Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. BÖLÜM

@esraslnn


Buraya gelenler ve bu sayfayı görenler rica etsem destek için yıldıza basar mısınız? Teşekkürler, keyifli okumalar.

 

Zayn Malik, Sia ' Dusk Till Dawn

CRMNL ' Devil İnside

LYELL ' I'm Somebody Else

 


Sonu görünmeyen yemyeşil bir ormanın içindeydim. Nerede olduğumu anlayamamıştım fakat derin bir sessizlik hakimdi Güneş ışınlarının vurduğu bu yerde. Etrafta duyulan tek bir ses vardı, ağaçların üzerinde uçuşan kuşların cıvıltısı.

 

İleriye doğru bir adım attığımda ayağıma batan çimenlerle duraksadım. Üzerimi süzerken ayaklarımın çıplak olduğunu gördüm, vücudumu saran tek şey benliğim gibi siyah uzun bir elbiseydi yalnızca.


Kaşlarımı çattım fakat burnuma gelen muhteşem kokuyla dikkatim tamamen dağılmış istemsizce gözlerimi kapatıp derince bir soluk çekmiştim içime. O kadar güzel kokuyordu ki her yer... Bu hayatım boyunca soluduğum en güzel koku olabilirdi. Üstelik çok tanıdık da geliyordu. Fazla tanıdık Nisan.

Gözlerimi açarak hızlıca etrafıma bakındım. Rengarenk çiçekler, toprağı adeta bir battaniye gibi örtmüştü. Bulunduğum yer çok güzeldi. Yüzüme vuran güneş öyle iyi hissettiriyordu ki içimde daha önce bilmediğim, yaşayamadığım sonsuz bir huzur vardı sanki. Nerdeydim ben? Yoksa ölmüş ve cennete mi düşmüştüm? Ama nasıl olurdu, ben kötü bir insandım. Annemin dediği gibi kötüler, asla cennet diye tabir edilen o yere lâyık olamazdı. Olamazsın Nisan, cennet günahkar olan ruhlara çok uzak.

Kaşlarım bu sefer çok derinden çatıldı. Ne işim vardı benim burada?

"Nisan."

Aniden kulağımda yankı yapan sesle elektrik yemiş gibi irkildim. Bu sesi silik olan zihnimin bir köşesinden hatırlıyordum. "Nisan, kızım!"

Aynı ses bir kere daha kulağıma çarptığında kalbim hızla çarpmaya başladı. Unutmamıştım işte! Bu naif ses canımdan çok sevdiğim anneme aitti. Hızlıca etrafıma bakınmaya başladım fakat hiçbir şey görememiştim.

Nerden geliyordu?

"Benim güzel kızım. Arkana bak. Ben burdayım Nisan. Senin yanında."

Bu sefer hızlı bir şekilde arkamı döndüğümde parıldayan ve her zaman beline kadar uzanan kahverengi saçları gözüme çarptı. Benim tam tersime üzerinde beyaz upuzun bir elbise vardı fakat yüzünü hiçbir şekilde görememiştim.

Neden arkasını dönmüştü bana?

"Anne," dedim kendime yabancı kısık bir sesle. "Sen misin? Neden bana arkanı döndün ki?"

Ses gelmedi. Bunun üzerine bir adım attım. Sanki ayaklarıma beton bağlanmıştı. "Ben seni çok özledim anne," dedim ağlamaklı bir sesle. Sesimden akan özlemi gizleyememiştim. Bana hiç acımadı. Kıpırdamadı bile. Oysa annem ben ağladığımda gözyaşlarıma dayanamazdı. Sesin ondan geldiğini bilmesem onu cansız bir heykel sanacaktım.

"Nisan kızım," dedi bana seslenircesine tok ve güçlü bir sesle. "Görüyorum seni, izliyorum da. Neler yapıyorsun böyle sen? Zararlar hep dönüp dolaşıp seni bulacak. İnsanlar yaşattığını yaşamadan ölmez ki. Sana bunu daha önce de söyledim. Biliyorsun ve bile bile yapıyorsun! Kendine ceza verir gibi!" Öfkelendi sanki bana. "Nisan kızım, kötü olan sen değilsin ki. Kendine bunu yapma, neden yapıyorsun?"

Keder dolu çıkan sesi etrafta yankı yaptığında ona sadece sinirlenmiştim. Söylediklerini anlayamıyordum neden bana yüzünü göstermiyordu ki? Ben onu çok özlemiştim fakat o beni özlememişti, yüzünü benden saklıyordu!

Bencilliğimin, annemin bencilliğine çektiğini bilmiyordum.

"Anne!"

Ona doğru gitmek için hızlı bir adım daha attım fakat kolumda hissetiğim güçlü parmaklarla, sihirli bir değnek aniden gökyüzüne vurulmuş gibi tepede olan Güneş kayboldu ve yerini kapkara bulutlara bıraktı.

Ne olduğunu kavrayamamıştım bile. Değişim durmadı. Etrafta var olan her güzel şey Güneş'le birlikte hızla yok olurken az önceki yeşil çimenlerin yerini ne zaman aldığını bilmediğim bir bataklığın içine hızlı bir şekilde ayaklarımdan dizlerime kadar saplanmıştım.

Zihnimin derinliklerinde hakimiyetini sürdüren o huzur tamamen kayboldu ve yerini büyük bir korkuya bıraktı, kafamı çevirerek o güçlü parmakların sahibine baktım.

Kin ateşine bürünen kapkara gözlerin sahibini gördüğüm an saplandığım bataklığa biraz daha çekildim. Kara çamur dizlerimi aşarak bacaklarımın etrafını sarmaya başladı. Vücudum buz kestiğinde derince yutkundum. Uzun boyu ve bana diktiği kuyu gibi karanlık olan gözleriyle bir azrail gibi tepeden yüzüme bakıyordu o yabancı.

Dilim tutulmuştu sanki. Hiçbir şey söyleyemedim.

O yabancı yüzüme doğru eğildi ve sonra fısıldadı gözlerimin içine bakarak. "Senin burada olmaman gerekiyordu şeytan," dedi her kelimeye vurgu yaparak. "Çünkü senin yerin cehennemin en derin çukuru. Tıpkı benim ait olduğum yer gibi. Bilmiyor musun hiç? Cehennem şeytanlara aittir."

Kötüler... Kötülerin yeri cehennemdi.

Yabancının sesi o kadar iç ürperticiydi ki istemsizce titremiştim. Zira kımıldayan tek şey hafifçe oynattığı kalın dudaklarıydı. Konumlandırılmış bir robota beziyordu.

"Yalan söylüyor! Sakın Nisan! Sakın o adama inanma kızım! Sen kötü falan değilsin!"

Annemin korku dolu sesi kulağıma çarparken ona bakmak istedim. Yapamadım. Hareket dahi edemememiştim. Bakışlarım, karşımdaki yabancının gözlerinden başka hiçbir şeye bakmak istemiyormuş gibi kara harelerine sabitlenmişti. Beynimin her hücresini bir huzursuzluk sararken kalbim büyük hızla çarmaya başladı. Bu çarpıntı öyle değişik ve öyle güzeldi ki hayatım boyunca tatmadığım yabancı bir hissi içinde barındırıyordu.

O korkunç hissi. Korkunç bulduğum.

"Bunu kendine yapma kızım! Lütfen!" Annemin ağlamaklı çıkan sesiyle kendime gelmeye çalıştım fakat faydasızdı, her seferinde başarısız oluyordum. Sanki o an ben başarısızlıktan varolmuştum ben.

Neyi yapmayayım anne? demek istedim. Söyleyemedim, nefesim kesilmişti. Kalbimin hızının yükseğe çıktığı her saniye aynı şiddette biraz daha o bataklığın dibine çekilmeye devam ediyordum. Çamur belimin hizasına kadar geldi. Annemin sesini, artık kalbimin şiddetli çarpan sesi bastırıyor onun korku dolu sesini yalnızca bir uğultuya çeviriyordu.

Batmaya devam ettim o çamura. Zaman hiçbir zaman durmadı. Zaman zaten durmazdı. Ne zaman durdu ki?

Sonra sonsuz bir evrende sonsuz olmayan bir gezegenin içinde bir yabancının gözlerine hapsoldum. Yüreğimin her karışını bir bir saran yabancısı olduğum o his, bir bataklığa dönüşmüştü ve ben o çamura batarak sonsuza dek kaybolmuştum orada.

Yönümü bulamadım bir daha.

Ve en sonunda boğularak öldüm.

O his bir zamanlar annemi de öldürmüştü şimdi sıra bendeydi.

Ölecektim. Öleceksin Nisan, dedi içimdeki ses. Annen gibi güçlü bir kadın yaşamadı, sen mi sağ kalacaksın?

Ben öldüğümü zannederken zaman aniden geriye doğru büyük bir hızla aktı. Göz kapaklarım oynadı. Görüntülerin hepsi gözümün önünden bir film şeridi gibi tek tek geçti ve çamur geriye doğru çekilerek diz kapaklarımda tekrardan durdu. Sonra öbür kolumdan çekilmemle bedenim büyük bir hızla diğer tarafa doğru savruldu. Bakışlarım annemin yüzüne değdiğinde ağzımdan deprem etkisi yaratacak kadar korkunç bir çığlık kaçmıştı. Göz yuvaları bomboştu! Annemin güzel gözleri gitmiş yerini iki kara çukura bırakmıştı. Bilinmezlik vardı orda. Görünmeyen şeyler.

Çığlık çığlığa gözlerimi açtığımda, midemden genzime gelen kusma isteğiyle üstümdeki yorganı attım ve hızlıca banyoya koşturdum. Kendimi banyoya nasıl attım bilmiyorum ama klozet kapağını kaldırmış ve midemde ne varsa çıkarmaya başlamıştım. Birkaç kez daha üst üste öğürdüğümde ağzıma gelen safra tadıyla yüzümü buruşturdum. Kahretsin! Bitmiyordu. Kusmak iğrenç bir şeydi.

"Nisan." Arkamdan Ceren'in sesini duyduğumda bir kez daha öğürürken, diz çöktüğüm yerde kalçamın üzerine oturdum yorgunlukla. Kusmaktan gözlerim yaşarmıştı.

"Sen iyi misin canım?" dediğinde hâlsiz bir şekilde kafamı kapı tarafına çevirdim. Ceren kapıya yaslanmış uykulu bir şekilde gözlerini ovalıyordu.

"İyiyim dün gece çok içince çarptı hâliyle," dedim yorgun bir sesle.

Söylediğim ile Ceren hızla yanıma geldi ve önümde diz çökerek yüzüme baktı. O saniyede mavi gözlerinin içindeki pişmanlığı gördüm. Yaptığı şeyden dolayı pişman olacağını zaten biliyordum. Dediğim gibi Ceren benimle baş edemediğinde kendine de zarar veren bir insandı.

"Yapmamalıydım. Özür dilerim," dedi terden dolayı alnıma yapışan saçlarımı geriye doğru itelerken. "İyi olduğuna emin misin aşkım? Çığlıklarınla uyandım. Yüzün..." Derin bir nefes aldı. Pişmanlıkla alt dudağını ısırdı. Ellerime baktı, sonra da hasar kontrolu yapar gibi her yerimi inceledi uzun uzun. "Yüzün kireç gibi olmuş. Ne oldu, yine rüya mı gördün?"

Gülümsemeye çalıştım yorgunlukla. Ben onu hak etmiyordum. "İyiyim kötü bir kabustu sadece," dedim geçiştirircesine.

"Peki anlatmak ister misin?" diye sordu şefkatli bir sesle. "Seni ömrümün sonuna kadar dinleyeceğimi biliyorsun canım."

Kuruyan dudağımı yaladım fakat dilime gelen iğrenç tatla tekrardan kusasım gelmişti. Hâlâ titremekte olan elimi saçlarımdan geçirdim. "Biliyorum. Bilmez miyim," dedim aklıma gelen kötü anılarla. "Sen dünyanın en iyi ama aynı zamanda en şerefsiz arkadaşısın."

Söylediğim ile baygın gözlerle bana baktı. Ardından ayağa kalktığında ilerleyerek lavaboda yüzünü yıkamaya başladı. Gözlerim öylece yerdeki banyo fayansında takılı kaldığında gördüğüm rüyanın etkisindeydim hâlâ. "Bazı şeyleri bazı sebeplerden dolayı görmezden gelmeye devam edeceğim ama bu hep böyle süreceği anlamına da gelmez. Çünkü patlamama çok az kaldı."

Ciddi sesini işittiğimde kafamı çevirerek ona baktım. Elinde havlu yüzünü kuruluyordu. Anlamama rağmen "Anlamadım," dediğimde alaylı bir gülüş düştü dudaklarının arasından.

Ceren hiçbir şey söylemezken elindeki havluyu yerine astı. "Kalk hadi betondan," dediğinde kapıya ilerlemişti. Çıkmadan önce bana döndü. "Saate baktım işe gitmene daha çok var. Ilık bir duş al çünkü iğrenç kokuyorsun. Ben de bu sırada bize en güzelinden bir kahvaltı masası hazırlayacağım. İş yoğunluğundan ötürü uzun süredir baş başa kahvaltı yapamıyorduk."

Söylediğiyle sıkıntılı bir şekilde ardından baktığımda burnumu omzuma götürerek üstümü kokladım. Gerçekten berbat hâldeydim. Dün geceki elbisem hâlâ üzerimdeydi ve leş gibi içki kokuyordum. Normalde olsa Ceren tıpkı bir anne gibi beni soyup ardından üstümü değiştirerek öyle sokardı yatağa fakat belli ki onunda dün gece kafası iyi değildi. Tutulan kemiklerimi hareket ettirmeyi başardığımda avuç içlerimi betona yaslayarak ayağa kalktım. Ardından sıcak suyla güzelce yıkanıp beyaz havluma sarındım.

Saçımı kurutmak için lavabonun önüne geçmiştim. Saçıma sardığım havluyu ağır hareketlerle çekip aldığımda camı kaplamış olan buharı elimle sildim. Çıkan açıklıktan önüme gözlerim düştü. Dün geceki maskara hâlâ yüzümdeydi. Makyajla uyumam ve silmeden yaptığım banyodan ötürü iyice akmış iğrenç bir görüntü oluşturmuştu yüzümde.

Derince yutkundum. Sonra da gördüğüm rüyayı düşündüm. O kadar netti ki annemin o hâli... Aniden içim ürperdiğinde istemsizce titremiştim. Peki O. O adam kimdi? Onun yüzü neden aklımdan silinmişti. Oysaki sözleri beynime kazınmak istermiş gibi hâlâ kulağımda çınlıyordu.

Yüzünü neden unutmuştum? Ceren bana rüyamıza giren kişiler bize yabancı olsa bile gerçek hayatımızda bir kere de olsa o kişinin yüzüne denk geldiğimizi bu yüzden bilinçaltımıza yerleştiği için onu rüyamızda görebileceğimizi iddia ediyordu. Yani aslında ben rüyama giren o yabancı adamı gerçek hayatta tanımasam bile en az bir kere de olsa bir yerlerde yüzüne denk gelmiştim. Söylediği doğru muydu bilmiyordum ama rüyamın çok korkunç olduğu bir gerçekti.

Daldığım yerden çıktım, saçlarımı kurutarak kabarmaması için ördüm ardından ağzımdaki berbat tadı götürmek için dişlerimi sıkı bir şekilde uzunca bir süre fırçalayıp odama geçtim. Dolaptan çıkardığım siyah kot pantolonu bacaklarımdan geçirip üstüne de haki renginde boğazlı bir kazak giydim. İçimin karamsarlığına rağmen bütün renkleri çok seviyordum ama haki rengine diğer renklere göre ayrı bir zaafım vardı.

Sarsak adımlarla mutfağa geçtiğimde Ceren ocağın üzerinde omlet yapıyordu. Masaya baktım, yine döktürmüştü. Sandalyeyi çekip oturdum hızla. Ceren bana dönmeden "Biraz daha iyi misin canım?" diye sorduğunda tebessüm ettim ardından.

O benim kardeşim gibiydi. Çok uzun bir süredir hayatımdaydı. Biz birbirimizi benim yetimhane yıllarımın başladığı ilk gece de bulmuştuk. Bulduğumuzda da bir daha kopamamıştık zaten.

"Şu dakikadan itibaren süperim!" dediğimde patates kızartmasından bir tane alarak ağzıma attım. Hızlı hızlı çiğnedim. "Şuraya bak döktürmüşsün yine!"

Masaya oturup elindeki tavadan omletin yarısını tabağıma koydu. Ardından kendi de oturunca mavi gözlerini bana dikti. "Tabii kızım ne sandın? Benim bir tane geri zekalı kardeşim var onun için özel olarak hazırladım."

Yüzümü düşürerek kırılmış gibi ona baktığımda tatmin olmuş gibi gülümsedi. Her şekilde sinirini benden çıkarmaktan vazgeçmeyecekti fakat şöyle de bir şey vardı sözlerini ciddiye almıyordum çünkü Ceren'i tanıyordum.

"O zaman ben kalkayım. Çünkü ben son derece muhteşem bir zekaya sahibim," dedim kibirle. "Yani o geri zekalı kardeşin olamam."

Kalkacağım an "Otur yerine, gebertirim!" dedi hızla.

Tekrardan yerime oturduğumda ortadaki omleti komple önüme alırken "Bok gebertirsin," dedim alayla.

"Sofranın üstünde boklu moklu konuşma!"

Abartı bir şekilde "Tamam anne!" dediğimde Ceren kollarını göğsünde bağlayıp arkasına yaslanmış ve sinirli bir şekilde gözlerimin içine bakmaya başlamıştı. Hızlıca yerimden kalkıp çay doldurmak için ocağa yürüdüm. Çünkü yüzündeki ifadeyi görmüştüm. Taktiğim şuydu: Ceren ile olacak olan olası bir kavgadan hiç düşünmeden kaç. Çünkü her seferinde o yenerdi ve ben yenemeyeceğimi anladığım an benden beklenildiği üzere kötü yola başvurarak onun kalbini kırmaktan çekinmezdim. Korkağın önde gidesin sen Nisan.

Derince yutkundum. Ocaktan aldığım çaydan ile çıkardığım bardağa çay doldurmaya başladığımda Ceren'in arkamdan gelen sesi ile böyle bir şey sormasını beklemiyordum. "Nisan?" dedi sorar gibi. "Oktay dün gece öyle aniden nereye gitti? Bir şey de söylemedi bize. Hem ilk gittiğimiz andan itibaren morali de baya bir bozuktu." Sesi ise oldukça imalıydı.

"Ne bileyim ben?" Umursamaz bir sesle ona cevap verirken yerime oturmuştum. Ceren elindeki çatalı tapağına bırakıp tekrardan arkasına yaslandığında sertçe bana baktı.

"Ne bileyim benmiş!" dedi alayla. "Senin şu bıçak gibi olan sivri dilin yok mu?" Bunu söylerken azarlar gibi kafasını sallamıştı bana. "Gerçi diline ne hacet! Sadece bakışlarınla bile olsa her seferinde ne yapıp edip çocuğun ağzına sıçmayı başarıyorsun bir şekilde. Dün yine o imalı atışmalarınız neydi sizin?"

Bıkkın bir soluk bıraktım. Konuya şimdi de burdan mı girmeye çalışıyordu? "Oktay işte," dedim aynı umursamaz ifade ile. "Kurnazlığıyla bizi yıllarca uyutmadı mı? Her zamanki gibi bana boş boş sataşarak kendi yaptıklarını bir şekilde örtmeye çalışıyor."

"Sorduğum soruyla bu cevabın ne alakası var şimdi? Konuyu saptırma," dedi sertçe.

"Ceren izin verirsen eğer benim için özel olarak hazırladığın kahvaltımı yapacağım," dediğimde konuşmak istemiyorum der gibisinden açıkca birkaç saniye gözlerine baktım sonra onu hiç umursamadan geri omletime gömüldüm.

Çatalın sertçe tabağa çarpma sesini işittiğimde bir an için irkilirken "Boş boş sataşmak mı?" diye sordu Ceren alaylı bir sesle. "Herif sana köpek gibi aşık. Yaptığı her şeyi, söylediği her şeyi seni düşünerek yapıp söylüyor. Çocuğa her seferinde bok gibi davranmasan asıl amacının ne olduğunu sen de göreceksin."

Büyük bir hızla gözlerimi ona çevirdim. "Neymiş asıl amacı?!" diye sorduğumda sinirlenmiştim. Elimdeki çatalı sertçe masaya indirdim onun gibi. Öfkeyle Ceren'in gözlerine baktığımda kavga etmekten kaçışımızın olmadığını anlamıştım. Ceren'e Murat konusunda laf sokmak, isteyeceğim son şey bile değildi fakat benden bağımsız deli ve ayarsız bir damarım vardı. Eğer ona basılırsa işte o zaman annemi bile tanımayacak kadar kendimi kaybederdim.

Gözlerimdeki ifadeyi görmüş olmalı ki geri vites atarcasına gözlerini benden kaçırdığında yorulmuş gibi bıkkın bir nefes verdiğini gördüm. Onu üzmeye hakkım yoktu ama işte ben de böyle kötü bir insandım.

Gözleri bana döndüğünde sırtını sandalyeden kopararak hafifçe öne doğru eğildi. Yüzünde daha önce de birçok kez gördüğüm o tanıdık, sıkıntılı ifade oluştu. "Ben hiçbir zaman onların yaptıklarını savunmadım ve her zaman içinde bulunduğum şu sikik durumdan ölümüne rahatsız oldum... Sen de çok iyi biliyorsun ki ben bütün bunlara rağmen sırf kendi hislerim doğrultusunda ne yapıp edip bir şekilde göz yummaya devam ettim ama şu anda ve şu vakitte içinde bulunduğumuz, daha doğrusu bulunduğun şu durum benim için göz yummayacağım kadar önemli Nisan. Çünkü sen benim kendi hislerimin çok daha dışındasın." Sıkıntılı bir nefes verdiğinde, ben derince yutkunmuştum. "Ve hislerimden çok daha değerlisin. Sırf, geçmişi hatırlatıp da canın tekrardan yanmasın diye bir şeyleri görmezden geliyorum fakat bana bu şekilde davranman kalbimi kırıyor ve kendimi bok gibi hissetmeme neden oluyor, farkında değil misin?!"

Yüzümde hiçbir his oluşmadı, izin vermedim buna. Elim bacağım üzerinde yumruk şeklini aldığında konuşmayacağımı anlamış olacak ki devam etti. "O kadar değerlisin ki sırf birazcık bile olsa mutlu olacaksın diye Oktay ile olmanızı istiyorum," dedi.

"Oktay ile mutlu olacağım kanısına nerden vardın?" diye sordum çelik gibi sert bir sesle.

Güldü. Elini kumral saçlarından geçirdiğinde gözlerimin içine baktı. "Çünkü aşk Nisan. Çünkü Oktay cidden sana aşık. Sana olan ufak bir bakışından bile anlayabilirsin bunu. Ki sen akıllı bir kadınsın, anlıyorsundur zaten. İzin verirsen eğer seni mutlu edeceğini de göreceksin. Kendini bu konuda törpülemekten ne zaman vazgeçeceksin?" dediğinde derin bir nefes aldı. "Biliyorum geçmişte çok kötü olaylar yaşadın... En iyi ben biliyorum. Sarsıldın, güvenin kırıldı en yakını olduğun insanlar tarafından fakat kendini kapatma. Vazgeç bundan. Hiç değilse bir şans ver karşındaki insanlara."

"Sonucu kötü olacak olsa bile mi?" diye sorduğumda yüzümden alaylı bir ifade geçmişti.

"Bilemezsin," dedi. "Bak bizim sonumuza. Belli mi? Hayır değil. Ne bok olacağını kestiremiyorum bile ama en azından içimde taşıdığım umutlar var. Yoksa bile çabalayarak o umutları var etmeye çalışıyorum. Yüzünü gördüğümde yüzüm gülüyor. Onunlayken her kötü şeyden soyutlanıyorum ve mutluluğu tadabiliyorum."

"Yanlış anlama ama zır deli değilsen eğer bir şeylerden soyutlanmak bir yere kadar sürüyor Ceren. Bir masaldan çıkıp gerçek hayata döndüğünde ne olacak? O an yaşadığın mutluluktan pişman olmayacak mısın? Ben olurum mesela. Hem sence de aşk diye bahsettiğiniz şu saçmalık her şeyi görmezden gelecek kadar güzel bir şey mi? Ya da değecek mi sonradan pişman olmana?" diye sorduğumda yüzü düştü. Bu konulara giren kendisiydi. Bu cevap onun için yaralıyıcıydı muhtemelen.

"Değer," dedi yüzü düşmesine rağmen burukça gülümserken. "Ayrıca da saçmalık falan değil çok güzel. Nisan ben senin gözlerinde sönmüş parıltının tekrardan dirilmesini her şeyden çok görmeyi istiyorum. Bak sevmek ve sevilmek... Aşık olmak... Bunlar bambaşka duygular. Aşk insanın gözlerini parlatan en güçlü duygulardan biridir. Ben senin gerçek anlamda mutlu olmanı, gerçek anlamda gülmeni istiyorum." Bir süre yüzüme baktığında bir şeyler arar gibiydi gözlerimde. "Oktay olmak zorunda da değil. Neden beni korkutmak yerine sevinderecek şeyler yapıp hayatına birini almıyorsun ki?"

Gözlerimi kaçırdığımda hızlıca ağzıma attığım lokmayı zorlukla çiğnedim. Yalvarır gibi bakıyordu gözlerime. Dönüp dolaşıp yine aynı yere gelmiştik. "Hep aynı şeyler. Daha önce neler olduğunu bilmene rağmen biz bu konuyu daha kaç kere konuşacağız Ceren? Sana böyle bir şey istemediğimi daha önce de defalarca kez söyledim!"

"Biliyorum, bilmez miyim?!" diye bağırdığında istemsizce yerimde sıçramıştım. Ağzımdaki lokmayı yutarak ona baktım. Öfkeyle çatalı salatalığa batırınca oluşan görüntüyle korkmuştum. "İsteseydin zaten bu zamana kadar hayatına birini alırdın. Gelmişsin yirmi dört yaşına eline erkek eli değmedi be! Evde kaldın kızım sen. Kendi turşunu mu kurdurtacaksın sen bana?!" Çatalın sonuna kadar girmiş salatalığı ağzına attığında sertçe çiğnedi sonra da gözlerime baktı. "Hayır bütün bunları da geçtim, sen nasıl sevişme gibi bir olayı kaçırıyorsun ya?"

Ağzım şaşkınlıkla açılırken "Ceren!" dedim uyarırcasına gözlerine bakarken.

Suratı iyice asılırken tekrardan arkasına yaslanarak kollarını birbirine bağladı. "İyi sustum ben. Sen de böyle mal gibi kendi kendini tatmin etmeye devam et."

Söylediği ile gözlerim kocaman açıldığında bedenime basan sıcaklıkla boynumdan yüzüme kadar kızardığıma emindim o an. Bu kızın dilinin ayarı hiç yoktu cidden.

Cevap vermeden ters bir şekilde mavi gözlerine baktığımda bu sefer gerçekten kahvaltımı yapmaya çalıştım. Bir insanın mutluluğu sadece aşk ile olmamalıydı. İnsanın mutlu olması için önce kendi içindeki karamsarlığı çözebilecek psikolojide olması gerekiyordu. Ceren bunu bilmesine rağmen böyle söylüyordu çünkü kendince bazı nedenleri olduğunu biliyordum. Oysa bazı şeyleri kestiremiyordu, benim hayatıma bir insanı almam, içimde çok daha yıkıcı sonuçlara yol açacaktı. Hem de tekrardan bu şekilde hissederken. Deli olduğunu kabullenen tek insan bendim sanırım!

Yeterince doyduğumu hissettiğimde masayı toplamaya başlamış, Ceren'in de yardımıyla hemen hâllolmuştu. Ceren'i yanağından öperek "Odamdan çantamı alıp çıkacağım. Görüşürüz sonra," diyerek hızlıca mutfaktan ayrılmıştım.

,


Elimdeki bezle masayı silmeyi bitirirken doğrularak belimi tuttum. Bugün de bitmişti. Nihayet!

Kulağımın dibinde birinin "Nisan!" diye aniden bağırmasıyla yerimden sıçradığımda elim kalbime giderken bir iki saniye gözlerimi yumdum. Korkmuştum. Sinirli bir şekilde arkamı döndüğümde Eren'in pis pis sırıttığını gördüm.

Elimi kaldırarak hafifçe kafasına vurdum. "Manyak mısın sen be?! Ne diye sinsice yaklaşıp kulağımın dibinde bağırıyorsun, ödüm koptu geri zekalı!"

Sahte bir şekilde suratını asıp kafasını tuttu. "Acıttın ama ya," dedi. "Ne yapayım seslendim sana duymadın."

Yalan söylüyordu pislik. Bilerek yaptığından emindim.

Sinirini bozacağını bildiğim için "Yalan söyleme Eren," dedim. "Ayrıca ne Nisan derken? Sen bana abla diyeceksin. Unuttun mu he?!" Anında yüzünün düşmesiyle sırıttım. Ben ve Simay'dan bir yaş küçüktü. Simay'la birlikte bize abla demesi konusunda sürekli takılıp dururduk onunla ve o çıldırırdı.

Bu sefer bir şey söylemedi ve düşen yüzü ciddi bir ifadeye büründü. "Bırak şimdi ablayı da," derken her iki eliyle saçlarını düzeltiyordu. "Ben bir şey soracaktım."

Belimden mor önlüğümü çıkardığımda "Ne oldu?" diye sordum.

"Bir şey olmadı ya eve gitmeyip bir yerlere eğlenmeye falan mı gitsek diyecektim. Simay'la da konuştum, o tamam diyor." O sırada Simay'ın kapıdan montunu giyinmiş bir şekilde bize doğru ilerlediğini gördüm.

"Evet Nisan geliyor musun?" diye sordu tam karşımızda dururken.

İkisine bakıp düz bir sesle "Olur. Ben montumu alıp geliyorum o zaman," dediğimde beklemeden soyunma odasına yürüdüm. İki haftadır evden kafeye kafeden eve gidip geliyordum. Ciddi anlamda sıkılmıştım. Dışarı çıkmak iyi gelebilirdi.

Üstümü değiştirip odadan çıktığım sırada çalan telefonumla koridorda duraksamıştım. Cebimden telefonu çıkarıp arayan kişiye baktığımda gördüğüm isimle hemen açıp kulağıma götürdüm.

"Baran! Nerdesin sen? Hadi tamam sen zaten hayırsız bir arkadaş olduğun için beni aramazsın anlarım da bari telefonlarıma cevap verseydin," dediğimde sesim son derece sinirli çıkmıştı. Bara gittiğimiz geceden beridir görmemiştim aradığım da ise durmadan meşgule atmıştı beni. Bir ara endişelenip Oktaylara sorduğumda bana iyi olduğunu dükkanda kaldığını söylemişlerdi. Kendine ait bir oto tamirhanesi vardı ve çoğu zaman orada yatıp kalkıyordu.

Sonlara doğru alınmış gibi çıkan ses tonumdan anlamış olacak ki "Fındığım..." dedi yumuşak bir sesle. "Kızma bana. Aramaya fırsatım olmadı inan. Önemli bir işle meşguldüm sadece."

"Ne işiymiş o öyle iki hafta ortadan kaybolmana sebep olan?" diye sorduğumda yüzümü asmıştım.

Bir süre sessizlik oldu ardından esrarengiz bir sesle "İlgini çekecek bir iş. Yeni bir av var," deyince hızla soyunma odasına geri girmiş ve kapıyı ardımdan kapatmıştım.

Şok içinde sesimi olabildiğince kısaltarak "Ne!! erken değil mi?" diye sorunca "Çocuklarla sizin evdeyiz, anlatmak için seni bekliyorum. Gelince anlarsın," dedi.

"Ama..." diyerek konuşacağım sırada "Telefonda anlatamayacağımı sen de biliyorsun Nisan. Hadi bekliyorum," diyerek telefonu kapattı.

Bir süre gözüm telefonda takılı kaldı. Anlamlandıramamıştım. Asla böyle erken olmazdı. Son girdiğimiz evin üzerinden yalnızca iki hafta geçmişti. Baranlar Bekir denen adamı bile iki ay boyunca takip etmişti.

Neydi şimdi bu?

Oktay'ın haberi var mıydı?

Üstelik bizim ev ne alaka? Onlar bu konuları kolay kolay bizim eve taşımazdı. Hele ki Oktay gibi her şeyi gizli tutan bir adam.

Telefonla kafama vurdum hafifçe. Hatta o an beynimi duvara vurarak içindeki şüphe tohumlarını ve kötü hisleri oradan tek tek dışarıya akıtmak istedim. Merak etme Nisan. Her şeyin altında bir sebep de arama. Onlar çocukluğundan beri bu işlerin içinde.

Sebep ara Nisan. Ya başka bir şeyse. Duymadın mı Oktay ve Murat'ın kendi aralarında geçen konuşmalarını?

Koltuğa oturdum ve çığlık atmamak için dişlerimi sıktım. Beynim neden her şeyi sorgulamak zorundaydı?

Senin ise cesaretin, korkularının önüne geçecek kadar büyük bir güce sahip.

"Bana, önüne geçemeyeceğim korkular bıraktın baba."

Kendimden korkuyordum fakat hissettiklerimden korkmuyordum. Sorun da buydu ya.

"Yaptıklarınla beni yalnızca kendin gibi bir korkağa dönüştürdün baba. Cesaretim, tıpkı sen de olduğu gibi korkularımın ardına saklanıyor artık. Senden nefret ediyorum baba tamam mı?" diye mırıldandığımda Simayları daha fazla bekletmemek için odadan çıkmıştım.

Onlara doğru ilerlediğimde Eren, "Nerde kaldın kızım? Ağaç olduk burda," dedi omzuna astığı sporcu çantasının kulpunu sıkı sıkıya tutarken.

Kendimi toparlamaya çalışarak boğazımı temizledim, onları ekmek durumundaydım. "Eren benim acil bir işim çıktı eve gitmem gerekiyor. Sizinle gelemeyeceğim bugünlük kusura bakmayın lütfen."

Simay öne atıldı. "Birine bir şey mi oldu?" diye sordu endişeli bir sesle bana yaklaşırken.

Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama gülümsemeye çalıştım. "Hayır önemli bir şey değil benim hemen çıkmam gerekiyor. Söz sonra telafi edeceğim görüşürüz," diyerek kapıdan koşar adım çıktığımda "Görüşürüz!" diye bağırmıştı Eren arkamdan.

Yarım saat sonra eve vardığımda anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım. Ardından ayakkabılarımı çıkarıp hızlıca salona girdim. Erkeklerin üçü koltukta oturmuş birbirine bakıyordu. Aralarındaki gergin hava buradan bile belli oluyordu. Ceren nerdeydi?

Baran kafasını kaldırdığında beni gördü. Sonra da elini kaldırıp beni işaret ettiğinde "Heh Nisan da geldiğine göre artık konuşabiliriz," dedi.

İlerleyip Baran'ın yanına oturdum. Ardından ortaya konuşarak "Ceren nerde?" diye sordum.

"Mutfakta kahve yapıyor. gelir birazdan," dedi Murat.

Bir süre sonra Ceren içeriye girdiğinde elindeki dolu tepsiyi masaya bıraktı. Ardından eline bir kupa alarak Murat'ın hemen yanına oturdu. Bana baktığında yüzünde yine o rahatsız edici ifade vardı. "Gelmişsin," diye mırıldandığında başımı salladım kısaca.

O sırada Oktay Baran'a bakıp "Hadi artık Baran, ne anlatacaksan anlat. Ne sendeki bu tuhaflık lan? Kaç haftadır eve bile geldiğin yok," dedi aksi bir sesle. Üçü aynı evde kalıyordu.

Baran Oktay'ın söylediği ile bu anı bekliyormuş gibi cebinden bir fotoğraf çıkarıp sert şekilde masaya bıraktı. Ardından hepimizin üzerinde gözlerini kısaca gezdirip ciddi bir sesle konuşmaya başladı. "Bir süredir birinin peşindeyim." Masadaki fotoğrafı parmağıyla işaret etti. "Herifin adı Cihangir. Cihangir Miroğlu," dediğinde Oktay öfkeli bir şekilde Baran'a dönmüştü.

"Peki bundan bizim niye haberimiz yok sayın amına koduğumun?"

"Anlatacağım. Her şey tesadüfen gelişti zaten," dediğinde tekrardan ağzını açmıştı ki bu sefer Ceren elindeki kupayı sertçe tepsiye indirdiğinde dökülen kahve öfkesi gibi tepsiye sıçramıştı.

"Bir dakika, bir dakika neden bu konular şu an burada konuşuluyor?" diye sordu öfke dolu bir sesle Baran'a bakarak. Murat'a döndü sonra. "Ben sizin bu boktan saçmalıklarınızı dinlemek zorunda değilim!"

"Ceren..." dedi Murat rahatsız olmuş gibi yerinde kıpırdanırken. "Sakin olur musun? Benim haberim yoktu böyle bir şeyden. Buraya bizi çağıran Baran!" Öfkeli yüzü Baran'a döndüğünde onu öldürmek istermiş gibi bir ateş belirmişti gözlerinde.

"Ne fark eder?" dedi Baran Ceren'e hitaben. Sesi ciddiydi fakat yüzünde tam tersine gizleyemediği alaylı bir ifade mevcuttu. "Ha burada ha orada. Her şeyi bilmiyor musun zaten? İki hafta önce hiç aklımızda yokken bile yaptığımız boktan saçmalığın kutlamasını yapmayı teklif eden sendin Ceren. Sorun ne şimdi?"

Ben ve Oktay şaşkınca Baran'a bakarken Ceren'in dudakları aralanmıştı.

"Baran sikerim senin o ayarsız ağzını!" Bunun üzerine Murat hızla kafasını Baran'a çevirdiğinde Ceren arkasına yaslanarak kollarını göğsünde bağladı.

"Boşuna celallenme Murat. Baran haklı. Ee Baran anlat bakalım sırada kim var?" dediğinde o an Ceren'i içinde bulunduğu durumdan çekip almak istedim fakat hiç kimseye yararı olmayan bir insandım.

Neden her şeyde bu kadar güçlüyken saçma bir hisse yeniliyorsun Ceren?

Ceren tanıdığım en güçlü kadındı. Benim aksime üniversiteyi bitirmiş. Kendi ayakları üzerinde duran sağlam karakterde bir insandı. Yeri geldi mi kendi hakkını arar insanların hakkını kimseye yedirmezdi fakat saçma bir hisse yeniliyordu işte. Onun tek zayıf noktası buydu. Benim aksime anne ve babasını hiç tanımamıştı bile. Murat'ı gerçekten seviyordu fakat asıl muhtaç olduğu şey sevgi açlığından mı kaynaklanıyordu kestiremiyordum bazen. Çünkü Ceren bütün bunlara katlanacak türde bir kadın değildi.

"Boş bakmayı bırak da ne anlatacaksan anlat hadi? Olan oldu zaten. Benim bir saat sonra işim var," dedi Oktay sıkılmış gibi sigara yakarken. O sırada sana bu yaptığın şeyin hesabını sonra sorağım der gibisinden bir bakış atmıştı Baran'ın kara gözlerinin içine ve ben onu yakalamıştım.

Baran'ın yüzünde rahatsız edici bir ifade vardı fakat bu Ceren'e söylediği şeyden dolayı değildi. Çünkü Baran dünyanın en umursamaz insanıydı ve muhtemelen Ceren'e söylediği şeyde hâklı olduğunu bile düşünüyordu fakat şu an yüzünün arkasına sakladığı o rahatsız edici ifade geldiğimden beri vardı.

Oktay'ın söylediği ile arkasına yaslandığında elini uzun saçlarından geçirerek derin bir nefes aldı. Ardından ise konuşmaya. "Bara gittiğimiz gecenin ertesi günü tamirhanedeki işler uzayınca ben yine orada yattım. Diğer gün sabahın köründe bir müşteri, yani Cihangir denen bu herif beni arayarak arabasının arıza yaptığını, çok önemli bir işi olduğu için acil olarak eve gelip arabasına bakmamı istedi." Bir soluk aldı ardından hepimize tek tek bakarak devam etti. "Normalde dışarıdaki işlere benim çırak Arif bakar ama dediğim gibi sabahın körüydü henüz iş saati bile başlamamıştı bu yüzden mecburen ben kalkıp gittim. Sonra adamın benden bakmamı istediği son model arabayı görünce ben böyle yavaştan bir işkillendim."

"Ulan salak herif sen oto tamircisin her türden araba görmen normal değil mi? Neyine işkillendin lan?" diye sorduğunda Murat'ın yüzünde hâlâ az önceki öfkenin izleri vardı.

"Evet hâklısın Murat'cığım da," dedi Baran alayla ona bakarken. "Gittiğim ev Karasu mahellesinde bir gecekonduydu. O mahellenin nasıl bir yer olduğunu biz dahil tüm İstanbul biliyor bunu söylememe gerek yok değil mi?"

Murat "Eee yani," dediğinde Baran ona gözlerini devirmiş ve kaldığı yerden devam etmişti.

"Fakat asıl olan bu da değil. Ben işkillendim ya şimdi, evi kontrol etmek amacıyla adama lavabonu kullanabilir miyim diye sordum. Zaten adam bir tuhaftı. Belli ki çok acelesi vardı. Uzak bir köşede telefonla konuşarak ikide bir saatine bakıp duruyordu. Bana kapı açık diyerek kısaca lavabonun yerini tarif ettiğinde tekrardan telefonuna döndü. Tabii bu da işime geldi. Ben eve girdiğimde ilk başta etrafa bir göz gezdirince sıradandı her şey. Ta ki koridorun sonundaki kapıyı görene kadar. Dikkat etmeyen bir insan asla kamufle edilmiş o kapıyı göremez."

Son dediğiyle ilgimi çekmeyi başarmıştı. Öne atıldım heyecanla. "Peki açabildin mi o kapıyı?" O an Ceren'in ağzından alaylı ama sinirli bir gülüş çıktı fakat onu umursamadım.

Baran'ın gözleri bana döndü. "Hayır. Onu göze alacak kadar zamanım yoktu ama zaten kapıda sağlam bir kilit olduğu da belliydi. Yani istesem de açamayacaktım," dediğinde derin bir soluk bırakarak arkasında yaslandı. "İşte ben de bu yüzden bir haftadan fazladır evi gözetliyorum. Gecekondunun etrafında tek tük ev var, hava kararınca o bölge bayağı bir karanlıkta kalıyor; sokak lambalarının azlığından dolayı. Gözlemlediğim kadarıyla da herif yalnız yaşıyor ve genellikle akşam saat on civarlarında falan eve geliyor. Yani bütün bunlara karşılık karanlık çöktüğünde adam eve gelmeden içeri girip o kapıyı açmamız için iyi bir zamanımız olacak."

"Peki elinde adamın pis işler yaptığına dair bir kanıt var mı Baran?" diye sordu Murat ciddi bir sesle. Sanki o da bunun arkasına sığınıyor gibi özellikle vurgulamıştı. Gözleri saniyede bir Ceren'in yüzüne dönüyordu. Cidden rahatsız mıydı Ceren'in burada bunları dinliyor olmasından?

Zannetmiyordum çünkü eğer öyle olsaydı Ceren ilk öğrenip onu terk ettiğinde bu işleri bırakırdı fakat Murat hâlâ aynı Murat'tı. Değişen sadece Ceren'di ve Ceren bu değişiminden nefret ediyordu.

"Kimse için değişme Ceren. Pişman olursun."

"Ama bazen pişman olmaya değer Nisan."

Geçmişi zihnimin bir köşesine fırlattım ve dikkatimi tekrardan Baran'a verdim.

"Kesin değil etrafa sordurttuğumda kimse hakkında bir şey bilmiyor fakat ben o adamın tekin biri olmadığına adım kadar eminim." Yerinde dikleştiğinde gözleri direkt Murat'taydı. "Hem oğlum yaşadığı mahalle, altındaki araba en önemlisi de o kapı var. O herif o kapının arkasında kesinlikle çok değerli şeyler saklıyor."

Oktay ve Murat'a göz attığımda açıkçası bu işe pek ısınamamış gibilerdi. Oktay neden bu kadar sessizdi bu konuya? Belki de ilgisini çekmediğindendi.

Ama ben her şeye rağmen Baran'ın bahsettiği kapıyı kesinlikle görmek istiyordum. Çünkü peşimden gelenler belli olacaktı. "Tamam o eve girelim," dediğimde ilk onay veren kişi bendim.

Oktay'a döneceğim sırada verdiğim bu tepkinin hemen ardından ışık hızıyla kafasını yerden kaldırıp bana dönmüş ve "Sen bir dur!" diye aniden bağırmasıyla yerimden sıçramıştım.

Kısa bir süreliğine gözlerimi yumduğumda öfkeyle dişlerimi sıktım sakinleşmek adına. Oktay o sırada aynı öfkeli yüz ifadesiyle Baran'a dönmüştü. "Bana bak lan sen de. Şu an ne siktiri boktan şeyler saçmaladığının farkında mısın sen?" dedi dişlerinin arasından. Öfkeli bir soluk çıktı genişleyen burnundan. Sonra elindeki sigarayı küllüğe fırlattı sert bir hareketle. "Biz pisliklerinden emin olmadığımız heriflerin evine ne zaman girdik Baran? Hm..." dedi sorarcasına. "Daha son olayın üzerinden iki hafta geçmedi. Üstelik toplasan bizim yaptığımız işler yılda ikiden fazlasını geçmez. Sen bütün bunları bildiğin hâlde şimdi gelmiş burada tanımadığımız, kimliği belirsiz bir herifin evine girmemizi istiyorsun bizden, öyle mi?"

Neden şimdi bu kadar tepkilisin Oktay? Bu kişiyi Baran bulduğu için mi?

"Oktay bak biliyorum bunları ama ben o kapıda bulunan kilit göbeğini daha önce girdiğim hiçbir evde görmedim. O kapı bulunduğu yer de dahil olmak üzere kesinlikle çok farklıydı," dedi Baran. Ardından onay bekliyormuş gibi Murat'a baktı.

Baran'ın ona bakması ile Murat anlamış olmalı ki önce Ceren'e baktı fakat Ceren Murat'a bakmıyordu bile. Kafası yerde, kendini bu ortamdan soyutlamış gibi gözleri avuçlarında tuttuğu kahve kupasındaydı.

Murat uzunca bir süre baktı Ceren'in bu hâline. Derince yutkundu ve Baran'a, ondan hiç beklemediğim bir cevap verdi. "Kusura bakma kardeşim ama Oktay sonuna kadar hâklı bu konuda. Sizde biliyorsunuz ki ben zaten bu işlerden elimi ayağımı çekme aşamasındayım. Gerek yok yani şimdi bu aksiyona," dediğinde Ceren'in bakışları hızla Murat'a dönmüştü. Mavi gözlerinden belli belirsiz bir parıltı geçtiğini gördüm.

...ama en azından içimde taşıdığım umutlar var yoksa bile çabalayarak o umutları var etmeye çalışıyorum.

Ceren'in gözlerinden geçen parıltının adı: Umuttu.

Ama şöyle de bir şey var Ceren: İçindeki umutların sonsuza dek söndüğü, insanlar da mevcuttu bu hayatta.

Bu söze paralel olarak kaşları çatılan kişi ise bendim. Murat ve Oktay'a baktığımda "Ne oluyor size ya? Bahsettiği kapıyı duymadınız mı?" diye çıkıştım sertçe. Hızla Baran'a döndüm. "Ben varım bu işte."

Oktay ve Ceren'in öfkeli bakışlarını aynı anda üzerimde hissettim fakat Oktay'ın öfkesi Ceren'inki yanında bir hiçti.

"Sen zaten her bokta varsın amına koyayım." Oktay'ın alaylı gelen sesi kulağıma çarptığında sinirli bir şekilde yüzümü ona çevirdim. Bana karşı olan hareketleri sabrımı taşırmıştı artık.

Soğukkanlı bir gülümseme yüzümü kaplarken "Sana ne oluyor Oktay?" diye sordum imalı bir sesle mavi gözlerinin içine bakarak. "Ne bu bana karşı takındığın saçma tavırlar hâlâ? Hayır unutkanlık gibi bir hastalığın vardı da bizim mi haberimiz yok? Çünkü ben sana benim üzerimde herhangi bir şey de bile haddin olmayacak şekilde gerekli olan o cevabı verdiğim günün saatine kadar hatırlıyorum da!"

Söylediğim ile diğerlerinin tepkilerini az çok tahmin edebiliyordum. Muhtemelen Baran sırıtıyordu. Murat'ın şaşkınlıktan ağzı aralanmıştı ve Ceren her zamanki gibi bu olaya tepkisizdi ama içten içe bana sövmeyi de ihmal etmiyordu.

Büyük bir hızla restorandan çıktığımda Oktay peşimden geliyordu. Buraya tekrardan neden geldiğimi anlamamıştım. Baran bir gün bu konu yüzünden benden dayak yiyecekti. Beni yine kandırmıştı.

"Nisan, bir dinle beni!"

Oktay'ın yetişip kolumu tutması ile ona döndüğümde "Defol git ya!" diye bağırmıştım. Hızla kendimi geriye çekip kolumu kurtardım elinden.

İkimiz de çok şıktık. Sözde Baran doğum gününü önüne sürerek bana şık giyinmeyi söylemiş ve kendine yemek ısmarlatmak için buraya çağırmıştı fakat karşımda gördüğüm kişi Oktay'dı. Bunun hesabını ona soracaktım.

"Ya beni bir dinler misin önce?" dediğinde tekrardan koluma uzanırken öfke ile bağırmıştım.

"Bana dokunma! Ya laftan anlamıyor musun sen?! Dokunma diyorum! Dokunma!"

Etraftaki insanlar durup bize bakarken Oktay "Tamam," dedi ellerini kaldırırken. Bir adım uzaklaştı benden. "Tamam sakin ol. Öyle konuşalım."

"Ne konuşacağım ya ben seninle?!" diye bağırdım. Sinirden delirmiştim. "Buraya Baran'ın doğum günü için geliyorum fakat karşıma sen çıkıyorsun. Hem de saçma bir şekilde güllerle döşenmiş romantik bir masa ile! Ne demek bu?!" Üzerine yürüdüm. "Bana bak Oktay ne denli tepkiler vereceğimi bile bile canımı fazla sıkmaya başladın. Olur olmadık yerlerde karşıma çıkmayı bırak yoksa çok kötü olacak!"

"Haklısın bak Baran'ın bir suçu yok tamam mı? Her şey benim başımın altından çıktı," dedi. Bir adım attı bana. "Bunu neden yaptığımı biliyorsun. Seni ikna edeceğimi düşünmüştüm sadece. Nisan neden denemiyoruz?" Duraksadım. Mavi gözleri yüzümde dolaştı. "Bana bir şans ver. Söz veriyorum pişman etmeyeceğim seni."

Çantamın kulpundan sıkı sıkı tutarken burnumu havaya dikmiştim. "İstemiyorum," dedim net bir sesle.

"Nisan..." dediğinde dibime girmişti. Eli rüzgarın estirdiği saçlarıma uzandı. Kendimi geriye çekecektim fakat o saniye de yanımızdan bir araba öyle hızlı geçmişti ki az kalsın yol tarafında duran Oktay, arabanın altında kalıyordu.

Korku ile kendimi geriye çektiğimde Oktay refleksle kendini geriye çekip, irkilmişti, toparlamaya çalışırken sert bir küfür savurmuştu geçip giden arabanın arkasından.

Ona bakarken "İyi misin?" diye sorma gereği duydum. Kaldırımdan hızla uzaklaştık.

Buna bile sevindiğini gördüm. Hızla bana dönerken "İyiyim merak etme," dedi. Ardından gülümsedi. "Ama sen bana evet dersen çok daha iyi olacağım."

Bıkkın bir nefes verdim. Yüzüne baktım. Sonra en net şekilde "Hayır," dedim. "Daha fazla zorlama lütfen. Özür dilerim ama bu konuda sen dahil kimsenin kalbini kırmak istemiyorum bir kez daha. Çekinmem yaparım Oktay, biliyorsun." Geçip gittim yanından.

Oktay bir süre boyunca mavi gözlerini öylece bana dikti, çenesi kasılmış bütün bedeni gerilerek öfkeli bir şekilde ayağa kalkmıştı.

Gözlerimin içine bakarak "Doğru söylüyorsun," dedi kafasını eyvallah der gibisinden sallayarak. Ardından Baran'a döndü. "Seninle de bunu sonradan konuşacağım Baran." Bu sefer ikimize hitaben "Ayrıca kapı sikimde bile değil, ben bu işte hiçbir şekilde yokum. Siz de ne bok yerseniz yiyin!" diyerek hışımla dışarı çıktı.

Biraz sonra dış kapının sertçe çarpılması ile irkildiğimde derin bir soluk almıştım. Ortam zaten gergindi fakat ben sarf ettiğim sözler ile bu seviyeyi çok daha fazla yükseltmiştim. Oktay çıktıktan kısa bir süre sonra Murat ayağa kalktığında masada bulunan telefonunu alırken kahverengi gözleri gözlerimi buldu. "Korkunç olmandan da öte bazen insanlara karşı çok kırıcı konuşuyorsun," dedi. Murat beklemeden Oktay'ın ardından gitti. Baran ise hiçbir şey söylemeden Murat'ı takip etmişti.

Evde yalnızca ikimiz kaldığımızda uzun bir süre yerde olan bakışlarımı Ceren'e çevirdim. Durmuş öylece beni seyrediyordu. Bakışlarından Oktay'a sarf ettiğim sözlerden ziyade işi onayladım diye bu sefer benimle sert bir tartışmaya gireceğini anladım ve ağzını açmasına izin vermeden odaya girerek arkamdan kapıyı kapattım. Derin bir soluk aldım ciğerlerim tıkanmış gibi. Gözlerim etrafı taradı. Hava kararmıştı. Perdenin ardından süzülen karanlık hava odamın içindeki kasveti arttırmıştı.

Ceren gelmiyordu peşimden. Şu an kapıma dayanıp açana kadar vurmalıydı ve beni yakaladığı an saçımdan tutup akıllanana kadar kafamı duvara sürtmeliydi ama yapmıyordu. Herkesin kendine göre doğruları vardı fakat o doğrular bazılarımız için yanlıştı.

Sırtımı kapıdan kaydırdım ve yere oturdum. Oraya gitmek istiyordum ve o kapının ardındakileri görmek istiyordum ama ne işime yarayacaktı bu? Kollarımı kendime çekmiş olduğum dizlerimin etrafına sardım ve sonra da başımın dizlerime gömerek gözlerimi kapattım. Nefes alış hızım çok yüksekti. Nefesimi tuttum ve kalbimi sakinleştirmeye çalıştım. Terlediğimi hissettiğimde avuç içim alnımı bulurken elimi geri çektiğim sırada gözlerim anlık olarak avuç içimde belirgin olan hilal şeklindeki izde takılı kalmıştı. Her zaman olduğu gibi o saniye de gözlerimin ardına tanıdık anılar düştü.

Üzerime dökülen yağmur damlaları ile uzun saçlarım sırılsıklam olmuş okul formam beni rahatsız edecek bir hisle bedenime yapışmıştı. Ayağımdaki botlar üzerine yapışan çamurdan dolayı ağırlık yapıyordu bedenimde. Çantam tek elimden sarkarken diğer kulpu yerde duran su birikintisinin içinde kaybolmuştu. Ruhsuz bakışlarım dakikalardır annemin mezar taşındaydı.

Asena Akdağ.
Ölüm tarihi: 21.12.2008

Yüzümden akarak çeneme doğru yol alan yağmur damlaları yolunu değiştirerek aralık olan dudaklarımın arasından içeri süzülürken içimde biriken yangına pek bir fayda sağlayamıyordu. Daha önce toprağının üzerine bıraktığım annemin en sevdiği çiçek olan solmuş sarı lalelere baktım. Sonra gözlerim oradan koparak yanında duran ve toprağı sadece bir haftalık olan diğer mezara çevrildi.

Acar Akdağ.
Ölüm tarihi: 21.11.2015

Onun mezarında hiçbir şey yoktu. Ve onun mezarı kimsesizlerin olduğu mezarlığa gömülmeliydi. Babam yetimdi. Babamın yeri annemin yanı olamazdı çünkü babam, annemi öldürmüştü.

Buraya annemi ziyarete gelmiştim fakat babamın mezarını onun yanındaki boşlukta gördüğümde donmuştum.

Annemi her ziyaretine geldiğimde onun katili ile karşılaşacaktım.

Bu benim için her şeyin bittiği andı.

Gökyüzünde çakan şimşek kalbime denk gelerek sanki bedenimi ortadan ikiye böldüğünde gözlerimi çektim oradan ve arkamı döndüğüm gibi son sürat koşmaya başladım.

Bu son koşuşumdu.

Ağaçlık olan alanı atlatıp mezarlıktan çıkarak yola doğru koştuğumda oraya ulaşamadan ayağım çamurda kaymış sert bir şekilde yüzüstü yere düşerken girdiğim çamur birikintisinde avuç içime batan camla yüzümü buruşturmuştum.

Sert düşmem sonucu okul çantam ileriye doğru yolun tam ortasına savrulmuştu ve açık olan zincirinden dolayı içindeki kitap ve kalemlerimin yarısı dışarıda başka bir yerde görünüyordu. Doğrulmaya çalışmadım bile. Çığlık attım. Genzimden kopan çığlık yüreğimdeki yangından kopmuş boş mezarlıkta yağmur sesine karışmıştı. Gözlerimden oluk oluk akan yaşlar çamura karıştığında elime batan camı umursamayarak tırnaklarımı yere sapladım ve bütün acımı kusmak ister gibi çığlık atarak ağlamaya başladım.

Ölmek istiyordum.

Sessiz çığlıklarım arasından ağlamaktan bitap düştüğümde gücüm çekilircesine yanağım çamur birikintisine yaslandı. Bedenim günlerdir yaşadığım açlığa, zihnim ise yaşadığım bu acıya daha fazla direnemedi. Gözlerim kararmaya başladığı vakit çantamın önüne yanaşan çamurlu araba tekerleğini gördüm ve sonra da gözlerimin önüne bir çift siyah erkek botu girdi.

Hızlı adımlar ile siyah botlar tam yüzümün hizasına geldiğinde bu sefer siyah kumaş pantolonu görüş açıma girerken üstüme doğru eğilen adamı net seçemiyordum. Çünkü ona bakmıyordum. Baksam bile göremiyordum. Oysa arabanın içinden gelen yabancı şarkının sesi uzaktan da olsa kulağıma geliyordu yağmur sesi eşliğinde.

Barış, aşık ol, dene.

Ama sen asla yalnız olmayacaksın, diyordu kadın.

Yapayalnızdım.

Soğuk elini yanağımda hissettiğimde yüzümü kaplayan çamurlu saçlarımı geriye doğru itelerken "Hey! İyi misin?" diye sordu kalın bir erkek sesi. Üstünden akan yağmur damlaları yüzüme düşüyordu.

İşler sarpa sardığında seni hep koruyacağım.

Tepki veremiyordum çünkü bedenim içine düştüğüm çamur gibi bulamaç hâline gelmişti. Az önce diğer tarafımda oluşan hareketlenme ile başka birinin daha araçtan indiğinin farkındaydım.

"Kıvanç," dedi bir kadın sesi. Endişeli ve korku doluydu sesi. "N'olmuş ona. O iyi mi?"

"Bilmiyorum gözleri açık fakat bilinci yok gibi. Tepki vermiyor... Sadece ağlıyor..." dedi adam ve aynı saniyede bedenimi çevirerek bir oyuncağı tutuyormuş gibi hiç zorlanmadan beni kolları arasına aldı, bulanık gören gözlerim gökyüzünü bulurken kolum kendiliğinden yana doğru sarkmıştı.

Alacakaranlıktan şafağa kadar seninle olacağım.

Bebeğim, ben tam buradayım.

Karanlık bulutların sardığı gökyüzünde takılı gözlerimden taşan yaşlar çamurlu yanağımdan süzülerek yere damladı.

Bebeğim, ben tam buradayım.

Hiç kimsem yoktu yanımda.

Az önceki kadına ait sesi tekrardan duyduğumda bu sefer panik doluydu. "Kıvanç eli... eli çok kötü kanıyor! Avuç içinde cam var!"

Adam hiç beklemeden yönünü çevirirken "Kapıyı aç! Hastaneye götürelim hemen!" dedi anlayamadığım öfkeli bir sesle.

Bedenimi sıcak bir yerde hissettiğimde şarkının sesini daha net duyarken birdenbire tamamen kesildiğinde gözlerim baygındı. Üstüme doğru eğilen yabancı adam elimi nazikçe tutarak hiç düşünmeden avucumdaki camı çekip aldığında üzerine, dokusundan dolayı bez olduğunu tahmin ettiğim bir şeyi bastırırken öfkeli sesini işittim.

"Anlamıyorum, siktiğimin dünyasında herkesin mi bir derdi olur?" Bütün hayata isyan edermiş gibiydi sesi. Kendi acısını kusuyordu sanki o da benim gibi.

Onunda bir acısı vardı diye düşündüm. Vardır tabii ya diye onayladı iç sesim. Yoksa ne işi vardı bu etrafı sadece acı kokan mezarlıkta?

Elimi sıkıca sardı. "Küçücük bir kızın okul kıyafetleri ile ne işi olur ki sabahın köründe bu mezarlıkta?" diye söylenmeye devam ettiğinde ona bakmak istedim fakat bir süre sonra gözlerim tamamen kapanmış ve ben sonsuza dek sürecek bir uykuya dalmıştım.

Ama hayır uykular sonsuza dek sürmezdi ve sen gözlerini açtığında aslında istediğin o yerde olmadığını fark ederdin. Ve o an bütün dünyan tekrardan başına yıkılırdı.

Bir zamanlar hayranı olduğum bu gezegen defalarca kez üstüme yıkılmıştı ve ben bir türlü ölemiyordum o enkazın altında.

Gözümü açtığımda hâlâ aynı yerde olduğumu ve kısa süreli de olsa bir uykuya daldığımın farkına vardım. Kafamı dizlerimin üzerinden kaldırdığımda tutulan bedenimi hareket ettirmeye çalışarak doğruldum yerimden. Oda şimdi çok daha fazla karanlıktı.

Üstümü değiştirip yatağa girdim, çıkardığım uyku haplarından bu sefer iki tane ağzıma atarken yatmadan önce elimde telefon vardı ve parmaklarım ise o mesajın harflerine dokunuyordu.

Gönderilen: Baran

Yarın, bahsettiğin o eve girip o kapıyı açalım. Yalnızca sen ve ben.


*Zayn Malik, Sia - Dusk Till Dawn

 

Sonu görünmeyen yemyeşil bir ormanın içindeydim. Nerede olduğumu anlayamamıştım ama derin bir sessizlik hakimdi Güneş ışınlarının vurduğu bu yerde. Etrafta duyulan tek ses ise ağaçların üzerinde uçuşan kuşların cıvıltısıydı. İleriye doğru bir adım attığımda ayağıma batan çimenlerle duraksadım. Üzerimi süzerken ayaklarımın çıplak olduğunu gördüm, vücudumu saran tek şey benliğim gibi siyah uzun bir elbiseydi yalnızca.


Kaşlarımı çattım fakat anlık burnuma gelen muhteşem kokuyla dikkatim tamamen dağılmış istemsizce gözlerimi kapatıp derince bir soluk çekmiştim içime. O kadar güzel kokuyordu ki her yer... Bu hayatım boyunca soluduğum en güzel koku olabilirdi. Üstelik çok tanıdık da geliyordu.

Gözlerimi açarak etrafıma baktım. Rengarenk çiçekler, toprağı adeta bir battaniye gibi örtmüştü. Bulunduğum yer çok güzeldi ve yüzüme vuran güneş o kadar iyi hissettiriyordu ki içimde daha önce bilmediğim, yaşayamadığım sonsuz bir huzur vardı. Nerdeydim ben? Yoksa ölmüş ve cennete mi düşmüştüm? Ama nasıl olurdu ki ben kötü bir insandım. Asla cennet diye tabir edilen o yere lâyık olamazdım.

Kaşlarım bu sefer çok derinden çatıldı. Ne işim vardı benim burada?

"Nisan."

Sonra duyduğum sesle elektrik yemiş gibi irkildim. Bu sesi silik olan zihnimin bir köşesinden hatırlıyordum. "Nisan, kızım." Aynı ses bir kere daha kulağıma çarptığında kalbim hızla çarpmaya başladı. Unutmamıştım işte! Bu naif ses canımdan çok sevdiğim anneme aitti. Hızlıca etrafıma bakınmaya başladım fakat hiçbir şey görememiştim.

Nerden geliyordu?

"Benim güzel kızım. Arkana bak."

Bu sefer hızlı bir şekilde arkamı döndüğümde önce kahverenginin en güzel tonunda olan o saçları gözüme çarptı. Benim tam tersime üzerinde beyaz upuzun bir elbise vardı fakat yüzünü hiçbir şekilde görememiştim.

Neden arkasını dönmüştü bana?

"Anne. Sen misin? Neden bana arkanı döndün ki?"

Ses gelmemesi üzerine "Ben seni çok özledim anne," dedim ağlamaklı çıkan özlem dolu bir sesle. Bana hiç acımadı. Kıpırdamadı bile. Oysa annem ben ağladığımda gözyaşlarıma dayanamazdı. Sesin ondan geldiğini bilmesem onu cansız bir heykel sanacaktım.

"Kötü olan sen değilsin Nisan. Kendine bunu yapma kızım." Keder dolu olan sesi etrafta yankı yaptığında sinirlendim aniden. Söylediğini anlayamıyordum neden bana yüzünü göstermiyordu ki? Ben onu çok özlemiştim fakat o beni özlememiş olacak ki yüzünü benden saklıyordu!

Bencilliğimin annemin bencilliğine çektiğini bilmiyordum.

"Anne..."

Ona doğru gitmek için adım attım fakat kolumda hissetiğim güçlü parmaklarla, sihirli bir değnek aniden gökyüzüne vurulmuş gibi tepede olan Güneş kayboldu ve yerini kara bulutlara bıraktı. Değişim durmadı. Etrafta var olan her güzel şey Güneş'le birlikte aniden yok olduğunda yeşil çimenlerin yerini ne zaman aldığını bilmediğim o bataklığın içine hızlı bir şekilde ayaklarımdan dizlerime kadar saplanmıştım. Az önce zihnimin derinliklerinde hakimiyetini sürdüren o huzur kaybolup yerini korkuya bıraktığında, kafamı çevirerek o güçlü parmakların sahibine bakmıştım.

Kin ateşine bürünen kapkara gözleri gördüğüm an saplandığım bataklığa biraz daha çekilirken kara çamur dizlerimi aşarak bacaklarımın etrafını sarmaya başladı. Vücudum buz kestiğinde derince yutkundum. Uzun boyu ve bana diktiği kuyu gibi karanlık olan gözleriyle bir azrail gibi tepeden yüzüme bakıyordu o yabancı.

Dilim tutulmuştu sanki. Hiçbir şey söyleyemedim.

O yabancı yüzüme doğru eğildi sonra ve fısıldadı gözlerimin içine bakarak. "Senin burada olmaman gerekiyordu küçük şeytan," dedi her kelimeye vurgu yaparak. "Çünkü senin yerin cehennemin en derin çukuru. Tıpkı benim de ait olduğum o yer gibi..."

Kötüler... Kötülerin yeri cehennemdi.

Yabancının sesi o kadar iç ürperticiydi ki istemsizce titremiştim. Zira kımıldayan tek şey hafifçe oynattığı kalın dudaklarıydı. Konumlandırılmış bir robota beziyordu.

"Yalan söylüyor! Sakın Nisan! Sakın o adama inanma kızım!"

Annemin korku dolu sesi kulağıma çarparken ona bakmak istedim fakat hareket dahi edemememiştim. Bakışlarım, karşımdaki yabancının gözlerinden başka hiçbir şeye bakmak istemiyormuş gibi kara harelerine sabitlenmişti. Beynimin her hücresini bir huzursuzluk sararken kalbim büyük hızla çarmaya başladı. Bu çarpıntı öyle değişik ve öyle güzeldi ki hayatım boyunca tatmadığım yabancı bir hissi içinde barındırıyordu.

O korkunç hissi.

"Bunu kendine yapma kızım! Lütfen!" Annemin ağlamaklı çıkan sesiyle kendime gelmeye çalıştım fakat her seferinde başarısız oluyordum. Sanki o an ben başarısızlıktan var olmuştum.

Neyi yapmayayım anne? demek istedim fakat nefesim kesilmişti. Kalbimin hızının yükseğe çıktığı her saniye aynı şiddette biraz daha o bataklığın dibine çekilmeye devam ediyordum. Sonra çamur belimin hizasına kadar geldi. Annemin sesini artık kalbimin sesi bastırıyor onun naif ama korku dolu sesini bir uğultuya çeviriyordu yalnızca.

Batmaya devam ettim o çamura. Zaman hiçbir zaman durmadı.

Sonra sonsuz bir evrende sonsuz olmayan bir gezegenin içinde bir yabancının gözlerine hapsoldum. Yüreğimin her karışını bir bir saran yabancısı olduğum o his, bir bataklığa dönüşmüştü ve ben o çamura dalarak sonsuza dek kayboldum orada.

Yönümü bulamadım bir daha.

Ve en sonunda boğularak öldüm.

O his bir zamanlar annemi de öldürmüştü şimdi sıra bendeydi.

Ben öldüğümü zannederken zaman aniden geriye doğru büyük bir hızla aktı. Göz kapaklarım oynadı. Görüntülerin hepsi gözümün önünden geçti tek tek ve çamur geriye doğru çekilerek diz kapaklarımda durdu tekrardan. Sonra da aniden öbür kolumdan çekilmemle bedenim büyük bir hızla diğer tarafa doğru savruldu. Bakışlarım annemin yüzüne değdiğinde ağzımdan deprem etkisi yaratacak kadar korkunç bir çığlık kaçmıştı bu sefer. Göz yuvaları bomboştu. Annemin güzel gözleri gitmiş yerini iki kara çukura bırakmıştı.

Çığlık çığlığa gözlerimi açtığımda, midemden genzime gelen kusma isteğiyle üstümdeki yorganı attım ve hızlıca banyoya koşturdum. Banyoya ulaştığımda klozet kapağını kaldırıp midemde ne varsa çıkardım. Birkaç kez daha üst üste öğürdüğümde ağzıma gelen safra tadıyla yüzümü buruşturmuştum. Kahretsin! bitmiyordu.

"Nisan." Arkamdan Ceren'nin sesini duyduğumda bir kez daha öğürürken, diz çöktüğüm yerde kalçamın üzerine oturdum yorgunlukla. Kusmaktan gözlerim yaşarmıştı.

"Sen iyi misin canım?" Hâlsiz bir şekilde kafamı kapı tarafına çevirdim. Ceren kapıya yaslanmış uykulu bir şekilde gözlerini ovalıyordu.

"İyiyim dün gece çok içince çarptı hâliyle," dedim yorgun bir sesle.

Söylediğim ile Ceren hemen yanıma geldi ve önümde çökerek yüzüme baktı. Gözlerinin içindeki pişmanlığı gördüm o saniyede. Yaptığı şeyden dolayı pişman olacağını zaten biliyordum. Dediğim gibi Ceren benimle baş edemediğinde kendine de zarar veren bir insandı.

"Yapmamalıydım. Özür dilerim," dedi terden dolayı alnıma yapışan saçlarımı geriye doğru itelerken. "İyi olduğuna emin misin? Çığlıklarınla uyandım. Yüzün..." Derin bir nefes aldı. Pişmanlıkla alt dudağını ısırdı. Ellerime baktı, sonra da hasar kontrolu yapar gibi her yerimi inceledi uzun uzun. "Yüzün kireç gibi olmuş. Ne oldu?"

Gülümsemeye çalıştım yorgunlukla. Ben onu hak etmiyordum. "İyiyim kötü bir kabustu sadece."

"Anlatmak ister misin?" diye sordu şefkatli bir sesle. "Seni ömrümün sonuna kadar dinleyeceğimi biliyorsun."

Kuruyan dudağımı yaladım fakat dilime gelen iğrenç tatla kusasım gelmişti. Hâlâ titremekte olan elimi saçlarımdan geçirdiğimde "Biliyorum. Bilmez miyim," dedim aklıma gelen kötü anılarla. "Sen dünyanın en iyi ama aynı zamanda en şerefsiz arkadaşısın."

Söylediğim ile baygın gözlerle bana baktı. Ardından ayağa kalktığında ilerleyerek lavaboda yüzünü yıkamaya başladı. Gözlerim öylece yerde takılı kaldığında gördüğüm rüyanın etkisindeydim hâlâ. "Bazı şeyleri bazı sebeplerden dolayı görmezden gelmeye devam edeceğim ama bu hep böyle süreceği anlamına da gelmez. Çünkü patlamama çok az kaldı."

Ciddi sesini işittiğimde kafamı çevirerek ona baktım. Elinde havlu yüzünü kuruluyordu. Anlamama rağmen "Anlamadım," dediğimde alaylı bir gülüş düştü dudaklarının arasından.

Hiçbir şey söylemezken elindeki havluyu yerine astı. "Kalk betondan," dediğinde kapıya ilerlemişti. Çıkmadan önce bana döndü. "Saate baktım işe gitmene daha çok var. Ilık bir duş al çünkü iğrenç kokuyorsun. Ben de bu sırada bize en güzelinden bir kahvaltı hazırlayacağım. İş yoğunluğundan ötürü uzun süredir baş başa kahvaltı yapamıyorduk."

Söylediğiyle sıkıntılı bir şekilde ardından baktığımda burnumu omzuma götürerek üstümü kokladım. Gerçekten berbat hâldeydim. Dün geceki elbisem hâlâ üzerimdeydi ve leş gibi içki kokuyordum. Normalde olsa Ceren tıpkı bir anne gibi beni soyup ardından üstümü değiştirerek öyle sokardı yatağa fakat belli ki onunda dün gece kafası iyi değildi. Tutulan kemiklerimi hareket ettirmeyi başardığımda avuç içlerimi betona yaslayarak ayağa kalktım. Ardından sıcak suyla güzelce yıkanıp beyaz havluma sarındım.

Saçımı kurutmak için lavabonun önüne geçtim. Saçıma sardığım havluyu ağır hareketlerle çekip aldığımda camı kaplamış olan buharı elimle sildim. Çıkan açıklıktan önüme yansımam düştü. Dün geceki maskara hâlâ yüzümdeydi. Makyajla uyumam ve silmeden yaptığım banyodan ötürü iyice akmış iğrenç bir görüntü oluşturmuştu yüzümde.

Derince yutkundum. Sonra da gördüğüm rüyayı düşündüm. O kadar netti ki annemin o hâli... Aniden içim ürperdiğinde istemsizce titremiştim. Peki O. O adam kimdi? Onun yüzü neden aklımdan silinmişti. Oysaki sözleri beynime kazınmak istermiş gibi hâlâ kulağımda çınlıyordu.

Yüzünü neden unutmuştum? Ceren bana rüyamıza giren kişiler bize yabancı olsa bile gerçek hayatımızda bir kere de olsa onun yüzüne denk geldiğimizi bu yüzden bilinçaltımıza yerleştiği için o kişiyi rüyamızda görebileceğimizi iddia ediyordu. Yani aslında ben rüyama giren o yabancı adamı gerçek hayatta tanımasam bile en az bir kere de olsa bir yerlerde yüzüne denk gelmiştim. Söylediği doğru muydu bilmiyordum ama rüyamın çok korkunç olduğu kesindi.

Daldığım yerden çıktım, saçlarımı kurutarak kabarmaması için ördüm ardından ağzımdaki berbat tadı götürmek için dişlerimi sıkı bir şekilde uzunca bir süre fırçaladığımda odama geçtim. Dolaptan çıkardığım siyah kot pantolonu bacaklarımdan geçirip üstüne haki renginde boğazlı bir kazak giydim. İçimin karamsarlığına rağmen bütün renkleri çok seviyordum ama haki rengine diğer renklere göre ayrı bir zaafım vardı.

Sarsak adımlarla mutfağa geçtiğimde Ceren ocağın üzerinde omlet yapıyordu. Masaya baktım yine döktürmüştü. Sandalyeyi çekip oturdum hızla. Ceren bana dönmeden "Biraz daha iyi misin canım?" diye sorduğunda tebessüm ettim ardından. O benim kardeşim gibiydi. Çok uzun bir süredir hayatımdaydı. Biz birbirimizi benim yetimhane yıllarımın başladığı ilk gece de bulmuştuk. Bulduğumuzda da bir daha kopamamıştık zaten.

"Şu dakikadan itibaren süperim!" dediğimde patates kızartmasından bir tane alarak ağzıma attım. "Şuraya bak döktürmüşsün valla."

Masaya oturup elindeki tavadan omletin yarısını tabağıma koydu. Ardından kendi de oturunca mavi gözlerini bana dikti. "Tabii kızım ne sandın? Benim bir tane geri zekalı kardeşim var onun için özel olarak hazırladım."

Yüzümü düşürerek kırılmış gibi ona baktığımda tatmin olmuş gibi gülümsedi. Her şekilde sinirini benden çıkarmaktan vazgeçmeyecekti fakat şöyle de bir şey vardı sözlerini ciddiye almıyordum çünkü Ceren'i tanıyordum.

"O zaman ben kalkayım. Çünkü ben son derece muhteşem bir zekaya sahibim. Yani o geri zekalı kardeşin olamam," dediğimde kalkacağım an "Otur yerine, gebertirim!" dedi hızla.

Tekrardan yerime oturduğumda ortadaki omleti önüme alırken "Bok gebertirsin," dedim alayla.

"Sofranın üstünde boklu moklu konuşma." Ceren arkasına yaslanıp sinirle gözlerimin içine bakmaya başladığında hızlıca yerimden kalkıp çay doldurmak için ocağa yürüdüm. Çünkü yüzündeki ifadeyi görmüştüm. Taktiğim şuydu: Ceren ile olacak olan olası bir kavgadan hiç düşünmeden kaç. Çünkü her seferinde o yenerdi ve ben yenemeyeceğimi anladığım an benden beklenildiği üzere kötü yola başvurarak onun kalbini kırmaktan çekinmezdim. Korkağın önde gidesin sen!

İç sesimle derince yutkunduğumda ocaktan aldığım çaydandan çıkardığım bardağa çay doldurmaya başladım. Sonra Ceren'in arkamdan gelen sesi ile böyle bir şey sormasını beklemiyordum. "Nisan? Oktay dün gece nereye gitti öyle aniden. Bir şey de söylemedi bize. Hem ilk gittiğimiz andan itibaren morali de baya bir bozuktu." Sesi ise oldukça imalıydı.

"Ne bileyim ben?" Umursamaz bir sesle ona cevap verirken yerime oturdum. Ceren elindeki çatalı tapağına bırakıp tekrardan arkasına yaslandığında sertçe bana baktı.

"Ne bileyim benmiş!" dedi alayla. "Senin şu bıçak gibi olan sivri dilin yok mu? Gerçi sadece bakışlarınla bile olsa her seferinde ne yapıp edip çocuğun ağzına sıçmayı başarıyorsun bir şekilde. Dün o imalı atışmalarınız neydi sizin?"

Bıkkın bir soluk bıraktım. Konuya şimdi de burdan mı girmeye çalışıyordu? "Oktay işte," dedim yüzümü buruşturarak. "Kurnazlığıyla bizi yıllarca uyutmadı mı? Her zamanki gibi bana boş boş sataşarak kendi yaptıklarını bir şekilde örtmeye çalışıyor."

"Sorduğum soruyla bu cevabın ne alakası var şimdi? Konuyu saptırma."

"Ceren izin verirsen eğer benim için özel olarak hazırladığın kahvaltımı yapacağım," diyerek onu hiç umursamadan omletime gömüldüm.

Çatalın sertçe tabağa çarpma sesini işittiğimde bir an için irkilirken Ceren "Boş boş sataşmak mı?" diye sordu alaylı bir sesle. "Herif sana köpek gibi aşık. Seni düşünüyor. Çocuğa her seferinde bok gibi davranmasan asıl amacının ne olduğunu göreceksin."

Büyük bir hızla gözlerimi ona çevirdim. "Neymiş asıl amacı?!" diye sorduğumda sinirlenmiştim. Elimdeki çatalı sertçe masaya indirdim onun gibi. Öfkeyle Ceren'in gözlerine baktığımda kavga etmekten kaçışımızın olmadığını anlamıştım. Ceren'e Murat konusunda laf sokmak, isteyeceğim son şey bile değildi fakat benden bağımsız deli ve ayarsız bir damarım vardı. Eğer ona basılırsa işte o zaman annemi bile tanımayacak kadar kendimi kaybederdim.

Gözlerimdeki ifadeyi görmüş olmalı ki geri vites atarcasına gözlerini benden kaçırdığında yorulmuş gibi bıkkın bir nefes verdiğini gördüm. Onu üzmeye hakkım yoktu ama işte ben de böyle kötü bir insandım.

Gözleri bana döndüğünde sırtını sandalyeden kopararak hafifçe öne doğru eğildi. Yüzünde daha önce de çok kez gördüğüm tanıdık, sıkıntılı bir ifade oluştu. "Ben hiçbir zaman onların yaptıklarını savunmadım ve her zaman içinde bulunduğum şu sikik durumdan ölümüne rahatsız oldum... Sen de çok iyi biliyorsun ki ben bütün bunlara rağmen sırf kendi hislerim doğrultusunda ne yapıp edip bir şekilde göz yummaya devam ettim ama şu anda ve şu vakitte içinde bulunduğumuz daha doğrusu bulunduğun şu durum benim için göz yummayacağım kadar önemli Nisan. Çünkü sen benim kendi hislerimin çok daha dışındasın." Derin bir nefes aldığında yutkundum. "Ve hislerimden çok daha değerlisin. Sırf, geçmişi hatırlatıp da canın tekrardan yanmasın diye bir şeyleri görmezden geliyorum fakat bana bu şekilde davranman kalbimi kırıyor ve kendimi bok gibi hissetmeme neden oluyor farkında değil misin?"

Yüzümde hiçbir his oluşmadı, izin vermedim buna. Elim bacağım üzerinde yumruk şeklini aldığında konuşmayacağımı anlamış olacak ki devam etti. "O kadar değerlisin ki sırf biraz bile olsa mutlu olacaksın diye Oktay ile olmanızı istiyorum," dediğinde "Oktay ile mutlu olacağım kanısına nerden vardın?" diye sordum çelik gibi sert bir sesle.

Güldü. Elini kumral saçlarından geçirdiğinde gözlerimin içine baktı. "Çünkü aşk Nisan. Çünkü Oktay cidden sana aşık. Sana olan ufak bir bakışından bile anlayabilirsin bunu ki, sen akıllı bir kadınsın anlıyorsundur zaten. İzin verirsen eğer seni mutlu edeceğini de göreceksin. Kendini bu konuda törpülemekten ne zaman vazgeçeceksin?" dediğinde derin bir nefes aldı. "Biliyorum geçmişte çok kötü olaylar yaşadın... sarsıldın, güvenin kırıldı en yakını olduğun insanlar tarafından fakat kendini kapatma. Vazgeç bundan. Hiç değilse bir şans ver karşındaki insanlara."

"Sonucu kötü olacak olsa bile mi?" diye sorduğumda yüzümden alaylı bir ifade geçmişti.

"Bilemezsin," dedi. "Bak bizim sonumuza. Belli mi? Hayır değil. Ne bok olacağını kestiremiyorum bile ama en azından içimde taşıdığım umutlar var yoksa bile çabalayarak o umutları var etmeye çalışıyorum. Yüzünü gördüğümde yüzüm gülüyor. Onunlayken her kötü şeyden soyutlanıyorum ve mutluluğu tadıyorum."

"Yanlış anlama ama zır deli değilsen eğer bir şeylerden soyutlanmak bir yere kadar sürüyor Ceren. Bir masaldan çıkıp gerçek hayata döndüğünde ne olacak? O an yaşadığın mutluluktan pişman olmayacak mısın? Ben olurum mesela. Hem sence de aşk diye bahsettiğiniz şu saçmalık her şeyi görmezden gelecek kadar güzel bir şey mi? Ya da değer mi sonradan pişman olmana?" diye sorduğumda yüzü düştü. Bu konulara giren kendisiydi. Bu cevap onun için yaralıyıcıydı muhtemelen.

"Değer," dedi yüzü düşmesine rağmen burukça gülümserken. "Ayrıca da saçmalık değil çok güzel. Nisan ben senin gözlerinde sönmüş parıltının tekrardan dirilmesini her şeyden çok görmeyi istiyorum. Bak sevmek ve sevilmek... aşık olmak... bunlar bambaşka duygular. Aşk insanın gözlerini parlatan en güçlü duygulardan biridir. Ben senin gerçek anlamda mutlu olmanı, gerçek anlamda gülmeni istiyorum." Bir süre yüzüme baktığında bir şeyler arar gibiydi gözlerimde. "Oktay olmak zorunda da değil. Neden beni korkutmak yerine sevinderecek şeyler yapıp hayatına birini almıyorsun ki?"

Gözlerimi kaçırdığımda hızlıca ağzıma attığım lokmayı zorlukla çiğnedim. Yalvarır gibi bakıyordu gözlerime. Dönüp dolaşıp yine aynı yere gelmiştik. "Hep aynı şeyler. Daha önce neler olduğunu bilmene rağmen biz bu konuyu daha kaç kere konuşacağız Ceren? Sana böyle bir şey istemediğimi daha önce de defalarca kez söyledim."

"Biliyorum, bilmez miyim?!" dedi aniden sinirlenirken. Bağırmasıyla istemsizce yerimde sıçramıştım. Öfkeyle çatalı salatalığa batırdığında oluşan görüntüyle bu sefer korkmuştum. "İsteseydin zaten bu zamana kadar hayatına birini alırdın. Gelmişsin yirmi üç yaşına eline erkek eli değmedi be! Evde kaldın kızım sen. Kendi turşunu mu kurdurtacaksın bana." Çatalın sonuna kadar girmiş salatalığı ağzına attığında sertçe çiğnedi sonra da gözlerime baktı. "Hayır bütün bunları da geçtim kızım sen nasıl sevişme gibi bir olayı kaçırıyorsun ya?"

Ağzım şaşkınlıkla açılırken "Ceren!" dedim uyarırcasına gözlerine bakarken.

Suratı iyice asılırken tekrardan arkasına yaslanarak kollarını birbirine bağladı.
"İyi sustum ben. Sen de böyle mal gibi kendi kendini tatmin etmeye devam et."

Söylediği ile gözlerim bu sefer kocaman açıldığında bedenime basan sıcaklıkla boynumdan yüzüme kadar kızardığıma emindim o an. Bu kızın dilinin ayarı hiç yoktu cidden.

Cevap vermeden ters bir şekilde mavi gözlerine baktığımda bu sefer gerçekten kahvaltımı yapmaya çalıştım. Bir insanın mutluluğu sadece aşk ile olmamalıydı. İnsanın mutlu olması için önce kendi içindeki karamsarlığı çözebilecek psikolojide olması gerekiyordu. Ceren bunu bilmesine rağmen böyle söylüyordu çünkü kendince bazı nedenleri olduğunu biliyordum. Oysa bazı şeyleri kestiremiyordu, benim hayatıma bir insanı almam, içimde çok daha yıkıcı sonuçlara yol açacaktı. Hem de tekrardan bu şekilde hissederken. Deli olduğunu kabullenen tek insan bendim sanırım!

Yeterince doyduğumu hissettiğimde ayağa kalkarak masayı toplamaya başladım. Ceren'in de yardımıyla hemen hâllolmuştu. Ceren'i yanağından öperek "Odamdan çantamı alıp çıkacağım. Görüşürüz sonra," diyerek hızlıca mutfaktan ayrıldım.

Elimdeki bezle masayı silmeyi bitirirken doğrularak belimi tuttum. Bugün de bitmişti. Nihayet!

Kulağımın dibinde "Nisan!" diye birinin aniden bağırmasıyla yerimden sıçradığımda elim kalbime giderken bir iki saniye gözlerimi yumdum. Korkmuştum. Sinirli bir şekilde arkamı döndüğümde Eren'in pis pis sırıttığını gördüm.

Bunun üzerine daha çok sinirlendiğimde elimi kaldırarak hafifçe kafasına vurdum. "Manyak mısın sen be?! Ne diye sinsice yaklaşıp kulağımın dibinde bağırıyorsun ödüm koptu geri zekalı!"

Sahte bir şekilde suratını asıp kafasını tuttu. "Acıttın yaa. Ne yapayım seslendim sana duymadın."

Yalan söylüyordu pislik. Bilerek yaptığından emindim.

Sinirini bozacağını bildiğim için "Yalan söyleme Eren. Ayrıca ne Nisan'ı ya sen bana abla diyeceksin," dediğimde anında yüzünün düşmesiyle sırıttım. Ben ve Simay'dan bir yaş küçüktü. Simay'la birlikte bize abla demesi konusunda sürekli takılıp dururduk onunla ve o çıldırırdı.

Bu sefer bir şey söylemedi ve düşen yüzü ciddi bir ifadeye büründü. "Bırak şimdi ablayı. Ben bir şey soracaktım."

Belimden mor önlüğümü çıkardığımda "Ne oldu?" diye sordum.

"Bir şey olmadı eve gitmeyip bir yere eğlenmeye mi gitsek diyecektim. Simay'lada konuştum tamam diyor." O sırada Simay'ın kapıdan montunu giyinmiş şekilde bize doğru ilerlediğini gördüm.

"Evet Nisan geliyor musun?" diye sordu tam karşımızda dururken.

İkisine bakıp düz bir sesle "Olur. Ben montumu alıp geliyorum o zaman," dediğimde beklemeden soyunma odasına yürüdüm. İki haftadır evden kafeye kafeden eve gidip geliyordum. Ciddi anlamda sıkılmıştım. Dışarı çıkmak iyi gelebilirdi.

Üstümü değiştirip odadan çıktığım sırada çalan telefonumla koridorda duraksamıştım. Cebimden telefonu çıkarıp arayan kişiye baktığımda gördüğüm isimle hemen açıp kulağıma götürdüm.

"Baran! Nerdesin sen? Hadi tamam sen zaten hayırsız bir arkadaş olduğun için aramazsın anlarım da bari telefonlarıma cevap verseydin," dediğimde sesim son derece sinirli çıkmıştı. Bara gittiğimiz geceden beridir görmemiştim aradığım da ise durmadan meşgule atmıştı beni. Bir ara endişelenip Oktaylara sorduğumda iyi olduğunu dükkanda kaldığını söylemişlerdi bana. Kendine ait bir oto tamirhanesi vardı ve bazen orada yatıp kalkıyordu.

Sonlara doğru alınmış gibi çıkan ses tonumdan anlamış olacak ki "Fındığım..." dedi yumuşak bir sesle. "Kızma bana. Aramaya fırsatım olmadı inan. Önemli bir işle meşguldum o sırada."

"Ne işiymiş o öyle iki hafta ortadan kaybolmana sebep olan?" diye sorduğumda bir süre sessizlik oldu ardından esrarengiz bir sesle "İlgini çekecek bir iş. Yeni bir av var," deyince hızla soyunma odasına geri girip kapıyı ardımdan kapattım.

Şok içinde sesimi olabildiğince kısaltarak "Ne!! erken değil mi?" diye sorunca "Çocuklarla sizin evdeyiz, anlatmak için seni bekliyorum. Gelince anlarsın," dedi.

"Ama..." diyerek konuşacağım sırada "Telefonda anlatamayacağımı sen de biliyorsun Nisan. Hadi bekliyorum," diyerek telefonu kapattı.

Bir süre gözüm telefonda takılı kaldı. Anlamlandıramamıştım. Asla böyle erken olmazdı. Son girdiğimiz evin üzerinden yalnızca iki hafta geçmişti. Baranlar Bekir denen adamı bile iki ay boyunca takip etmişti.

Neydi şimdi bu?

Oktay'ın haberi var mıydı?

Üstelik bizim ev ne alaka? Onlar bu konuları kolay kolay bizim eve taşımazdı. Hele ki Oktay gibi her şeyi gizli tutan bir adam.

Telefonla kafama vurdum hafifçe. Hatta o an beynimi duvara vurarak içindeki şüphe tohumlarını ve kötü hisleri oradan dışarıya akıtmak istedim. Merak etme Nisan. Her şeyin altında bir sebep de arama. Onlar çocukluğundan beri bu işlerin içinde.

Sebep ara Nisan. Ya başka bir şeyse. Duymadın mı Oktay ve Murat'ın kendi aralarında geçen konuşmalarını?

Koltuğa oturdum ve çığlık atmamak için dişlerimi sıktım. Beynim neden her şeyi sorgulamak zorundaydı?

Senin ise cesaretin, korkularının önüne geçecek kadar büyük bir güce sahip.

Bana, önüne geçemeyeceğim korkular bıraktın baba.

Kendimden korkuyordum fakat hissettiklerimden korkmuyordum. Sorun da buydu ya.

"Yaptıklarınla beni kendin gibi bir korkağa dönüştürdün baba. Cesaretim, senin gibi korkularımın ardına saklanıyor artık. Senden nefret ediyorum," diye mırıldandığımda Simayları daha fazla bekletmemek için odadan çıkmıştım.

Onlara doğru ilerlediğimde Eren, "Nerde kaldın kızım? Ağaç olduk burda," dedi omzuna astığı sporcu çantasının kulpunu sıkı sıkıya tutarken.

Kendimi toparlamaya çalışarak boğazımı temizledim onları ekmek durumundaydım. "Eren benim acil bir işim çıktı eve gitmem gerekiyor sizinle gelemeyeceğim kusura bakmayın lütfen."

Simay öne atıldı. "Birine bir şey mi oldu?" diye sordu endişeli bir sesle bana yaklaşırken.

Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama gülümsemeye çalıştım. "Hayır önemli bir şey değil benim hemen çıkmam gerekiyor. Söz sonra telafi edeceğim görüşürüz," diyerek kapıdan koşar adım çıktığımda "Görüşürüz!" diye bağırmıştı Eren arkamdan.

Yarım saat sonra eve vardığımda anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım. Ardından ayakkabılarımı çıkarıp hızlıca salona girdim. Erkeklerin üçü koltukta oturmuş birbirine bakıyordu. Aralarındaki gergin hava buradan bile belli oluyordu. Ceren nerdeydi?

Baran kafasını kaldırdığında beni gördü. Sonra da elini kaldırıp beni işaret ettiğinde "Heh Nisan da geldiğine göre konuşabiliriz artık," dedi.

İlerleyip Baran'ın yanına oturdum. Ardından ortaya konuşarak "Ceren nerde?" diye sordum.

"Mutfakta kahve yapıyor. gelir birazdan," dedi Murat.

Bir süre sonra Ceren içeriye girdiğinde elindeki dolu tepsiyi masaya bıraktı. Ardından eline bir kupa alarak Murat'ın yanına oturdu. Bana baktığında yüzünde yine o rahatsız edici ifade vardı her zamanki gibi. "Gelmişsin," diye mırıldandığında başımı salladım kısaca.

O sırada Oktay Baran'a bakıp "Hadi artık ne anlatacaksan anlat. Ne sendeki bu tuhaflık lan? Kaç haftadır eve bile geldiğin yok," dedi aksi bir sesle. Üçü aynı evde kalıyordu.

Baran Oktay'ın söylediği ile bu anı bekliyormuş gibi cebinden bir fotoğraf çıkarıp sert şekilde masaya bıraktı. Ardından hepimizin üzerinde gözlerini kısaca gezdirip ciddi bir sesle konuşmaya başladı. "Bir süredir birinin peşindeyim." Masadaki fotoğrafı parmağıyla işaret etti. "Herifin adı Cihangir. Cihangir Miroğlu," dediğinde Oktay öfkeli bir şekilde Baran'a döndü. "Peki bundan bizim niye haberimiz yok sayın amınakoduğumun?"

"Anlatacağım. Her şey tesadüfen gelişti zaten," dediğinde tekrardan ağzını açmıştı ki Ceren elindeki kupayı sertçe tepsiye indirdiğinde dökülen kahve öfkesi gibi tepsiye sıçradı.

"Bir dakika, bir dakika neden bu konular şu anda burada konuşuluyor?" diye sordu öfke dolu bir sesle Baran'a bakarak. Murat'a döndü sonra. "Ben sizin bu boktan saçmalıklarınızı dinlemek zorunda değilim!"

"Ceren," dedi Murat rahatsız hissetmiş gibi yerinde kıpırdanırken. "Sakin olur musun? Benim haberim yoktu böyle bir şeyden. Buraya bizi çağıran Baran." Öfkeli gözleri Baran'a döndüğünde onu öldürmek istermiş gibi bir ateş belirmişti gözlerinde.

"Ne farkeder?" dedi o sırada Baran Ceren'e hitaben. Sesi ciddiydi fakat yüzünde tam tersine gizleyemediği alaylı bir ifade mevcuttu. "Ha burada ha orada. Her şeyi bilmiyor musun zaten? İki hafta önce hiç aklımızda yokken bile yaptığımız boktan saçmalığın kutlamasını yapmayı teklif eden sendin Ceren. Sorun ne şimdi?"

"Baran sikerim senin o ayarsız ağzını!" Murat hızla kafasını Baran'a çevirdiğinde Ceren arkasına yaslanarak kollarını göğsünde bağladı.

"Boşuna celallenme Murat. Baran haklı. Ee Baran anlat bakalım sırada kim var?" dediğinde o an Ceren'i içinde bulunduğu durumdan çekip almak istedim fakat hiçkimseye yararı olmayan bir insandım.

Neden her şeyde bu kadar güçlüyken saçma bir hisse yeniliyorsun Ceren?

Ceren tanıdığım en güçlü kadındı. Benim aksime üniversiteyi bitirmiş. Kendi ayakları üzerinde duran sağlam karakterde bir kadındı. Yeri geldi mi kendi hakkını arar insanların hakkını kimseye yedirmezdi fakat saçma bir hisse yeniliyordu işte. Onun tek zayıf noktası buydu. Benim aksime anne ve babasını hiç tanımamıştı bile. Murat'ı gerçekten seviyordu fakat asıl muhtaç olduğu şey sevgi açlığından mı kaynaklanıyordu kestiremiyordum bazen. Çünkü Ceren bütün bunlara katlanacak türde bir kadın değildi.

"Boş bakmayı kes de ne anlatacaksan anlat hadi? Olan oldu zaten. Benim bir saat sonra işim var," dedi Oktay sıkılmış gibi sigara yakarken. O sırad sana bu yaptığın şeyin hesabını sonra sorağım der gibisinden bir bakış atmıştı Baran'ın kara gözlerinin içine ve ben onu yakalamıştım.

Baran'ın yüzünde rahatsız edici bir ifade vardı fakat bu Ceren'e söylediği şeyden dolayı değildi. Çünkü Baran dünyanın en umursamaz insanıydı ve muhtemelen Ceren'e söylediği şeyde hâklı olduğunu bile düşünüyordu ama şu an yüzünün arkasına sakladığı rahatsız edici ifade geldiğimden beri vardı.

Oktay'ın söylediği ile arkasına yaslandığında elini uzun saçlarından geçirerek derin bir nefes aldı. Ardından ise konuşmaya. "Bara gittiğimiz gecenin ertesi günü tamirhanedeki işler uzayınca ben yine orada yattım. Diğer gün sabahın köründe bir müşteri yani Cihangir denen bu herif beni arayarak arabasının arıza yaptığını, çok önemli bir işi olduğu için acil olarak eve gelip arabasına bakmamı istedi." Bir soluk aldı ardından hepimize tek tek bakarak devam etti konuşmasına. "Normalde dışarıdaki işlere benim çırak Arif bakar ama dediğim gibi sabahın körüydü daha iş saati bile başlamamıştı bu yüzden mecburen ben kalkıp gittim. Sonra adamın benden bakmamı istediği son model arabayı görünce ben bir işkillendim."

"Ulan salak herif sen oto tamircisin her türden araba görmen normal değil mi? Neyine işkillendin lan?" diye sorduğunda Murat'ın yüzünde hâlâ az önceki öfkenin izleri vardı.

"Evet hâklısın Muratcığım da," dedi Baran alayla ona bakarken. "gittiğim ev Karasu mahellesinde bir gecekonduydu. O mahellenin nasıl bir yer olduğunu biz dahil tüm İstanbul biliyor bunu söylememe gerek yok değil mi? Ama asıl olan bu da değil. Ben işkillendim ya şimdi, evi kontrol etmek amacıyla adama lavabonu kullanabilir miyim diye sordum. Zaten adam bir tuhaftı. Belli ki çok acelesi vardı. Uzak bir köşede telefonla konuşarak ikide bir saatine bakıp duruyordu. Bana kapı açık diyerek kısaca lavabonun yerini tarif ettiğinde tekrardan tefonuna döndü. Tabii bu da işime geldi. Ben eve girdiğimde ilk başta etrafa bir göz gezdirince sıradandı her şey ta ki koridorun sonundaki kapıyı görene kadar. Dikkat etmeyen bir insan asla kamufle edilmiş o kapıyı göremez."

Son dediğiyle ilgimi çekmeyi başarmıştı.
Öne atıldım heyecanla. "Peki açabildin mi o kapıyı?" O an Ceren'in ağzından alaylı bir gülüş çıktı fakat onu umursamadım.

Baran'ın gözleri bana döndü. "Hayır. Onu göze alacak kadar zamanım yoktu ama zaten kapıda sağlam bir kilit olduğu da belliydi. Yani istesemde açamayacaktım," dediğinde tekrardan hepimize baktı. "İşte ben de bu yüzden bir haftadan fazladır evi gözetliyorum. Gecekondunun etrafında tek tük ev var, hava kararınca o bölge baya bir karanlıkta kalıyor; sokak lambalarının azlığından dolayı. Gözlemlediğim kadarıyla da herif yalnız yaşıyor ve genellikle akşam saat on civarlarında eve geliyor. Yani bütün bunlara karşılık karanlık çöktüğünde adam eve gelmeden içeri girip o kapıyı açmamız için iyi bir zamanımız olacak."

"Peki elinde adamın pis işler yaptığına dair bir kanıt var mı Baran?" diye sordu Murat ciddi bir sesle. Gözleri saniyede bir Ceren'in yüzüne dönüyordu. Cidden rahatsız mıydı Ceren'in burada bunları dinliyor olmasından?

Zannetmiyordum çünkü eğer öyle olsaydı Ceren ilk öğrenip onu terk ettiğinde bu işleri bırakırdı fakat Murat hâlâ aynı Murat'tı. Değişen sadece Ceren'di ve Ceren bu değişiminden nefret ediyordu.

"Kimse için değişme Ceren. Pişman olursun."

"Ama bazen pişman olmaya değer Nisan."

Geçmişi zihnimin bir köşesine fırlattım ve dikkatimi tekrardan Baran'a verdim.

"Kesin değil, etrafa sordurttuğumda kimse hakkında bir şey bilmiyor fakat ben o adamın tekin biri olmadığına adım kadar eminim." Yerinde dikleştiğinde gözleri direkt Murat'taydı. "Hem oğlum yaşadığı mahalle, altındaki araba en önemlisi de o kapı var. O herif o kapının arkasında kesinlikle çok değerli şeyler saklıyor."

Oktay ve Murat'a göz attığımda açıkçası bu işe pek ısınamamış gibilerdi. Oktay neden bu kadar sessizdi bu konuya? Belki de ilgisini çekmediğindendi.

Ama ben her şeye rağmen Baran'ın bahsettiği kapıyı kesinllikle görmek istiyordum. Çünkü peşimden gelenler belli olacaktı. "Tamam o eve girelim," dediğimde ilk onay veren kişi bendim.

Verdiğim tepkinin hemen ardından Oktay ışık hızıyla kafasını yerden kaldırıp bana döndüğünde "Sen bir dur!" diye aniden bağırmasıyla yerimden sıçramıştım.

Kısa bir süreliğine gözlerimi yumduğumda öfkeyle dişlerimi sıktım sakinleşmek adına. Sinirlenmeyecektim.
Oktay o sırada aynı öfkeli yüz ifadesiyle Baran'a dönmüştü. "Bana bak lan sende. Şu an ne siktiri boktan şeyler saçmaladığının farkında mısın sen?" dedi dişlerinin arasından. Öfkeli bir soluk çıktı genişleyen burnundan. Sonra elindeki sigarayı küllüğe fırlattı sert bir hareketle. "Biz pisliklerinden emin olmadığımız heriflerin evine ne zaman girdik Baran? Hmm..." dedi sorarcasına. "Daha son olaydan iki hafta geçmedi. Üstelik toplasan bizim yaptığımız işler yılda ikiden fazlasını geçmez bile. Sen bütün bunları bildiğin hâlde şimdi gelmiş burada tanımadığımız, kimliği belirsiz bir herifin evine girmemizi mi istiyorsun bizden?"

Neden şimdi bu kadar tepkilisin Oktay? Bu kişiyi Baran bulduğu için mi?

"Oktay bak biliyorum bunları ama ben o kapıda bulunan kilit göbeğini daha önce girdiğim hiçbir evde görmedim. O kapı bulunduğu yer de dahil kesinlikle çok farklıydı," dedi Baran. Ardından onay bekliyormuş gibi Murat'a baktı.

Baran'ın ona bakması üzerine Murat anlamış olmalı ki önce Ceren'e baktı fakat Ceren Murat'a bakmıyordu bile. Kafası yerde, kendini bu ortamdan soyutlamış gibi gözleri avuçlarında tuttuğu kahve kupasındaydı. Murat uzunca bir süre baktı Ceren'in bu hâline, derince yutkundu ve ondan hiç beklemediğim bir cevap verdi Baran'a. "Kusura bakma kardeşim ama Oktay sonuna kadar hâklı bu konuda. Sizde biliyorsunuz ki ben zaten bu işlerden elimi ayağımı çekme aşamasındayım. Gerek yok yani şimdi bu aksiyona," dediğinde Ceren'in bakışları hızla Murat'a döndü. Mavi gözlerinden belli belirsiz bir parıltı geçtiğini gördüm.

...ama en azından içimde taşıdığım umutlar var yoksa bile çabalayarak o umutları var etmeye çalışıyorum.

Ceren'in gözlerinden geçen parıltının adı: Umuttu.

Ama şöyle de bir şey var Ceren: İçindeki umutların sonsuza dek söndüğü, insanlar da mevcut bu hayatta.

Bu söze paralel olarak kaşları çatılan kişi ise bendim. Murat ve Oktay'a baktığımda "Ne oluyor size ya? Bahsettiği kapıyı duymadınız mı?" diye çıkıştım sertçe. Hızla Baran'a döndüm. "Ben varım bu işte."

Oktay ve Ceren'in öfkeli bakışlarını aynı anda üzerimde hissettim fakat Oktay'ın öfkesi Ceren'inki yanında bir hiçti.

"Sen zaten her bokta varsın." Oktay'ın bu sefer alaylı gelen sesi kulağıma çarptığında sinirli bir şekilde yüzümü ona çevirdim. Bana karşı olan hareketleri sabrımı taşırmıştı artık.

Soğukkanlı bir şekilde ona gülümsediğimde "Sana ne oluyor Oktay?" diye sordum imalı bir sesle mavi gözlerinin içine bakarak. "Ne bu bana karşı takındığın saçma tavırlar hâlâ? Hayır unutkanlık gibi bir hastalığın falan var da bizim mi haberimiz yok? Çünkü ben sana gerekli olan o cevabı verdiğim günün saatine kadar hatırlıyorum da..."

Söylediğim ile diğerlerinin tepkilerini az çok tahmin edebiliyordum. Muhtemelen Baran sırıtıyordu. Murat'ın şaşkınlıktan ağzı aralanmıştı ve Ceren her zamanki gibi bu olaya tepkisizdi ama içten içe bana sövmeyi de ihmal etmiyordu. Oktay ise bir süre boyunca mavi gözlerini öylece bana dikti, çenesi kasılmış bütün bedeni gerilerek öfkeli bir şekilde ayağa kalkmıştı.

Gözlerimin içine bakarak "Doğru söylüyorsun," dedi kafasını eyvallah der gibisinden sallayarak. Ardından Baran'a döndü. "Seninle bunu sonradan konuşacağım Baran." Bu sefer ikimize hitafen "Ayrıca kapı sikimde bile değil ben bu işte hiçbir şekilde yokum. Siz de ne bok yerseniz yeyin," diyerek hışımla dışarı çıktı.

Biraz sonra dış kapının sertçe çarpılması ile irkildiğimde derin bir soluk aldım.
Ortam zaten gergindi fakat ben sarf ettiğim sözler ile bu seviyeyi çok fazla yükseltmiştim. Oktay çıktıktan kısa süre sonra Murat ayağa kalktığında masada bulunan telefonunu alırken kahverengi gözleri gözlerimi buldu. "Korkunç olmandan da öte bazen insanlara karşı çok kırıcı konuşuyorsun," dedi. Murat beklemeden Oktay'ın ardından gitti Baran ise hiçbir şey söylemeden Murat'ı takip etmişti.

Evde yalnızca ikimiz kaldığımızda uzun bir süre yerde olan bakışlarımı Ceren'e çevirdim. Durmuş öylece beni seyrediyordu. Bakışlarından Oktay'a sarf ettiğim sözlerden ziyade işi onayladım diye bu sefer benimle sert bir tartışmaya gireceğini anladım ve ağzını açmasına izin vermeden odaya girerek arkamdan kapıyı kapattım. Derin bir soluk aldım ciğerlerim tıkanmış gibi. Gözlerim etrafı taradı. Hava kararmıştı. Perdenin ardından süzülen karanlık hava odamın içindeki kasveti arttırmıştı.

Ceren gelmiyordu peşimden. Şu an kapıma dayanıp açana kadar vurmalıydı ve beni yakaladığı an saçımdan tutup akıllanana kadar kafamı duvara sürtmeliydi ama yapmıyordu. Herkesin kendine göre doğruları vardı fakat o doğrular bazılarımız için yanlıştı.

Sırtımı kapıdan kaydırdım ve yere oturdum. Oraya gitmek istiyordum ve o kapının ardındakileri görmek istiyordum ama ne işime yarayacaktı bu? Kollarımı kendime çekmiş olduğum dizlerimin etrafına sardım ve sonra da başımın dizlerime gömerek gözlerimi kapattım. Nefes alış hızım çok yüksekti. Nefesimi tuttum ve kalbimi sakinleştirmeye çalıştım. Terlediğimi hissettiğimde avuç içim alnımı bulurken elimi geri çektiğim sırada gözlerim anlık olarak avuç içimde belirgin olan hilal şeklindeki izde takılı kalmıştı. Her zaman olduğu gibi o saniye de gözlerimin ardına tanıdık anılar düştü.

Üzerime dökülen yağmur damlaları ile uzun saçlarım sırılsıklam olmuş okul formam beni rahatsız edecek bir hisle bedenime yapışmıştı. Ayağımdaki botlar üzerine yapışan çamurdan dolayı ağırlık yapıyordu bedenimde. Çantam tek elimden sarkarken diğer kulpu yerde duran su birikintisinin içinde kaybolmuştu. Ruhsuz bakışlarım dakikalardır annemin mezar taşındaydı.

Asena Akdağ.
Ölüm tarihi: 21.12.2008

Yüzümden akarak çeneme doğru yol alan yağmur damlaları yolunu değiştirerek aralık olan dudaklarımın arasından içeri süzülürken içimde biriken yangına pek bir fayda sağlayamıyordu. Daha önce toprağının üzerine bıraktığım annemin en sevdiği çiçek olan solmuş sarı lalelere baktım. Sonra gözlerim oradan koparak yanında duran ve toprağı sadece bir haftalık olan diğer mezara çevrildi.

Acar Akdağ.
Ölüm tarihi: 21.11.2015

Onun mezarında hiçbir şey yoktu. Ve onun mezarı kimsesizlerin olduğu mezarlığa gömülmeliydi. Babam yetimdi. Babamın yeri annemin yanı olamazdı çünkü babam, annemi öldürmüştü.

Buraya annemi ziyarete gelmiştim fakat babamın mezarını onun yanındaki boşlukta gördüğümde donmuştum.

Annemi her ziyaretine geldiğimde onun katili ile karşılaşacaktım.

Bu benim için her şeyin bittiği andı.

Gökyüzünde çakan şimşek kalbime denk gelerek sanki bedenimi ortadan ikiye böldüğünde gözlerimi çektim oradan ve arkamı döndüğüm gibi son sürat koşmaya başladım.

Bu son koşuşumdu.

Ağaçlık olan alanı atlatıp mezarlıktan çıkarak yola doğru koştuğumda oraya ulaşamadan ayağım çamurda kaymış sert bir şekilde yüzüstü yere düşerken girdiğim çamur birikintisinde avuç içime batan camla yüzümü buruşturmuştum.

Sert düşmem sonucu okul çantam ileriye doğru yolun tam ortasına savrulmuştu ve açık olan zincirinden dolayı içindeki kitap ve kalemlerimin yarısı dışarıda görünüyordu. Doğrulmaya çalışmadım bile. Çığlık attım. Genzimden kopan çığlık yüreğimdeki yangından kopmuş boş mezarlıkta yağmur sesine karışmıştı. Gözlerimden oluk oluk akan yaşlar çamura karıştığında elime batan camı umursamayarak tırnaklarımı yere sapladım ve çığlık atarak ağlamaya başladım bütün acımı kusmak ister gibi.

Ölmek istiyordum.

Sessiz çığlıklarım ardından ağlamaktan bitap düştüğümde yanağım çamur birikintisine yaslandı gücüm çekiliyormuş gibi. Bedenim günlerdir yaşadığım açlığa, zihnim ise yaşadığım bu acıya daha fazla direnemedi. Gözlerim kararmaya başladığı vakit çantamın önüne yanaşan çamurlu araba tekerleğini gördüm ve sonra da gözlerimin önüne bir çift siyah erkek botu girdi.

Hızlı adımlar ile siyah botlar tam yüzümün hizasına geldiğinde bu sefer siyah kumaş pantolonu görüş açıma girerken üstüme doğru eğilen adamı net seçemiyordum. Çünkü ona bakmıyordum. Baksam bile göremiyordum. Oysa arabanın içinden gelen yabancı şarkının sesi uzaktan da olsa kulağıma geliyordu yağmur sesi eşliğinde.

Barış, aşık ol, dene.

Ama sen asla yalnız olmayacaksın, diyordu kadın.

Yapayalnızdım.

Soğuk elini yanağımda hissettiğimde yüzümü kaplayan çamurlu saçlarımı geriye doğru itelerken "Hey! İyi misin?" diye sordu kalın bir erkek sesi. Üstünden akan yağmur damlaları yüzüme düşüyordu.

İşler sarpa sardığında seni hep koruyacağım.

Tepki veremiyordum çünkü bedenim içine düştüğüm çamur gibi bulamaç hâline gelmişti. Az önce diğer tarafımda oluşan hareketlenme ile başka birinin daha araçtan indiğinin farkındaydım.

"Kıvanç," dedi bir kadın sesi. Endişeli ve korku doluydu sesi. "N'olmuş ona. O iyi mi?"

"Bilmiyorum gözleri açık fakat bilinci yok gibi. Tepki vermiyor... Sadece ağlıyor..." dedi adam ve aynı saniyede bedenimi çevirerek bir oyuncağı tutuyormuş gibi hiç zorlanmadan beni kolları arasına aldı, bulanık gören gözlerim gökyüzünü bulurken kolum kendiliğinden yana doğru sarkmıştı.

Alacakaranlıktan şafağa kadar seninle olacağım.

Bebeğim, ben tam buradayım.

Karanlık bulutların sardığı gökyüzünde takılı gözlerimden taşan yaşlar çamurlu yanağımdan süzülerek yere damladı.

Bebeğim, ben tam buradayım.

Hiç kimsem yoktu yanımda.

Az önceki kadına ait sesi tekrardan duyduğumda bu sefer panik doluydu. "Kıvanç eli... eli çok kötü kanıyor! Avuç içinde cam var!"

Adam hiç beklemeden yönünü çevirirken "Kapıyı aç! Hemen hastaneye götürelim!" dedi anlayamadığım öfkeli bir sesle.

Bedenimi sıcak bir yerde hissettiğimde şarkının sesini daha net duyarken birdenbire tamamen kesildiğinde gözlerim baygındı. Üstüme doğru eğilen yabancı adam elimi nazikçe tutarak hiç düşünmeden avucumdaki camı çekip aldığında üzerine, dokusundan dolayı bez olduğunu tahmin ettiğim bir şeyi bastırırken öfkeli sesini işitmiştim.

"Anlamıyorum, siktiğimin dünyasında herkesin mi bir derdi olur?" Bütün hayata isyan edermiş gibiydi sesi. Kendi acısını kusuyordu sanki o da benim gibi.

Onunda bir acısı vardır diye düşündüm. Vardır tabii ya diye onayladı iç sesim. Yoksa ne işi vardı bu etrafı sadece acı kokan mezarlıkta?

Elimi sıkıca sardı. "Küçücük bir kızın okul kıyafetleri ile sabahın köründe bu mezarlıkta ne işi olur ki?" diye söylenmeye devam ettiğinde ona bakmak istedim fakat bir süre sonra gözlerim tamamen kapanmış ve ben sonsuza dek sürecek bir uykuya dalmıştım.

Ama hayır uykular sonsuza dek sürmezdi ve sen gözlerini açtığında aslında istediğin o yerde olmadığını fark ederdin. Ve o an bütün dünyan tekrardan başına yıkılırdı.

Bir zamanlar hayranı olduğum bu gezegen defalarca kez üstüme yıkılmıştı ve ben bir türlü ölemiyordum o enkazın altında.

Gözümü açtığımda hâlâ aynı yerde olduğumu ve kısa süreli de olsa bir uykuya daldığımın farkına vardım. Kafamı dizlerimin üzerinden kaldırdığımda tutulan bedenimi hareket ettirmeye çalışarak doğruldum yerimden. Oda şimdi çok daha fazla karanlıktı.

Üstümü değiştirip yatağa girdim, çıkardığım uyku haplarından bu sefer iki tane ağzıma atarken yatmadan önce elimde telefon vardı ve parmaklarım ise o mesajın harflerine dokunuyordu.

Gönderilen: Baran

Yarın, bahsettiğin o eve girip o kapıyı açalım. Yalnızca sen ve ben.

Buraya kadar geldiysen eğer yıldıza basmayı unutma. Bir sonraki bölüme keyifli okumalar.

Loading...
0%