bir topluluktan gelen bir ekipsiniz. Onlar öyle bilecek.'' Ağzımdan bir şaşkınlık nidası çıktı. Dalga mı geçiyordu bunlar. ''Tim üyeleri kaç yaşında? Beş mi?'' güler gibi ses çıkardım. ''Bana güvenmezlerse bu operasyon sekteye uğrar.'' Ben olsam asla böyle bir ekibi dikkate almazdım. Benim yapamadığımı onlar mı yapacak derdim. Küçümserdim, operasyona dahil bile etmezdim. Peki ben küçümsenecek insan mıydım? ''O da senin problemin. Seni neden seçtiğimizi şimdi daha iyi anladığını umuyorum.'' Diyerek ayaklandı, Yarbay. Bir iki adım geriye gittim. Şimdi gerçekten de boka basmıştım. Sıkıntıyla kollarımı çözdüm. Albay da ayaklandı ve Yarbay tam karşımda durdu. Gözlerinde gördüğüm şey güvenden başka bir şey değildi. Yanlış anlamak istedim, bana güvenmemeliydi. Bana güvenmesin ki bende gideyim. Böyle güvenle bakarsa gidemezdim. Doğama aykırıydı. Eli kolumu buldu, okşar gibi oldu. ''Bu görevi ne biz istiyoruz diye ne eski mesleğine olan aşkından ne de vatan borcundan yap. Sebep arama kendine, istediğini gözlerinde görüyorum ve sende artık çekinmeden, o aynalara kim olduğunu hatırlayarak bak.'' Ağzım hayretle aralanırken böyle bir konuşma yapacağını tahmin etmemiştim. Elini çekti kolumdan. Sızladı orası nedendir bilmem, bir soğukluk oturdu. Gülümsedi bir baba şefkatiyle. Baş selamı verdim ve Albayla başka bir konu konuşarak odadan çıkıp gittiler. Bende orada daha fazla durmayıp odadan çıkarak gece kaldığım odaya gittim. Yine koridorda kimseyi görmeden gidebilmiştim odaya. Üzerimi hızlıca çıkarıp yenilerini almak için bavula yöneldim. Bu sefer biraz daha dar bir kargo pantolon giyip üzerime aynı şekilde siyah body geçirdim. Yine siyah renk olarak bomber ceketi giydim. Bandanamı çıkardım ve bu sefer hâkî yeşili olanlarından alıp yüzüme geçirdim. Saçlarım hala ıslaktı fakat uğraşmak istemedim. Ölecek değildim sonuçta. Kabarıp tokadan firar eden kaküllerimi de elimle düzeltip tekrar tokayla tutturdum. Son olarak telefonu cebime atıp odadan çıktım tekrar. Albayın odasına ilerledim geldiğini umarak. Az önceki gibi dalmak yerine tıklattım hafifçe. Komut gelmeyince gelmediğini anladım ve tam o esnada arkamdan duyduğum ses ile döndüm. Bordo bereli, tıpkı benim gibi yüzü kapalı bir askerdi. ''Albayım dışarıda, sizi bekliyor.'' Demesiyle gözüm yavaşça rütbesine ilişti. Astsubay Baş Çavuş. Bir şey dememi beklemeden arkasını dönüp gitti. Garip garip arkasından bakmayı bırakıp dışarı çıktım. Az önce bahçede yaptığım ferihalık aklıma gelirken yüzümü buruşturdum utançla. Kendimden utanmıştım. Bahçeye çıktığımda sıraya girmiş bordo bereli bir Tim görmeyi beklemiyordum. Cihangir albayın yanında ise komutanları olduğunu düşündüğüm bordo bir asker vardı. Arkadan rütbesini göremediğim için yavaş adımlarla yanlarına ilerledim. Yüzü bana dönük olan albay gelişimi seyrederken bir yandan da konuşuyordu. Karşındaki asker ise istifini bozmadan albayı dinliyordu. Yanlarına tamamen vardığımda albay güler yüzle karşıladı beni. Buradaki herkesin mutluluk hormonlarının yüksek olma sebebini merak ediyordum açıkçası. Bir güler yüzlülük bir mutluluk sorma ki gitsindi. ''Asena, daha iyi gördüm seni.'' Bende sizin gibi görebilseydim kedime bunu söylemek isterdim diyemedim. Başımı evet anlamında salladım. ''İyiyim, neden kötü olayım?'' diye de ekledim. Albay, konuya hala takılı kaldığımı anlayıp ne yapacağız biz seninle dercesine nefes verip kollarını arkasında birleştirdi. Soğuk bakışlarım yüzünde dolaşıyordu. Kendimi burada zorla tutuluyormuş gibi hissettiriyordum onlara ama umurumda değildi. O esnada bana yandan bakan bir çift göz ile bakışlarım bana bakan o çelik mavisi gözlerle birleşti. Birkaç kez kırpıştırma gereği hissettim. Beni delip yok edecek gibi bakıyordu. Albay bizi yeni fark etmiş gibi boğazını temizleyerek dikkatimizi üzerine çekti. İkimizde aynı anda gözlerimizi albaya çevirdik. ''Tanıştırmayı unutuyordum,'' diyerek bana delici gözlerle bakan adamın sırtına elini attı albay. Adam albaydan epey bir uzundu. Benden de epey bir uzundu, kadınların boyu erkeklerle aynı olsa bile hep daha uzun gözükürdü. Bende fena değil bir seksen boyunda altmış sekiz kilo kızdım. Ama bu adam normal insan standartlarından hatta belki de asker standartlarından fazlasıydı. Herkül gibi değildi ama üst tarafı fazla iriydi. Boyu neredeyse iki metre olmalıydı ama benim en çok dikkatimi çeken çelik mavisi gözleriydi. Renkli gözleri sevmezdim, beni her zaman geren tipler oluyordu çünkü. O yüzden gözlerinden çektim gözlerimi o çelik mavisi gözlerinden. Biraz daha bakarsam zaten öldürmek için üzerime atlama olasılığı çok yüksekti. Ben bakışlarımı ondan çekip albaya odaklanırken onun hala bana baktığını hissediyordum. Bu beni rahatsız etmişti. ''Alaca Timi'nin Komutanı, Yüzbaşı Alparslan ULUER.'' Bakışlarım tekrar istemsiz onun gözlerine kenetlenirken o hala bana bakmaya devam ediyordu. Eğer gözlerinde sağlam bir lens olsaydı şu an bağırsaklarımdaki bokları bile görüyor olmalıydı. O nasıl bakmaktı öyle. Hayır yani, yüzümde gözükmüyordu ki ağlarken sümük falan mı bulaştı diye panikleyim. Gözlerimi devirerek ondan çektim tekrardan bakışlarımı. Kafasına kese kâğıdı geçirme hayalimi bir kenara bıraktım. Albay bir şey dememi isteyerek bana baktı bir süre, bakmaya devam etti. Anladı bir bok çıkmayacağını sertçe soluğunu bıraktı. Elini çekti Alparslan'ın sırtından. Bu sefer beni gösterdi eliyle. ''Bahsettiğim özel Tim'in Amiri, Asena.'' Neyin amiri neyin? Amir mi? Habersiz gelen update ile albaya şaşkınlıkla baktım. Sivilden amirliğe rütbe atlamıştım. Ellerim belimde birleşik halde dururken, bana uzatılan el ile öylece kaldım. Gözleriyle zıt olan sevecen tavrıyla ikinci şokumu yaşamıştım. Ellerim benden bağımsız çözüldü. Hayır, şaşkınlığımdan yararlanıldı. Çatık kaşlarla elini sıktım. Uzun ince elim elinin içinde kaybolmuştu adete. Sıkıca elimi tutan oyken, bu tutuşmayı kısa tutup hemen geri çektim. ''Tanışıp kaynaşmanız için zaten zamanınız olacak. Ama bir misafirimiz daha var, şu anda da onları bekliyoruz.'' İlkokul kaynaştırma etkinliği miydi bu? ''Sadece bir Tim olacak sanıyordum.'' Dediğimde albay bana döndü. O sırada içeri giren, tahminimce buraya ait olmayan özel zırhlı aracı gördüm. Birkaç asker onları yönlendirip durması gereken yeri gösterdi. ''Zaten bir Tim var. Onun komutanı da karşında.'' Çelik gözler lazer gibi üzerime gelirken kalın sesi ilk defa kulaklarıma nüfus etti. Bedenimle birlikte gözlerimin de ona dönmesine engel olamadım. Kafamı hafifçe sola yatırdım. ''Biraz daha açık konuşmaya davet ediyorum sizi.'' Deme gafletinde bulundum. Cesur olsaydı 'evet açık konuş, soyun' derdi. ''Çocuklar sırası değil. Uluer, bunu daha önce uzun uzun konuştuk, yapma.'' Diye uyardı albay. Tek kaşım havadayken aşağılayıcı bir bakış atarak baştan aşağı onu süzdüm. Sonra da az önce gelen zırhlı araca doğru ilerleyen albayın peşine takıldım. Arkamdan gelen diğer ayak sesi kimin olduğunu gösterir nitelikteydi. ''Aslı GEDİK.'' Albay, zırhlı aracın ön tarafından inen kadın askere seslendi. Aslı dediği kadının rütbesine baktım direkt. Kıdemli üsteğmen. Kafamı kuma gömme isteğiyle dolup taşarken sıkıntılı bir nefes verip huzursuzca kıpırdandım. Alparslan ise hareketlerimi dikizliyordu ters bir biçimde. Bir ruh hastamız eksikti. Gözlerin buz gibi hissettiriyor, bakmasana işte diye bağırmama az kalmıştı. ''Albayım,'' diyerek tekmil verdi Aslı. Dinlemedim, dinlemeye layık görmedim. Kıl olmuştum şimdiden hepsine. Ne işim vardı benim bu rütbelilerin içinde? Ankara'ya dönüp hırsız kovalamak istiyordum ben. Enverler ne yapıyordu acaba? Depoyu dağınık bırakıyorlar mıydı? Umarım Enver onları demir boruyla döve döve temizlettiriyordu onlara. Yedikleri yemeğin bulaşığını bırakmasalar keşke. Hep böcek olurdu oralar. ''Asena,'' gözümün önünde sallanan bir çift albay eli ile irkildim. Tedirgince bana bakıyordu. ''Üsteğmen, Aslı Gedik.'' Aman ne güzel, hayrını görsün. Kıskanma, Asena. ''Bize gönderilen Özel Timin Amiri, Asena Serez.'' Kıçımın amiri! Allah'ım sen bana sabır ver, alayı götüme sokucam az kaldı. Gülümseyerek elini uzattı bordolu, rütbesi olan hem de üsteğmen olan Aslı. İçimde kopan çingene karışımlı fırtınaya aldırmadan uzatılan eli sıktım. Yine çok uzatmadan elini ilk çeken ben oldum. Götüm hasetlikten mi yanıyordu böyle cayır cayır, yoksa biri dibinde ateş mi yakmıştı? Albay hislerimi anlamak için yüzüme anlam dolu bakışlar atıyordu. Sorun sizde değil, albayım. Sorun âtıl kurt gibi atlayıp gelen bendeydi. ''Merhaba,'' dedi, Aslı. ''Merhaba.'' Dedim tok bir sesle. ''Herkes geldiğine göre toplantıya geçelim. Ama önce yoldan geldiniz, siz biraz dinlenin.'' Aslıya dönerek söyledi son dediklerini. Tekrar hepimize bakış atarak, ''Ben hepinizi bir saat sonra toplantı odasına bekliyor olacağım.'' Bana takılı kaldı gözleri. Herkes bana takıntılı diye yorumladım. ''Sen benimle gel.'' Dedi albay. Peşine takılırken Alparslan'ın yanından geçtim. İkimizin de gözleri kesişmiş olurken bağlantıyı koparmadan kafalarımızı çevirerek bakışmaya devam ettik. Ben arkama dönüp bakıyordum o ise beni rahat görebilmek için sola çevirmişti kafasını. Yine ilk pes eden ben oldum. O bakışmalarla kaç kere öldürmüştük birbirimizi, sayamamıştım. Albayın bir adım arkasında yürümeye devam ettim. İçeri girerken, ''Beni pek sevmedi.'' Dedim. Kimden bahsettiğimi anlamamış gibi, ''Kim? Aslı mı?'' diye sordu. Elleri yine arkasında, hızlı adımlarla koridorda yürüyordu. Aynı şekilde arkasında ben devam ediyordum. ''Hayır, Alparslan.'' Adımları yavaşlar gibi olduğunda göz ucuyla bana baktı. ''Aslında,'' diyecek oldu ama böldüm onu. ''Açıklama yapmanıza gerek yok, anladım ben.'' Dedim. Odasına girdik. ''Sevmemek değil de istemiyor kimseyi. Tahminim bu.'' O masasının önündeki koltuğuna geçerek oturdu. Çekmecesinden bir doysa çıkarıp masaya bıraktı sertçe. Ardından birkaç dosya daha bırakırken eliyle otur işareti yaptı bana. Oturdum sakince. Vücudum ve yüzüm tamamen ona dönüktü. ''Bu operasyonda çok emeği var. Üzerine konulmasını istemiyor elbette.'' Dedi. Kafa salladım bandanamı yüzümden indirirken. Nefes almakta zorlanıyordum ama yine de beni görmemeleri gerekiyordu. Yüzümü açtığımı fark eden albay bir an kapıyı kontrol etti. ''Sen olsaydın, kimseyi dahil bile ettirmezdin. Ne yapar eder tek başına olurdun.'' Boynumu esnettim. Bir günde yaşadığım aksiyon fazla gelmişti, anlık yorulduğumu hissettim. ''İşleri berbat etme konusunda kimse elime su dökemez tabii. Benden öğreneceği çok şeyleri var.'' ''Mesela, emire itaatsizlik.'' Yüzüne dik dik baktım. Herkesin benimle kesinlikle bir problemi vardı. ''Önünüzdeki dosyalar benim mi yoksa?'' diye dalga geçtim. Kaşlarını kaldırarak gülümsedi. Beni incitebileceklerini sanıyorlardı. Buruk bir gülümsemeyle hareketlerini inceledim. "Seni uzun zamandır kabul ettirmeye çalıştım, Aslıyı kabul etti ama senden yana hep bir kaygısı var. Doğal olarak geçmişini bilmiyor ve birkaç ay eğitimle buraya gelmiş birinin ona nasıl fayda sağlayacağını düşünüyor ve tedirgin oluyor.'' Alparslan'dan bahsettiğini anlamam uzun sürmemişti. Anlayışla kafa salladım, o ise hala dosyaları kurcalıyordu. ''Dediğiniz gibi, ben olsaydım buraya adımını dahi attırmazdım öyle birinin.'' Dedim ve dudaklarımı ıslattım. ''Geçmişimden başlamasa da beni tanıyacak, kim olduğumun farkına varacak.'' ''Ona kesinlikle geçmişinden; olaylar, sebepleri ve sonuçlarından bahsetmiyorsun.'' Aksini kabul etmeyen sert sesiyle konuşmuştu, albay. Dikkatle onu dinledim. ''Aslıya da aynı şekilde. Öfke Timi, yaptığı hatayla herkesin diline düşmüş bir Tim. Sizin başarılarınızı biz biliriz, onlar sadece hatalarınızı biliyor.'' Omuz silktim. ''Bu benim için bir problem değil. Tim içinde öyle, insanların ya da bizden olan herhangi birinin fikirlerini pek önemsemeyiz.'' Yarımca güldü dediğime. Laf sokacağını hissettim ama umduğum gibi olmadı, sessiz kaldı. ''Öfke olarak tanıştırmamanız gerekiyordu, onu anladım. Ama neden devletin yetiştirdiği bir ordunun Tim amiri olarak tanıtıldım, anlamış değilim.'' Önümdeki masada duran bardaklı olan pet suyu alarak etiketini açtım. ''Küçük bir araştırmayla öyle bir ordunun, eğitimin olmadığını anlayabilirler.'' Dedim. Sesimden yalınlık akıyordu. Gerçek düşüncelerimi paylaşmıştım. Burada kimse çocuk değildi, şahsen bana böyle söylenilse araştırmadan dahi böyle bir şeyin olmadığını söylerdim. Çünkü mantıksızdı. Suyumu içtim kana kana. Gerçekten içim yanmış, ben onu mecazi sanıyordum. ''Dediklerinde haklısın, ama zaten şüpheleri olan bir adamı anca böyle toz pembe bir yalanla uzak tutabilirim senden.'' ''Benden?'' şaşkınlığım sesime yansımıştı. Kafa salladı, albay. ''Senden.'' Diye yineledi. ''Sana bir kılıf uydurmazsak üzerine düşecekti, asla kabul etmeyecekti. Ama sen öylesine birisi değilsin, timin var. Bu onu biraz daha ikna etti. En azından bir süre.'' Diye de devam etti. ''Peki, Aslı?'' diye sordum. O beni kabul etmiş miydi? Araştırmaz mıydı? Bu operasyonun neresindeydi? ''Aslı, emir insanı. Söyle ve yapsın. Sorgulamaz, karşı çıkmaz. Bazılarının aksine.'' Hay sokayım. Bende diyordum on dakikadır bir kazık giriş çıkışı olmamıştı. Sanki duvara söylemiş gibi yaptığı imayı umursamadım. Aferin kızım, deliliğe vur. Onlar delirtti sonuçta. ''Üç yıldır saha da yokum.'' Diye mırıldandım. Bakışlarım ellerime düşmüştü. ''Biraz bilgi toplamam lazım.'' Başı boş köpek gibi beni buraya bırakıp gidecek halleri yoktu. Eliyle önündeki üç dosyayı toparlayıp bana uzattı. Uzanıp aldım ve hemen açarak kurcalamaya başladım. İlk dosya Zozan Rezan adında bir kadına aitti. İlk sayfalarını okudum hızlıca. Kullandığı sahte isim, belgeler. En son neredeydi, örgütteki yeri yazıyordu. Hakkari'nin güneyindeki bölgelerde adı geçiyordu. Klasik dağ keçisi diye düşündüm. Sivil örgüt toplanmaları, silah kaçakçılığı ve Ökkeş ile bağlantı. İkinci dosyaya geçtim. Hawar Sadun. Ökkeş'in sağ kolu. Yan yana Ökkeş ile çekilmiş fotoğrafa baktım göz ucuyla. İlk günkü gibi hala orospu çocuğuydu. Aynı zamanda örgüt için gizli istihbaratçı olduğu yazıyordu. Şırnak ve Türkiye arası bağlantı kuruyordu. Son dosyaya geçtim. Ökkeş. Ökkeş Payiz. Nam-ı diğer, orospu çocuğu. Son olaylarına baktığımda tamamen siviller üzerinde aktif olduğunu fark ettim. Şehir içi canlı bomba eylemleri ve sivil alı koyma. Dikkatimi bunlar çekmemişti. Asıl dikkatimi çeken şey ayak işlerini yapıyor olmasıydı. Bunlar ökkeş'in yapacağı işler değildi. Bunlar Hawar gibi itlerin yapacaklarıydı. Kaşlarım çatıldı. ''Ne oldu? Sorun ne?'' diye sordu, albay. Dudaklarımı ıslatıp emdim, gözlerim hala dosyadaydı. Kapattım hızlıca dosyayı, hepsini önümdeki masaya bıraktım. ''Ökkeş'in dosyayı eksik.'' Dedim. Albayda benim gibi çatmıştı kaşlarını. ''Nasıl yani?'' omuz silktim. Ökkeş'in dosyasını alıp okuduğum yeri açarak albaya uzattım. ''Bunlar Ökkeş gibi başrol adamların yapacağı işler değil. Yerinden edilmiş, belli. Bunlar basit eylemler. Amacı dikkat çekmek. Önceden böyle değildi, ben bu adamı dağlarda kovalamadım.'' Albay beni dinlerken dosyayı inceledi bir yandan da. ''Haklı olabilirsin, bu açıdan bakmamıştık hiç.'' Düşünceli çıkan sesiyle kafasının karıştığını anladım. ''Kim topladı bu dosyaları?'' diye sordum. Benden sonra el değiştirmiş olmalıydı. ''Birçok elden geçti, hepsini sayamam. Ama işler senin Şırnak'ta bıraktığın gibi kalmadı. Kollar buraya uzandı. Gözleri sivillerin üzerinde, büyümek istiyorlar. Gençlerin aklını karıştırıyorlar.'' ''Eskisi gibi değil hiçbir şey.'' Sessizce konuştum, daha çok kendime söyler gibiydim. ''Sahada yoktum ama bu olaylardan bir haber olduğum anlamına gelmiyor. Bana biraz süre ve imkân verirseniz güncel bilgiler bulmaya çalışırım.'' ''Tüm imkanlar senin, Asena. Senin için kurallar, emirler yok. Yüzünü açık etmeni istemiyoruz, bu Öfke timi içinde geçerli. Geçmişten seni veya timini tanıyanlar olabilir. Şimdiden bilmen gerekenleri söyleyim, toplantıda bu konulara girmeyeceğim.'' Merakla oturduğum yerde sırtımı dikleştirdim. Albay ise dosyayı kapatıp tekrar bana uzattı. ''Az önce de dediğim gibi, kurallar ve emirler senin için geçerli değil. İşin aslı senden istediğimiz Alaca ve Yürek timine destek olman. Onlar senin gibi değiller,'' bir şey daha söyleyecek gibi olup sustuğunda üsteledim. ''Senin gibi değiller, derken?'' söylemekte kararsız gibi duruyordu. ''Alaca Timi çok iyi eğitilmiş, fazla sağlamlar ama iki yıldır Ökkeş'e bir adım yaklaştıysak üç adım geriledik. Yürek timi de aynı şekilde, bir şeyler eksik. Bunun sebebi de Öfke.'' Şaşırmıştım. ''Askerlerinizin dedikodusunu yapacak değilim elbette.'' Diye araya girdim. ''Ben bir şeyi düşünürsem yapmam, yapamam. Onlar düşünerek hareket ediyor, bu yüzden istedikleri noktada değiller.'' Gülümsedim samimiyetten uzak bir şekilde. ''Sizin beni, Öfkeyi burada isteme amacınız sadece Operasyon değil.'' Kafamı art arda çok iyi anladım der gibi salladım. ''Onları hırslandırmaya itecek birisi lazımdı. Sizde o kişinin ben olduğumu düşündünüz.'' Gözlerinde mahcupluğun kırıntılarını gördüm. ''Sorun yok, bunu idrak edemeyecek kadar aptal değilim tabii ki. Sadece biraz daha açık olmanızı beklerdim, göz boyayacak yaşı çoktan geçtim.'' Diyerek ayaklandım. Elime dosyaları aldım ve yüzümü kapattım. ''Asena,'' demesiyle duraksadım. Arkamı dönerek konuşmasını bekledim. Oturduğu yerden bana bakıyordu. ''Bu işin sonunda kazanan sen olmak istiyorsan, onları yönlendirmek için değil, Öfkeni göstermek için çabala.'' Son sözleri bu oldu albayın. Birkaç saniye yüzüne boş boş bakıp odadan çıkmıştım. Elimde dosyalarla kaldığım odaya girdim. Dosyaları masaya fırlatırken sıkıntıyla yatağa çöktüm. Umursamadan bir dal sigara yaktım. Sikerlerdi. Pencereyi açıp önündeki mermere oturdum. Art arda birkaç dal sigara daha yaktım. Hala kahvaltı yapmamıştım. Öğlenin geçmesine az bir zaman kalmış gibi düşen ağaç gölgelerini izledim bir süre. Ne kadar oyalandığımı bilmeden dosyaları odamda bırakarak tekrar çıkmadan önce yüzümü kapatıp kafama siyah bir şapka geçirdim. Ayrıca öğlen yemeği yesem iyi olacaktı. Karnımın gurultusunu umarım toplantıda kimse duymazdı. Koridorda birkaç askerin garip bakışlarını üstümde hissetsem de umursamadım. Sonra giriş kapısında giren kalabalık ekibin, Alaca timi olduğunu fark ettim. Utanmadan onları süzerken onların da gözleri benimle buluştu. Hepsi komutanları gibi uzun boyluydu ama onun kadar iri değillerdi. Aralarında biraz daha onlara nazaran minik duran kişiyi fark ettim. Tek kaşım havalanırken kadın olduğunu anlamam uzun sürmedi. Astsubay Başçavuş. Bana doğru yaklaşmaya başladıklarında kızın bana sıcak gözlerle baktığını hatta gülümsediğini fark ettim. Tamamen yakın kadrajıma girdiğinde, yakasında sadece Yıldırım yazıyordu. Hepsi birden önümde yığılıp durduğunda anlamsızca onlara baktım. Sonra kız aralarından sıyrıldı. Onun geçmesine izin vermeyen erkeklere göz devirerek öncü gibi önlerinde durdu. İşaret parmağını kaldırıp arkamı gösterdi. ''Toplantı odası.'' Arkamı dönüp baktığımda tam bir kapının önünde durduğumu fark ettim. Algılarım yeni açılmış gibi hayretle kıza baktım. ''Bu arada, ben Bukre.'' Elini uzattığında beklemeden elini kavradım. Ellerimizi ayıran aramıza girerek, ''Bende, Serdar. Serdar Kaşıkçı.'' Çapkın gülüşüyle elini uzatan bordo bereli askere baktım. Hafif sarışın, bal rengi gözleri vardı. Yüzü oldukça temiz yakışıklı sayılabilecek cinsten biriydi. Sol yanağında ki gamzesi ilişti gözüme. Öyle sırıtıyordu ki fark etmemek imkansızdı. Yüzümde mimik oynamazken o hala elini tutmamı bekliyordu. ''Canına susamış.'' Dedi içlerinden biri. Bazılarının yüzü açıktı, bazılarının kapalı. Serdar ve Bukre'nin yüzü ortadaydı. ''Siz kendinizi tanıtmayacak mısınız?'' arsız arsız sırıtmasını bölen şey kapının birden açılması oldu. Kapının açılması ile yaslandığı için içeri savruldu, Serdar. İşte bu keyfimi yerine getirirken Serdar toparlanıp kapıyı açan kişiye baktı. Bir çift çelik mavisi gözler; yani Alparslan. Serdar kendini geri çekip yanımda dururken önümdeki boşluğu fırsat bilip içeri girdim. ''Komutanım, sizde mi buradaydınız?'' Şaplak sesi gelirken dönüp bakmadım. Üzerimdeki ceketi çıkarıp boş bulduğum sandalyeye astım. Şapkamı kafamda düzeltirken örgümü omzumun üzerinde arkama attım. Sırayla içeri giren askerlerin ardından kapıyı kapattı, Alparslan. Delici bakışlarını bana değdirmeden uzun masanın kapıdan taraf olan sandalyeye oturdu, paşa hazretleri. İstemsizce gözümü devirirken albayın oturacağını tahmin ettiğim sandalyenin çaprazına da ben yerleştim. Timin bakışlarında kaçmak için kafamı kaldırıp bakmadım bile. Kendi aralarında konuşup gülmeye başladılar. ''Rabbim insanları tek böbrekle yaşayabilecek şekilde tasarlayıp, iki böbrekle yaratmış ki nakite sıkışınca satalım diye.'' ''Ne alaka lan? Vardır onun da bir görevi.'' Diye çıkıştı içlerinden biri. Cık sesi geldi. ''Yok kardeşim, kesin bilgi.'' Dedi, aynı ses. ''Nereden geldi bu bilgi?'' diye sordu başka bir ses. ''Götümün derinliklerinden! Nereden geldiyse geldi işte, sen böbreği satıyor musun? Ondan haber ver.'' Telefonumu çıkarıp kurcalamaya başladım. Teyzemden gelen cevapsız çağrılara ve mesajlara baktım. ''Böbrek çok riskli. Daha uygun bir organ yok mu?'' var, dalak. ''Dalağa ne dersin, onda da iyi para var.'' Gözlerim bir an onlara kayar gibi olduğunda toparladım hemen kendimi. Aklıma bizim tim geliyordu, onlara bakmak ve onları dinlemek istemiyordum. Kendi acıma katlanırdım ama onların acısı daha farklı bir sızıydı yüreğimde. "Sizde bu sıkıcı ortamda olmaktan memnun değilsiniz sanırım,'' sesin geldiği yöne baktığımda, albayın oturmasını beklediğim sandalyeye kurulmuş olan ve az önce tanıştığım Serdar vardı. Elimdeki telefonu masaya bıraktım ve masanın üzerinde ellerimi birleştirdim. Şapkamın altından ona bakarken kafasını eğdi beni daha net görebilmek için. ''Sıkılmayacağımız bir yer önerecek olsan, mesela?'' diye sordum. Cevap almanın karşılığıyla gevşekçe sırıttı. Diğerleri hala kendi aralarında konuşmaya devam ediyordu. ''Çay bahçelerini çok severim, sizinle bir gün gideriz umarım. Burada çok var, gerçi burada sadece çay bahçesi var.'' Kendi söylediğine kendisi güldü. Ona doğru eğildim. Bir şey söyleyeceğimi anlayarak o da bana doğru eğildi. ''Sen, komutanının yanında benimle flört mü ediyorsun?'' duymayı beklediği şey bu olmamalıydı ki donup kaldı. Keyifle doğrulup sırtımı tekrar sandalyeye yasladım. O sıra içerideki sessizliği yeni fark ediyordum. Şapkamın altında onlara bakındım. Hepsi bize bakıyordu. Serdar ise hala donuk şekildeydi. ''Biz flört mü ediyorduk?'' hızla ona döndüm. ''Son gördüğün gözlerin bana ait olmasını istemiyorsa, yerine geç.'' Metalimsi ses çok da uzaktan gelmezken Serdar oturduğu yerden ayaklandı. Kafamı tersi yine çevirdiğimde sert bir şekilde bana bakan çelik mavisi gözleri gördüm. Aynı inatlıkla ona bakmayı sürdüğüm esnada kapı açıldı. Gözüm, içeri sırayla giren Yürek Timine kaydı. Aşırı sessiz bir şekilde içeri girdiler. Karşımda Alaca Timi oturduğu için onlar benim yanıma dizildi sırayla. Karşıma ise komutanları, Aslı geçti. Baş selamı verip yerine oturdu. Tepki vermedim. Aynı esnada albayın içeri girmesi bir oldu. Saygı gereği hepsi ayağa kalkarken ben kalkma gereği duymadım. Ne demişti albay? Kurallar ve emirler benim için geçerli olmayacaktı. Eğer bu işte olmamı gerçekten istiyorlarsa, bu söylediklerinin nerede geçerli olacağına da ben karar verecektim. Yaptığım şeyin hala saygısızlık olduğunun farkındayken kalkmamak için kendimle savaştım. Albay bu duruma aldırmadı, sanki benden beklediği de buymuş gibi davrandı. Ya da benim aksime onların yanında beni küçük düşürmek istemedi. Bir önemi yoktu. Bana üç yıl öncesinden daha fazlasını yapamazdı kimse. ''Oturun.'' Albayın emri ile herkes sakince yerine oturdu. İki timin komutanının gözü de benim üzerimdeydi. Onlarla ayağa kalkmamamı sorguluyor olmalılardı. Ama konunun bizzat muhatapları dahi değillerdi. ''Umarım biraz olsun kaynaşmışsınızdır.'' Albayın sözüyle sesli bir şekilde güldüm. Tüm gözler bana döndü. ''Bazıları fazla sıcak kanlıydı bile denebilir.'' Serdar'ı ima ettiğimi herkes anlamıştı. Albay dışında. ''Öyle mi? Sevindim buna. Birbirinizle ne kadar hızlı kaynaşırsanız, süreç o kadar hızlı ve kolay ilerler.'' ''Kolay olacağını düşünmüyorum, ortam bu şekildeyken.'' Sesin sahibine baktım yani Alparslan'a. Gözlerimi devirme isteğimle boğuştum bir süre. Aslı girdi araya. ''Neden böyle düşünüyorsunuz? Birlik olmamız gereken konular tam da böyle konular.'' Dediğinde göz ucuyla onu süzdüm. Üzerine alınmasıyla tekrar gülme isteğimi de bastırdım. Bir gün, bütün bu tuttuğum duygular bazuka gibi bana girecekti. Biliyordum. ''Sizden bahsetmiyorum, Aslı komutanım.'' Komutan kısmını daha baskın söylediğinde göz ucuyla albaya baktım. Beni düşürdüğünüz duruma bakın der gibi. Komutanlar hava da takla artarken benim nasibime düşen amir parçasıyla bakıştım bir süre. Sakin olmak istiyordum ama yok! Öfke bürüdü gözümü. ''Muhatap bulduğunuzda konuşun, komutan.'' Deme gafletinde bulundum. Full taarruz kızım. ''Muhatabım sizsiniz, buraya ait değilseniz ona göre başka bir muhatap olacağımız birini ayarlarız.'' Dediğinde elim yumruk şeklini aldı. Gözleri bana kenetliyken bende ona kenetlendim. Bir avcının avına baktığı gibi bakıyorduk birbirimize. O kadar keskindi bakışlarımız. Tam nefes alıp bir şey söyleyeceğim sırada albay araya girdi. Sertçe bakışlarımı ondan çekip tüm odağımla albaya döndüm. ''Anladığım kadarıyla fazla kaynaşmışsınız.'' İmasıyla birlikte kimsenin birbirinden hoşlanmadığını anlamıştı. Boğazını temizleyerek karşı duvardaki projeksiyonu açmak için kumandaya bastı. Herkes yönünü ekrana çevirirken bende aynısını yaptım. Ekranda beliren üç fotoğraflar sırasıyla; Ökkeş, Hawar ve Zozan'a aitti. Zozan esmer iri bir kadındı. Sanırım kırk yaşlarındaydı. Resmi bir kurumda çekilmiş fotoğrafı vardı. Ökkeş ise o iğrenç kıyafetinin içinde sırıtıyordu. Hawar'ın da ökkeşten farkı yoktu. Albay ayağa kalkarak konuşmaya başladı. ''Hiçbiriniz yabancı değil bu ekrandakilere.'' Diyerek konuya girdi. Herkes onaylayan mırıltılar çıkardı. Ekranın önünde durdu albay. Eliyle Ökkeş'i gösterdi. ''Ökkeş'in yerinden edildiğini düşünüyoruz.'' Benimle konuştuklarını anlatmaya başladı. Kimse sorgulamadan dinledi. Albay sustuğunda ilk konuşan, Aslı oldu. ''Sadece bu açıdan bu kanıya varmak doğru mu? Çünkü bu demektir ki Ökkeş'in üstünde yeni birisi var.'' Araya girme ihtiyacı hissettim. ''Bizde zaten o açıdan yola çıkarak bunu fark ettik.'' Dedim. Bir süre boş boş yüzüme baktı. Siyah ince kaşları düz bir çizgi halindeydi. İnce uzun yüzü biraz fazla çocuksu duruyordu. Gözlerimi ondan çektim. ''Ökkeş, ayak işlerini yapacak birisi değil. Konumuna bakılacak olursa birkaç yıl önce onun yaptığı işleri Hawar gibi adamlar yapıyordu.'' ''Operasyon hakkında bu kadar detaylı bilgiye sahip olması doğru mu?'' bu sesin sahibi tabii ki, Alparslan'dı. Alayla güldüm. ''Sizin göremediğiniz detayları görmek için buradayım.'' Diyerek cevapladım onu. ''Bizim yapamadığımız şeyi başkasının yapması haddine değil. Özellikle,'' diyerek eliyle beni gösterdi. ''Sivil birinin.'' Diye bitirdi cümlesini. Albay araya girdi. ''Sivil olması onu basit bir vatandaş yapmaz. Bu operasyonun yapı taşlarından olacak bir isim, Asena. İlerleyen zamanlarda onu tanıma fırsatını kendinize verdiğinizde, büyük bir arzuyla göstereceğine eminim.'' Albay'ın beni savunması şaşırılacak bir eylemdi. Kaşlarım alayla havaya kalktı. Babası savunan çocuk gibi hissetmiştim. ''Sizin aksinize ben sadece kendimden emir alıyorum. Kimseden direktif beklemiyorum.'' ''Burada üniformalı olanlar bizi ama.'' Aslı, sana ne oluyor amına koyayım. Tip tip yüzüne baktım. ''Sivil halimle sizinle aynı masada oturuyorum.'' Dedim. Amacım askerimi aşağılamak değildi ama zorluyorlardı. Sinirim tepeme çıkmışken kulaklarımdan dumanın çıkıp çıkmadığını merak etmiştim. Birden albaya döndüm. ''Askerlerin eğitimini üstlenmek istiyorum,'' göz ucuyla masadakilere baktım. ''Timdeki askerler.'' ''Eğitim verece konumda değilsiniz.'' Dedi, Alparslan. Ona döndüm. ''Sizden onay bekleyecek konumda da değilim.'' Dedim. Elimi sertçe masaya vurmuştum bunu söylerken. Tekrar albay girdi araya. ''Hayır,'' dedi albay. ''Neden? Ordu geçmişim ile onlara iyi bir eğitim verebilirim diye düşünüyorum.'' Soktuğum lafın yerini bulmasıyla gözlerimi kırpıştırarak albaydan cevap bekledim. ''Yanlış düşünüyorsun demek ki, hayır dedi.'' Aslı, saçını yolar eline veririm. Sus aslı! Dikkate bile almadım onu. ''Sen onların eğitimine katılacaksın.'' Dedi, albay. Kâbus olmalıydı. Ben uyuya kalmıştım ve kâbus görüyordum. Kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım. ''Eğitime ihtiyacım yok.'' Sert ve yüksek sesim oda da yankılandı. ''Demek ki varmış.'' Albayım, Aslı'yı kazığa oturabilir miyim? Lütfen. Aslıya öldürücü bir bakış attım. ''Siz bu şekilde devam ederseniz operasyon anca seneye başlar.'' Albay kızgınlıkla tekrar yerinden kalktı. Alparslan köşeden gözlerini bana dikerek bakmaya devam ediyordu. Yedin bitirdin be. ''Herkes yerini bilirse sorun yok.'' Dedim. Telefonu elime alıp çevirmeye başladım. ''Senin yerin neresi, Asena?'' telefonu çeviren elim durdu. Kafamı sakin bir şekilde Alparslan'a çevirdim. ''Adım attığım her yer bana ait.'' Kaşlarının alayla kalktığını gördüm. ''Çocuklar, yeter. Asena sen Alaca Timi ile eğitime katılacaksın. Yüzbaşı Uluer, size eğitim verecek. İsterse Aslı Üsteğmende size katılabilir.'' Son sözleri bu oldu, albayın. Yer yarılsaydı da içine girseydim. Klozete kafamı sokup sifonu çekseydim keşke. Öfkeden oturduğum yerden kalkamazken albay toplantıyı bitirip çıkmıştı odadan. Büyük bir keyifle odadan çıkan bir diğer isimde Aslı olmuştu. Yok, kazığa oturtmam lazımdı bunu. Oturursa rahatlardı. Sıkıntıyla nefesimi verdim. Alaca timi de ayaklandı yavaştan. Açık kapıdan birer birer çıktıklarını hissediyordum ama o tarafa bakmadım. En son Alparslan kaldı. Tek tek dövüş mü teklif edecekti, anlamadım. ''Bu dik başlılığınla bir şeyleri yaptırabileceğini sanman çok hoş. '' diyerek ayaklandı. ''Aynı performansı eğitimde de göster. Savunma sanatlarında nasılsın?'' alayla gülerek beresini kafasına geçirdi. Gıcık bir şekilde göz kırparak kapıdan çıkıp gittiğinde elimi sinirle masaya vurdum. Bir daha vurdum. Ağzımdan bir bağırış koptu. Öfkeden delirmek üzereydim. Dakikalarca sakinleşmeye çalıştım ama olmuyordu. Hırsla masayı sandalyeleri tekmeledim. Nefes nefese kalmıştım artık. Saçım başım dağılmıştı. Hırsla çöktüm yere. Tam kapının dibindeki duvarın önüne çökmüştüm. Kafamı dizlerime yaslayarak gözlerimi kapattım. Bu zamana kadar nasıl sakinleşeceğimle hiç uğraşmamıştım, çünkü genelde öfkeli olmam gerekiyordu. Ve şimdide öfkeliydim. O an aklıma gelen düşünce ile kaldırdım kafamı. Benden Öfkeyi istiyorlardı. Öfke timinin, öfkesini. En çok da beni. Şeytani bir sırıtış eşliğinde kalktım oturduğum yerden. Kapıdan çıktığım esnada bordo bereli bir asker görmeyi beklemiyordum. Kapının önünde öylece durmuş bana doğru bakıyordu. Gözleri bana bir yerden tanıdık gelirken sorgulayıcı bakışlar attım ona. Yüzündeki puşiyi indirdi yavaşça. Gördüm siluetle dudaklarım aralandı. Miran. Kardeşim olan, Miran. Babamın ikinci eşinden olan, kardeşim Miran. Miran Miroğlu. <><><><><><><><> Okuduğunuz için teşekkür ediyorum. Yıldıza basmayı unutmayın. Ve yorumlarınızı bekliyorum, lütfen. Çok seri ilerlemiyor okunmalar ama olsun bu yüzden okuyanlarında yorumlarına ihtiyacım var ki ulaşabiliyor muyum insanlara onu göreyim. Yazma motivasyonunu alabileyim sizden. Wattpad, yasağının kalkması dileğiyle. Geç kaldım ama gittiği yere kadar devam edeceğim. Desteklerinizi bekliyorum. Öpücüklendiniz!! <3 |
0% |