@esrarizim
|
© Tüm hakları saklıdır. Öncelikle merhaba, sevgili okurlar. Bu askeri kurgu, adı üstünde tamamen kurgu olup, hiçbir gerçeği yansıtmamaktadır. Bilgi eksikleri, yanlış bilgiler olabilir fakat "KURGU" olduğu için fazla ciddiye almamanızı umuyorum. Küçük düzeltmeler yapılabilir ama akışı etkileyecek değişimleri yapmayı uygun görmüyorum. Tüm sahneler ütopik olarak ele alınmıştır. Keyifli okumalar dilerim. <><><><><><> Bölüm Şarkıları Older- Isabel LaRosa Solas- Jamie Duffy Rich Boy- Payton LoveGame- Lady Gaga Aynalı Kemer- Barış Manço <><><><><><><> ''Böyle bir sorumsuzluğu nasıl yaparsın, aklım almıyor!'' bakışlarımı yere indirmek yerine dik dik ona baktım. Tabii bu dik bakışlarım sırtı dönük Albaya idi. Zira yüzüme doğru ejderha gibi öfke püskürteceği için bu diklikle yüzüne bakmam mümkün değildi. Korktuğumdan değil yani. ''Sana diyorum, Asena!'' diyerek önünü dönerken kafamı direkt yere eğdim. Bende de ne suçlu tipi vardı ama yani. Kesin inanırdı bu masumluğuma. ''Kaldır kafanı!'' O değil, laftan anlayan birisi olmadığımı idrak etse de ses tellerine yazık olmasa. Kirpiklerimi masumca kırpıştırarak baktım ona. Gür kaşları çatılmış elleri arkasında üstten üstten bana bakıyordu. Dudaklarımı ağzımın içine yuvarladım. ''Hiç mi suçluluk duymaz bir insan, çıldıracağım!'' diyerek oda da volta atmaya devam etti. ''Kendini nasıl riske atabilirsin! Bunu seninle konuştuk!'' durdu birden. ''Cevap ver!'' bıkkınlıkla kafamı oturduğum yerde geriye yatırdım. Tavanı izlemeye başladım. Konuşsam bu sefer de sus diyecekti. Hem suçlusun hem güçlüsün, bir de açıklama yapıyorsun diyecekti. ''Ne deseniz haklısınız.'' Demekle yetindim tavanı izlemeye devam ederken. ''Sus! Hem suçlusun hem güçlüsün, bir de açıklama yapıyorsun!'' söylediklerini bilmeme kendi kendime güldüm. ''Bir de gülüyor musun?'' dehşet dolu sesini duymamla beraber kafamı düzeltip ciddi bir ifade ile ona baktım. Ne ara karşıma gelmişti bu adam? Dudaklarımı kemirdim yakalanmanın verdiği salaklıkla. ''Albayım,'' dedim sakinlikle. Kaşları hala çatık alev gözlerle bana bakıyordu. Sinirden yüzü kıpkırmızı kesilmişti. ''Sakin olmalısınız. İyiyim ve şu an buradayım.'' ''Heh!'' dedi şaşkınlık ve kızgınlık dolu sesiyle. ''Kelin ilacı olsa zaten. Sakin olacakmışım, peh.'' Derin bir nefes koyuverdim. Dün, Öfke timi bizi aldıktan sonra Karargâha dönmüştük fakat albay yoktu. Sebebi ise operasyonda yaralanan Yürek timinin askeriydi. Gece boyu yaralılar ile ilgilenilmişti. Yanlış ihbar üzerine gittikleri operasyonda mayına denk gelmişlerdi ve neredeyse hepsi yaralanmıştı. Onlarla olan ilgisini kesmemek adına ertesi güne saklamıştı öfkesini, Albay. Sabah ilk iş beni buraya getirtip ağzıma sıçmayı görev edinmişti anlaşılan. Yaklaşık bir saattir odasında azar yiyordum. Öfkesinde hiçbir değişiklik yoktu. ''Öfke Timinin geleceğini bilerek söylemediniz.'' Dedim konuyu değiştirmek amacıyla. Geleceklerini bildiğini anlamıştım. Hırsla bana çevirdi küçük gözlerini. ''Bir de hesap mı vereceğiz be sana!'' aman sana da laf söylenmiyor albayım. Askerinde değilim ki, yüzüme yüzüme bağırırken iyiydi. ''Askeriniz değilim ben sizin.'' Dedim bıkkınlıkla. ''Bunu birçok kez hatırlattınız ama siz unutuyorsunuz.'' ''Evet ama sende unutuyorsun! Sana uslu dur dediğim halde kendini bir şey zannedip tek başına operasyonlar çeviriyorsun! Oyun değil bu, Asena. Hepiniz ölebilirdiniz!'' sesi sonlara doğru normal tona inmişti. Boğazımı temizledim bakışlarımı kaçırırken. Kuyruğu dik tutucam diye fazla abartmıştım durumu ama evet, haklıydı. ''Bir memur gibi boş boş burada oturacak değildim elbette. Salih albayım beni size eksik tanıtmış.'' Boynumu sağa ve sola çevirerek rahatlattım. Ona değil dümdüz karşımdaki duvara bakıyordum. ''Siz beni tanıyınca biliyordum böyle olacağını. Anlaşamayacağımızı.'' Derin bir soluk aldığını işittim. Biraz daha sakinleşmişe benziyordu. ''Ne yapacağız biz seninle bilmiyorum. Varlığında olaysın, yokluğunda ziyansın.'' Dudaklarım kenara doğru kıvrıldı bu söylediklerine. ''Af yasası çı- '' sertçe bana dönerken elimle ağzıma fermuar çeker gibi yaparak sustum. Ben cevabımı almıştım. Sonra Asena delirme. Gel de delirme! ''Sana ne desem sinirim geçmiyor. Git Timinle ne yapıyorsan yap ama bir an önce operasyona hazırla.'' Yerimde doğrularak ellerimle dizlerime bir kere vurup ayağa kalktım. Geldiğimizden beri asla uyumamıştım ama hala dinçtim nedense. ''Benimle anlaşmak zordur, Albayım. Birbirimizi epey bir yoracağız.'' ''Kendine yeni bir gezegen inşa edip sonra da ben zorum diyemezsin. Unutma, tüm zorluklar aşıldığı an yok olur.'' Dediklerine pek anlam veremesem de kafasıyla 'çık' işareti yaptığı için sorgulamadım. Başımla selam vererek odasından çıktım. Çıktığım gibi de derin bir rahatlama yaşarken omuzlarımı serbest bıraktım. Kuyruğu dik tutucam diye kasılmaktan her yerim ağrımıştı. Etrafa bakınarak dışarı çıktım. Dün geldikten sonra Alaca timini hiç görmemiştim. Şu an da ortalıkta yok gibilerdi. Umursamadan etrafa bakınarak bahçede arkaya doğru gitmeye başladım. O sıra gördüğüm manzara ile adımlarım durdu. Eğitim zemini üzerine kurulan spor aletleri ile dudaklarım aralandı. Önceden bunların olmadığı var saydım. Sonra tanıdık gelmeye başladı bu aletler. Aklıma üşüşen şey ile birlikte, ''Lan.'' Diyerek hızlı adımlarla sahaya yaklaştım. Spor aletlerinin üzerinde spor yapan Öfke timi dikkatimi bile çekmiyordu. İyice yaklaşıp aletleri incelerken gerçekten de tahmin ettiğim şeyin olduğunu fark ettim. ''Bunların burada ne işi var? Enver!'' ''Al işte. Yine ateşlerde yanan ben oluyorum. Sonra bu Enver niye mutsuz, niye hep sinirli. Efendim, Komutanım?'' söylenerek gelen Enver'in dediklerini dinlemedim dahi. Gözlerim hızlıca tüm aletlerde gezerken gerçekliğini doğrulamak için de elimle dokunuyordum. ''Bunlar ne?'' diye sordum alık alık. Enver, gözlerini kısarak baktı dudaklarını büzerken. ''Spor aletleri?'' ''Hadi ya,'' diye mırıldandım fırtına öncesi sessizlik gibi. ''Benim spor aletlerime ne de çok benziyorlar. Sanki birisi almış getirmiş buraya koymuş, değil mi?'' ''Biz getirdik ya zaten, Komutanım.'' Diyerek yanımıza gelen Mert'e döndü bakışlarım. Enver yan tarafımda garip garip hareketler yaparken bu sefer tekrar ona döndüm. Eli kolu anında dururken mahcup bir şekilde ellerini önünde birleştirerek bana bakmaya başladı. ''Ne diyor bu dünkü bok?'' diye sorarken elimle Mert'i gösterdim. ''Bok bok konuşuyor, Komutanım. Bok ne diyecek başka, bok dilini biliyor o sadece. Mesela biraz daha konuşursa bir kaşık bokun içinde onu boğacağımı da biliyor. Değil mi?'' diye konuşurken Mert'i elini altına alıp kıstırmaya başladı. Mert, ''Komuğ-,'' demeye çalışırken soluğu kesilir gibi oldu. Gözleri irileşirken, Enver onu sürükleyerek geri geri yürümeye başladı. ''Benim bir bokun icabına bakayım, terbiye saati gelmiş.'' Diyerek konuştu benden iyice uzaklaşırken. Utanmadan bir de kaçıyordu. Enver'imi de kendilerine benzetmişlerdi. ''Oğlum çok ağırsın, in lan kalkamıyorum.'' ''Hani en çok bana kalkıyordu?'' ''Lan eşek herif o anlamda demedim.'' Gördüğüm görüntüyü bir süre idrak etmeye çalıştım. Üstü çıplak, altında kargo pantolon ile barfiks demirinde barfiks çeken Cesur'a baktım şaşkınlıkla. Yanlarına yaklaştığım da kısık sesle Demet Akalın- Çalkala şarkısının çaldığını da yeni fark ediyordum. ''Kapat lan şu şarkıyı!'' diye kızdım yan tarafta Halter indirip kaldıran Bahadır'a. Hepsi çıplaktı! Cesur'a çevirdim gözlerimi. ''Sen ne yapıyorsun lan?'' ''Barfiks çekiyorum, Komutanım.'' Dedi pişmiş kelle gibi sırıtırken. ''Nasıl? Formdan hiç düşmemişim değil mi?'' ''Yok evladım, düşmemişsin. Sen düşme işini yirmi dokuz yıl kadar geciktirmişsin.'' Dedim alayla. ''Laf soktu sanırım, Cesur.'' Dedi, Cesur yukarıda barfiks çeker gibi aşağı yukarı hareketler yaparken bacaklarının altında olan Bilal. Cesur, Bilal'in omuzlarına oturmuş güya kendisi barfiks çekiyor, Bilal de halter gibi onu kaldırıyordu. Sabır çekerken gözlerimi devirdim. Söz verdim lan, kimseyi dövmeyeceğim bugün. ''Şarkıyı beğenmediyseniz, değiştireyim komutanım?'' Suratım memnuniyetsiz bir şekle girerken gözlerimi kısarak Bahadır'a baktım. ''Değiştir,'' diyerek yanına yaklaştım. O halteri bırakmış eline telefonu alırken, ''Sela aç.'' Dedim aşırı sakin tonda. Ne dediğimi başta idrak etmeyip klavyeye bir şeyler yazarken bir durup kafasını hareket ettirmeden sadece gözlerini kaldırarak bana baktı. ''Efendim?'' Kafasına vurdum sertçe. ''Ne efendimi lan! Siz burayı dişi avlamaya geldiğiniz salon mu sandınız?'' hepsine tek tek sinirle baktım. Spor matında yatan Ufuk ile çenemi sıktım. ''Ulan hadi bunları anladım, spor yapıyorlar. Sen ne yapıyorsun orada?'' yan yatar bir pozisyonda sol ayağını yukarı aşağı indirip kaldırırken aerobik hareketlerine anlam veremedim. Recep ivedik mayosu da giysin tam olsundu. ''Dün çok yoruldum komutanım ya.'' Dedi sanki onunla normal sohbet ediyormuşum gibi. ''Yaa,'' dedim kaşlarımı yukarı kaldırırken haline üzülmüş gibi yapıp. ''Yaa,'' dedi bana aldırmadan. Göz göze olmak için dizlerimin üzerinde çömeldim. ''E ben sana sonsuz uyku bahşedeyim o zaman.'' ''Hiç hayır demem.'' Dedi pişkince. ''Kalk lan! Ezerim seni halterle.'' Yüz ifadesini düzeltip olduğu yerden ayaklandı. Ayakkabısına ilerlerken, ''Birde ayakkabını mı çıkardın?'' diye sordum şaşkınlıkla. Bana mahcup bakışlar atıp, ''Namaza duracaktım komutanım, yanlış anladınız.'' ''Kesin öyledir.'' Dedim gözlerimden nefret fışkırırken. ''Komutanım,'' bize doğru gelen Enver'i süzdüm yanıma gelmesini beklerken. Bir tek o giyinikti. Üzerinde hala geceden kalma üniforma mevcuttu ama yüzü açıktı. ''Söyle, Enver Paşa.'' Dedim alayla. Gülümsemesini gizlemeye çalışırken karşımda durdu. ''Özlemişim böyle seslenmenizi.'' Duraksadı bir an ve etrafa göz atmaya başladı üst dudağını emerken. ''Buraları da özlemişim.'' Gözünde biriken hüznü hissettim iliklerime kadar. Enver de en az benim kadar güçlü kalmıştı bu olaylar karşısında ama geri kalanlar için aynı durum söz konusu değildi. En çok Mert kendini suçlu hissediyordu son olayda. Eğer erken bilgi verseydi böyle olmayacağını düşünüyordu ama yanlıştı. Biz o hatayı her şekilde yapacaktık. Bunun dönüşü yoktu. Biz o gün, birçok hata yapacaktık. Dört bir yanımıza çakalla dolmuştu ve biz o çakallardan bir haberdir. Suçlanması gereken birisi varsa o da bendim ama ceza hepimize mal olmuştu. Uğruna kızılcık şerbeti içtiğimiz, bayrağımız asırlar boyu kan kırmızısıyla dalgansın diye canımızı düşünmeden önüne serdiğimiz bu ülke için hayal kırıklığından başka bir şey değildik. Mesleğimi, unvanımı ve emeklerimi kaybettiğim için değil de en çok bunu için üzülüyordum. Allah şahidim, tek zoruma giden vatanıma hayırlı bir evlat olamamaktı. ''Çocuklar fazla içine atıyor. Geldiklerinde beri bu konu hakkında hiç konuşmadılar.'' Diye devam etti, Enver. Bizimkilere baktım. Yerde şınav çeken Bahadır'ın üstüne oturan Cesur'u izlemeye başladık. Halter niyetine Mert'i kaldıran Ufuk ve amuda kalkan Bahadır. Hepsi içine atıyor ve deliliğe vuruyordu, biliyordum. Anlatmasalar da onları en çok ben bilirdim. Onlar beni ikinci bir yuva bilmişti her zaman. Yuvamız başımıza yıkıldı yeni bir yuvayı borç bildim. Bir Allah'ın günü farklı çatı altında bırakmadım onları. Her gün aynı yerde topladım, varlıklarına şükrettim. ''Öldürmeyen acı güçlendirir, Enver.'' Dedim, en sonunda. Bakışlarının bana döndüğünü hissetsem de ona değil hala Öfke timine bakıyordum. ''Peki siz?'' diye sorması beklediğim bir şey değildi. Belimin arkasında birleştirdiğim ellerimi yumruk yaptım kendimi sıkarken. Boğazıma oturan yumrunun gitmesini bekledim. ''Ben, ne?'' dedim, anlamazlığa vurarak. ''Siz, siz atlatabildiniz mi?'' çenemi dikleştirdim sanki buna ihtiyacım varmış gibi ve ardından omuz silktim. ''Ben çok kez öldüm, hiçbirinde gömülmedim.'' Enver'in yüzüme uzun uzun baktığını biliyordum ama inatla ona bakmadım. Gözlerimde Öfke yoktu çünkü. Gözlerimde akmak için çırpınan yaşlar vardı. Dudaklarımdan kopup feryat etmek isteyen çığlıklarım vardı. Ben sustum, Enver anladı. O sustu, ben anladım. Hayatımın çiçekleri dökülmüştü, geriyeyse sadece dikenleri kalmıştı. ''Komutanım, yardım edin.'' Diye bağırdı Mert. ''Söyle şunlara, burada dikkatli olsunlar. Komutanım demesinler, gizli görev amına koyayım ya!'' diye yükseldim onlara doğru yürümeye başladığımızda. Hepsi toparlanmış üstlerine tshirt geçiriyorlardı. ''Oh be komutanım. Şöyle gelinde yakında görelim o güzel yüzünüzü, cennete gideriz.'' Diyen, Cesur'a baktım 'hadi ya' dercesine. ''Sanki iş çıkışı arkadaşlarla kafeye gideceğiz der gibi nasıl da anlatıyor, yavşak!'' dedi, Enver ağzını içinden. Güldüm yarımca. ''Sen, Asena komutanımı bir ömür de seyretsen gidemezsin cennete falan.'' Dedi, Bahadır. Kaşlarını çattı, Cesur eliyle saçlarını düzeltmeyi bırakıp. Beyaz teninin aksine koyu saçları terden ıslanmış, alnına dökülüyordu. ''Cennette ne işim var oğlum?'' diye sordu, ciddiyetle. ''Ne demek ne işim var? Huriler falan tam senlik yer oğlum.'' Dedi, Bilal'de. Cıkladı, Cesur ve elini de yok dercesine savurdu. ''Cennete gittin, uzattın ayaklarını yatıyorsun şimdi, Hz. Ebubekir geldi. Mecbur ayağa kalkıp saygı göstereceksin, halifemiz sonuçta.'' Eğilip yer de ki ceketini aldı. ''Bir daha yattın, Hz. Ali geldi, yine kalkacaksın; ama cehennem öyle mi? Uzattın ayakları, oh.'' Derken bir ayağını ileri atıp, elini de kafasının altına koyar gibi yaptı. ''Sıcacık yatıyorsun, Ebu Cehil geldi. Koyayım Ebu Cehilin amına yat aşağıya ohh.'' Kafasına bir şaplak attı, Enver. ''Boş konuşma olimpiyatları olsa açık ara kazanırsın yemin ediyorum. Kim toparlayacak lan buraları?'' spor aletlerini gösteriyordu eliyle. ''Yalvardınız, ağladınız onlarda gelsin diye. Bunun için mi getirttim ben bunları?'' diye kızmaya devam etti. Araya girdim. ''Kabul ettiniz yani artık benim aletlerim olduğunu.'' Eliyle bir dakika işareti yaptı, Enver. ''Bir dakika verirseniz komutanım. Ben önce onlara kızayım, siz sonra kızarsınız bana.'' Ofladım sinirle. "Tamam, uğraşma kimseyle." Diye hayıflandım. "Dökülün bakalım, albaya sinirinden yaklaşılmıyor. Ne işiniz var burada?" Enver'in yüzü ciddiyetle bana dönerken diğerleri de sonunda kendilerine çeki düzen vermişti. "Siz gittikten sonra Salih albay bizimle de görüştü. Operasyondan bahsetti fakat biraz daha geç gelecektik." Devam etmesi için onaylar şekilde yüzüne baktım. "Sonra birdenbire gitmeniz gerekiyor dedi, bizde hemen yola çıktık." "Peki bu kıyafetler? Bu kadar hazırlığı bu kadar kısa sürede nasıl hallettiniz?" Diye sordum kaşlarım çatılırken. Omuz silkti, Enver. "Salih Albayım sadece kendinizi hazırlayın dedi. Gerisini o halletti, hakkı var gerçekten de bir gün içinde bizi buraya dikti." "Bizi nasıl buldunuz? Gelir gelmez nasıl göreve çıkabildiniz?" Merak etmiştim kimin emri olduğunu. Ayrıca onların bu kadar dahil olacağını düşünmemiştim. Mecburiyetten mi yoksa zaten böyle mi olması gerekiyordu, anlamamıştım. Gülümsedi, Enver. "Cihangir albay istedi. Şaşırdık başta direkt böyle göreve çıkacağımıza ama işin içinde sizin de olduğunuzu öğrenince zaten," diyerek sustuğunda anladım dercesine kafa salladım. Hepsine sırayla bir göz gezdirdim. Onları psikolojik olarak buraya hazırlıksız getirmek istemezdim ama buna karşı gelecek konumda değildim artık. Önümde gelecekleri, hayalleri yok olmuş dostlarıma baktım. Yaşadıkları yükün ağırlığıyla hepsinin omuzları çökmüştü sanki. Üç senede üç yüz yıl yaşlanmış gibilerdi. Olaydan sonra yaşadıkları acının şimdi burada tazelendiğini hissetmek ve bunu düşünmek bile içimin titremesine sebep oluyordu. "Burada bulunurken kim olduğunuzu unutmayın." Diye söze başladım. Bahsettiğim konuyu anlayarak omuzlarını dikleştirdiler kendilerini korumaya almak ister gibi. Sabırla gözlerimi kapatıp açtım. Bu konu hakkında konuşmak dahi onları yaralıyordu ama uyarmak zorundaydım. Daha fazla acı çekmemeleri için bunu yapmak zorundaydım. "Siz asker değilsiniz. Bende değilim." Dudaklarımı ıslatırken sırayla tekrar onlara baktım. Gözlerini benden ayırmıyorlardı ama içlerindeki o kırgınlığı çok net hissediyordum. "Buraya sadece bir görev için geldik, buna layık görüldük. Aklınıza farkı bir şey gelmesin, sakın kendinizi kaptırmayın," "Burası artık bizim yuvamız değil." Diye söze girdi, Bahadır. Ne diyeceğimi bilemeyerek öylece yüzünü seyrettim. Ardından yutkundum diyecek bir şey bulamayarak. Onaylamak zorunda kaldım sadece. "Güzel, bunun idrakın da olmalısınız hep. Her zaman olduğunuzdan daha güçlü görmek istiyorum sizi. Bahsettiğim güç fiziksel değil." "Ne demek istediğinizi biliyoruz, Komutanım. Kendinizi zorlamanıza gerek yok." Diyen Cesur'a onay verdi, Bilal. "Evet," dedi. "Biz yerimizi ve kim olduğumuzu artık kimler olmadığımızı çok iyi biliyoruz. Son üç yılda, Allah'ın her günü bu gerçekle uyandık biz." Titrek bir şekilde nefesimi verirken yan gözle Enver'e baktım. O benim gibi bu konuda güçlü durmak istiyordu, tepkisini gizli tutuyordu ama onun da diğerleriyle aynı hisleri paylaştığını biliyordum. Ama onlar da içten içe biliyordular ki, bende onlarla aynı hisleri paylaşıyordum. Boğazımı temizledim sertçe. "Güzel, herkes ne yapması gerektiğini gayet iyi biliyor o zaman. Sizi uyarmak zorunda bırakmayın beni. Buna katlanmak istemezsiniz." Kafa sallayarak onayladılar beni. "Emredersiniz, Komutanım." Ayağımı yere vurdum sinirle. "Komutanım yok! Kaç kere diyeceğim ulan. Özellikle burada komutanım demek yok! Anlaşıldı mı?" "Emredersiniz, Komutanım!" Diye bağırdılar hep bir ağzından. Sabır çekerek kafamı sağa doğru çevirdiğimde bize doğru yaklaşan Alaca timini gördüm. En önde Alparslan ve arkasından da diğerleri direkt olarak bize yaklaşıyorlardı. Gözüm bir an Enver'e kaydı. O da yönünü açıkça onlara çevirmiş gelmelerini bekliyordu. Yanımıza geldiklerinde sert ama ruhsuz bir bakışma geçti aramızda. Boyu benden uzun olduğu için kafamı kaldırmak zorunda kalıyordum. "Demek timin bu," dedi nihayetinde. Dedikleriyle bir an bizimkilere döndüm. "Tim değil, ekibim." Diyerek düzelttim onu. Kaşlarını havaya kaldırdı, öyle mi dercesine. "Devletin askerini kurtarma operasyonu düzenleyen bir ekip, enteresan." Diyerek ağzının içinde mırıldandı. Bana yem atıyordu. "Sizi düşürdüğüm veya düşürdüğümüz durumdan pek etkilenmişe benziyorsunuz, yüzbaşı." Çelik mavisi gözlerine can gelmişti sanki. Dünkü gibi puslu değildi artık. Yüzündeki yara izi hala tazeliğini koruyordu. Yarım bir sırıtma bahşetti bana ama samimiyetten çok uzaktı. "Buraya ait değilsiniz, Asena. Sivil bir ekipten medet umacak değilim." Bakışları arkamda duran Enver'e kayarken çok kısa bakıp bakışlarını tekrar yüzüme çevirdi. Kitlenen çenesine kaydı bakışlarım. "Korumakla görevli olan bizleriz. Sizler değil." "Buradaysam herhangi birinin emriyle değil, albay istediği için," derin bir nefes alırken bizimkilere göz gezdirip elimle onları gösterdim. "Ekibim sandığınız gibi normal, halktan insanlar değil. Bu iş için yıllarca eğitilmiş, hepsi işinde profesyonel insanlar. Dünde buna yakından şahit oldunuz." Gururla çenemi dikleştirdim. Beni ve timimi aşağılayamazdı. Söylediklerimden pek etkilenmemiş gibi bir adım yaklaştı bana doğru. Arkasında kalan timi yanına dağılmış meraklı gözlerle Öfke timini izliyordu. "Bu operasyonda sizin yeriniz yok. Ekibinizin de." Derken bakışları hiç olmadığı kadar soğuktu. Dün canı fazla yanmış olmalıydı. "Buna karar verecek konumda değilsiniz," diyerek böldüm onu sinirle. "Doğru olan kararı vermek için konum değiştirmem gerekirse, değiştiririm." Güldüm sinirim devam ederken. "Bunun için pek vaktiniz olmayacak. Siz ne sanıyorsunuz bilmiyorum fakat operasyona çökme gibi bir derdimiz yok. Burada olmamız gerekiyordu, biz de olduk. Ötesi yok." Dedim fazla ciddi ses tonumla. Bu adamın bizimle derdi neydi? "Bu özgüveninizi ekibiniz yokken de görmek isterdim." Beni küçük düşürmek istiyordu. Öyle olmadığını ikimizde biliyorduk ama kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak istiyordu benimle. "Bize alışsanız iyi edersiniz, Yüzbaşı. Daha çok vakit geçirmek zorunda kalacağız." Diyerek Öfke timine döndüm. "Gidelim." Kimse lafımı ikiletmezken ters bakışlarımı Alparslan'a iletip gözlerimi devirerek önüme döndüm. Onları geride bırakırken, "Bizi istemiyorlar." Diye söze girdi, Enver. "Onların isteğiyle olacak bir iş değil bu Enver." Kafa salladı yürümeye devam ederken. Öfke timi ise önden gülerek ilerliyorlardı. Çaktırmadan etrafa göz atıp askerleri izliyorlardı. Yanımızdan eğitimde olan askerlerin koşarak geçmesiyle duraksayıp peşlerinden bakarken benim onlara baktığımı fark edip önlerine döndüler. "Zorluk çıkaracaklar, sürekli bir çıkıntılık yapacaklar belli. Kıl oldum o adama, sizi sürekli böyle tehdit mi ediyor?" diye sorarken kaşları çatılmıştı bile. Yan gözle de tepkilerimi kontrol ediyordu. Alaylı gözlerle baktım ona. "Beni kim tehdit edebilir? Hadi etti diyelim, bu beni ne kadar etkiler." Güldü yarımca. "Cesaret dahi edemez." Onayladım onu. "Nerede kalacaksınız?" Diye sordum konuyu değiştirirken. Omuz silkti, Enver. "Bunu hiç düşünmedik. Ayarlarız bir yer." Dedi umursamazca. "Saçmalama. Öyle şey mi olur?" Karargâhtan içeri girerken, "Ben albayla konuşurum şimdi ayarlarız bir yer. Olmazsa benim evde kalırsınız." Hızla kafası bana döndü. "Buldunuz mu hemen ev?" Kafa salladım sola dönüp albayın odasına doğru yürümeye devam ederken. Öfke timi sesini kısmıştı artık albayın odasına yaklaştığımız için. "Şans eseri denk geldi." Dedim çok da önemli bir şey değilmiş gibi bahsederken. Albayın odasının önüne geldiğimizde kapıyı tıklatarak 'gir' komutunu bekledim. Albayın emri gelirken kapıyı açarak içeri girdim. Peşimden Enver ve geri kalan tüm üyeleri girdi. En önde ben ve yanımda Enver dururken arkamıza sırayla dizildiler. Meraklı gözleri albayın üzerindeydi. Albay masasında oturur vaziyette gözlerini bize dikmişti. "Hoş geldiniz, çocuklar." Hepsi bir ağzından 'sağ ol' derken cinnet krizimle arkamı dönerek onlara baktım 'ne bok yiyorsunuz?' Diye sorar biçimde. Albayın gözü üzerimizde olduğu için onlar bana tepki veremezken tekrar önüme döndüm. "Arkadaşlarını da kendin gibi eğitmişsin, Asena." Onlar artık benim arkadaşlarımdı. Bunu başkasından duymak çok garip hissettirmişti. Bozuntuya vermemeye çalıştım. "Akışkanlık." Diye mırıldandım sakince. Kafa salladı. "Ankara'da yediğiniz naneleri bir bir duyduk.'' Yüzümüzü inceledi tepkimizi ölçmek ister gibi. ''Yakalanmadıysanız, Salih albayınız sayesinde." "Gözünün hep üzerimizde olduğunu biliyorduk ama bu kadarını beklemiyorduk." Dedim, açık yüreklilikle. "En başından beri takipteydi. O sizi hiçbir zaman gözden çıkarmadı," bir an duraksadı. "Oturun çocuklar." Dedi nezaket dolu sesiyle, Enver ve bana ithafen. Enver önce benim oturmamı bekleyerek ardımdan sandalyeye oturdu. Biz oturunca öfke timine alan açıldığı için birer adım öne geldiler. Albay bir süre onlarda göz gezdirdi. "Yaşananlar ve zaman onlardan hiçbir şey götürmemiş. Aferin çocuklar, dünkü başarınız taktire şayandı." Tekrar hep bir ağızdan, 'sağ ol' dediklerinde sıkıntıyla alnımı okşadım. Bunlar iflah olmaz bir zekasızlar örgütüydü. Güldü albay, "Siz sağ olun, çocuklar." Enver'e döndü bakışları. "Senin de bu görevde yerin epey kıymetli, Enver." Saygıyla kafasını eğdi, Enver. Kahverengi gözleri umutla albayın yüzüne tırmandı. Umut etmek yoktu oğlum. Öyle gözlerle bakma. Yüreğinin sızısını öyle gösterme demek istedim fakat diyemedim. Öylece izlemekle yetindim sadece. "Emrinizdeyiz, Albayım." Dediğinde inatla ona bakıyordum. Ne demek istediğimi anlamış gibi fazla anlam dolu bir şekilde yüzüme baktı. Destek olmak amacıyla gülümser gibi oldum. Bunu anlayarak aynı biçimde tepki verdi. ''Asena'nın gerekli uyarıyı yaptığını düşünüyorum.'' Ben onaylarken kafa salladı, Enver. ''Hiçbir sıkıntı olmayacak, albayım.'' ''Güzel, operasyon için sıkı bir hazırlık süreciniz olacak. Bu süre zarfında Alaca Timi ve Yürek Timiyle ortak çalışmalara dahil olacaksınız. Bu konuda tekrar uyarmam da fayda var diye düşünüyorum,'' Öfke Timine baktı bu sefer. Elleri bellerinde, rahat pozisyonunda albayı dinliyorlardı. Hepsinin suratı her zaman olduğunda daha sert ve ciddiydi. Özledikleri ortamdalardı ama aynı duyguları yaşayıp yaşayamadıklarından emin değildim. Tek bildiğim benden aşağı kalır yanları yoktu. Güçlü gözükmek istiyorlardı. Yaşananları unutmuş gibi ya da hiçbir şey olmamış gibi. Belki de alışmış gibi. Karşısında kim olursa olsun, hiçbir şeyin geçmediğini, asla alışamadığımızı ve her şeyin en ufak detayına kadar her gün geçmişi birebir yaşadığımızı bilsin istemiyorlardı. İstemezdi Mert; tüm suçun kendisinde olduğunu düşünüp her gün bu yükün altında ezilerek yok olduğunu. Her gece kabuslarla uyandığını, uyku problemi çektiği için göz altlarının mor olduğunu, kimse bilsin istemezdi. İstemezdi Cesur; emekli astsubay babasının gözünün karası olmayı. Ona layık olamadığı için babasının sırtını dönmüş olmasıyla ailesiyle görüşmediğini, annesinin cenazesine bile gidemediğini, kimse bilsin istemezdi. İstemezdi Bilal; gözleri görmeyen annesinin onu hala asker sanmasını, arada göreve çıkıyorum diye yalan söyleyerek depoda kalmasını, sanki her gün giyiyormuş gibi üniformasını temizlettirip hazırlattırmasını, kimse bilsin istemezdi. İstemezdi Bahadır; onu hala asker sanan yeğenlerinin yanına giderken üniforma giydiğini, belinde taşıdığı protezin her gece nasıl ağrılara sebep olduğunu, bir zamanlar Azrail'in kapısını çaldığını, kimse bilsin istemezdi. İstemezdi Ufuk; uyuşturucu batağına düşünüp hastaneye yatırıldığını, ailesinin onu görevde sandığını, o kendinde değilken ailesini arayıp gizli görevde olduğumuzu söyleyerek sadece onlarla iletişime benim geçtiğimi, kimse bilsin istemezdi. İstemezdi Enver; evlenmek üzereyken sevdiği kızın babasının, 'devlete hayrı dokunmayan adama kız vermem' diyerek kızını başkasıyla evlendirdiğini, düğününe gizlice gidip köşeden onu izleyerek o gece kendini bir inşaatın tepesine atlamak için çıktığını, kimse bilsin istemezdi. Onlar Öfke Timiydi. Onlar dertlerini Öfkelerinin arkasına gizlerdi. Onların gözlerinde hep Öfke vardı. Acıları gizliydi, acılarına Öfke bulaşırdı. Onların kalplerinde bir acının filizlenmiş birkaç zehirli tomurcuğu vardı, bir de sadece gözlerimde saf öfkeleri. Onlar bu yüzden Öfke Timiydi ve hep Öfke Timi olarak kalacaklardı. Daldığım düşüncelerden çıkmamı sağlayan ses elini masaya vuran albayın sesi oldu. Elim ağzımda bir vaziyette bir girdaba girmiş kaybolmuştum. Sakince bakışlarım albaya döndü. ''Kalacak yerleri yokmuş çocukların.'' Kafa salladım. ''Evet ama ayarlarız. Gerekirse benim evimde kalırlar.'' Dememe aldırmadı. Eli telefonuna giderken, ''Olmaz öyle şey.'' Dedi. Kimi aradığını anlamayarak karşı tarafın telefonu açmasını bekledim. ''Yüzbaşı, odama gel.'' Hızlıca Enver ile bakışlarımız buluştu. ''Düşündüğüm şey ise gerek yok, biz halle- '' eliyle susturdu beni. Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. ''Size fikrinizi sormadım. Sürekli gözümün önünde olmalısınız.'' Üst dudağımı kemirirken sıkıntıyla burnumdan bir nefes verdim. Ben onlardan uzak tutmaya çalıştıkça, albay onları içlerine sokuyordu. Bilmiyordu ki sürekli gözümün önünde olmaları gerektiğini. Enver de tedirgince bana bakıyordu. Sıkıntıyla dizimi sallamaya başladım. Kimseden ses çıkmazken yaklaşık iki dakika sonra kapı tıklatıldı. Albayın 'gir' komutuyla içeri Yüzbaşı girdi. Bizim de burada olmamızı beklemiyor gibi çok kısa şaşkın bir ifadeyle bizlere baktı. Üzerinden şaşkınlığını atıp masaya doğru yaklaştı. Ben ise duruşumu bozmadan ona bakmayı kesip albaya döndüm. ''Asena'nın ekibine kalacak yere lazım. Yürek timi biliyorsun ki epey dağıldı. Bu süre zarfında onların barınması, rahatlığı senden sorumlu olacak. Senden ve Timinden.'' Diyerek vurgu uyguladı söylediklerinin üzerine. Enver bundan hiç hoşnut değilmiş gibi bilinçli bir şekilde seslice ofladı. Gözlerimi imayla açıp ayağımın ucuzla ayağını ittirdim dikkat çekmemeye çalışarak. Ters bakışlarını Alparslan'a çevirdi. Alparslan'da aynı şekilde yukardan Enver'e bakıyordu göz ucuyla. Yutkunup çelik mavisi gözlerini bana değdirmeden albaya çevirdi. ''Siz nasıl emrederseniz, albayım.'' Karşı çıkması söz konusu değildi ama yine de tepkisini belli eder sanıyordum. Beklediğim tepkiyi alamamış olarak ona baktım. O ise inatla bana değil albaya bakıyordu. ''Güzel, o zaman bugün içinde bu yerleşme işini halledin. Sonrasında göreve çıkmanız gerek.'' Bana da ithafen söylediğini düşünerek bunu doğrulamak amacıyla söze girdim. ''Bizde mi dahiliz?'' ''Evet, sizde dahil olacaksınız. Bu görev operasyonun bir parçası sadece.'' ''Yürek Timi ne zaman aramızda olacak?'' diye sordum. ''Orasıyla siz ilgilenmeyin. Şimdi çıkabilirsiniz, bugün içinde yerleşme işini halledin.'' Son sözleri bu olmuşken ayaklandım. Hepimiz sırayla odasından çıktığımızda Öfke timi koridorda sırayla dizilip beni bekledi. Alparslan gitmek yerine bize döndü. Gözleri hepimizi sırayla süzerken, ''Bunu sakın istekle kabul ettiğimi düşünmeyin.'' Dedi. Gözlerimi devirdim. ''Aynı hisleri paylaşıyoruz, Yüzbaşı. Çocuklarımı sizinle aynı ortamda bulundurmak dahi istemem.'' Sert sözlerime karşılık suratı değişirken çenesini sıktığını fark ettim. Bize karşı bu kadar ön yargılı olması sinirlerimi bozuyordu. Aynı ön yargı bende de mevcuttu ama onun yaptığı timimi etkilesin istemiyordum. Ben onunla her şekilde savaşır, bir yolunu bulur kazanırdım. ''Hiç sanmıyorum.'' Dedi gözleri alayla bakarken. Araya girdi, Enver. ''Size gerek yok, albayında bilmesine gerek yok. Kendi işimizi hallederiz.'' ''Albayın size fikrini sorduğunu sanmıyorum.'' Dedi Alparslan, Enver'e ithafen. Üçgen oluşturmuştuk. Hepimizin arasında iki adım mesafe vardı. ''Sorsaydı zaten şu an bu konuşmayı yapıyor olmazdık.'' Ortamdaki gergin havayı daha fazla solumak istemediğim için araya girdim. ''Enver,'' diye uyardım sakince elimle koluna dokunurken. Alparslan'ın bakışları anlık olarak elime düşerken anında kafasını başka yöne çevirdi. Aldırış etmeden, ''Artık karşı gelmemiz doğru değil, her şey için geç ama onların bunu görmesi gerek.'' Onu eskiye dair olan olaylarla uyarmama karşılık sinirle bana döndü. Alparslan'ın yanında yapmamdan hoşlanmamıştı ama onu durduracak başka bir şey yoktu elimde. Kolunu sıvazladım sakin olması gerektiğini ima ederek. Bakışlarındaki gölgeyi umursamadan Alparslan'a döndüm. ''Sizinle inatlaşarak istediğinizi elde etmenize izin vermeyeceğim.'' ''Benim bir şey isteyip de alamadığım hiçbir şey olmadı.'' Uzunca gözlerini gözlerime kilitledi. Bu bakışma olması gerekenden uzun sürerken boğazımı temizleyerek Öfke timine çevirdim bakışlarımı. ''Albayı sinirlendirecek bir şey yapmıyorsunuz.'' Diye uyardım ve ardında ekledim herkese ithafen. ''Gidelim.'' Karargâhın bahçesine çıktığımızda Alparslan timini toplayarak yanımıza geldi. Onlara durumu anlatmışa benziyordu. Onlarda hazır olduğunda bizim için hazırlanan araçlara bindik. İki vip aracın bizim için hazırlanmış olması şaşırtmıştı beni. Diğer araca Enver, Bilal ve Ufuk onlara eşlik eden de Yusuf, Bukre ve Fatih olmuştu. Bizim araçta ise aracı kullanan kişi Alparslan'dı. Yanında ben otururken diğerleri arkaya geçmişti. Cesur, Bahadır ve Mert sırayla yan yana dizilmişti. Karşısındaki koltuklarda ise Serdar, Niyazi ve Miran vardı. Miran da sanki bu iletişimden rahatsız gibi bir tavır takınmıştı. Bir şeyden dolayı bir rahatsızlığı vardı umursamadım. İki tim arasında hiçbir konuşma geçmez sanıyorken Cesur ve Serdar'ın iki dakika da haşır neşir olmasıyla bozguna uğradım. ''Oğuz kağan destanı mesela,'' gözlerimi devirdim bıkkınlıkla. Bu çocuğun neden her konuda bir fikri vardı bilmiyordum. Duymamaya çalıştım olmadı. Radyodan şarkı açtım arkadan kafasını uzattı. ''Komutanım, kısar mısınız? Arkadaşla bir şey konuşuyoruz da.'' Demesi beklediğim bir şey değildi. Dişlerimi sıkarak kafamı ona çevirdim. Sinirle gülümsedim bunu yaparken de burnumdan solumuştum. Alev bile çıkmış olabilirdi. İşaret parmağımla alnına bastırarak arkaya doğru ittirdim onu. Onun duyabileceği bir tonda, ''Komutanını sikiyim senin.'' Dedim. Dudakları düz bir çizgi haline gelirken önüme dönüp şarkıyı kıstım. Alparslan ise göz ucuyla beni süzüyordu. ''Işık hüzmesinden kız çıkıyor çocuk yapıyor, ağaç kovuğunda kız buluyor çocuk yapıyor,'' alnımı ovuşturdum sinirle. Tekrar Cesur'u duymamak için şarkının sesini açmaya uzanmıştım ki aynı an da elime uzanan bir el oldu. Alparslan'a baktım. Onun elinin temasıyla elim sesi biraz daha açarak kaymıştı düğmeden. Arkada çalmaya başlayan Barış Manço'nun Aynalı Kemer şarkısı çalmaya başlamıştı. Gözlerimi hala ondayken elimi çektim. Alparslan ise bir bana bir yola bakıyordu. O da dumura uğramış halden çıkarak yutkundu sertçe. ''Neden kısıp kısıp tekrar açıyorsun? Bırak çalsın bir şey ya da kapat.'' Sesini kızgın tutmaya çalışarak söylediği şey ile ışıklarda durmak zorunda kalmıştık. Bu sefer tamamen yüzünü bana çevirdi. Arkadan ise, 'Mor menekşe, nergis dizmiş boynuna' diyerek devam ediyordu, Barış Manço. Arkadan tekrar Cesur'un kafasının aramıza girmesiyle bakışlarımız kesildi. ''Komutanım, şarkıy- '' ''Sikicem şimdi komutanını! Geç lan yerine, düzgün otur.'' ''Ne?'' diye Alparslan'a şaşkınlıkla dönen ise Miran'dı. Arabanın içinde Alparslan'ın gür sesi yayılırken herkes suspus olmuştu. Sinirle arkasına uzanmış elini kaldırmıştı. Mavi gözleri kısılmıştı. Cesur, yaramaz çocuğun annesinden terlik yemiş bir ifade takınarak koltuğuna oturup ellerini kucağında birleştirdi. ''Sen ne diyorsun oğlum?'' diye sordu öfkeli sesiyle Miran'a karşı. ''Komutanınızı bir şey dediniz,'' diye mırıldandı hem ürkerek hem de söylediği şeye takıldığını gösterirken. Arkama dönüp kafasına patlatma isteğimi bir kenara bırakmak zorundaydım. ''Sana ne lan! Sana ne! Ettiğim küfre de karışın, kaynana gibi akşama kadar başımdasınız zaten.'' Sabır çekerek önüne döndü. O sırada yeşil yanmasına rağmen öndeki gitmeyen araca sinirlenip camı açtı. Kafasını dışarı çıkarırken, ''Sen neyi bekliyorsun, amına koyduğum! Koyu yeşili mi?'' diye bağırdı. Onun bu haline daha fazla katlanmamak için direksiyona uzanıp kornaya bastım. Aniden kafasını bana çevirince hızla önüne dönmüştüm. Öndeki araç ilerlemeye başlayınca, ''Buranın havası sinir yapıyor herhalde.'' Diye mırıldandım kendi kendime. Bana aldırış etmedi ama duyduğunu biliyordum. Arkadan ise fısıldayarak konuşan Cesur'un sesini hala duyuyorduk. Radyoda çalan şarkının yerine başka bir şarkı geçerken Alparslan hafif tonda çalması için kısmıştı. ''Ya insan bu sorar kimsin, nesin, necisin. Bir yudum su ister misin? Böyle tuttuğunu siken bir kavim daha görmedim. Bizim bu destanlar hep düzmece amına koyayım.'' Cesur ve Serdar kafaları sarmış bir şekilde konuşmaya devam ederken radyo dışında başka bir ses yoktu arabada. Sonunda bir binanın önünde durduğumuz da Alparslan emniyet kemerini açarak indi. Peşinden bende inerken arkadan da diğerleri çıktı. Kısık gözlerle binayı dışarıdan süzdüm öylesine. Beş katlı bir binaydı ve etrafında da aynı hiza da birkaç bina daha vardı. ''Burası mı?'' diye sordu arka araçtan inip yanımıza gelen Bilal. ''Yok sevgilim, şurası ama biz burada indik.'' Enver ikisine de arkadan birer tane vurdu. ''Bari milletin içinde yapmayın şu salaklıkları.'' Diye de azarlamayı ihmal etmedi. Onlara aldırış etmeden Alparslan'a döndüm. ''Benim eve de yakınmış.'' Diye mırıldandım. Ne ara yaktığını bilmediğim sigarasını yarı da bırakıp çöpe atarken kafa salladı. ''İki sokak üstte senin evin.'' Diye karşılık verdi Alparslan. ''Siz nereden biliyorsunuz?'' diye sordu, Enver gergin bir tonda. Kollarını göğsünde birleştirmiş, pazıları iyice belirginleşmişti. Bizim üzerimizi değişmemize fırsat olmadığı için hepimiz siyahlar içindeydik hala. Üzerlerinde sadece ceket vardı ve hava kararmak üzereydi. ''Biz yerleştirdik.'' Diyerek kısa bir açıklamada bulundu, Alparslan. Enver'in anlık bakışları bana döndü. Omuz silkerken sonra anlatırım bakışları attım. Alparslan önden ilerleyerek binadan içeri girdi. ''Hepiniz aynı binada mısınız?'' diye sordu, Bahadır. Onayladı, Yusuf. ''Evlerimiz karşılıklı. Şans eseri bulmuştuk.'' Hepimiz asansöre sığmayacağımız için aslında sekiz kişilik kapasitesi olmasına rağmen asansöre sadece Alparslan, Enver, Yusuf, Bukre ve ben binmiştik. Alparslan diğerlerine, ''Siz bir koşu çıkarsınız artık.'' Diyerek bir şey demelerine fırsat kalmadan düğmeye basıp kapıları kapatmıştı. ''Kaçıncı kat?'' diye sordum. ''Beş.'' Diye cevapladı, Bukre. Dudaklarım kısa bir an aralandı ama tekrar kapatmak zorunda kaldım. Zaten bana bakmakta olan Alparslan, ''Ne oldu? Çocuklarına çok mu üzüldün?'' diye sordu alaylı ses tonuyla. Kaşlarımı kaldırdım yukarı. Alayla güldüm. ''Birkaç merdiven çıktıkları için mi?'' dalga geçen ses tonumla asansörün durduğuna dair sesin gelmesiyle kapılar açıldı. Biz asansörden tamamen çıktığımızda merdivenlerden gelen gümbürtü sesiyle hepimizin kafası o tarafa döndü. ''Neden koştunuz lan siz?'' diye sordu, Enver sesine yansıyan şaşkınlıkla. Önde Cesur, arkada onun yakasına yapışıp tshirtünü arkaya çeken Serdar vardı. Trabzanlara tutunarak kendini yukarı çeken Bilal'in arkadan kemerine asılarak kendini çeken ise Mertti. ''Donumu bırak lan, donumu bırak.'' Diyerek isyan etti, Bilal. ''Büllüğüm sıkıştı, donumu bırak.'' Ortalarında sürünerek gelen ise Bahadır'dı. Merdivenleri resmen sürünerek çıkıyordu. ''Size neden koştunuz, diye sorduk.'' Dedim sakin kalmaya çalışarak. Aynı esna da arkamızdan açılan asansör kapısıyla oraya döndük. İçeriden gülerek çıkan, Niyazi, Fatih, ufuk ve Miran'dı. ''Salaklar, onlar içeri girdikten sonra hepimiz asansörle çıkacaktık işte.'' Diyen Ufuk ile diğerleri de güldü. Sonra bizi fark ettiklerinde yüzlerindeki sırıtma soldu. ''Komutanım,'' diyerek düzelttiler kendilerini, Alaca timi üyeleri. Ufuk bir şey diyecekti ki sus işareti yapmamla susup ağzına hayali bir fermuar çekti. ''Siz öyle yaptınız yani.'' Diyen Alparslan'a, ''Yok komutanım, Ufuk şey edince,'' Alparslan susturdu, Niyazi'yi. ''Sonra görüşeceğiz sizinle.'' Tehditkâr ses tonuyla birlikte merdivendeki salaklara döndü. ''Üçüncü kez soruyoruz, neden koştunuz?'' ''Siz merdivenlerden çıkın dediniz ya komutanım.'' Dedi, soluk soluğa Serdar. Alparslan bana döndü. ''İki dakika da kendilerine benzettiler.'' Dedi, ters ters. Kaşlarımı çattım o dönüp kapıyı açmaya yeltenirken. ''Koşun demedi ya, merdivenden çıkın dedi.'' Enver ilk defa Alparslan konusunda pozitif davranmıştı. Alparslan açtığı kapıdan içeri girerken çatık kaşlarla peşinden ilerledim. O ayakkabılarını çıkarırken ben botuma yöneldim. ''Neyi varmış onların?'' diye sormayı da ihmal etmedim. Ayakkabılarını ayağıyla kenara iterken ters bir bakış attı bana. ''Bize laf etti komutanım. Vuralım mı?'' diyen Bilal'in kafasına şaplak attım. Bayılıyordum iki metre heriflerin kafasına şaplatmaya. ''Nereye vuruyorsun, geri zekâlı. Adam seni bazukaya oturtsun da gör gününü.'' Aptal herif. Vuruyum dediği adam Yüzbaşıydı. Diğerleri de içeri üşünce salona geçip koltuğa yayılarak oturarak Alparslan benim sorumu cevaplayacak gibi durmuyordu. ''Kimler burada kalmak ister?'' diye sordu bizimkilere ithafen. ''Serdar neredeyse orada kalırım ben.'' Dedi, Cesur. Bu çocuk yemin ediyorum gaydi. ''En yakın aile mahkemesi nerede bu arada?'' hepimiz anlamayarak Bilal'e baktık. Eliyle ağzını ve burnunu kapattı ağlar bir ifade takınırken. ''Gözlerimin önünde birbirlerini seviyorlar. Bıktım aşk-ı memnu beşir rolünden.'' ''Boş ver bizde onları aldatırız.'' Diyerek sarıldı Bahadır, Bilal'e. Bilal de sığınacak liman bulmuş olmanın verdiği mutlulukla ona sığındı. ''Anlaşıldı, sizinle uğraşılmaz.'' Dedi, Alparsan. Ters bir bakış daha attım. ''Çocuklarım hakkında olumsuz yorumlarınızı kendinize saklayın, Yüzbaşı. Neyi varmış onların?'' ''Neyimiz varmış bizim?'' elini beline koyup diklenen Mert'e vurdu Enver sus dercesine. Saçlarını karıştırdı Alparslan. Ben bu adama Arslan desem ne olurdu ki? İsmi çok uzundu bir kere. Ben a diye başlayıp n diye bitirene kadar akşam ezanı okunuyordu. Yazık yahu. ''Sen sus.'' Diye tersledim, Mert'i yırtık dondan çıkar gibi her yerden çıkıyordu. ''Siz, üçünüz.'' Diyerek Cesur, Bilal ve Mert'i gösterdi Arslan. ''Burada, Serdar, Yusuf ve Niyazi ile kalıyorsunuz.'' Beşlik çaktı Serdar ve Cesur. Sanki ilkokul da yakın arkadaşlarıyla aynı sırada oturan çocuklar gibi sevinmişlerdi. Alparslan'ın hakkı var. Yakın olmalarını istemiyordum. Bu onların fazlasıyla canlarını yakacaktı. Biliyordum. Bu zamana kadar gösterdiğimiz tüm çaba çöp olsun istemiyordum. ''Geriye kalanlarda karşı dairede, Miran ve Fatih ile kalıyorsunuz.'' ''Bukre nerede kalıyor?'' diye sordu patavatsız Ufuk. ''Sana ne lan!'' diye yükseldi, Arslan. Aynı şekilde ters bakışlarla Alaca timi de tepkilerini belli ettiler. ''Dinlenin bu gece yarın görev var.'' Alparslan'ın bu sözünden sonra herkes onaylamıştı. Diğerleri de karşı daireye geçerken Alparslan ile dışarı çıktık. Ben direkt yönümü kendi evime giden sokağa çevirirken arkamdan seslendi. ''Nereye?'' duraksadım. Omzumun üzerinden kafamı çevirip oldukça normal bir şeyden bahseder gibi, ''Eve,'' dedim. O ise arabanın önünde durmuş elinde anahtarla bana bakıyordu. ''Bırakırım, geç.'' Diyerek arabayı gösterdi cebinden sigarasını çıkarıp yakmaya hazırlanırken. ''Gerek yok, kendim giderim.'' ''Gereksiz inatçılıktan hiç hoşlanmam.'' ''Gereklisi de mi oluyormuş bunun?'' yönümü tamamen ona çevirmiştim. ''Ayrıca hoşlanmamanız hoşuma gider.'' Tek gözünü kısarak sigarasını yakarken bana bakmaya devam etti. Yanıma doğru adımlarken, ''Yürümek istiyorsan, yürürüz.'' Sigarasından ilk dumanı serbest bırakmıştı konuşmadan önce. Yanımda öylece dikilmesine dayanamayıp yürümeye devam ettim. Bir eli cebinde peşimden geliyordu. ''Her zaman böyle suskun musun?'' benimle normal tonda konuşması beklediğim bir şey değildi. Bir an ona bakma gafletinde bulundum. O da anında bana çevirmişti çelik mavisi gözlerini. Sigarasından bir nefes daha aldı. Sokakta kaldırımda yürüyorduk sakince ve yer yüzüne karanlık tamamen çökmüştü. Ay ışığı binaların arkasına saklanmıştı ama orada olduğunu biliyordum. ''Sessiz bir insan gibi durmuyorsun.'' Anlaşılan konuşmakta ısrarcıydı. Benimle askerlerin yanında dikleşiyordu. Bunu anlamıştım ama sebebini bir türlü anlayamıyordum. Durduğumda o da durdu. Uzanıp elinden sigarasını alıp kendi dudaklarıma götürdüm. Bu tavrıma şaşırsa da dudağının bir kenarının kalktığını hissettim. Ardından tekrar yürümeye devam ettim. Sigaran derin bir nefes alıp dudaklarımdan kirli dumanı serbest bırakırken, ''Susmak sessizlik değildir. Susmak öfkedir, hayal kırıklığıdır, kırgınlıktır.'' Dedim. ''Seni bu hale tek bir şey mi getirdi? Öfkeni susarak mı gizliyorsun?'' bir duman daha bıraktım dudaklarımdan. O ise kendisine yeni bir sigara daha yakmıştı. Boyum neredeyse tam göğsüne geliyordu. Yanımdaki omuzundan biraz daha aşağıda kalıyordum çünkü. ''Ben öfkemi gizlemem. Oldukça gürültülüdür aslında susmak.'' Bana baktığını hissetsem de dönmedim ona. İlk sokağı geride bırakırken ikinci sokağa yaklaşmak üzereydik. ''Bizi istememeni anlıyorum fakat askerlerinin yanında güç gösterisi yapman,'' ''Güç gösterisi yapmıyorum. Olması gereken o.'' Kaşlarımı çattım. ''Olması gereken o mu?'' tek kaşım havaya kalkmıştı. Bir duman bıraktı etli dudaklarından. Duman önümüzde dağılırken hafif esen rüzgârdan bana doğru çarptı. Sigara değil nane gibiydi sanki kokusu. Bu adam zaten ne zaman yakınıma gelse hep nane kokusu da onunla geliyordu. ''Bizden değilsiniz, bizim gibi değilsiniz ama operasyonun odak noktası sensin.'' Bunu bu şekilde itiraf etmesi şaşırtırken, ''Yerinizde gözüm yok. Dediğin gibi sizin gibi değiliz, sizden değiliz.'' Sigaramın sonuna gelirken son bir nefes alıp izmariti elimle ezerek söndürdüm. Parmaklarım yandı ama umursamadım. İçimdeki yangına yetişemezdi bile. ''Yerini bildiğini sanıyorsun ama aslında hiçbir şey bildiğin yok.'' Güler gibi bir ses çıkardım. ''Ne o? Şimdi de insan sarrafı mı oldun, Yüzbaşı?'' alaylı sesime karşılık ciddi bir tonda cevap verdi. ''Kendini gizlemeye çalıştığın her an da nasıl göze çarptığından haberin yok. Olsaydı böyle konuşamazdın bile.'' Bir sonraki sokağı da geçerken benim evimin olduğu sokağa girmiştik bile. ''Kendimi gizlemeye çalışmıyorum. Neysem o'yum.'' Olumsuz anlamda kafasını salladığını hissettim ama dönüp bakmadım yine. İkimiz de önümüze bakarak konuşuyorduk. ''Öfkenin arkasında gizleniyorsun.'' ''Şu öfke konusunu artık kapatsak olmaz mı?'' sesimin sinirli çıkmasına engel olamamıştım ama bu konu beni acayip rahatsız ediyordu. Sanki bir şeyler biliyor da onun imasını yapıyor gibi hissettiriyordu. Ne zaman durduğumu bile bilemezken ellerimi isyanla iki tarafa açmıştım. Sakince durup bana döndü sonra da ellerime baktı. Omuzlarımı düşürüp ellerimi indirdim yanıma. ''Bundan bahsediyorum işte.'' İşaret parmağıyla beni gösterdi. ''Her şeye çok kolay bir şekilde öfkeleniyorsun, bu da senin gizlenme taktiğin.'' ''Benimle derdin ne, Yüzbaşı?'' diyerek bir adım ona yaklaştım. Aramızda sadece bir adımlık mesafe kalmıştı. O adımı o atsaydı vücutlarımızın birbirine temas edeceğini adım kadar iyi biliyordum. Ve öyle oldu. Burnumun dibine girdi. Ben alev gibi gözlerle ona çenemi dikip bakarken o oldukça sakin bir şekilde çelik mavisi gözlerini kısarak bana bakıyordu. O zihninden neler geçtiğini o kadar bilmek isterdim ki. ''Bir yalancının yalanı ortaya çıkınca sinirlenir ya da mağduru oynar.'' ''Ben mağduru oynayacak insan değilim.'' ''Yalancı olduğunu kabul ediyorsun yani?'' sesi soru sorar tondaydı. Dudaklarımı ıslattım. O bu kadar yakınımdayken mantıklı cümleler kurmak benim için zordu. Neden böyle odluğumu ise eve gidip kendimi duvara vururken sorgulayacaktım. Gözleri anlık dudaklarıma kayarken tekrar bakışları usulca gözlerime tırmandı. ''Yalan söyleyecek kadar uzunca vakit geçirdiğimizi sanmıyorum, Yüzbaşı.'' Dedim sakinliğimi korumaya çalışarak. Kafa salladı aşırı yavaş bir şekilde. ''Öfkenin arkasına saklandığını kabul etmen gerek öyleyse.'' Cevap veremedim. Beni köşeye sıkıştırmasıyla gururlu bir sırıtış belirdi dudaklarında. Üst dudağımı ısırdım sinirle. Benimle kelime oyunu oynayarak aklımı karıştırmıştı. ''Herkesin uzmanlık alanı farklı tabii.'' Göz kırptı. Gözünü oymak istiyordum. Hayır, o böyle güzel bakarsa yapamazdım bunu. Bana her zaman ilk günkü gibi bakmalıydı. Kural bir, asla bakışlarının değişmesine sebep olma. Boğazımı temizleyerek uzaklaştım ondan. O da sanki yakınlığımızı fark etmiş gibi kendini toparladı. ''Neyse,'' dedim. ''Sohbetinize doyum olmuyor. Ben artık eve geçeyim.'' Kafasını salladı az önce yaşananları hala idrak etmeye çalışıyor gibi. ''Sabah çocuklar alır seni.'' O, sen diyordu ben ise siz. Bunu çözmeliydik. Bu sınır aşılmamalıydı. Kural iki; sınırları koru. <><><><><><><><> Ertesi gün erken saatte Alaca timi ve Öfke timiyle beraber karargâha geçmiştik. Gittiğimizde Alparslan çoktan gelmişti. Koridorda yürürken Öfke timi yine onlara özel olarak hazırlanmış üniformalarını giymişken, Alaca timi askeri kıyafetleriyle onlardan çok daha üstün duruyordu. Alaca timi önden giderken kısa bir an bizimkilere dönüp baktım. Yüzlerine maskelerimi takmışlardı ve ifadelerini okuyamıyordum. Benim de üzerimde aynı kıyafetler varken yüzümü kapatmamıştım. Toplantı odasına geldiğimizde içeri girdik sırayla. Yine yürek timinin yoktu. Zaten toplantı odasına ancak iki tim sığabilirdi. Karşımıza sırayla Alaca timi geçerken yanıma Enver oturdu. Heybetiyle yanımda irice dururken timin diğer üyelerini görmekte zorlandım. Tam karşımda ise Alparslan vardı. Dünden sonra ilk defa görmenin etkisiyle şuh bir bakış attım ona. O ise sanki dün olanlar hiç olmamış gibi bir ifade takınıp umursamaz bir şekilde gözlerini benden çekti. İkili oynuyordu benimle. Ve bundan nefret ederdim. Çünkü bende bir şey ya vardır ya da yoktu. Belirsizlikten, arada bırakılmaktan hiç hoşlanmazdım. Ya benden tamamen nefret etmeliydi, ki benden tamamıyla nefret etmeliydi. Aramızda başka kişisel bağ olmamalıydı. ''İlk geceniz nasıldı?'' diye sordum dikkatimi Arslan'dan çekmek isteyerek. Kafasını bana çevirdi Enver maskesini indirirken. Her zaman sıcak bakan kahve gözleri bir an Alaca timine kaysa da tekrar üzerime sabitledi. ''Gece Ufuk'un krizi tutar gibi olmuş ama halletmişler.'' Fısıldayarak söylediği şey ile, ''Ne?'' diyerek yüksek tondan tepki verdim. ''Nasıl? Neden bana haber vermediniz?'' ''Alaca timine belli etme gibi bir durum olamazdı. O yüzden haber vermedik, çünkü gelirdiniz.'' Fısıldamaya devam ediyordu. İzlenme hissiyle dolup taşarken sandalyemi geriye itip Ufuk'a bakmaya çalıştım. Yanındaki Cesur ile sohbet ediyordu. Uyumadığını belli eden gözleri oldukça sönük bakıyordu. Geri masaya doğru yaklaştım. ''Onu belki de buraya hiç getirmemeliydik. Son üç aydır bir krizi olmamıştı.'' Dedim bende fısıldarken. O sırada bir çift çelik mavisi gözler bizi izliyordu. Boğazımı temizleyerek önüme dönerken bakışlarımı masaya indirdim. Enver kulağıma yaklaştı. ''Yalnız bırakamazdık da ama.'' Kafa salladım, Enver'e bakmadan. ''Bir şekilde çözmeliyiz bunu. Böyle bir şey olursa bir daha sakın beni habersiz bırakma, Enver.'' Sesimi sert tutmaya çalıştım. Enver gözlerini güven verircesine kapatıp açarak onayladı beni. Sonrasında ise hızlıca içeri giren albay oldu. Hepimiz ayağa kalkıp, albayın oturun emriyle tekrar oturduk. Herkesin önünde bir adet dosya vardı fakat albay gelmeden kimse elini sahi sürmemişti. Albayda gelip Alparslan ve benim çaprazıma denk gelen, toplantı masasının en başında yerini alınca yine projeksiyon kumandasını alarak ekranı açtı. Ekranda beliren bir adamla dikkatimizi tekrar albaya çevirdik. ''Hedefteki adamımız, Soner Gökdere.'' Ekrandaki adama kaydı tekrardan bakışlarımız. Kırklı yaşlarının ortasında olduğu açıkça belli oluyordu. Hafif grileşmiş saçları ve düzenli tıraş olduğunu gösteren bir yüze sahipti. Bana bir yerden tanıdık gelen bu sima ile kaşlarım çatıldı. Aklımdaki tahminimi sesli bir şekilde dile getirdim. ''Avukat, Gökdere mi?'' albayın bakışları bana döndü. ''Sen nereden tanıyorsun onu?'' omuz silkerken cevap verdim. ''Ankara'da bürosu var. Birkaç kez yollarımız kesişti.'' Sıkıntıyla ellerini saçlarında gezdirdi albay. ''Ökkeş, yeğeninin davasına bakıyor.'' Diyerek söze girdi. ''Dosyalarınıza bakabilirsiniz, sayfa üç.'' Herkes aynı anda dosyasını açarken üçüncü sayfaya geçmeden diğer sayfalar da göz attım kısaca. İlk sayfada avukat ve ailevi bilgileri varken üçüncü sayfada bir kız fotoğrafı vardı. ''Kız hukuk fakültesi öğrencisi, örgütlenme suçundan hakkında soruşturma başlatıldı. Ama bu soruşturma gizli yürütülüyor. Adamın okulla bağlantısı var, bu yüzden eğitimine hala devam etmekte.'' ''O zaman okulda arkasını kollayan başkaları da var. Bilinçli bir şekilde o okulda, belki de çevre topluyorlar. Amaçları bu.'' Diyerek fikrini sundu Alparslan. Onayladı albay onu. ''Gökdere, normal düz insanların davasıyla pek ilgilenmez. Öyle her davayı da almaz.'' Dedim araya girerek. ''Evet,'' dedi, Albay. ''O kız önemli bir nokta bizim için. Kıza ulaşmanın tek yolu da Gökdere.'' Dosyayı iyice kurcalarken konuşmaya devam ettim. ''Kızın ailesi yok. Tek akrabası dayısı yani Soner Gökdere. Örgütün içinde değil dışında bir görevi var ama bu zamana kadar her şey bu kadar açıkken bu adamın sicili neden bu kadar temiz?'' diye sordum anlamayarak. Koskoca ülkede bilinen, ünlü bir avukatın böyle işlerin içinde olduğu bariz belliyken sicili neden bu kadar temizdi? Üstelik yeğeni bile zan altındayken. ''Böyle tipler sivil hayatlarında farklı bir kimlik kullanıyorlar. Muhtemelen şahsi kimliğine açılan adli sicil kayıtları vardır. Ama bir türlü gerçek kimliğine ulaşamıyoruz. Çok sıkı korunuyor, bu işin içinde devlet bile olabilir.'' Kafam karışmış bir şekilde albayın söylediklerini dinledim. ''Geçen gün Yürek timinin ilgilendiği misafir bu adam mıydı?'' diye sordu, Alparslan. Kafa salladı albay. ''Evet, ama kongre merkezinde tuzak kuruldu. Oysaki Gökdere oraya hiç uğramadan direkt otele geçmiş. Otel çok sıkı bir şekilde güvenlik önlemiyle donatılmış. Arama izni bile geçersiz çünkü onu almamızı gerektiren bir suça tabii değil.'' ''Yani o adamı alabilmemiz için gerçek kimliğini bilmemiz gerekiyor?'' sesim soru sorar bir tonda çıkmıştı. ''Evet, doğru noktayla ilgileniyorsunuz ama kızı da unutmayın. İkisi de bizim için önemli noktadalar. Önce Gökdere, sonra da o kızı istiyorum. Bu iki kişi bize neredeyse küçük şebekelerden birini yakalama fırsatı sunabilir. Bu yüzden attığımız her adımda dikkatli olmalı ve hedefimize kendimizi açık etmemeliyiz.'' ''Bu konuda bir planınız var anlaşılan.'' Dedim. Gülümseyerek tepki verdi albay. ''Bu gece yoğun bir gece olacak. Hazırlık yapmanız gerekiyor. Asena ve Alparslan, sizler evli ama boşanmak üzere olan bir çifti canlandıracaksınız.'' Kaşlarım çatıldı anında. Enver'de olduğu yerde doğrulurken, ''O adamın dikkatini bu tür davalar çekmez ki.'' Dedim safça. ''Biliyorum,'' diyerek destekledi beni. ''Sizde bu yüzden basit bir çiftten fazlası olacaksınız.'' Anlamayarak gözlerimi Alparslan'a diktim. O da aynı şekilde bana bakıyordu. ''Ya sandığımızın aksine hiçbir şekilde dikkatini çekemezsek?'' diye sordu, Alparslan. ''O otele mesleğimizle giremiyoruz, bu yüzden sivil girip onu yakınınıza çekebileceğiniz tek yol bu. Bir akşam yemeği bile bizim için çok şey ifade edebilir.'' ''Plan sadece bu kadar değil, değil mi?'' diye sordu, Enver. ''Detayları siz hazır olduğunuzda konuşacağız. Ama önce dediğim gibi hazırlıklarınızı yapın. Bu gece o otelde olmanız gerekiyor.'' Albay konuyla ilgili birkaç hususu da belirtip toplantı odasından ayrılırken, ''Bence Asena hanımla biz daha çok yakışıyoruz.'' Dedi, Serdar. Ona kimse aldırış etmezken Öfke timinin keskin bakışlarına maruz kalmıştı bile. Cesur'dan bile lazer ışınlı bakışlar yemesi susmasına sebep olmuştu. Odadan çıkan kalabalıkla en arkada Alparslan ve ben kalmıştık. Kapının önünde elleri cebinde bana bakarken alttan ona aynı bakışla karşılık verdim. ''Umarım iyi rol yapabiliyorsundur.'' Kapıdan çıkmaya hareketlenirken onun görmeyeceğini bilerek gözlerimi devirdim. ''Daha önce hiç kocam olmadı.'' Dedim salağa yatarak. Kafasını hafifçe sola doğru eğdi. Göz ucuyla beni de baştan aşağı süzmeyi ihmal etmedi. ''İlk ve son olacağımdan eminim.'' Dediğinde tenimde bir ürperti meydana geldi. Karnımda bir şeylerin kanat çırpması midemi ağzıma getirirken o gayet sakin bir şekilde gülümseyip göz kırptı bana. Hem de oldukça çapkın bir şekilde. O sıra aklıma üşüşen alıntıyla dudaklarım hayretle aralandı. Merak, diyordu Flaubert. Birine karşı, ansızın, merak duymaya başlarsınız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek tek amacınız haline gelir. Aşka en uzak cümle, senden nefret ediyorum değil, bilmek istemiyorumdur. Ve ben, bu adamı merak ediyordum. <><><><><><><> Öncelikle herkese kocaman bir merhaba. Çok fazla yeni bölüm mesajı aldım ama bir önceki bölümde de belirttiğim gibi yaz okulu işlemlerim olduğu için buralardan birkaç gün uzak kalmak zorundaydım. Hala çok müsait bir zamanda değilim fakat en azından geçiş bölümü tadında hızlı bir bölüm yazmaya çalıştım. Belki diğer bölümlere göre daha sakin olağan ve kısa olmuş olabilir fakat dediğim gibi geçiş bölümü olarak düşünülebilir. Çünkü iki farklı grubun kaynaşması için olağanlık ve sıradanlıkta önemli bir detay. Bunun dışında gösterdiğiniz ilgi için çok mutluyum, çok teşekkür ediyorum. Bu kadar kişiye ulaşacağımı tahmin etmiyordum asla. Özellikle birilerinin yeni bölümü sabırla beklemesi falan beni çok heyecanlandırdı aynı zamanda duygulandırdı da. Demem o ki, iyi ki varsınız. Umarım bu işi başarabiliyor ve size az da olsa farklı bir hayal dünyasına ortak edebiliyorumdur. Diğer bölümleri de biraz daha kısa ama olayları hızlı tutmaya çalışacağım çünkü aklımda çok olay sahnesi var sıradan bölümleri ara sıra geçiş olarak kullanmayı düşünüyorum. Bu arada sorular sormak istiyorum. Yorumların ve oyların çoğunluğuna göre 2-3 gün içinde yeni bölüm hazırlamaya çalışırım. Yorumlarınız, talepleriniz beni gerçekten çok motive ediyor. Eğer beklediğim seviyenin üstünde bir oylama ve yorum olursa çarşamba gününde kadar yeni bir bölüm daha gelir. Belki iki gün içinde bile olabilir çünkü diğer bölüm biraz aksiyonlu ve heyecanlı olucak hemde Asena ve Alparslan açısından. Öfke ve Alaca timiyle bol bol güleceğiz inşallah. Ben serdar ve Cesur'u acayip shipliyoum bu arada benim fav karakterler. Enver'in ağır abi modu ve gerginliği beni bile ürkütüyor bazen. Her an birine yumruğu çakacak gibi ayy çok seviyorum onu da ayrı bi yükseliyorum ona ama Alparslan'ın yeri farklı tabii ahahahah. Ayy çok konuştum ama bir konuyu daha dile getirip gidiyorum. Tiktok hesabı açtım kurgum için kullanıcı adı; blackhell86 İlk yaptığım edit şu am 14 bin izlenme almış editten de hiç anlamam ahahah. Çok mutlu oldum 15 bin olur diye umut ediyorum. Belki de bir çoğunuz oradan görüp geldi böyle bir şey olacağını hiç tahmin etmezdim ama çok mutlu oldum. Oradan beni takip etmeye devam ederseniz çok mutlu olurum. Çünkü yeni bölüm duyurusu ve yeni bölüm spoisi paylaşıyorum arada. İnstagram içinde sayfa açmıştım ama malum biliyorsunuz olayları o yüzden sırf takip edip diye vpn kullanarak oraya girmenizi istemem. Orası sonraki iş olsun . Ayyy inşallah bu kurgu da okurlarımın edit yapacak kadar büyümesini görürde. Bende o editleri gördükçe kafayı yerim mutluluktan. Neyse çok konuştum sizi seviyorum ve kocaman öpüyorum. Oy ve yorumlarınızı unutmayın, ihtiyacım var. Yeni bölümde görüşmek üzereeee!!! 💜💜💜 |
0% |