@esrarizim
|
© Tüm hakları saklıdır.
Öncelikle merhaba, sevgili okurlar. Bu askeri kurgu, adı üstünde tamamen kurgu olup, hiçbir gerçeği yansıtmamaktadır. Bilgi eksikleri, yanlış bilgiler olabilir fakat "KURGU" olduğu için fazla ciddiye almamanızı umuyorum. Küçük düzeltmeler yapılabilir ama akışı etkileyecek değişimleri yapmayı uygun görmüyorum. Tüm sahneler ütopik olarak ele alınmıştır. Keyifli okumalar dilerim.
Bölüm Şarkıları
Gitme- Dolu Kadehi Ters Tut
Bu Şehri Yakın- Aziz Piyade
Beni Kendinden Kurtar- Perdenin Ardındakiler
Beteri Yok Uslanmaktan- Nova Norda
Raf- Deeperise, Jabbar
<><><><><>
Bölüm -9- "En Beklenmedik An"
8 saat önce
Enver koridor da koltukta uyuklayan genç kadına baktı bir süre. Birkaç gün önce Asena'nın evine gelen kadındı. Asena ile ne ara arkadaş olduğunu tam bilemese de bu durum onu oldukça şaşırtmıştı. Çünkü komutanı pek arkadaş canlısı değildi.
''Komutanım, Cihangir albay akşam ziyarete geleceğini söyledi ama sizin yanınıza uğramanızı emretti.'' Diyerek varlığını gösteren Bilal'e döndü, Enver.
İki gündür herkes helak olmuş bir şekilde hastaneden ayrılmıyordu. Öfke timi Asena'nın, Alaca timi ise Miran için hastaneye kamp kurmuştu neredeyse. Cihangir albay bu duruma karşı çıkmak istese de engel olamayacağını bildiği için fazla ses etmiyordu lakin artık olayın seyrini değiştirecek konuların konuşulması için karargâha gitmeliydi. Hatta gitmelilerdi.
''Tamam, sen buradan sakın ayrılma. Cesur ve Bahadır'a da söyle benimle gelsinler boş kalabalık yapıp duruyorlar. Mert ve Ufuğa da söyle şu kadını evine götürsünler artık,'' diyerek sandalyede iki büklüm uyuyan kadına kaydı bakışları tekrar.
Bilal'de komutanının baktığı tarafa dönerek kadını incelerken suratında dalgın bir gülümseme oluştu.
''Gitmiyor, komutanım.'' Diyerek Enver'e çevirdi bakışlarını. ''Sizden önce biz teklif ettik.''
Enver kısa bir süre daha kadına bakmaya devam edip sıkıntıyla nefesini verip Bilal'e çevirdi bakışlarını. Onun hala o kadına baktığını fark ettiğin de sertçe boğazını temizledi.
''Pardon, komutanım. Ben tekrardan söylerim çocuklara.'' Diyerek durumu son an da toparlayarak Enver'in yanından kaçarcasına gitti. Enver de Bilal'in arkasından ters bakışlarını atarken sandalyede yatmakta olan kadından gelen mırıltılar ile kafasını onun olduğu yöne çevirdi.
Kadının ne dediğini anlamak istercesine ona doğru ilerledi iki adım.
''Efe yapma, bırak onu.'' Diye sayıkladığını fark ettiğinde neyden bahsettiğini anlamayarak kaşlarını çattı. Kadın tekrar bir şeyler söyleme devam etti. ''Üzerim ıslanıyor, hayır.'' Derken memnuniyetsizce yüzü buruşmuştu. Aynı şekilde Enver de aynı surat ifadesini yaparken onunki daha çok tiksinir bir ifadeydi.
Ece birden sıçrayarak uyandığında uyku serseri üzerini kontrol etti sanki bir şey dökülmüş gibi paniklerken. Karşısında son da fark ettiği adam ile burun buruna gelirken Enver'de düştüğü durumun saçmalığından hızlıca kendisini geri çekerek kurtaracağını sandı.
''Siz,'' diye mırıldandı Ece utangaç bir tavırla. Enver bakışlarını az önceki duruma inatla kadının yüzünde sabit tuttu.
''Sayıklıyordunuz,'' diye anında küçük bir açıklama da bulundu, Enver. Ece yeni uyanmış olmanın mahmurluğunu yeni hissederek eliyle gözlerini ovuşturdu ayılmak istercesine. Bunu yaparken de saçları önüne düşüp yüzünü kapatmıştı. Bal köpüğü rengindeki saçları iki gündür süpürge çalısına dönmüş, bal rengi gözleri yorgunluktan mahmurluğunu kazanmıştı. Ama bu güzelliğini kaybetmesine sebep olacak şeyler değildi. Dizlerinin hizasındaki elbisesine uyumla bir bağ, bahçe hatta bahar gibi hastanenin ortasında duruyordu.
''Rüya görüyordum sanırım.'' Dedi sonunda ellerini gözünden çekerken. Ardından esnemesine engel olamadı ve utançla ağzını kapattı. Enver bu görüntü karşısında dudaklarını ıslatarak kadından bakışlarını çekerek nereye baktığını bilmeden etrafa göz gezdirdi onun utandığını fark ederek.
''En iyisi eve gidip dinlenmeniz. Bir şey olursa ben haber gönderirim.''
''Hayır, ya ben gidince hemen uyanırsa? Bu kadar erkek ne anlarsınız siz kadına bakmaktan.'' Diyerek çıkıştı anında. Enver böyle bir çıkış beklemediği için bir süre ne cevap vereceğini düşündü. Kadın da zaten ona cevap hakkı tanımadı.
''Burada bana ihtiyacınız var, en çok da Asena'nın, o yüzden gitmem hiçbir yere. Sürekli gidip gelip beni gönderme derdinseniz, fark etmediğimi sanmayın lütfen,'' dedi aşırı kibar bir tonda ama cümleleri bir bıçak kadar keskindi. Enver ise hala öylece susarak kadına bakmayı kesmesi gerektiğini düşünerek karşı atağa geçti.
''Hastane köşelerinde sayıklayarak uyumanıza gönlüm el vermedi.''
''Neden verecekmiş zaten?'' diye atladı, Ece. Karşısındaki adamın ne kadar küstah ve delirtici birisi olduğunu daha o ilk gün anlamıştı. Özenerek yaptığı kekinden yememişti bile. 'Ne kadar ayıp' diye söylendi tekrardan içinden. Nezaketsiz insanlardan hiç hoşlanmazdı.
''İnsanı bir duygu sadece,'' diyen Enver'in kalan kelimelerini ağzına tıktı hışımla.
''O tarz duyguları barındırdığınızı düşünmüyorum, aksi olsa o gün ikram ettiğim kek içinde gösterirdiniz bu duyguyu.'' Enver neyden bahsettiğini anladığında ağzından bir şaşkınlık nidası çıktı.
''Şu an konumuz kek mi?'' demeden edemedi şaşkınlığı devam ederken. Ece umursamazca omuz silkti. Yemek yapmayı ve insanlara yedirmeyi çok seviyordu. Onun için bir hobiden fazlasıydı ve bu adam hatta hayatında bir insan onun yaptığı bir şeye karşı koymuştu.
''Nezaketsizliğinizi böyle bir günde tartışma konusu yapacak değilim.'' Diyerek ayaklandı. Saçlarını eliyle arkasına savurup Enver'in yanından süzüle süzüle yürüyüp giderken üzerindeki ev hırkası elbisesine aşırı tezatlığı konusun da düşündü. Adama hem laf sokup hem de saç savurup havalı havalı yanından geçerken üzerindeki kombin kocaman bir fiyaskoydu. Asena'yı duyduktan sonra eline ne geçerse giymiş ve eline ilk geçen de depresyon hırkası olmuştu.
Enver ise hışımla yanında çıkıp giden kadının arkasında öylece kalakaldı. Durduk yere yediği azardan sonra fark etti ki hiçbir şey yapmamıştı. Kollarını göğsünde kavuşturarak gözden kayboluşunu seyretti ve sonra da ne yaptığını fark ederek kendine gelmek istercesine kafasını hışımla salladı.
Bir de bunca derdinin arasında bal porsuğu bir deliyle uğraşacak değildi. Zaten çevresinde akıllı yoktu artık bu kadarı da fazla gelirdi ona.
Oyalanmadan hastaneden çıkıp giderken Cesur ve Bahadır'dan çıkarmıştı tüm sinirini.
''Neredesiniz siz lan!'' Enver dudakları arasındaki sigarayı daha bitmeden alıp yere atarak ayağıyla ezdi. Cesur ve Bahadır ise yedikleri azarın sebebini oldukça merak ediyorlardı. Zira Komutanlarını bekletmemişlerdi, Bilal söylediği an da aşağı inmiş ve Enver'i beklemişlerdi lakin onları görmeyen komutanlarıydı.
''İki saattir sizi bekliyorum.''
''Komutanım, yeni geldiniz.'' Dedi, Bahadır sakin tonda. Şaşkınlığı gözle görülür derecedeydi.
''Geçin arabaya, bir de karşı geliyor.'' Cesur ve Bahadır kendi arasında kısa bir bakışma yaşarken, ''Hayır,'' diye çıkıştı Cesur.
''Ne hayır lan? Her gün sen kullanıyorsun zaten, bırak da bugün ben süreyim ne olur.'' Diye arabaya atıldı Bahadır. Cesur anında Bahadır'ın ensesinden kavradı.
''Lan bıraksana! Komutanım, yaşama hakkıma el koyuyorlar.'' Diye Enver'e seslendi Bahadır ama oldukça yanlış bir karardı.
Enver kısık gözleriyle onları izlemeyi kesip aracın direksiyon koltuğuna geçip kapısını açarken, ''Ben size koymadan binin şu arabaya.''
Cesur ve Bahadır yaka paça birbirlerini rehin almışken çoktan arabaya geçip motoru çalıştıran komutanlarına bakakaldılar. Elleri yavaşça birbirinin üzerinden çözülüp kayarken Bahadır, Cesur'un yakasını düzeltip kafasına bir şaplak attı.
''Gidelim, hayatım.'' Cesur yüzünü buruşturup Bahadır'ın arkasında bir tekme savururken Bahadır acıyla yüzünü buruşturup iki eliyle götünü avuçladı.
''İkiye yardın amına sıçtığım.'' Cesur ona aldırmadan arabanın ön koltuğuna geçip göz kırptı. Enver'in uzun kornasına karşılık hızla arabaya atılan Bahadır ile karargaha gitmek üzere yola koyuldular.
<><><><><>
Omuzumda hissettiğim yoğun acıyla yüzümü buruşturdum. Diğer elimi kaldırıp omzuma dokunmaya çalışırken birbirine yapışan kirpiklerimi de ayırmaya çalışıyordum. Omzuma dokunduğumda hissettiğim sargıyla kaşlarım çatıldı. Sonra ise olanların aklıma düşmesiyle korkuyla açıldı gözlerim. Gözüme vuran ışıkla birlikte tekrar gözlerimi kapattım panikle. Kamaştığı için bir süre açamazken kurumuş boğazımı temizlemeye çalıştım. Kendime biraz zaman tanıyıp öylece bekledim. Bir iki dakika sonra tekrar gözlerimi açtım ama ilk sefere göre bunu biraz daha yavaş yaptım.
Az önce gördüğüm ışık bu sefer daha az rahatsız etmişti. Etrafa göz arttığımda bir hastane odasında olduğumu zaten biliyordum. Kafam yastıktan kalkamayacak kadar ağırlaşmıştı sanki. Üzerime örtülmüş beyaz çarşafın altında yarı çıplaktım. Sol kolumda bir adet serum vardı ve bitmek üzereydi. Midemde bir alev kasırgası peydah olurken yataktan doğrulmaya çalıştım ama olmadı. Kafam yastıktan gerçekten kalkmıyordu sanki birisi boynumdan beni yastığa sabitlemişti.
''Sikeyim!'' diye isyan ettim sesim içime kaçmış gibi çıkarken. Kaç saattir bu haldeydim bilmiyordum bile. Aklıma düşen kişiyle elim boynumda asılı kaldı. Miran.
Aşırı yavaş bir şekilde kapının açılmasıyla bakışlarım o yöne kaydı. Tekrar kapandığını işittiğimde karşımda görmeyi beklediğim kişi Alparslan değildi. Uyandığımı fark etmesiyle aniden kaşları çatılırken, ''Asena.'' Dedi. Sesi ilk defa telaşlı çıkıyordu.
''Alparslan,'' demeyi başardım sonunda yutkunmayı yeni öğrenen çocuk gibi yüzümü buruştururken. ''Miran.'' Dedim hemen kendimde konuşma cesareti bulmuşken. Alparslan dediklerimi duymuyor gibi hemen yanı başımda bitmişti. Başımda dikildiği için gözlerimi ona dikmek zorunda kalmıştım ama bu başıma felaket bir ağrının girmesine sebep olmuştu. Elim başıma giderken acıyla yüzümü buruşturdum.
''Ağrın mı var?'' kafamı olumsuz anlamda sallamaya çalışırken bunu da yapamadım. Elimle kafama bastırabildim sadece sanki ağrıyı kesecek şey buymuş gibi. ''Sorun ne Asena?'' eliyle elime uzanıp kafamdan çekerken gözlerini gözlerime sabitledi. Gözleri günlerdir uyumuyormuş gibi kızarmış ve küçülmüştü. Çelik mavisi gözleri çoğu zamanın aksine fazla buğulu bakıyordu.
''Miran,'' diye fısıldadım tekrar. ''Yaşıyor de.'' Diyebildim. Sormadım, alacağım cevaptan korktum. Bu yüzden bana yaşadığını söylemesini istedim. Çünkü yaşamalıydı, bunun başka bir alternatifi yoktu. Korkuyla kirpiklerim titrerken öylece ondan gelecek cevabı bekliyordum.
Alparslan bir elini yastığımın kenarına tam başımın ucuna koymuştu. Belli belirsiz hissettiğim dokunuşlar onun parmaklarına ait olmalıydı ama fazlası olmadı. Bir kuş tüyü kadar hafif bir dokunuştu.
''İyi,'' diye fısıldadı tıpkı benim gibi.
''Ne kadar iyi?'' diye sordum anında. Ben bile bu haldeyken o ne kadar iyi olabilirdi ki? Yataktan kalkmaya çalıştım acele ile. Sanki bu sefer deli gücü yüklenmişti bünyeme ve anında yataktan doğrulabilmiştim. Ani hareketim omzuma ayrı başıma ayrı ağrı girmesine sebep olurken dişlerimi sıkarak acımı gizledim.
''Asena, dinlenmen gerek.'' Alparslan kolunu barikat gibi önüme koyunca oturur vaziyette kaldım. Saçlarım deli gibi dağılmış yüzüme düşüyordu.
''Beni Miran'a götür.'' Dedim inatçı çıkan sesimle.
''Miran'ı şu an göremezsin. Kimseyi almıyorlar.'' Dedi.
Kaşlarım çatılırken, ''Ne demek almıyorlar ya!'' diye cırladım kendi ses tonum eski yerine gelirken. ''Bırak Miran'ı görücem ben.'' Bırakmadı. Eliyle sağlam olan kolumdan tutup alnıma elini bastırarak yatağa geri yatmama sebep oldu. Zaten gücüm olmadığı için tekrar yatakta uzanır vaziyete gelmiştim. Ona direnemiyordum bile.
''Alparslan,'' diye mırıldandım sabırla. ''Benim onu görmem gerek. Yaşıyor dedin, yaşıyorsa göster bana.'' Alparslan'ın gözlerinde yine farklı bir duygu gördüm bu zamana kadar görmediğim. Çaresizce bakıyordu.
''Asena,'' üzerimin ne zaman açıldığını bile fark etmezken Alparslan sadece yüzüme odaklanarak çarşafı tekrar boynuma kadar çekti. ''Miran iyi dedim. Ama göremezsin, sadece sana değil kimseye göstermiyorlar çünkü yoğun bakımda.''
''İyi ama durumu değil mi? Ameliyattan yeni çıktığı için kontrol amaçlı orada?'' diye sordum hemen. Alparslan'ın mimiklerini takip ettim. Beni kandırdığını düşünmek istemiyordum. Alparslan sakinlikle kirpiklerini kırpıştırdı ve gözlerini uzunca bir süre kapatıp tekrar açtı. Onun da iyi olmadığını anlamıştım. Buradaydı ama yok gibiydi de.
''Ameliyat on iki saat sürdü. İki gündür yoğun bakımda.'' Duyduklarım beni bozguna uğratırken ağzımdan çaresizce, ''Ne?'' kelimesi çıktı. ''Ben iki gündür uyuyor muyum?'' kafa salladı usulca. Üst dudağını ağzının içine alıp ısırırdı ve ardından serbest bırakıp derin bir nefes aldı.
''Çok kan kaybetmiştin, anca toparladın. Miran'la,'' deyip sustu. Arkasından ne geleceğini bekledim merakla. Devam etti acı bir şeyden bahsederken.
''Miran'la kan gruplarınız aynıydı ve ikinizin de kana ihtiyacı vardı ama en çok da Miran'nın.''
''Önceliğinizin o olduğunu söyle bana,'' dedim anında. Yüzüm acıyla buruşup alt dudağımın göz yaşlarımın habercisi gibi titrerken, ''Arslan,'' dedim hemen bir hıçkırık firar etmeden. ''Aksini yapmamış olun.'' Dedim boğazıma teller batıyormuş gibi bir hisle boğuşurken.
Alparslan'ın bir eli usulca yanağıma ulaştı. Sol gözümden akan yaşı elinin tersiyle sildi daha fazla akmasına müsaade etmesine izin vermeden. Bunu yaparken ise tek odaklandığı akmakta olan göz yaşımdı. Bu adamın önünde kaçıncı ağlayışımdı bu?
''İkinize de müdahale yapıldı, kimse önceliğimiz olmadı. Kan bulundu.'' Derin bir nefesi titrekçe verdim. Göğsüm ağlamamın etkisinden dolayı inip kalkıyordu.
''Arslan,'' Alparslan efendim dercesine kaşlarını kaldırıp yüzüme eğildiğinde başımın üstünde duran eline uzanıp tuttum. Bakışları ne yaptığımı takip ederken elini alıp karnımın üzerine koydum. Elleri o kadar büyüktü ki hepsini tek bir elimle kavramamın imkânı yoktu. Bende onun yerine sadece yüzük parmağı ve serçe parmağını kavramayı seçtim. Alparslan elimize bakarken kirpikleri gözlerini gölgeliyordu. Parmaklarını sıktım sanki bana bakmasını ister gibi. Öyle de oldu.
''Bana Miran'ı göster.'' Dedim. Bir şey demek için dudaklarını aralamışken o konuşmadan tekrar konuştum. ''Sadece iki dakika. Yaşadığını kendi gözümle göreyim yeter ki.'' Çaresizce ona yalvarışıma bir süre bir şey demeden öylece baktı, düşündü. Elini tekrar sıktım. Gözleri yine yüzüme tırmandı usulca. Kaşlarımı kaldırdım beklentiyle.
''Sadece iki dakika için senin ve Miran'ın doktoruyla görüşeceğim. Onlar onaylarsa görebilirsin onun dışında sakın ısrar etme.'' Dedi. Yine de sanki istediğim olmuş gibi ağlarken bir yandan da gülümsedim.
''Teşekkür ederim,'' dedim minnet dolu bir sesle, bakışlarım da öyleydi.
''Etme, söz vermedim.'' Dedi elini yavaşça ellerim arasından çekerken. Ardından benden tamamen uzaklaşıp son bir kez daha bana baktıktan sonra odadan çıkıp gitti.
Boşta olan elimle göz yaşlarımı sildim tekrar. Göğüs kafesimdeki ağırlık biraz olsun azalmıştı. Aradan geçen beş dakikanın sonunda odanın kapısı tıklatıldı. Kaşlarım çatılırken, ''Gel,'' diye seslendim sesimin çıktığı kadar.
Kapı açılıp sonra tekrar kapanırken bu sefer içeri giren kişi Enver'di. Göz göze geldiğimiz an adımları hızlandı. Hemen yanı başımda biterken gözleri endişeyle omzuma bakıyordu.
''Komutanım,'' dedi merakla. ''Uyandınız, iyisiniz değil mi? Ağrınız var mı? Doktor çağırayım.'' Telaşla kapıyı gösterirken gitmek için adımlamıştı ki durdurdum onu.
''İyiyim, Enver.'' Gözlerimi kapatıp açtım sorun yok dercesine. Kuşkuyla bakmaya devam etti. İkna olması için, ''Kalkıp gösterebilirim ne kadar iyi olduğumu.'' Diye bir öneri sundum.
''Hayır hayır,'' dediğinde gülümsedim ona. O da burukça karşılık verdi.
''Aynı omzunuzdan üçüncü vuruluşunuz, sizce de bir sıkıntı yok mu?'' diye sordu alayla. Bu sefer dişlerimi göstererek güldüm.
''Nazar bence, sence?'' diye sordum alayla.
''Kesinlikle,'' diyerek onayladı beni. ''Ben sizde diyorum zaten ateş ederken iki elinizi de kullanmayın diye, bakın neler oluyor.'' ^
''Bana nazar değdirebilecek tek kişi Cesur,'' dediğimde o da içten bir şekilde tekrar güldü. Gülüşü yavaşça solarken, ''Komutanım,'' diye mırıldandı sakince. Neyden bahsedeceğini anladım ama engel olmadım. Artık kimseden gizlemeyecektim.
''Miran,'' diyerek tekrar sustuğunda konuya nasıl gireceğini ve ne diyeceğini bilmiyor gibiydi. Derin bir nefes aldım zurnanın zort dediği yerde olduğumu bilerek.
''Kardeşim.'' Dedim sadece. Yıllarca asla kullanmadığım o kelimeyi son iki günde kaç kere kullanmıştım acaba? Kendime bile yasaktı bu kelime. ''Baba bir anne ayrı.'' Diye de ekledim.
''Bunca zaman,'' sustu. ''Nasıl saklayabildiniz? Ya da buraya geldikten sonra kimseye belli etmeden bunu nasıl içinizde tutabildiniz?''
''Burada olduğundan haberim yoktu çünkü görüşmüyorduk.'' Suçlulukla bakışlarımı kaçırdım. ''Daha doğrusu ben görüşmek istemiyordum. O istedi, hep.'' Gözlerim tekrar ağlamak için çırpınırken dudaklarımı kemirdim.
''Ne yaşadınız bilmiyorum ama kendinizi suçladığınızı biliyorum o yüzden geçmişe değil geleceğe yani önünüze bakarak yaşayın artık. Miran burada, yanınızda ve iyi olacak. Siz yanında olduğunuz sürece eminim daha iyi olacak.'' Konuşursam ağlayacağımı bildiğim için sadece kafa sallamakla yetindim. O sırada tekrar kapı açılıp içeri Alparslan girdi.
İçeri girdiği an gözü bir an Enver'e takılsa da tekrar bana döndü. Merakla doğrulmaya çalıştım ama üzerimin müsait olmadığını fark edip bundan vazgeçtim.
''Sadece iki dakika, fazlası yok. Sende yaralı olduğun için içeri giremezsin ama dışarıdan bakabilirsin.'' Dedi Alparslan. Bu bile bana yetmişti.
Enver merakla, ''Nereye?'' diye sordu. Sevinçle ona döndüm. ''Miran'a.''
''Önce üzerini değiştirmen gerekecek, bir arkadaşın varmış sanırım iki gündür burada inatla gitmiyor. Çağırayım onu, sana yardımcı olsun.'' Dedi. Enver'e döndüm.
''Ece mi?'' Enver bilinmezlikle beraber dudaklarını büzdü. ''Hatırlamıyorum ki adını ama o'dur. Başka arkadaşınız yoktur diye tahmin ediyorum.'' Dedi umursamazca ve bunu derken Alparslan'a bakmıştı.
''Tamam, siz Ece'yi gönderin.'' Dedim gergin havayı dağıtmak isteyerek bir de bu koca iki adamla uğraşacak değildim. Alparslan ve Enver ters bakışmalarına birbirini kenetleyerek odadan çıktılar. Bir dakika sonra ise odaya Ece daldı.
''Asena,'' diye üzerime atılması beklediğim bir şey değildi.
''İyiyim,'' dedim. Elleriyle kafamı gözümü yoklarken ne ara bu kadar yakın olduğumuzu düşündüm ben. Yakın değildik ama o çok samimiydi. ''Ece, iyiyim.'' Dedim tekrardan tana tane.
''Haberi duyunca nasıl korktum bilemezsin.'' Dedi hayretle bir elin kalbindeyken.
''Senin nereden haberin oldu?'' diye sordum merakla kaşlarım çatılırken. Üzerimden kendini çekti. Bal rengi gözlerini irice açmış bir şekilde iştahla anlatmaya başladı.
''Kan lazımdı sana. Bana kadar ulaştılar öyle haberim oldu yoksa nereden olacak!'' dedi kızgınlıkla ama kendisi de kime, neden kızdığını bilmiyor gibiydi. ''Çok şükür iyisin.''
Kafa salladım. ''İyiyim sakin ol,'' elimi tuttu sıkıca ve gülümseyerek yüzümü inceledi. Bu kızın bitmek bilmek bilmeyen saf bir sevgisi vardı ama biliyor muydu bu kadar sevginin ona felaket getireceğini.
''Nasıl oldu bu diye sorsam da anlatmayacaksın, biliyorum.'' Dediğine karşılık olumlu anlamda usulca kafa sallayarak onayladım onu. O da aynı şekilde kafasını sallarken, ''Doktor geldi mi? İyi misin yani baktı mı sana? Çağırayım hemen,'' kalkmak üzereyken elini kavradım sıkıca. Sert tutuşumla durup bana döndü tekrar.
''Ne oldu?''
''Şu an görmem gereken birisi var. Doktor sonra gelecek ve iyiyim, merak etme. Şu an senden tek istediğim üzerime giyecek bir şeyler bulman.'' Diyerek çıplak olan gerdanımı gösterdim. ''Çünkü yarı çıplağım. Hastane önlüğü bile olur.'' Elini usulca elimden çekerek dolaba yöneldi. Kapağını açtığımda küçük bir el çantası olduğunu fark ettim. Onu çıkarıp mutlulukla bana döndü. ''Senin uyanmanı beklerken bende ihtiyacın olabileceği şeyleri getirmiştim.'' Çantayı açıp içinden bir şeyler çıkarırken bana ait kıyafetler olmadığını anlamıştım. Kendi kendime yatakta doğrulmaya çalışırken sırtıma destek vererek beni oturan bir vaziyete getirdi.
''Teşekkür ederim.'' Diye mırıldandım. Bunu genelde kimseye yapmazdım fakat Ece bunu hak eden nadir insanlardan biri olmuştu bu kısa sürede.
''Ne teşekkürü saçmalama. Gel giydirelim seni.'' Diyerek üzerimden çarşafı çekip aldı. Altımda sadece iç çamaşırım vardı ama üstüm çıplaktı. Ondan utanmadım çünkü bunu ilk defa yapmıyor gibiydi.
Ece hızlıca üzerime bol bir sporcu atleti geçirdi. Omzumdaki sargıyı ve yarayı zorlamadan giydirebilmişti. Altıma da bol bir eşofman altı giydirirdi ve ayağıma da hastane terliği geçirdi.
Artık çıkmak için hazır olduğumda Ece dışarı seslenerek Alparslan ve Enver'i çağırdı. Kolumdaki serum bittiği için hemşireyi de çağırıp serumu çıkarmasını sağlarken birazdan doktorun kontrole geleceğini söyleyip gitmişti. Enver'in getirdiği tekerlekli sandalyeye oturmak istemesem de Ece ve Enver'in ısrarları sonucunda oturmak zorunda kaldım. Alparslan hiçbir şey demeden öylece bizi izliyordu ama bakışlarından bir şey anlamak oldukça zordu.
Enver birkaç koridoru geride bırakarak asansöre ilerledi. Hep birlikte asansöre binip farklı bir katta inerken kalbim ağzımda atıyordu neredeyse. Yoğun bakım ünitesine geldiğimizde heyecanım ellerime yansıdı. Panikle titreyen ellerimi kucağımda birleştirip sakinleşmeye çalıştım. Bu duygunun esiri olmayalı epey bir zaman olmuştu ve bunca zaman sonra hissetmek çok garipti. Her şey tam değildi ama artık eksik gibi de değildi sanki.
''Dediğim gibi sadece camdan bakabilirsin, girmek için ısrar etme ikiniz içinde riskli.'' Alparslan bir an da önümde diz çöküp bunları söylerken kulaklarım onu duymuyor gibi ama neyden bahsettiğini son an da idrak edebilmiştim.
''Tamam,'' dedim fısıltılı sesimle. Son kez gözüme bundan emin olarak bakıp ayaklandı tekrar. Enver sandalyeyi sürmeye devam ederek beni camın önüne doğru ilerletti. Onu oturarak göremeyeceğim için Enver sağlam olan koluma destek verirken Alparslan da sargılı olan omzumun koluna dokunmak yerine elime uzandı. Ben bir şey demeden elimi kavrarken bir ona baktım bir de tuttuğu elime. Enver'in gözleri ise Alparslan'ın tuttuğu elime çoktan kaymıştı. İkisini de boş vererek ayağa kalktım. Ayaklarım zemine değdiğinde ikisi de desteklerini kesmedi.
Camın arkasından gördüğüm görüntü kalbimi kırk parçaya bölerken gözlerime birikti yaşlar. Elim titrek bir şekilde ağzıma kapanırken buğulanan gözlerimden hiçbir şey göremez oldum. Elimi ağzımdan çekip gözlerimi sildim hızlıca onu görebilmek için.
''Miran,'' diye mırıldandım sadece kendimin duyabileceği bir tonda. ''Kardeşim.''
Bunca zaman yok saydım, görmek istemedim, ulaşsın istemedim ama en olmadık zamanda karşıma çıkmıştı. Ben bende değildim, kayıptım, yoktum yine de istemedim ama bir an olsun gözünü benden ayırmayışını yok sayamadım. Onu ilk gördüğümde çok tuhaftı, ağlayamadım ama ruhum paramparça olmuştu.
Leyleğin ayağını kesmişler, ''Nasılsa kanatlarım var'' diyerek uçmuş. ''Acısını konduğun zaman anlarsın demişler''. Benimki de o hesaptı.
Bunca zaman hiç hissetmemiştim ne kadar kırgın olduğumu. Cenaze taşımak gibi ölü bir ruh taşıyorum içimde. Köşeye geçmiş, yüzü duvara dönük bir küçük çocuk gibi ağlayasım geliyordu, bilemediler beni. Bilemedi, babam.
Sevemedi, onu sevdiği gibi. Babadan yoksun, sevgiden mahsundum. Annemin gidişinden sonra bir kez olsun sevgiyle bakmamıştı bana. Sonra o kadın gelmişti, bana verilmeyen ama hakkım olan o sevgiyi de alıp gitmişti. Bir kalbi vardı babamın ama tek bir köşesini bile bana vermemişti.
Gelen o kadın da almıştı babamı benden. Sonra Miran olmuş, iyice yok olmuştum. Yaşıyordum ama yoktum gözlerinde. Allah biliyor, bir gece başım okşanmadı sevgiyle o evde. O yüzden benimseyemedim Miran'ı hiçbir zaman.
Ağız dolusu, 'Oğlum' der basardı yüreğine. Ben bir kere denk gelemedim göğsüne.
İçimde sana dair kırgın bir acı var baba. Sarılsan da geçmeyecek, gelsen de bitmeyecek.
Göz yaşlarım bir iç çekişlere döndüğünde koridorun sonundan gelen bir anne feryadı işittim. Tanıyordum bu sesin sahibini. Miran'ın annesi, babamın yegâne aşkı, Yeliz. Yeliz abla.
''Oğlum,'' diyerek koşuyordu bize. Hepimizin bakışları onun geldiği yöne çevrilmişti. Şaşkın olan sadece ben ve Enver'di. Alparslan ise elimi sakinlikle bırakıp Yeliz ablaya ilerledi seri adımlarla. Yeliz abla, Alparslan'ı tanıyor gibi onun kollarına tutundu can havliyle.
''Oğlum nerede?'' koyu kahverengi saçları birbirine karışmış bir vaziyetteydi. Onun arkasından koşturarak gelen iki kişiyi de tanıyordum. İkizler; Rüya ve Süha.
''İyi, şimdi yoğun bakımda.'' Dedi, Alparslan. Yeliz abla telaşını bırakmadı. Gözü kimseyi görmüyor diye düşündüm çünkü beni henüz fark etmemişti.
''Yoğun bakım mı? Hani iyiydi? Benim oğlum iyiyse neden yoğun bakımda, Komutan?'' Alparslan onun kollarından tutarak sakinleştirmeye çalışıyordu ama nafile. Yeliz abla sertçe kendini ondan uzaklaştırmaya çalışırken ikizler onun yanına gelmişti bile.
''Anne,'' dedi Süha.
''Yeliz Hanım, öncelikle sakin olmanız gerek. Durumu iyiye gidiyor, lütfen.'' Diyerek keskin bakışlarla yeliz ablayı tekrar tuttu. Yeliz abla ağlayarak Alparslan'ın göğsüne başını yaslarken gözü benim olduğum tarafa kaymıştı artık. Beni fark etmesiyle önce ağlaması bir an dona kaldı, sonra da kafasını koyduğu göğüsten kaldırarak bana bakmaya devam etti. Enver'den destek alarak bende tamamen vücudumu ona doğru çevirdim.
Dudakları titrerken ellerinin de titrediğini fark ettim. Titreyen ellerini kaldırıp işaret parmağıyla beni gösterirken bir bana baktı bir de dönüp Alparslan'a. Alparslan durumu bilmese de anlamıştı. Benim kim olduğumu, Yeliz ablanın neyi olduğumu. Artık bilmeyen yoktu. Yeliz ablanın eli kolu boşluğa düşmüş gibi olurken ağlaması daha da şiddetlendi.
Alparslan onu daha fazla sıkmamak adına serbest bıraktığında ilk yaptığı bir adım atarak bana doğru gelmek oldu. Çok değil on- on beş adımda yanıma geldiğin de aramızda engel olan tek kişi Enver'di. Bir an benim ayakta durup duramayacağımı hesap ederek bana çevirdiğini hissettim donuk bakışlarının. Ona kalmadan ben ittirdim ellerini kolumdan. Ayakta durabilecek güçteydim. Karşı çıkmadan sakinlikle ellerini uzaklaştırdı benden ama yine de yanımdan uzaklaşmadı herhangi bir şey olmasına karşın. Ece'nin de en az Enver kadar korkulu bir ifadeyle yanımda durduğunu hissettim. Alparslan'ın durduğu yerdeydi.
''Asena,'' diye fısıldadı yeliz abla fısıldayarak. Tombul yüzü ağlamaktan al al olmuş, yanakları göz yaşlarından tahriş olmuştu. ''Asena.'' Dedi tekrar feryat eder gibi. Onun içinden çıkan yıkım dolu sesi bana birçok şey hissettirmişti. Bir annenin feryadına bile hasret kalışım zuhur etti tüm bedenime. Çenem ağlamamak için titrerken o benim kadar dirayetli değildi.
Daha fazla dayanamayarak kollarını boynuma attığında ne acıttığı omzum umurum da oldu ne de saçlarına karışan göz yaşlarım. Enver'in bir an elini sırtımda hissetsem de çok kısa bir andı bu. Yarama denk geldiğini fark etmişti ama tepki vermediğim için geri durmayı seçti.
''Asena,'' dedi yeliz abla bilmem kaçıncı kez adımı sayıklıyorken. Kafamı kendi omzuna bastırdı. Boyu benden oldukça kısaydı. Bir altmış boylarında etine dolgun bir kadındı. Oysa benim annem zayıf, hastalıklı bir kadındı. Sarıldığımda kollarım bile dolmazdı fakat hep sıcaktı. Aynı sıcaklığı Yeliz ablada hissetmekten nefret ederdim hep bu yüzden.
''Abla,'' diye mırıldandım kulağına doğru. Bundan fazlası gelmedi zaten. Ne kadar öylece kaldık bilmiyorken bizi ayıran kendisi oldu. Göz yaşları tüm yüzünü ıslatmıştı ama benim de ondan yana kalır yanım yoktu.
''İyi oğlum, söyle bana.'' Dedi, yalvarır gibi çıkan sesiyle. ''Bir tek sen doğruyu söylersin sen bana.'' Dedi içli içli tekrar ağlamamak için kendini sıkarken. Bir yandan da iki elimi de kavramış sıkıca tutuyordu.
Onunla geçmişte hiç yakın değildik. O hep olmak istemişti ama Miran'a yaptığım gibi onu da itmiştim kendimden. Anneme ihanet bilmiştim. Babamın ihanetini kendime ihanet bilmiştim.
''İyi, daha iyi olacak.'' Dedim onu ikna edici bakışlarımla inandırmak isterken bir yandan da kendimde inanmak istiyordum buna.
''Burada mı?'' diye sordu titrek bakışları yanımızdaki cama kayarken. Onun olduğu kısımda duvar başladığı için tam göremediğini düşündüm. Dediğine karşılık olumlu anlamda kafa salladım.
''Burada,''
Bakışlarımla onu telkin ederken elini tutmaya devam ederken onu camın önüne çekerek Miran'ı gösterdim. Miran, yüzünde maskesi ve vücuduna bağlı birçok kabloyla öylece yatıyordu sırt üstü. Kafasında da bir sargı mevcuttu ve hafif kan lekesini camdan bile görebiliyorduk.
Yeliz abla Miran'ı gördüğü an acı bir feryat daha koparırken kızlarda yanımıza gelmişti. Onlarda aynı duygusallıkla içli içli ağlarken, ''Abim.'' Diye sızlandı, Rüya. Kendimi aralarında garip hissederken bir an arkama dönüp Ece'yi aradım. Ece de sanki bu anı bekliyormuş gibi anında koluma yapışırken ağlayarak cama kafasını yaslayan Yeliz abladan ellerimi çektim usulca. Bunu fark etmemişti bile. Ece beni usulca onların yanından uzaklaştırırken tekerlekli sandalyeye oturma ihtiyacı hissettim. Rüya ve Süha da yeliz ablanın sağını ve solunu mesken tutmuş ünitenin dışından onu seyrediyorlardı.
''Odama,'' diye fısıldadım, Ece'yi elinden tutup bana doğru eğilmesini sağlayarak. Hemen başıyla onaylarken Enver beklemeden tekrar sandalyeyi sürmeye başladı. Alparslan ise olduğu yerde durmuş bizi izliyordu. Tam onun yanından geçerken elimle Enver'i durdurdum. Alparslan kafasını eğerek tepeden bana baktı.
''Yanlarından ayrılma, olur mu?'' demeden edemedim. Ama o bunu beklemiyor gibi bir ifade ile bana bakmayı kesip, ''İçin rahat olsun.'' Dedi. Daha fazla bir şey diyemedim ve sadece minnetle bakmayı tercih ettim.
Odaya geldiğimizde Ece beni yatağa yatırmıştı. Halim nasıldı bilmiyorum ama Enver'in yüzüme bakamayacak kadar kötü olmasını beklemiyordum elbette.
On dakika sonrasında doktor yanıma gelip durumumu özetlemiş yarın çıkabileceğimi söylemişti. Evde istirahat vermişti ve pansuman için sürekli hastaneye gelmem gerekiyordu. Bunu ise Ece araya girerek halletmişti. Sağlık eğitimi var diyerek pansuman yapabileceğini söyleyip kendince pansuman malzemeleri almıştı. O gün yanımda kimseyi istemedim. Akşama kadar yemek dışında Ece hariç kimseyi almadım odama.
İçimde yaşanan tufandan kimse etkilensin istemiyordum. Ece bazı şeyleri çok merak etse de sabırla susuyor gibiydi. Gözümde meraklı bir konumda olmaktan çekindiği için hiçbir şekilde soru sormadan sadece ne dersem onu yapıyordu. Hakkı var gerçekten de şu an öyle birine ihtiyacım vardı.
Ertesi gün ise öğlene doğru çıkış işlemlerim yapılmıştı. Ve ben çıkmadan önce Yeliz ablayla görüşüp onların bende kalabileceğini söylemiştim. O ısrarla hastanede kalmak istese de kızları benimle göndermişti. Alparslan artık işinin başına dönmesi gerektiği için timden birini hastanede nöbetçi olarak seçmişti ki bu kişi Niyazi olmuştu. Öfke timi beni almak için topluca hastaneye gelmişti ama kalabalık yaptıkları için Enver baya bir azarlamıştı hepsini. Benden ise çıt çıkmıyordu. Ruhum çekilmiş gibi öylece boşluğa bakıyordum sadece.
Evin önüne geldiğimizde önde oturan Ece acele ile araçtan inip arka kapıyı açıp bana doğru uzandı. Enver de aracın kontağını kapatıp hızlıca inerek yanıma gelirken arkadaki araçtan Öfke timi de sırayla doluşup yanımıza geldi.
''Siz neden geldiniz?'' diye sordu Enver ters ters.
''Komutanım bir şeye ihtiyacınız olursa diye,'' dedi, Bilal. Onu destekledi Cesur.
''İlaçları alınacak, yemek yemesi lazım. Komutanıma gözüm gibi bakarım ben şimdi.'' Diye bize doğru geliyordu ki ensesinden yakaladı Enver, Bahadır'ın.
Dişlerini sıkarak, ''Oğlum asabımı bozmayın benim, çıkın gidin lan. Gözüm görmesin sizi.'' Diye çıkıştı Enver. Bahadır kendini Enver'in elinden kurtarıp yakasını düzeltti. Hepsi eve giremeyeceklerini anlayarak üzüntü ile omuzlarını çökerttiler. Araya girme gereği hissettim.
''İyiyim ben,'' dedim sonunda Ece'den destek alıp tutunurken. Serumlar kesildiği için ağrımı daha derinden hissediyordum. Rengim oldukça soluktu, ölü gelin gibi olduğuma emindim. ''Hem,'' diyerek bir an bizimle gelen ikizlere kaydı bakışlarım. ''Evde kalabalık olacak, biraz daha iyi olduğumda gelirsiniz tekrar.''
''Karargâha gidin hepiniz. Bende bir saate gelirim.'' Diyerek arkasını döndü Enver. İkizlerin küçük çantalarını alıp önden eve giderken bizde peşine takıldık. Öfke timi ise bu durumdan pek hoşnut olmasalar da az önce indikleri araca geri binip yol almışlardı. Enver haklıydı, burada yapacakları bir şey yoktu.
İkizlere, ''Hadi.'' Diyerek kafa işareti yaptım. Mahcup bir şekilde gülümseyip peşimizden gelmeye başladılar. Ne kadar hastanede kalmak isteseler de Yeliz abla onların orada durmasına gerek olmadığını söyleyerek benimle gelmelerine izin vermişti. Binaya girdiğimizde Enver'in, hepimiz asansöre sığalım ve rahat edelim diye merdivenden çıktığımı fark ettim. Hızlıca asansöre binip evin olduğu katta indiğimizde Enver elinde çantalarla bizi bekliyordu.
Anahtarı nasıl bulduklarını bile bilmesem de Ece kapıyı açtığında Enver içeri girip çantaları boş bulduğu bir kenara bıraktı. Ece beni dikkatli bir şekilde içeri sokarken eğilip ayakkabılarımı ayağımdan çıkardı. Kızlarda yabancı bir yavaşlıkta içeri süzüldü. Ece arkamızdan kapıyı kapatırken Süha koluma girdi. Şaşırsam da bu duruma dudaklarımı sıkıca birbirine bastırıp tepkimi gizledim. O da bu durumu yapıp yapmamak arasında kalmış gibi tedirgindi bakışları.
Koltuğa oturtup bel boşluğuma yastık koydu, Süha. İlaçların etkisi daha hafif olduğu için rahatça arkama yaslanamıyordum. Teşekkür edercesine gülümsedim Süha'ya.
''Ben sana şimdi bir güzel yemek yaparım, yani hepinize.'' Dedi, Ece.
''Gerek yok, kendini yorma.''
Bileğindeki tokayla acele ile saçlarını toplarken üzerindeki hırkasını çıkardı.
''Olur mu öyle şey Asena? Saçmalama, hem kızlarda yol yorgunu onlarda dinlenir o zamana kadar.'' Benim bir şey dememe müsaade etmeden boş olan odaya girip oradaki dolaptan çıkardığını tahmin ettiğim çarşaf ve yastığı getirdi.
''Kızlar yardım edin de ben ona buraya yatak hazırlayım,'' dedi. Kızlar beni oturduğu yerden kaldırırken, ''Seni de yorduk, Asena ama bekle hemen hallediyorum.'' Dedi, Acele ile Ece.
Ece koltuğa güzel bir yer hazırlayıp mutfağa gitti hızlıca. Kızlar beni tekrar koltuğa oturttuklarında bu sefer uzanır pozisyondaydım. Enver ise ne zaman girdiğini görmediğim banyodan ellerini bacaklarına kurulayarak çıkıyordu.
''Komutanım,'' dedi, kızlara kısa bir bakış atıp tamamen bana yaklaşırken. ''Bir şeye ihtiyacınız olursa kimi aramanız gerektiğini biliyorsunuz.'' Dedi keskin bir tonda.
''Biliyorum, Enver.'' Diye mırıldandım sakince. ''Seni de yorduk yeterince, git dinlen.''
Kaşları çatılır gibi olurken, ''Olur mu öyle şey komutanım. Bahsi bile geçmez, siz iyi olun yeter.'' Elini saçlarına daldırdı sıkıntıyla. ''Hem operasyona çıkacağız sanırım, karargâha gideceğim.''
Anında kaşlarım çatıldı. ''Ne operasyonu?''
''Bu kaçan kadın, tekrar peşindeyiz. Böyle koruduklarına göre doğru kişinin peşindeyiz.''
''Bir şeyler mi öğrendiniz?'' diye sordum. Enver bir an ikizlere bakıp bana dönerken, ''Neyse, detayları sonra konuşuruz.'' Dedim.
''Dediğim gibi bir şey lazım olursa,'' diyordu ki Ece içeriden söylenerek çıktı.
''Asena, sen bu evde hiç yemek yapmıyor musun?'' omuz silktim.
''Yani, pek sayılmaz.'' Diye gevelemek zorunda kaldım. Ellerini beline koymuş kızgın gözlerle bana bakıyordu.
''Neden sordun?''
''Mutfakta yemek yapmaya dair pek bir şey bulamadım da sadece un var.'' Dedi.
''En son alışveriş yapılacaktı,'' diye masumca geveleyip üzgün surat yaparken dudağımı sarkıtıp kaşlarımı kaldırdım. Ece bu halime baygın bakışlar attığında hiç de ikna olmadığını anlamıştım.
''Alalım.'' Dedi, Enver.
''Gerek yok,'' dedi Ece ona bakmadan. Gözleri benim üzerimde olsa da yan gözle Enver'i süzdü çok kısa bir an. Ama o kadar kısaydı ki bana gözleri döndüğü an tekrar konuşmaya başladı. ''Benim evden getiririm bir şeyler, zahmet olmasın size.''
''Sonra hallederiz.'' Dedim artık Enver'in gitmesi gerektiğini düşünerek. Ece'nin ise neden böyle davrandığını anlamamıştım.
Enver bir şey demeden derin bir soluk verip bana son kez selam verdikten sonra çıkıp gitti. Ece'de kendi evine geçip yemek yapma suretiyle bizi yalnız bırakırken kızlara döndüm. Geldikleri gibi koltuğa oturdukları yerde kalmışlardı.
''Kızlar,'' diye seslendim. Yabancı gibi soğuktu ikisinin de bakışları. Çift yumurta ikizleri oldukları için birbirlerine benzemiyorlardı fazla. Hatta birisi sarışın denebilecek kadar sarıyken diğer ona zıt bir şekilde beyaz tenli ve koyu renk saçlara sahipti. Hatta bana benzediği bile söylenebilirdi. Evet, Süha bana benziyordu.
İkisinin bakışları da bana dönükken dudaklarımı ıslatıp vücudumu biraz daha onlara çevirmeye çalıştım ama bunu yaparken canımı acıtıp yüzümü buruştururken telaşla ayaklandı ikisi de.
Anında, ''İyiyim,'' desem de beni rahat bir pozisyonda getirmeden bırakmadılar. Gerçekten sürekli böyle yatacak mıydım?
''Yorgunsunuzdur şimdi, lütfen rahat edin. Duş falan almak isterseniz girip rahatça alın olur mu?'' içtenlikle söylediklerime karşılık ilk tepki veren Rüya oldu.
''Gerçekten iyi olur, yolda mahvolmuştum.'' Süha, Rüya'nın dedikleriyle birlikte sertçe dirseğini kardeşinin karın boşluğuna geçirdi. Rüya canının acısıyla yüzünü buruşturup iki büklüm olurken, ''Süha ya,'' diye söylendi. ''Canımı acıttın kızım, niye vuruyorsun?''
Süha sahte bir gülümseme bahşetti bana ve ardından kardeşine çevirdi başını. Sevmekten çok hırpalar gibi kolunun altına alıp, ''Çok boş yapıyorsun, ondan.'' Dedi dişlerinin arasından.
''Kızlar, ciddiyim. Kendi eviniz gibi rahat olun, rahat bırak kızı ne yapmak istiyorsa yapsın hatta benim odam müsait gidip uyuyabilirsiniz de.''
Söylediklerimi dikkatle dinleyen Süha bundan da pek tatmin olmuşa benzemiyordu. Rüya kardeşini tınlamadan çantasını alıp benim odama yönelirken Süha ona ters bakışlar atmakla meşguldü. Sanki annesi onu komşuya bırakmış ve yabancı evden rahatsız olan çocuk huysuzluğu vardı üzerinde.
Ece eve gelip kucağında bir sürü malzemeyle mutfağa geçip yemek yapmaya başladığında aldığım ilaçlardan dolayı sersemlemiştim yeterince ve ne ara uykuya daldığımı bile bilmiyordum. Gecenin bir vakti ise kapı çarpma sesiyle uyanmıştım. Gözlerimi ilk araladığımda çığlık çığlığa zıplayarak dolaşan ikizleri fark etmiştim. Yerimde doğrulamasam da sağlam olan kolumun üzerine, dirseğime dayanarak doğruldum bir miktar.
''Kızlar,'' diye seslendim sesimin çıktığı kadar ama beni duyduklarından emin değildim. Süha, çığlık atarak tekrar Rüya'ya sarıldı.
''Hey!'' birden durup döndüklerinde Süha'nın elinde telefonun feneri bana doğru döndü. Vuran ışıkla gözüm kamaşırken elimle siper ettim yüzüme ama sargılı kolum bu hareketime bile izin vermemişti.
Bakışlarımı yere indirirken, ''Ne oluyor? Niye bağırıyorsunuz? Miran'a bir şey mi oldu?'' art arda sorumdan sonra birinin ışığı açtığını fark ederek bakışlarımı tekrar onların yüzüne kaldırdım.
''Yok,'' diyerek mutlulukla yanıma geldi, Rüya. ''Abim uyanmış, sabah yoğun bakımdan servise alacaklarmış.'' Duyduklarımla bir tepki veremezken yüreğimde bir ferahlama hissi yaşadım. Huzurla gözlerimi birkaç saniye kapatarak sırtımı tekrar koltuğa bıraktım.
Rüya ve Süha ise hala sevinç nidaları atıyorlardı.
''Yarın sabah erkenden gidelim hastaneye.''
''Gidelim. Acaba ne zaman çıkarırlar onu hastaneden? Onu öyle görmeye dayanamıyorum, sanki kalbim yerinden çıkacakmış gibi oluyor.'' Dedi, Rüya.
''Ben de gelmek istiyorum.'' Diyerek araya girdim. İkisinin de bakışları bana dönerken bir an tekrar dönüp birbirlerine baktılar.
''Asena,'' sustu Süha birden. Arkasından gelecek olan kelimeyi tahmin etmiştim ama buna nasıl bir tepki vereceğimden korkuyor ya da çekiniyor olmalıydı. Kendimle artık bazı şeyleri aşmam gerektiği hususunda iç çatışmalar yaşamış olsam da kararlarım olumlu ve etkili sonuçlanmıştı o yüzden ona ters bir tepki vermek yerine, ''Sorun yok, içinden geldiği gibi.'' Dedim.
Buruk bir gülüş sergiledi, Süha. ''Peki o zaman, yani abla dememde sorun yok.'' Dudaklarını dişlediğinde gülümseye çalıştım. Miran dediğinde daha farklı bir duygu hissettirirken onlar dediğinde daha başka duygular hissediyordum ama bunlar kötü değildi. İyiydi, zaten beni bunca zaman deli eden şey de iyi hissettirmesiydi.
''Yok,'' dedim tekrardan içini rahatlatmak isteyerek. Koltuğun dibinde diz çöktü Süha. Koyu kahverengi saçları dağınık topuzdu ve üzerinde tayt ve ince bir sweatshirt vardı. Solgun teniyle, kalın kaşlarıyla bana benziyordu. Kendi liseli zamanlarım aklıma düşmüştü ama tek fark o üniversiteye gidiyordu.
''Bu halde hastaneye tekrar gelebileceğinden emin misin? Yani beni yanlış anlama ama sende zorlu bir süreç geçirdin.''
''Evet,'' diyerek Süha'nın yanına çöktü Rüya. O da boyalı sarı saçları ile epey dağılmış gözüküyordu. Süha'nın aksine onun üzerinde bir pijama takımı vardı. ''Gidip gelirken omuzun için sakıncalı olabilir.''
''Hayır, görmek istiyorum. Hatta dilerdim ki ilk gözünü açtığında ben olayım. Çünkü en son gördüğü bendim.'' Diye mırıldandım. Sonlara doğru ise sesim epey kısık çıkmıştı.
''Neyse,'' diye şakıdı Rüya. ''Bu mutlulukla sabahı zor ederim ama bir an önce uyuyalım, sabah erkenden gidip geliriz.''
''Sen bir şey istiyor musun, abla?'' diye sordu Süha, çekinerek. Olumsuz anlamda kafa sallarken gülümsedim.
''Yok, sizde uyuyun hadi. Erken kalkacaksınız.''
''Uyuyamam ki kesin!'' diye yükseldi, Rüya. Pijamalarının kollarını parmak uçlarına çekip yüzüne götürerek mutluluğunu gizlemeye çalıştı.
''Bir şey olursa seslenirsin, benim uykum hafif zaten hemen gelirim.'' Dedi Süha, sevecenlikle.
''Tamam had, uyuyun artık.'' Onlar gülerek odasına giderken hala mutlulukla birbirlerine sarılıyorlardı.
Sabah ise gerçekten de erkenden kalkıp hazırlanmışlardı. Bende onlarla gidecektim ama eve ziyarete yanıma gelen albay ile neye uğradığımı şaşırırken kızlar yalnız gitmek zorunda kalmıştı. Alaca timinden Serdar onları gelip almıştı Allahtan. Onlar gittiği an albayla yalnız kalmıştık.
''Bir şey içer misiniz, albayım?'' diye sordum.
''Bırak kızım şimdi içmeyi, yemeyi. Bu halde zaten ne hizmet edeceksin.'' Bu şekilde azarlamasını beklemesem de kalkmak üzere olduğum koltuğa tekrar oturdum. Üzerinde üniformasıyla gelmişti. Saçlarını her zamanki gibi arkaya doğru taramıştı ama son olan olaylar onu epey yıpratmış gibi dalgın ve solgun bir yüzü vardı. Ve ifadeler hiç olmadığı kadar sert olmuştu.
''Bu dik başlılığın senin hayatını kararttı, Asena.'' Dediğinde halı da olan bakışlarımı yüzüne çektim. Suçlu bir çocuk gibi karşısında kıvrandığımı hissettim ilk defa.
''Sana uslanman için birçok fırsat vermişken sen hala kendi bildiğini okuyorsun.'' Durdu bir an. Cümlelerini beni kırmamak için toparlıyor gibiydi. ''Sana Alparslan'ı bile verdim. Belki biraz durulursun diye,'' söyledikleri kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Alparslan'ın bana ne gibi bir faydası olabilirdi ki? Benim karşımda kimsenin duramayacağını bilmiyor muydu?
''Albayım,'' eliyle beni susturdu. Derin bir nefes alarak bakışlarımı tekrar halıya indirdim. Acaba el dokuması mıydı, yoksa makine mi? Kaşmir miydi acaba? Evet sanırım öyleydi.
''Onu da dinlemedin.''
''Dinlememi gerektirecek bir konuşmasına şahit olmadım.'' Diye çıkıştım en sonunda. ''Bana, onu yapma bunu yapma demekten fazlasını yapmadı. Siz dediniz, emirler ve kurallar senin için geçerli değil dediniz. Ben bundan fazlasını yapmadım, eğer kararları ben vermeyeceksem buraya neden geldim?''
Onu sertçe bölüşümden pek hoşnut değil gibi bakıyordu ama umursamadım. Benim yaşadığım hayat, bir zamanlar nelerime mal olmuştu. Yitip yok olduğumu sandığım an da karşıma geçip seni istiyoruz dediklerinde reddetmeyi bile düşünmedim. Ama hala çocuk gibi azarlanıp işime karışılması bana güvenmediklerini gösterirdi. Üstelik kaybedecek bir şeyim yokken gözümün daha da kararacaklarını bilerek bunu yapıyorlardı, önüme engeller koyuyorlardı.
''Sınırı bu kadar aşmaya meraklı olman bizim suçumuz değil, ayrıca Alparslan senin emrinde olan birisi değil. Koskoca Yüzbaşı, adama diklenmekten vazgeç!'' gözlerimi çaktırmadan devirirken dudaklarımı ıslatıp kemirdim. Sinirlenmeye başlıyordum.
''Elinden oyuncağını çalacakmışım gibi korkuyor benden.'' Bu dediğime alayla güldüm. Albay gülmedi.
''Çünkü her sona geldim dediğinde bir tuzağa düştük.'' Sıkıntılı bir nefes verdiğini işittim.
''Ben de bir zamanlar aynı yollardan geçtim ama karşıma çıkan kimseden bu kadar korkmadım. Çocuktan farksız, koca adam olmuş.'' Albay onunla Alparslan'ı çekiştiriyor olmamdan pek hoşnut değildi sanırım. Yoksa bana ters bakışlarının pek fazla açıklaması yoktu.
''Sana da geçmiş olsuna gelelim dedik. Bizden diri çıktın.''
''Estağfurullah, albayım.''
''Neyse,'' dedi boş vermişlikle. ''Sen dinlen kendine gel, sonrası kolay. Zaten operasyon hız kazandı devam ediyor. Aklın oralarda kalmasın, Alaca timiyle birlikte Öfke de ortak çalışmaya devam edecek. Bu esna da hepsi Alparslan'ın sorumluluğunda olacak.'' Sinsi bir bakışla gözlerini bana dikti. ''Bir sıkıntı yoktur umarım senin için.''
Götüm sinirden alev almak üzere de olsa yok dercesine kafamı salladım ama alev alev yanıyordum. Albay keyifle ellerini dizlerine vurdu kalkarken. Onu geçirmek için bende kalkıyordum ki durdurdu.
''Otur otur,'' dedi. ''Bir de çok sağlammış gibi misafirperverlik yapıyor.'' Yok, bu albaylar bana laf sokmadan duramıyordu galiba. Nefretten mi, sevgiden mi onu hiç anlamıyordum zaten. Albay kendisi son kez geçmiş olsun dileklerini iletip çıkıp gittiğinde bıkkınlıkla bir çığlık kopardım. Bir de Öfke timini mi komuta edecekti? Kendi timi neyine yetmiyordu? Öfke timinin neden evime üşüşmediği belli olmuştu. Yoksa burası çoktan testosteron kokuyor olurdu.
Zilin uzunca çalmasıyla oturduğum yerden zor güç kalkmak zorunda kaldım.
Bir yandan da söyleniyordum. ''Ece, bir de seni rahatsız etmeyim diyerek anahtarımı aldın be kızım.'' Paytak adımlarla kapıya giderken bir yandan da sızlayan omuzumu tutuyordum.
Kapıyı açtığımda gelen kişi Ece değil, Alparslan'dı. Yol etmişti bu evi artık.
''Evleri karıştırdığını düşünüyorum artık.'' Dedim, ciddiyetsiz bir biçimde. Üzerinde ince bir kazak, onun üzerinde de yine siyah deri ceketi vardı. Yine ilah gibi karşımda durması beni epey germişti. Kapıyı sonuna kadar açarak geçmesine müsaade ettim. O içeri geçerken tek düşündüğüm madem iki timi de o idare edecekti, neden şu an karargâhta değildi?
Onun arkasından kapıyı kapatıp aynı paytak adımlarla peşinden ilerledim. Koltuğun hasta yatağı olduğu çok belli olurken kızların evin ne kadar dağıttığını fark ettim. Tekli koltukta bıraktıkları parfüm şişelerini aldım hızlıca.
''Kusura bakma, ev biraz dağınık.'' Demeden edemedim. Ondan çekindiğimden değil ama kendim dağınık bir insan gibi gözükmek istemiyordum ona karşı. Bir de ona laf ederdi çünkü. Her şeyime karışmak gibi huyları vardı.
''Bırak,'' diyerek anında ellerimden aldı parfüm şişelerini. Televizyonu olmayan üniteye bıraktı. Ellerim boş havada kalırken geri indirdim. ''Senden iş isteyen mi var?'' arkasını dönüp söylediklerine ithafen, ''Bilmem, gözüne batmamak için yok olmayı bile düşünüyorum bu aralar.''
''Ondan mı kurşunların önüne atlıyorsun?'' onu umursamadan yatağa çevrilmiş koltuğuma geçerek oturdum ama arkama yaslanmadım. Koltuğun ucuna kıçımı kondurmuştum sadece.
''Ben kurşunların önüne atlamam, onlar bana sıkılıyor.'' Dedim bilmişlik akan ses tonumla. O sırada elimi dizime yaslayarak dik durabilmek için destek alıyordum. O da bu çabamı fark edip diğer koltuktan aldığı yastığı arkama koyarken bu hareketi beklemiyordum açıkçası. Ondan gelen insanı tavırlar beni diken üstünde hissettiriyordu nedenini bilmediğim bir şekilde. O da her zaman geldiğinde oturduğu tekli koltuğa oturdu inatla. İnatla diyorum çünkü sığmıyordu.
''Teşekkür ederim,'' dedim garipseyen bir şekilde.
''Etme.'' Dedi, anında.
''Miran nasıl? Görmeye gidecektim ama albay gelince gidemedim kızlarla.''
Bunu bilmiyor gibi kaşları çatıldı. ''Albay mı geldi?''
''Evet,'' dedim benzer şaşkınlıkta. ''Senin de iki timinde başında olman gerekiyor sanıyordum.'' İçimde bir dakika bile tutamamıştım bu düşünceyi. Aklıma geldikçe cinnet geçirecek gibi oluyordum. İmamı anlaması uzun sürmedi, zaten bildiği bir şeyi söylüyordum.
''Evet,'' diyerek onayladı. ''Umarım buna da karşı çıkmazsın.''
''Neden karşı çıkacakmışım? Burada bir görev için varız kimin neyi yönettiğiyle ilgilenmiyorum sizin aksinize.'' Bal gibi de kuduruyordum oturduğum yerden.
''Başına gelenlerin sorumlusu olarak beni seçtin sanırım, baktın boştayım.''
''Ne münasebet.'' Diyerek çocuklaştım. Ben ona değil tam karşıma bakıyordum ve bir de çocuk gibi laf sokuşturuyordum. ''Size itaatsizlik günümüzde sakıncalı bir durum ki durmadan sağı solu cimciklenen çocuk gibiyim.''
''Çocuk olduğun konusunda benim de şüphelerim vardı doğrusu.'' Son söylediği kafamın aniden ona dönmesine sebep olurken gülmemek için dudaklarını içine kıvırdı. Bakışlarım nasıldı bilmiyorum ama onun açısından oldukça komik olmalıydı.
''Hasta ziyaretine geldin sanırım yoksa sinirlerimi zıplatmaya geldiğini düşüneceğim. Hem her gelende eli boş götü yaş geliyor.'' Bir kaynana gibi söylenirken bu özelliğin kimden bulaştığını söylememe gerek var mıydı ki? Sebebi belliydi, Öfke timi.
''Senin ağzın hep böyle bozuk mu?''
Onu umursamadım. ''Çay içer misin?'' lafını umursamama bir şey demese de kaşlarını çatmadan edememişti.
''Olur,'' dedi sakince.
''İyi o zaman, sana zahmet demle de karşılıklı içelim, malum.'' Diyerek omzumu gösterdim. Bu sefer gülümsemesini gizleme gereği duymadan bana dik dik bakarak ayaklandı. Gözlerim bir tepeye tırmanır gibi bacaklarından yüzüne tırmandı. Bu adamın heykeli yapılsa kaç ay sürerdi acaba? O da bana dik dik bakmayı kesip önüne dönüp gözden kaybolurken ben oturduğum yerde öylece kalmayı hedeflesem de sürekli bir şeylerin yerini sormasıyla oflayarak ayaklandım.
''Sadece çay demleyeceksin tüm mutfağı indirmene gerek yoktu.'' Dilimi yine tutamayarak söylendim. Ocağın üstündeki dolaptan çay kutusunu çıkarırken onu kalçamla kabaca iterek çekilmesini sağladım. Gerçekten itebildiğimden değil de temasımı fark edip kendisi çekilmiş gibi olmuştu. Bu hareketi bir an duraksamama sebep olsa da yaptığım hareketin çok da normal olmadığını biliyordum.
Çayı demleyip bardak çıkardığımda o kollarını göğsünün altında birleştirmiş beni seyrediyordu.
''Zahmet oldu ya sana da yorduk böyle.''
''Sürekli söylenecek bir şey bulacaksın değil mi?'' dudaklarımı büzdüm dolaptan şeker çıkarıp bir tabağa koyarken. Onun şekersiz içtiğini biliyordum.
''Sürekli söylenmemi gerektiren şeyler yaptığınız da bile sorumlu ben oluyorum, değil mi?'' şekeri bıkkın bir tavırla yerine koyup ona döndüm, sağlam kolumu belime yerleştirdim. ''Her hatanın bedelini her zaman öteleyecek biri buluyorsunuz elbet.'' Kafamı ikna olmaz derece de iki yana salladım. Kollarının çözülüp bana doğru yaklaştığını hissettim.
''Öyle bir şey demedim, yapmadım, yapmam da Asena.'' Güldüm mamut gibi bir ses çıkararak.
''Bana teminat vermek zorunda değilsin, Yüzbaşı. Benim hayatım bundan ibaretti hep.''
''Yaşadıkların seni bu hale getirdi, hayatın bundan ibaret değil.'' Bu sefer sağlam kolumu tezgâha yasladım vücudumu tamamen ona çevirerek. Aramızda sadece bir adım kadar boşluk vardı.
''Beni tanımadan yine hükümler vermeye başladınız.'' Alaylı tavrıma karşılık o sinirlenmiş gibiydi. Yüz ifadesi net bunu söylüyordu bana. Çelik mavisi gözlerini bir şahin gibi kısarak bana bakıyordu. Böyle bakmasından nefret ediyordum. Bu bakışı sanki beni çözmek üzereymiş gibi hissettiriyordu.
''Neden birilerinin seni tanımasından bu kadar korkuyorsun?'' beklediğim bir soru olmadığı için boş boş göz kırpıştırdım. Ben her zaman bundan kaçmışken açıkça bana soruyordu. Başımı dikleştirdim buna ihtiyacım varmış gibi.
''Hissetmekten korktuğum her şeyi bir an da avucuma bırakıp gittiler.'' Yüreğim başka dilim başka diyordu. Asıl korkum bu değildi. Olmamıştı da hiçbir zaman. Benim bu dünyada tek korkum vardı, onunla da en büyük savaşımı vermiştim zaten.
Bir gölge geçti gözlerinden ya da ben öyle sandım. O gök mavisi gözlerinden bir şeyler anlamak çok zordu benim için çünkü hiç kimsenin gözlerine kaybolmak ister gibi bakmamıştım.
''İçinde tuttuğun her şey seni çürütür, Asena. Yok olmaktan korkmuyor musun hiç?''
''Var olduğumu hissetmedim hiçbir zaman.'' Derin bir nefes alarak önüme döndüm. Bir kolum da omuz askısı olduğu için her işi tek elimle yapıyordum. Çayın kaynamasıyla demleyip altını hafif kısarken onu orada bırakıp içeri geçtim.
Kaçmama izin vermedi. Aynı yerime geçtim, aynı yerine geçmedi. Yanıma oturdu. Bu durum karşısında şaşkınlığımı gizlemenin en doğrusu olacağını düşündüm. Kaçtıkça üzerime geliyordu.
''Kendini hiçliğin kenarına itip varlığını sorgulamayı bıraktığın zaman yaşadığını hissedersin.''
''Ne o, şimdi de hayat dersimi vermeye geldiniz? Emirler bitti, sıra beni iyileştirmekte mi aklınız?''
''Epeydir aklım sende,'' dediğini yeni fark etmiş gibi boğazını temizledi sertçe. Omzumun üzerinden ona bakmak gibi bir gaflete düştüm. Bu kadar yakınımda olması beni rahatsız ediyordu, şu an etmemesi daha da rahatsız etti. Neden etmiyordu? Neden kalemle çizilmiş gibi olan yüz hatlarını ezberlemek ister gibi inceliyordum?
''Alparslan,'' diye fısıldadım. ''Neden geldin? Yanışımı kaç kere daha yakından görmek istiyorsun, ne öğrenmek istiyorsun?'' buydum işte, bu kadardım. Her zaman patlamaya hazır bir bomba, harlansa tutuşmaya hazır bir kor, kıyıya vurmak için köpüren bir dalgaydım.
''Eteklerini çek benden, Arslan. Değerse ateşime tutuşursun, yapma.'' Usulca gözleri beni buldu. Baktı gözlerimin en içine, dili dudaklarında gezindi. Yutkundum sessizce, yandığımı görmedi ama yansıdım gözlerine. Alevden ibarettim.
''Yanacağım ateşe hazırım ben, seni söndürmek değil niyetim.'' Eli kaküllerime gitti. Çok yavaş bir şekilde kulağımın arkasına sıkıştırdı ama saç tellerim bile inatçıydı. Durmadı, tekrar önüme düştü. Alparslan bıkmadan yine aynı tutamı itti parmağıyla. Parmak uçları belli belirsiz alnıma ilişti. O an nefes almak bile fazlaydı bana.
''Seninle yanarım o ateşte, yeter ki yakan sen ol.'' Soluğum kesildi. Nefes nasıl alınır, onu bile unutmuştum artık tamamen. Kafamın içi uyuşmuştu giderek. Dokunuşu muydu beni bu hale getiren? Sadece parmak uçlarını hissediyordum oysaki.
''Arslan,'' dedim sesim içime kaçmış gibiydi. Kuruyan dudaklarımı ıslattım. Bayılmak üzereydim sanki. ''Yapma.''
''Dışardan buz gibi olup içeriden yanmak nasıl olurmuş, göstereceğim sana.'' Elini tutup indirdim hızla. Bu kadarı fazlaydı. Kaldıramazdım, yapamazdım. Bana vaat ettiği şeyi kabul edemezdim. Oturduğum yerde duramadım daha fazla ve hemen ayağa kalkıp ondan uzaklaştım.
Durmadı. O da kalktı. Artık yan yana olmasak da karşı karşıyaydık. İki adımda dibimde bitti yine. İttirdim sağlam olan elimle.
''Arslan yapma, benim ateşim benden başkasına zulüm.'' Elim iki göğsünün arasında asılı kaldı. Öylece bana bakıyordu. Eli elimi buldu ama indirmeden dokundu sadece. İri eli kavradı ince uzun parmaklarımı. Gözleri uçurum gibiydi ve ben birazdan o uçurumdan düşmek üzereydim.
''İttiğin kadar geleceğim, Asena. Sen gittiğini sandığın da bile bir adım arkanda olacağım, gözünü kapattığın an sinende olacağım.'' Bir şey söylememi mi bekledi bilmiyorum ama göz bebeklerimin nasıl titrediğini izledi birkaç saniye.
''İstersen şimdi en uzağa git. Bu saatten sonra gitmemen için uğraşacağım.'' Elimi göğsünden indirdi usulca ama bırakmadan bana doğru geldi iki adım. Dibimdeydi. Ağzım bir karış açıktı ve ben öyle nefes almayı seçmiştim.
Kafamı olumsuz anlamda salladım deli gibi. Yakınlığından dolayı kalbim ağzımda atmaya başlamıştı.
"Beni tanımıyorsun." Dedim güç bulduğumda. Hala kafamı sallıyordum iki yana, gözüm ise ondan hariç yerde dolaşıyordu. "Benden uzak durmalısın." Diyerek kendimi ondan çekmek istedim. Eli parmak uçlarıma doğru süzülürken ikimizinde eli boşluğa düşmüştü. Bakışları boşluğa düşen elimde takılı kalmıştı.
"Biz aynı yolun yolcusu değiliz. Benim yolumda dikenler var."
"Anlatırsan dinlerim, anlatmasanda sadece sussan da benim olmak istediğim yer burası."
"Erken karar veriyorsun, her şey için çok erken Arslan." Elimle yüzümü sıvazlarken arkamı döndüm ona. Bu yaşadıklarımda neydi böyle? Aklımın ucundan geçmeyecek bir şeyi şu an yaşıyordum.
"Omzundaki yükü, yorgunluğunu paylaş benimle, ben bunu istiyorum sadece senden." Derin bir nefes verdiğini işittim. Sırtım ona dönük bir vaziyette pencereden dışarı bakıyordum. Sıcak ama ferah nefesini saçlarımda hissettim. Ama daha fazlasını yapmadı, orada öylece durdu.
"Evet, çok yorgunum ve hiçbir şeye hevesim yok." Sesim tahmin ettiğimden daha sert çıkmıştı. Oralarda minik bir Öfke sezdim. İçimde yangınlara sebep olan o Öfke her zaman bir yerlerde baş kaldırıyordu. "İçimden kuşlar uçup gitmiş, ben hala pencereye bakıyorum."
"Git, Arslan." Diyebildim söylediklerime sessiz kaldığında. "Bu sefer ben gitmeni istiyorum. Anlatsam da anlamayacağın şeyler için ateşimde boşu boşuna yanma."
"Kalbini bilen, dilini anlar Asena. Fazla kelam, harflere zulüm." Son sözleri bu olduğunda ceketini aldığını hissettim. Sessiz evin içinde ayak sesleri çok zor duyulsa da bir kuş misali gibi çıkıp gitmişti.
Pencereyi açtım hızlıca. Sanki aldığım nefes alamıyor gibi tıkanıp kalmıştım. Böyle bir şey olamazdı, olmamalıydı. Yaşanmamalıydı.
Bir burukluk vardı içimde. Hep vardı. Öyle alengirli sözlerle falan anlatmak istemiyordum. Bir burukluk var, hep vardı. Anlatsam da geçmeyecek, ölsemde bitmeyecek gibi. Hep var olacaktı.
<><><><><>
Helloo. Selam dostlar meclisi. Karışık bir bölümle daha geldim. Bir şeyleri toparlamaya çalışıyorum ama benim bir bölümde olmasını istediğim olayları sığdırmaya çalışsam herhalde bi 15-20 bin kelimeyi bulur. Bu da normal bir kitap formatında olmaması gereken bir sınır sanırım. Neyse, kitap konuşmak için çook erken böyle şeylerde pek gözüm yok. Hedeflerim başka ama şu anlık.
Umarım beğenmişsinizdir. Lütfen satır arası yorum yapmayı unutmayın. Okurken çok mutlu oluyorum, duygularını paylaşmanız hoşuma gidiyor. Oylarınızı da unutmayın, hemen sayfa sonunda. 🌸
Bu bölümde bazı misafirler geldi. Asena'nın babasının eşi, Yeliz. Ve onların kızları(ikizleri) Rüya ve Süha. Miran için geldiler ama çok kalıcı değiller. Diğer bölümde de yine sakin ilerleyeceğiz ama nabızlar yüksek olacak. Bir Asena-Yeliz yüzleşmesi gibi düşünebiliriz bunu. Ve Asena-Alparslan ı da karşı karşıya bulmuş olacağız. Sakin dediğim bölüme bak ahahshah.
Neyse sizi bolca öpüyorum. Benim için çoook kıymetlisiniz. Ha unutmadan Öfke timi şu an afk kaldı neredeyse ama biraz içsel meseleler işlemek istedim. Çünkü odak noktamız Asena. Enver, Cesur karakterlerine de fazla ilgi var hatta Cesur için ayrı kitap düşüncesine ulaşanlar bile olmuş ama şu an öyle bir planım yok. Tüm hedefim bu kurguyu hak ettiği değerde bitirmek. Sonrasına bakarız. Bu kurgudan sonra aklımda bambaşka bir kurgu daha var zaten ve eğer Cesur başrollü bir kurgu istenirse ikisini aynı anda yürüyebilir miyim bilmiyorum bile. Ayy yine çok konuştum, Behlül kaçar.
🌸🌸🇹🇷 |
0% |