@esraslnn
|
İsabel LeRosa ' Help Dekadans ' Cinnet
Hikayenin geçmişe ait bazı bölümleri yazar ağzından anlatılacaktır. Sevgiler... KASIM 2008| ANKARA KIZ YETİŞTİRME YURDU
Beyaz ama eskimiş olmasından dolayı artık krem rengini alan kapının önünde durdu, sırtını dikleştirip mesleği gereği yüzüne ciddi bir ifade oturttu. Ardından elini kaldırarak kapıya orta sertlikte, bir iki defa vurdu. İçeriden "Gel," komutunu aldığında kapıyı açıp beklemeden içeriye girmişti. Gözleri etrafı taradığı sırada Müdire Hanım içeriye giren güzel kadını gördüğünde, burnunun ucunda bulunan gözlüğünü düzeltip ayağa kalkmıştı. Bunun üzerine genç kadın, hiç beklemeden yaşlı kadına doğru ilerlediğinde hafifçe öne doğru eğilerek ona elini uzattı. "Merhaba Sevim Hanım. Ben Avukat Nurgül Öztürk." Müdire Hanım sert kişiliğinin aksine, yüzüne küçük bir tebessüm yerleştirip kendisine uzatılan eli sıktı. "Hoş geldiniz Avukat Hanım. Oturun lütfen," derken eliyle deri koltuğu göstermişti. İki kadın karşılıklı oturduğunda genç avukat hızlıca çantasını açmış içinde bulunan dosyayı çıkarıp masanın üstüne bırakmıştı. Müdire Hanım önüne konulan dosyaya kısaca göz gezdirdiğinde kadının neden geldiğini az çok tahmin edebiliyordu. Dosyayı açmadan önce masasında bulunan telefonu eline alarak odasına iki çay istedi. Genç kadın, "Buraya neden geldiğimi biliyor olmalısınız?" dedi, yaşlı kadın kısaca başını salladı ona. Sonra kırışmış eliyle önünü konulan mor dosyanın kapağını açtı, ilk karşılaştığı şey, kahverengi saçları iki yandan örülmüş, güzel bir kız çocuğunun fotoğrafıydı. O an kırışmış ablak yüzünde üzüntülü bir ifade belirmişti. Demek yine bir evlat yuvasından kopmuş ve kimsesiz kalmıştı diye düşündü kendi kendine. Onun gözünde hayat bazılarına, özellikle de masum ve şanssız çocuklara hiç acımıyordu. Doğdukları evler onların gelecekti kaderlerini belirliyordu. Bakışlarını sayfanın alt satırlarına indirdiği sırada genç avukat konuşmaya başlamıştı. "Nisan Akdağ. 11 yaşında. Dün gece saatlerinde babası cinnet geçirip annesini defalarca kez bıçaklamış. Annesi olay yerinde ölmüş malesef. Babası ise ağır psikolojik nedenlerden ötürü, birkaç gün sonra mahkeme bitince akıl hastenesine yatırılacak." Derin bir nefes aldı. "Kız tek çocuk, ortada kalınca devlet himayesi altına aldı." "Zavallı yavrucak." Müdire Hanım kafasını dosyadan kaldırıp çakır mavisi gözleriyle karşısındaki kadına baktı. "Kızın başka akrabası yok mu?" "Ankara'da kimsesi bulunmuyor. Aslında ailesi hem babadan hem de anne tarafından aslen İzmir'li. Bildiğimiz kadarıyla adam ve kadın evlenmek istemişler ama kızın ailesi buna asla izin vermemiş. Bu yüzden ikisi birlikte işleri olmak dahil her şeyi ardlarında bırakıp, yıllar önce okudukları şehir olan buraya gelip kendilerine yeniden bir hayat kurmuşlar," dedi. Genç avukat derin bir nefes alarak ciddi bir sesle devam etti konuşmasına. "Biz kadının İzmir'de bulunan akrabalarına bizzat ulaştık. Aslında çok da varlıklı, İzmir'de adı sanı olan köklü bir aile, kızı maddi açıdan her şekilde yanına alabilirler fakat gittiğimizde kadının babası o kadar öfkeliydi ki bizi kapıdan içeri bile sokmadı. Sonradan polis desteği ile görüşme talebinde bulunabildik. Delirmiş gibi sağa sola saldırıyor kızını yıllar önce evlatlıktan reddetiğini söylüyordu, torununu ise kesinlikle kabul etmiyor..." Müdire Hanım bu duruma üzülmüştü ama çok da şaşırmamıştı. Yaşı neredeyse 55'ti. Ömrünün yarısını bu işlere vermişti. Bu uzun bir zamandı ve bu zamana kadar böyle vakalarla çok fazla karşılaşmıştı. Onun gözünde insanlar çok vahşi ve vicdansız birer yaratıktı. Bu dünya, kendi kanını bile hiçe sayan ve kimsenin kimseye acıması olmadığı bir dünyaydı. Kör zalimler barındırıyordu içinde. Sesini normal tutmaya çalışarak "Peki baba tarafı?" diye sordu bu sefer. Genç avukatın geldiğinden beri içinde bulunan fakat saklamaya çalıştığı o üzüntü, ilk defa gün yüzüne çıkarak gözlerinin içine yansıdı. Elinde bulunan çantanın sapını sıktı. Sıkmaktan esmer parmaklarının boğumu beyazlaşmıştı. "Malesef... Baba tarafından hiç kimsesi bulunmuyor. O da İzmir'de bir yetimhanede büyümüş." Müdire Hanım üzüntü dolu bakışlarını genç avukattan hızla çekip önüne baktı. Demek kız babasının kaderini yaşıyordu. Ne acı üstelik bu kaderi ona yaşatan babanın ta kendisiydi. Birkaç dakika gözlerini masadan kaldırmayıp önünde bulunan çay dolu bardağa dikti. Ardından derin bir nefes alarak soğukkanlılığını korumaya çalıştı. Duygularını kimseye göstermeyi sevmiyordu. Bu özelliğinden dolayı herkes onun ruhsuz, sert mizacını görüyordu ama bu durumdan şikayeti de yoktu. Nihayetinde çocukların başına gelenlere alışmıştı. Ne de olsa işi gereği bu tür olayları sürekli görüyordu fakat insan kalbi çok farklıydı işte. Kimsesiz kalan çocukların yüzünü gördüğünde her seferinde kalbi hüzün ve acı doluyordu. Ne yaparsa yapsın bu duruma bir türlü alışamıyordu. O hüznü içinden atamıyordu ve bazen duygularını saklama konusunda ne kadar profesyonel olsada zaman zaman oldukça zorlanıyordu. Kendini toparlamayı başardığında arkasına yaslandı. İfadesiz tutmayı başardığı yüzüyle tekrardan avukata baktı. "Kız nerede şu an?" "Hastanede. Dünden beridir konuşmuyor bu yüzden psikolog kontrolünde. Yaşı küçük ama henüz anlayamayacak yaşta da değil. Olay sırasında orda olduğu için doktor büyük bir travma geçirmiş olabileceğini söylüyor. Birkaç kontrolden sonra doktorun izni dahilinde haftaya getirmeyi düşünüyorum. Aslında biraz daha kalması gerekiyor ama..." Durdu yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. "Biliyorsunuz yılbaşına giriyoruz. Duyduğuma göre sizin yeni yıla kadar çocuklara her akşam özel olarak yaptığınız bir kutlamanız varmış, çocuklarla birarada olursa eğer belki biraz neşelenir diye düşünmüştüm." Müdire Hanım gülümsedi. "Evet yapıyoruz. Çocuklar ile birlikte her akşam farklı bir eğlence farklı bir aktivite gerçekleştiriyoruz yılbaşı gecesine kadar. Çok iyi düşünmüşsünüz gerçekten. Doktoru uygun bulursa eğer eminim iyi gelecektir," dedi. Genç avukat bunun üzerine ayağa kalkmış birkaç işlemi gerçekleştirdikten sonra birlikte odadan çıkmışlardı. Genç kadın, burada bulunan çocuklarla vakit geçirmek istiyordu ama bir saat sonra olan davasına yetişmek zorundaydı. Bugün çok yoğundu. Başka bir zaman geleceğine dair söz verdi kendine. Müdire Hanım genç avukata dış bahçe kapısına kadar eşlik ettiğinde son kez el sıkışıp akşam tekrar gelmek üzere vedalaştılar. Genç kadın umutluydu küçük kızı akşam getireceğinden ama bilmiyordu durumunun ne denli kötü olduğunu. Kapının önünde bulunan gri arabasına binip hızla uzaklaşmıştı. ⌛ Bilinmezlik. Doğumumdan itibaren hayatımın birçok sahnesinde defalarca kez yaşamıştım bilinmezliği. Benim gözümde bilinmezlik, ölüm ile eş değerdi. Ölüme yaklaştığımı hissettiğimde aynı şekilde bilinmezlik durumu da paralel olarak zihnimi ele geçiriyordu. Bir boşluk veya bir çukur gibi değildi bu. O an o boşluğu ve o çukuru hissedemezdin. Çünkü aslında bilinmezliğin özü budur: Hiçlik. Ölümde bu yüzden bu kadar korkutucuydu aslında. Ardını bilmediğin şeyler her zaman seni çok daha fazla korkuturdu. Oysa ben her şeye rağmen ölümden korkmuyordum. Belki de bu hiçbir zaman korkularımdan kaçamayıp onlarla savaşmak zorunda kaldığımdan kaynaklanıyordu. Belki de bu sadece alışmaktı. Tıpkı bir zamanlar karanlığa alışmak zorunda kaldığım gibi. Bir şeylere alışmak benim için ölmek demekti. Gözlerim birbirine yapışmış, göz kapaklarıma bir ağırlık çökmüştü. Bileklerimde ve alnımda sürekli değişmesinden dolayı çok veya az olduğuna bir türlü karar veremediğim bir sızı hissediyordum. Başımda ise künt, korkunç bir ağrı... Nerede olduğumu şu anlık sorgulamıyorum çünkü bunu yapabilmem için gözlerimi açarak o yarı bilinmezlikten çıkmam gerekiyordu. Gözlerimden önce dudaklarımı araladım. Bir nefes çektim ciğerlerime fakat o nefes ciğerlerime ulaşamamış soluk borumda takılı kalmıştı. Üst üste öksürdüm ve refleks ile elim ağzıma gitti ama aslında dudaklarıma doğru giden bir elim yoktu. Çünkü ellerim arkadan sıkıca bağlanmış yan bir şekilde sert bir yüzeyin üstünde yatıyordum. Beni bağlamıştı. Hem ellerimi hem ayaklarımı sıkıca bağlamış hareket dahi edemiyordum. Siktir! Kalbimin çarpıntısı ile bir şeylerin farkına daha yeni varmışçasına gözlerimi hızla araladığımda beni karşılayan karanlık ilk defa bu kadar çok korkmamı sağlamıştı. Gözlerimin bağlı olmadığından emindim, öyleyse etraf nasıl bu kadar karanlık olabiliyordu ki? Üzerinde bulunduğum yerin kafamı çarptığım koltuk olduğunu anladığımda put gibi kesilmiş bedenimi doğrultmaya çalıştım fakat bileklerime giren ağrıyla ağzımdan cılız bir inilti kaçmış hareketlerimi anında sonlandırmama neden olmuştu. Öfkeyle burnumdan soludum. Hangi piçin oğlu beni bu şekilde bağlamaya cesaret edebilmişti?! Sinirle olduğum yerde bir iki kez çırpındım fakat ne kadar çok hareket edersem bileklerime o kadar çok ağrı giriyordu. Dudaklarımın arasından sıkı bir küfür firar ettiğinde çırpınmayı keserek bir iki dakika durup nefes almaya çalıştım. Sakin olmalıydım. Şu an bedenimde, öfkeden daha baskın bir duygu varsa o da korkuydu ve bütün bunlar birleşince paniklememi ve yanlış kararlar vermeme sebep oluyordu. Öncelikle sakin olup soğukkanlılığımı korumalıydım. Öyle yaptım ve bekleyerek gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim. Birkaç dakika sonra gözlerimin önü biraz olsun netleşirken masayı ve tüplü televizyonu görebiliyordum. Hâlâ aynı yerde, aynı odadaydım ve anlayamadığım bir yerden siktiğimin soğuğu çok sert bedenime çarpıyordu. "Allah kahretsin! Dondum ya!" diye söylendiğimde bilerek yüksek çıkan sesim odada yankı yapmış fakat hiçbir şey olmamıştı. İstersen adama söyle gelirken sana battaniye de getirsin Nisan! İç sesimi duymazdan geldim. Deli gibi korktuğum doğruydu fakat donarak ölmek, isteyeceğim ölüm şekilleri arasında bulunmuyordu maalesef. Bu sefer daha dikkatli ve kontrollü hareket ederek birbirine yapışık şekilde duran ayaklarımı koltuktan sarkıtıp oturma pozisyonuna gelmeyi başarmıştım. Tabii bu ufacık eylemi yaparken bile nefes nefese kalmıştım. Açık olan saçlarım birbirine girmiş yüzümün bir bölümünü kaplamıştı. Kafamı iki yana sallayarak saçımı gözümün önünden ittim. İşe yaramayınca da bu sefer sertçe üfledim gözüme giren saçı fakat saçımın gürlüğü ve uzunluğu sağ olsun hiçbir işe yaramıyordu. Hızlı ve etkili bir çözüm olarak kafamı öne eğerek saçlarımı aşağıya sarkıttım ardından sertçe geriye attığımda saçlarımı yüzümden çekmeyi başarmıştım sonunda. Gözlerim etrafı taradı hızlıca. Allah'ım neden bu kadar karanlıktı ya? Evin arazi gibi bir alanda olmasıyla bu normaldi aslında ama neredeyse kör gibiydim. Ay ışığının bile etkisi olmuyordu içeriye. Kaskatı kesilen bedenime çarpan rüzgarla tekrardan titrediğimde kafamı hızla rüzgarın geldiği yöne çevirdim. Kırdığımız pencereden geliyordu. Aynı saniyede gözlerimi devirdim. Kendi kazdığı kuyuya düşmek bu oluyordu sanırım. Ne zamandan beridir baygın olduğumu ve ne kadar bir süredir burada olduğumu bilmiyordum ama aklıma birdenbire Baran'ın düşmesiyle gözlerim kocaman olmuştu. Baran?! Baran nerdeydi? Allah'ım... O herifte silah vardı. Ya onu da yakaladıysa, ya Baran'a da bir şey yaptıysa. İçime büyük bir korku yayıldı. Nefesimin kesildiğini hissettim. Ne kadar günahkar bir insan olsamda gözlerimi kapatıp İnşallah gelmemiştir peşimden! diye dua ettim. Fakat gelirdi... Ben Baran'ı biliyordum asla beni burada bırakmazdı. Ne olursa olsun gelirdi ve ben şu an hâlâ burada bağlı bir şekilde durduğuma göre o adam Baran'a bir şeyler yapmıştı belki de... Kalbime derin bir sızı girdiğinde gözlerimi sıkıca birbirine bastırdım. Her şey benim yüzümden olmuştu. Benim bitmek bilmeyen merakım ve saçma sapam şüphelerim yüzünden. O gidelim demişti. Eğer onu dinleseydim ve belki de onu buraya gelmesi için ikna etmeseydim bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Uzunca bir zaman sonra gözlerim ilk kez dolduğunda sinirle dişlerimi alt dudağıma geçirdim. Benim yüzümden ona bir şey olduysa kendimi asla affetmezdim. Kendimi akıllı zannederken dünyanın en aptal insanı olduğumu görememiştim aslında. Bazı şeyleri hesaba katmalıydım. Beklediğim şeyler olmayınca ne olursa olsun gitmem gerekiyordu. Birbirine bastırdığım dişlerimin arasından çıkan ses öfkemi kamçılamaktan başka hiçbir işe yaramıyordu. Ben bu kadar aptal olamazdım. Ne olacaktı şimdi? Ağlamamak için büyük bir güç sarf ettiğim saniyelerde sessizliğin ortasında aniden yankı yapan kapının açılma sesi ile dolan gözlerimi ışık hızıyla o tarafa çevirdim. Ne tepki vereceğimi bile bilemediğim o saniye de kapı hızını alamayıp sert bir şekilde duvara çarptığında içeriye hışımla giren iri bedenle derince yutkunmuştum. Sadece silüetini görmüştüm. Koridorun ışığı yanmıyordu. Gözlerim her ne kadar karanlığa alışmış olsa bile dışarıda sokak lambası olmadığından kaynaklı bulunduğum ortam yalnızca zifiri karanlıktan ibaretti. Hareket eden bedeni, elinde bulunan ve sandalye gibi görünen şeyi yerden sürükleyerek koca adımlarla ortada bulunan fakat benden oldukça uzakta duran masanın arkasına doğru yürüdü. Sandalyeyi sert bir şekilde zemine vurup, iri bedenini sandalyeye bıraktığında yaptığım tek şey nefesimi tutmak olmuştu. Ne kadar soğukkanlı olmaya çalışsamda deli gibi korkuyordum. Cidden ben, ne tür bir bok yemiştim? Kim olduğunu bilmediğim adam, hışımla oturduğu sandalyede arkasına yaslanarak bir süre hareket etmeden durdu. Ne kadar çabalasamda karanlıkta yüzünü tam olarak net bir şekilde seçemiyordum. Bana dönük olan yüzünde, gözlerinin sadece beyaz akı hafifçe belli oluyordu. Soğuktan uyuşmuş olan vücuduma bir ürperme geldi. Kendimi bir korku filminin en korkutucu sahnesinin tam ortasında hissettim o an. Karşımda bulunan adam bir heykel gibi sandalyede oturmuş kurbanına bakıp onu nasıl öldürebilirim diye karar vermeye çalışıyor gibi bir hâli vardı. Adamın evine girmiş bir hırsızdım. Polise vermediğine göre ne yapacaktı bana? Bu mahalle tekin bir yer değildi ve üstelik karşımda bulunan adamda silah vardı. Göz kapaklarım titreşti. Kupkuru olan boğazımı ıslatmak için üst üste yutkundum ama bu bana yeterli gelmemişti. Su içmem gerekiyordu, çok fazla susamıştım. Kaç dakika geçti bilmiyorum ama korkudan dolayı odada yankılanan kalp atışlarım arasında ikimiz kapkaranlık odada birbirimize bakıp durduk. Konuşmuyordu ve benimde konuşmaya asla niyetim yoktu. Gerçi şu an korkudan da konuşamıyor olabilirdim. O konuşmayınca ben daha çok tedirgin oluyordum. Ortamda oluşan derin sessizlik ve gerginlikle korkutucu hava gittikçe çoğalıyor aynı anda bedenimdeki korkuda buna paralel olarak artıyordu her saniye. Biraz sonra poziyonunu bozmadan yavaşça hareket ettirdiği elini cektinin cebi diye tahmin ettiğim yere soktuğunu gördüm. Bu sefer iki eli birden hareketlendiğinde kulağıma gelen çakmak sesi ile irkilmiştim. Tedirgin bir şekilde hareket eden ellerini izlediğimde yüzüne doğru yaklaştırdığı alevle sigara yaktığını anlamıştım. Elini aleve siper ettiği için sadece siyah kirli sakalının çevrelemiş olduğu orta kalınlıkta olan kırmızı dudaklarını görebilmiştim. Sigarasını ağzına götürdü ve ardından üflediği dumanla yoğun bir sigara kokusu burnuma geldi. Anlamıyordum niye konuşmuyordu bu adam? Ya da niye ışıkları açmıyordu? İçimdeki korku her geçen saniye daha da büyüyordu. Nasıl bir psikopata denk gelmiştim ben böyle ya? Zaten benim şansım da ancak bu kadar olurdu! Normal insanlar bana ne zaman denk gelmişti ki? Sonra düşündüklerimle kahkaha atmamak için sıktım kendimi. Yaptığın şeyler ile normal insanlar nasıl sana denk gelebilirdi ki Nisan? Kendi sonumu kendim hazırlamıştım resmen. Zaman geçmeye devam etti ve ben artan yoğun stres ve korku hissiyle yerimden kıpırdanıp durmuş, dudaklarımı kemirmeye başlamıştım. Karşımdaki adam ise bu sürede hiç istifini bozmamış sigarasını içmeye devam ederken, ucu yanmasından dolayı karanlıkta kırmızı bir noktayı andıran sigara izini ve havaya üflediği gri dumanı durmadan takip etmekten başka hiçbir şey elimden gelmiyordu. "O kapıyı nasıl açtın?" Bir anda odaya yayılan kalın sesiyle engel olamadan yerimden sıçradığımda içimden sıkı bir küfür savurmuştum. Öyle çok gerilmiştim ki o an çıkan sesindeki tınıyı herhalde ömrüm boyunca unutmayacaktım. Tabii yaşayacak bir ömrüm kaldıysa! Sorduğu soruya cevap vermedim. Direkt bu soruyu sormasına şaşırmıştım. Olduğum yerde ona bakmaya devam ettiğimde koca bedenini hareket ettirip masaya doğru eğildi ardından tekrardan eski pozisyonuna geçti. "Tam on dakikadır korkudan dolayı kıvranıyorsun karşımda. Şekilden şekle büründün. Şimdi de büyük ihtimalle hissettiğin yoğun gerginlikten dolayı dudaklarını kemirmeye başladın. Bu kadar çok korkmana rağmen cevap vermeyecek misin bana?" Alaylı gelen sesi kaşlarımı çatmama neden olmuş. Anında alt dudağımı serbest bırakmıştım. Çüş o nasıl göz be?! Aklıma geleni söylememek için dudağımı ısırdım fakat söylemezsem çatlardım. "Gözlerin, bu denli bir karanlıkta bu kadar net görüyorsa eğer üşüdüğümü de anlamışsındır," dediğimde odaya yayılan kısık perdeden gülme sesi, kulaklarımdan akarak bedenimde farklı bir his oluşturmuştu. "Lütfen beni mazur görün Hanımefendi," dedi alayla. "Bu saatte, evime girmek için kırmış olduğun camı takacak birini bulamadım." "Dalga mı geçiyorsun benimle?!" "Sen çok konuşmayı bırak da soruma cevap ver önce!" diye aniden sesini yükselttiğinde ikinci kez yerimden sıçrarken korkuyla olduğum yere sindim. Gerginlikle tırnaklarımı yaslanmış olduğum koltuğun derisine batırdım. Ne saçmalıyordu bu adam? Matkabı görünce anlamamış mıydı yani? Kafamı öne eğerek dudak içimi ısırdım. Dudaklarım bu gerginlikten sağ çıkarsa iyi olurdu çünkü kendime zarar verdiğimde bazen acısını hissetmiyordum bile. "Hadi," dedi sabrı tükenmiş bir sesle. "Dilini yutmadın herhâlde Nisan." Dudaklarından çıkan kendi ismimi duyduğum an, vücuduma elektrik çarpmış gibi kafamı kaldırıp ona baktım. Adımı nerden biliyordu? Titrek bir sesle "Adımı. Adımı da nerden biliyorsun?" diye sorduğumda şaşkınlıktan dolayı kekelemiştim. "Sen hep böyle soru mu soracaksın bana?" Sağ bacağını diğerinin üstüne atıp sandalyede iyice yayıldı. "Ayrıca sadece adını değil senin hakkında çok daha fazla şey biliyorum," diye alaylı bir şekilde devam ettirdiğinde korkumu unutmuş ağzım şaşkınlıktan dolayı öylece açık duruyordu. Beni tanıyordu öyle mi? İçinde bulunduğum durum birdenbire daha da korkutucu olmaya başlamıştı. Büyük bir hata yaparak evine girdiğim ve yakalanmam sonucu hiç düşünmeden silahı kafama dayayan karşımdaki yabancı adam, benim hakkımda çok fazla şey bildiğini iddia ediyordu öyle mi? Peki nerden? Düşündüm... Kafamda yüzlerce değil binlerce soru işareti belirdi. Öyle çok çoğaldı ki, o soru işaretlerinin beynimden akarak avuçlarımda bir göle dönüşeceklerini zannettim. O karmaşıklığın içinde son gücümü kullanarak kendime bir yol bulmayı başardığımda önüme tek bir kapı çıkıyordu. O kapının ardında ise en mantıklı cevap yatıyordu. Acaba Baran'ı yakalayıp zorla her şeyi anlattırmış mıydı? Belki de Baran bu işte beraber olduğumuzu ve bu işi beraber yaptığımızı söylemişti fakat hayır, bütün bunlara rağmen yine de bir açıklık kalıyordu. Karşımdaki adam benim hakkımda çok fazla şey bildiğini söylüyordu. Baran neden ona o kadarını anlatma gereği duysun ki? Fazladan kastı neydi? Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı. Ona Baran'ı sormalıydım fakat anında vazgeçtim bu düşündüğümden. Çünkü bunun akıllıca olmadığını biliyordum. Bütün bu düşündüklerimden emin bile değildim. Belki de düşündüğümün aksine Baran hiç yakalanmamıştı. Belki de Baran garip bir şeylerin farkına varıp gitmişti. Düşük bir ihtimal olsa bile içimde kalan son umudu da tehlikeye atmayacaktım. Kendimi toparlamaya çalıştım. Düz tutmaya çalıştığım sesimle "Nerden biliyorsun?" diye tekrardan sorduğumda "Soru sormayı kes!" dedi anında sert bir sesle. "Ve Nisan, canını seviyorsan eğer sorduğum soruya cevap ver, hemen! Çünkü ben fazla sabırsız bir adamım." Tehditvari ve baskın çıkan gür sesi ile midem çalkalandığında arkamda bağlı olan ellerimi oynatmaya çalıştım fakat nasıl bir düğüm attıysa artık parmaklarım milim oynamamıştı. Hiçbir şekilde kurtulamayacağımı anladığımda karanlıkta pek bir işlevi olmayan gözlerimi ona çevirdim. Fazla inatçı biriydim asla kimseye boyun eğmezdim ama elim kolum bağlıyken karşımda duran adamın huyuna gitsem iyi olacaktı. Ölümden korkmuyordum fakat o benden kat be kat güçlü bir erkekti bunu çok net görmüştüm. Burda, bu ıssız evde yalnızdık. Bana ölümden çok daha kötü şeyler yapabilirdi. İşte bunları asla kaldıramazdım. "Matkabı görmüşsen eğer nasıl açtığımı da anlamışsındır diye umuyorum." İstediği cevabı verdiğimde sesim çatallı çıkmıştı. Soğuktan dolayı ağzımdan çıkan buhar yavaşça karanlığa karıştı. "Kime çalışıyorsun sen? Niye bu eve girdin?" Art arda sorduğu sorularla içime bir rahatlama geldi. Tekil konuştuğuna göre Baran'ı görmüş olamazdı ama bu benim aklımda tekrardan o soruyu ortaya çıkarmıştı. Beni nereden tanıyordu?? Kafamdaki soru işaretlerini yok sayarak karşımda ruh gibi oturan adama bakmayı sürdürdüğümde, "Kimseyle çalıştığım yok," diye cevap verdim soğuktan dolayı titreyen sesimle. "Para için girdim bu eve. O kapıyı görünce de ilgimi çekti, ben de açtım." Söylediklerim bir nevi doğruydu aslında. Sadece para için girmemiştim. Bir süre sustu. Ardından, "Profesyonel bir hırsızsın yani. O derece kamufle edilmiş bir kapıyı önce görüp sonra da açmayı becerdiğine göre," dediğinde sesi son derece durgun çıkmıştı. "Öyleyimdir," dediğimde karanlıktan dolayı net göremesemde karşımdaki adamın o an için gülümsediğine yemin bile edebilirdim. "Çok mu paraya ihtiyacın vardı Nisan?" diye yeni bir soru sordu. "Yok, canım aksiyon arıyordu ondan girdim evine," dedim. Benden daha arsız insan yoktu cidden. İnsan hem bu kadar çok korkup hem de nasıl alaycıl olabilirdi? "Belli oluyor," dedi benim gibi alayla. Bir bacağını diğerinin üzerine attı rahat bir tavırla. "Yalnız sırf aksiyon için canını hiçe sayıp bu eve girmen cesaretten de öte büyük bir aptallık. Seni bu aptallığından dolayı tebrik ediyorum Nisan." Sesi en az benim kadar alaycıl çıkıyordu fakat ardında barındırdığı anlamlar fazla korkutucuydu. Öyle ki sanki her an silahını çıkarıp tek kurşunla canımı alacaktı. "Bana ne yapacaksın?" diye sorduğumda ağzımdan çıkan buharla titremelerim arttı. "Sana ne yapma mı istersin?" diye sorduğunda sesi son derece ciddi çıkarken onu umursamayarak Üşüyorum diye bağırmak istedim ama böyle bir şey söylemek gerçekten çok saçma olurdu. Ben şu an onun gözünde bir hırsızdım. Ama tabii ki dayanamadım. Çünkü neden dayanayım ki? Saçmaysa saçma. "Üşüyorum ben ya," dedim yerimde kıpırdanıp söylenircesine. "Ee n'apabilirim? Kırmasaydın camı," demesiyle gözlerimi devirdim. Anında lafı yapıştırmıştı. Benimle eğleniyordu. Sesinden o kadar çok belli oluyordu ki bu, sinirlensemde bir şey yapacak durumda değildim şu an. "Bak soğuktan nefret ederim," dedim sinirlenmeyi bir köşeye bırakarak. Korku artık adrenalin salgılayarak üşümemi engelleyemiyordu bile. Titriyordum olduğum yerde. "Lütfen, öldüreceksen de bu şekilde değil başka bir yöntem bul. Şu perdeyi çek bari." "Tahmin ettiğimden bile fazla aptalmışsın küçük hırsız?" dedi bu sefer ciddi ve son derece aşağılayıcı bir sesle. "Çekeceğim varsa da çekmem bundan sonra. Bana resmen seni öldüreceğim yöntem şeklini verdin az önce." "Beni öldürecek misin?" diye sorduğumda sesimden akan korku onu bu sefer tatmin etmiş olmalıydı. Oysa sen ölümden korkmazsın Nisan. Hareket eden bedeni ile arkasına yaslandığında "Şu an en iyi seçenek bu gibi duruyor," dedi. "Fakat senin daha iyi bir tavsiyen varsa alırım. Aptal olduğun için eminim ki muhteşem bir seçenek daha sunacaksın ba-" Sözünü tamamlamaması üzerine merakla karanlıkta kalan silüetine baktım. Kolunu hareket ettirdiğinde telefonun yanan ışığı ile kafası aynı saniyede aşağıya düşmüş, ışıktan dolayı kapkara saçlarını görmüştüm. Bu adam bana neden tanıdık geliyordu ya? Nerde görmüştüm ki? Ya da görmüş müydüm? Telefonun ışığı söndü. Tekrardan kafasını bana çevirdiğinde hiç beklemeden hızla yerinden doğruldu, iri bedeninden dolayı korkmuştum. Büyük adımlarla pencereye doğru ilerlediğinde başımı çevirerek hareketlerini izliyordum. Arkası bana dönük olduğu için Ay ışığının vurduğu bedeninde sırtını saran siyah deri ceketi görmemle birlikte gerginlikle nefesimi tuttum, perdeyi hızla çekmesi ile korkudan kalbimden büyük bir gümbürtü kopmuştu. "Napıyorsun?!" diye sorduğumda korkudan dolayı sesim titremişti. Etraf o kadar karanlık olmuştu ki onun silüetini bile göremiyordum. Perdeyi çek diyen dilini sikeyim Nisan! İç sesim kalbimin gümbürtüsü arasında kaybolduğunda yaklaşan adım sesleri ile birlikte sıcak bir nefes saçlarımda hissettim ve o an büyük bir çığlık attım, hızla yerimden kalkamaya çalışmıştım fakat anında bileklerime giden elleri beni engellemişti. "Şşt sakin ol Nisan," dedi yatıştırıcı bir sesle. "Sadece gözlerini bağlayacağım." "Gözlerimi niye bağlıyorsun?! Ayrıca bu şekilde mi gelinir, ödüm koptu be!" diye bağırdım sinirle. "Evime giren bir hırsıza nasıl davranmam gerektiğini hırsızın ta kendisine soracak değilim!" dedi, hızlıca gözlerimi bağlarken korkudan dilimi yutacak seviyeye gelmiştim fakat o dilim nedense durmuyordu bir türlü. "Evin kirlenmesin diye beni başka bir yerde öldürmeye mi götürüyorsun?" diye sordum, hemen ardından burnuma dolan kokusu ve tam kulağımın dibinde hissettiğim sesiyle derince yutkundum. "Biliyor musun? Aptal bir hırsız olmanın yanında fazlasıyla da arsızmışsın." "Benimle düzgün konuş!" dediğimde derin bir sessizlik oluşmuştu. "Sanırım bu cesaretinin kaynağı aptallığından geliyor," dedi ardından sessizliği bozarak. "Evimi soymaya kalktın yetmedi o kapıyı açtın. Şimdi de şu bir türlü kapanmak bilmeyen çenen ile öfkemi her saniye kamçılamaya devam ediyorsun... Sana burada neler yapabileceğimi hiç düşündün mü Nisan?" dedi, tüylerim diken diken olurken derince yutkundum. "Sen çekilsene arkamdan ya," dedim, sesim kedi mırıltısından farksız çıkarken saçlarıma vuran sıcak nefesinin anında kaybolmasıyla bu sefer etrafımdan dolandığını anlamış, koca ellerini ayak bileklerimde hissetmiştim. Ayaklarımı tamamen çözdüğünde bileklerime değen soğuk parmakları tenimi huylandırmıştı. Koluma geçirdiği parmaklarıyla bedenimi sertçe ayağa kaldırdığında soğuktan dolayı kaskatı kesilen bedenime derin bir sızı girerken beni peşinden yürütmesiyle "Nereye götürüyorsun beni?" diye sordum düşmemek için büyük bir güç sarf ederken. Polise mi verecekti? Valla ölüm birinci tercihimiz ama olsun. Hiç duymamış gibi beni çekiştirmeye devam ettiğinde biraz sonra kapının açılma sesini duyarken beni ileri doğru itmesiyle birlikte dışarı adım attığımda bedenime çarpan soğukla çığlık atmamak için dişlerimi sıktım. Sıktığım dişlerim takırdadığında yüzümü bıçak gibi kesen soğukla daha fazla dayanamayarak olduğum yerde dururken rüzgara yönümü çevirmek için bedenimi hızla diğer tarafa döndürmüştüm fakat çarptığım sert beden, ağzımdan refleks olarak "Ay!" diye bir nida çıkmasına sebep olmuştu. O hemen yanımdaydı ve ben muhtemelen büyük bir açıyla dönünce ona çarpmıştım. Burnumun sıcak göğsüne sertçe temas etmesi ile kendimi hızla geriye çektiğimde elini sıkılaştırarak "Yürü," dedi beni tekrardan çekiştirmeye başlarken. "Ya sen beni nereye götürüyorsun?" "Öldürmeye," demesiyle olduğum yerde durdum. Derince yutkundum, karanlığa bakarken. "Gerçekten mi?" "Şu çeneni kapatacak mısın, yoksa ben seni şimdi tek bir kurşunla öldürerek çeneni sonsuza dek kapatayım mı?!" diye sesini yükselttiğinde bedenime çarpan rüzgarın kesilmesiyle önüme geçtiğini anlamıştım. Onu göremesemde kafamı yukarıya kaldırmıştım. "Öldür!" dedim hiç düşünmeden. "Kim olduğunu bilmiyorum ama emin ol zerre korkmuyorum senden." "Öyle mi?" dedi alayla. Hemen karşımdaydı. Ayağımı kaldırıp neresine denk geleceğini hiç düşünmeden sert bir tekme savurabilir sonra da ardıma bakmadan kaçabilirdim fakat burda şu an suçlu olan bendim ve bunu nedensizce yapmak gelmiyordu içimden. Üstelik gözlerim kapalıydı. Atacağım tekme ona isabet bile etmeyebilirdi. İç sesim bile aptallığının cezasını çek ve sonunda istediğini elde ederek öl diyordu bana. Hâk etmiş miydim? "Korkmadığın belli," dediğinde eli sıkıca kolumu tutuyordu. Bedenime vuran rüzgarı kestiği için şu anlık bir şikayetim yoktu olduğumuz pozisyon her ne ise. "Ama Nisan..." Sıcak soluğu üstten saçıma vurduğunda bana doğru eğildiğini anlamıştım. Teninden yayılan hoş koku sinirlerimi fazlasıyla bozuyordu. "...sen beni tanımıyorsun. Çünkü birazcık da olsa tanısaydın eğer evime girip o kapıyı kırmayı bırak, bu sokağın önünden bile geçmeye cesaret edemezdin..." "Kimsin ki sen?" diye sorduğumda kalbimin titrek sesi rüzgarın uğultulu korkunç sesine karışıyordu. "Emin ol bilmek istemezsin," dediğinde yüzüme tekrardan rüzgarı yediğimde beni çekiştirmesiyle bu sefer hızlıca ona uyum sağladım. Çünkü neden sağlamayayım? Çok soğuktu. "Niye ki? Nesin sen?" diye alayla sorduğumda düşük çeneme şaşırmadan edemiyordum. Nisan sen bir kere çok konuşmayı sevmezsin. İç sesim hâklıydı. Ben niye birazdan beni öldürecek olan adamla durmadan konuşmaya çalışıyordum ki? Bir kere ben fazla konuşmayan sessiz bir insandım. Ayrıca çok konuşan insanlara da gıcık kapardım. Galiba korku dilime vurmuştu. Cevap vermedi bunun yerine kulağıma araba kapısının açılırken çıkardığı sese benzer bir ses geldi, kocaman eli kafamı buldu ve beni resmen bir suçlu gibi arabaya soktu. Yan bir şekilde koltukların üzerine düştüğümde ellerim arkadan bağlı olduğu için ilk başta hareket edememiştim. Kapıyı sertçe kapatmasıyla doğrularak oturma pozisyonuna geldim, gelen sesle onun da arabaya bindiğini anlamıştım. Arabanın içi ondan gelen koku gibi kokuyordu ve içerisi sıcacıktı. Buz kesmiş burnumun ucu sızladığında tekrardan beni nereye götürüyorsun diye sormak için ağzımı araladım fakat benden önce söze atılarak "Ev adresini söyle hadi," demesiyle kalakalmıştım. "Beni evimde mi öldüreceksin?" diye sorduğumda, bıkkın bir soluk bıraktığını işittim. "Çok mu meraklısın ölmeye? Düşmedi bir türlü dilinden şu ölüm kelimesi," diye mırıldandı, içeride her saniye artan sıcaklık soğuk tenimi kısa sürede mayıştırmıştı. Derince yutkundum. Buz kesmiş dudaklarımı birbirine bastırdım, böyle bir soru sormasını beklemiyordum. En azından böyle bir ses tonuyla. "Evini soyarken yakalandım. Kafama silah dayadın, kalktığımda polis merkezinde olmam gerekirken karanlık bir odada hem ellerim hem de kollarım sıkıca bağlıydı üstelik girdiğim mahallenin nasıl boktan bir yer olduğunu biliyorum ve tabii senin nasıl pislik biri olduğunu da, normal değil mi?" diye sorduğumda sesim son derece mekanikti. "Pislik?" dedi sorarcasına. "Aptal, arsız ve şimdi de ön yargılı diyeceğim ama ileride olacaklar için sana iyi bir adam olduğum konusunda net bir şey söyleyemem. Hem hırsız birine nasıl davranılmasını bekliyorsun ki? İnsanların evlerini soyarken, aklında yakalanırsam eğer en fazla polise verilirim diye aptalca bir düşünce mi vardı cidden?" İyi konuştu Nisan. Bütün bu söylediklerinden aklıma takılan tek bir şey vardı. İleride olacaklar için. Yüzümü koltuğa bastırdığımda şakağımı koltuğa sürtüyordum, amacım gözlerimdeki bezi çekmekti ama tabii ki de bir işe yaramamıştı. "İleride olacaklar için derken neyi kastettin?" diye sordum. "Ev adresini söyleyecek misin artık?" dedi sabırsız bir sesle. "Sen önce benim soruma cevap ver!" "Bu gece yürek yedin herhâlde," dedi alaylı bir sesle. "Ya da ben sana fazla iyi davrandım." Arabanın durduğunu anladığım bir vakitte, "Gözlerini o şekilde açamazsın," demesiyle çok yakınımdan gelen sesi ve saçlarıma vuran sıcak nefesiyle kafamı hâlâ sürtüyor olduğum koltuktan hızla geriye çektiğimde kalbim hoplamıştı. Geri zekalı gibi gözlerimi açacağım diye onun oturduğu koltuk kenarına beş dakikadır kedi gibi kafamı sürtüyordum. Bana baktığını hissederken ne yapacağımı bilemeyerek dudaklarımı araladım fakat konuşmama fırsat vermemişti. "Bir daha sormayacağım!" dedi sertçe. "Ya hemen ev adresini verirsin ve ben seni evine bırakırım, ya da şimdi arabadan inerek kollarını ve gözlerini çözmeden seni direkt aşağıya atarım. Henüz bu mahalleden çıkmadık. Boktan olduğunu kastettiğin bir yerde başına gelecekleri de sen düşün artık," diye devam ettirdiğinde söylediklerinden çok sesinden korkmuştum. Ciddi miydi bu adam? Onun evine girmiştim. Camını kırmıştık. Üstelik içini göremesemde o kapıyı açmıştım. Beni suçüstü yakalamasına rağmen polise bile vermiyordu. Gerçi tekin biri olmadığı belliydi. İlk yakaladığında bırak polise vermeyi, beni gerçekten öldüreceğini bile düşünmüştüm. Şimdi hiçbir şey olmamış gibi bırakıyor muydu yani? Kafamda milyonlarca soru işareti oluştu fakat yüzünü göremediğim adamın sabırsız çıkan sesiyle bu soru işaretlerini düşünecek bir vaktim yok gibi duruyordu. Her ne kadar ona inanmasam da yine de beni bırakacağını söylüyorsa eğer bu fırsatı tabii ki de değerlendirecektim fakat ona gerçekten de evimi söyleyecek kadar da salak bir insan değildim. Boğazımı temizleyerek benim evime birkaç sokak uzaklıkta olan başka bir adres verdim, bir süre sonra araba tekrardan hareket ederken sesimi çıkarmadan arkama yaslandım. Araba hiç sarsılmadan kaç dakika olduğunu bilmediğim bir süre de yol almaya devam ederken içerisi iyice sıcak olmuştu. Ne kadar tetikte olsamda arabadaki sıcak hava üşüyen kaslarımı gevşetmiş şimdi de uykum gelmişti. Üstelik araba çok rahat ve konforlu duruyordu, gözlerim de bağlıydı bütün bunlara karşılık her an uyuyabilirdim fakat kendime engel olmalıydım. Bu adamın bana ne yapacağı belli olmazdı. Kızım sen hırsız olarak yakalandın ve hiç bilmediğin bir adamın arabasındasın uyku nasıl aklına gelebilir? İç sesim cidden hâklıydı. Bedenimden stres akıyordu ve ben stresli olduğum zamanın dışında bile çok büyük uyku problemleri çeken bir insandım fakat anlayamadığım bir şekilde deli gibi uykum geliyordu. Uyumamak için direndiğimde aklıma beni tanıdığını iddia ettiği cümleler düştü. Gerçekten beni nerden tanıyordu? Asıl ilginç olan şeyse Baran'ın masada bıraktığı fotoğrafını gördüğümde bana da yabancı gelmemesiydi. Ceren gelmeseydi eğer inceleyecektim ben o fotoğrafı! Daha fazla dayanamadığımda kafamı kaldırıp düz tuttuğum bir sesle "Kimsin sen?" diye sorarak arabadaki sessizliği bozmuştum. Cevap vermedi... Ben de ısrar ederdim o zaman. "Cevap vermeyecek misin? Nerden tanıyorsun beni? Gözlerimi niye bağladın?" Bu sefer art arda sorduğumda "Bunlar cevaplayacağım sorular değil," dedi kısık perdeden gelen bir sesle. Dişlerimi sıktım istemsizce. Umursamaz ve alaylı çıkan sesi sinirimi bozuyordu. "Cevaplayacağın sorular ne o zaman?! Söyle de onları sorayım!" diye sesimi yükseltmiştim. "Seni bırakacağım dedim diye şimdi de korkun aptallığının arkasına saklandı herhâlde. Fazla konuşuyorsun. Şu sesini kıs!" dedi sert bir sesle. Hemen ardındam araba durmuştu. Yanımda bulunan kapı açılınca istemsizce irkilmiş kafamı hızla o tarafa çevirmiştim. Kolumda tutup dışarı çıkardığında soğuk havayı bedenimde tekrardan hissetmemle ağzımdan memnuniyetsiz bir mırıltı çıkmıştı. Arabadan niye çıkmıştık ya? Bedenimi öne doğru ittiğinde bağlı olan ellerimde parmaklarını hissedince "N'apıyorsun?!" diye çıkıştım titrek bir sesle. "Söylediğin sokaktayız. Ellerini çözeceğim." Parmakları bileğime tüy gibi dokunduğunda huylanmıştım. İpleri tam çözmeyerek hafifçe gevşettiğinde bileklerime giren ağrı yüzünden inlememek için dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Birden iki omzumdan çekilip sırtımı sertçe göğsüne yapıştırdı, gözlerim kocaman açıldı. Sert sakalları hafifçe yanağıma temas ettiğinde kalbim korkudan dolayı hızla çarpmaya başlamış, donup kalmıştım. "Motor sesini duyana kadar sakın gözlerini açma. Gerçi senden pek beklemiyorum ama sen yine de uslu bir kız ol tamam mı?" Kulağıma vuran fısıltılı sesi ile kalbim göğüs kafesimi parçalayacakmış gibi çarpmaya başladı, derince yutkundum. Dudakları neredeyse kulağıma değmişti. Sıcak vücudundan tıpkı arabadaki gibi hoş bir koku yayılıyordu ve böyle yakın temasta olması fazlasıyla korkutmuştu beni. Kendime gelmeye çalışarak kafamı belli belirsiz salladığımda kendini geriye çekmesiyle rahat bir nefes almıştım. Sessiz sokakta yankılanan adım sesleri ile ellerimi hareket ettirip bileklerimde sallanan ipi tamamen çözdüğüm sırada kulağıma motor sesi gelmişti. Hızlı bir şekilde elimle kafamdaki bezi çıkarıp arabaya baktım fakat o çoktan uzaklaşmıştı benden. Acıyan bileklerimi ovalayıp etrafımı incelediğimde gördüklerimden dolayı gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı. |
0% |