Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. BÖLÜM

@esraslnn


Lana Del Rey ' Art Deco


Hep kaçmıştım bir şeylerden, dünyanın en cesur insanı olsam bile.

Bu kaçmalarımın sebebi korkumdan dolayı değildi bazı şeylere artık tahammül edemediğimdendi. Belki de sadece işime gelmiyordu.

Çünkü işime gelmeyen ve bana uymayan hiçbir şeye ve hiç kimseye tahammül edemezdim. Bu kişi en yakınım olsa bile. Ben böyleydim ve belki de hayatım boyunca hep bu yüzden yalnız kalmıştım.

Hayatıma bir tek Ceren'i almıştım. Sınırlarımı bir tek o aşabiliyordu ama bunun nedeni onun benim en yakın arkadaşım olması falan değildi. Bunun nedeni Ceren'in beni hiçbir koşulda yalnız bırakmamasıydı.

Ben yine bencildim. Ben yine kaçıyordum ve ben yine bir şeylere tahammül edemiyordum ama Ceren benim her şeyime tahammül edebiliyordu. O bu dünyada benim tek şansımdı. Şans eğer bir kere de olsa yüzüme gülmüşse bir yerlerde, bu kesinlikle Ceren'den yana olmuştu.

Küçükken benim onun kahramanı olduğumu söyleyip dururdu. Hâlâ söyler. Çünkü ben onu hep korurdum. Ona biri zarar vermeye kalktığında o kişinin karşısına cesurca dikilir gerekirse zararı ben alırdım fakat yine de ona bir şey olmasına izin vermezdim. Gün sonunda yine onun kahramanı olurdum. Hep oldum.

Sadece bir kez, sadece bir kez bir şeylere geç kalmıştım. Hayatımda yaşayacağım en büyük pişmanlığım bu olacaktı. Her şeyin çok kötü olmasını belki de engellemiştim ama yine de bir şeylere geç kaldığımı hissediyordum. Ceren'in hâlâ korkuları vardı.

Hep Hukuk okumak istediğini söylerdi. Dünyada çok adaletsizlik olduğu içinmiş bu. Ezilmek istemiyormuş artık. Kendi hâkkını savunmak istermiş en çok da. O gün kendi hâkkını her şeyden çok savunmak istemiş ama kimse onun elinden tutmamış, ben dışımda.

Hatırlıyordum. O gün bizim için büyük bir kabustu. Ceren'in o haline kalbim ağrıyordu. Oraya ben gidecektim. Benim yerime o gitmiş. Ben kendimi korurdum ama o her şeyden öte savunmasız, masum bir çocuktu.

Koşmuştum. Canım çıkarmış gibi koşmuştum. O gün o plan bana yapılmıştı, ağlarına ise Ceren düşmüştü. Ve ben o gün ilk kez bir insanı gerçekten öldürmek istemiştim. Şayet Ceren engel olmasaydı ben o gün katil olacaktım. İlk cinayetimi o zaman işleyecektim.

Okul üniformam üzerimde yeni geliyordum yurda. Ceren hemen yanımdaydı. Koluma girmişti. Benim boş bakışlarım önümden geçip gitmekte olan kimsesiz çocuklardaydı. O sırada odaya girdik ve hemen ardımızdan Berçem içeriye girdi. Okul çantasını yatağa fırlattığında gözleri bana dönmüştü.

"Nisan n'aber?" dedi samimiyetsiz bir sesle.

Beni seviyormuş gibi görünsede içten içe nefret eden biri olduğunu biliyordum. Muhtemelen benim yok olmamı bile istiyor olabilirdi çünkü okuldan sevdiği çocuk olan ve Cenk'in de en yakın arkadaşlarından biri olan Mert geri zekalısının, beni sevdiğine inanmasamda bir şekilde bana olan takıntılı hareketleri vardı. Berçem bunu biliyordu hatta o gün Mert'in sözde şaka yapma ayağına bana çıkma teklifi etmesine de bizzat şahit olmuştu. Mert'in teklifini kabul etmesem bile o günden sonra Berçem'in eline geçsem şüphesiz beni öldürürmüş gibi bir ifadesi vardı ama o sanki beni seviyormuş gibi ikimizin de yanından ayrılmıyordu.

Çantamı üst ranzaya attım, elim okul gömleğimin düğmelerini bulduğunda "İyi," dedim düz bir sesle. Başka da bir şey demedim. Ona senden n'aber diye sormayacaktım çünkü ben yüzündeki samimiyete karşılık davranırdım karşımdaki insanlara.

Onu umursamamam sonucu yüzünden bir öfke geçtiğini gördüm, boynundan kravatını çıkardı ve parmaklarına doladı. Hareketlerini izledim, bu sırada topuz yaptığım saçımdaki tokayı çıkardım ve koyu kahverengi saçlarım belimi aşarak kalçalarıma kadar döküldü.

"İyiyim ben de ya sağ ol sorduğun için," dediğinde yapmacık gülümsemesini sürdürüyordu.

Ona aynı onun gibi yapmacık bir gülümseme atıp gözlerimi çektiğimde Ceren'in gözlerine denk gelmiştim bu sefer. N'apıyorsun, der gibi bakıyordu bana, insanlara karşı bu tavrını düzelt, insanların nefretini daha fazla kazanma... Sesli olarak söylemese bile ben o mesajı ondan almıştım.

Omzumu silktim ve Ceren gözlerini devirdi. O sırada Berçem'in tekrardan bizim tarafa doğru geldiğini gördüm. "Senin şu cezan sürüyor hâlâ değil mi?" diye sordu.

"Hm," dedim kafamı sallarken.

Ceren o an bir dirsek attı karnıma. Kafamı hızla ona çevirdiğimde gözlerimde gördüğü ifade ile bundan pişman olmuştu. Gözlerini devirdi tekrardan ve pes der gibisinden üstündeki gömleği çıkarıp dolaba ilerledi, ben bu sırada eşofmanımı bacaklarımdan geçiriyordum.

"Bitmediyse eğer sana bugün yardım etmek istiyorum," dediğinde kaşlarımı çatarak Berçem'e baktım.

"Sen mi bana yardım edeceksin?" diye sordum, alayla. "Nedenini bilmiyorum ve açıkcası sorgulama gereği bile duymuyorum ama Kerime buna izin vermez Berçem. O koca kütüphaneyi bana temizlettirecek kafasına koymuş bunu."

"Bu diğerlerine göre daha hafif bir ceza en azından," diye mırıldanan Ceren'di. Evet hafifti çünkü bu cezayı birazda kitapları sevmemden kaynaklı bizzat ben kendime seçmiştim ve o da tamamen başkalarının gözüne batmamak içindi.

Kerime benim avuçlarımın içindeydi. Tasması elimdeyse, yılan kafası ayaklarımın altındaydı.

Berçem, "Konuştum ben Kerime anne ile kabul etti," dedi. Yüzümü buruşturdum anında.

Hızla ona döndüğümde "Senin annen Kerime değil Berçem!" dedim sertçe. Bu ani tepkime karşılık irkilmişti ve diğer odadaki kızların gözü bize dönmüştü. "Belli bir yaşa geldiğini ve bu yüzden biyolojik olarak bir anne ve babanın olmadığını anlayacak kadar beyninin geliştiğini varsayıyordum ama hâlâ böyle söylediğine göre, gelişen sadece beden yaşınmış."

Berçem'in yüzü öfkeye bürünürken "Nisan!" diye sesini yükselten kişi Ceren'di. Kızlar arasında bir uğultu oluştu ve ben Ceren'e döndüm.

"Ne var Ceren?" dedim umursamaz bir sesle. Gözlerim odadaki kızlara kaydı. Bu odada on kızdık ve sadece Berçem değil onlarda bana nefretle bakıyordu. "Haklı değil miyim? Burada kimsenin anne ve babası yok, siz neden hepiniz o anne sıfatının yanına bile yaklaşmayacak olan kadına anne diyorsunuz anlamadım. Salak mısınız yoksa cici kızlar gibi salağa yatarak içinizdeki masum duygularınızın arkasına mı saklanıyorsunuz?"

"Nisan yine saçmalamaya başladın?" dedi Ceren kısık bir sesle, sinirle gözlerime bakıyordu.

"Saçmaladığım tek bir cümle varsa şimdi hemen söyle bana Ceren," dedim. Ardından Berçem'e döndüm, bu sırada gözlerim kızlarında üzerinde gezinmişti. Kızların hepsi bana bakıyordu. "Hangimizin anne ve babası var? Senin var mı Berçem, en son sen henüz on yaşındayken sokağa atılmamış mıydın?" Gözleri doldu. Sözlerim bir bıçak gibiydi ama o bıçaklar gün sonu toplanıp bana saplanıyordu her seferinde. "Sana bunu ikinci kez yaşatan Kerime denen kadın değil miydi? Hastalığından dolayı elinde olmayan bir şeyden ötürü seni dışarda bahçede uyutmaya zorladı sabaha kadar. Aptal mısın yoksa alışkanlık olduğu için mi ona hâlâ anne deme gereği duyuyorsum?"

"Düzgün konuşsana ya, ne biçim bir insansın sen?" diyen Sahra'ydı. Ceren'in ağzı aralık kalmıştı böylece ondan önce söze Sahra girmişti.

Birkaç dakika önce içeriye giren Sahra'ya gözlerimi çevirdim hızla. Odamızın en çalışkan kızıydı ve kendisi fen lisesinde okuyordu. "Gerçekçi bir insanım ben Sahra'cığım," dedim yapmacık bir gülümseme ile. "Sizin aksinize anne gibi kutsal bir kelimeyi yakışmayacak insanlara yapıştırıp da ardından pembe hayallerin ardına sığınıp kendimi onlarla avutmuyorum gün bitene kadar. Hele ki bu kişi bize bok gibi davranan biriyse... Bokun içinde de bu kadar iyilik meleği olmayın ya."

"Nisan!"

Ceren'in öfkeli sesini duymazdan geldim. Gözlerim Sahra'nın kahverengi gözlerindeydi. "Seni geçen sefer ben kurtardım o kadının elinden ama sen gittin ikinci gün yavru köpek gibi anne dedin o şerefsize. N'için, zaten bağıştan ötürü hakkın olan kıytırık bir mont için." Kafamı iki yana salladım alayla. "Beni her seferinde büyük bir hayal kırıklığına uğratıyorsunuz. Ben de her seferinde şaşırıyorum bu aptal tavırlarınıza."

"Böyle yaparak kendini gururlu ve çok üstün mü görüyorsun bizden?" dedi Sahra kollarını göğsünde bağlarken. "Biz salağız evet, peki sen nesin Nisan?" diye sordu. "Ben en azından çalışıp çabalıyorum bir gün o bokun içinden çıkmak için. Ki çıkacağım da okuyarak ama sen tamamen bitmiş gibisin." Kalbim ağrıdı. "Şu hâline bir bak." Beni süzdü acıyan bakışlarla. "Son zamanlarda iyice aklını yitirmiş gibisin. Hâlâ bazı şeyleri kabullenemiyorsun bile. Her gün dibe batıyorsun üstelik acı olanda ne biliyor musun, bunun gayet de farkındasın."

Gülümsedim yarım ağız ve o an Ceren bunu görmüş olacak ki, "Kes sesini Sahra!" dedi ama Sahra en az benim kadar dik başlıydı ve en az benim kadar gerçekçiydi. Sahra benim gibiydi aslında. Benim iyi yanım.

"Nedenini tam olarak bilemesemde içindeki öfkeyi etrafına değil, bize ise hiç yansıtma ve ben gerçek anlamda seni seviyorum çünkü nedenini biliyorsun. Bu yüzden bir arkadaşın olarak sana tek tavsiyem Nisan, profesyonel bir yardım al, hatta ben sana bu konuda emin ol yardımcı bile olurum. Biliyorsun okuldaki hocamın asıl branşı psikolog olması. Sana hiç tereddüt etmeden yardım eder."

Güldüm o an büyük bir kahkaha attım. Bunun üzerine Ceren ve Berçem'in aksine Sahra'nın yüz ifadesi değişmedi sadece gözlerinde bir şaşkınlık meydana geldi. "Ben deli değilim Sahra. Delilerin arasında kalıyorum sadece." Tiksinerek onlara baktım. "Siz gerçekten hepiniz zavallısınız. Hepiniz işinize geldiği gibi davranıyorsunuz neden çünkü iyi bir yere gelene kadar her boka ve her iğrenç şeye sesinizi çıkarmayıp katlanıyorsunuz. Benim midem bunu almaz emin ol," diyerek elimdeki tişörtü kafamdan geçirip kapıya doğru gittiğimde Sahra hızla önüme geçti ve öfke ile gözlerime baktı.

"Kötülüğe kötülük ile karşılık verirsen hiçbir zaman iyiliği göremezsin Nisan. Kendine bir bak ve düşün," dedi sertçe bir şeyleri yüzüme çarpar gibi.

"Yaptığın saçma şeyler ile her yeni yaşına girdiğinde biraz daha mı gün yüzüne çıkıyorsun, yoksa her zamanki gibi yapayalnız kalıp şu soğuk yorganın altına mı sığınıyorsun tekrardan, bir düşün! Ben tek başıma doğdum ve büyüdüm ama emin ol tek başıma ölmeyeceğim. Sen ise çoktan pes etmiş, alışmış ve her şeyden önemlisi kabullenmiş gibisin bu yalnızlığı, sana cidden üzülüyorum."

Nefesim daraldı ve o an Ceren'in yanımıza geldiğini "Sahra çeneni kırmamı istemiyorsan eğer kes sesini ve defol git!" diye bağırıp onu ittirdiğini hatırlıyorum.

"Ne dedim ben ya? Gerçekçi bir insanım diyen kendisi Ceren," diyen Sahra'nın en gerçekçi sesini işitiyorum. Tartışmaya giriyorlar ve ben bu fırsat ile kendimi koridora atıyorum ama hâlâ Sahra'nın sesi kulaklarımda. "Bu şekilde ona iyilik yaptığını zannediyorsun. Oysa ona asıl kötülüğü yaptığının farkında bile değilsin. İyi değil görmüyor musun? Sürekli arkasında duracağına karşısında durup ikna etmeye çalış onu, destek alması için. Bir gün en çok üzülen sen olacaksın Ceren ama emin ol en çok zararı gören kişi yine o olacak."

Elimi duvara yasladığım sırada Berçem yanıma geldi. Bana baktı. Az önce yüzündeki ifadeyi silmişti. "Sana yardım etmek istememdeki sebep seninle bir konu hakkında konuşmak istememdi Nisan," dedi ciddi bir sesle.

Kafamı ona kaldırdım ve derin bir nefes aldım. "Berçem bak konu Mert ise eğer tavrımı biliyorsun zaten."

"Evet konu Mert ama ben bu işi sonlandırmak istiyorum ve senden de yardım istiyorum Nisan," dediğinde "Ben nasıl sana yardımcı olabilirim ki?" diye sordum.

"Orda anlatsam. Lütfen!" dedi yalvarır gibi. "Lütfen konuşalım. Ben akşam kütüphaneye geleceğim yanına. Sana yardım da ederim hem, çabuk biter işin."

"Tamam Berçem," dedim başımdan savmak için. Çünkü nefesim kesiliyordu. "Tamam ama cezam akşam için değil yarın," dedim ve onun gözleri parladı anlayamadığım bir ifade ile. "Yarın gel."

"Tamam o zaman," dedi keyifli bir ses tonu ile. "Yarın aşağıda kütüphanede görüşürüz o zaman." Kafamı salladım ona ve o arkasını dönüp gitti.

Yarın her şeyi unutacaktım ve bir sebepten ötürü benim yerime Ceren gidecekti o kütüphaneye. Ve işte o zaman orada çok kötü şeyler olacaktı hem benim için hem de Ceren için.

Gözlerimi kapattım. Daha fazla düşünmek istemedim. Üstümden akıp giden sıcak su tutulmuş kaslarımı gevşetirken ruhuma aynı şekilde etki etmiyordu. Ruhum kayadan bir buz parçasına dönüşmüştü bu evde. Her geçen günüm beni bu evde silikleştiriyordu. Her geçen gün amaçsızca hapsoluyordum burda. Bilinmezlik insanı yoruyordu. Ben yorulmuştum. Saçma sapan bir şüphe ve sonradan gelişen merakım yüzünden hayatım çıkılmaz bir yola girmişti.

 

Ben seçmiştim.

 

Hep bir seçim vardı önümde. Seçimler benim hayatımın bir parçasıydı. Ben onlarla yaşamak zorundaydım sanki.


Banyo rafından bulduğum şampuanla kafamı bir kez daha köpürdüğümde saçlarım kendine geliyormuş gibi yeni yumuşamıştı. Israrla bu evde banyo yapmama inadımı bırakmıştım. Çünkü daha fazla saçımdaki bu ağır kir tabakasıyla dolaşamazdım. Yani sebebi onun bana bakıp da pasaklısın demesi asla değildi!

Zaten iki günde bir banyo yapan ben, bu kadar uzun süre banyo etmediğime inanamıyordum. İnadım bazen benim zayıf noktam haline gelip karşımdaki insanlardan çok bana zarar veriyordu. Biraz daha bu halimle dolaşsaydım eğer bitlenecek olmam kesin bir gerçekti.

Son kez vücuduma su tuttuğumda duş kabininden çıktım. Islak ayaklarımın çıkardığı sesler kulağıma gelirken banyoda bulunan aynadan yansımama baktım. Gözlerim feci haldeydi. Yarım yamalak uyuduğum saatler bana yetmiyordu. Kahverengi harelerimin beyaz akı kanlanmış, alt derisi morarmıştı. Gereğinden fazla beyazdım. Bu halimi bazen sevsemde bazen nefret ediyordum. Vücudumda çıkan en ufak şey hemen kendini belli ediyordu. Bu da oldukça sinir bozucu bir durumdu.

Aynaya bakmayı keserek temiz bir havluyla vücudumu kuruladım. Odadan getirdiğim iç çamaşırları elime alırken yüzümü buruşturmadan edemedim. Bunlar niye böyle iddalıydı anlamıyordum. Umarım o herif bizzat kendisi almamıştı bunları. Dantel olan siyah çamaşırları giydiğimde üstüne ipek kumaşından olan yeşil bir bluz altına siyah bir kot giydim. Saçlarıma küçük bir havlu sardığımda banyodan çıktım. Koşar adım odaya girerken arkamdan kapıyı kilitledim.

Derin bir nefes aldım. Burda geçen günleri saymayı bırakmıştım. Her günüm geçen zamanla birlikte korkudan ölmemin yanı sıra Gülperi ablayla sohbet etmek ve o adamdan köşe bucak kaçmakla geçiyordu. Neyse ki bu işte oldukça başarılıydım. Kocaman evde doğru düzgün karşılaştığımız bir elin parmaklarından azdı. Hatta o günden sonra üç gün geçmişti ve ben onu sadece bir kere bahçe de görmüştüm, Serhat ile konuşurlarken.

Bana verdiği odaya girdiğimde saçımdaki havluyu çıkararak yatağın üstüne attım. Elime aldığım tarakla saçlarımı taramaya başlarken gözlerim hep komodinin üzerine indirdiğim telefona gidip geliyordu. Ben dünyanın en korkak insanıydım. Ne kadar çok beklersem her şey o kadar çok kötüye gidiyordu. Ne kadar çok ertelersem bir o kadar yapamayacağımı biliyordum. Döngüye girmiştim ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece korkudan ölüyordum. Yaptığım tek şey buydu. Ölüp ölüp dirilmek. Oysa ilk günlerde sırf hırsımdan dolayı o adamdan kaçmayıp telefonu alarak ardından Ceren'i arayıp ona Ankara'da olduğum yalanını atsaydım eğer belki de hiçbir şey bu noktaya gelmeyecekti.

Banyoya girmeden önce saat akşam dörde geliyordu ve ben neredeyse bir saatten fazladır banyo yapmıştım. Gülperi ablanın gidip gitmediğinden habersizdim. Onu en son aşağıda akşam yemeği yaparken bırakmıştım.

Şaçlarımı taramayı sürdürürken pencereye yaklaşarak aşağıya baktım. Gördüklerim ile kaşlarım çatıldı. O adamın arabasından başka beyaz bir araba daha duruyordu aşağıda ve bu Serhat'ın genellikle kullandığı araba da değildi. Eve başka biri mi gelmişti? Kapımın aniden çalmasıyla yönümü hızla kapıya çevirdiğimde nedense tedirgin olmuştum.

"Benim Nisan," diyen Gülperi ablanın sesini duyunca istemsizce rahatlayarak derin bir nefes aldım. Ardından kilidi çevirerek kapıyı açtım.

Ne oldu der gibisinden yüzüne baktım, "Cihangir Bey aşağıda seni bekliyor kızım. Seni çağırmamı istedi benden," dedi düz bir sesle. Kalbime bir anda anlayamadığım bir his, bir çarpıntı girmişti. Ağzımı açacağım sırada konuşmama fırsat vermeyerek "Ben aşağıdayım. Birazdan çıkacağım sen de gelirsin tamam mı canım?" diyerek kaçar gibi gitmişti.

Öylece arkasından baktım. Derince yutkundum ve sonra da alt dudağımı dişleyerek odada gidip gelmeye başladım. Bir şeyler yeni aklıma dank ediyordu. Sanırım zamanı gelmişti ve ben her şeyi kabul etmiştim. Üstelik benden ne isteyeceğini bile bilmiyordum. Açıkcası şimdiye kadar sessiz olup bana karışmadığı için ondan hep kaçmıştım ve bunu göz ardı edebiliyordum fakat şimdi beni çağırdığına göre...

Bundan sonra benden hiçbir şekilde kaçamayacaksın... Derin bir nefes aldım ardından kendimi toparlamaya çalışarak saçımın ıslaklığını umursamadan dışarıya çıktım.

Her ne kadar korkmadığımı söylesemde oturma odasının kapısına geldiğimde kalbim korkudan mı yoksa heyecandan mı böyle hızlı atıyordu bilmiyordum. Derince yutkunduğumda boğazıma bir yumru takılmıştı. Terleyen avuç içlerimi kotuma silip derin bir soluk daha içime çektim ve kapıdan içeriye girdim.

O, görüş alanıma girerken her zamanki gibi üstünde takım elbisesi vardı. Büyük koltukta oturmuş bir bacağını diğerinin üzerine atarak yayılır vaziyette rahattı. Elinde televizyon kumandası, karşısındaki büyük ekrana bakıyordu.

Hissetmiş olacak ki kafasını çevirip beni gördü. Delici bakışları üstümde dolandığında sakin olmaya çalışarak tırnaklarımı avucuma batırdım. Banyo yapmıştım ve üstelik kendi tükürdüğümü yalayarak aldığı şeyleri giymiştim. Onun bu yaptığıma karşılık benimle alay etmesini bile bekledim o an, ama sadece "Sonunda inatçılığını bırakmışsın ha," diye mırıldandı.

Sonra gözleri saçlarımda bir süre takılı kalırken kaşlarını çattı ve kahverengi harelerime bakıp "Geç otur," diyerek koltuğu işaret etti.

İstemeyerekte olsa söylediğine uyarak ondan en uzak köşede bulunan tekli koltuğa oturdum. Yayıldığı koltukta dikleşti. Önündeki sehpada bulunan dolu kül tablası ve içerideki hafif duman kokusu yeni sigara içtiğini gösteriyordu.

Fazla sigara içiyordu.

Devam etsindi ve gebersindi bence!

"Beni niye çağırdın? Ne söyleyeceksen çabuk söyle çünkü gideceğim," dedim, ters bakışlarım onun üzerindeydi.

Bu tepkime karşılık yüz ifadesi değişmedi. "Ne meraklısın sen öyle gitmelere," dediğinde kara gözleri gözlerimdeydi.

"Normal bir insan olarak zorla sokulduğum ortamlara çok fazla tahammül edemiyorum," dediğimde dişlerimi göstermeyecek şekilde gülümsemiştim yapmacık bir şekilde.

"Zorla?" diye sordu sanki öyle bir gün hiç yaşanmamış gibi. "Gören de sana bu evde işkence ettiğimi sanacak. Bir gün buradan zengin olarak çıkman varken fazla dramatize ediyorsun her şeyi."

Derince yutkundum. Nedense onun verdiği bu cevap sinirimi bozmuştu. Kollarımı göğsümde bağladım ve dik dik yüzüne baktım. "Sen hep böyle insanları paranla satın alabileceğini mi düşünüyorsun?"

"Evet," dedi hiç düşünmeden.

Çok net olmuştu bu ya.

Kaşlarım çatıldı. "Ama bak, her şey sandığın gibi değilmiş, boktan paran umurumda bile değilmiş benim," diye sinirle soluduğumda dirseğini koltuk kenarına yasladı ve sonra da gözleri gözlerimdeyken sakalını kaşıdı.

"Kendini ele veriyorsun," dedi, gözleri gözlerime mıhlandı. "İstemsiz mi yapıyorsun, yoksa bu da mı kendince kurduğun bir oyun?"

Anlamayarak "Ne?" diye sorduğumda gözlerim büyük camın ardında havuz başında dikilen ve telefonla konuşan sarışın kadına takıldı. Zeliha'ydı.

Onun ne işi vardı burda be?

"Nisan?" dedi sonra düşünceli ve sorgular bir ses tonu ile. Nedense onun ağzından ismim ilk defa bu şekilde değişik bir tınıda dökülmüştü. "Farkında mısın bilmiyorum ama ilk günün aksine bana verdiğin cevaplar ve yaptığın hareketler birbiri ile çok fazla çelişkili. O zaman sen neden benim evime girdin?"

Ağzım açıldı. Kollarımı çözüp, yerimden kıpırdandığımda "Çünkü istemiyorum," dedim cızırtılı bir sesle. Beni yakalamaya çalışıyordu ama onu alt edebilir ve ondan kaçabilirdim.
"Sen de bilir misin bilmem ama hırsızlık karşılıksız olan bir şeydir. Oysa sen bana o parayı almam için bir şart koşuyorsun. Henüz ne olduğunu bile bilmediğim bir şart!"

"Yaptığın şeyi sıradan bir şeymiş gibi ne de güzel anlatıyorsun sen öyle," dedi.

Böyle bir şeyi bir anda yüzüme vurunca utanmıştım fakat bunu ona göstermeyerek "Teşekkür ederim," dedim alayla.

Gülecek gibi oldu ama gülmedi. "Utanma falan da yok hiç," dediğinde yüzümün kızardığına emindim oysa.

"Senin var mı ki benim olsun?" diye sordum söylediği şeyin altında kalmamak adına. "Aynı kulvarda olmayabiliriz ama emin ol ikimizin de gideceği yolun sonu cehenneme varacak. Ben hırsızsam, e sen de insan kaçakçısısın."

O an kendine hakim olamamış gibi büyük bir kahkaha attı ve ben olduğum yerde dondum. Gözleri kısılmış, gülerken kara harelerinde bir parıltı meydana gelmişti. O gözleri ile gülen insan kategorisindeydi.

Derince yutkunduğum sırada hipnoz olmuş gibi ona bakarken kendini toparladı ve sonra da hızla ciddi yüz ifadesine büründü tekrardan. "Yalnız o tam olarak öyle değil," dediğinde kara çekik gözlerinin bir saniye bile benden ayrılmaması sinirimi bozuyordu. "İnsan kaçırmıyorum ben."

"Ben neyim peki?" diye sorduğumda sen insan değilsin demesin diye içimden dua etmiştim.

"Seni kaçırmadım tehdit ettim bu yüzden kendi isteğinle kalıyorsun," demesiyle daha çok gözlerimi devirmiştim. Diğeri daha iyi bir cevap olurdu bence!

"Bir de bana söylüyorsun hiç utanman yok diye." Mırıldanmamla gözleri kısılmıştı. O sırada hâlâ telefon ile konuşan ama bize dönük olmasından kaynaklı bu sefer gözleri bizim üstümüzde olan Zeliha'ya denk geldim.

Tuhaf bakıyordu. En çok da beni öldürmek ister gibi.

Gözlerimi ondan çektim ve hızla Cihangir'e baktım, gözlerinin hâlâ üzerimde olması karnıma istemsizce bir sancı göndermişti. Bu herif gözleri ile beni taciz ettiğinin farkında mıydı acaba? Tamam o niyetle bakmadığı belliydi ama neden sürekli gözleri üzerimdeydi?

"Söylecek misin artık beni buraya neden çağırdığını?" diye sorduğumda sıkılgan tavrıma karşılık bir süre yüzüme bakmaya devam etti.

Bana öyle bakmayı keser misin, diye bağırasım gelmişti, sıktım kendimi.

"Fazla sabırsızsın." Dikleşti yerinde ve bana baktı ciddi bir ifade ile. "Şimdi bazı şeyleri çok fazla uzatmadan direkt konuya gireceğim," dediğinde derince yutkundum ve gelecek şeye hazırladım kendimi. "Senden bir eve girmeni istiyorum. Yalnız öyle senin sandığın gibi değil. Evde bir dosya var, kırmızı kapaklı bir dosya... Bana onu getireceksin."

Söylediği şey ile kaşlarımı çatmış ne düşüneceğimi bilmeyerek daha çok şaşırmıştım. Benden istediği bu muydu yani?

Dudaklarım aralandı fakat o benden önce söze girdi. "Gireceğin evin çalışma odasında bir kasa bulunuyor. Çok büyük bir ihtimal onun içinde. Çalışma odasına girdiğin an Ali sana kasayı açman için bazı kodlar gönderecek."

Kaşlarımı çattım. Birincisi daha öncede adını duyduğum bu Ali kimdi?

İkincisiyse bu işi yapacak bir sürü adamı vardı neden bana yaptırıyordu? Hırsız olduğum için mi? Aklımda yüzbinlerce soru işareti meydana geldi.

Bu adam farkında mıydı bilmiyordum ama benim kafamda soru işareti oluşturduğu müddetçe bir şeylere sebebiyet vermeye devam ediyordu.

Cevap beklermiş gibi gözlerimin içine baktı. Buz tutmuş ellerimi kucağımda birleştirirken boğazımı temizledim. "Bana o parayı almadığım için pişman olacağımı söylemiştin. Bu söylediğinle ben şimdi bunu düşünmek yerine daha çok şüpheye kapıldım. Bilerek mi yapıyorsun bilmiyorum ama her geçen gün kafamda soru işaretleri oluşturmaya devam ediyorsun. Neden?" Gözlerim kısıldı. "Neden bu kadar basit bir şeyi adamlarından herhangi birine yaptırmıyorsun?"

"Senin için basit olabilir, ne de olsa profesyonelsin bu konuda ama bizim için aynı şey geçerli değil," dediğinde, alaylı bir gülüş çıkmıştı ağzımdan.

"Kirli olan ellerini daha fazla kirletmemek adına yapıyorsan bunu eğer yanılıyorsun söyleyeyim sana." Gözlerinin içine baktım. "Şeytan da bizzat kendi kötü emellerini yapmaz, insanlara yaptırır fakat hiçbir şey değişmez aslında. Çünkü şeytan yine şeytandır."

"Senin şu dilin hep mi böyle iyi çalışır?"

"Çoğu zaman?" dediğimde gözlerinden anlayamadığım bir ifade geçti.

Bu sırada kapıdan Zeliha denen kadın girmişti. Öyle ki kendisi gelmeden önce yoğun şekerli parfümü sağ olsun bize yüz metre öteden haber vermişti geldiğini. Gözlerim ona kaydığında tanımadığım bu insanlar arasında kendimi tedirgin hissediyordum.

"Merhaba Nisan, nasılsın?" diyerek Cihangir'in yanına oturduğunda bacak bacak üstüne attı, son derece rahat bir tavırla.

Siyah kumaş pantolon üzerine bu sefer başka renkte bir bluz giymişti. Daha çok iş kadını gibi giyiniyordu ve açıkcası bu tarz ona yakışıyordu. Sivri topuklu ayakkabısından gözlerimi çekerek samimiyetsiz bakan mavi gözlerine baktım. "İyiyim," dedim kısık bir sesle. Gözlerimi kıstığımda "Adın neydi bu arada?" diye sordum. İlk karşılaşmamızda bana olan gıcık bakışları düştü gözümün önüne. "Kusuruma bakma lütfen ilk izlenim olarak ben de negatif bir etki yaratan insanlara karşı ben biraz unutkanım da," diye devam ettirdiğimde Cihangir'in yüzünde hoşuna gitmiş gibi belirsiz bir sırıtma meydana gelmişti.

"Adım Zeliha Nisan'cım," dedi, beni öldürmek istermiş gibi gözlerime bakarken biraz daha kaysa neredeyse Cihangir'in kucağına oturacaktı.

"Zeliha," dedim anladım der gibisinden başımı sallarken. Sonra da yerimde dikleştim ve gözlerinin içine baktım. "Peki Zeliha bütün bu saçma şeylerin içinde sen de var mısın?" Zeliha anlamamış gibi bana bakarken Cihangir kaşlarını çatmıştı. "Yani demek istediğim bir hemcinsim olarak benim burda zorla tutulduğumu biliyor olmana rağmen böyle iğrenç bir şeye nasıl göz yu-"

"Sen sussana bir," diye sözümü kesen kişi Cihangir'di.

Ona bakma gereği duymadım çünkü gözlerim Zeliha'nın üzerindeydi. Yüzünden böyle bir şeyi beklemiyor olduğu kesindi ama hiç de umrundaymış gibi görünmüyordu. Hatta alaylı bir ifade oluştu mavi gözlerinde.

"Aslında evet," dedi küçümseyici bakışlarla beni süzerken. "Cihangir bana bu konuda bir şeyler anlattı ama nedense şu an aklımda kalan ve hâlâ kafamı kurcalayan tek bir şey var, o da neden elin kolun sağlamken insanların evini soyacak kadar kendini bu seviyelere düşürmen? Ben bu olaya bir kadın olarak değil de bir insan olarak bakmayı tercih ediyorum."

Al işte aldın mı cevabını?

"Bu çok düşünceli insanlığının içinde insanları alıkoymanın olmaması gereken bir şey olduğu düşüncesi de var mı Zeliha?" diye imayla gözlerinin içine baksamda az önce söylediğine karşılık nefesim kesilmişti.

Dilin çok sivri ve en ufak bir öfke tetiklenmesinde çoğu zaman hiç düşünmeden konuşuyorsun. Fakat unutma! Bunun avantajı olduğu kadar zararı da var ve en büyük zararı yine sana olur; çünkü dil de senin, dilini harekete geçiren de beyinde! demişti bana eliyle şakağını gösterirken. Ona inanmıştım çünkü her seferinde bunu yaşıyordum ama dediği gibi ben bazen düşünmeden konuşurdum, bu benim yapımdı.

İnsanın yapısı değişmezdi. Etrafındaki çevreye göre şekillenir, zamanla orada pişerdin, sonra da bir kimlik ortaya çıkardı ve o senin asıl kimliğin olurdu.

Zeliha denen kadının gözlerinden anlayamadığım bir nefret geçerken elindeki telefonu yanına indirdi ve bana baktı aynı şekilde. "Alıkoymak mı?" diye sordu alaylı bir ses tonuyla. "Şu an ben, ellerinin ve kollarının bağlı olduğuna dair herhangi bir şey göremiyorum." Ayak tırnaklarıma kadar süzdü mavi gözleri. "Hatta öyle ki oturduğun yerden oldukça rahatmışsın gibi görünüyorsun."

Sinirle dişlerimi birbirine bastırdım ve öfke ile gözlerimi Cihangir'e çevirdim, dudaklarım aralandı fakat onun bana attığı korkutucu uyarı dolu bakışlar ile dudaklarım sadece aralık kalmakla yetinmişti.

"Şu iş tamam mı?" diye soran Zeliha'nın sesi birbirimize olan bakışmamızı kesen şeydi. Ona baktım. Gözleri Cihangir'in üzerindeydi ve soruyu ona sormuştu. Yüzünde ise anlayamadığım bir öfke vardı.

Cihangir gözlerini benden çekmezken "Hangi iş Zeliha?" diye sordu durgun bir sesle. Her zamanki gibi gözlerinin beyaz akı kanlanmış, durmadan şakağını ovuyordu başı ağrır gibi ama bana bakmayı da ihmal etmiyordu!

"Şu iş işte," dedi Zeliha sinirli bir ses tonuyla. Cihangir gözlerini benden kopardı ve ona baktı. "Konuştun mu Nisan'la? Her şeyi hâllettim ben."

"Ha evet," dedi Cihangir başını sallarken. Göz ucuyla bana baktı tekrardan. "Konuştuk biz. Tamamdır. Bu konuda endişen olmasın."

Şeytan diyordu ikisinin kafasını tutup son hız birbirine vur. Resmen ikisi oturmuş benim hakkımda bir şeylere karar veriyorlardı. Ben ise sesimi çıkaramıyordum. İşte ben ve onlar arasındaki fark şu an tam olarak buydu. Ben ne kadar sivri dilli olursam olayım beni yenmişlerdi ve bir kukla gibi oynatmaya devam edeceklerdi ellerinde. Ama benim adım da Nisan'sa eğer ben bütün bunları onlara elbet bir gün ödetecektim.

"Benim hakkında verdiğiniz kararların hepsi buysa eğer ben gidebilir miyim artık?" İkisinin gözleri bana döndü. "Çünkü bu iğrenç duruma katlanılması da ikinizin olduğu şu saçma ortamda bulunulması da benim için oldukça zor ve inanın ben bazen katlanıp da göz yumamıyorum. Bu yüzden kötü şeyler olmadan önce ben en iyisi kalkayım."

Ellerimi koltuk kenarına atarak ayağa kalkacağım sırada Cihangir'in hızla "Otur yerine daha bitmedi," diyen sert sesiyle dişlerimi birbirine bastırarak tekrardan yerime oturdum, bu sefer kötü bir şey söylememek için kendimi tutmaya kararlıydım.

Bunu yapmam sonucu Zeliha'nın alaylı bakışlarını üzerimde hissederken ben karşımdaki adama bakıyordum. Çünkü asıl muhattabım oydu ve beni bu duruma düşüren de oydu. Bir süre sessizlik oldu. Gözlerimiz arasında bir savaş çıktı ve bu savaşın tek kazanını kesinlikle bendim ama onun az önce söylediğinden sonra gözlerini bir saniye bile benden ayırmaması omurgamdan saç diplerime kadar ürpermeme neden oluyordu. Kara gözlerindeki karmaşık ifadeyi bir türlü çözemiyordum. Bana diktiği donuk bakışlarına daha fazla dayanamadım. Derince yutkunurken ellerim yumruk şeklini aldı, gözlerimi gözlerinden kaçırdım. İşte ben bu hâle gelmiştim. Onun emirlerine asla sesini çıkaramayan bir kukla!

"Kimlik işi tamam Cihan."

Duyduğum yabancı erkek sesiyle kafamı kaldırarak kapıya baktım. Yeni içeriye giren adam beni görmüş olacak ki kapının önünde durmuştu. Bir süre anlamsızca bakıştığımızda elinde tuttuğu telefonu çevirerek kot pantolonunun cebine attı. Gözleri bir saniye bile olsun benden ayrılmazken göz ucuyla Cihangir'e bakmıştı "Bizi tanıştırmayacak mısın kardeşim?"

"Gerek yok," dedi Cihangir. "Kim olduğunu biliyorsun zaten."

Kurbanlık koyun gibi iki adam arasında mekik dokuduğumda ne yapacağımı bilmiyordum. Bilmediğim bu yerde tanımadığım bu insanların içinde sinirlensemde içten içe de utanıyordum.

Bu sırada Zeliha elinde telefonu ile ayağa kalktı. "Ben şu yarım kalan işi hâlletmek için gidiyorum." Sonra da ilerleyerek kapıdan duran yabancı adama yaklaştı. "Sen de bu arada Nisan ile tanışmaya yavaştan başla Ali." Elini omzuna koydu. "Sana tavsiyem ağzından çıkacak olan sözlere karşı, kendine dikkat et çünkü tahmin edilebilir ki pek insan canlısı bir arkadaş değil kendisi." Ardından gözleri bize döndü. Daha doğrusu beni es geçip Cihangir'e baktı direkt. "Görüşürüz sonra." Elindeki telefonu salladı ona. "Ben gerekli haberleri sana iletirim yarın." Ve sonra da bana hiç bakmadan çıkıp gitti.

Bu kadın kendini ne zannediyordu?!

Öfkeli bakışlarımı kapıdan çekip kim olduğunu bilmediğim kumral adamı incelediğimde onun da gözlerinin benim üzerimde olduğunu gördüm. Kot pantolon üzerine gri bir kazak giymişti. Tertemiz duran oval çenesinden, yeni traş olduğu belliydi. Karşımdaki dağ ayısının aksine yüz ifadesi oldukça yumuşak görünüyordu.

Birbirimize bakıp durduğumuzda "Kapının önünde dikilmeye devam mı edeceksin? Oturmaya niyetin yok herhâlde Ali?" diyen Cihangir'in sesi aramızdaki bakışmayı bölen şeydi.

Ali denen adam buydu demek. Yakışıklı bir adamdı doğrusu ve uzun boyu ile dergi kapaklarından çıkan mankenlere benziyordu. Gözleri benden koptu ve kısa bir bakış attı Cihangir'e, ardından hemen bana döndü tekrardan. Yürüyerek tam dibimde durduğunda korkmuştum. "Sen bu suratsız herife takılma lütfen, Nisan'dı değil mi?" diye sordu, hafifçe eğilerek kibar bir şekilde elini uzattı bana. "Ali ben."

Şükür Gülperi abladan sonra bu evden insan gibi biri çıkmıştı. Samimi tavrına karşılık sıcak elini tuttuğumda "Evet. Nisan ben," diye mırıldandım.

Gülümsedi. "Çok memnun oldum Nisan." Elimi bırakmazken dikkatli gözleri yüzümü inceledi bir süre. "Vov, küçük ve aynı zamanda güzel."

Söylediği ile ağzım aralandığında bu tepkime karşılık sırıttı. "Ve utangaç."

Kaşlarımı çattım ve o bunu da yakaladı. "Hm, sanırım birazda sinirli," dediğinde bu samimi tavrına karşılık kendime engel olamamış ve hafifçe tebessüm etmiştim bu sefer.

Ali, diğer elinin işaret parmağını hızla yüzüme çevirdiğinde, "Bu arada gülüşün güzelmiş Nisan," derken arkadan gelen güçlü ses ondan başkasına ait değildi.

"Tanışman bittiyse eğer, sen artık bir yerine mi otursan Ali?" İkimiz arasındaki bakışma kesilmiş ve ben bakışlarımı koltukta oturan Cihangir'e çevirmiştim. Kaşlarını çatmış kaskatı bir surat ifadesiyle bize bakıyordu. Daha doğrusu bana!

Derdi neydi bu adamın benimle ya?

Ali elimi bıraktığında gözlerini benden çekip ilerleyerek büyük L koltuğa oturdu. Yanında bulunan Cihangir'e baktı imalı bakışlarla. "Sadece tanıştık dostum. Sakin ol," derken ses tonundan dolayı Cihangir de ben de aynı anda kaşlarımızı çatmıştık.

"Kes, uzatma." Yüzü kaskatı kesildi bunun üzerine. "Şu kod işini hallettin mi, sen onu söyle önce?"

Ali bunun üzerine başını sallayarak onu onaylarken gülümsedi, daha doğrusu Cihangir'in bu tavrına karşılık sırıttı. "Tabii ki de hallettim," dedi kendini beğenmiş bir ses tonuyla. "Benim halledemeyeceğim bir şey mi var şu dünyada?" İki kolunu koltuk başlığına atarak iyice yayıldı yerinde. Fazla rahat tavırları vardı ve bu onu dışarıdan ilk defa gören biri için samimi gösteriyordu.

"Ukala piç." Cihangir mırıldanarak kısa bir bakış ona atarken, Ali bembeyaz dişlerini göstererek sırıttı ona. İkisinin yakın olduğu apaçık belliydi onu anlamıştım fakat ne kimliği ne kodundan bahsediyorlardı işte orasını hiçbir şekilde anlamamıştım?

Cihangir uzanarak sehpanın üzerinden çakmağını alırken dudaklarının arasına yerleştirdiği sigaranın ucunu yaktığında ben onun hareketlerini izlerken, "Asıl sana sormak lazım bunu," diyerek söze girmişti Ali. "Ben üzerime düşen görevi lâyıkıyla yerine getirdim, Zeliha'nın tarafındaki işler desen hemen hemen hâlloldu sayılır. Sen ise hâlâ çok saçma olduğunu düşünsemde bir anda böyle bir karar değişikliğine gitmekte ısrarcısın. Kızı buraya getirdiğine göre..." Duraksadı bir süre. "Konuştun mu Nisan'la?"

Ona döndüm ve bana baktığını gördüm. Sadece birkaç dakika önce tanışmış olduğum Ali denen adam, gülümseyerek bana göz kırptığında bu tavrına karşılık belki de o an ağzımın şaşkınlıktan dolayı aralanması gerekiyordu ama ben çok fazla utanmıştım çünkü o sırada alık gibi Cihangir'i izliyordum ve muhtemelen o bunu yakalamıştı.

Utanarak gözlerimi hızla ondan kaçırdım. Yanaklarım ısındı, ilk baş nereye bakacağımı şaşırarak etrafıma bakınırken Cihangir'in bana sabit kalmış kara gözlerine denk geldiğimde kalbim hopladı ve o an panikle bakışlarımı hızla çıplak ayaklarıma kaydırdım. Ne oluyor Nisan? Sakin ol.

Derin bir nefes alarak kalbimin birdenbire artan hızını sakinleştirmeye çalıştım. Ne saçma bir andı ya?

"Konuştum," dedi Cihangir ikinci kez. Ne konuşmak ama! Biliyorlar mıydı acaba o konuşmanın nasıl olduğunu? "Her şey tamam. Zeliha'dan yarın için haber gelsin, sonra en kısa sürede hâlledeceğiz şu işi."

Ona döndüm. Sinirlenmiştim tekrardan. Onun ağzından çıkan her kelime benim sinirlenmeme sebep oluyordu. Bakışlarımız kesişirken gözlerim Ali denen adama kaydı. "Aslında her şey tamam değil," dediğimde Ali'nin kahverengi gözleri bana dönmüştü. Aynı saniye de Cihangir'in kaşları çatıldı! "Benim yapacağım bu saçma şeyin detaylarını ben bilmiyorum henüz. Anlatmayı düşünüyor musunuz?" diye sorduğumda alaylı bir ifade oluştu sonradan yüzümde. "Gerçi doğru ya, ben bu işi kendi isteğimle değil senin şu arkadaşının iğrenç tehdidiyle yapıyorum. Bunu burada yan yana durmuş ikinize karşı sormam biraz saçma kaçıyor şimdi."

Ali şaşırdı ve dudaklarını araladı konuşmak için fakat Cihangir ağzındaki sigarayı çıkarıp ondan önce söze girmişti. "Sen odana çıksana," dediğinde keskin bir ifade ile kafasıyla kapıyı işaret ettiğinde üstüne saldırıp onu parçalayasım gelmişti. "Bugün gelen geçen herkese aynı şeyi söyleme niyetindesin herhâlde," dedi ardından.

"Doğru değil mi?!" diye aniden çıkıştığımda öfke ile ona bakmıştım. "Söylediklerimin neresi yanlış anlamadım? Nasıl bir adam olduğunu yüzüne vurunca zoruna mı gidiyor? Utanıyor musun yoksa? Öyleyse eğer bak ben şimdi buna çok şaşırdım doğrusu, hayret..." dediğimde sesim alaya bürünmüştü. "Çünkü senin gibi bir adamdan asla beklenilmeyecek bir şey bu."

Ali'nin ağzından su püskürtür gibi bir gülüş çıktı fakat ben ona bakmadım. Çünkü gözlerim onun kara gözlerine mıhlanmıştı.

Bir süre bir şey söylemeden gözlerime baktı. Sonra da "Çık dışarı," dediğinde sesi kayadan bir buz parçasına dönüşmüştü.

Dudaklarım aralandı fakat onun bakışları ile tekrardan kapandı. Onun bakışları her şeyi bitirmişti çünkü. Derince yutkunduğumda dudaklarımı sıkıca birbirine bastırıp büyük bir hızla ayağa kalktım. Ve Ali'ye bir saniye bile bakmadan kapıya yürüdüm öfkeli adımlarla.

Oturma odasından çıktığımda yukarıya çıkmayarak önce etrafıma bakındım ardından kimseyi göremeyince hızla bedenimi kapının yanından duvara yasladım. Kulaklarımı dört açarken amacım içeride konuşulanları duymaktı. Onları dinlediğimi anlarsa kesin beni gebertirdi fakat salak gibi uslu bir kız olup yukarı çıkacak da değildim. Beni resmen kovmuştu! Merakla kulağımı duvara yapıştırdığımda gözlerimi devirmiştim. Bu merak ben de olduğu sürece başıma bunların gelmesi hiç de tuhaf değildi aslında!

Duyduğum ilk şey içeriden gelen kahkaha sesiydi. Ve bu ses kesinlikle Cihangir'e ait değildi.

"Gülmeyi kes amına koyayım!" diyen Cihangir'in öfkeli sesini işittiğimde "Lan oğlum," dedi Ali gülmelerinin arasından zar zor konuşurken. "Bu ne lan?"

Bu ne lan, dediği umarım ben değildim. Çünkü Ali'yi ne olursa olsun samimi bulmuştum.

"Ne ne lan?" dedi Cihangir sinirli bir sesle. Öfkelenmişti, hem de çok. "Her şey gördüğün gibi işte."

"Lan oğlum kız her an seni sikecekmiş gibi bakıyor, bıraksan seni boğazlayacak. Az önce sana attığı bakışı görmedin mi? N'aptın lan sen bu kıza?" dediğinde sesi az öncekine nazaran son derece ciddi çıkmıştı.

"Benim ona hiçbir şey yaptığım yok," dediğinde dişlerimi sıktım. Aynen yoktu! "Kendini bu duruma düşeren yine kendisi. Baştan beri kabul etseydi bunların hiçbiri olmayacaktı. İşimi gücümü bıraktım şu bir haftadır çoluk çocukla uğraşıyorum."

İçeri dalıp çoluk çocuk sensin be! diye bağırasım gelsede elimi duvara bastırarak kendimi engelledim.

"Ya tamam da neden?" dedi Ali sorgular bir sesle. "Zaten baştan beri şu düştüğün duruma o kadar şaşkınım ki dilim tutuluyor her seferinde, bir şey söyleyemiyorum. Küçücük kız. Kaç yaşında bu, reşit mi? Onu geçtim çok masum görünüyor oğlum. Sen emin misin bu kızın hırsız bir çetenin üyesi olduğundan?"

Ali'nin sesi kulağıma çarparken utanmadım desem yalan olurdu. Birinin sizi hırsız olarak bilmesi çok kötü bir duyguydu. Bunu şimdi çok iyi anlıyordum ama ben yapmıştım sonuçta. O parayı almasam bile.

"Evet," dedi Cihangir net bir sesle. "Niye bu kadar şaşırdın ki Ali? Sen insanların yüzünde duran ifadeye göre mi karar veriyorsun onların masum olup olmadığına, sahte olabileceğini hiç düşünmeden..."

"Ya tabii ki değil de— yani ne bileyim şu iki dakikalık zaman yetti de arttı onu görmeme ve hiç de inandırıcı gelmedi bu söylediğin bana. Bir kere sen şu insan analizi zırvalıklarını benden daha iyi yaparsın. Evet çok sert bakışları var, hatta insanların ödünü kopartacak kadar... Fakat sence de içten içe çok masum görünmüyor mu? Böyle utangaç, ufak, çok da tatlı gülümsüyor," dediğinde kafamı salladım kendi kendime. Aynen Ali çok masumum ben. Güzel de gülerim.

Bir süre ses gelmediğinde "Sen bakma onun öyle masum göründüğüne. Böyle görünenlerden korkacaksın asıl. O, tam anlamıyla küçük bir şeytan," diyen Cihangir'in sesini işittiğimde elimi sıkıca duvara bastırdım. Tamam masum değildim ama bu kadar acımasız konuşması da sinirlerimi bozuyordu.

"Ayrıca sana ne lan onun gülüşünden? Tatlıymış..." dedi sonra öfkelenir gibi bir sesle. "Ondan olsa olsa acı biber olur."

Biber mi?

Ben kaşlarımı çatarken Ali tekrardan güldü. "Yakandan diyorsun yani..."

"Senin o imalı bakışlarını da, yayı gevşemiş olan o ağzını da sikerim Ali!" diye aniden sesini yükselttiğinde istemsizce sıçramıştım.

"Tamam bir şey demedim niye sinirleniyorsun kardeşim?" derken hâlâ gülüyordu Ali. "Görmeyeli bu güzelim ev niye bir anda böyle gergin bir ortama dönüşmüş ya?" dedi ardından ima kokan bir sesle. "Yemin ediyorum tüylerim dikeldi, bak..." O an göremesemde onun Cihangir'e kolunu gösterdiğine emindim. "İkiniz yakında bu evi ateşe verirsiniz he. Bana da eğlence çıktı valla."

"Ne eğlencesi lan?" dedi Cihangir sinirli bir sesle. "Ne eğlencesi oğlum, oyun mu oynuyoruz biz burda? Bu kız benim başımı çok ağrıtacak." Çakmak sesi geldi içeriden. Sigara yaktığını anladım. "Çok inatçı, dik başlı, bir de asla susmak bilmiyor." Kaşlarımı çattım ve o devam etti. "Ağzı da fazlasıyla bozuk. Şu yaşımda o kadar şey gördüm ama hayatım boyunca sabrımın şu kadar çok sınandığı hiçbir zaman dilimi olmamıştı amına koyayım. O laflarından sonra, erkek olsaydı eğer depoya sokar kafasını üç gün suda bekletirdim ya ben onun, neyse..."

Bok yaparsın.

"İşte ben de buna şaşırıyorum Cihangir," dedi Ali bu sefer şüpheli bir ses tonuyla. "Sen ne uğraşırsın, ne de katlanabilirsin böyle saçma şeylere. Şu an düşününce o kadar saçma geliyor ki her şey. Ben gerçekten anlayamıyorum bu son anda yaptığın değişikliğin sebebini. Sır küpüne büründün yine amına koyayım, bir şey de söylemiyorsun bize. Neyi değiştirecek ki onun o dosyayı çıkarması? Ayak bağından başka bir şey değil. Sal gitsin, yazık kıza lan."

Ayak bağı lafı hiç hoş olmamıştı ama son söylediği ile biraz yumuşamıştım. Aynen Ali bence de beni salsındı, diyordu iç sesim. Oysa benim binlerce iç sesim vardı ve hepsi aynı düşüncede değildi.

"Yazık falan değil ona," dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu adamın ağzından çıkan her kelime beni sinirden kudurtmak zorunda mıydı? "Kadın olduğuna dua etsinde o, evime girip o kapıyı kırınca daha kötü şeyler yapmadım ben ona."

Cinsiyetçiydi bir de bir pislik. Düşündüğümle kaşlarımı çattım. Nisan sus.

"Tamam da-" dedi Ali söze girerken. "Bak sen kafayı yakmışsın bazı şeyler için, baştan beri anladık onu zaten ama ben yine de şu korkunç tehdit olayını hiç onaylamıyorum kardeşim haberin olsun. Bir kere yakışmaz bize. Senin de dediğin gibi sonuçta o bir kadın, kadınlar narin bir çiçektir oğlum, onları üzmemeliyiz onları sevmeliyiz." Vay be dedim içimden. Bu Ali harbi iyi çocuktu ben sevmiştim.

"Aynı şeyi bir erkek yapsaydı ve ben o zaman onun ağzını burnunu kırsaydım sen yine de bu duyarı kasar mıydın Ali?" diyen şeytanın sesini işittiğimde sövdüm ona içimden.

"Gerçekçi ol," dedi ardından. "Evime hırsızlık yapmak için girdi diye hiç tereddüt etmez attığım dayağın üstüne sen de bir iki tane vururdun. Asla çekinmez onu bu işe sokmakta bir sakınca görmez ve sorgulamazdın. Hatta umursamazdın bile. Bana burda maval okuma şimdi. Ben her zaman eşit şartlara göre oynuyorum. Ki ona yeterince iyi davranıyorum zaten."

"Evet hâklı olabilirsin doğru, belasını sikerdim... Tabii bu tepkileri ilk önce verip sonra da o kişiyi polise teslim etseydin eğer böyle derdim Cihangir. Biz devlet değiliz kardeşim, bunun bir cezası varsa eğer gerekli olanı onlar yapar."

Cihangir güldü alayla. "Polis mi?" dedi. "Yaptığımız şeyler ne kadar devlet yanlısı bir düşün bakayım Ali. Biz kimiz lan?!" dedi ardından yüksek bir sesle. "Sen içinde bulunduğumuz durumun farkındasın değil mi? Bizim polisle işimiz ne amına koyayım? Hiçbir şey umrumda olmaz. Hiçbir şey." Sesi bir buz kütlesine dönüştü o an. "Bu süreçte kim işime yararsa... Babam dahi olsa ona asla acımam. Böyle bir zamanda benim elime düşmeyecekti o. Şansına küssün."

"Şu işime yarar kısmını hâlâ tam olarak anlamasamda bak bu kız cidden masum-"

"Ali, seni de sikerim şu ağzından düşmeyen masumluk kelimesini de," dedi hızla sözünü keserken. "Dış görünüşe bakıp da mı söylüyorsun bunu? Neresi masum lan onun? Tanıyor musun ki sen onu? Yüzünü iki dakika gördün diye avukatı kesildin başıma, boş boş konuşma."

Niye benden bu kadar nefret eder gibi konuşuyordu?

Anasını, bacısını mı öldürmüştüm ben onun?

Derince yutkundum.

"Tamam kardeşim ben hiçbir şey demiyorum. Ne hâliniz varsa görün," dedi Ali pes etmiş gibi. "Ama sana şunu söyleyeyim bu işin sonunda olabilecekler için çok boktan kokular geldi benim burnuma. Şu iş için değil ama he, az önce birbirinize olan bakışlarınızdan bahsediyorum, hele ki senin... Sana tek tavsiyem şu süreçte fazla ileriye gidip de birbirinizin ağzına sıçmayın çünkü en çok senin götün tutuşacak sonradan."

Söylediği ile kaşlarım derinden çatılırken hiçbir şey anlamamıştım. Cihangir de anlamamış olacak ki "Kurduğun şu cümleler ile ne saçmaladığını sorgulamayacağım bile çünkü boş konuşuyorsun Ali. Bana açık ol," dedi tok bir sesle.

"Ne anladıysan o," dedi Ali hızla. "Ben söyleyeceğimi söyledim. Sen dağda yetiştiğin için pek anlamazsın böyle şeylerden ama emin ol bazı şeylerin asla geri dönüşü olmaz Cihangir. Götün tutuştuğunda sonra ağlayarak Ali dedi dersin."

Bir şey söylemesini bekledim ama o hiçbir şey söylemedi.

Neden sessiz kalmıştı?

Bir süre sessizlik olduğunda gözlerim duvara takılı kalırken çekip gideceğim sırada Ali'nin tekrardan duyduğum sesi ile vazgeçmiştim gitmekten. "Konuştum diyorsun, e peki bu işi becerebilecek mi? Yakalanırsa kötü olur çünkü." Ali'nin bu sefer kuşkulu gelen sesiyle dudağımı ısırdım.

Hâklıydı. O adam beni nasıl bir işin ortasına sokuyordu?

"Sen hiç merak etme orasını. Benim evime girebilecek kadar cesaretli olup o kapıyı kırdıysa eğer bunu hâyli hâyli yapar."

Kulaklarım ve aklım pür dikkat içerideyken aniden mutfak kapısından çıkan Gülperi ablayı gördüğümde gözlerim irice açılırken aceleyle kapıdan uzaklaştım. Yakalanmanın verdiği utançla yeşil bluzumun ucunu tutup aşağıya çekiştirdiğimde belli etmemeye çalışarak tebessüm ettim. Elinde bulunan tepside üç bardak çay vardı. Bana doğru yaklaşırken kaşlarını çattı.

"Kızım. Sen içerde değil miydin?"

"Şey ben az önce çıktım içeriden. Sen gitmeyecek miydin abla?" diye sordum konuyu başka yere çekmeye çalışarak.

Bir süre bana bakarken konuyu değiştirmek istediğimi anlamış olacak ki üstelemeyerek yüzünü düzeltti. "Ha yok. Ben gitmeden size sıcak bir çay getireyim demiştim."

"Hm," dediğimde ıslak saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

Öylece birbirimize baktığımızda "Ee hadi," dedi. "İçeriye gelmeyecek misin çaylarınız soğumasın."

"Yok ben gelmeyeyim tekrardan. Zaten odama çıkacaktım. Görüşürüz Gülperi abla," dediğimde bir şey söylemesine fırsat vermeden adeta koşar adım merdivenlere yürümüştüm. İçeridekiler sesi duyup beni görseler eğer burda onları dinlediğimi anlayacaklardı ve bu en son isteyeceğim şey bile değildi.

♟️


Geç kalmışlık.

Çoğu şeye geç kalırdım zaten. Bunun sonucunda bazı istenmeyen şeyler olur ve o istenmeyen şeyler benim canımı çok yakardı. Ama bu öylesine bir geç kalınmışlıktı ki sonucunu tahmin etmek bile beni öldürüyordu. Aramalıydım. İlk gün o telefonu televizyon ünitesinde görüp Ceren'i aramalı ve işte o zaman ona bir bahane uydurmalıydım.

Ama ben geç kalmıştım.

Çünkü öfkem gözümün önüne bir perde indirmişti ve ben o öfkeden dolayı hiçbir şey göremiyordum.

Benim çok fazla zayıf yanım vardı, bunlardan en büyük zararı veren kontrolsüz olan öfkemdi. Bu bir hastalıktı ve ruhuma yapışmıştı. Onu içimde yok edemiyordum. O öyle korkunç bir hastalıktı ki ölmene bile izin vermiyordu. Seni ele geçiyordu ve bir kukla gibi seni elinde oynatıyordu.

O an gözüm görseydi şayet ve o an ben aklımı kullanabilseydim eğer, o telefonu görür ve Ceren'i arardım. Sonra da ona Ankara'da olduğuma dair bir yalan uydururdum. Ceren inanırdı bana çünkü ben bazen ortadan böyle kaybolurdum, habersiz ama yine de ona söylerdim. En kısa sürede nerde olduğuma dair bir bilgi verirdim, İyi olduğuma dair...

Oysa şimdi elim bomboştu ve ben her şeye geç kaldığım gibi buna da geç kalmıştım. Şimdi onu arasam hemen şimdi onu arasam ona ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Çünkü Baran her şeyi anlatmıştır onlara ve Ceren artık nefret ediyordur benden.

Benden nefret ediyordu.

Gözlerim komodinin üzerinde bulunan telefona takıldı tekrardan. Pencerenin önündeki ufak koltukta oturmuş yaklaşık on dakikadır gözlerim komodin ve bahçe arasında gidip geliyordu. Arabalar hâlâ oradaydı. Ali hâlâ gitmemişti. Sıkıntılı ve çok derinden gelen gelen bir soluk bıraktım. Aklım hâlâ onların konuşmasındaydı ve aklım hâlâ yarım kalmışlığıma üzülüyordu çünkü eğer Gülperi abla gelmeseydi onları şuan dinliyor olacaktım.

Ne koşuyorlardı bunlar bu kadar?

Gözlerim kararmış olan gökyüzüne takıldı. Derince yutkundum. O adamın cidden benden istediği bu muydu? Beni bunun için mi tehdit etmişti bu kadar?

Bu çok basit ve kafa karıştırıcıydı. Bana mı oynuyordu?

Sonuçta bir kere yapmıştı bunu. Benim o parayı almayacağımı anlamıştı ve benim sırf meraktan dolayı onunla bu eve gelmemi de...

Oynamak istiyorsa eğer oynamaya devam etsindi, sahneyi ona bırakıyordum ama unutmaması gereken bir şey vardı. O sahneyi her zaman ben kurardım.

Bunu görmüş müydü?

Görecek kadar zeki miydi?

Peki o dosyayı çıkarmayı başarırsam eğer beni bırakacak mıydı?

O, gözleri gibi siyah olan gizli kapaklı bir kutuyu andırıyordu. Ne planlıyordu bilmiyordum ama bütün bu olanlar, bütün bu yaptıkları kafamın içindeki maskelerin ardına gizlenmiş o kişilerin hoşuna gitmeye başlamıştı. Bu kocaman evde bir sürü soru ve gizemin içine düşmüştüm.

Bu soruları zevkle çözecek olan kişiler ise maskelerimden başkası değildi.

Gözlerimi çektim gökyüzünden ve son kez aşağıya bakarak pencereden uzaklaştım. Geçip yatağın üstüne oturdum. Saçlarımı kurutmamıştım. Bu yüzden oradan damlayan sular yeşil bluzumu ıslattığı için sırtıma soğuk bir hava vuruyordu. Bu ise oldukça rahatsız edici bir histi.

Her geçen saniye de daha fazla üşümeye başlıyordum, dayanamadım, ıslanmış bluzumu üstümden çıkarıp kenarıya fırlattım. Sadece sütyenle kaldığımda daha fazla üşümemek adına hızla önüme düşen saçlarımı tepemde biraraya getirdim. Gülperi abladan aldığım tokayla bağlayacağım sırada kapı aniden açıldı, paniklemem gerekiyordu fakat kapıdaki kişiyle göz göze gelince ellerim saçlarımda öylece asılı kalmıştı. Ağzım açıldı.

O an utançtan ölmem gereken bir diğer şeyse onun öylece durup bana bakakalmasıydı. Çünkü benim gibi o da şaşırmış olmalıydı. Eli kapı kulpunda kalmış, öylece bana bakıyordu. Kara gözleri gözlerimden koptu, saniyelik olarak göğüslerime doğru aşağıya düştüğünde utançtan yerin dibine girmek istedim. Çünkü üstümdeki sikik sütyen sadece dantelden oluşuyordu ve neredeyse göğüslerimin ucu bile görünüyordu.

Gözleri aynı saniyede yüzüme geri çıktı. Buz tutmuş olan bedenim onun anlık bakışı ile yanmaya başladı, kendime geldim ve ellerimi saçımdan çektiğim gibi hızlıca yatağın üzerindeki yeşil bluzu alarak göğüslerime kapattım. "Kapıyı çalmadan nasıl dalarsın içeriye ya?!" diye bağırdığımda yanaklarım utançtan gözlerimse sinirden alev almıştı.

Kusura bakma, bir daha olmaz... gibi cümleler beklerken bakın cidden bunu beklerken o utanmaz bir sesle "Kendi evimde kapı mı çalacağım?" dedi bana.

Dişlerimi sıktım ve burnumdan soludum öfke ile ona bakarken. "Mağaradan mı çıktın sen ya? Bu odada bir kadın var farkında mısın? Çık dışarı!" diye sinirle soluduğumda bluzu bütün vücuduma kapatmaya çalışıyordum o sıra.

Gözleri alaya büründü. Evet cidden büründü. Ve sonra da "Hadi ya," dedi alaylı bir ses tonu ile. "Hani nerde? Ben neden burada sadece küçük bir hırsız görüyorum?"

Söylediği ile ağzım açık kaldığında dilimi yutmuş gibi gözlerine baktım bir süre. Bu kırıcıydı. Ve ben neden ilk defa gerçek anlamda kırılmıştım salak gibi anlamamıştım. Beni bir kadın olarak bile görmediği için miydi?

Ben salak mıydım? Görmese ne olurdu?

Derince yutkundum ama sadece bu eylemi yapabildim. Onun gözleri ise yüzümde dolaştı. Kendimi toparlamaya çalıştım hızla. Umarım yüzümdeki saçma ifadeyi görmemişti çünkü o zaman kendimi cidden kesmem gerekirdi.

"Bir daha bu kapıyı çalmadan sakın içeri girmeye kalkma," dedim kendimi toparlamaya çalışarak. "Hatta çalma da çünkü önünden bile geçme." Ters ters ona baktım sonra. Bluzu sıkıca göğsüme tutmaya devam ediyordum ama zaten onun gözleri sadece yüzüme sabitlenmişti. "Neden geldin? Hemen söyle ve defol git!"

"Şimdi de kendi evimden kovuluyorum." Bir adım içeriye attı ve e sonra da arkasını döndü bana. "Üstünü giyin çabuk," dediğinde emir verici olan ses tonundan dolayı sinirlensemde yerimden kalktım ve dolaba ilerledim hızla.

Dolaptan temiz bir tişört çıkardığımda "Tamam mı?" dedi.

İyice öfkelenirken "Hayır değil. Bekle iki dakika," dedim. Tişörtü hızla üstüme geçirdim fakat sırf onu sinir etme adına dön demeden kollarımı göğsümde bağladım ve öylece sırtını izlemeye başladım.

Onu bu şekilde ne kadar bekletebilirdim?

Bakışlarım geniş sırtında takılı kaldı. Derince yutkundum sonra. Fitden ziyade kalıplı da bir adamdı. Gözlerimi kıstım ve sonra da boy analizi yaptım. Herhâlde 1.87 vardır diye düşünüyordum. Çünkü gerçekten uzun boyluydu.

İkinci kez, "Tamam mı?!" dediğinde sesi bu sefer sabırsız ve öfkeli çıkarken hiç istifimi bozmamıştım. Gözlerim kumaş pantolonun sardığı sıkı kalçasına indi.

"Tamam değil çünkü bütün elbiseler birbirine karışmış. Biraz daha bekle ölmezsin." Vay be herifte iyi kalça var ha.

İç sesimle gözlerimi büyüttüm sonra da hızla bakışlarımı çektim oradan. O sırada "Her şeyde mi bu kadar uyuşuksun? Alt tarafı bir şey üzerine geçireceksin lan," diye söylendi.

"Daha ne kadar düşebilirsin bilmiyorum cidden," dedim kınayıcı bir sesle. "Bana, mağarada yaşayıp hiç insan yüzü görmemiş canlılara benzidiğimi söylemiştin ama kendine hiç bakmamışsın herhâlde sen."

O an anladı galiba ve hızla bana döndüğünde kaşlarını çattı derinden. "Beni mi kekliyordun sen?" diye sordu.

Hiç istifimi bozmadım ve "Evet," dedim alayla başımı sallarken. "Eğlenceliydi. Doğrusu sen öylece durup benim gibi bir hırsızı beklerken ben çok eğlendim."

Gözlerimdeki alaylı ifadeyi görmüş olacak ki kafasını sallayıp "Bekleriz," dedi buna karşılık.

"Sıkıntı yok da—" Bana yaklaştı yavaş adımlarla. Tam dibimde durduğunda kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım. "Oyun oynayacak yaşı çoktan geçtiğimizi düşünüyordum ben. Gerçi sen hâlâ büyümemiştin doğru ya..." Gözleri beni süzdü ve ben o an dondum. "Ama bedenen değilmiş onu anladım az önce."

Dudaklarım aralandı.

Ne?

Ne?

Ne?
.
.
.

Göğsümde bağladığım kollarımı çözdüm hızla. "Ne söyleyeceksen çabuk söyle ve beni rahat bırak," dediğimde yüzünde herhângi bir ifade oluşmamıştı.

"O biraz zor."

"Ne diyorsun sen ya?" diye çıkıştığımda boynum ağrımıştı suratına bakacağım diye.

"Yarım saat önce yaptığın saçmalıklar neydi öyle senin? Tutturmuşsun bir zorla kelimesi diye asla susmak bilmiyorsun. Sen bu eve gelen geçen herkese hep böyle laflar mı sarf edeceksin Nisan?"

Öfkelenmem gerekirken "Doğru değil mi?" diye sordum son derece umursamaz bir sesle. "Ne yani yalan mı söyleyeyim insanlara? Ki onlarda senin yandaşların zaten. Ne o, yoksa senin gibi cici arkadaşlarının zoruna mı gidiyor ben gerçekleri yüzlerine vurunca?"

"Sağda solda düzgün konuşacaksın," dediğinde sesi bir kayaya dönüşürken ondan korkmadım.

"Konuşurum veya konuşmam n'apıcaksın?" diye bastırdığımda dimdik gözlerine bakıyordum.

Bir adım atıp dibime girdi ve üstten yüzüme baktı. "Sen farkındasın değil mi küçük hırsız?" dedi sinirlenmiş gibi burnundan solurken. "Böyle cümleler kurup sağda solda dram yaratıyorsun ama ben seni hiç tehdit etmemişim gibi de rahatsın." Üstüme eğildi ve gözlerimin içine baktı. "Oysa ben seni tehdit ettim Nisan." Bunu benden çok kendine hatırlatır gibiydi. "Madem bu cümleleri bana karşı kuracak kadar farkındasın her şeyin, biraz da buna göre mi davransan, hm...?"

"Sen var ya iğrenç bir adamsın," dediğimde tırnaklarımı avuç içime batırdım. "Beni şimdi tekrardan mı tehdit ediyorsun bu şekilde davranmam için?"

"Nisan," dedi sıkılmış gibi. Gözlerimin içine baktı ve sanki ben malmışım gibi tane tane anlattı. "Ben seni zaten bu yüzden tehdit ettim. Rahat durmadığın için. Uslu olup yerinde dursan, şu çeneni kapatsan ben niye seni tehdit edeyim ki Nisan? Alt tarafı sikik bir dosya çıkartacaksın. Alt tarafı her zaman yaptığın şeyi bir kez daha yapacaksın Nisan..."

Onun sanki kendini bir şeylere inandırıyormuş gibi çıkan sözleri benim fazlası ile zoruma gitmişti.

"Ya sen çok pislik bir adamsın tamam mı?" dediğimde yumruk yaptığım elimi yüzüne geçirmemek adına geri gittim ve ondan uzaklaştım hızla. "Konuşacağım. Konuşacağım ve herkese söyleyeceğim. Söyleyeceğim ki herkes anlasın senin nasıl bir adam olduğunu. Görürsün." Kafamı salladım sinirle. "Yarın ilk işim Gülperi ablaya söylemek olacak. O da senin ailene söylesin de gör o zaman sen gününü."

Başta bu hâlime uzun uzun baktığında "Ailem mi?" dedi ardından kaşlarını çatarken.

"Evet ailen. Senin bir annen olduğunu biliyorum. Bir de kız kardeşlerin de varmış. Onlar biliyor mu bütün bu yaptıklarını? Gülperi ablaya bakarsak eğer bence onlar da bilmiyorlardır. Ha bu arada bütün bunları Serhat söyledi bana," dediğimde Gülperi abladan öğrendiğimi öğrenmesin diye suçu da Serhat'a atmıştım. Kızacaksa Serhat gıcığına kızsındı. Yani bir taşla iki kuş olurdu eğer öyle olursa.

"Serhat söylememiştir. Yalan söyleme," dediğinde yüzünde bir gülümse meydana gelmişti.

"O söyledi niye yalan söyleyeyim ki?"

"İftira atma çocuğa," dedi hızla. "Serhat hayatta söylemez böyle bir şeyi. Gülperi Hanım'la konuşmuşsun işte."

"İster inan ister inanma ama doğru söylüyorum ben. Bu kadar güvenme derim ona. Nerden biliyorsun belki de o bir hain," dedim.

"Yalancı ve iftiracı," dedi gülerken. "Senden korkulur valla. Amacın ne, çocuğun başını yakma niyetinde misin?"

"Yok," dedim hızla. "Sadece canımı yakanın hiç düşünmeden canını yakarım."

"Çok fenasın," dedi.

"Ha şunu bileydin," dedim. "Yarın söyleceğim, hiç şüphen olmasın. Tabii sen şimdi ben söyleyeceğim diye artık bu eve gelmesine de izin vermezsin ama elimde telefon var nasıl olsa, numarasını da aldım. Onu da mı alacaksın elbet karşıma çıkacaktır biri ve ben bir bakmışsın ki bu evden bir gün çıkmışım sonra da senin ailene ulaşmışım."

"Sen beni tehdit mi ediyorsun?" dediğinde bu tavrım hoşuna gitmiş gibi bir gülümseme vardı yüzünde.

"Ne anlarsan o? Yarın gideceğim bu evden," dediğimde ufak bir kahkaha attı.

Gülmesi birdenbire kesildi. "Nisan," dedi üstüme bir adım atarken. Geri gitmedim. Çünkü neden gideyim ki? Ondan hiçbir şekilde korkmuyordum. Üstüme doğru eğildi ve yüzlerimizin aynı hizaya gelmesini sağladı, sıcak nefesinin dudaklarıma çarpmasıyla derince yutkundum. Gözleri yüzümün her bir zerresini taradı. "Nisan..."

Sesi kısılmıştı. Bakışları yavaşça gözlerime tırmandığında "Ne var? Adımı mı ezberliyorsun?" diye sordum, gözleri hızla dudaklarıma inerken bir tepki oluşmadı yüzünde.

"Beni sinirlendirme," diye fısıldadı. "Eğer ki canımı sıkmaya devam edersen hiç acımam uğraşırım seninle..."

"Daha ne yapabilirsin ki?" diye sordum korkusuzca gözlerine bakarken.

"Bu kadar öğrenmeye meraklıysan eğer söyleyeyim," dediğinde aniden doğrulmasıyla korktuğumda üstten yüzüme baktı, katı bir surat ifadesiyle. "Hemen mutfağa in. Çünkü bana yemek hazırlayacaksın. İki dakika içinde aşağıda olmazsan olacaklardan sorumlu olmam."

"Ne?!" diye bağırdım.

Beni duymadı çünkü arkasını dönüp gitmişti.

Şaşkınlık dolu gözlerle ardından baktığımda söylediğini idrak etmeye çalıştım. Dalga mı geçiyordu? Şimdi de ona yemek hazırlamamı mı istiyordu? Bok yesindi! Hizmetçisi falan mıydım ben onun?

♟️


Gülperi ablanın yapmış olduğu çorbayı kaseye doldurup önüne koyarken masanın baş köşesinde oturmuş alttan alttan hareketlerimi izliyordu.

Aşağıya gitmeyince gelip beni paşa paşa aşağıya indirmişti. Ona hizmetçisi olmadığımı söylediğimde bir işe yara bari, bundan sonra bana hizmet edeceksin evet bunu gerçekten söylemişti! Ve sonra da emirlerini tek tek sıralamıştı. Neymiş beyefendi hazretleri sabah kahvaltıdan sonra mutlaka sade kahve içiyormuş. Neymiş dolabında tek bir ütüsüz kıyafet görmek istemiyormuş. Ama ben biliyordum ya bütün bunları yapmasının nedenini. Sırf bugün o sözleri Ali ve Zeliha'nın yanında sarf ettim diye kudurmuştu. Seninle uğraşırım demişti ve evet söylediğini yapıyordu. Çünkü şu an o değil ben onun ellerindeydim.

Bazı şeyler olmasaydı ocakta bulunan tencereyi hiç tereddüt etmez kafasına geçirirdim ya ben onun, neyse...

Bunun yerine içimden bin bir türlü küfür sıralarken sinirle ona arkamı döndüm. Söylediği her şeyi yapıyordu. Tam bir haftadan fazladır ben sırf yüzünü bile görmemek adına ondan köşe bucak kaçmaya çalışırken o beni şimdi elinde oyuncağa çevirmişti.

Kestiğim ekmeği sepete koyarak masaya bıraktığımda şükür ki her şey hazırdı. Çıkmak için kapıya ilerleyeceğim zaman "Otur," dedi. Gözlerimi yumduğumda sakin olmaya çalıştım. Dudağımı sertçe ısırarak gözlerimi açarken yönümü çevirerek tam karşısına oturdum.

Delici bakışlarını bana sabitlediğinde masaya dayadığı kollarını kaldırarak gömleğini dirseklerine kadar katladı. Eli kaşığa giderken tırnaklarımı sıkıca avucuma batırıyordum. Beni o şekilde görmesinden dolayı üstümdeki utancı hâlâ atamamıştım.

Çorbadan bir kaşık aldığında gözleri bana döndü. "Sen yemeyecek misin?"

"Hayır," dediğimde ters ters ona bakıyordum. Az önce yeterince kavga etmiştik ve gerçekten birbirimizin ağzına sıçmadığımız çok az zamanlar oluyordu.

"Aç değil misin?" diye sordu.

"Hayır," dedim tekrardan.

"Sürekli negatifsin. Evet diyebileceğin bir şey yok mu?"

"Hayır."

"Hiç mi?"

Ciddi sorusuna karşılık kollarımı göğsümde bağladığımda "Hayır," dedim.

"Peki ne zaman bana evet diyeceksin?"

"Hiçbir zaman."

"Tamam konuşma," dedi sinirlenmiş gibi. "Yemiyorsan da yeme."

Gözlerimi kıstım. "Sırf söylemem için bütün bunları yapıyorsan eğer boşuna uğraşma çünkü söyleyeceğim."

"O zaman neden yapıyorsun Nisan?" diye sordu ciddi bir sesle.

"Çünkü sen beni tehdit ettin," dedim.

"Bak bunu biliyor olman güzel ama söylediğin takdirde ne olacağını da mı bir düşünsen?" dedi mala anlatır gibi ciddi bir sesle.

"Ne olur?" diye sordum.

"Ben sıkıldım gerçekten," dedi bıkkın bir soluk bırakırken. "Sen beni ciddiye almıyorsun çünkü kabul etmesende ben sana hep iyi davrandım. Bu yüzden bu kadar rahatsın değil mi? Elini kolunu bağlasam sonra da bütün bu yaptıklarına karşılık o çetenden birini öldürüp leşini önüne atsam o zaman mı ikna olup bir şeylerin farkına varacaksın?"

"Sen gerçekten iğrenç bir adamsın!"

"Üç bin kere söyledin bunu zaten, biliyorum merak etme," dediğinde hayatım boyunca bu kadar çok beni sinirden kudurtan bir insan olmamıştı cidden.

"Biliyor olman ne güzel!"

Zıtlaşıyorduk ve o her seferinde beni yeniyordu ama buna ben izin veriyordum o yüzden yapacak bir şey yoktu şimdilik. Katlanacaktım ve işin sonuna bakacaktım. Çünkü elimin boş olmayacağını baştan beri anlamıştım.

Sessizlik oldu ve tekrardan yemeğine döndü. Bir süre karşımda öküz gibi yediğinde gözlerim irileşmiş, ağzım açık onu izliyordum. Fazla fazla yemek yiyiyordu. Tamam erkekler biraz fazla yemek yerdi ama bu biraz üst leveldi yani. Yemek yemeyi seven Baran bile onun yanında yetersiz kalırdı şu an. Karısı olacak kadın nasıl bu adama yemek yetiştirecekti ya. Kalkıp bir zahmet kendi yapsındı zaten. İç sesimle birlikte yüzümü buruşturdum. Allah bu adamın karısına da sabır versin di.

"Sen gerçekten yemeyecek misin?"

Alttan bana baktığında Yemek bırakırsan eğer neden olmasın, demek istesemde kendimi tutarak "Aç değilim dedim ya," dedim.

Umursamaz bir sesle "Sen bilirsin, teklif var ısrar yok," derken o zaman neden iki kere soruyorsun demek istesemde onu da demedim ve o yemeğine geri döndü. Bir süre daha yediğinde nihayet doymuş olacak ki elindeki kaşığı boş tabağa bırakıp peçeteyle ağzını sildi.

Tencereleri de yeseydin!

Yedi zaten Nisan, dua et üstüne seni yemedi.

Birbirine girmiş iç seslerime karşılık kaşlarımı çattığımda "Okul okudun mu?" diyen sesini işittim ve ona baktım.

Aniden sorduğu soruyla sırtımı sandalyede dikleştirme gereği duydum. Beni sorguya çeker gibi konuşurdu her zaman. Ona cevap vermek istemesem de susmayacaktım. Başımı salladım belli belirsiz. "Liseyi bitirdim."

O zamanlar üniversiteyi okumak istemiştim ama o durumdayken de hazırlanmam imkansızdı. Liseyi bile neredeyse zar zor bitirmiştim. İstanbul'a gelince Baran ve Ceren sağ olsun bir ara yine hazırlanma aşkım depreşsede çalışmaktan fırsat bulamamıştım bir türlü ve öylece kalmıştı.

Dediğimle kaşlarını kaldırırken hafif uzamış olan kirli sakalından elini geçirdi. "O zaman yaparsın." diyerek başını salladığında "Neyi?" diye sordum.

"Öğretmenliği," diye cevap verdiğinde şaşkınlıkla "Ne?" diyerek kaşlarımı çattığımda kara gözlerine baktım anlamaz bir ifadeyle.

"O eve öğretmen olarak gireceksin."

"Ne alaka ya? Ben öğretmenlikten ne anlarım?" diye hayretle gözlerine baktım. Hem gerçekten ne alakaydı öğretmenlik? Hayatta yapamazdım böyle bir şeyi.

Arkasına yaslandı ve cebinden çıkardığı paketten sigara alıp dudaklarına yerleştirdi. Ucunu yaktığında çakmağını masaya bıraktı ve bana döndü sigarayı parmaklarının arasına alırken. "Şu alaka ki—" dedi gözlerime bakarken. "Senin yöntemlerinle o eve giremeyiz küçük hırsız. Ders vereceğin çocuk 8 yaşında. Alt tarafı bir saat ikinci sınıf matematiği anlatacaksın." Bir süre durduğunda şüpheli bir yüz ifadesi ile gözlerini kıstı. "Toplama ve çıkarma gibi basit bir işlemi bilmeyecek kadar geri zekalı değilsindir herhalde?"

Söylediği ile ters bir bakış ona attığımda bu hareketime karşılık belirsiz bir gülümseme meydana geldi yüzünde.

Dediğini duymazdan geldim, aklıma düşen şeyle boğazımı temizledim. "Tamam hadi diyelim ki her zaman yaptığım bir işi bir kez daha yapacağım ve çıkaracağım o kıytırık dosyayı ordan. Peki bunu gerçekten başarırsam eğer beni rahat bırakacak mısın?" diye sordum. Sesim kısık çıkmıştı ama bazı şeylere çok net vurgu yapmıştım ve o bunu anlamıştı.

Ani gelen sorumla birlikte bir süre gözlerimin içine baktı. Yüzü yine her zamanki gibi ifadesiz ve sertti. "Ne anlamda?" diye sordu.

"Nasıl ne anlamda, e işte ben senden kurtulacağım. Tamamen," dedim kesin bir dille.

Ağzındaki dumanı üflediğinde "O öyle kolay olmayacak. Sana uzun süreceğini daha önce de söyledim. Bu yüzden birbirimizi sinirlendirmek yerine uslu olup kendini buraya alıştırsan ikimiz için de daha kolay olur," diyerek ayağa kalktı.

"Peki bir zaman var mı?" diye sorduğumda hızla ayağa kalkarken ilerleyerek ona yaklaştım. "Ne kadar sürecek bütün bu saçmalıklar?"

Üstten gözlerime baktı. "Bunu gerçekten korktuğun için mi soruyorsun, yoksa merak ettiğin için mi?" dediğinde istediğim cevabı almıştım ondan. İçimdeki maskelerin sahipleri heyecandan dolayı yerlerinde donmuşlardı.

"Korkmuyorum ki senden?" dedim alayla. Elimi masaya yasladım. Alttan yüzüne bakıyordum. Yakın olduğumuz için pahalı parfüm kokusu burnuma sızıyordu. "Sadece en kısa sürede senden kurtulmak istiyorum. Şayet beni değerli anlarımdan alıkoyarak hayatımın en boş anlarını dolduruyorsun. Bir tarih verirsen eğer bütün bunları zihnimden sileceğim iki dakikalık o zaman dilimini sabırsızlıkla bekliyor olacağım."

"Henüz yaşamadığın şeyler için bu kadar kesin konuşma derim," dedi, elindeki yarım kalmış sigarayı boş tabağa bıraktı. Bir adım attığında zaten yakınımda olmasından dolayı dibime girerken her iki elini yanımdan masaya yasladı, beni kuşatma altına aldığında refleksle bedenimi geriye yasladım, kalçam masanın kenarına yapıştı. Yüzümü taradı. O kadar yakındı ki nefesimi tutmuştum ve üstelik onu itmem gerekirken donup kalmıştım. "Çünkü boyundan büyük konuşmamak gerekir diye çok doğru bir söz vardır Nisan, bilir misin?" Kalbimin hızı birdenbire arttığında nefesimi tutmayı bırakmak zorunda kalmıştım ve o an burnuma kokusu daha yoğun bir şekilde gelmişti. "Sonra bir bakmışsın ki bütün o boşluklar hayatının en değerli anıları olmuş."

"Sen hep böyle saçmalar mısın?" diye sorduğumda sesim kısık çıkmıştı.

"Hm," dediğinde yavaşça başını sallarken gözleri yüzümde değil, o sırada kabarmış olduğundan emin olduğum saçlarımda geziniyordu.

"Saçların güzelmiş," diye mırıldandı, aniden.

Ağzım aralanırken şaşkınlıkla ona baktım fakat o bana değil hâlâ saçlarıma bakıyordu. Gözlerimi kırpıştırdım çünkü ben bu sahneye benzer bir sahne daha önce yaşamıştım. Çok eski bir zamanda...

Ona baktım sadece ona ama o bana bakmadı ve saçlarıma bakmaya devam etti. Nefesim kesildi. Çünkü güzel ama aynı zamanda kötü bir ana gitmiştim.

Henüz on yaşındaydım bu yüzden çok az hatırlıyordum ama hatırlıyordum işte... Hastanenin bahçesindeydim. Duvar dibine sinmiş ve durmadan ağlıyordum hemen bir dakika sonra ise yanıma o gelecekti. Sonra da benim gibi sırtını duvara yaslayıp bir mendil uzatacaktı bana ve ben o mendili elinden alıp yüzümü silecektim ama o beceremiyorsun ver şunu diyerek uzun boyuyla önümde diz çökecek ardından hiç iğrenmeden burnumu silecekti. Onu bir günde iki kez görecektim. Çünkü sabah bahçe de yere düştüğümde o elini bana uzatmış ve o yerden kaldırmıştı beni.

"Sen..." dedim avuç içlerimi sıkıca masaya yaslarken. Gözleri gözlerimi buldu. Kalbimin durması gerekliydi ama o durmadı çünkü çok hızlı atmaya başlamıştı.

"Dondun kaldın. İltifat etmemi beklemiyor muydun yoksa?" diye sorduğunda sesi alaylıydı.

Ses etmedim. Yüzüne bakmaya devam ettiğimde gözlerimin tek odağı kara gözleriydi. Hani gözler bazen senin sessiz dilin olurdu ya, işte onun gözleri öyleydi şu an.

Baktım ve onun gözlerinde bir şeyler aradım ama o bunu anladı. Göstermedi bana hiçbir şey. "Neyse," dedi ve sonra da doğrulup uzaklaştı benden.

Gözlerim yukarıya kalktığında tekrardan yüzüyle denk geldim, bana baktı bir süre. Sonra da masanın üzerinde hemen elimin yanında bulunan çakmağını aldı. Parmakları varla yok arası pamaklarıma temas etti. "Ben gidiyorum. Şimdi sen de bu bulaşıkları kaldırıyorsun ve öğretmen rolü için prova yapıyorsun. Çünkü üç günün var."

Hızlı bir şekilde emirlerini yağdırdığında arkasını döndü, kapıya yaklaştı ama ben hâlâ olduğum yerde onu seyrediyordum. Çıkmadan önce duraksayıp kafasını bana çevirdi. "Ha bu arada yarın saat yedi buçukta kahvaltımı ve kahvemi hazır görmek istiyorum. Erken kalk küçük hırsız!" diye sert ama ciddi olmayan bir bakış bana attığında kapıdan çıkmıştı.

Çıkmasıyla mutfakta yalnız kaldım, oluşan derin sessizlikle ardından baktım. Çünkü zaman geriye doğru bükülmüştü. Şimdi maskelerim değil yalnızca ben vardım. Gerçek ben.

Ağlıyordum. Annem için o gün ağlıyordum ve o yabancı ağlayamıyordu bile. İşte ben o zaman anlamıştım onun durumunun benden daha kötü olduğunu.

Acılar birbiri ile kıyaslanamazdı ama yabancı ağlayamıyordu işte. Sert bir ifade vardı sadece yüzünde. Mutsuzdu. En çok da acı çekiyordu fakat bunu etrafına yansıtmamak adına her şeyi de yapıyordu.

Ona sormuştum, sen çok güçlü görünüyorsun, çünkü ağlamıyorsun? diye. Gülümsemişti buruk bir şekilde.

Ağlamadığın zaman güçlü olmazsın küçük hanım, demişti bana. Hatta sana bir sır vereyim mi? demişti hemen ardından sesini kısarken. Ben güçlü olduğumdan dolayı değil utandığım için ağlayamıyorum. Baksana şu adamlara, demişti gözleri ile kapının ardında bir ordu gibi dikilen sert bakışlı adamları göstererek. Tamam kabul, ağlarsam eğer onlar muhtemelen dedem gibi beni azarlamazlar ama yine de korkuyorum işte acaba beni utandırırlar mı diye. Çünkü ne zaman pes edip ağlasam dedem beni hep azarlayıp utandığını söylerdi benden. Alışkanlık olmuş herhâlde.

Ağlayamamak alışkanlık olmuştu o yabancı çocukta. Korkarmış hep, eğer ağlarsa onu utandırırlar mı diye?

Bu yüzden ağlayamazmış ve insanlar onu hep güçlü zannedermiş, tıpkı benim gibi.

Ama o aslında hiç güçlü değilmiş sadece çaresizmiş.

Güçlü olarak görülmek falan da istemiyormuş zaten. Benim gibi ağlamak istiyormuş sadece.

O ağlayamadı o gün. Bu yüzden utanmasın diye ben onun yerine de ağladım.

Sonra da bana teşekkür etti ve hediye olarak onun için çok değerli olan mendilini verdi. Gözyaşlarımı silmek için.

O silemezmiş hiç bu yüzden gözyaşlarının döküleceği o mendil bana nasip oldu.

Sonra ben her ağladığımda gözyaşlarım, o mendile döküldü.

Nefret ediyordum artık o yabancı çocuktan çünkü hep onun yerine de ağlamak zorunda kalıyordum. Bende de işte böyle bir alışkanlık bırakmıştı.

Sandalyeye oturdum ve ellerimi çaresiz bir şekilde başıma götürdüm. Hayatım nasıl bu hale gelmişti benim? Nasıl bir çıkmaz yola sapmıştım ben?

Benim yerime de ağla dedi ve ben ondan nefret ettim.

Loading...
0%