Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Bölüm -7- “Yıkılan Duvarlar”

@esrarizim

 

© Tüm hakları saklıdır.

 

 

 

 

Öncelikle merhaba, sevgili okurlar. Bu askeri kurgu, adı üstünde tamamen kurgu olup, hiçbir gerçeği yansıtmamaktadır. Bilgi eksikleri, yanlış bilgiler olabilir fakat "KURGU" olduğu için fazla ciddiye almamanızı umuyorum. Küçük düzeltmeler yapılabilir ama akışı etkileyecek değişimleri yapmayı uygun görmüyorum. Tüm sahneler ütopik olarak ele alınmıştır. Keyifli okumalar dilerim.

 

 

 

Bölüm Şarkıları

Behind Blue Eyes - Limp Bizkit

Dzanum- Teya Dora

Bored- Billie Eilish

Luminary- Joel Sunny

Princesses Don't Cry- Carys

Barış Manço- Eğri Eğri Doğru Doğru

 

 

 

Bölüm -7- "Yıkılan Duvarlar"

 

 

 

 

 

''Komutanım, bu evin kirası ne kadar?'' bir yandan yedikleri yemekleri çöplerini topluyorken bir yandan da Cesur'un anlamsız sorularına cevap veriyordum. Eğilip yerdeki pizza kutusunu aldım. Güya bunlara ev bulmuştuk. Hayır yani madem geliyorsunuz, Alaca timinin burada ne işi var?

 

''On iki bin.'' Dedim, sesimi sabit tutmaya çalışarak. Alaca timinin yanında kızmak istemiyordum ama şansını zorluyordu. Boş kola şişesini de çöp poşetine tıktım.

 

''Oha amına koyayım.'' Dediğinde kafamı çevirip ters bir bakış attım Cesur'a. Ayaklarını uzattığı sehpadan ayaklarını çekerek toparlandı. ''Yok yani komutanım, size demedim. Suç ve Ceza'da Raskolnikov'un ev sahibini vurmaya karar verdiği kira zam oranı, ne kadardı acaba?''

 

''Ne yatıyorsun sen orada?'' diye azarladım. Bir elinde elma hatur hutur yiyerek keyif yapıyordu.

 

''Sindirim.'' Dedi, genişçe. Elmayı gösterdi. ''İyi geliyor.'' Yeşil elmasından bir ısırık daha aldı. Öfkeyle burnumdan soluk verdim. Önüme dönerken gitmemi engelleyen bir çift koca ayağa takıldım. Sinirle onu da ittirdim.

 

''Çek lan bebe mezarı ayaklarını.'' Bilal'de Cesur gibi yayılmış telefondan bir şeyler izliyordu.

 

''Siz neden geldiniz ki?'' dedim artık dayanamayarak. Bugün serbesttik ve ilk işleri öğlenin ikisinde evime çökmek olmuştu. Yetmemiş aç gelip, Alaca timini de peşlerine takıp evimin içine sıçmışlardı. Yarım saattir tuvaletimde olan Bahadır'ı söylemiyordum bile.

 

''Gidelim mi, Asena Hanım? Pat diye geldik zaten.''Bukre'nin mahcup sesiyle ona çevirdim bakışlarımı.

 

''Size dememiştim. Rahat ol.'' Dedim Cesur'a sinirli bir bakış artarken. Beyefendi sikine takmamaya çalışarak elmasını afiyetle yemeye devam etti.

 

''Yani rahatsız etmedik umarım. Yoksa birini mi bekliyordunuz?'' diye sordu, Serdar.

 

''Yok.'' Dedim elimdeki çöp poşetini yemek masasının üzerine bırakıp içine çöpleri doldurmaya devam ederken. ''Kimseyi beklemiyoruz.'' Dedi, Bilal oradan. Tavana bakarak sabır çektim.

 

''Enver, git bir bak şu Bahadır'a. Deliğe mi düştü? Banyomu boka mı sıvadı ne yapıyorsa gelsin artık.'' Enver de bana yardım etmek için boş bardakları toplarken elindekileri mutfağa bırakıp banyoya ilerledi. Kapıyı tıklattı iki kere. İçeriden Bahadır'ın 'dolu' diyen sesi geldi.

 

''Biliyorum dolu olduğunu, geri zekalı herif.'' Diye homurdandı, Enver. ''Ne yapıyorsun kaç saattir içeride? Çıksana oğlum.''

 

''Komutanım, ben dün biraz acı yedimde. Çıkmasam olmaz mı?'' Serdar ve Cesur birbirine bakıp irice bir kahkaha patlattılar. Onlara Ufuk ve Mert'te eşlik ederken Bukre yüzünü buruşturdu. Ardından, ''İğrençsiniz.'' Dedi.

 

Fatih,'' Ulan yoksa bu dünkü yedirdiğimiz acılı Adana'dan mı böyle?'' diyerek konuya açıklık getirdi. Ardından alaca timinin geri kalanı da gülmeye başladı. Cesur ve Bilal abartıp yerde birbirlerini döverek gülmeye başladılar.

 

''Komutanım,'' diye tekrar seslendi, Bahadır. ''Söyleyin o angutlara, buradan bir çıkarsam ağızlarına sıçarım onların.'' Yüzümü buruşturdum mide bulantısıyla.

 

''Bok bok konuşma lan. Çık çabuk!'' diye azarladı, Enver.

 

Gülmesini durdurmaya çalışan Cesur. ''Komutanım,'' dedi gülmesine engel olmaya çalışarak. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. ''Siz bir daha o tuvaleti kullanmayın.'' Tekrar hunharca gülmeye başladı. ''Vidanjör çağıralım biz. Bir de izolasyon ekibi. Ondan sonra girersiniz.''

 

Masadaki çöp poşetini alıp dış kapıya yöneldim. Kapıcı alır umuduyla çöpü dışarı bırakacaktım. Tam kapıyı açıp çöpü dışarı bırakıyordum ki karşı dairenin kapısı açıldı. Ece, elinde pasta servis tabağıyla sırıtarak bana bakıyordu.

 

''Selam, bende sana geliyordum. Kek yapmıştım.'' Bana doğru yaklaştı. Arkamda duran ayakkabıların fazlalığını fark ederek yüzü şaşkın bir hal aldı. ''Aa, misafirin mi var?'' dedi. Tam 'evet, çok kalabalığız' diyerek onu bu cehenneme davet etmeyecektim ki beni ittirerek içeri girdi. ''Kaynanaları seviyormuş.'' Derken ağzımı açıp tek kelime laf etmeme dahi müsaade etmemişti.

 

Çaresizce çöp bırakıp bende Ece'nin peşinden içeri girdim. Herkes Ece'ye uzaylı gibi bakarken Ece ortada öylece kalakalmıştı. Biliyordum böyle olacağını. Kız şoke olmuştu böyle iri herifleri bir arada görünce. Usulca bana çevirdi kafasını. Dudaklarımı birbirine bastırarak gülümseye çalıştım.

 

''Ne tatlı arkadaşların varmış senin öyle. Hiç haber vermiyorsun.'' Dedi dişlerinin arasından gülümserken. Tek omzumu kaldırıp indirdim. Tekrar bizimkilere döndü. Sıkıntıyla alnımı ovaladım. Aç kurt gibi hepsi kıza bakıyordu.

 

O sırada bir feryat koptu kimden bilmediğim. Ellerini dizlerine vuran Bilal, ''Bu dişiler hep aynı. Kaltak karı, sen anca yat öyle hayvan seni.'' Hepimiz odağımızı ona verirken geç hissettiği sessizlikle bize döndü şaşkınca.

 

''Ne oluyor lan?'' dedi, Mert. Bilal telefonun ekranını bize çevirdi. Net bir şey göremesek de ''Belgesel izliyordum da. Hayvan belgeseli.'' Diyerek yutkundu. Sonra destek istercesine hala yerde oturan Cesur'a baktı.

 

''İki aslan dişi için kavga etti. Birinin boyu posu devrildi altında kaldı öldü, diğeri de yaraları enfeksiyon kapınca öldü. Karının olaydan haberi yok, ağzını şapırdata şapırdata geyik yiyor.''

 

''Buna mı yırtındın?'' diye sordu, Serdar. Omuz silkti Bilal. ''Seviyorum ben belge-,'' Ece'yi fark etmesiyle dona kaldı. Elinde telefon ağzı açık bir şekilde kıza bakıyordu.

 

''Cesur kalk,'' diyerek ayağıyla Cesur'u dürttü. Bu dediğine anlam veremeyen Cesur ona bakmaya devam etti. ''Ne var oğlum?''

 

''Oğlum ölmüşüz lan, huriye bak.'' Ece'ye yaklaştım.

 

''Sen onu bana ver de düşmesin.'' Dedim yamuk tuttuğu tabağa uzanırken. O sırada ayaklandı Bilal. Usul usul Ece'ye yaklaştı.

 

''Müsaade ederseniz bu güzelliğiniz karşısında bir ilahi söylemek istiyorum,'' Ece de neye uğradığını şaşırır vaziyette Bilal'e bakıyordu. ''Deli deli oldum, dağa taşa sordum,''

 

Bilal'in ensesine bir el uzandı. Enver onu bir enik gibi tutup geriye çekip ona baktı. Bilal düştüğü pozisyondan ötürü gerçek bir enik gibi iki eli havada kalmış bir şekilde Enver'e bakıyordu. Enver'de ona.

 

''Komutanım,'' dedi sesi götüne kaçmış bir şekilde çıkarken.

 

''Niye ilk defa görmüş gibisin, Habeşi.''

 

''Komutanım, misafire hoş geldiniz diyordum ben. Yok- '' devamı gelmedi. Enik gibi Cesur'un üstüne fırlattı Enver onu. Cesur üstüne düşen cüsse ile, ''Bacını sikim senin amına kodumun herifi, beton mu yutuyorsun bu ağırlık ne? Kalk lan üstümden. Nef- '' Bilal'i ittirmeye çalışarak, ''Nefes alamıyorum. Hayat öpücüğü.''

 

 

''Ayy,'' dedi, Ece şoktan çıkarak. ''Ben lisede ilk yardım eğitimi almıştım.'' Diye Cesur'a atılıyordu ki bende onu yakaladım hırkasından. Ne alık bir kızdı bu böyle. Neyse dedim, Cesur'u tanımıyor. Bizimkileri hiç tanımıyor. At hırsızı olduklarını bilmiyor.

 

''Yok onun bir şeyi. Turp gibi, numara yapıyor. Kalk lan yerden.'' Cesur var gücüyle pişkin bir şekilde üstünde oturan Bilal'i iterek ayaklandı. ''Kimse yerinden kalkmayacak!'' diyerek sesimi yükselttim. ''Anlaşıldı mı?'' kafa sallayarak onaylayan mırıltılar çıkardı Öfke timi.

 

''Biz de mi?'' diye sordu, Yusuf. ''Sizde,'' dedim. ''Benim evimde sadece benim emirlerim geçer.'' Ardından Ece'yi kolundan tuttuğum gibi mutfağa çektim. ''Bukre, sende gel.'' Diye de seslendim yürümeye devam ederken. O kızı da onların içinde kaybetmek istemiyordum. İçeriden gümbürtü sesleri gelirken ne yaptıklarını anlamak zordu. Uzun eşek bile oynuyor olabilirlerdi.

 

''Yardım edeyim size.'' Diyere içeri girdi Bukre.

 

''Yok, sen otur. Ben seni onlardan kurtarmak için çağırdım.'' Ece'yi gösterdim. ''Bu arada tanıştıramadım. Bu ece,'' Bukre'yi gösterdim bu seferde. ''Bu da Bukre.'' Ece sevecenlikle Bukre'ye sarıldı. Bukre şaşkın bir ifade takınarak Ece'nin sarılışına karşılık verirken oralı olmadım. Cana yakın bir kızdı, ne diyebilirdim ki? Onlara arkamı dönerek Ece'nin getirdiği keki bir bıçak yardımıyla dilimlemeye başladım. Cevizli bir kek yapmıştı ve oldukça güzel gözüküyordu.

 

''Memnun oldum, Bukre. Sen de mi askersin?'' Bukre alık bir ifadeyle Ece'ye bakıyordu, eminim.

 

''Şey,'' dedi, utana sıkıla. ''Evet.'' O an Ece'ye dönme gereği hissettim bir pot kırmamasını umarak ama umduğum şeyi yaparak konuyu uzatmadı.

 

''Baya kalabalıkmışsınız, tek bir ekip misiniz?''

 

''Yok,'' dedi Bukre. ''Yarısı bizim tim. Diğerleri Asena Hanımın ekibi.''

 

Ece hayretle kafasını bana doğru uzattı. İstifimi bozmadan çıkardığım tabaklara dilimleri koymaya başladım.

 

''Senin de mi ekibin var?''

 

''Evet, orduda görev alıyorum dedim ya, Ece.'' İsmini bastırarak söylemiştim ki ağzından bir şey kaçırmasın. Belli olmazdı Ece'ye ama onun her hareketini anlayacak kadar tanımıyordum.

 

''Baya büyüksünüz siz ama. Boyun kaç senin?''

 

''Bir yetmiş sekiz.''

 

''Asena, senin kaçtı?'' tabakların yanına çatal koyarken, ''Bir seksen.'' Diyerek cevapladım onu.

 

''Ben de bir yetmişim. Keşke biraz daha uzun olsaydım.''

 

''Ne yapacaksın o kadar boyu?'' diye sordu Bukre. ''Böyle de gayet güzelsin.''

 

''Yaa, teşekkür ederim. Ama ne bileyim uzun kızlar seksi oluyor ya hani.'' İyice sohbetleri koyulaşırken ocakta Enver'in demlemiş olduğu çayları da hazırladığı bardaklara doldurdum. Onlar kendi aralarında kadınlık sohbeti çevirirken tepsiyi alarak Bukre'ye uzattım.

 

''Sen çayları al.'' Mutfağın kapısından kafamı uzatıp içeri seslendim. ''Cesur, Bilal, Mert, Ufuk. Çabuk buraya gelin.'' Bukre mutfaktan çıkarken koşarak yanımıza gelen Öfke timine son anda çarpmaktan kurtuldu.

 

''Buyurun komutanım, savaş mı çıktı?'' dedi, Bilal.

 

''Uhud tepesine okçu mu lazım, komutanım?'' dedi, Cesur.

 

''Mancınıkla bile öldürürüm komutanım, sertifikam var.'' Dedi, Mert.

 

''Mancınıkla beni fırlatabilirsiniz.'' Dedi, Ufuk.

 

''Bir dakika ya,'' diyerek araya girdim. ''Senin mancınık sertifikan mı var?'' diye sordum Mert'e ithafen. Kafa sallayarak onayladı.

 

''İlkokul da almıştım komutanım.''

 

''Ha onun gerçek ve geçerliliği olduğuna inanıyorsun yani?'' diye kuşkuyla sordum. Sorumla birlikte o da bir an düşündü. ''Yirmi beş yıldır buna inanıyorsun.'' Neyse, dercesine kafamı savurdum. Ardından tezgâhtaki tabakları gösterdim.

 

''Tabakları getirin. Çaylar bittikten tazelenecek, bugünkü göreviniz ev hanımlığı. Gün sonu puan vericem en çok beğendiğime,'' düşünür gibi yapıp bir süre yüzlerini inceleyerek bekledim. Sonra yüzümü buruşturup, ''Hiçbir şey.'' Diyerek bir şey demelerine fırsat vermeden oradan uzaklaştım.

 

Salona geçip oturacak yer ararken olmamasının verdiği sıkıntıyla masaya giderek sandalye çektim kendime. O sırada lavabodan Bahadır'ın çıkmasıyla tekrar aynı pis konu dönmeye başlamıştı. Suratsız Yusuf bile sohbete dahil oluyordu. Alaca timi ve Öfke timinin bu şekilde yakınlık kurması ise beni hala rahatsız ediyordu ama hayatlarına bu kadar müdahale de bulunmak istemiyordum. Beni tek korkutan şey onların yanında kendilerini kötü hissetmeleri, aşağı görmeleriydi. Bu duygularda kaybolsunlar istemiyordum. Özellikle Mert ve Ufuk'un.

 

''Aa, tabak eksik size.'' Diyerek ayaklandı Ece. Kime dediğini anlamazken, ''Yok, teşekkür ederim ben yemeyeceğim.'' Dedi Enver. Önümdeki kekten afiyetle bir çatal daha aldım onları izlerken. Bukre ve Ece tekli koltuğa sıkışmış bir şekilde oturuyorlardı.

 

''Neden beğenmediniz mi? Sevmiyor musunuz yoksa?'' diye üsteledi Ece.

 

''Hayır, tadını bile bilmiyorum. Beğenmemekle alakası yok.'' Enver'e bilerek kek koymamıştım. Eksik falan değildi. Enver bu kekten yiyemezdi çünkü cevize alerjisi vardı. Ece kalktığı yere tekrar otururken suratı asılmıştı. Enver'den dolayı mı diye düşünmeden edemedim ama sonuçta Enver'i tanımıyordu. Her zaman sakin, sakinliği dışında oldukça ters ve gergin bir yapıda olduğunu bilmiyordu. Hassas bir kıza göre çok çok fazlaydı, Enver.

 

Saatler hızlıca akıp geçerken evin altı üstüne gelmişti. El kızartmadan, uzun eşeğe, uzun eşekten pis yediliye kadar bir sürü saçma sapan oyun oynamışlardı. Yerdeki halının ne ara ters döndüğünden bile bir haberim yoktu. Herkes gitmiş geriye sadece Enver, Bukre ve Ece kalmıştı.

 

''Komutanım, ben kalıp size yardım edeyim. Hergeleler evi ne hale getirdi.'' Dedi, Enver.

 

''Hallederim ben, sizde adam akıllı dinlenmediniz zaten. Keyfinize bakın.'' Dedim, kapının eşiğinden onu geçirirken. Eğilip ayakkabılarını giyindi. Bukre de aynı şekilde ayakkabılarını giyinirken ev terliğiyle bana geçen Ece onları izliyordu. Enver'in her hareketini takip ederken Enver kafasını her kaldırdığında bakışlarını kaçırıyordu. Bu gözümden kaçmazken Ece, Bukre'ye sarıldı. Bana da el sallayıp, ''Görüşürüz.'' diyerek dairesine girmesini izledim.

 

O kapısını kapatıp evine girdiğinde Enver bana döndü.

 

''Bir şey olursa arayın, komutanım.''

 

''Ne olacak Enver. Gidin hadi, bir kafa dinleyim.'' Şakayla karışık dediğime kafa sallayarak gülümsedi. Bukre'de, ''Görüşürüz, Asena Hanım.'' Diyerek Enver ile asansöre bindi.

 

Bende hızlıca içeri girip kendimi ilk iş olarak koltuğa attım. Ev gerçekten berbat bir haldeydi. Başıma bir ağrı nüksetmiş artık gürültüden. Sakince ve sessizlik içinde uyumak istiyordum. Gözlerimi dinlendirmek için kapattıktan yaklaşık on, on beş dakika sonra kapının çalmasıyla gözlerimi araladım. Henüz uykuya dahi dalmamışken gelenin kim olduğun sorguladım. Ece mi, diye düşünerek ayaklarımı sürüyerek kapıya gittim. Bir gözümü ovalarken kulpu indirip kapıyı açtım.

 

Oysa görmeyi beklediğim Eceydi. Alparslan değil. Elim olduğu yerde gözümde kalırken bir an ne tepki vereceğimi bilemeyerek ona baktım.

 

''Merhaba,'' dedi, içeriye göz atarken. Kapıyı biraz daha aralama gereği hissettim.

 

''Merhaba,'' diyebildim en sonunda. Elimi yüzümden çektim hala şaşkınlığım devam ederken. Sanki ikimizde konuşmayı bilmiyormuş gibi bakışmaya devam ederken sessizliği bozdum. Ayrıca kapıda hala dikiliyor olması rahatsız etmişti.

 

''Bir şey mi oldu?''

 

''Ne gibi?'' diye sordu anında. Omuz silktim.

 

Dün plana sadık kalmadığım için albayın gazabına hepimiz uğramıştık. Benim bünyem alışkın olduğu için pek fazla dikkate almamıştım. Ama bu gazaba Alparslan da uğramıştı. Onun adına en ufak suçluluk dahi duymamıştım. Planı uzatmak yerine kestirmeden işimizi halletmiştik. Tek sorun korumaların hepsini öldürmüş olmamız da değildi. İçeride birçok müşteri varken bunu yapmamızdı ama diğer detaylar gibi bunu da umursamadım. Çünkü o adam, eninde sonunda ifşa olacaktı. Kimliğinin gizli olması sadece onu rehin almamızı engellemiyordu, planlarımızı yavaşlatıyordu. Bir an önce yeğenine ulaşıp bağlantıları kurmamız gerekiyordu. Bir aylık meseleyi bir haftaya çektiğim için azar yemiştim. Ve üstüne bir de sorguya dahil edilmek yerine albay beni kovmuştu. O ana Öfke timi şahit olmadığı için mutluluk duyarken Alparslan'a rezil olduğumla kalmıştım. Dünkü gazap devam ettiği içinde bugün herkes izinliydi. Yarın ise Yarbay'ın geleceği haberini vermişti, Yusuf.

 

''Albay benden sonra sorun çıkarmış olabilir.'' Diye mırıldandım. Geldiğimden beri adamın sabrını sınamaktan başka bir şey yapmıyordum çünkü.

 

''Albayla veya operasyonla ilgili bir sorun yok. Ne kadar kızsa da süreci hızlandırdın, adam her şeyi öttü.'' Dedi. Ben ise ona hala 'neden geldin o zaman' diyebilmek için cesaret bekliyordum. Öyle bir bakıyordu ki konuşmayı unutuyordum. Kendime gelmek için boğazımı temizledim.

 

''Neden geldin o zaman?'' bunu söylerken bir yandan da kapının arkasından tuttuğum kulpu kavramıştım sıkıca. Normal şartlarda bu adamla dikleşmediğim bir an bile yokken şu an tedirginlikten başka hiçbir şey hissedemiyordum.

 

Yüzü şaşkın bir hal alırken ensesini kaşıdı.

 

''Tim burada değil mi? Onlar çağırdı.'' Bu sefer şaşıran ben oldum. Dudaklarımı ıslatırken, ''Onlar gideli yarım saat oluyor.''

 

''Peki, o zaman. Zamanlama yanlış oldu sanırım.'' Birkaç adım geri giderek, ''Ben gideyim.'' Dedi. Ne yapacağımı bilemeyerek, ''Dur,'' dedim. Amacımın ne olduğunu ben bile bilmiyordum açıkçası. Sadece içimden bunu yapmak gelmişit.

 

''Timin evimin mahvetti. Temizlemeden kaçtılar, komutanları olarak sen ilgilenebilirsin. Yoksa hepsini geri çağıracağım.'' Tırnak uçlarıma kadar saçmaladığımı fark etsem de bozuntuya vermedim.

 

O da emin olamayarak bana baktı ama dediklerimi sorgulamadı. İkimizde ne yaptığımızı bilmiyor gibiydik.

 

''Geç,'' diyerek kapıyı biraz daha araladım. Kısa bir süre beni süzüp ev halime baktı. Üzerimde aşırı bol bir eşofman ve üstünde de oversize bir tshirt vardı. Nihayet içeri girip ayağındaki botları dışarı çıkarırken üzerindeki deri ceketin ıslak olduğunu fark ettim.

 

Bu, ''Yağmur mu yağıyor?'' diye sormama sebep oldu. Botlarını kenara itip salona geçerken bende kapıyı kapatıp peşine takıldım. Üzerindeki deri ceketi çıkardığında altındaki kısa kollu tshirt'ü ile kalmıştı. Baştan aşağı siyahtı. Saçlarının üzerinde duran yağmur damlaları sıcak ortama girmesiyle şakağından aşağı akmaya başlamıştı.

 

Etrafı süzmeye başladı. Ters dönmüş halıya baktı bir süre. Sonra orta sehpada yiyip bitirilmiş cips paketlerine. Burada bıraktıkları oyun konsoluna dikkat kesildi en son.

 

''Kahvehaneye çevirmişler burayı. Neden müsaade ettin? Evleri yok mu bu heriflerin?'' derken koltuğa oturmak için hamle yaptığı sırada gördüğü elma ile donup kaldı. Elmanın sapından tutup sallarken bana çevirdi çelik mavisi gözlerini.

 

''Muz kabuğu da bulacak mıyım?'' elindeki yarısı yenmiş elmaya tiksintiyle bakarken elinden alıp masa da çöplerin içine bıraktım.

 

''Seni otur diye çağırmadım.'' Dedim. ''Evi temizlememe yardım edeceksin.'' Yüzüne bakmadan arkamı dönüp mutfağa gittim. Çöp poşeti alıp geri dönerken o camları açıyordu. İçeri gerçekten de havasızdı ama ben içeri de olduğum için oksijen seviyesinin bu kadar düştüğünü tahmin edememiştim. Çöp poşetini elimden alıp ne bulduysa içine atarken bende boş odadan süpürgeyi getirdim. Süpürgenin uzun başlığını çıkarıp koltuğu süpürmek için uygun hale getirip çalıştırdım.

 

İkimizde hiç konuşmadan evi toplarken bu an fazla garip hissettirmişti. Bu anın gerçek olma ihtimali aklıma dahi gelmezdi. İlk defa kendimi mahcup bıraktığım saçma bir davranışın içinde buluyordum ve bu istemsizce tavrıma da yansıyordu.

 

Koltukları bitirip süpürgeyi kapattığımda o büyük uzun başlığını takarak halıyı süpürmeye başladım. Alparslan'ın ne ara halıyı düzelttiğini bile fark etmemiştim. Sonunda evin işi tamamen biterken süpürgeyi geri yerine bırakıp salona döndüm. Alparslan oturmuş etrafı incelerken, ''Bir şeyler içer misin?'' diye sordum çok içeri girmeden.

 

Bakışları usulca bana kayarken üst dudağını emiyordu.

 

''Kahve alabilirim.'' Dediğinde, ''Hemen,'' diyerek hızlıca yanından ayrıldım. Seri bir şekilde su kaynatırken bende kendime Enver'in yaptığı çayı tekrar ısıttım. Yenisini yapmakla uğraşmak istemiyordum. Kahvesini nasıl istediğini bilmediğim için, sadece kahve demesinden yola çıkarak hiçbir tatlandırıcı ilave etmeden normal sert bir kahve hazırladım. Kahvesini kupaya doldurup kendime de ince belli bardakta bir çay hazırlarken gözüme Ece'nin getirdiği son kek dilimi ilişti. Hemen bir tabak çıkarıp keki hazırladım. Hazırladıklarımı alarak içeri döndüğümde telefonuyla uğraşıyordu. Geldiğimi fark ettiği an telefonunun ekranını kilitleyip yanına bıraktı.

 

Kahvesini ve kekini orta sehpada onun önüne bırakıp kendime de çayımı alarak çaprazındaki büyük koltuğun tam ortasına oturdum. O ise tekli berjerde oturuyordu. Gri koltuk o kadar küçüktü ki asla sığmamasına rağmen ısrarla büyük koltuklara oturmuyordu.

 

''Evinde sana ait bir şey yok mu?'' diye sordu kahvesine uzanırken. Önce hareketlerini izledim cevap vermek yerine. Sonra çayımdan bir yudum aldım. O da kahvesinden aynı şekilde yudumlarken çelik mavisi gözlerini resmen üzerime kilitlemişti.

 

''Henüz yeni geldim.'' Dedim sesimi sabit tutmaya çalışarak.

 

''Yine de sana ait herhangi bir şey yok. Kıyafetlerinden başka,'' ne duymak istediğini merak etmiştim açıkçası. Elimdeki bardağı sıktım düşünerek. O sırada bakışlarım halıya düşmüştü.

 

''Benim ait olduğum tek bir evim vardı. Orası da artık yok,'' diye mırıldandım. Son cümlem biraz daha kısık çıkarken sesim tamamen bir mırıltıya dönmüştü. ''Evim yok.''

 

Bakışlarının bende takılı kaldığını hissetsem de kafamı kaldırıp ona bakmayı reddettim. Belki de böyle bir cümle kurmam yanlıştı. Kendimi bu şekilde açık bir defter gibi önüne sunmamalıydım. Aramızda ılık bir rüzgâr esti sanki bilmiyorum ya da ben öyle hissettim. Ya da bu benim gördüğüm bir seraptı çünkü saçlarımın uçtuğunu hissettim.

 

''Ne oldu? O, artık olmayan evine.'' Bakışlarım bir merdiven gibi yüzüne tırmandı. Benim hakkımda bilgi sahibi olmak istiyordu. Belki de bunu bana silah olarak kullanacaktı ama beni bu saatten sonra hiçbir cehennem yakamazdı. Çünkü ben zaten azabın kendisiydim.

 

Omuz silker gibi oldum. ''Uçurumun kenarındaydık, seven bir adım öne çıksın dediler.''

Hızlıca çayımdan bir yudum aldım bunu der demez. Eski yaşamın uğultusu zihnimde yankılanırken sıkıntıyla boynumu ovdum. Kalp atışlarım hızlanmıştı sanki. Uzun zamandır kendime bile açmadığım geçmişin tozlu defterini hiç tanımadığım adama bir anda açıvermiştim.

 

''Hatalarının bedelini hayatınla ödemek, tam da sana göre bir şey olmalı.'' Kahvesinden oldukça rahat bir şekilde yudumlarken arkasına yaslandı. Belli belirsiz kaşlarım çatılırken onun aksine oturduğu yerden doğrulan ben oldum.

 

''Pardon?'' dedim sert bir sesle.

 

''Kaza, hata, tercih.'' Kahvesinden bir yudum daha aldı. Dudaklarını ıslattı. Ben ise hala ondan gelecek cevabı bekliyordum. ''İlk yapılana kaza, ikincisine hata, üçüncüsüne ise tercih denir. Ama sen Asena,'' kupasını masaya bırakıp dirseklerini diz kapaklarına yaslayarak bana doğru eğildi. Kaşlarının altından bana nasıl baktığından haberi var mıydı acaba?

 

''Sen her zaman tercih ettin. Kaza ve hata yapmayacak kadar akıllıyken, bu hayatı sen tercih ettin.'' Söyledikleri zihnimin duvarlarına çarpıp önüme düştü. Şaşkınlıkla kaldım öylece.

 

''Sen,'' dedim sinir parmak uçlarımdan yukarı tırmanırken. ''Haddinizi aşıyorsunuz, Yüzbaşı.'' Bardağı sertçe masaya bırakıp ayağa kalktım.

 

''Beni tanıyormuş gibi hakkımda hükümler vermenizden sıkıldım.'' Sesim boş salonumda yankılandı sanki. Yüzümün dehşet bir ifadeye büründüğünü hissediyordum. Ben sinirden köpürürken o oldukça rahat bir şekilde oturmaya devam etti. Salonda volta atmaya başladım.

 

''Seni tanımıyorum,'' dedi.

 

''O zaman tanıyormuş gibi konuşmayı kes!'' bağırdığımı yeni idrak ederken birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım.

 

''Ama kim olduğunu biliyorum.'' Saçlarıma giden elim durdu. Zaman durdu, zihnim durdu. O an her şey bir anda yok oldu. Kocaman dünyada bir ben kaldım sanki. Ben ve hatalarım. Acı dolu yaşamım ve ben. Karşımda bir ayna. Sadece ben varım. Aynadaki yansımamda arkamda birçok insan var. Ölmesine sebep olduğum masumlar, çocuklar. Hayatına sebep olduğum Öfke timi. Hepsi aynadaki yansımamın arkasında bana bakıyorlardı sanki. Oradalardı işte. Her zaman aynı yerde, vicdanım oradaydı.

 

Elim boşluğa düşüp yanımda sallanırken omzumun üzerinden ona baktım. Ayağa ne zaman kalktığının bile farkında değildim. Aşırı rahat bir şekilde ellerini cebine sokarak ufak adımlarla bana yaklaştı. Ben ise hala omzumun üzerinden ona bakmaya devam ederken yönümü tamamen ona çevirdim. Tam karşımda adımları son bulurken tepeden bana bakıyordu.

 

Dananın kuyruğu kopmak üzereydi.

 

''Kimmişim ben?'' diye sordum geri adım atmayarak. Buraya kadar içinde zor tuttuğunu biliyordum arık. En azından bir şeyden emindim. Beni burada istememe sebebi gerçek kimliğimdi. En başından inanmamıştı orduda eğitim almış bir ekip olduğumuza. Çünkü biliyordu. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştuk.

 

Geniş omuzlarının üstüne doğru eğdi başını hafifçe.

 

''Eski asker olduğunu, meslekten atıldığını ve bu atılma sebeplerini,'' alt dudağını dudaklarının arasına alıp ezmesini izledim. ''Her şeyi biliyorum, hakkındaki her şeyi. Sen bile daha kim olduğunu bilmezken ben senin kim olduğunu biliyorum.''

 

''Yanlış yoldasın, Yüzbaşı.''

 

''Bu dik başlılığın, senin sonunu getiren şeyken hala bu şekilde devam ediyorsun,'' derin bir nefes alarak boynunu esnetti arkaya doğru. Kaşları artık çatılmıştı, tıpkı benim gibi.

 

''Sana da girdiğin yanlış yollar kaybettirdi, Asena.''

 

''Bir halt bildiğin yok! Sağdan soldan duyduklarında gelip bana ahkam kesemezsin, Yüzbaşı. Çizgiyi aştın!'' hırsla ondan uzaklaştım.

 

''Böyle kaçarak kendini gizleyemezsin.'' Koluma yapışması beklediğim bir şey değildi. Şaşkınlıkla ona döndüğümde gözündeki nefreti fark ettim. Kolumu o kadar sert tutuyordu ki benim için bile tepki vermek artık zor bir şeydi.

 

Kendine doğru çekti kolumdan. ''Ay'ı parlatan gecenin karanlığıdır demiştim sana,'' diye fısıldadı yüzüme doğru. Nane kokan nefesi yüzümdeki her noktaya değdi. Benim ise aralık duran dudaklarımdan çıkan sıcak nefesim onun yüzüne firar ediyordu.

 

''Ben kayıp giden yıldızdan fazlası değilim.'' Dedim aynı şekilde bende fısıldamıştım. Güler gibi bir tepki verirken kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı.

 

''Aydınlıkta saklanan, karanlıkta açık hedef olan bir Ay'dan başkası değilsin.'' Dedi emreder bir tonda. ''O kayan yıldız kaçmaktan başka bir şey yapmıyor, senin gibi.''

 

''Seni görmek istediğin gibi bir şekle girecek değilim.'' Dedim, inatla. Kolumu bir kez sertçe kendisine çekti.

 

 

Bakışları canıma okur gibiydi. Nefreti büyüktü bu adamın. Ben ise suçumun ne olduğunu bile bilmiyordum.

 

''Neden kabul ettin bu görevi?'' kaşlarım boşluğa düşer gibi oldu. Tekrar kolumu elinden kurtarmaya çalıştım, bırakmadı.

 

''Neden bahsediyorsun sen?''

 

''Asena, benimle oyun oynama. Kendini gizlediğin sürece daha fazla batıyorsun göze.'' Daha fazla onun bu hareketlerine dayanamayarak karnına diğer elimle bir yumruk indirip küçük bir acı yaşatırken kolumdaki elinin gevşemesini fırsat bilerek uzaklaştım ondan. Ne kadar uzağa gidebilirsem o kadar uzağa gittim. Sanki kaçabilecekmişim gibi.

 

''Bakma o zaman!'' diye çıkıştım. ''Değdirme gözlerini bana. Madem biliyorsun her şeyi, benden duyman neyi değiştirecek.'' Bunları söylerken ellerimi isyan edercesine iki yana açmıştım ve artık bağırıyordum.

 

''Öylece elini kolunu sallayarak hayatımın ortasına giremezsin!'' artık o da bağırıyordu. Üzerime doğru bir iki adım attı ama ondan korkmadığımı göstermek için gerilemedim. Zaten artık gidecek yerim dahi yoktu. Sınırdaydım.

 

''Ben kimsenin hayatına girmedim! Buraya gelmem gerekiyordu ve geldim.''

 

''Neden?'' diye bağırdı. Göğsü aldığı derin nefeslerden dolayı şiddetle inip kalkıyordu. Ben ise bağırmama rağmen oldukça sakindim. ''Neden geldiniz?'' sesi bir öncekine göre daha sakin gibiydi artık.

 

''Yaşadıklarını görmek için!'' diye bağırırken hızlıca ona birkaç adım attım. Sertçe göğsünden ittirdim bir kere. Gözleri boşluğa düşmüş bir şekilde şaşkınlıkla bana bakıyordu. Bir daha ittirdim.

 

''Yaşadığımı hissedebilmek için.'' Tekrar ittirdim göğsünden. Onu yıkmaya fiziksel gücüm yetmezdi belki ama onun yerine cümlelerimi kullanmayı seçtim.

 

''Sen biliyor musun ki kötü şeyler yaşamamak için iyi şeylerden bile nasıl kaçtığımızı!'' saçım başım birbirine girmişti artık onu hırpalayacağım diye. Geriye sendeler gibi oluyordu ama gitmiyordu. Hala aynı yerde, çivilenmiş gibi onu yumruklamamı izliyordu.

 

''Son üç yılda üç yüz yıl gibi yaşadık biz.'' Artık sesim bedenimden zor çıkıyordu. Her cümlem bittiğinde hala onu sertçe ittirmeye çalışıyordum ama gücüm bitmişti. Ama bunun kas gücüyle alakası yoktu. Yanardağ gibi patlamak üzereydim. Üç yıldır patlamayı bekleyen o lav bendim. Ve artık onun attığı küçük bir çentik ile patlamak üzereydim.

 

''Hayat durdu, ağaçlar kurudu, çiçekler soldu,'' bileklerimi tuttuğunu hissettim ama engel olamadım. Ama sanki onun dokunuşuna ihtiyacım varmış gibi dizlerimin bağının çözüldüğünü hissederken başım iki kolumun arasına düşmüştü. Ayakta duramayacağımı fark ederek kendimi boşluğa bıraktım, yere.

 

Alparslan bileklerimi bırakmadan yere oturmama izin verdi. Ayaklarım çapraz bir şekilde zemine değerken çöktüm tamamen. Kollarım ise o bileklerimden tuttuğu için havadaydı. Gözlerim kırk dereceyle yanmaya başlamıştı artık. Sertçe dudağımı ısırıyordum ki o lanet hıçkırık ağzımdan kaçmasın ama tutamadığım sözlerim firar etti ağzımdan ama öncesinde koca bir hıçkırık.

 

''Aynalar birdenbire eskidi, sokaklarımız toz içinde kaldı. Birdenbire kayıp gitmiş gibi altımdan toprak,'' dudaklarım titrerken artık göz yaşlarımı tutmak için çok geçti. Deli gibi ağlıyordum. Ya da ben öyle sanıyordum. İçimdeki yangının alevleriydi bunlar, öyle olmasa içimi yaktığı kadar yakar mıydı gözlerimi bu yaşlar?

 

''Üç yılda, üç yüz yıl yaşlandım ben.'' Dedim en son. İçime içime ağladım sonra, duysun istemedim acımın feryatlarını. Görsün istemedim sicim göz yaşlarımı. Ama hissetti, ona engel olamadım. Usulca dizlerinin üstüne çöktüğünü fark ettim. Kollarım rahatlamayla doldu ama elleri hala bileklerimi tutuyordu. Gözümü kapatan kaküllerim göz yaşlarımla birlikte ıslanmıştı.

 

''Tamam, sakinleş.'' Diye fısıldadı yüzüme doğru eğilip. Kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım.

 

''Görmek istediğin sahne bu değil miydi?'' sesim pürüzlü çıkmıştı. Burnumu çektim sertçe ve bileklerimi ellerinden kurtarmaya çalışsam da bırakmadı. Ellerim onun bacakları üzerinde duruyordu, kendi kucağında tutuyordu bileklerimi.

 

Soruma cevap vermedi. Acizliğim onu bozguna uğratmıştı. Güldüm o halimin aksine.

 

''Tatmin etmedi mi bu seni? Daha fazlasını da yapabilirim.'' Dedim arsızca. Gülüşüm tekrar ağlamaya dönüşürken Öfke timi aklıma geldi. Etim koparılır gibi bir feryat kaçtı ağzımdan. Ellerimi yumruk yapıp tırnaklarımı avuç içime geçirdim. Bıraksa beni, kendimi şu an nasıl öldüreceğimin planını bile yapabilirdim. Öyle bir acıydı.

 

''Asena,'' diye fısıldadı. ''Yüzüme bak.'' Bakmadım başta. Ama sonra neyden, kimden kaçıyorum dedim. En büyük yıkımı gördü gözlerimde. Az önce yaşattım hepsini. O yüzden kaldırdım başımı ve titreyen dudaklarımı birbirine bastırmaya çalıştım.

 

''Onların acısını da alabilsem kendime, bir dakika durup düşünmem bile. Hepsinin acısı beni öldürecek bile olsa yaparım bunu.'' Gülümseye çalışırken sol gözümden bir yaş daha aktı. Tuzlu su dudaklarıma değerken acıyla emdim onu. Alparslan göz yaşımı takip edip o gözyaşını tekrar emip içime akıtmamı izledi. Ben ağlarken bile akıttığım göz yaşımı tekrar yutuyordum.

 

Belli belirsiz kafasını aşağı yukarı salladı. ''Yaparsın,'' dedi yine fısıldayarak. Bende onun gibi kafamı salladım onaylayan bir biçimde.

 

Bir zaman sonra ağlayışlarım iç çekişlere döndü. Ne o bıraktı bileklerimi ne de ben çektim ellerimi. Göz pınarlarımın kuruduğunu hissettim artık ve üzerime amansız bir ağırlık çökermen hiçbir şeyi umursamadan acımı içimde gizli tutarak olduğum yere uzandım. Kendi kendime kıvrılırken bileklerim hala onun elleri arasındaydı. Eskisi kadar sıkı değildi ama tamamen de boş bir tutuş değildi.

 

Bilincimin yitip gitmesi birkaç dakikamı alırken son bir damla yaşın gözümden akıp şakağıma kaydığını belli belirsiz hissettim. Sonrası ise gecenin Ay'a bıraktığı koca bir karanlıktı.

 

 

 

<><><><><><>

 

 

 

Karargâhta sert adımlarla ilerlerken peşimden gelen diğer ayak sesleri Öfke timine aitti. Albay'ın emri ile bir anda Karargâhta bulmuştuk kendimizi. Hemen gelip hazırlıklarımızı yaparken Albay gitmeden önce bizimle görüşmek istemişti. Şimdi ise onun odasına gidiyorduk.

 

Toplantı odasına geldiğimizde aralık olan kapıyı tıklatıp albayın komutu ile içeri girdim. Peşimden de Öfke Timi girdi. Alaca timi de aynı şekilde bizim gibi hazırken herkes ayaktaydı. Albayda dahil.

 

''Asena da geldiğine göre toplu bir uyarı daha yapayım, çocuklar.'' Diyen albaya kulak kesildik. Öfke timi tamamen yüzünü maskeyle gizlerken benimki hala açıktı. Gözüm albayın yanında duran Alparslan'a kaymamak için çabalarken onun çelik mavisi gözlerinin bir lazer gibi üzerime ışın ettiğini biliyordum. İnatla albaya bakmaya çalıştım ama olmadı. Anlık salise gözlerim gözlerine değerken tam da tahmin ettiğim gibi dikkati sadece benim üzerimdeydi.

 

''Gökkaya köyünde köy halkı askerlerimize saldırıda bulunmuş. Zaten biliyorsunuz, örgüt yancısı bir köy. Sulh sağlanamamış, bu bahsettiğim askerler birer er, sizin gibi değiller. Sevk aracını yağmalamışlar. Köy ortasında rehinler şu an ve bu iş Jandarma ile çözülemeyecek kadar ciddi olabilir.''

 

''Asena,'' demesiyle, ''Buyurun albayım.'' Dedim sert bir sesle. Elindeki kalemle beni işaret etti.

 

''Bütün komuta sende olacak.'' Demesi beklediğim bir şey değildi. Alparslan hızla kafasını albaya çevirirken albay oralı bile olmadı.

 

''Emredersiniz, albayım.'' Dedim tekrar gür bir sesle. Sorgulama gereği bile duymadım. Bu benim için bir şerefti.

 

''Alparslan, Asena'nın emrinden çıkmıyorsunuz. Orası asker sevmeyen bir bölge. Sizin oraya erlerimiz alın getirin diye gönderiyorum ama hedeflerine sizde gireceksiniz ve onlar için daha önemli olan sizlersiniz. Ateşin içine gidiyorsunuz.'' Alparslan'ın bir açıklama beklediğini bilerek ona dönüp bunları söylemişti. Sonrasında ise itirazına fırsat bile vermeden, ''Asena, sen ne yapman gerektiğini biliyorsun.'' Diyerek toplantı odasından çıktı.

 

Bu sefer Alparslan'ın odağında sadece ben kalırken göz ucuyla ona bakıp Alaca ve Öfke timine ithafen, ''Herkes araçlara.'' Diye emrettim. Kimse ikiletmeden seri bir şekilde odadan çıkıp gitmeye başladılar. Bende adeta ondan kaçarcasına onların peşinden gittim.

 

O günün üzerinden iki gün geçmişti ve ne Alaca Timiyle ne de Öfke Timiyle bir iletişim kurmamıştım. Yıkımım iki dakika da olurken toparlanmak iki günümü almıştı. Hoş, bana ulaşmak isteyen sadece Öfke timi ve Serdar olmuştu. Numaramı dahi nereden aldığını bilmezken bizim çocukların verebilme ihtimaliyle karşı karşıya kalmıştım.

 

Alparslan'ın o halimde beni bırakıp gitmediğini biliyordum. Çünkü sabah uyandığımda yatağımdaydım. Ne zaman yatağa bırakıp ne zaman gitmişti duymamıştım bile. Sadece üzerimi örtüp gitmişti. İki gün boyunca kendimle kavga edip durmuştum ama her şey için oldukça geçti.

 

İki tim de araçlara bindiğinde hızlıca yola çıktık. Yarım saatten biraz fazla süren yolculuktan sonra köyün girişinde gasp edilen askeri sevk aracını görmemizle bizde araçları durdurduk.

 

''Orospu çocukları! Direkt el koymuşlar.'' Dedi, yanımda aracı kullanan Cesur. Ona aldırış etmeden araçtan indim. Alparslan da aynı şekilde inip yanımda yürümeye başladı. Gasp edilen askeri araca öylesine bir göz attık. Ama öylesine bir gasp değilmiş gibi geliyordu bu bana. Araç sanki yolda seyir halindeyken durdurulmamışta sonradan buraya koyulmuş gibiydi. Çünkü yolun ortasında giden araç konumunda değil, yan bir şekilde park edilmişti.

 

''Miroğlu!'' diye seslendi, Alparslan. Duyduğum soy isim tüylerimin ürpermesine neden olurken arkamızdaki araçtan Miran inerek hızlı adımlarla yanımıza geldi. Göz ucuyla ona bakarken Alparslan'ın onu neden çağırdığını anlamıştım.

 

''Emredin, komutanım.'' Başıyla gasp edilmiş aracı işaret etti Alparslan.

 

''Çek şunu kenara, yolumuza bakalım.''

 

''Emredersiniz, komutanım.'' Diyerek hızlıca araca ilerlemeye başladı. Miran araca doğru ilerleyip direksiyon başına geçtiğinde kapısını sertçe kapattı. Burnuma dolan tanıdık kokuyla, ''Dur!'' diye bağırdım.

 

''Ne oldu?'' diye sordu, Alparslan kuşkuyla. Miran'da camdan kafasını uzattı.

 

''Komutanım?'' dedi, sorgulayıcı bir sesle.

 

''Bekle.'' Dedi. Alparslan. Arsacın etrafına dolaşıp benzin deposunun olduğu tarafa geçip dizlerimiz üzerine çöküp eğildim. Yüzüm toprak zemine değmek üzereyken benzin deposundan damlayan benzin yerde küçük bir birikinti oluşturmuştu. Ardından fark ettiğim kablolar ise el yapımı bir bombaya aitti.

 

''Miran, in araçtan.'' Dedim. Alparslan'da ne olduğunu merak ederek benim gibi yere eğildi. Gördüğü şey ile bir an kafasını kaldırıp bana bakarken bende ifadesiz bir suratla ona baktım. Ardından eğildiğim yerden kalkıp ellerimi çırptım birbirine.

 

''Ne oldu komutanım?'' diyen Miran kapısını açıp araçtan indi.

 

''İn lan, sorgulama işte. Bomba var.''

 

''Benzin deposu da patlak.'' Dedim. ''Patlatmışlar.'' Diye düzelttim sonrasında.

 

''Onlara su diye içireceğim bu benzini.'' Diye söylendi Alparslan.

 

''Nasıl geçeceğiz?'' diye sordum.

 

''Geçemeyeceğiz, yürüyerek devam edeceğiz. Zaten çok bir yol kalmadı en fazla on dakika yürürüz.''

 

''Ani bir saldırı olursa?'' diye sordum bu sefer. Alparslan sorgulayıcı bir ifadeyle bana baktı. Mavi gözlerine güneşin vurmasıyla ayrı bir parlıyordu. Güneşten dolayı kaşlarını çatıp kirpiklerini siper etmişti mavilerine.

 

''Alaca timi, in araçtan.'' Diye bağırdı timine doğru. Göz ucuyla benim ne yapacağımı merakla bekledi. Ben ise ona istediğini vermemek için direksiyon başında bizi izleyen Cesur'a kafa işaretiyle inin dedim. Cesur arkaya doğru inin emri verirken Öfke timi de araçlardan inmişti.

 

''Yolun kalanını yürüyerek gideceğiz. Araçta bir şey unutmayın.'' Dedi, Alparslan. Herkes onu dikkate alıp yola koyulurken son kez arkamızda bıraktığımız araçlara baktım. Aynı şeyi bunlara da yapma olasılığı yüksekti.

 

 

Alaca timi önde Öfke timi arkasında ilerlerken Alparslan ve ben arkada yürüyorduk. Aramızda gözle görülür bir mesafe olsa da aynı hizadaydık. Onun elinde silahı, bir an olsun indirmeden dümdüz karşısına bakıyordu. Ben ise siyahlar içinde olduğum yetmezmiş gibi maskemi gözlerime kadar çekmiştim. Uzaktan ona bir bakış attım görmeyeceğini umarak ama tak aksine aynı an da kafasını soluna çevirdiğinde benim gözlerimle karşılaştı. Bu sefer inat ettim çekmedim. O da aynı şekilde gözlerini kısarak bana bakıyordu.

 

''Bana, yolun seç diyorlar. Bozuk yolu seçer miyim?'' Bilal'in sesini duymamla önümüzden ilerleyen Öfke timine baktım.

 

''Eğri eğri, doğru doğru!'' diye bağırdı Öfke timi. Alaca timi bir an şaşkınlıkla arkaya dönüp baktılar.

 

''Seçmezsen geç, diyorlar. Ben yolumdan geçer miyim?'' diye bağırdı tekrar, Bilal.

 

''Eğri eğri, doğru doğru!'' diye bağırdı yine Öfke timi.

 

''Kimi batı, kimi doğu!'' diye bağıran kişi bu sefer Cesur'du. ''Kuzey, Güney, hepsi doğru. Kim seçer ki bozuk yolu!''

 

''Eğri eğri, doğru doğru.'' Diye bağırdı Öfke timi.

 

''Benim yolum bana doğru, hiç yolumdan döner miyim?'' diye bağırdı, Bahadır. Aynı zamanda yürüyüşlerinde de ritim tutmaya başlamışlardı.

 

''Eğri eğri, doğru doğru. Eğri büğrü ama yine de doğru.'' Diye devam ettiler hep bir ağızdan.

 

''Bana yârin seç diyorlar, vefasız yar seçer miyim?'' diyen şarkıya giren bu sefer Alaca timiydi. Öfke timi bir an şaşırsa da sırıtarak birbirlerine baktıklarını fark ettim. Enver bir an arkaya dönüp bana baktığında göz kırptım. Tekrar önüne döndü.

 

''Eğri eğri, doğru doğru.'' Diye bağıran bu sefer iki timdi.

 

''Seçemezsen geç diyorlar, geç desen de geçer miyim?'' diye bağırdı Fatih.

 

''Eğri eğri, doğru doğru.'' Diye bağırdılar yine bir ağızdan.

 

''Kimi tatlı buğday tenli, kimi mahmur dudu dilli, kimi esmer nokta benli.'' Diye bağırdı, Niyazi.

 

''Eğri eğri, doğru doğru.''

 

''Ben bulmuşum nazlı yâri, geç desen de geçer miyim?'' diye bağırdı, Yusuf.

 

''Eğri eğri, doğru doğru. Eğri büğrü ama yine de doğru!'' diyerek gür sesleriyle bağırdı Öfke timi ve Alaca timi.

 

Neredeyse köyün içine girmiştik. Timler sıkılaşarak küçük bir yarım ay oluşturarak önümüzden ilerlemeye devam etti. O sıra Alparslan'ın bana yaklaştığını hissettim.

 

Telsizden konuşan Enver'in sesi ilişti kulağıma.

 

''Köyün içine girmiş bulunmaktayız, komutanım.'' Dedi.

 

''Etraf temiz gibi duruyor.'' Dedi, Alparslan telsize doğru.

 

''Aldığımız bilgiye göre muhtarlığın önündeler. Köy halkı da yanlarında.'' Dedi, Yusuf.

 

''Öfke 2,'' diye seslendim telsize doğru. Aynı şebekeden konuşuyorduk ve bu iki timinde iletişimini sağlıyordu. ''Alaca timini sırtınıza bırakın, önden ilerleyin.'' Diye emrettim. Yusuf arkaya dönüp bir bana bir Alparslan'a baktığında, ''Çakır, önüne dön.'' Diye de ekledim. Yusuf bir şey demeden önüne dönerken Alparslan'ın beni izlediğinden bir haberdim.

 

''Emir komuta işini fazla mı ciddiye alıyorsun?''

 

''İstersem seni geri bile gönderebilirim, o kadar ciddiye alıyorum.'' Dedim ona bakmadan.

 

''Bu sertliğinin nedeni o gece mi?'' yüzüne bakmadan konuşmaya devam ederken Öfke timi dediğimi yaparak Alaca timini arkasına alıp köyün içine ilerlemeye başladı. Örgüt yanlısı bazı sivil halk bizi fark ederken askerlerden çok biz dikkat çekiyorduk. Çünkü elimizdeki silahlar Alaca timinden daha tehlikeliydi. Üzerimizde bin türlü mühimmat vardı. Birisi bize ateş etse havaya bile uçabilirdik.

 

''Hangi gece? Duvarlarımı yıkıp altında kalmamı sağladığın gece mi?'' adımları bir an duraksasa da yine ona bakmadım. Kendimi işime odaklamıştım.

 

''Öyle bir amacım yoktu.'' Dedi sakin bir ses tonuyla.

 

''Öfke 3, konumlan.'' Dedim Cesur'a ithafen. Keskin nişancıydı ve ona ihtiyacımız olabilirdi. Cesur timin yanında sessizce ayrılıp kendine bir yer arayarak uzaklaştı bizden.

 

''Ama tamda öyle oldu, Yüzbaşı.'' Dedim en sonunda ona bakarak. Aramızda beş saniyelik bir bakışma geçerken telsizden yeni bir ses duyuldu.

 

''Hedef açımıza girdi, emrinizi bekliyoruz.'' Dedi, Enver. Onlarla aramızda neredeyse elli metre vardı.

 

''Öfke 4 ve Öfke 5, Önceliğiniz Alaca timini korumak olsun.''

 

''Anlaşıldı, Komutanım.'' Dedi Bahadır ve Bilal.

 

''Yanlış yerdesin, Asena. Bunu inkâr etmiyorum düşüncem hala aynı.''

 

''Öfke 6 Öfke 7, siperinizi bozmadan hedef belirleyin kendinize.'' Dedim, Ufuk ve Mert' ithafen. ''Yüzbaşı,'' durdum ve Alparslan'a döndüm. Ben durunca o da durdu. Güneş tam onun arkasında kalırken ona bakmak için gözlerimi kısmak zorunda kalmıştım.

 

''Benim için neyin doğru neyin yanlış olduğuna ben karar veririm.'' Dedim. ''Siz, gerçeklerimle beni korkutarak beni kaçıramazsınız, çünkü ben o gerçekleri bizzat yaşadım.''

 

Telsizden cızırtılı bir ses geldi. ''Komutanım, konumlandım. Emrinizi bekliyorum.'' Dedi, Cesur.

 

Comm'a bastım. ''İkinci bir emre kadar yerinden ayrılma. Herhangi bir aksiliğe karşı emrim dışında bir şey yapma. Anlaşıldı mı Öfke 3?''

 

''Anlaşıldı, Komutanım.''

 

Alparslan'a baktım bu sefer.

 

''Bana her git dediğinizde ben gitmemek için daha çok hırslanacağım ve siz buna asla engel olamayacaksınız.'' Son sözlerim bu olurken onu olduğu yerde bırakıp hızlı adımlarla Alaca timinin arkasına yaklaştım.

 

''Alaca 2, hedefte ne var?'' diye sordum, Yusuf'a.

 

''Muhtarlığın önünde, erlerin sayısı sekiz. Şu an da hedef konumdalar. Emrinizi bekliyoruz.''

 

''Hiçbir şey yapmayın. Önceliğimiz sulh.''

 

Üç yol ayrımı bulunan köyün ortasında tam karşımızda küçük muhtarlık binasının önünde yerde dizlerinin üzerine çökmüş sekiz eri görmemle Öfke timinin de önüne geçtim. Arkalarında kafalarına silah dayamış dört örgüt yancısı beni fark ederken, iki evin arasındaki küçük boşluktan sırayla ilerlemeye devam ettik. Muhtar ve sivil halkta bizi fark ettiğinde boşta olan birkaç örgüt yancısı da silahlarınızı direkt bize doğrulttular.

 

''Durasın orada, Asker.'' Dedi, Muhtar olduğunu düşündüğüm kişi. Şivesi bir değişikti ama zoraki bir şekilde Türkçe konuşmaya çalışması beni güldürdü.

 

''Ne zaman durduğumuzu gördün? Ayrıca ben asker değilim.'' Dedim aramızda belli bir mesafe bırakırken. Nereden baksan otuz kişi varlardı. Hepsi aynı giyinimli sivil halk yani örgüt yanlısı.

 

''Arkandakiler öyledir ama.'' Dedi, harfleri zor telaffuz ederken.

 

''Onlar asker, ben değilim.'' Diyerek arkamdaki beş kişilik Öfke takımını gösterdim.

 

''Onlarda asker değil.'' Kafasındaki puşiyle onu boğmak istiyordum.

 

''Kimdir o vakit?'' gözlerim donuklaşırken usulca birkaç adım attım onlara. Bu silahların direkt bana doğrultulmasına sebep olurken telsizden Alparslan'ın sesini işittim. ''Asena, ne yapıyorsun?''

 

''Daha kötüsü.'' Diye mırıldandım keyifle. ''Askerleri bırak!'' diye emrettim.

 

''Size askerleri burada görmek istemiyoruz dedik,'' diye hayıflandı. Tek başına oturduğu masanın arkasından çıkarken elindeki silahı fark etmiştim. ''Ama siz anlamıyorsunuz,'' dedi yarım yamalak. ''Bende geçit vermiyorum.''

 

''Burası Türkiye sınırlarında, Türk topraklarına ait bir yol. Buradan Türk olan herkes geçebilir.'' Dedim sesimi sert tutmaya çalışarak. ''Siz buralarda geçiş hakkı yasası yürütecek konumda değilsiniz.''

 

''Bu dik başlılığınız yüzünden çok canınızı yaktık ama siz işin hala eğlenme tarafındasınız.''

 

''Doğru, sizi boş bırakmaya gelmiyor.'' Dedim eğlenen bir tonda silahımı düzeltirken. Ardından umursamazca bakışlarımı yüzünde gezdirdim.

 

''Kurdu olmayan dağın çakalı çok olur.'' Omzumun üzerinden önce Alaca timi ve Öfke timine bakıp sonra da onlara dönüp söylemiştim bunu. O sırada fark ettiğim ise Alparslan'ın tam arkamda olduğuydu.

 

''Sınırlarımız zorlarsanız buradan hiçbiriniz sağ çıkamazsınız. 'dedi kızmaya başlayarak.

 

''Ateş demekle ağız yanmaz, Sovjin ağa. Bırak askerlerimi.'' Diye araya girdi, Alparslan.

 

''Komitan,'' dedi, Alparslan'ın Sovjin dediği muhtar. Sırıtır bir vaziyette ona bakıyordu.

 

''Ne kadar oldu görüşmeyeli. Çocuklarını almaya mı geldin?'' diyerek yerde üstleri başları hırpalanmış erlere dönüp baktı kısa bir an. ''Gel de al.'' Dedi büyük bir keyifle dalga geçerken.

 

''Lan seni şimdi- '' diye atılıyordu ki kolundan yakaladım Alparslan'ın.

 

''Ne oldu komitan, sinirlendin?'' diye sordu, sovjin.

 

''Askerleri teslim et, yoksa burada külünüzü bile bırakmam.'' Dedim, artık yoldan çıkmaya hazırken.

 

''Sen kimsin bilmiyoruz bayan ama karışma.'' Elini bana doğru geçiştirircesine salladığında sinirim çoktan vücudumu volkan gibi titretmeye başlamıştı bile.

 

Etraftan gelen bağrışma sesleri ile neye uğradığımızı şaşırdım. Sivil halk bize doğru ellerinde küçüklü büyüklü taşlarla geliyordu. İsabet edip etmemeyi umursamadan üzerimize taşlar yağmaya başlarken, ''Öfke timi, duvar oluştur.'' Diye bağırdım.

 

''Enver, Alaca timini koru.'' Dedim Enver beni kolumdan çekerken.

 

''Komutanım, emrinizi bekliyoruz.'' Dedi, Ufuk.

 

''Hiçbir şey yapmayın, koruyun kendinizi.'' Hepsiyle baş edemezdik. Onlar bizzat teröristti ama sivil halk ne kadar örgüt yancısı olsa da sivil oldukları için onlara saldırı emri vermeyi düşünmedim o an. Riske atamazdım. Az önce geldiğimiz iki toprak evin arasına girerken önceliğimiz Alaca timini hedeften çıkarmak oldu.

 

 

''Alaca timi, siper al!'' diye emretti, Alparslan.

 

''Hayır!'' diye bağırdım anında.

 

''Alaca 2! Emrime itaat et.'' Alparslan ile burun burunaydık. Önümüzde bize siper olan Öfke timinden başka kimse yokken biz onunla tartışıyorduk.

 

''Emir komuta bende, Yüzbaşı! Emrime sen itaat edeceksin önce.''

 

''Asena, beni zorlama!''

 

''Yoksa?'' diye diklendim. Hırsla bir adım uzaklaştım ondan. Sert bakışlarım hala onun yüzündeyken, ''Öfke timi, Alaca timinin silahlarına el koyun.'' Diye emrettim.

 

''Hayır!'' diye kükredi, Alparslan. ''Evet!'' diye aynı şekilde bende yükseldim.

 

''Bunlar bir sevişse rahatlayacak ama.'' Diyen Cesur'un sesi geldi kulağıma.

 

''Lan salak Cesur, comm'u açık unuttun.'' Cesur küfrederek sessizliğe gömülürken onu ciddiye alamayacak kadar sinirliydim.

 

''Asena,'' diyerek diklenmeye devam etti. ''Haddini aşıyorsun.''

 

''Boş bir zamanında bildirirsin haddimi, şimdi emirlere uyma sırası sende Yüzbaşı.'' Omzuna çarparak ondan uzaklaşırken üzerimize taşlar fırlatılmaya devam ediyordu. Enver'in kaşının yarıldığını bile yeni fark ediyordum. Diğerlerinin de ondan kalır bir yanları yoktu açıkçası.

 

''Öfke timi, silahları topla!'' bu sefer kimse karşı gelmezken Öfke timi silahları topladı. Hepsine el koyduğumuzda Alaca timini arkamızda bırakarak önlerinde etten duvar oluşturduk. Herkes elindeki silahın emniyetini açarken herkes kendine çoktan bir hedef belirlemişti.

 

''Öfke 3,'' diye seslendim Cesur'a.

 

''Emredin komutanım.''

 

''Erlere silah doğrultan herkesin kafasına bir mermi istiyorum. Iskalarsan öldün bil.''

 

''Emredersiniz, Komutanım!'' önce Cesur'un hamlesini beklerken bende silahımla hedef aldım. Aynı şekilde bana silah doğrultan bir örgütçüydü.

 

Cesur bir dakika sürmeden ortadaki adamı alnından vururken direkt sendeleyip arkasında doğru düştü. Beklemeden yanındakini vurdu derken beş saniyelik aralarla hiçbirinin kaçmasına fırsat vermeden hepsini indirdi.

 

Alaca timi arkamızda öylece beklerken bizi taşlayan sivil halk korkuyla uzaklaşmaya başladı. Hepsi bir yana dağılırken tekrar ortaya doğru ilerledim ama bu sefer hedefimde muhtar vardı.

 

''Burayı ateş altında bırakmamı istemiyorsan, askerleri bırak. Yoksa ben zorla almasını bilirim.''

 

Sovjin denen adam bana ciddi bir ifadeyle bakarken arkasındaki yancıları hala bana silah doğrultuyordu ben ise direkt sovjine doğrultmuştum.

 

''Bırakın,'' dedi baş hareketiyle. Yancıları bir an idrak edemese de silahlarını indirirken yerde, dizlerinin üzerine çökmüş sekiz eri kaldırıp önüme doğru ittirdiler. Biri yere düşecekti ki kolunda yakalayıp arkamda duran Enver'e uzattım.

 

Öfke timi ve Alaca timi erleri alıp ilerletirken son kez sovjine baktım.

 

''Bir dahakine bu kadar anlayışlı olmam.''

 

Sırtımı onlara döndüğüm gibi hızlı adımlarla uzaklaştım. Bir hamle yapamayacak kadar korkaklardı. Tamamen o alandan çıktığımızda arkama son kez bakıp comm'a basarak Cesur'a seslendim.

 

''Öfke 3,''

 

''Dinlemedeyim, Komutanım.''

 

''Biz alandan tamamen uzaklaştığımız an hepsini indir.''

 

''Anlaşıldı komutanım.'' Cesur büyük bir zevkle der gibi bir sesle beni onaylarken ters bakışların radarına girdim.

 

Alparslan bana her zamana ki mavi lazerlerini dikmiş bakıyordu.

 

''Enver,'' dedim. ''Alaca timinin silahlarını teslim et.'' Enver dediğimi yaparken Alaca timi ne olduğunu anlamaz bir şekilde bize bakıyordu. Herkes sırf egodan silahları toplattığımı sanıyordu. Ama değildi.

 

''Boyumdan büyük işlere kalkıştım değil mi, Yüzbaşı?''

 

''Asena, yaptığın şey bir hataya dönüştüğünde bu kadar cesur olacak mısın? Bilmiyorum.'' Dedi, Alparslan silahını Enver'in elinden sertçe alırken.

 

''Eline koz veriyorum işte.'' Dedim ona doğru yaklaşırken. ''Beni göndermek için kullanırsın işte, fena mı?''

 

Kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı.

 

''Sana git demeyeceğim ama kal da demem.'' Kaşlarını çattı. Yüzüne yer edinmiş hafif kirli sakallarında dolaştı gözlerim. Yeni yeşillenmiş gibilerdi.

 

''Gitmemi istediğini biliyorum. Bu operasyon senin için çok önemli çünkü, değil mi?'' üst dudağımı dişlerimin arasına alarak emdim.

 

''Aksi için ikna et.''

 

Anlamayarak, ''Ne?'' deme gafletinde bulundum.

 

''Aksi için ikan et, Asena. Çünkü bazı şeyler için çok geç olacak.''

 

''Neymiş o?'' diye sordum hala neyden bahsettiğini anlamayarak. Etrafına bakındı kısa bir süre. Alaca timi ve Öfke timi önden ilerlemeye başlamışken erlerin koluna girmişti her biri.

 

Biz ise hala olduğumuz yerdeydik.

 

''Fizik der ki; seni kuvvetle çeken bir şeyden uzaklaşmaya çalışırsan, etrafına dönmeye başlarsın.'' Dudaklarını ıslatıp derin bir nefes aldı. Bunu yaparken de gözlerini sakince yumup geri açtı.

 

''Aksi için ikna et ki ekseninden çıkabileyim.''

 

 

 

<><><><><><>

 

 

Helloooo! Ben gelziiiim. Kısa ama olaylı bir bölüm yazmak istemiştim umarım öylede olmuştur. Sınavlarım çok kötü geçti öncelikle moraller pert. Biraz keyfim yerine gelir diye yazayım dedim durduk yere asenayı ağlattık. Bende böyleyim işte napim. Ayy bölüm sonu canavarı gibi Alparslanı ortaya bırakıp bırakıp kaçıyorum ahahah. Asenada hala anlamadı ama bende anlamadım bu adam nefretten mi böyle yoksa aşktan mı????? Eninde sonunda aşık etmeden iki düşman yazıcam ben bu gidişle ahahah. Neyse okuyan herkesin yüreğine sağlık. 5k olduk bu arada nice 10k ya 20k ya katlayalım gidelim böyle. Tiktokta da iyi ilgi görüyor kurgu ona da çok mutlu oluyorum. Ayrıca whatsappta kanal açtım katılmak isteyenler için burada link paylaşacaktım ama olmadı nedense fakat instagram hesabımda linki paylaşıp öne çıkanlara sabitledim. Kullanıcı adı

insta; guzyarasiwatty

Tiktok; blackhell8

Kişisel hesaplarım,

instagram; esrarizim

Tiktok; esraaaann

 

Hepinizi beklerim. Oy vermeyi ve satır arası yorum yapayı unutmayın lütfen. Yorumlarınızı okumayı çok sevdim. Öpüldünüz!!!

Loading...
0%