Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. BÖLÜM

@esraslnn

Başlamadan önce yıldıza basar mısın? Teşekkürler.

 

Perdenin Ardındakiler ' Derdime

 

Derek Derush ' Bottled Up

 

Taylor Swift ' I Did Something Bad

 

Saatler geçer, gece yavaşça aydınlanır ve yeni bir sabaha daha uyanırsın.

 

Güneş tarafından yenilenen ışınlar Dünya'ya vurduğunda yeni başlangıçları ve yeni umutları da beraberinde getirir.

 

O ışınlar, içinde barındırdığı umut kırıntılarını gün boyu insanlara saçıp durur. Kimisi faydalanır. Kimisi yeni başlangıçlara imza atar fakat kimisinin derisi serttir, o ışıkları reddeder bir türlü hapsedemez içine o umutları. Üstelik bedenine çarpan o ışınlar geri sekerek karşısındaki insanlara yansır ve onlar senden aldığı o umut dolu ışınları seninle bağdaştırırlar.

 

Oysa sen de umuda dair hiçbir şey yoktur, kalın duvarlarından dolayı elinden kayıp giden umutların vardır yalnızca.

 

Çalıştığım kafedeki insanlara karşı tıpkı bu şekilde görünüyordum. Burada her zaman takınmış olduğum bir maskem mevcuttu normalde de sert görünen çehremde. Her ne kadar kendi içimde soğuk bir insan olsam da etrafıma yansıttığım ve bana ait olmayan neşeli tavırlarım vardı karşımdaki insanlara göre.

 

"Nisan?! Masa 5'e bakar mısın?!"

 

Simay'ın kulağıma gelen sesiyle yorgunlukla tamam diyerek masanın üstündeki boş tabak ve bardakları tepsiye alıp koşturarak mutfağa bırakmış hız kesmeden geriye dönerek masaya yaklaştığımda adımlarımı bu sefer yavaşlatmıştım. Derince bir soluk çektim içime, nefes nefese kalmıştım. Sakin bir şekilde masa 5'e vardığımda mor önlüğümün cebinden küçük defteri ve kalemimi çıkarıyordum. Yirmi yaşlarında iki genç kız, ellerinde bulunan menüye bakıyorlardı. Simay önceden vermiş olmalıydı...

 

Boğazımı temizledim hafifçe. Yüzümde sahte ama aynı zamanda bir o kadar gerçekçi gibi görünen bir tebessüm belirdi. "Hoş geldiniz. Karar verebildiniz mi?"

 

Sorumla birlikte menüden kafalarını kaldırıp bana baktılar. Kumral olanı gülümseyerek "Hoş bulduk," diyerek elindeki menüyü kapatıp önüne bıraktı. Ardından tekrardan kafasını bana çevirdi. "Evet. Ben bir tiramisu, yanına da açık bir çay alayım." Öz güvenli ve sosyal.

 

Söylediklerini hızlıca not alıp diğer siyah saçlı kıza bakmıştım bu sefer. "Siz ne alırdınız?" Benden beklenilmeyecek bir performanla kibar bir şekilde esmer kıza soru yönelttiğimde "Orta şekerli bir Türk kahvesi lütfen," dedi kısık bir sesle. Daha çegingen ama tatlı.

 

İkisine de gülümsedim. Söylediklerini onaylayıp masada bulunan menüleri kaptığım gibi arkamı döndüm, mutfağa ilerleyerek elimdeki şipariş notunu içerideki çalışanlara verdim. Belimi tezgaha yaslarken o sırada kazağımı sıyırıp kolumdaki saate bakınca sesli bir şekilde oflamıştım.

 

İş saatinin bitmesine neredeyse iki saat daha vardı ve ben artık isyan bayraklarını çekmiştim. Sabahtan beridir yoğun kalabalık yüzünden koşuşturmaktan ayak tabanlarımı bile hissetmiyordum. Bıkkınlıkla gözlerimi kapattım. Cidden bugün bitecek miydi?

 

Kafe oldukça büyük ve İstabul'un en işlek yerlerinden birindeydi. Bu yüzden genelde de bu şekilde kalabalık olur, her türlü gün sonunda yorgunluktan bitap düşerdim fakat bugün çok daha feciydi her şey. Eren hastalanınca izin alıp gelmemişti, e hâliyle onun işleri de bize kalmıştı.

 

Gözlerimi açtığımda Simay elindeki tepsiyle bana doğru geliyordu. Onun da yüzünde olan yorgun ve memnuniyetsiz ifade buradan belli oluyordu. Yanıma vardığında bıkkınlıkla ofladı benim gibi. "Yemin ediyorum canım çıktı. Hayır bir gün olsa idare ederiz, tam bir hafta Nisan bir!" dedi gözlerini belertip, her kelimeyi bastırarak.

 

Derin bir soluk çekti içine yorgunlukla. Yorgunluktan olsa gerek mavi gözlerinin beyaz akı kan toplamıştı. "Patron geçici olarak Eren'in yerine geçecek birini bulur inşallah çünkü ben iki gün daha bu şekilde koşturmaya devam edersem eğer bu sefer işe gelmek için her sabah kendi isteksizliğimden dolayı değil, gerçek anlamda bir daha o yataktan kalkamayacağım."

 

"Eren'nin durumu nasıl? Ben onu arayamadım daha." Sorduğum soruyla yüzü bu sefer iyice düştü.

 

"Telefonda sesi çok kötü geliyordu. Mevsim geçişlerinden dolayı salgınlar bayağı arttı biliyorsun. Valla aradığımda sesinin kısıklığından dolayı ne dediğini anlamadım, konuşamıyordu bile zavallım. Ağır bir grip geçirmiş bir haftaya ancak toparlanırım dedi."

 

"Hadi ya... O kadar kötü olduğunu bilmiyordum ben onu akşam ararım," dedim. Simay bana yorgunluktan dolayı sadece kafasını sallamakla yetinirken başıma iğrenç bir sızının vurmasıyla elimi saçıma götürüp at kuyruğu yaptığım saçımı gevşettim. Sıkılığından dolayı başım oldukça gerilmişti.

 

"Haydi kızlar, haydi! Çene çalmayı bırakın da işinize bakın, yeni gelen müşteriler var!"

 

Kafe sahibi Cahit abinin arkadan gelen bağırtısıyla Simay yüzünü buruşturmuştu. Hızla sesinin tonunu azaltarak bana doğru eğildi. "Bu adam beni bazen gerçekten sinir ediyor! Sabahtan beridir koşuşturmaktan, aynı ortamda birbirimizin yüzünü bile göremedik be!" Sinirle adeta çemkirdiğinde bir yerinde tepinmediği kalmıştı o an. Simay'ın bu hâline gülümsemekle yetindim. Yorgun olunca kendini kaybediyordu.

 

Cahit abi iyi bir adamdı çünkü. Bize asla üstten bakmazdı. Çalışanlarına karşı çok samimi, oldukça da sıcakkanlı bir adamdı ve benle Simay'ı her zaman kızları gibi gördüğünü söylemekten geri durmazdı. Sadece iş söz konusu oldu mu herkes gibi o da fazlası ile katılaşıyordu.

 

Simay'ın elindeki tepsiyi aldım. Kolundan tutarak yönünü çevirip sırtına baskı uyguladım. "Hadii... Adam haklı yeni gelen müşteriye bak sen. Ben de mutfağa gideyim az önceki siparişler hazırdır," dedim. Simay ayaklarını yere sabitlerken kafasını arkaya, bana çevirmiş ve gitmek istemiyormuş gibi bıkkınlıkla yanaklarını şişirmişti.

 

"Haydi Simay haydii. İşinin başına," diyerek onu hafifçe ileriye doğru yürüttüğümde gözlerini devirdi bu sefer.

 

"Tamam gidiyorum Cahit abi," dediğinde bana baygın bir bakış atarken arkasını dönüp ayaklarını yere sürüyerek ağır bir çekimde ilerlemeye başlamıştı bile.

 

Gülerek arkasından baktığımda Simay'ın büründüğü tatlı hâllere kafamı iki yana sallayarak arkamı döndüm. Mutfağa gitmek için adım attım fakat adımı atmamla kolumdan sertçe çekildiğimde adeta geriye doğru savrulunca afallamıştım. Hızlı ve öfkeli bir şekilde arkamı dönüp beni çeken kişiye baktım, Simay kolumu bırakıp iki adım benden uzaklaştı ve heyecanla üstünü gösterdi.

 

"Nisan bak bakayım nasıl görünüyorum?" Heyecanlı bir ses tonuyla gözlerime baktığında, Simay'ın birdenbire sorduğu soruyu anlayamamıştım bile.

 

Kaşlarımı çatarak Simay'ın yüzündeki sırıtmaya baktım, oradan heyecanlı hareketlerle sürekli saçını düzeltip duran bakımlı ellerine kaydı bakışlarım. Ne olmuştu bu kıza böyle? Az önceki hâlinden en ufak bir kırıntı bile yoktu. Yorgun yüz ifadesi gitmiş mavi gözlerinin her bir zerresine bir parıltı sinmişti. "Sen hayırdır?" diye sordum kafamla hâlâ saçını düzeltme telaşında olan ellerini işaret ederken "Ne oluyor Simay?"

 

Kaşlarım çatık, sorgular bir vaziyette gözlerine baktığımda "Ya of Nisan o burda işte," dedi kısık bir sesle bir sır veriyormuş gibi hafifçe bana doğru eğilirken.

 

Belini doğrulttu tekrardan. "Hadi söyle üstüm nasıl? Güzel görünüyor muyum? Herhangi bir yerimde kötü bir görüntü yok değil mi?!" Sesi telaşlı bir hâle büründü. Elleri saçlarında durdu. Panikle gözlerime baktı. "Saçım kabarmamış değil mi?! Ay kesin kabarmıştır neden kabarmasın ki sabahtan beridir etrafta at gibi koşturuyorum resmen... Koşarken rüzgar vurup elbet kabarmıştır... Benim saçlarım zaten çok lanet bir şey, en ufak bir rüzgara dayanamaz!"

 

Simay'ın tekrardan ortaya çıkan bu tanıdık tavırları karşısında istemsizce gözlerimi devirmiştim. Şimdi anlamıştım işte. Yine mi?!

 

Tepsi bulunan elimin tersini belime yerleştirdiğimde kısık gözlerle bu hâlini süzdüm ardından alaylı ve abartı bir şekilde "Şu senin çoook gizemli adamın mı geldi yine?" diye sorduğumda Simay bu tavrıma karşılık gözlerini kıstı benim gibi. Hemen ardından onunla alay ettiğimi anlamış olacak ki ellerini tekrardan saçlarından geçirerek sarı saçlarını düzeltti yüzüncü kez.

 

"Sen geç dalganı tatlım. Ben o adamı koluma taktığımda göreceğim asıl seni. Bakalım o zaman da bizim gibi dergi kapaklarından fırlamış böylesine muhteşem bir çifte her baktığında hayranlıktan dolayı ağzının suları akarken şu şekil dalga geçerek bakabilecek misin acaba?"

 

Anlık olarak sırıttım. Ama aynı zamanda yüzümü buruşturdum. "Ben niye size hayranlıkla bakayım ya? Ünlü müsünüz ki?" Sonra da Simay'ın konuşmasına fırsat vermeyerek ciddi bir yüz ifadesine büründüm hemen. "Ayrıca dalga geçtiğim falan da yok, ben ciddiyim Simay," dedim mavi gözlerine bakarken. "Kabul et işte adam sana pas vermiyor. Sen böyle hevesleniyorsun ama ben senin sonradan üzülmeni gerçekten istemiyorum. Hem belki karısı falan vardır kızım. Belki de adam evli!"

 

Cümlemi bitirmemle öne atılıp havaya kaldırdığı sol elini gösterdi. Ardından gözüme sokar gibi yüzük parmağını işaret etti diğer elinin işaret parmağıyla. "Eline baktım yüzük falan yok," diye kocaman sırıttığında ağzımdan bıkkınlık dolu bir soluk çıkmıştı.

 

Bu kız cidden! Simay genelde de şıpsevdi bir kızdı, çoğu beğendiği adamı çabuk unuturdu ama bu adama kafayı takmıştı gerçekten. Belki de adamın buraya sık gelmesinden kaynaklıydı bu.

 

Gözlerimi kıstım tekrardan. "Ya sevgilisi varsa..."

 

Sorarcasına gözlerine baktığımda "Off!" dedi sıkılmış gibi gözlerini devirirken. "Sen saf mısın kızım? Eminim, adamın sevgilisi falan yok. Bu adam neredeyse her gün buraya geliyor sevgilisi varsa bile bir kere olsun getirmez miydi? Hem hangi salak böyle yakışıklı bir erkeği yalnız bırakır be? Benim şöyle bir sevgilim olsa kafasına torba geçirir öyle dışarı çıkartırdım..." Duraksadı. "Kesin yapardım yani..." dedi, o sırada gözleri kızların oturduğu masaya takılmıştı. "Kesin! Şunlara bak yuhh! Yavaş bakın develer... İçtiğin kola yamuk ağzının açıklığından dolayı şelale olmuş yere damlıyor. Ayıp be!"

 

Kendi kendine söylenip durduğunda aniden öfkeli bir şekilde ama aynı zamanda kısık bir sesle adama bakan kızlara çıkışırken kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırmıştım.

 

"Yok abi kesin, kesin biz olduğumuzda ben bu adamın kafasına torba geçiririm," diye iyice abarttığında "Olursa zavallı adamın başı yandı desene," diye mırıldanırken aniden bana dönmesiyle yüz ifademi düzeltip gülümsedim hızla.

 

"Bir şey mi dedin?"

 

"Yoo," dedim hızla başımı iki yana sallarken.

 

"Görüyorsun değil mi? Yüz metre mesafeden adamın ağzının içine düşecekler neredeyse. Tamam yakışıklı ama bu kadarda olmaz canım. Ayıp denen bir şey var. Bu göz tacizine girer resmen," dediğinde yalnız sen, adam bu kafeye gelmeye başladığı günden beri gözlerinde bir sikmediğin kaldı demek istesemde kendimi tutmuştum.

 

"Hımm öyle mi?" dedim, bilerek Simay'a yapmacık bir gülümseme atarken gözlerim cam kenarında oturmuş esmer adama takılmıştı.

 

Tamam azıcık haklı olabilirdi adam gerçekten yakışıklı denilecek bir kategorideydi ama bu yine de kaba olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Şiparişini verdiğimizde yüzümüze bakmayı geçtim nezaket gösterip bir teşekkür dahi zor ediyordu. Bunu Simay'ın başka bir masaya baktığı bir günde kahvesini ben götürdüğümde anlamıştım. Çünkü normalde geldiği zaman Simay hepimizden önce masaya uçar özel olarak ilgilenirdi kendisiyle!

 

Ben ve Eren bu duruma alışmıştık. Geldiğinde o tarafa bakmıyorduk bile. Neredeyse her gün sabahın belirli bir saatinde gelip sade kahvesini içerek yarım saat kadar oturup ardından gidiyordu. Bu onun için rutin gibi bir şeydi herhâlde diyecektim, ta ki bugün ilk defa sabah değilde akşama doğru gelmesiyle bu tezim azıcık çürümüştü.

 

"Öyle ya valla öyle. Şimdi sen de söyle artık nasıl göründüğümü." Duraksadı. Bana döndü hızla. "Ya kızım sen niye her şeye farklı bir cevap verip sakız gibi uzatıyorsun olayı ya?! İlk sorduğumda direkt cevabı versen ölür müsün?"

 

Pes eder gibi ellerimi kaldırdım.
"Tamam ben artık gerçekten bir şey demiyorum. Her zamanki gibi çok güzel görünüyorsun, hadi git sen. Ben de şu kızlara şiparişlerini götüreyim çünkü biraz daha bekletirsem kalkıp gidecekler ve sonra patron da bizi çok fena haşlayacak," diyerek cevap vermesine fırsat vermeden onu arkamda bırakıp hızlıca mutfağa yürümüştüm.

 

♟️

 

Son müşteriler de çıktı, rahatlayarak saçımdaki tokadan bir çırpıda kurtuldum. Nihayet iş saati de bitmişti. Parmaklarımı uzun saçlarımdan geçirerek dağıtmaya başladığım sırada koridora girmiştim. Bir an için bu günün hiç bitmeyeceğini sanmıştım gerçekten. Ufak olan soyunma odasına girdiğimde önlüğümü üzerimden çıkarıp geçen sene Ceren'in doğum günü hediyesi olarak bana aldığı siyah kalın montumu giydim üzerime.

 

Havalar çok soğuktu bu aralar.

 

Biraz sonra içinde bulunduğum odanın kapısı açılınca kafamı kaldırıp o tarafa bakmıştım. Simay paytak adımlarla yürüyerek kendini iki tane olan küçük koltuklardan birine yığılırcasına attı. "Oh bee! Sonunda bitti. Ne iğrenç, ne pislik bir gündü bu böyle ya. Üstümden kamyon geçmiş gibi hissediyorum. Neyse ki şimdilik sadece hayallerim olan ama yakın bir zamanda hayatımın anlamı olacak olan, yakışıklı kara atlı prensim geldi de biraz yüzüm güldü yahuu," dediğinde kendi kendine söyleniyor gibi bir hâli vardı.

 

Kara atlı prens mi? Bu kız deli miydi?

 

Diyene bak!

 

Burdan olduğumu yeni farkına varmış gibi gözleri bana döndüğünde çantamı elime alıp koşarak kapıya ilerledim ve hızlı hızlı elimi salladım ona. "Yarın görüşürüz acelem var, ben çıkıyorum. Bay bay Simay. İyi akşamlar, görüşürüz canım," dediğimde kendimi dışarı atıp kapıyı kapatmıştım hışımla.

 

Sırtımı kapıya yasladım derin bir nefes alarak. Ucuz kurtulmuştum çünkü hemen çıkmazsam Simay asla susmazdı, çıkışa kadar adamı anlatıp duracaktı. Oysa benim bugün bir şey dinleyecek takatim kalmamıştı.

 

Dış kapıya ilerledim, kasa bölümünde, kafasına düşmüş aklara rağmen hâlâ yakışıklı ve dinç görünen adama baktım. "İyi akşamlar Cahit abi!" diye seslendiğimde kafasını kaldırarak bana bakmıştı.

 

"İyi akşamlar kızım. Çıkıyor musun?" diye sordu.

 

"E iş saatim bitti sanki," diye tebessüm ettiğimde aynı şekilde gülümsedi bana.

 

"Sizi bugün çok yorduğumu biliyorum fakat endişeniz olmasın, emeğinizin karşılığını misliyle vereceğim," dedi, yüzümdeki tebessüm genişledi.

 

Bazen bana, ben de yarım kalmış olan o baba sevgisini hissettiriyordu. Bu kafeyi ve içinde bulunan insanları seviyordum. Burda sorunlarımın aksine kafamın içi her daim boş olur gerçek anlamda mutlu ve huzurlu olurdum her zaman. Kendimi her şeyden soyutlanmış bir şekilde temiz hissediyordum.

 

"Çok teşekkür ederiz abi," dedim yumuşak bir sesle. "Aslında biz Simay'la bir haftalığına senin için idare ederdik ama sen de biliyorsun kafe öğlen saatlerinde öyle bir kalabalık oluyor ki bazen istesek dahi yetiştirmemiz imkansız hâle gelebiliyor."

 

"Biliyorum biliyorum," dedi kafasını sallarken. Ayaküstü çok kısa sohbet ettiğimizde kapıya ilerleyeceğim sırada "Haa bu arada yarın Eren'in yerine yeğenim Tuğçe gelecek. Henüz liseye gidiyor ama yaşı küçük olmasına rağmen oldukça çalışkan bir kız, merak etmeyin yani kaytarmasına izin vermeyeceğim," dediğinde gülerek kafasını bilgisayardan kaldırmıştı. "Şu deli kıza da hemen söyle ki, arkadan bana sövmeyi bıraksın. Simay ne zaman yorulsa sürekli kulaklarım çınlıyor."

 

Bu sefer tebessümüm sesli bir gülmeye dönüştüğünde telefonumun titremesiyle elimi kot pantolonumun cebine atmıştım. "Tamam söylerim ben! Tekrardan iyi akşamlar abi!" diyerek dış kapıdan çıkmıştım.

 

Yüzüme vuran soğuk havayla olduğum yerde büzülürken montumun şapkasını kafama geçirdim. Sonbahar yerini ufaktan kışa bırakmış havalar gittikçe soğuyordu. Yavaş adımlarla durağa yürüdüm ve hâlâ çalmaya devam eden telefonumu açıp kulağıma götürdüm. Ceren arıyordu.

 

Düz bir sesle "Efendim Ceren," diye cevapladığımda "Çıktın mı işten canım?" diye sordu. Sesi benim aksime oldukça keyifli geliyordu. Ve biraz da imalı!

 

"Evet az önce çıktım ve cidden çok yorgunum. N'oldu?" diye sorduğumda anlık gelen izlenilme hissiyle hızla arkamı döndüm fakat anormal bir şey görünmüyordu. İş çıkış saati olduğu için insanlar geçip gidiyordu.

 

"Ocağın üstüne, sana yemek yapıp bıraktım. Onu yiyip, hemen uyuyup dinleniyorsun çünkü iki saatin var."

 

Gözlerimi çektim yanımdan hızlı hızlı geçip giden insanlardan ve neredeyse dolup taşan durağa ilerledim. "Ne alaka iki saat? Ayrıca nerdesin sen? Maç sesi geliyor arkadan... Baran'mı o, öyle Larin diye öküz gibi böğüren."

 

Bugün, Beşiktaş ve Galatasaray derbisi vardı.

 

Ceren gülsede "Nerde olabilirim ki?" dedi alayla. "Muratlardayım tabii ki. Çocukların hepsi burada. Sen de o her zamanki gibi takındığın suratsız yüz ifadeni düzeltip saat sekizde hazır olsan iyi olur. Çünkü Oktay bu gece için barda özel olarak yer ayırtmış bize. Kutlamanız gereken bir zafer var öyle değil mi?" Zafer derken sesindeki ima öyle saçma bir şekilde çoğalmıştı ki bunu söylerken yüzünü buruşturduğuna emindim.

 

"Ceren inan bana bugün yeterince yoruldum zaten. Ayrıca o tür yerlerden hoşlanmadığımı biliyorsun, hiç ısrar etmeye kalkma gelmeyeceğim," dedim kesin bir dille. Çünkü barlardan cidden nefret ediyordum.

 

İnsan yığının arasından sıvışıp kenarda bir açıklıkta durdum. Allah'ım İstanbul neden bu kadar kalabalık olmak zorundaydı ki?

 

"İtiraz falan kabul etmiyorum Nisan!" dedi gereksiz ve abartı bir bağırtı ile. "Hem sence de itiraz etmen çok saçma değil mi? Gerçekten hep böyle yapıyorsun," dedi alayla. Muratlar orda olduğu için bozuntuya vermiyordu fakat muhtemelen şu anda beni öldürmek istiyordu.

 

"Ceren-"

 

"Bir seferlik gelsen ne olur sanki? Bak Baran mutlaka gelsin yoksa ben gelip zorla getireceğim onu diyor. Nisan bizi kıracak mısın gerçekten?" Üzüntüyle karışık gibi görünsede alaylı olduğu belli olan sesinden sonra sabır çektim. Bu gün her şey üst üste gelmek zorunda mıydı? Ceren'in sinirini çekmek istemiyordum. Geçen yaptığımızla yine sinirden kudurmuştu. Ama nedense sevgilisi de bu işin içinde varken o bir tek benden sinirini çıkarıyordu.

 

Bıkkın bir nefes verdim. "Tamam geleceğim ama baştan söylüyorum çok kalmam."

 

"Ne?! Ciddi misin?!" dedi abartılı bir şekilde sesini daha çok yükselterek. "Tamam valla çok kalmayacağız. Söz. Çocuklar!" diye seslendi ardından çok daha abartı bir sesle. "Nisan geliyor!"

 

Hemen ardından arkadan gelen Baran'ın sesinde ise Ceren'in aksine gerçekten bir şaşkınlık vardı. "Oha geliyor lan ciddi ciddi. Nisan, harbi mi lan?!"

 

Bu kadar çabuk kabulleneceğimi beklemiyordu galiba. Çünkü oldukça inatçı biriydim ve bir şeyi istemedim mi asla kimse bana o şeyi yaptıramazdı. Bunu dördü de biliyordu.

 

"Harbi Baran çok harbi."

 

"Fındığım benim be! İşte bu! Benim için geleceğini biliyordum," dedi, güldüm istemsizce.

 

"Fındığım diyen çatallı dilini sikeyim senin. Yarrak kafalı herif." Telefondan gelen oldukça kısık sesi ayırt etmek zor değildi. Gerçi telefondan duyuyorsam eğer kısık sesli olarak bunu dile getirdiği de söylenemezdi ya, neyse... Oktay'dan başkası değildi işte. Telefonu diğer elime aldım ve üşüyen elimi yumruk yaparak sıcak nefesimi üfledim. Hava neden birdenbire bu kadar soğurdu ki?

 

"Aha birilerini yine çok fena kudurttuk fındık," dedi Baran birden çıkışır gibi.
"Yalnız ben şu an tehlikedeyim, e sen de yoksun şimdi şu birileri olan kişinin ağzına bir güzel sıçıp da beni koruyup kollayacak. Ne yapacağım lan ben?! Acayip korktum... Oha! Bak çok fena bakıyor... Bakma!"

 

"Yavşak Baran! Kapat lan şu telefonu! Ceren sen de şu telefonunu alsana kızım şundan!" diye bir bağırtı yükseldiğinde "Sana ne amına koyayım, kıskanma piç!" diyerek Baran alayla ona gülmeye başladığında hemen ardından Murat'ın da olaya dahil olması ile ortalık galiba karışmıştı.

 

"Dayak yemeden önce kes sesini istersen Baran yavşağı, sen de her seferinde abartmayı bırak amına koyayım. Nisan ile Baran arasında ne türde bir yakınlık olduğunu biliyorsun Oktay."

 

Bunlar kendilerini ne zannediyordu? Hayır Oktay kendini ne zannediyordu? Ve ben neden bütün bu saçmalıkları duymak zorundaydım?

 

"Ben kapatıyorum. Görüşürüz!" diye duymaları için hafifçe bağırdığımda durakta bulunan birkaç kişinin bana bakmasıyla telefonu hızla kapatıp sırtımı dikleştirdim. Bizim milletimiz neden bu kadar meraklıydı?

 

Telefonumu cebime soktum, kaldırımın dibine yanaşırken gelen o arabayı görmemem ya tamamen benim aptallığımdandı ya da kullanan kişi tam anlamıyla bir trafik magandasıydı. Üstüme sıçrayan suyla geriye doğru irkildiğimde ağzımdan bir nida koparken "Yuhh!" diye şokla bağırmıştım arabanın arkasından.

 

Bu sırada az önce tek tük bana dönen insanların şimdi neredeyse hepsi bu tarafa dönmüştü. Onlardan uzak olduğum için su onlara sıçramamıştı fakat ben baştan aşağıya ıslanmıştım. Üstelik hava buz gibiydi. "Geri zekalı! Allah'ın belası!" diye arabanın ardından bağırmaya devam ettiğimde etraftaki insanları umursayacak halim yoktu cidden.

 

Üstümü silmeye çalıştığım sırada "Yanlış yerde durdu," diyen yabancı bir kadının sesini duymuştum. "Bu kızda hiç akıl yok herhâlde. Baksana daha arabaların geçip gittiği caddede su birikintisinin olduğu çukurluk yerlerde durmaması gerektiğini bile bilmiyor." Hayretle kafamı çevirip ilerde duran yaşlı kadına baktım. Elinde bastonu yanında ise yaşlı bir adam vardı.

 

"Kusura bakma teyze ya! Göremedim, mazur gör beni!"

 

"Ne münasebet. Delinin dediğine bak ayol teyzeymiş! Teyze olacak kadar yaşlı mıyım ben Harun Bey?" diye yanındaki adama baktığında üstündeki şalı iyice kendine sarmıştı bu söylediğimden rahatsız olmuş gibi.

 

"Yok Lütfiye Hanım. Siz son derece genç bir bayansınız." Yaşlı adam kur yapar gibi yanındaki kadına çapkın bir bakış attığında kadının bana bakıp bak gördün mü? diyen havalı tavrı ile ağzım şaşkınlıkla aralanmıştı. Allah'ım şu an niye böyle absürt bir sahne yaşanıyordu ya?

 

Alaylı bir tavırla bana bakmakta olan kadına kaşlarımı kaldırdım. Valla elindeki bastona bakarsak bir ayağın çukurda gibi görünüyor teyzecim, yaşlı olup olmadığına da sen karar ver artık! demek için ağzımı araladım fakat geri geri gelerek tam önümde duran araçla kafamı hızla çekmiştim teyzeden.

 

Kapı açılarak siyah arabadan genç bir kadın indi, hızla bana yaklaşırken "Kusura bakmayın lütfen! Çok özür dilerim! Benim dikkatsizliğimdi!" dedi panik dolu bir sesle.

 

Topuklu ayakkabısının kaldırımda çıkardığı takırtılar yüzünden duraktaki insanların bakışlarını tekrardan buraya yönelttiğinde gözlerimi devirmiştim.

 

"Kalabalık bir alanda bu ne biçim araba kullanmak ya, önünüze bakmıyor musunuz siz hanımefendi?" diye sinirle söylendiğimde çantamdan peçete çıkarmış üstümdeki çamur birikintisini silmeye çalışıyordum.

 

"Bakın çok özür dilerim, ben gerçekten çok dalgındım," dedi çatallı bir sesle.

 

"Dalgınsanız eğer araba da kullanmayın o zaman!" diye sinirle ona baktığımda duraksamış, yanaklarından çenesine doğru akmış olan karartıyla ağladığını anlamıştım. Muhtemelen silmeye çalıştığı için bu kadar geç gelmişti yanıma fakat doğru düzgün sildiği de söylenemezdi. Kara çekik gözlerinin içi kıpkırmızıydı.

 

Sesimi kısaltarak "Tamam sorun yok," dedim geçiştirir gibi, üstümü tekrardan silmeye dönerken.

 

"O şekilde pek temizlenecek gibi durmuyor. Off ben gerçekten çok özür dilerim ya. Hay Allah hava da buz gibi ıpıslak oldunuz bu soğukta," dedi, sesi son derece mahçup çıkıyordu. "İsterseniz eğer sizi hemen gideceğiniz yere kadar bırakabilirim."

 

"Gerek yok," dedim aksi bir tavırla.

 

"Lütfen," dedi ısrar ederek. "Kötü bir gün geçiriyorum zaten... Bir de sizi bu şekilde bu soğukta bırakıp gidersem eğer büyük bir vicdan azabı çekerim sonradan. En azından hatamı bu şekilde telafi etmeme izin verin."

 

Kafamı kaldırarak benden bayağı uzun boylu duran genç kadına baktım. Nisan, iyi insanlar da var mıymış ya?

 

İlerleyerek arabasının kapısını açtı. "Lütfen geçin," dediğinde bir süre onu süzdüm. Partiden çıkıyormuş gibi üstünde mini mavi şık bir elbise vardı. Siyah saçlarını tepeden at kuyruğu yapmış yüzü son derece gergin duruyordu.

 

Asla tanımadığım insanların arabasına binmezdim fakat kadın da olması ile "Peki," dedim pes edercesine. Hızla açtığı kapıdan koltuğa oturdum. Son derece sıcak ve güzel kokan konforlu arabanın içine kurulduğumda hayatımda ilk defa böylesine pahalı bir arabaya binmiyordum. Gözlerim etrafta dolaştığı sırada neredeyse benim yaşımda görünen genç kadın hızla arabaya binerek klimanın ayarını yükseltti.

 

"Kabul ederek beni ne kadar mutlu ettiğinizi bilemezsiniz. Nerede oturuyorsunuz?" diye sorduğunda arabayı çalıştırmış ve muhtemelen ağladığı için sesi boğuk çıkıyordu. Başımı sallayarak evin adresini ona verdiğimde üstümü temizlemeyi bırakarak ön camdan yolu seyretmeye başlamıştım.

 


"Bu arada Sıla ben," dediğinde dalgın bakışlarımı yoldan çekerek ona baktım.

 

"Efendim? Kusura bakmayın lütfen. Duyamadım sizi," dedim utanarak. Bana kısa bir bakış attığında gülümsemişti. Yanaklarından akmış karartıya rağmen esmer cildi tertemiz, ışığın altında resmen parlıyordu. Vay be ne kadar güzel bir kızdı.

 

"Sıla diyorum, adım Sıla. Sizin adınız ne?" diye sorduğunda "Nisan," dedim kısaca. Bu sırada torbido üzerinde duran telefonunun yüksek sesi arabaya yayılmıştı, gözlerim istemsizce oraya çevrildi.

 

Alihan arıyor...

 

Az önce adının Sıla olduğunu öğrendiğim kadının gözlerinin telefona kaydığını gördüm, yüzü tekrardan düşmüş derince yutkunmuştu. Telefon kapanıp terardan çalmaya başlayınca "Şey telefonunuz çalıyor," dedim kısık bir sesle.

 

"Boşver çalsın Nisan," dedi bana hiç bakmayarak fakat ben gözlerinden akan yaşı görünce derince yutkunmuştum.

 

"Siz iyi misiniz?" diye sorduğumda direksiyondan çektiği eliyle hızlıca göz altını silmiş yalnızca başını sallamakla yetinmişti.

 

Ne yapacağımı bilemeyerek sıkıntılı bir nefes aldığımda etrafıma bakındım. Niye hep sıkıntılı insanlar beni buluyordu ya?En azından iyi birine benziyor Nisan.

 

Haklı olduğuna karar verdiğim iç sesimle tekrardan gözlerimi Sıla denen genç kadına çevirmiştim. "İyi olduğunuza emin misiniz?"

 

"Eminim. Teşekkür ederim. İyiyim ben Nisan," dedi burnunu çekerek.

 

"Ağlıyorsunuz ama," dediğimde yüzünde acı bir gülüş meydana geldi.

 

"Mutluluktan. Sen hiç mutluluktan ağladın mı Nisan?"

 

Şaşkınlıkla yanımdaki kadına baktım. "Hayır ağlamadım da siz az önce kötü bir gün geçirdiğinizi söylemiştiniz bana," dediğimde tekrar ve tekrar çalan telefon ile benim bile sinirim bozulmuştu. Alihan her kimsen siktir olup git ve bizi rahat bırak!

 

İç sesime karşılık Sıla'nın ne zaman torbido üstünde duran telefonu aldığını ve ne zaman camı açarak dışarıya fırlattığını kestirememiştim bile. Ağzım şok içinde açılırken aynı saniyede bağırmıştım. "Hii! gitti 90 bin liralık telefo-" Kendimi son anda frenledim ve hızla dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

Verdiğim tepkiyle bana kısa bir bakış attığında bu hâlime sinirleri bozulmuş olacak ki ufak bir kahkaha attı. Niye her şey tuhaf der gibi bakıyordu o da bana.

 

"Değeri yoktu onun merak etme," dedi ve bana kısa bir bakış attı tekrardan. "Sana bir tavsiye olsun Nisan: Dıştan her ne kadar pahalı gibi görünsede aslında içinin son derece ucuz olduğunu anladığın her şeyi hiç düşünmeden hayatından bu şekilde at."

 

Söylediği ile abla edebiyat yapmak güzelde şimdi 90 bin liralık telefon da atılmaz hani, bari bana verseydin kamerası çok güzeldi o telefonun be! demek istesemde sertçe dilimi ısırdım. Sus Nisan!

 

Bunu demek yerine "Galiba burada ucuz olarak kasttetiğiniz şey tam olarak telefonda yazan isimdi. Çünkü attığınız telefon her açıdan çok pahalıydı, acayip iyi bir marka," dediğimde tekrardan güldü.

 

"Sevdim seni Nisan," dediğinde sesi ciddiye büründü aniden. "Acelem var biraz hız yapsam sorun olur mu senin için?"

 

Bu kadar düşünceli miydi?

 

"Sorun değil," dediğimde kısa süre içinde gaza basmasıyla pişman olmuştum çünkü bir ara az kalsın sadece yarım saattir tanıdığım bu yabancı kadınla bir trafik kazasına kurban gidiyordum. Araba kapımın tam dibinde durduğunda hızla tuttuğum nefesimi bıraktım. Ardından kaçarcasına kendimi dışarı attım. Sen salak mısın Nisan? Morali bozuk bir insana arabayı hızlı kullanabilirsin denir mi?

 

Derin bir nefes aldığımda açık cama doğru eğilmiştim. "Teşekkür ederim."

 

Kara gözlerinde bir tebessüm belirdi. "Yaptığım teşekkürlük bir şey değildi biliyorsun," dedi kibar bir dille. "Keşke elbiselerini kuru temizlemeye atma teklifimi de kabul etseydin."

 

"İnanın buna hiç gerek yok. Beni zaten eve bıraktınız. İstanbul kalabalığı nasıldır bilirsiniz, bu kadar erken eve geleceğimi bilseydim eğer ısrar etmez bilerek önünüze atlardım," dediğimde şen kahkahası arabadan taşarak sokakta yankılanmıştı.

 

"Kusura bakma ama ben de nerdeyse iyi ki sana su sıçrattım diyeceğim Nisan. Kısa da olsa sohbetimiz hoştu. Birdenbire bütün kötü ruh hâlim gitti gerçekten. Kendine çok iyi bak tamam mı?" diye göz kırptığında benden beklenilmeyecek şekilde içten bir tebbessüm gönderdim ona.

 

"Sen de. Hep mutlu ol Sıla, gerçek anlamda olur mu? İyi akşamlar," dedim.

 

Kocaman tebessüm ederek "İyi akşamlar," dedi ve hızlıca arabayı çevirerek benden uzaklaşmadan önce "Sen de tavsiyemi dikkate al," dedi.

 

Yüzümdeki gülümseme birdenbire soldu. "Bir zamanlar mutluluktan dolayı olmasa bile senin gibi ağlamışlığım çok oldu Sıla," diye mırıldandığımda ayak tabanlarım üzerinden arkamı döndüm ve Ceren ile bana ait olan evimize baktım.

 

Ceren evde olmadığı için ışıklar yanmıyordu hâliyle. Dış demir kapıyı geçerek evin kapısına ulaştığımda
çantamdan anahtarı çıkarıp kısa sürede buz tutmuş elimle kapıyı açmıştım. Botlarımı çıkarırken içeriden gelen ferâh kokuyla dudaklarım hafifçe kıvrılmıştı. Anlaşılan Ceren yine evi dip bucak temizlemişti. Bu konu da oldukça şanslıydım, o benden daha erken işten çıktığından dolayı her ne kadar buna itiraz etsemde genelde bu işleri bana bırakmaz kendisi yapardı.

 

Montumu çıkarıp kirli olmasından dolayı şapkasından dikkatlice tuttum ve mutfağı es geçerek direkt banyoya ilerledim. Aslında aç sayılırdım fakat bütün gün olan bu koşuşturmacadan dolayı terlemiştim. Üstüne üstlük pantolonum berbat bir hâldeydi, önce kısa bir duş almam gerekiyordu.

 

Üstümdekilerden tek tek kurtularak kısa bir duş aldım. Havluyu bedenime sararak odama ilerlemeye başladığımda kendi kendime söyleniyordum. "Nerden çıktı bu kutlama işi ya? Hem hırsızlığın kutlaması mı olurmuş arkadaş? Ulan Ceren! Bu kutlama saçmalığını kesin bilerek sen çıkardın ortaya. Kesin... Banyomu yaptım şimdi ne güzel mis gibi saatlerce uyuyacaktım yatağımda ben... Arkadaş değil bela anasını satayım!"

 

Işığı açtığım gibi üstümdeki havluyu çekerek yatağa fırlattım, dolap kapağını açarak siyah iç çamaşırımı giyip onun üstüne bir atlet ve eşofman giymiş saçlarımı kurutmadan kendimi hızla yatağa bırakmıştım. Geriye sadece bir saatim kalmıştı. Eğer uyuyabilirsem bu bir saatlik uyku benim için yeter de artardı. Bedenimde ki yorgunlukla gözlerimi kapattığımda neyseki çoktan uykuya dalmıştım...

 

♟️

 

Barın olduğu sokağa girdiğimizde Murat arabayı uygun bir yere park etmişti. Araban inerken yukarıya doğru sıyrılmış olan eteğimi aşağıya çekiştirdim, siyah dizimde biten uzun kollu dümdüz bir elbise giymiştim.

 

Ceren, Murat'ın koluna girip bana baktı. "Hadi oyalanmayalım daha fazla, Oktaylar çoktan gelmiş baksanıza," diyerek gözleriyle ileriyi işaret edince baktığı yere kafamı çevirdim. Sokağın biraz ilerisinde park halinde duran Oktay'ın arabasıydı. Onla Baran evden direkt bara geçmişlerdi. Ceren de yalnız gelmemem için Murat'ın arabasıyla gelip beni evden almıştı. Sağ olsun! Hem sövüp, hem döven ve hem de seven bir arkadaşım vardı.

 

Beklemeden içeriye girdik, burnuma gelen tanıdık kokuyla yüzümü ekşittim. Daha önce birkaç kez gelmiştim buraya. Oktaylar genelde bu barda takılıyordu. Kafamı kaldırıp dümdüz yürümeye başladığımda önümde kol kola yürüyen Murat ve Ceren'e takıldı bakışlarım. İkisi oldukça şık duruyordu. Murat siyah bir pantolon, üstüne de mavi renkli bir ceket giymişti. Kahve saçları her zamanki gibi dağınıktı. Ceren ise Murat'a uyumlu olacak şekilde mini mavi bir elbise tercih etmişti. Uzun boyu ve tepeden at kuyruğu yaptığı kumral saçlarıyla gerçekten çok hoş görünüyordu.

 

Koridoru aştık, Murat bar bölümünü kapatan sürgülü cam kapayı yana kaydırdı içeriye geçmemiz için. İçeride hafif bir müzik vardı. Daha erken saatler olduğu için etraf pek kalabalık sayılmazdı.

 

Biraz ilerlediğimizde ikisini köşedeki geniş, siyah renke olan L koltukta otururken bulmuştum. Baran bizi görür görmez ayağa kalktı, baştan aşağıya onu süzdüm. Dar kot pantolonun üstüne siyah bir kazak giymişti. Omzuna kadar gelen uzun siyah saçları, kaşına taktığı piercing ve ensesinden köprücük kemiğine kadar uzandığını bildiğim dövmeleri ile her zamanki gibiydi. Yüzündeki sırıtışla tam bir serseri. Onun bu tarzına gerçekten hayranlık duyuyordum. Erkeklerden en yakın olduğum kişiydi Baran. En azından diğerleri gibi kurnaz değil, dürüsttü.

 

Bana bakıp kocaman gülümsedi ardından beni kolunun altına çekerek hoş bir sesle "Fındığım," dedi. "Hoş geldin, nasılsın bakalım?"

 

"İşten dolayı biraz yorgunum, sen?" diye sorduğumda benden ayrılarak kolumdan çekip hemen yanına oturtmuştu. Oktay tam ortada olduğundan, Murat ve Ceren onun yanına oturmuştular.

 

Baran, "Kızım sen de amma tuhafsın he. Anlayamıyorum seni," dedi bana şüpheli gözlerini dikerek. Sonra bana doğru eğilerek sesini kıstı. "Niye bu kadar çok kendini yoruyorsun? O parayı almayacaksan eğer bizimle gelip neden güzel canını tehlikeye atıyorsun ki sen? Bak haberin olsun, ben bu işten yavaş yavaş kıllanıyorum. Baştan beri hiç hoşuma gitmiyor zaten bu durum."

 

Gözlerim o sırada kısa bir an için bana bakan Oktay'a çevrilmişti. "Bunları konuşmuştuk Baran. Beni sıkboğaz etme şimdi durduk yere. Eğlenmeye geldim ben buraya," dedim, Oktay'ın gözlerinde anlayamadığım bir ifade oluştu.

 

Sonra da gözlerimizin arasında sessiz bir savaş çıktı.

 

"Ya tamam konuştuk da hadi biz doğduğumuzdan beri bok gibi şeyler yapan bok heriflerin tekiyiz ama kızım sen manyak mısın ki sırf meraktan dolayı bizimle bu denli tehlikeli olan evlere giriyorsun? Hayır heyecan, aksiyon arıyorsan eğer seni bir gün illegal motor yarışlarının yapıldığı bir yer var oraya götüreyim. Arkama bin yemin olsun on dakika içinde seni Bağdat'a kadar uçurup hayatının aksiyonunu yaşattırmazsam bana da Kaynakçı Baran demesinler." Sırıttı ardından. "Hem senin gibi bir fıstıkla etrafa biraz havam olur," diye devam ettirdiğinde yanağımdan ufak bir makas almıştı.

 

"Sen boşversene şunu Baran ya. Hâlâ anlayamadın mı Nisan en ala manyak zaten." Ceren laf sokarcasına söze girdiğinde gözlerimi kapattım sinirlenmemek için. Her şey bitti şimdi de beni zayıf noktalarımdan vurmaya başlamıştı.

 

Gözlerimi açtığımda Ceren'in gözleri ile denk gelirken derince yutkunarak bakışlarımı cektim ondan. Alayla Baran'a baktım. "Çok düşüncelisin Kaynakçı Baran ama ben henüz o aksiyonlara girmek istemiyorum," dedim, ufak bir kahkaha attı.

 

Kaynakçı onun sözde lakabıydı. Peh! Saçma.

 

"Haklısın Ceren de bunu söylemek yerine biraz da ciddi bir psikolog desteği alması için artık şu arkadaşını ikna etmeye mi çalışsan? Böylece aklını biraz olsun başına toplar. Bir ara bizi tehdit etmek gibi saçmalıklara kadar girdi çünkü."

 

Oktay'ın kurşun gibi çıkan sesi kulağıma vurduğunda ağzımdan alaylı bir gülüş çıkmıştı. Kafamı ona kaldırdığımda "Sen bayağı bayağı korkmuşsun Oktay ya," dedim. "Merak etme, beni yanınızda tuttunuz sürece ağzım her zaman kilit. Anahtarı ben de yani," derken sesimi kısmış, parmaklarımı dudaklarımın üzerinden geçirirken zincir çeker gibi hareket yapmıştım alaylı gözlerle ona bakarken.

 

Verdiğim tepkiyle öfkelenmiş gibi elindeki viski bardağını kafasına diktiğinde "Amacın ne?" diye sorunca tekrardan aynı konulara dönmemizle bıkkın bir soluk verdim.

 

"Neden sürekli bir amaç arıyorsun ki?"

 

"Neden bir amaç aramayayım ki?" diye sordu alayla. Yüzündeki ifadeye tezat gözlerinde bir öfke vardı.

 

"İçindeki şüphelerin ne olduğunu bilmiyorum ama benden şüphelendiğini bu kadar da belli etme be Oktay," dedim alaylı ifademi korurken. "Çünkü neden biliyor musun? Benim gerçekten bir amacım varsa da eğer böyle yaparak daha iyi rol yapmaya teşvik ediyorsun beni."

 

"Gençler, gençler..." dedi Murat araya girerek. "Ateşli tartışmanızı sonraya erteleyin çünkü buraya eğlenmeye geldik. Ne içersiniz?" diye sorduğunda öfkeyle büyük bir hızla kafamı Murat'a çevirdim.

 

Gözlerimdeki ateşi gördüğünde "Ovv... Tamam hiç söylemediğimi say," dedi geri vites atarcasına. "Bazen ciddi anlamda çok korkunç bir kadına dönüşüyorsun."

 

Hızla ayağa kalkmıştı. Derin bir nefes alarak arkama yaslandım ve "Hafif bir şeyler olabilir," dedim alayla kaşlarımı ona kaldırırken. İçki içmeyi pek sevmiyordum sarhoş olunca kendimi kaybediyordum.

 

Oktay, "Sen bana kafana göre bir şeyler getir kardeşim. Yalnız çarpmayanından olsun," dediğinde Baran bıyık altından gülmüştü. Ben ise ona bakmamıştım bile.

 

Aslında Oktay, hoş çocuktu fakat olmaması gereken bir özelliği vardı.

 

Kötüydü.

 

Benim gibi...

 

Murat yanımızdan ayrıldığında bu sırada müzik değişip daha hareketli bir parça çalmaya başlamıştı. Oluşan sessizlik ile Ceren'in ters bakışlarını tekrardan üzerimde hissedince onu umursamadım ve bedenimi Baran'a çevirdim. "Eee anlat bakalım Baran, bizim Bekir ne alemde farkına varınca çıldırmıştır?" diye sordum alayla.

 

Ona zerre acımıyordum, Polyannacılığa gerek yoktu, şerefsiz herifin tekiydi. Sorumla birlikte Baran elini saçlarından geçirip içten bir kahkaha attı. Murat bu sırada içeceklerimizi getirmiş dikkatini bize vermişti.

 

"Hem de ne çıldırma kızım! Bir de kimin yaptığını bulamayınca ne derler ona..." Düşünürmüş gibi durdu. Ardından "Bir dakika ya neydi ki o deyim?" dedi kendi kendine. "Orta okul terkim ben amına koyayım nerden bileyim deyim falan," diye söylenmeye devam ettiğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken "Heh buldum!" diye bağırdı aniden ortaya atılarak.

 

"Kafasını dağlara taşlara vuruyordur puşt!"

 

Murat, "Orta okul terk olduğun belli. Kafasını değil amına koyayım başını olacak o," dediğinde Ceren ufak bir kahkaha atmıştı.

 

"Ben en azından kendimden bir bok olmayacağını anladığım an kendi isteğim, kendi şahsi gururum ile terk ettim okulu. Fakat sen hocaların arabalarını kundakladığın için kovuldun amına koyayım," dediğinde bu sefer söze Oktay atlamıştı.

 

"Lan sikik kafalılar ikinizin de söylediği şey yanlış. Dediğiniz halk arasında geçen kalıplaşmış bir söz. Onun doğrusu başını taştan taşa vurmak. Ayrıca söylediğin ile bu deyimin alakası bile yok mal Baran," dediğinde istemsizce gülmüştüm.

 

Üçünün söylediklerinden hangisi doğruydu ben de merak etmiştim. Belki de hepsi yanlıştı. Kafama not ettim. Bir ara bu konuyu araştıracaktım.

 

Murat, "Ya deyimi falan boşverin de ben şimdi acayip üzüldüm şu pezevenk Bekirime ya. Ee malûm polise de gidemez şimdi," deyince yüzüne takındığı sahte üzüntüyle bu sefer hepimiz gülmüştük.

 

Bir saat kadar daha sohbet ettiğimizde sıkılmaya başlamıştım. Ceren de sıkılmış olacak ki Murat'ın kolunu omzundan atıp bir anda ayağa kalktı. "Bu ne ya? Buraya oturmaya mı geldik. Hani kutlama?" dediğinde çalışan kızı yanına çağırmış ve kulağına bir şeyler fısıldamıştı. Ne söylemişti bu? Aniden ayağa kalkınca ben de dans edelim falan diyeceğini zannetmiştim. He aynen Nisan, seni bir kaşık suda boğmak isteyen kız, seninle dans edecekti.

 

Masanın üzerinde bulunan içkimden bir yudum alırken bakışlarım anlık olarak Oktay'a kaymıştı. Nedense bir anda pek bir sessizleşmiş ve bizimle tamamen sohbeti kesmişti. Gerçi bu işime gelirdi de neyse... Bir bacağını diğerinin üzerine atmış düşünceli bir şekilde viskisini içiyordu son bir saattir. Soktuğum laflar onu sinirlendirmiş olacak ki arada bir gözü bana kaysada ters bir şekilde bakmakla yetinip önüne dönüyordu hemen. Onu kafaya taktığım söylenemezdi. Kafama takacağım son insan bile değildi çünkü.

 

Kız Ceren'in yanından ayrıldığında yüzünü alan sırıtmayla yerine oturan arkadaşıma baktım. "Ne söyledin kıza?" diye sordum.

 

Alayla gözlerime bakarken "Kutlama yapacağız canım. Birazdan görürsün," dedi.

 

Öyle çok alışmıştım ki bu duruma artık ona bazen tepki bile vermiyordum. Ceren'in hassas noktası Murat falan değildi bizzat bendim. O yüzden böyle bir tepki vermesi olağandı.

 

Bir süre sonra kız elinde bir tepsi dolusu tekilayla yanımıza geldiğinde yüzündeki sırıtmanın sebebini şimdi daha iyi anlamıştım. Gözlerimi büyüttüm, asla içmezdim. Öne atıldım hızla. "Ceren saçmalama ben asla içmem en son neler olduğunu sen de biliyorsun," dedim.

 

"Hayır efendim, geçen sefer yanımızda kimse yoktu. Bu sefer Muratlar var hiçbir şeycik olmaz," diyerek tepsiden aldığı bardağı elime tutuşturdu hızla. Bilerek yapıyordu. Adi kız.

 

Bir yıl önce Ceren kız gecesi yapacağız diye eve getirmişti. Bizde ilk defa içtiğimizden dolayı ayarını kestirememiş biraz fazla kaçırmıştık. Bunun üzerine deli gibi sarhoş olduğumuzu ardından da en son kendimizi kaybedip pijamalarla dışarı çıkarak deli gibi bağırıp ortalığı birbirine kattığımızı hatırlıyordum. Murat bizi gece mahalleden toparladığında ilk başta fazla olay çıkmadığını düşünmüştük fakat Murat'ın sonradan bize anlattığı abartı hikayelere göre resmen bütün mahalleye rezil olmuştuk. Sözde ben bir ara kendimi asfaltın ortasına atıp Annemi istiyorum! Onun yanına gitmek istiyorum! diye avazım çıktığı kadar bağırıp çığlık ata ata ağlamışım. O sabah kalktığımda tırnaklarımın altında kan parmaklarımın arasında saç tellerim vardı.

 

Yüzümdeki yaralara bakıp ne olduğunu sorduğumda Murat artık ne olduysa uzun zaman bana bu konuda bir şey söylemeye cesaret edememişti. Sonradan Ceren'e anlatmış ve Ceren bir gün gelip anlatmıştı bana fakat yumuşatarak anlattığı da kesin bir gerçekti.

 

Murat'ın o gece gördüklerinden sonra Ceren ile benim hakkımda bir şeyler konuştuğunu biliyordum fakat Ceren'in bana olan saygısından dolayı özelimi ben istemediğim müddetçe hiç kimseye anlatmayacağını çok iyi biliyordum. Bu yüzden kardeşime olan güvenim hep tamdı.

 

Ama şimdi bunu bilmesine rağmen böyle bir şey yapması çok adiceydi. Bana ne kadar kızgın olduğunun farkındaydım fakat beni durdurabilir miydi?

 

Ona inat beklemeden gözlerinin içine bakarak elimdeki bardağı kafama diktiğimde "Çüş! Yavaş gel güzelim," dedi Baran bana bakarak.

 

Gözlerim Ceren'den ayrılmadı. Sınırlarını ne kadar zorladığını gösterdi gözlerindeki o ifade ile. Bana meydan okuyordu. Herkese meydan okuyacak kadar cesurdum fakat ona karşı değildim. Karşımda benim iyiliğimi isteyen biri vardı oysa beynim bunu algılamayacak kadar uyuşmuştu.

 

Baran'ı duymazdan gelerek tepsiden ikinci bardağı aldığımda bileğimden tutarak engelledi beni. "Hop hop. Madem bu gece hızlıyız o zaman kuralları bozma fındığım. Hep beraber ve aynı anda," dedi.

 

Ceren bu hâlime daha çok öfkelenmiş gibi "Evet hadi," diyerek tepsiden sertçe bir bardak aldı.

 

Hepsi bardağı eline aldığında önce bardağın kenarında duran tuzu yalayıp limonu biraz ağzımda beklettim. Diğerleri de aynı şeyi yaptığında Baran, "Evet gençler üç deyince. Üç," dediğinde aynı anda shot atmıştık.

 

Saatler ilerlediğinde kaçıncı bardağı içtiğimizi hatırlamıyordum bile, başım fena halde dönüyordu. Ben içmeye devam ettiğimde Ceren bana öfkelenir gibi benden daha çok içiyordu her seferinde. Derin bir nefes almaya çalıştım. Burnuma ağır bir koku saplandı. Midem bulandı ve kusmak istedim o an. Bağırmak istedim fakat bedenimde çok ağır bir yorgunluk vardı.

 

Koltukta sadece ben ve Baran kalmıştık. Oktay ikinci bardakta işim var diyerek birdenbire ortadan yok olmuştu. Ceren lavaboya kusmaya gitmişti Murat'ta Ceren'i yalnız bırakmamak için peşinden gitmişti hâliyle. Parmaklarımı başıma götürüp ovdum. Burnumdan sızan iğrenç kokuyla birlikte başımın ağrısı git gide şiddetleniyordu.

 

Cerenler geldiğinde Murat bana bakmıştı. "Gidelim artık Baran kızlar iyi görünmüyor," dedi, Baran onaylayıp kolumdan tuttu. Zar zor ayağa kalktığımda sendeledim. Yere düşeceğim sırada Baran kolunu sıkılaştırıp beni kapıya doğru çekiştirmeye başlamadan önce Ceren'in bitik hâline bakmıştım.

 

Ceren benimle baş edemediği anlarda kendine de zarar veriyordu.

 

Ben her türlü kötü ve bencil bir insandım.

 

Ve bir de hastalıklı.

 

Eve vardığımızda ağırlaşmış kolumu kulpa atarak kapıyı açtığımda arabadan sarsak bir şekilde inmeye çalışmıştım. Ceren hemen ardımdan inip koluma girdi. Kustuktan sonra yol boyunca bana göre kendine daha çok gelmiş gibiydi.

 

Murat kafasını camdan çıkarırken "Ceren gelelim mi? içeriye kadar yürüyebilecek misiniz?" diye sordu.

 

"Gelmenize gerek yok aşkım. Ben iyiyim biraz daha. Şu başımın belasını içeriye götürürüm," dediğinde kafam uyuşmuş görüntüler bulanık görünüyordu gözüme. Sokak lambasının ışığı gözlerime vurduğunda çığlık atmamak için kafamı hızla diğer tarafa çevirdim.

 

Baran kafasını camdan dışarı sarkıttı. "İyi geceler o zaman. Görüşürüz fındığım benim," dediğinde bana el sallamıştı gülerek.

 

Zar zor kalkan kolumu kaldırıp avuç içimi ona gösterdiğimde "İyi geceğeler. Baraağnn. Seni seviyorum ama senden nefret de ediyorum," diyerek onun gibi el salladığımda "Hadi ya öyle mi? Neden ki?" diye sorduğunda aptal aptal birbirimize bakıp gülüyorduk. Murat güldü bu hâlimize bakarak.

 

"Ohoo... Bunlar uçmuş. Hadi iyi geceler aşkım benim. Eve girince mesaj atarsın," dediğinde Ceren gülerek kolumun altına girmişti.

 

"İyi geceler. Haber veririm," dediğinde beni sertçe çekerek eve doğru yürüttü.

 

Büyük bir zorlanma ile kapıyı açıp beni odaya soktuğunda yatağın üzerine bırakıp belini tuttu. "Kızım sen de amma ağırmışsın haa! Zaten sinirliyim sana. Şeytan diyor çık şunun üstüne giden aklı tekrardan başına gelene kadar tepin üzerinde." Beynim o kadar uyuşmuştu ki sesi çok uzaklardan geliyor gibiydi.

 

Giden aklı tekrardan başına gelene kadar tepin üzerinde.

 

Giden aklımın tek bir durağı vardı ve o durak Alçin'in yaşamış olduğu masalın içindeydi.

 

Birdenbire düştüm gökyüzünden Alçin'in yemyeşil ormanlarından birine. Büyük bir ağacın dibinde olan durağımı buldum ve içine girerek tek başıma oturdum orada. Sonra da karşımdaki manzarayı seyretmeye başladım tekrardan. Genç kız ve prens sonsuza dek mutlu yaşıyorlardı.

 

Benim onları izlediğim gibi Alçin'de bir yerden benim yalnızlığımı izliyor muydu?

 

Loading...
0%