Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. BÖLÜM

@esraslnn

Başlamadan önce yıldıza basar mısın? Teşekkür ederim♥️

 

Halsey ' Graveyard

Boy Epic ' Sacars

 

 

 

İnsan aklı çok farklı bir şeydi.

 

Düşünmek, diyordu ahlak dersine giren hocamız. Düşünmek insanı hayvanlardan ayıran en üstün özelliktir.

 

Ayağa kalkıp ona itiraz etmek istiyordum. Hayır demek istiyordum. Annemin dediği gibi insanların hayvanlardan neredeyse hiçbir farkı yoktur. Hocam biraz biyoloji okuyun demek istiyordum. Düşünme gibi bir özellik bizde gelişmiş olabilir fakat geri kalan birçok fiziksel özellikte hayvanlar bizden kat be kat üstündür.

 

Bir çıta gibi koşamayız mesela. Onunla yarışa girdiğimiz saniyede en büyük yenilginin tadını hissederiz. Bir kuş gibi uçamayız mesela çok yüksekte uçmaya kalktığımız an yere çakılırız... Bir balina gibi nefesimizi saatlerce suyun altında tutamayız mesela çünkü anında boğuluruz.** İnsan kalbinin, bir aslan kadar vahşi olamayacağını söylüyorsunuz fakat tek üstünlük diye belirttiğiniz o özelliğinizi kaybettiğinizde; örnek göstermiş olduğunuz o aslanın vahşiliğinden çok daha vahşi bir hâle büründüğümüzü de unutmamalısınız.

 

Bir insan düşünme yetisini yitirdiğinde bir aslandan çok daha vahşi bir hâle bürünebilirdi.

 

Bunun örneğini en net şekilde görmüştüm, kendi gözlerim ile.

 

İnsan o sınıra indiğinde yalnızca kendini değil etrafındaki insanları da yok ederdi.

 

Bunun da çok net örneğini görmüştüm fakat bu sefer gören gözlerim değildi yalnızca, hislerimdi.

 

Tek bir gece. Yaşanan tek bir gece ve yaşanan yalnızca on dakikalık bir zaman dilimi, insanın bütün hayatını mahvedebilir miydi?

 

Yıkabilir miydi ki iskeletten oluşan çelik gibi sağlam bedenini?

 

Yıkmazdı, paramparça ederdi; dağıtırdı.

 

Omurgamın tam ortasına yemiş olduğum o tek bir darbe ile sağlam olduğunu düşündüğüm bedenim kum taneleri gibi bölünmüş ruhum o yığıntının altında ezilmişti.

 

Hep çok güçlü olduğumu düşünür, içimde biriken öfkenin yansıması olan asiliğimin ve hırçınlığımın arkasına saklanırdım. Oysa ben dünyanın en bitik insanlarından biriydim.

 

Hep bir maske vardı yüzümde. Binlerce farklı maske... Rol yapmayı seviyordum çünkü o rollere büründüğümde kendi gerçekliğimden sıyrılıyordum. Kendim olmaktan kurtuluyordum. Kendim olunca gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalıyordum. Aynaya baktığımda kendimde onu görüyordum.

 

Ben, ben olduğumda kendimi öldürmek istiyordum. Çünkü ben, ben olduğumda nefret ettiğim ve asla affetmeyeceğim o insana dönüşüyordum. Ben aslında kendimi değil, affedemediğim o kişiyi öldürmek istiyordum.

 

Gözlerim kapalıydı fakat uyumuyordum. Alarm birazdan çalacaktı ve ben alarmın çalmasını bekliyordum.

 

Çaldı.

 

Gözlerimi açıp alarmı susturdum ardından üstümdeki yorganı atarak yataktan ayaklarımı yere doğru sarkıttım. Sabahları alarmını erteleyen insanlardan olmayı hep çok istedim ama olmuyordu. Beynimde dolanan karmaşa uyumama engel oluyordu. Baygın ve yorgunluk akan gözlerimi pencereye kaydırdım. Sabah olmuştu.

 

Karmakarışık olan saçlarımı geriye doğru itelediğimde ensemde biriken tere temas eden soğuk hava bedenimin titremesine sebep olmuştu. Ayağa kalktım ve eğilerek yatağın altına girmiş olan ev terliklerimi çıkardım. Buz kesilmiş ayaklarıma terlikleri geçirdiğimde banyoya gideceğim vakit dün gece Baran'a atmış olduğum mesaj aklıma gelmişti. Komodinin üzerine indirdiğim telefonu elime aldığımda mesaj bölüme girdim fakat attığım mesajın bir karşılığı yoktu. Bir arama da yoktu. Kaşlarımın çatıldığının farkında değildim. Bedenimi kaplayan sinirin de. Belli ki bu işten kaçıyordu çünkü arada Oktay faktörü olmalıydı. Baran ondan habersiz hiçbir iş yapmazdı ama şöyle bir şey vardı ben Baran gibi saf değildim. Oktay'ın neden bu işe olumlu bakmadığını tahmin edebiliyordum lakin kesin sonuçlarını görmek benim için her zaman daha ikna ediciydi. Baran'ı ise ikna etmek hiç de zor değildi çünkü Baran sadece paraya bakardı. Onu ikna edecektim. Bugün bu iş tamirhaneye gitmem ile hâllolacak bir işti.

 

Telefonu yatağa atıp odamdan çıktığımda kulaklarımın odağı etraftaydı. Evi derin bir sessizlik kaplamıştı. Ceren büyük ihtimalle hâlâ uyuyordu ve benim onu uyandırmadan hızlıca işlerimi hâlledip çıkmam gerekiyordu. Dün kaçtığımdan dolayı üstüme gelmemişti ama şimdi yakalarsa asla konuşmadan durmayacaktı. Yavaş hareketlerle ses çıkarmadan banyoda işimi halletiğimde odama geri girmiştim.

 

Küçük olan lavabomda dişlerimi fırçaladım. Ardından dolaba ilerleyip içinden çıkardığım kot pantolonu ve kalın siyah kazağımı hızlıca giydim. Saçlarımı da salaş bir örgü yapıp makyaj yaptığımda, hazırdım.

 

Arkamı dönüp çantamı alacağım zaman onu dün gece salonda bıraktığımı hatırladım. Telefonumu cebime atıp yavaşça kapıyı açtığımda sessiz adımlarla salona yürüyordum. Salona giriş yaptığımda çantamı bulmak için etrafa göz gezdirirken tekli koltukta çantamı gördüğüm an o tarafa ilerlemiştim bu sefer. Eğilip siyah çantamı alacağım sırada gözüm masada duran fotoğrafa takılmıştı. Baran'ın dün gece masaya bıraktığı fotoğraf hâlâ orada duruyordu. Dün gece pek bakma gereği duymamıştım.

 

Anlık gelen hisle masaya uzanıp fotoğrafı elime aldığımda gördüğüm yüzle kaşlarım çatıldı. Resimdeki adam neden bana tanıdık geliyordu? Sanki onu daha önce bir yerlerde görmüş gibiydim. Adamı incelemeye başlayacağım sırada Ceren'in içeriye girmesiyle elimdeki fotoğrafı hızla masaya bıraktım.

 

Ceren beni görünce anında kaşlarını çattı. Ben ise hemen yeni bir role bürünerek normal bir yüz ifadesi takındım suratıma. "Günaydın! Benim hemen çıkmam gerekiyor çünkü işe çok geç kaldım. Görüşürüz sonra," dediğimde ilerleyerek yanından geçeceğim sırada kolumu tutmuştu. Ceren'in ince parmaklarından koluma akan siniri bile hissedebiliyordum. Gözlerimi sıkıca birbirine bastırdım. Lanet olsun neden hemen çıkmamıştım ki?

 

"Kaçmayı kes Nisan," dedi kısık ve uykulu bir sesle. Oysa ses tonunun ardında çok daha başka anlamlar yatıyordu. "Geç otur. Konuşacağız."

 

Kolumu geriye doğru çekerek yüzüne baktım. Saçlarını dağınık bir topuz yapmış mavi bir gecelik üstündeydi. Muhtemelen beni yakalamak için kalkmıştı bu saatte çünkü mavi gözleriden uyku akıyordu. "Bak Ceren benim gerçekten çık-"

 

Sözümü kesip "Ne oluyor sana ya?!" diye aniden bağırdığında sesi bütün evde yankı yapmış içindeki yoğun öfke tozlarını yüzüme sıçratmıştı.

 

...çünkü patlamama çok az kaldı.

 

Benden bir adım uzaklaştı ve kendince daha net yüzümü gördü. Yüzünde korkunç bir öfke vardı. "Dün yaptığın saçmalık neydi çabuk açıkla!" dedi dişlerinin arasından. "Sen nasıl kabul edersin böyle bir şeyi?! Ne bu yine her tehlikeye kendini atma çaban?!"

 

Korkmam gerekiyordu. Korkuyordum da bir nevi çünkü bu Ceren'in öfkesiydi. Oysa yüzümde sadece bir maske ve sadece bir umursamazlık ifadesi vardı. "Bana bir şey olduğu yok," dedim onun aksine sakin bir sesle. "Ayrıca bizim girdiğimiz her evde tehlike vardı bunu sen de biliyorsun."

 

Parmaklarını kumral saçlarından hırsla geçirdiğinde ellerini iki yana açıp "Evet vardı!" dedi gözleri iri iri açılırken. "Yediğiniz boktan dolayı siktiğimin her evinde bir tehlike zaten vardı ama en azından Oktaylar alınabilecek her türlü tedbiri alıyordu! Fakat bu başka! Ya adamın kim olduğunu bile bilmiyorsunuz farkında mısın?!"

 

"Evet bilmiyoruz ama bu neyi değiştirir ki? Ben Baran'ın bahsettiği o kapıyı görmeden durmayacağım!" dedim çıkışırcasına.

 

"Neden böyle yapıyorsun?" diye fısıldadı gözlerime bakarak.

 

"Neden bir nedeni olmak zorunda ki?" diye sorduğumda yorulmuş gibi gülümsedi fakat ağlayacakmış gibi bir ifade belirmişti gözlerinde.

 

"Nisan yapma," dedi yorgun bir sesle. "O parayı almıyorsun bile." Alsam değişecek miydi sanki? Ceren'in tutunduğu kırık dallara gülümsedim içimden.

 

Sonra da kaçarcasına, "Ben, ben gidiyorum," dediğimde hızla yanından geçip gideceğim sırada önüme geçtiğinde olduğum yerde dururken gözlerimin içine baktı.

 

"Nisan," dedi bu sefer sesi yalvarır bir tonda çıkarken. "Nisan bak sen böyle yaptıkça ben kendimi daha çok suçlu hissediyorum."

 

"Saçmalama Ceren!" dedim aniden itiraz eder gibi sert bir sesle. Çantamı sıkı sıkı tutuyordum. "Ne alaka kendini suçlaman? Aralarına zorla girdiğimi sen de biliyorsun."

 

"NEDEN?!" diye bağırdığında ağzından çıkan tükürükler öfkesi gibi yüzüme sıçramıştı. "Neden Nisan?! Ya sen yine neyin peşindesin he?!" Mavi gözlerindeki öfkeye alışkındım çünkü bu sahneler hiç de yabancı değildi. "Paraya mı ihtiyacın var?! Ne yapacaksın?!" diye sordu sanki ben o parayı alıyormuşum gibi. Kendini ona inandırdı. Kendini ona inandırmak istedi ve devamında ettiği sözler ile de kanıtladı bunu.

 

"Hayatta hiçbir amacım yok diyerek ot gibi yaşayan... Yetimhanede seninle birlikte ceza aldığımızda öğün azlığından dolayı sırf ben yiyebileyim diye azla yetinip günlerce aç yatan... Üniversite masraflarıma para yetmeyince ek mesailere kalıp, sen iyi bir mimar ol ben kıytırık bir tişörtle de on yılımı geçirebilirim diyen senin lükse, paraya mı ihtiyacın var?! Ben sana vereyim. Gidip kendimi satarım sana yine getiririm o parayı ama sen parayı siklemiyorsun bile Nisan!!" dediğinde almıyorum zaten diye bağırmak istedim ama Ceren'in asıl söylediği şeyler çok daha farklıydı. Yüzüme çarpıyordu ve kendini bir şeylere inandırmak istiyordu.

 

"Ceren fazla sinirlisin," dediğimde öfke ile bir adım üstüme gelirken işaret parmağını bana doğrulttu hırsla.

 

"Bana cevap ver Nisan!" dedi dişlerinin arasından. "Nedenini şimdi söyle. Beni ikna et. Paraya ihtiyacım var de."

 

İşte hepsi buydu. Ceren diğer türlüsünü düşünmek bile istemiyor benim paraya ihtiyacım olmasını her şeyden çok istiyordu. Ben çok kötü bir insandım.

 

"Yok," dedim buz gibi bir sesle. Var. "Bir nedeni yok Ceren." Özür dilerim.

 

Cevabımla birlikte gözlerimin içine bir süre bakmayı sürdürdüğünde omuzları aniden çökmüş bir şekilde koltuğa geçip oturdu ardından başı yere doğru eğilirken iki elini birbirine kenetledi.

 

Üstten ona baktım çantamı sıkıca tutmaya devam ederken. Bir süre sessizlik olduğunda üzüntülü sesini duydum sonra. "Neden diye sormaktan yoruldum," dedi elleriyle oynarken. Başa dönmüştük. Sanki o konuşmaların hiçbiri az önce olmamıştı. Olmamıştı. Çünkü ben verdiğim cevapla Ceren'in bütün sözlerini eritmiştim aslında.

 

"Zaten senin benden öğrenmenden sonra ben Oktayları öldüreceksin diye günlerce korkudan ölürken senin sanki anlattıklarım normalmiş gibi hiçbir tepki vermemen, üstüne üstlük bir de onların aralarına girmenden beri nedenini öğrenmek beni hep korkuttu ama ben kendimi nasıl suçlamayayım ki Nisan?" Derin bir iç çekti. "Zamanında onların yaptığı bu pislikleri öğrendiğimde Murat'tan vazgeçebilseydim... Ya da ne bileyim en azından seni buraya getirmekte ısrar etmeseydim sen bu işlere bırak girmeyi hiç bilmeyecektin bile. Belki de bütün her şeye rağmen Ankara'da çok daha güzel bir hayatın olacaktı. Ben her şey düzeldi derken son iki yıldır hayatımız yine bok gibi."

 

Ceren benden bir yaş büyüktü. Reşit olup benden önce yetimhaneden ayrıldığında İstanbul'a gelmiş okuyup ardından mezun olur olmaz devletin desteği ile kendi alanında iş bulup çalışmaya başlamıştı burda. Ben ise o sıra liseyi bitirmek için canımı dişime takıyordum. Ceren'le bir zamanlar aynı sınıfta olmamıza rağmen ben bir yıl sınıfta kalmış ve bir yıl geç mezun olmuştum.

 

Biz bu bir yıl içerisinde birbirimizden kopmamıştık ve sürekli bir iletişim hâlindeydik. Birkaç ay sonra ise arkadaş ortamında Murat'la tanışıp delicesine aşık olmuşlardı. Telefonda Murat'tan bahsettiği heyecanlı sesini hâlâ çok net hatırlıyordum.

 

Tam bir yıl sonra reşit olduğumda Ceren yanına gelmem için teklifte bulunmuştu bana. Başta geçmişimi bırakıp yeni bir şehre gidemeyeceğimi düşündüğüm için kararsızdım fakat Ceren'in ısrarları sonucu tarafımı seçmiş Ankara'yı sonsuza dek terk etmiştim. Ceren tek başına benim kocaman ailem gibiydi. Biz çocukluğumuzdan beri bu denli uzun bir ara ile hiç birbirimizden kopamazdık ve yine öyle olmuştu.

 

İstanbul'a geldiğimde ise Ceren'in hayatında Murat olduğundan dolayı bir şekilde Oktaylarla tanışıp kaynaşmıştık. Başta her ne kadar ben onlara biraz soğuk olsamda yine de iyi geçinen sıradan bir arkadaş gurubuyduk. Fakat gerçekler ortaya çıktığında Ceren büyük bir yıkım yaşamıştı. Murat'la şiddetli bir kavga edip ayrılmıştı uzun bir süre fakat aşkın gözü gerçekten kördü sanırım. Ondan vazgeçememişti bir türlü. Belli bir zaman sonra ortalık yatıştığında üzüm üzüme baka baka kararır misali bu duruma alışmış-... Hiç alışmamıştı sadece susuyordu işte.

 

Yüzümde ilk defa bir pişmanlık belirtisi oluştu. O hisse yer vermeyi başardım ve hızlıca Ceren'in önünde yere çöktüm. Gözleri bana döndüğünde göz pınarlarının etrafı dolu doluydu. "Hayır Ceren senin suçun falan değil. Bu yaptığım şeyler tamamen benim seçimlerim."

 

"Nisan," dedi bunu söylemek istemiyormuş gibi. "Senin bu zamana kadar kendin ile ilgili olan seçimlerinin hangisi doğru oldu ki?" Ona kırılmam gerekiyordu fakat neyden bahsettiğini biliyordum. Ellerimden tuttu. "Ya sence şu an bu yaptıkların normal mi? Uçuk kararlar veriyorsun tekrardan. Canının tehlikeye girdiği şey nasıl bir insanın doğrusu olabilir?"

 

"Biliyorum... Sen benim tekrardan delir-"

 

Hızlıca bana sarıldığında "Öyle söyleme," dedi sözümü keserken. "Çünkü ben öyle olduğunu düşünmüyorum, inan..."

 

"Düşünüyorsun Ceren," dedim gözlerim karşı duvara asılı olan tabloya takılırken. İki kız çocuğu bir sokak ortasında el ele tutuşuyordu. Ceren ile birlikte istek üzerine resim yapan bir sokak sanatçısından almıştık. "Ama sandığın gibi değil. Geçmişte kaldı her şey..."

 

Geçmiş asla geçmişte kalmazdı. Bir yol vardı gelecek ile arasında. O yolda geleceğe doğru ilerlediğin her vakit acının izleri bir katran rengine dönüşerek ayak tabanlarına yapışır ve ardından hiç durmadan seninle birlikle yol almaya devam ederdi.

 

"O zaman beni korkutacak şeyler yapmaktan vazgeç," dediğinde benden ayrıldı ve bu sefer ellerimden tuttu sıkıca. "Bana söz ver," dediğinde yapma der gibi baktım gözlerine çünkü ben sözlerimi tutamazdım. "O eve girmeyeceksin."

 

Gözlerimi kaçırırken "Ben çok geç kaldım," diyerek kalkacağım zaman ellerimden sıkıca tuttu. "Söz ver Nisan," dediğinde gözlerim gözlerini bulurken "Ceren böyle bir şey isteme benden," dedim kısık bir sesle.

 

Bunu söylemem üzerine sabrı tükenmiş gibi gözlerini aniden öfke kapladığında ciddi bir şekilde yüzüme baktı. "O eve girersen seni affetmem!"

 

"Saçmalama Ceren," dedim şaşkınlıkla.

 

"Saçmalayan şu an ben değil sensin!" diye bağırdığında hızla ayağa kalkarken öfkeyle yüzüme baktı. "Büyük saçmalıyorsun hem de!"

 

Alttan yüzüne baktığımda "Neden her şeyi bu kadar gereksiz yere abartıyorsun?" diye sordum. Ayağa kalktım. Çantamı tekrardan omzuma takarak sıkıca tuttum kulpundan güç almak ister gibi. "Benim anne ve babam çoktan öldü. Bana karışmaya hâkkın yok senin," dediğimde beklemiyor olacak ki ağzı şaşkınlıkla açıldı. Vur dedi iç sesim. Vur ve hiç acımadan parçala hayatındaki tek değerli insanı. Çünkü sana da bu yakışır Nisan.

 

Dudaklarını araladı fakat konuşmasına fırsat vermedim. "Abartma Ceren. Her zaman olduğu gibi yola koyulmayacak bir insan için kendini yıpratıyorsun. Anlasana artık boşuna," dediğimde hızlıca çekip gittim yanından.

 

Kapıdan çıktığımda soğuk havanın yüzüme çarpmasıyla nefesim kesilirken elimi duvara yasladım destek almak için. Üst üste derin nefesler aldım ve sonra da kafamı çevirerek kapıya baktım. Bir ümit belirdi içimde. Bekledim. Sadece kısa süreli bir ümitti içimdeki. Ceren gelmeliydi peşimden ve sonrada saçımdan tuttuğu gibi kafamı yanımdaki duvara vurmalıydı ona sarf ettiğim sözler için. Yaptıklarım için. O bana hiçbir zaman aldırmaz ve kırılmazdı. Kapıya baktım ruhsuz bakışlarla ve beklemeye devam ettim. Bunu yapmalıydı. Bunu hep o yapardı.

 

Ama yapmadı bu sefer.

 

Hayatımdaki tek insanı da kaybetmiştim.

 

♟️

 

Taksi şoförüne parayı vererek arabadan indim. Yolum yol değildi. Girdiğim sokakta ayak izlerimin gölgesi beni takip ediyordu. Hava soğuk ve sisliydi. Güneş ışığı o sisin içinde kaybolmuştu. Üstümdeki cekete sarındım ve kaldırım taşları bozulmuş olan sokakta yürümeye devam ettim.

 

Neden buraya kimse bir el atmıyordu? Neden her yer bir yıkıntıdan ibaretti? Kırık ve boyası dökülmüş olan eski püskü duvarlardaki silik grafittilerde dolaşıyordu gözlerim. Adımlarımı yavaşlattım ve duvardaki yazıları daha dikkatli incelemeye başladım.

 

Birinde kırmızı boya ile aynen şöyle yazıyordu: Akıllı insan aklını kullanır, daha akıllı insansa başkalarının da aklını kullanır. Bernard Shaw**

 

Doğru söylemişti Bernard Shaw. Annem hep akıllı bir kadındı fakat babam annemden daha akıllıydı. Bu yüzden yıllarca bu böyle sürüp gitmişti. Annemin girdiği ve benim hiçbir zaman içini görmediğim bir oda vardı bizim evde. Kendini oraya hapseder saatlerce oradan çıkmazdı. Kendi hayalleri için çalışırdı ama bilmiyordu ki bütün hayallerinin bir gün sevdiği adam tarafından yok olacağını.

 

Kafamı çevirmem üzerine tam ayaklarım dibinde duran top ile olduğum yerde durduğumda "Abla topu atsana be!" diyen bir erkek sesi işitmiştim.

 

Kafamı kaldırarak karşıma baktım. Tam yedi tane çocuk olduğu yerde durmuş gözleri benim üzerimdeydi. Bana seslenen çocuk ise ellerini beline koymuş nefes nefese bana bakıyordu. Soğuk olmasına rağmen üzerinde yırtık bir tişört vardı. Şakağından akan ter toz kaplamış yüzünde belirgin bir iz bırakmıştı.

 

Gülümsedim ve sonra da iki adım geriye gittim. Topa vurmak için pozisyon aldığımda gözlerimi karşımdaki çocuğa çevirdim. "Adın ne senin?!"

 

Çocuk alnındaki teri sildi. "Abla bizi uğraştırma da hadi at şu topumuzu!" diyerek serseri bir tavırla kolunu kaldırıp bağırdığında kaşlarımı kaldırmıştım ona.

 

"Adını şimdi söylemezsen yönümü çeviririm ve sen o zaman topunu almak için benim yanıma değil diğer sokağın ucuna kadar gitmek zorunda kalırsın küçük velet!" dediğimde şeytani bir şekilde sırıtıyordum. Topu elime alıp bütün sokak boyunca koşabilirdim bile. Yetimhanede kaldığım dönemlerde bütün kızlar en az bir defa da olsa beni müdüre şikayet etmişlerdir. Bu hayatta sevdiğim bir şey varsa, o da insanlara gıcıklık yapıp, sataşıp sonra da dövmekti. Huyum kurusun!

 

"Abla bak yorulduk zaten!" dedi çocuk diğer arkadaşlarına bakıp bıkkın bir soluk verirken. Onu anladık zaten. Ardından bana döndüğünde pes etmiş gibi "Adım Bedirhan fakat bana Bedo derler buralarda! Oldu mu?! Hadi şimdi at şu topu!" diye bağırdığında takındığı kabadayı tavrı ile ufak bir kahkaha attım.

 

"Bedo güzel isimmiş," dediğimde topa vurmak için hazırlandım tekrardan. "Kaleye geç ve yakala o zaman Bedirhan!"

 

Bağırdığımda onun da hoşuna gitmiş gibi dudakları hafif bir açıyla yukarıya kıvrılırken "Çattık ya," dedi diğer arkadaşlarına bakıp gülerken.

 

"Ablanın kafası güzel galiba," dedi diğer kısa olanı. Ayağındaki terliğe gözüm takıldı. Hava buz gibiydi ve o eskimiş olmasından dolayı ön tabanı kopmuş yırtık bir terlik giyiyordu. Terliğin önü koptuğu için parmakları soğuktan olsa gerek morarmış, yere sürtünmesinden dolayı biraz da kirliydi. "Oradan kaleye gol atacağını zannediyor. Topu bile yetiştiremez!"

 

Hepsi bir ağızdan gülüştüğünde gözlerimi kıstım onlara. Sonra da konuşan çocuğa baktım. Kahverengi saçları ve siması ile bana nedense çok eski zamandan birini hatırlatmıştı. "Var mısın iddiaya yer elması?!" diye aniden bağırdığımda beklemiyor olacak ki çocuğun ağzı şaşkınlıkla aralandığında Bedirhan'ın büyük bir kahkaha atmasıyla diğerleri de ona eşlik etmişti.

 

"Abla nerden bildin ya bizim Hayri'nin lakabının yer elması olduğunu?! Sen tanıdık değilsin bu muhallede," dediğinde omzumu silktim Bedo'ya.

 

"Tahmin etmek zor değil. Bana da derlerdi," dediğimde Hayri denen çocuğa döndüm tekrardan.

 

"Gel seninle bir iddiaya girelim Hayri, kaleye geç. Eğer gol atamazsam, sana tam yüz elli lira vereceğim," dediğimde az önceki şaşkın ifadesi büyük bir parıltıya dönüştü.

 

"Valla mı lan?" dedi, arkadaşlarına dönüp kısa bir bakış atarken ben sırıtarak kafamı sallamıştım. Hızlıca kaleye doğru yürüdüğünde bir yandan da "Ya atarsan?" diye sorunca Bedirhan ona dönmüştü.

 

"Oradan hayatta atamaz. Ulan kaptın yine parayı yer elması," diye söylendiğinde ben gülümsüyordum.

 

"Atarsam yine vereceğim," dedim, önce kaleye sonra da büyük bir ciddiyetle kalesini koruyan Hayri'ye baktım.

 

"Ohaaa şansa bakın lan..."

 

"Ulan yer elması..."

 

"Oğlum anam hep kısaların şansı daha çok derdi de inanmazdım ben, hâklıymış..."

 

Çocuklar kendi aralarında söylenerek ve aynı zamanda büyük bir heyecanla ikimize bakmaya başladıklarında çantamı sıkıca tuttum, gözlerimi kıstım, kaleyi hedef aldım ve koşarak sertçe topa vurdum. Top dönerek en köşeden kaleye girdiğinde sokağın ortasında büyük bir sevinçle kahkaha atmam üzerine Hayri, Bedirhan ve diğer çocuklar şok olmuş gibi ağzı açık bana bakıyorlardı.

 

Havalı bir şekilde onlara doğru yürümeye başladığım sırada çantamdan cüzdanımı çıkarıyordum. İçinden bir yüzlük ve bir de ellilik çıkararak Hayri'ye doğru uzatırken "İyi nişancıyımdır," dedim göz kırparak.

 

Hayri ağzı açık bir şekilde elimdeki parayı alıp incelemeye başladığında "Benim gibi iyi bir futbolcu olmak istiyorsan eğer öncelikle güzel bir ayakkabın olmalı," diyerek ona doğru eğilip fısıldadığımda kafasını büyük bir hızla kaldırarak bana baktı. Ve o saniye de kocaman gülümsedi bana.

 

Diğer çocukların hâlâ şaşkın olan bakışları ve oha nidaları arasından sıyrıldığımda "Hey bekle!" diyen Hayri'nin sesiyle ona dönmüştüm.

 

Koştuğu için nefes nefeseydi. Masmavi gözleri gözlerimi buldu. Göz rengi kahverengi olsaydı eğer O diyecebileceğim kadar benziyordu ona. "Adın ne?" diye sordu, ona gülümserken etrafıma baktım ve sonra hafifçe öne doğru eğilerek ona ikinci kez fısıldadım. Tıpkı gizli, kimsenin bilmemesi gereken bir sır veriyormuş gibi.

 

"Adım Rosa."

 

"Şey," dedi eli ensesine giderken. Utangaç bir ifade oluştu yüzünde. Boğazını temizledi ve sanki ilk defa bu cümleyi sarf ediyormuş gibi "Teşekkür ederim Rosa abla," dedi yanakları kızarırken.

 

Bu çok uzun bir süre sonra duyduğum en güzel cümleydi. Ve bu uzun bir süre sonra çok içten bir şekilde gülümsediğim en nadir anlardan biriydi. "Teşekkür etmene gerek yok sen zaten kaleye geçerek hakkın olan parayı aldın. Spor ayakkabını almayı unutma tamam mı? Kendine iyi bak Hayri," dediğimde arkamı döndüm ve tekrardan yürümeye başladığımda "Sen de!" diye bağırmıştı ardımdan.

 

Yüzüm saniyede eski hâline büründü. Dudaklarımdaki kıvrım yok olduğunda kolumu kaldırarak saatime baktım. Sadece üç saatim vardı. Kafe sahibi Cahit abiyi arayıp ondan üç saatlik bir zaman dilimi alabilmiştim. Simay ve Eren beni idare edecekti.

 

Girdiğim sokaktan dönerek bu sefer tamirhanenin olduğu sokağa saptığımda zeminin toprak olmasından dolayı kalkan tozlar burnuma yapışmıştı. Bir hafta önce yağmur yağmasına rağmen bu sokak böyleyse yazın havada süzülen toprağı düşünemiyordum. Baran'ın iş yeri konumu dolayısı ile berbat bir mahalledeydi. Bu yüzden buraya çok fazla gelmezdim ama geldiğim her vakitte de bir sokak ötede inmeyi tercih ediyordum sırf bu duvarları incelemek için. Hepsinden bir hikaye yatıyordu. Burayı özel kılan duvardaki yazılar ve resimlerdi.

 

Çukur olmasından dolayı hâlâ dolu olan küçük su birikintisinin üstünden atladım, biraz daha ilerlemeye devam ederken aradığım adresi bulmuştum. Durdum ve kafamı kaldırarak Üstün Oto Servis yazan eskimiş olmasından dolayı sararmış tabelaya baktım. Baran büyük ihtimalle buradaydı. İş yeri olmasının yanı sıra burası onun ikinci eviydi. Kafamı eğdim ve karşımda duran kocaman mavi kapıya yürüdüğümde hafif aralık olduğunun farkına vardım.

 

Çantamı tutan elimi sıkılaştırıp aralık duran boşluktan içeri göz gezdirdiğimde Baran'ın yanında çalışan on sekiz yaşlarındaki Arif'i görmüştüm. Üstü başı kir ve yağ içinde kalmış elinde duran bezle alet çantasını temizliyordu. Arif, Baran gibi sokaklarda büyüyen bir çocuktu. Ve sonradan geçirdiği bir kaza sonucu konuşamıyor sadece duyabiliyordu. Onu seviyordum çünkü o her şeye rağmen kendisine darbe vuran bu acımasız hayatla mücadele edecek kadar büyük bir güce ve iradeye sahipti. Bazılarının aksine...

 

Arif kafasını kapı tarafına çevirdiğinde beni gördü ve mavi gözlerinde anlık bir şaşkınlık belirdi. Ayağa kalktığı an parmağımı dudaklarıma götürüp sus işareti yaptım. Bunu yapmam üzerine kaşlarını çattı ardından ne oluyor der gibisinden kafasını iki yana salladı...

 

Ellerimi kaldırarak işaret diliyle Baran nerde? diye sorduğumda bana uyarak olduğu yerde dururken ellerini hareket ettirerek dükkanın içinde bulunan siyah arabayı işaret etmişti. Yan dönerek aralık kapıdan yavaşça süzülerek içeri girdim. Burnuma ağır bir mazot ve yağ kokusu süzülmüştü.

 

Ses çıkarmamak için büyük bir çaba sarf ederek parmak uçlarımda yürüyerek altına yerleştirdikleri desteklerle havada hafif asılı gibi duran aracın tam yanında durdum. Baran bütün vücuduyla arabanın altına girmiş dışarda sadece ayakları görünüyordu. Ayağımı kaldırarak bacağına yavaş bir şekilde vurduğumda "Ne var Arif?! İşim var," dedi aksi bir sesle.

 

Gözlerimi kısarken bu sefer biraz daha sert vurduğumda "Ne var lan?! İşim var diyorum görmüyor musun?" dediğinde çıkmayacağını anlayarak ayağımdaki botla bu sefer sert bir tekme geçirdim bacağına. Ağzından ufak bir inilti çıkarken üzerinde bulunduğu tekerlekli yatma tahtasını kaydırıp vüdunu dışarı çıkardı.

 

"Lan Arif sik-"

 

Beni görmesi üzerine sözü yarıda kesilirken ağzı öylece aralık kaldı bir süre. Sonra birdenbire gözleri kocaman açıldı. Aniden ayağa kalktığında elini üstündeki kirli mavi tuluma sürerken gözleri endişeyle etrafı taramıştı fakat benim dikkatimi çeken asıl şey dudağında belirgin olan kırmızılıktı. Yara izi.

 

"Nisan..." dedi kısık bir sesle. "Ne işin var senin burda?"

 

Sesi oldukça gergin çıkıyordu, onu duymazlıktan gelerek "Dudağına ne oldu senin?" diye sordum ona bir adım atarken.

 

Aynı saniyede bir adım uzaklaştı benden ardından eli dudağına gittiğinde "Bu mu?" diye sordu normal bir sesle. Oysa ben içinde belirgin olan o gergin havayı yakalamıştım hemen.

 

"Evet o," dedim sorgular gibi yüzünü incelerken. Uzun saçlarını sıkı bir şekilde bağladığı için oval yüzü net bir şekilde ortaya çıkmıştı. "Kavga mı ettin sen yine?"

 

Bu mahallede sık sık kavga çıkardı ve nedense Baran her kavgada bulunurdu. Bir süre yüzüme baktığında "Ha evet. Bilirsin bu mahallede her an piçlik yapmaya meyilli çok insan var," dedi dalgaya vurarak. Daha doğrusu dalgaya vurmaya çalışarak.

 

Alayla yüzüne baktım. "Bir gün geberip gideceksin. Serseri gibi her boktan olaya atlama," dedim.

 

"Diyene bak," dedi gülerek. "Bunu sen mi söylüyorsun? Hani şu her şeye bodoslama atlayan meraklı yer fındığı."

 

Sinirle ona baktığımda elindeki küçük tornavidayı tulumunun geniş cebine attı. "Ne işin var senin burda? Dur tahmin edeyim!" dediğinde yüzündeki gergin ifadenin yanında sesinde anlayamadığım bir sinir vardı. Ağzını açacağı sırada gözleri arkamdaki bir noktaya kaymış hızla sesini kısaltarak "Belanı bulmaya geldin," dedi bana yaklaşarak.

 

Arif'i görmüştü ve büyük ihtimalle bu yüzden sesini kısmıştı çünkü Arif her şeyden uzaktı. Kollarımı göğsümde bağladığımda "Neden mesajıma cevap vermedin?" diye sordum ters bir bakış atarak.

 

İmalı şekilde çıkan sesimle birlikte gözlerini tedirgince arkamda duran Arif'e kaydırdığında kolumu tutup arka tarafa beni yürütürken "Sen bir gelsene şuraya," dedi sinirli bir sesle.

 

Adeta beni sürükleyerek içeri soktuğunda ağzım şaşkınlıkla açılırken üstüme eğilerek "Derdin ne senin?" diye sordu burnundan soluyarak.

 

Neden bu kadar öfkeliydi?

 

Kolumu hızla Baran'dan çektiğimde alttan yüzüne baktım. Sağ olsun kendisi 1.95 boyundaydı. "Ne derdim olabilir?" diye sordum kaşlarımı kaldırırken. "Buraya neden geldiğimi biliyorsun Baran."

 

Bıkkın bir soluk verdi ellerini beline atarken. "Seni anlamıyorum," dedi sıkıntılı bir nefes verirken. Gözleri gözlerimi buldu. "Ölmek mi istiyorsun kızım sen?" Yüzümü inceledi bu sefer şüpheli bir tavırla. "Yok arkadaş yok Oktay çok hâklı... Sen böyle bayağı bayağı tırlatmışsın. Şartellerin yanmış senin. Yok yani, bu yaptıklarının başka hiçbir açıklaması olamaz çünkü..."

 

Ağzım şaşkınlıkla aralandığında güldüm alayla ardından geriye doğru giderek kalçamı yüksek olan masaya dayadım. Gözlerim Baran'ın dudağındaki kırmızılıktan koparak alnında duran başka bir yaraya takıldı. "Yüzünü bu hâle getiren kişi Oktay değil mi?" diye sordum alaylı bir ifadeyle ona bakarak. Çantamı masanın üzerine bıraktım ve kollarımı tekrardan göğsümde bağlayarak Baran'ın kara gözlerine döndüm. Sorduğum soru üzerine dudakları aralanmış bana bakıyordu. "Niye vurdu sana?"

 

Bunu sormamdaki asıl amaç neden bu işe karşı bu kadar tepkili sorusunun üstü örtülü şekilde cevabını aramaktı.

 

"Bak Nisan Oktay'ın inadını biliyorsun bir işe onay vermedi mi o işe hayatta girmez," dedi.

 

Kıvırmaya çalıştığını anladığım an söze atılarak, "Tabii bununla birlikte başkalarının da o işe girmesine izin vermez," dediğimde gözlerini devirdi.

 

Yanımda duran sandalyeyi çekerek oturdu. Ardından alttan yüzüme baktı. "Hayatım boyunca senin kadar meraklı ve her şeyin altında bir bit yeniği arayan bir insan daha önce görmedim. Baştan beri bize karşı hep bir soğuk ve hep bir mesafeliydin. Böyle boktan insanlar olduğumuzu bilmeden önce bile bizden az da olsa her zaman şüpheleniyordun değil mi?" dediğinde iyice yayıldı sandalyede. Cevap vermemem üzerine kollarını göğsünde bağladı. Şişen pazularıyla güçlü görünmüştü o an gözüme fakat Baran zaten iri ve kalıplı bir çocuktu.

 

"Sürekli suratsız olman ve genel olarak da insanları kendinden kaçıracakmış gibi bir tavrın olsada sana kendimi hep yakın hissettim. Çünkü seni ilk gördüğüm gün gözlerinin içindeki soğukluk bana çok tanıdık gelmişti. Dışında insanlara karşı kırılması imkansız gibi duran sert bir kabuk var ve ben onu biraz da olsa çatlatıp sana yakınlaşacağım diye zamanında vermediğim mücadele kalmamıştı."

 

İstanbul'a geldiğim ilk günler geldi aklıma. Onlardan baştan beri hoşlanmamıştım. Oktay ve Murat'a karşı olan tavırlarım onları bir şekilde geri püskürtüyordu fakat ne yaparsam yapayım Baran'dan kurtulamıyordum. Bir ara kendini benim koruyucu abim olan olarak ilan etmiş neredeyse bir ay boyunca beni her sabah işe bırakmak için tam vaktinde kapımda dikiliyordu. Onu her ne kadar kovsamda bir süre sonra hiçbir şekilde gülmeyen yüzüm sayesinde gülmüş beraber birçok aktiviteyi beraber yapmaya başlamıştık. Bu yüzden her ne kadar bazı şeyleri öğrenmek beni hayal kırıklığına uğratsada aralarında en yakın olduğum ve en güvendiğim kişi her zaman Baran olmuştu.

 

"Seni bu kadar zor kazanmışken kaybedeceğim diye hep çok korktum yaptıklarımızı bir gün öğreneceksin diye fakat zavallı Murat'ın şansızlığı olacak ki hiç beklemediğimiz bir anda senden önce tesadüfen Ceren öğrendi." Gevşekçe gülümsedi. Yüzünde alaylı ve şüpheci bir ifade belirdi sonra. "İyi ki de öğrendi. Şayet ilk öğrenen sen olsaydın eğer, olacakları düşünemiyorum bile... Muhtemelen hiçbir şeyi çaktırmaz kedinin fareyle oynadığı gibi oynardın bizimle."

 

Doğru söylüyor olabilirdi fakat Baran bazı şeyleri bilseydi eğer ilk öğrenen kişinin ben olmamı isterdi.

 

"Aslında ben öyle bir şey yapmazdım ama sen Oktay'dan artık nasıl dayak yediysen bir tuhaflaşmışsın Baran ya," dedim şakadan onun gibi gülüp işi alaya vurarak. "Sanki bu şüphe kokan cümleleri sen değilde şu an Oktay kuruyor. Sanki şu an karşımda o var... Bence Oktay beni fazla fazla gözünde büyütmüş. Şayet Ceren'den önce ben öğrenseydim eğer diğerlerini zaten umursamadığım için çok fazla kafama takmaz içlerinden sadece sana kırılırdım. O da neden önceden bana anlatmadın diye, hani biz seninle kankayız ya birbirimizden bir şey saklamayız falan..."

 

Baran anlayamadığım bir şekilde sinirleri bozulmuş gibi ufak bir kahkaha attı fakat gözlerinin ardında rahatsız edici olan o ifade yerini koruyordu. O, duygularını gizlemede benim kadar profesyonel değildi anlaşılan. "Kafayı yemişsin kızım sen. Delirmişsin. Ama sana şunu söyleyeyim, fazla uçma fındık," dedi tam gözlerimin içine bakarken. "Ben uçtuğumda inmem gereken yeri bilerek çıkarım o yola. Oysa sen daha nereden uçman gerektiğini bile bilmiyor gibisin."

 

"Söylediğini anlamadım Baran," dedim alayla. "Felsefe mi kasmaya çalışıyorsun bana? Hani sen ortaokul terktin?"

 

Gözlerini devirdi ama gülümsedi de aynı zamanda. "Felsefe değil bu fındığım. Hayatın birebir okulunu okumak," dediğinde öğürür gibi bir ses çıkardım ona.

 

Yaptığım harekete normal zamanda gülmesi gerekirdi fakat o ciddi bir ifadeyle gözlerimin içine baktı ve hiç beklemeden konuşmaya. "O eve girersek eline ne geçecek?"

 

Böyle bir soru sormasını beklemiyordum fakat cevap verilmeyecek gibi de değildi.

 

"Şu bir günde sen bayağı bayağı Oktay'a benzemişsin ya," dedim alaylı ifademi sürdürürken. "Sence bu soruyu sorman biraz saçma değil mi? Çünkü dün akşam eve gelip böyle bir şeyi yapmamız gerektiğini söyleyen ben değil sendin Baran. Sanki böyle bir fikri ben ortaya atmışım gibi şimdi anlayamadığım bir şekilde beni sorgulaman çok daha şüpheli. Senin eline ne geçecek?"

 

Ağzını açtığı sırada olayı daha fazla uzatmamak için konuşmasına fırsat vermedim. "Hem sen kendin söylemedin mi o kapının çok farklı olduğunu. Arkasında bulunanları eminim en az benim kadar sen de merak ediyorsundur. Şimdi hiç inkar etmeye kalkma..." dedim kaşlarım havalanırken. "Onlar gelmesinler ben ve sen girelim."

 

Gözlerimin içine baktı bir süre. Derince yutkundu. "Evet merak ediyorum ama dediğim gibi Nisan, Oktay öğ-"

 

Hızla sözünü kestim. "Oktay öğrendiğinde ne?" dedim bu sefer sertçe kafamı sorar gibi sallarken. Oktay her şekilde öğrenecekti zaten biliyordum. "Oktay niye her şeye karışıyor Baran? Daha doğrusu benim her şeyime..." Doğruldum yerimde sonra da ona doğru ilerledim sabrım tükenmiş gibi. O sırada gözlerimin içinde sahte üzgün bir ifade mevcuttu. "Ondan hoşlanmadığımı ve bana karşı olan bu baskıcı tavırlarından ne kadar çok rahatsız olduğumu sen de çok iyi biliyorsun."

 

Asıl söylemem gereken şey şu olmalıydı: Oraya gidersem eğer Oktay peşimden gelir mi Baran? Neden?

 

"Evet Oktay senin arkadaşın fakat ben de senin arkadaşınım. Her seferinde onu dinlemek zorunda değilsin. Oraya gir-"

 

Bütün bunlara karşılık Baran sadece anlayamadığım bakışlarla beni izliyordu. Birdenbire ayağa kalktığı gibi sözümü hızla kestiğinde "Tamam," dedi kararlı bir sesle. "Madem bu kadar çok meraklısın o kapının ardını görmeye, tamam girelim."

 

Dudaklarımda silik bir gülüş peyda oldu, kendi sonumu hazırladığımı bilmeden.

 

"Bu akşam?" diye sorarcasına gözlerinin içine baktığımda gözlerini hızla benden kaçırdı ve elini ensesine atarak kaşıdı.

 

"Bu akşam," diye onayladı sonra beni. Siyah gözleri bana döndü. "Bu akşam hâlledelim şu işi, yalnız sadece yarım saatimiz olacak Nisan. Eğer açamazsak zorlamayacağız. Biliyorsun eve erken saatlerde gireceğiz."

 

İstediğimi elde etmem sonucu bu sefer gerçek anlamda otuz iki diş sırıttım. "Tamam o zaman," dedim ben de onu onaylarken. "Bahsettiğin kapıyı hatırlıyor musun? Nasıl bir kilit sistemi olduğunu bilirsek eğer işimiz daha çok kolaylaşır."

 

"Hatırlıyorum," dedi kısık bir sesle. "Anlatmadan önce çay içer misin? Hava soğuk, için ısınır."

 

"İyi olurdu aslında ama çok vaktim yok, Cahit abiden sadece üç saatliğine izin alabildim," dedim, Baran az önce oturmuş olduğu sandalyeyi üstünden tutup kaldırarak benim olduğum tarafa indirdi.

 

"Hadi otur şuraya. Ben de Arif'e söyleyeyim bize çay getirsin. Bu kadarına zamanın vardır. Geç kalırsan da ben seni bırakırım," dedi ve cevap vermeme fırsat vermeden hışımla çıktı kapıdan.

 

Gözlerimi kısarak ardından baktım uzun bir süre.

 

♟️

 


"Ee bir fikrin var mı?"

 

Baran'ın sorusu ile gözlerimi çektim elimde bulunan kağıttan sonra da ona baktım. Elinde bardak, çayını yudumluyordu. Düşünceli gözleri üzerimdeydi. "Açıkcası pek yok gibi. Cidden daha önce gördüklerimize benzemiyor," dediğimde elimdeki kağıdı masaya bırakırken sesim belirsizdi.

 

Baran iki dakika içinde kapıyı çizmişti kaba bir şekilde. Görsel hafızası çok iyiydi bu konularda. "O zaman şans işine bırakacağız. Elimizde ne varsa yarım saat içinde onlarla açmayı deneriz. Ben akşam elimizde bulunan bütün aletleri getiririm," dediğinde yarım kalan çayımı bitirirken onu onaylayıp telefondan saatime baktım. Kalksam iyi olacaktı kafeye geç kalıyordum.

 

Hızla ayağa kalktığımda masada bulunan kağıdı katlayarak çantama attım. Ardından bana hâlâ öylece alttan bakan Baran'a döndüm. "Tamam o zaman sen gideceğimiz saati haber verirsin akşam. Benim şimdi gitmem gerekiyor kafeye, geç kaldım."

 

Hiçbir tepki vermeden bir süre bana baktığında "Baran," dedim sesimi hafifçe yükselterek. "Beni duydun değil mi?"

 

İrkilir gibi olduğunda gözlerini çekti benden ardından hızla ayağa kalkıp masanın üzerinde duran araba anahtarını aldı. "Duydum. Sen arabaya geç. Ben de üstümdeki tulumu çıkarıp geliyorum. Seni bırakayım kafeye kadar."

 

"Gerek yok. Hem senin işin vardır şimdi. Ben bir taksi bulup giderim," dediğimde çantamı omzuma takarken Baran o sırada kolumdan tutarak "Saçmalama işim falan yok," dedi beni kendiyle birlikte kapıdan çıkarırken. "Bu sokakta kolay taksi bulamazsın hadi arabaya git sen. Ben iki dakikaya geliyorum."

 

Sesimi çıkarmadım. Israr etmenin bir faydası yoktu. Buraya ne zaman gelsem her seferinde o bırakıyordu zaten.

 

♟️️

 


Kafede iş saatim bittiğinde direkt eve gelmiştim. Ceren Murat'la kendi evindeydi. İkisi yakın bir zamanda evleniyordu. Bu yüzden bir hafta önce kendilerine ait bir ev almışlardı. Bugün de gelmeyip orada kalacağına dair mesaj atmıştı bana fakat bunun asıl sebebini anlamak zor değildi. Son söylediğim laflarla Ceren muhtemelen sırf yüzümü görmemek için gitmişti evden. Bunu hakediyordum. O yüzden saatlerdir ağlayacakmış gibi boş boş duvara bakmam bir fayda sağlamayacaktı bok gibi hissetmeme.

 

Gözlerimi, beş yıl boyunca içine binlerce hayal sığdırdığım boş duvardan çekerek
komodinin üzerinde duran telefonuma kaydırdım. Derince yutkundum. Bacaklarımın etrafına sardığım kolumu çözerek elimi telefona uzattım fakat anında geriye çekmiştim. Aramamalıydım. Onu biraz rahat bırakmalıydım. Sakinleşmeliydi. Üstüne gidersem eğer kırıldım demez bana meydan dayağı atardı Ceren.

 

Zamanında atmışlığı vardı sonuçta...

 

Oflayarak tekrardan dizlerimi kendime çekerek kollarımı bacaklarımın etrafına doladığımda yatakta, ayaklarımın tam dibinde olan kağıda baktım. Çok fazla meraklı bir insan olduğum için kapının ardındakilerini tabii ki de merak ediyordum fakat asıl istediğim tam olarak bu değildi. Çenemi dizlerime dayadım ve sonra da kağıdı incelemeyi sürdürdüm. Hiçbir şey bulamayınca bir ara uyuklamış hatta galiba uyumuştum da. Ağrıyan gözlerimi kırpıştırırken iyice sıkılarak kağıdı elimde buruşturup top haline getirerek duvara fırlattım.

 

Çok boktan şeylerdi gerçekten de. Baran boşuna bok gibi insanlarız demiyordu.

 

Haklıydı çocuk ve aynı zamanda dürüst!

 

Ayağa kalkarak yorganın altına girdiğimde gözlerimi kapatırken amacım yarım saatte olsa dinlenmekti. Uyuyamayacağımı biliyordum. Kulağımda yankı yapan telefon sesiyle yerimden sıçradığımda hızlıca gözlerimi aralarken pencereye bakışlarım takılmıştı. Hava epey kararmıştı. O an panikle yataktan doğruldum. Gözlerimin saate kayması ile paniğim daha çok arttığında yataktan adeta fırlamış Baran'ın ismini görmemle açıp kulağıma götürmüştüm telefonu.

 

"Baran."

 

"Hemen hazırlanıp gel. Aşağıdayım."

 

"Şimdi mi?" diye sorduğumda telefonu kapatmıştı bile. Telefonu kulağımdan çekerek saate baktım. Sekize geliyordu.

 

Bir süre telefona baktığımda ekrandan yansıyan ışık gözlerimi ağrıtırken hızla yataktan kalkıp odanın ışığı açtım. Ardından lavaboda yüzümü yıkadım seri hareketlerle. Siyah bir kot, kalın bir kazak üstüme geçirdiğimde saçımdaki örgüyü açarak uzun saçlarımı belime doğru salarken siyah kapüşonlumu da üstüme geçirirken beklemeden odadan çıkmıştım.

 

Dışarıya çıkıp Baran'ın siyah arabasına doğru yürüdüğümde kapıyı açıp yanına otururken gözlerim öncelikle arka koltuklara takılmıştı fakat boş olduğunu görünce kaşlarımı çatmıştım. Baran bu sırada bana kısa bir bakış atarak arabayı çalıştırdı. "Ceren'e nasıl bir yalan uydurdun?" diye sordu gergin bir sesle.

 

Yan profiline baktığımda "Neden yalan söyleyeyim ki?" dedim alayla.

 

Baran'ın ağzından ufak bir gülüş koptu.
Elleri sımsıkı direksiyondaydı. "Çok çabuk geldin de ondan sordum. Üstüne başına bakılırsa bu defa birbirinizin saçına falan yapışmamışsınız."

 

Gülümsedim fakat gülümsemem buruktu. "Ceren evde yok. Murat'la kendi evinde," dediğimde "Ha bu akşam şanslıyım diyorsun yani," dedi gülerek.

 

Onu duymazdan gelerek "Oktay nerde Baran?" diye sorduğumda kaşları çatıldı fakat bana bakmadı.

 

"Oktay mı, Oktay ne alaka şimdi?"

 

"Haberi olmuştur ve şimdiye peşimize takılmıştır diye düşünmüştüm aslında," dediğimde Baran gözlerini yoldan çekerek kısa bir bakış attı bana.

 

"Neyin kafasını yaşıyorsun kızım sen?" dedi alayla fakat yüzünde sinirli bir ifade oluşmuştu. "Bugün olanlardan sonra Oktay'a söyleyeceğimi düşündün mü gerçekten?"

 

"Ha yani öğrenirse eğer bu sefer sadece dayak atmakla kalmaz beni öldürür diyorsun," dediğimde gözlerim dikiz aynasında arkaya takıldı. Belki de bizi takip ediyordu.

 

"La havle..." dedi Baran kafasını iki yana sallarken. Bıkkın bir soluk bıraktı. Hiç bana dönmeden arabayı sürmeye devam ettiğinde onu umursamamış gözlerim aynadan arkayı kontrol etmeye devam ediyordu.

 

Yarım saat sonra yabancısı olduğum bir sokakta araba dururken kafamı Baran'a çevirerek sorarcasına yüzüne baktığımda kemerini çözdü. "Bundan sonrasını yürüyerek gideceğiz. Ev bir sokak ötede duruyor."

 

Kafamı sallayıp arabadan indiğimde soğuk havanın yüzüme çarpmasıyla ceketimin kapüşonunu kafama geçirdim hızla. Moralim bozulmuştu çünkü beklediğim şeyler gerçekleşmemişti. Etrafta bizden başka hiç kimse yoktu. Hâlâ umutluydum ama gerçekleşmese dahi bundan sonrasına katlanmak zorundaydım. Şimdi vazgeçersem eğer hem çok saçma hem de çok şüphe çekmiş olacaktım. Buna hiç gerek yoktu. Hem zaten ben cidden merak ediyordum o kapının ardını. Bu yüzden yüzümdeki ifadeyi sildim.

 

Baran hemen ardımdan indiğinde siyah sırt çantasını omzuna atarken arabadan çıkardığı başka bir çantayı da bana uzattığında elinden alıp içinden küçük feneri çıkardım. Feneri açmadan ona baktığımda "İlerle," dedi kafasıyla yolu gösterirken.

 

Onu onaylayarak arkamı döndüm ve çantamı sıkı sıkıya tutarak beton zeminde yürümeye başladığımda etrafta esen rüzgarın şiddetli sesi arkamdan gelen Baran'ın ayak seslerini bastırıyordu.

 

Her ne kadar arada bir çaktırmadan ardıma baksamda Baran şüphelenmesin diye bunu yapmaktan tamamen vazgeçmiştim. Biz şu an ne bok yiyorduk cidden?

 

Üşüyen ellerimi küçük fenerle birlikte cebime soktuğumda kısa sürede önümüzdeki sokağı bitirmiş sağa dönmemizle birlikte çok daha karanlık bir alan karşılamıştı bizi. Sanki sokak burada bitiyordu ve dümdüz bir arazi başlıyordu. Baran'ın dediği gibi etrafta çok fazla ev bulunmuyordu. Üstüne üstlük sokak lambası da olmadığı için zifiri karanlığı bölen tek şey ev pencerelerinden yayılan cılız ışıklardı.

 

Nedensiz yere bedenimi büyük bir gerginlik kapladığında kafamı Baran'a çevirdim. Kumdan oluşan ince yolun üzerindeydik ve botlarımızdan çıkan ses çok rahatsız ediciydi. "Burası fazla karanlık. Ev nerde?" diye sordum. Baran başını bana çevirerek üstten yüzüme baktı. Saçları dağınık olduğundan yüzünün yarısını kapatmıştı. Kaşındaki piercing ise ufak bir parıltı yayıyordu gölge düşen yüzünde.

 

"Hayret korktun mu yoksa?" diye sordu.

 

"Ne alaka?" diye sordum ters bir bakış atarak.

 

Güldü fakat gölge düşen yüzünde gergin bir ifade vardı. "Sesin korkmuş gibi çıktı da ondan sordum. Pek bir gerginsin sanki. Pişman mı oldun yoksa?"

 

"Yaptığım bir şeyden ne zaman pişman olduğumu gördün Baran?" diye sordum alayla. Asla egona da laf getirme! "Benim aksime sen çok daha gergin gibisin. Sanırım bu Oktay dışında ilk defa bir işe kalkıştığın için. Diğer türlüsünü kabul etmiyorum çünkü."

 

"Lafı kendinden çevirip benim korkaklığıma vurdun ya helal olsun," dedi bıkkın bir nefes vererek. "Küçücük boyun var dilin papuç gibi."

 

"Sen bana kısa mı diyorsun?" dediğimde hemen yanımda olduğu için yandan karnına dirseğimi geçirdiğimde olduğu yerde dururken ağzından cılız bir inilti çıktı.

 

"Ulan yer fındığı!" Sesini yükselterek üstüme bir adım attığında normal bir zamanda gülerek ondan kaçmam gerekirdi fakat o da işin ciddiyetini anlamış durup etrafa bakarak sesini kısmıştı.

 

"Bunun öcünü senden alacağım fakat şu an ciddi ve illegal bir iş üzerindeyiz fındık. Şimdi beni takip et. Ev arazi bitiminin en sonunda bulunuyor biraz daha ilerlememiz lazım," dedi. Baran çoktan ilerlemeye başlamış ve ben de annesini takip eden çocuk gibi koşarak ona yetişmiştim. Ardından ise yolu yürümeye devam etmiştik.

 

Nihayet taşlı yolu bitirdiğimizde çok daha karanlık bir alana girerken Baran'ın durması ile ben de durmuş Ay ışığının izin verdiği kadarıyla karşımda duran gecekonduya bakıyordum. Işıkları yanmıyordu. Baran'a bakmadan "Bu mu?" diye sorduğumda beni onayladı ardından oluşan hareketlilikle yönümü ona çevirdiğimde maskesini taktığını gördüm.

 

Gözlerim çok kısa bir süreliğine geldiğimiz yola takıldığında Baran konuşmaya başladı. "Arka taraftan dolanıp camı kırarak içeriye gireceğiz. Etraf çok ıssız fakat yinede bunu göze alamayız. Ön taraf sokağa bakıyor bu yüzden erken saatler olduğu için birileri bizi göre- Sen niye sürekli arkana bakıp duruyorsun?"

 

Hızla ona dönerken yanak içimi ısırdım sertçe. "Yok bir şey ya," dedim konuyu kapatmaya çalışarak. "Hâklısın galiba ben biraz tedirgin oldum sanırım."

 

Bunu söylemem üzerine Baran gözlerini benden çektiğinde "Buraya kadar geldik. Yapacak bir şey yok artık," diyerek arka tarafa yönelmesiyle konuyu uzatmadığı için derin bir nefes alarak onu takip ettim.

 

Kuru çimenlerin arasından ilerleyerek arka taraftan dolanıp pencereye yanaştığımızda Baran önceden eline aldığı taşla camda normal bir boşluk açtı. Elini boşluktan geçirip pencere kolunu çevirdiği sırada ben tedirginlikle etrafıma bakınıyordum. Baran camı açarak bana döndü, "Hadi gel," dedi kısık bir sesle. Pencere pervazından destek alarak yukarıya çıktım, Baran içeriye girmem için bana yardım ederken kendimi yavaşça içerideki karanlık boşluğa bırakmıştım.

 

İçeride hakimiyetini süren ssıcaklık hissi ile doğrularak kafamı hızla Baran'a çevirdim. "İçeride kimsenin olmadığına emin misin Baran?" diye sordum fısıldayarak. "Ev sobalı değil miydi? İçerisi oldukça sıcak duruyor."

 

Baran hızla içeriye atladığında ben feneri yakıp etrafa yansıtmıştım. Büyük eski bir koltuk, ortada bulunan masa, en köşede bulunan soba ve eski tüplü televizyondan başka hiçbir şey yoktu.

 

Sobaya doğru ilerleyeceğim sırada Baran kolumdan tutarken kafamı ona çevirdim. "Adamın bir gün bile pencereleri açtığını görmedim. Normaldir." Kolumdan çekerek kapıya yürüttü, "Gel," dedi ardından kısık bir sesle. "Kapı koridorun sonunda duruyor."

 

Baran'ı takip ederek koridora girdim. Uzun koridorda ilerlemeye devam ettiğinde bütün kapıları es geçmesiyle "Baran nereye gidiyorsun orda bir kapı yok," diye fısıldadım ışığın aydınlattığı yere bakarak.

 

"Gel," dedi gülerek. En köşede durduğunda düz duvara yansıttığı ışıkla ağzım açıldı. Bildiğimiz dümdüz duvardı fakat kapı göbeği çok net görünüyordu.

 

Heyecanla ileriye atıldığımda "Oha," dedim elimi duvarda gezdirerek. Kafamı hızla Baran'a çevirdim. "Şimdi bu bir kapı mı?" diye sordum, ışığı yüzüne yansıtmamdan dolayı Baran sırıtarak bileğimden tutup ışığı kendinden uzaklaştırdı.

 

"Şu içe çökmüş gibi görünen rozete baksana," dedi ışığı oraya tutarken. "Basbayağı kapı bu."

 

"E tamam da bunu açsak bile şu duvarı nasıl geçeceğiz. Kapı gibi ama aynı zamanda bildiğin düz duvar," dedim.

 

Baran beni hafifçe yana ittirdiğinde "Beni izle," dedi.

 

Dikkatlice ona baktığımda bir eliyle ışığı yansıtıyor bir elini ise kesik gibi duran duvar çizgisinde gezdiriyordu. "Şurayı görüyorsun değil mi?" dedi elini duvarın ince çizgisinin oluşturduğu boşlukta gezdirerek. Kafamı salladığımda "Büyük ihtimalle kapı tam buradan başlıyor," demesiyle gözlerimi kısarak daha dikkatli baktım. "Rozeti kırarsak eğer şu boşluktan destek alarak duvarı yana doğru kaydırmamız gerekebilir."

 

"Ama bu sadece bir ihtimal değil mi?" diye sordum çantamı omzumdan indirerek. Baran beni onaylayarak kafasını salladığında "Kırmayıp normal bir şekilde açabilirsek eğer buna gerek kalmaz belki," dedim.

 

"O çok zor işte," dedi gülerek.

 

"İmkansız değil ama," diye mırıldandığımda beni takmamış gibi feneri kolunda bulunan saatine yansıttı. Ardından elinde bulunan feneri bana verdi hızla.

 

Çantasını indirip içinden bir maymuncuk çıkardığında tekrardan bana dönmesiyle onu izliyordum. "Şimdi!" dedi ciddi bir sesle. "Adamın gelmesine bir saat var ama bizim bu kapıyı açmamız için tam otuz dakikamız olacak. Zamanımız geçiyor bile acele etsek iyi olur," diyerek rozete doğru eğildi hızla.

 

Gergin bir şekilde onu onaylayıp feneri rozete doğru yansıttığımda evin sıcaklığından mı yoksa adrenalinden dolayı mı terlediğimi bilmiyordum. Biz ikimiz ne bok yiyiyorduk cidden? Hadi Baran salaktı, ben de mi salaktım?

 

Galiba salaktım çünkü aklımda kurduğum ihtimallerin hiçbiri gerçekleşmemiş geri gitmem gerekirken kapının ardını aşırı merak ediyordum. Çünkü karşıdan bakan biri burada bir kapının olduğunu asla göremezdi. Hangi akıllı yaptıysa artık muhteşem bir şekilde kamufle etmeyi başarmıştı.

 

Baran elindeki demiri bir kez daha zorladığında sinirle elini kapıya geçirdi. Tok ses kulağıma yayılınca onunla birlikte on kat gerilmiştim. Kaç dakikadır uğraşıyorduk ama bir türlü açılmıyordu. Demiri tekrardan içeriye soktuğunda "Nisan saate bak," dedi sinirli bir sesle.

 

Feneri kolumda duran saate yansıttım. Tam 20 dakika geçmişti. Gergin çıkan sesimle "Yirmi geçiyor," dediğimde belini doğrultmadan bana döndü hızla.

 

"Açılmıyor sikik kapı," diye söylendiğinde "Çekilsene bir de ben bakayım," dedim ona doğru eğilerek.

 

Baran pes etmiş gibi hızla doğrularak bana yer verdi. Eğildim ve feneri rozete yansıtarak dikkatlice incelemeye başladım. Buraya geldiğimden beri aklımda bir fikir vardı aslında ve bu rozetin şekli tam da o fikrime uygundu fakat söyleme niyetinde değildim, taki kapıyı görene kadar. Bu kapının ardını görmeden gidersem eğer büyük ihtimalle merakımdan dolayı ömür boyu kıvranıp durur sonra da orta yerimden çat diye ikiye ayrılırdım.

 

Kafamı Baran'a çevirdim. "Çantanda ufak şarjlı matkap vardı değil mi?" diye sordum. Maskeden dolayı yüz ifadesini göremiyordum fakat kaşlarını çattığının farkındaydım.

 

"Evet, niye ki?" diye sordu.

 

"Bir fikrim var," dedim çantamdan hızla yeni bir maymuncuk çıkarırken. "Bana matkabı ver."

 

Baran matkabı çıkarıp bana uzattı. "Acaba nasıl bir fikir oluştu yine şu sınırları olmayan hayal dünyanda?" diye sorduğunda sesi alaylıydı.

 

"Görürsün," dediğimde elimdeki ince demir parçasını bükerek maymuncuğa doluyordum. İşimi bitirdiğimde Baran'ın elinden ufak matkabı alarak maymuncuğu matkabın ucuna soktum. Ardından tekrardan rozete eğildiğimde Baran'ın şaşkın sesini işitmiştim. "Hassiktir lan! Tahmin ettiğim şey mi? Bu daha önce niye bizim aklımıza gelmedi?"

 

"Salak olduğunuz için olabilir," dedim, matkaba basmamla rozet dönmüştü fakat açılmamıştı.

 

"Ulan yer fındığı," dedi Baran bana doğru eğilirken. "Şu aklını hinlik yapmak yerine birazcık okul okumak için kullansaydın belki de hayalim olan doktorluğu kazanmıştın şimdi."

 

Baran tıpkı Ceren gibi benim okumam için çok uğraşmış hatta bir ara beni üniversite sınavlarına başvuru yapmam için ikna bile etmişti fakat bilmiyordu ki benim artık okula çok uzak olduğumu. Liseyi bile zor bitirmiştim. Bütün bunları Baran'a söylesem bile okumam için ısrarını sürdürüyordu. Böyle de iyi bir kalpli bir hırsızdı kendisi!

 

"Çok komiksin Baran ya," dedim alayla. Tekrardan denedim fakat olan tek şey rozetin dönmesiydi. "Doktorluk senin hayalin ayrıca ben hiçbir şey olmak istemiyorum."

 

"Ya kızım her insanın hayalinde bir şey olmak vardır. Nasıl bir şey olmak istemiyorsun ya? Hiç olmadı elinde bir diploman olurdu," dedi.

 

"Çok yanılıyorsun bence," dedim alayla. "O eskidendi. Benim gözümde diploma, bu devirde gereksiz bir kağıt parçasından öte değil. Hem herkes üniversite okuyacak diye bir şart yok değil mi? Ne demişler bu ülkenin çırağa, garsona ve hırsıza da ihtiyacı var."

 

İmalı çıkan sesim üzerine Baran kendini tutamayarak güldüğünde "Kendin üzerinden karşındakine laf sokmayı başaran tek insansın," dedi.

 

"Ay Baran sus ya," dedim şakadan çemkirerek. "Sonra, hırsızlık yaptıkları sırada sohbete daldıkları için yakalanan arsız hırsızlar diye show tv haberlerine çıkarız bak."

 

"Doğru söyledin bak bunu" dedi Baran beni onaylarken. "Napıyoruz lan biz? Gelirken çantaya çekirdek atıp bir de koridorda sohbet eşliğinde çitleseydik amına koyayım."

 

Sırıtmam üzerine "Sen de bırak uğraşmayı. Bu kapı açılmayacak belli. Çıkmamız gerekiyor sadece beş dakikamız var," dedi ciddi bir sesle.

 

"Biraz daha deneyeceğim Baran. Dönüyor baksana. Eminim açılacak da," dediğimde Baran eğilmiş eşyaları çantaya yerleştiriyordu. Fenerin ışığının gitmesiyle ufak feneri ondan alarak dudaklarımın arasına yerleştirdim ve denemeye devam ettim.

 

"Nisan sabrımı zorlama benim. Belli ki açılmayacak bu kapı. İşi riske atıyoruz farkında mısın?" dediğinde çantasını omzuna attı.

 

"Henüz riske attığımız söylenemez çünkü daha beş dakikamız var. Kafaya koydum ben. Bu kapıyı açmadan çıkmayacağız burdan," dediğimde bıkkın bir soluk verdi.

 

"Saçmalıyorsun ama senin nasıl tahta kafalı inatçı bir kız olduğunu da biliyorum. İkimizin bu şekilde evde olması her türlü çok riskli," dedi, kolundaki saate baktığını gördüm. "Bu yüzden sana tam beş dakika veriyorum. Ben dışarı çıkıp sokağın başında gözlem yapacağım. Telefonunu elinden bırakma. Eğer beş dakika içinde gelmezsen eve gelir seni sürükleyerek çıkarırım içeriden."

 

Asla vazgeçmeyeceğimi bilmesi ne güzeldi. "Tamam sen çık. Söz hemen ardından geleceğim," dediğimde Baran beni onaylamış ardından hızlıca ayrılmıştı yanımdan.

 

Baran'ın gitmesi ile birlikte matkabın ucuna soktuğum maymuncuğu hızlıca çıkarıp üstüne sardığım teli kopararak tekrardan ve bu sefer farklı bir şekilde ucuna doladığımda aynı işlemi yaparak bir kez daha rozete eğildim. Matkabın düğmesine bastığımda kapı kilidi hafifçe dönmüştü ama tekrardan açılmamıştı. Hadi ama! dönüyorsa eğer açılırdı da. Bir iki deneme daha yaptığımda ağzımdaki fener kayıp yere düştü. İçimden küfürler edip elimde bulunan telefonu kenarıya bırakıp feneri aldım.

 

Elimdeki matkabın ucunu bu sefer son gücümü kullanarak kilit yerine sertçe ittirip düğmeye tekrardan bastığımda çıkan tiz ses ile birlikte duvar oynamış ve hafifçe arkaya doğru kalıp gibi çıkarak yana doğru kaymaya başlamasıyla gözlerimin kocaman açılmasına sebep olmuş kendimi fantastik bir filmde hissetmiştim o an. Kapı sonuna kadar çekildi. Önüme çıkan karanlık boşlukla iki metre açılan ağzımı kapattığımda "Siktir! Gerçekten de açıldı," dedim heyecanla soluyarak.

 

Şaşkınlıktan neredeyse elimden düşücek olan feneri son anda tutmayı başardığımda içeriye yansıtmak için elimi kaldırdım fakat o an kafamda hissettiğim silahın namlusuyla olduğum yerde kaskatı kesildim.

 

"Sakın!" dedi kalın bir erkek sesi. Tüylerim diken diken oldu sert sesiyle. "Sakın o feneri içeriye yansıtmak gibi bir aptallık yapmaya kalkma."

 

Büyük bir ter tabakasının omurgamdan aşağıya doğru süzüldüğünü hissettim. Yapabildiğim tek eylem derince yutkunmaktı fakat boğazım o kadar çok kurumuştu ki tükürüğüm boğazımı adeta bir alev gibi yakıp geçmişti. Ellerimde oluşan titremeyle birlikte elimde bulunan fener yere düştüğünde tok bir ses çıkardı sessiz alanda.

 

Bunun üzerine kafamda bulunan silah yok oldu. Kavrayamadığım bir zaman diliminde omzumda elini hissettiğimde koridorda bulunan duvara sert bir şekilde savrulmuştum. Bedenimin şiddetli bir şekilde yüzüstü duvara çarpmasıyla o an korkudan büyük bir çığlık atmamak için dişlerimi sıktım.

 

Güçlü eli omuzumdan koparak bu sefer kafamı duvara bastırdığında soluduğum sıcak nefesiyle ellerimde olan titreme bütün vücuduma bir sarmaşık gibi yayılmaya başladı. Silahı, orada bir oyuk açmak istermiş gibi kafama bastırdı ve yıkılmazmış gibi çıkan güçlü sesiyle "Kimsin lan sen?!" diye tısladı kulağıma doğru.

 

Konuşamadım konuşmayı bırak korkudan nefes dahi alamıyordum.

 

Sesimi çıkarmamam üzerine güçlü parmakları bu sefer enseme dolandığında kendimi kapıya doğru sürükleniyor bir hâlde bulurken elimi parmaklarına götürüp engel olmaya çalıştım fakat o kadar güçlüydü ki... Kıpırdatamıyordum bile.

 

Ben ve Baran'ın geldiği kapıya doğru gittiğimizi gördüğümde bedenimi hızlı bir şekilde içeriye doğru ittirdi fakat ben dengemi kaybetmiş ayaklarımın birbirine dolanmasıyla yere doğru adeta savrulmuştum. Düşmem ile birlikte kafam koltuk kenarına sertçe çarptığında dudaklarımın arasından yalnızca "Ah!" diye acı dolu bir inilti kopmuş yüzüstü yere kapaklanmıştım.

 

Aldığım darbe sonucu anlık dünyam döndüğünde avuç içlerimi iki yanımdan yere sabitledim. Göğüs kafesim hızla inip kalktı. Nefes almaya çalıştım fakat kafamdaki zonklama o kadar şiddetliydi ki ağzımdan ıslık gibi bir hırıltı çıkmıştı yalnızca.

 

Sessizlik oluştu. Sonra lamba anahtarının açılma sesi kulağıma geldi. Işığı açtığını anlamıştım lakin kapalı göz kapaklarımın ardında bir ışık görmem imkansızdı. Yerden destek alarak hareket etmeye çalışmış, vücuduma ve kafama giren keskin ağrıyla anında vazgeçmiştim. Adım sesleri kulağımda bir uğultuya dönüştüğünde biraz sonra karnımın altına giren ayak, bedenimi bir çöp parçası gibi sırtüstü çevirmişti. Kapüşondan çıkan uzun saçlarım yüzümü boylu boyunca kapladı, görüş alanım kapanmıştı.

 

Kapalı gözlerimi araladım. Nefes almak için kendiliğinden aralanan dudaklarımın arasına saçlarım, bir yılan gibi süzülmüştü ve midemi bulandırıyordu. Oysa o mide bulantısının asıl kaynağı karnıma giren korku hissinden geliyordu. Gözlerimin açısına lambanın sarı ışığı vurduğunda saçlarımın izin verdiği kadarıyla sol gözümü yana kaydırdım. Görüş açıma bir çift siyah bot girdi. Kalbim, ritmini kaybetmiş gibi büyük bir hızla çarpmaya başladı, dişlerimi sıkarak sakin olmaya çalıştım fakat faydasız olduğunu biliyordum.

 

Yüzüme değen silahın soğuk ucu, saçlarımı geriye doğru ittirerek yüzümü açığa çıkardı, baygın bakan gözlerimin açısına, bana doğru eğilmiş iri bir beden girdi, net görememiştim. Kahverengi harelerimin önü çok fazla bulanıklaşmıştı ve etrafımdaki her şey durmadan dönüyordu.

 

Büyük bir hata yapmış, girmemem gereken bir yere girmiştim ve sonuçları işte buydu.

 

Sona yaklaştığımı hissettim ama pes etmedim. Oysa pes etmek benim için her zaman tek seçenekti.

 

Pes etmedim...

 

Öleceğimi düşündüğüm bir anda gözlerimi sıkıca kapatıp görüş açımı netleştirmek istedim fakat kapattığım gözlerimi tekrardan açamamıştım. Bilincim kısa sürede tamamen kapanırken zihnim sonsuza dek sürcek olan derin bir bilinmezliğe gömüldü.

 

BÖLÜM SONU.

 

Loading...
0%