@esraslnn
|
Başlamadan önce yıldıza bassan çok güzel olur. Keyif okumalar.
The Police ' Every Breath You Take
Şu an adresini verdiğim sokağın tam ortasında, bir sokak lambasının yansıttığı sarı ışığın altında duruyordum. Bedenime çarpan sert rüzgarı engellemek adına kapüşonlumun zincirini çektiğimde ileriye doğru bir adım attım fakat ayağımın bir şeye takılması sonucu duraksayarak kafamı öne eğmiştim. Siyah sırt çantam ayaklarımın hemen dibindeydi.
Çantama baktım öylece, ne düşünmem gerektiğini bilememiştim. Kafamdaki soru işaretleri çoğalarak milyonlara ulaştı ve ağırlığı öyle çok çoğaldı ki, başımda bir ağırlık yaptı. Neydi şimdi bu? Beni sırf tanıdığından dolayı mı bırakmıştı? Kafama dayadığı silahla ben gerçekten beni öldüreceğini düşünmüştüm. O olmadı polise falan verirdi... Ama o beni bırakmıştı. Neden? Kim bir hırsıza acır ve sonra da hiçbir şey yapmadan bırakırdı? Peki ya bir oyunsa.
İçime yeni yeni yerleşen şüpheleri niye atamıyordum. Kafamda bir şeyler yerine oturmuyordu. O adam kimdi Allah aşkına?! Her şey çok saçma ve fazla anlamsızdı. Sanki uzun bir rüya görmüş gibiydim. Etrafıma baktım. Karanlık sokakta bir kişi dahi yoktu. Bu yüzden etraf fazla ıssız ve ürkütücü görünüyordu. Sahi saat kaçtı?
Kolumu sıyırıp saatime baktım. 12:05
Bütün bu olanlar bir buçuk saatte mi yaşanmıştı? O adamla buraya gelmem en az yarım saati almıştı. Demek ki ben bir saat civarı baygın kalmıştım. Kim bilir bu saat aralığında neler olmuştu. O adam Baran'ı görmemişti bu konuda içim rahattı fakat Baran benim yakalandığımı görünce ne yapmıştı? Üstelik diğerlerine şimdeye kadar kesin haber vermiştir ve Ceren kim bilir ne durumdaydı. Sıkıntıyla ellerimi saçlarımdan geçirip bir soluk bıraktım. Düşünmeyi bırakmalıydım. Daha fazla endişelenmemeleri için yerdeki çantamı sırtıma attığımda koşturarak eve ilerlemeye başladım.
İki sokağı on dakika gibi bir sürede aştığımda nihayet evimi görüş alanıma girmiş ve ben adımlarımı yavaşlatıp sakince yürümeye başlamıştım. Koştuğumdan dolayı nefes nefeseydim. Yol boyunca olacaklardan dolayı o kadar çok gerilmiştim ki kalbim artık işlevini yitirmiş gibiydi. Oysa şimdi evde hiçbir ışığının açık olmaması sadece kaşlarımı çatmama sebep olmuştu.
Bahçe kapısından girip eve yaklaştım. Cebimdeki anahtarı çıkarıp kapıyı açtığımda tedirgince içeriye girdim. Işığı yaktım ve tek tek odalara göz gezdirdim fakat hiç kimse yoktu.. Aklıma telefonum gelince sırtımdaki çantayı yere indirdim. Bütün bölümlerinin içine baktığımda nihayet ön yüzünde görmüştüm. Kapanmış olan telefonun açma düğmesine basarak gergin bir şekilde alt dudağımı kemirmeye başladım. Telefon açıldığında önüme, Baran'dan yüzlerce arama düştü. Şaşkınlıkla telefona baktım. Hiçbir şey anlamıyordum. Evde de kimse yoktu.
Yoksa hep birlikte o adamın evine mi gitmişlerdi?
İç sesimle içime büyük bir korku yayıldı. Olamazdı değil mi böyle bir şey? Hızla kafamı iki yana sallayıp Baran'ı aradım. Telefonu kulağıma götürür götürmez açıldı. "Nisan! Nerdesin?!"
Kulağıma çarpan gür sesiyle yerimden sıçrarken kısık bir sesle "Evdeyim," dediğimde bekle geliyorum diyerek telefonu kapattı anında. Bir süre kapanmış olan telefonuma baktım.
Neler oluyordu?
Elimdeki telefonu cebime atarak gergin bir şekilde salonun ortasında gidip gelmeye başladığımda olduğum yerde hızla durarak ellerimi yüzüme kapattım. Çıldıracaktım. Beynimde biriken soru işaretleri ve kalbimde hâlâ hakimiyetini süren korku ile nefesim kesiliyordu ama beni en çok korkutan şey Ceren'in öğrenme olasılığıydı. Bir tek Baran'ın sesini duymuştum telefondan fakat ya diğerleri de yanındaysa?
Odada yankı yapan zil sesini duyduğum an kapıya doğru fırlamıştım, hızla kapıyı açarken karşımda Baran'ı görmüştüm. Baran yüzüme baktı, baktı ve baktı. Sonra aniden beni kolları arasına çekerek sıkıca sarıldı, titreyen ellerimi beline sardım. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki sanki günlerce dayak yemişti.
"Sen bana kafayı mı yedirteceksin fındığım?" dedi bana sıkıca sarılırken. "Neden telefonun kapalıydı? Kaç saattir seni arıyorum! O Allah'ın belası mahallede başına bir şey geldi diye ne kadar çok korktum haberin var mı senin?!"
Söyledikleri ile kaşlarımı çatmıştım. Çünkü hiçbir şey anlamamıştım. Baran benden ayrıldığında elleri iki yanımdan kollarımı tuttu. Endişeli bir şekilde gözlerime baktığında ben anlamamış gibi onun yüzüne bakarken gözleri giderek sinirli bir hale bürünmüştü. "Neden eve geldiğini söylemedin? Attığın mesajdan sonra telefonuna bir türlü ulaşamadım. Şu bir buçuk saatte ne hâle geldim ben biliyor musun sen?!"
Öfkeli çıkan sesiyle sıkıntılı bir şekilde Baran'a baktım. Dediklerinden hiç bir şey anlamıyordum. Ne mesajından bahsediyordu? O evde yakalanmıştım ve o adam kafama silah dayayıp belki de beni öldürecekti. "Baran ne dediğini anlayamıyorum."
"Ne diyorsun kızım sen? Mesaj attın ya bana," dedi, ellerini hızla üstümden çekerek salona ilerledi.
Ardından gittiğimde Baran koltuğa oturmuştu. Ona doğru ilerledim hızla. "Ne mesajı, ne eve gelmesi? Neyden bahsediyorsun sen Baran? Ben yak-"
Salonda aniden yankı yapan telefonumun sesi ile gergin olacağım ki kalbim yerinden hopladığında cümlem yarıda kalmıştı. Elim cebime gittiğinde Baran'ın gözleri bu sırada bana dönmüştü. Kafamı eğerek telefonun ekranına baktım, telefon hızlıca kapandı ardından üst panele okuyabileceğim bir şekilde bir mesaj düştü.
0536...
Baran denen o pezevenk yanındaysa eğer belli ettirmeden uzaklaş hemen oradan, sonra da telefonunu aç.
Ne?
Birdenbire ellerim buz kestiğinde telefonun tekrardan titremesi ile aynı numarayı gördüğümde şaşkınlıktan dolayı az kalsın telefonu elimden düşürüyordum.
"Kim?"
Korkuyla Baran'a baktım. O sırada yalnızca elim değil bedenim de titriyordu. Baran'ın sorgulayan bakışlarına karşılık derince yutkunduğumda normal tutmaya çalıştığım sesimle "Bir dakika," diyerek onu bırakıp hızlıca çıktım salondan.
Koşar adım odama girdiğimde kapıyı ardımdan kapattım. Sırtımı kapıyı yasladığımda derince yutkundum ve hâlâ ısrarla çalmaya devam eden telefonu açıp kulağıma götürdüm. "Sen..." dediğimde sanki ciğerlerime çektiğim nefes boğazımı tıkamıştı.
O baştan beri Baran'ın farkındaydı öyle değil mi?
"Hâksızlık etmişim ben sana ya. Sandığımın aksine gayet akıllı biriymişsin sen. Bak hemen de anladın benim olduğumu," dedi. Sesi boğuk geliyordu fakat oydu işte. Sesini nasıl unutabilirdim ki?
"Ne istiyorsun?" diye sorduğumda sesim son derece ruhsuz çıkarken burnumdan derin bir soluk bıraktım.
"Ne isteyebilirim ki senden?" diye sordu.
"Şu alaycıl tavırlarını kes!" dedim istemsizce öfkeyle bağırırken. "Baştan beri Baran'ın farkındaydın değil mi?" diye sorduğumda sesim bir kayanın sertliğine bürünmüştü.
Benimle resmen eğlenmişti.
"Gerçekten..." dedi alaylı tavrını korurken. "...çok akıllısın. Bu kadarını beklemiyordum senden," diye devam ettirdiğinde derin bir nefes aldım sinirle. Derdi, tamamen evine girmem miydi bilmiyordum ama bilerek yapıyordu beni sinirlendirmek için.
"Nasıl anladın yalnız olmadığımı?" diye sorduğumda sinirimi bir kenarıya bırakmış mantıklı düşünüp mantıklı kararlar vermek istiyordum fakat bir yandan da hissettiğim büyük korku engel oluyordu bütün bunlara.
Cevap vermesini beklediğim saniyelerde Baran'ın yüksek çıkan sesini işittim kapının ardında. "Nisan! Telefonu sırası mı şimdi kızım nereye gittin?!"
Korkudan dolayı gözlerim büyüdüğünde panikle arkamı döndüm fakat beni karşılayan şey yalnızca kapattığım kapıydı. "G-eliyorum Baran!" diye bağırdığımda kapıyı kilitleyerek hızla uzaklaştım kapıdan.
Pencerenin dibine girdiğim sırada onun kalın sesini işittim telefonun ardında. "İş birlikçin seni çağırıyor ha," dediğinde gözlerim tül perdeden bahçeye takıldı. Yeni büyümeye başlayan portakal ağaçlarımdan başka karanlıkta hiçbir şey görünmüyordu.
"Bak derdin ne bilmiyorum ama beni bu şekilde arayamazsın!" dedim, telefondan hafif bir gülme sesi gelirken tüylerim ürpermişti.
"Doğru söylüyorsun benimde işim vardı zaten. Söyleyeceklerimi söyleyip kapatacağım," dedi. Ağzımı aralamıştım ki hızla konuşmasına devam etti.
"Şimdi!" dediğinde sesindeki o alaycıl ton anında yok olurken yerini alan otoriter ve emrivaki ton kalbimde yeni bir korkunun tohumlarını filizlendirdi. "Kulaklarını açıp benim iyi dinle Nisan. Söyleceğim şeyleri iyice aklına kazı ki unutmayasın... Birincisi o iş birlikçin olacak piçe hiçbir şey söylemeyeceksin. İkincisi ne kadar denediysen de o kapıyı bir türlü açamadın. Baran denen o piç benim geldiğime dair mesaj atıp seni uyardığında ise sen ona çoktan arka taraftan çıktığına dair bir mesaj attın bile. Yani kısacası bana hiç ama hiç rastlamadın tamam mı?"
Üst üste söyledikleriyle gözlerim şaşkınlıkla açılmış, elime vuran titreme yüzünden telefonu düşürmemek için sıkıca tutuyordum. Cevap vermeden olduğum yerde donarken bakışlarım tül perdede sabit kalmıştı. "Sen akıllı bir kızsın öyle değil mi Nisan? Az önce bana bunu ispatladın," dedi.
Şaşkınlıktan dolayı yalnızca "Ne?" diyebilme gücünü bulmuştum kendimde. Oysa tehditvari gelen sesiyle vermek istediği uyarıyı çok net anlamıştım.
Tekrardan bir sessizlik oluştuğunda "Neyse," dedi sıkılmış bir ses tonuyla. "Meşgul olmasaydım eğer inan sana eşlik ederdim. Artık şaşkınlığını da kendi kendine yaşarsın. Benim şimdi kapatmam gerekiyor, nasıl olsa her şeyi en iyi şekilde anladığını varsayıyorum, küçük hırsız!" diye devam ettirdiğinde ağzımı açmama bile fırsat vermeden telefonu kapatmıştı.
Telefonun kapanması ile donmuş bir heykel gibi bakakaldım karşımdki perdeye. Korkunun verdiği hissiyatla derince yutkundum. Nasıl bir olayın içine düşmüştüm ben böyle? O, az önce beni cidden aramış ve üstü örtülü bir şekilde beni tehdit etmişti. Neden? Sırf Baran'a onu gördüğümü söylememek için. Bu karşıma yeni bir soru çıkarıyordu ve o soru aynıydı. Neden?
Telefonu kulağımdan çekerek bahsettiği mesaja baktım fakat telefonda Baran'a atmış olduğum herhangi bir mesaj yoktu. Mesaj kutumda Baran'a ait tek bir mesaj vardı. O da Baran'ın adamın geldiğine dair bana attığı mesajdı. Elimi yumruk yaparak sertçe bacağıma vurdum. Baran'ın attığı mesajını görmemiştim çünkü o kadar salaktım ki sırf kapıyı açacağım diye telefonumu umursamadan elimden bırakmıştım ve sonra da onu unutmuştum.
Sıkıntıyla ellerimi başıma yasladığımda kafamdaki sızıyla yüzümü buruşturdum. Her şey çok hızlı gelişmiş eve gelince kafamda bulunan yaraya bakmak aklımdan bile geçmemişti. Baran'ın uğultu gibi çıkan sesini duyunca kendimi toparlayıp küçük lavabonun üstünde bulunan aynaya yaklaştım. Çarptığım yere baktığımda alnımla saçımın bitiş noktasında çok ufak beyaz bir bant olduğunu gördüm. O an ne düşüneceğimi bilememiştim. Hatta gülesim bile gelmişti. Baygın olduğum vakitte yarama bakmış olmalıydı. Önce tedavi edip sonra da beni buz gibi bir odada bırakması fazla komikti.
Ufak bantı çekerek aldığımda büyük bir hasar olmadığını gördüm. Hafifçe şişmiş, çizgi gibi duran kesiğin üstü kan toplamıştı. Saçımın dibinde olduğu için de zar zor görünüyordu. Baran bu yüzden farkına varmamış olmalıydı.
Yüzümü soğuk suyla yıkadığımda cayır cayır yanan yüzüme iyi gelmişti fakat içim bir yanardağ gibi fokur fokur kaynıyordu sanki. Yüzümü kuruladım. Saçımı iyice önüme getirip kafamdaki yarayı gizledim ve kendimi telkinleyerek Baran'ı daha fazla bekletmemek için odadan çıktım. İçeri girince yüzüme yeni bir maske taktım ve sakince Baran'ın yanına oturdum.
Baran'ın gözleri bana döndü. "Kiminle konuşuyordun sen? Farkında mısın bilmiyorum ama bizim burda daha önemli sorunlarımız var," dediğinde ne söyleyeceğimi bilemeyerek duraksadım bir süre fakat bu çok kısa süreli bir duraksamaydı.
"Şey... Ceren! Ceren'le konuşuyordum. Bugün evde değil ya belli ki kontrol etmek için aramış beni. Açmasaydım buraya kadar gelirdi sen de biliyorsun huyunu."
Yanak içimi ısırdım. Neden böyle bir şey yapmamı istediğini anlamamıştım fakat Baran'ı olaya dahil etmeyi hiçbir şekilde göze alamazdım zaten. O adamın tehdit dolu sesi hala kulaklarımda çınlıyordu.
"Bu akşam Ceren'in evde olmaması gerçekten büyük bir şans," dedi Baran derin bir soluk bırakırken. "Senin bir de böyle bir şey yaptığını öğrenseydi sadece seni değil hiç şüphesiz bu sefer beni de öldürürdü."
"Abartma Baran," dedim gülümsemeye çalışarak. "Sadece bir saatliğine haber alamadık birbirimizden."
Bunu söylemem üzerine Baran elini uzun saçlarından geçirdiğinde sinirin hakim olduğu kara gözlerini bana çevirdi. "Aynen sadece bir saat!" dedi alayla karışık sinirli bir sesle. "Nisan bizim yaptığımız işler normal şeyler değil hani bilmem farkında mısın? Bütün bunları geçtim biz sıradan bir mahallede değildik. Ben seni orada beklerken sen aniden bana mesaj atıp arka taraftan çıktığını söylüyorsun ve ben bir daha asla sana ulaşamıyorum. Eve gideyim diyorum sonra o adamın az önce yanımdan geçip gittiğini ve şu anda kendi evinde olma durumu aklıma düşüyor. Ben ne bok yiyeceğimi şaşırıyorum sonra. Mahallede her yerde seni aramaya başlıyorum. Endişeden geberiyorum. Bulamayınca da son çare acaba bizimkilere söylesem mi diye düşünüyorum ama o da olmaz çünkü Ceren'i geçtim Oktay öğrenirse eğer neler olacağına dair korkunç ihtimaller kafamda beliriyor."
Başka sorular sorabilirdim fakat bunun yerine "Baran biraz sakin olur musun?" dedim.
"Ne sakin olacağım ya?!" dedi patlar gibi bir öfke ile. Çıkan yüksek sesinden dolayı korkmuştum. "Kafana göre işler yapmaktan vazgeç. Sana çıkalım dedim. Neden telefonun kapalıydı senin? Eve nasıl geldin?" diye bu sefer üste üste sorular sorduğunda gerginlikten eriyecektim koltukta.
Gözlerimi kara gözlerinden kaçırarak, kucağımda birleştirdiğim ellerime baktım. Ne diyacektim ben şimdi? İyi bir şey uydurmalıydım kesinlikle. O aptal herif madem bütün bunları yapacak kadar zekiydi o zaman Baran'a ne cevap vermem gerektiğini de söyleseydi bari. Tırnaklarımı koltuğa batırdım. Off! ne saçmalıyordum ben cidden ya? Bir iki kere yutkunduğumda aklıma gelen şeyle sırtımı dikleştirerek ona baktım.
"Ya tamam hâklısın ama ben de ne yapacağımı şaşırdım. Sonuçta sen bana adamın geldiğine dair mesaj attın ben ön taraftan nasıl çıksaydım? Sen olsaydın sen de aynısını yapardın. Mantıklı olanın bu olduğunu sen de biliyorsun Baran. Sadece fazla sinirlisin," dediğimde üst üste yutkundum. "Evet telefonum kapalıydı. Çünkü... Çünkü şarjı bitti! Ben sana o mesajı bile zar zor attım. Arka taraftan çıkmayı başardığımda koşarak başka bir sokağa girdim. Sonra da o panikle yönümü kaybettim. Ki zaten yabancısı olduğum bir mahalleydi, normal değil mi?"
Aferin Nisan mükemmel bir yalancısın. Devam.
Ayağa kalkarak beni alkışlayan iç sesimi duymazdan geldim. "E haliyle üstüne bir de telefonumun şarjı da bitince ben senden daha çok panikledim sırf sana yerimi söyleyemiyorum diye. En son işte mecbur bir saat civarı yürüdüm korka korka. Allah'tan erken saatlerdi de bir şey olmadı. Mahalle çıkışında nihayet bir taksi bulduğumda eve gelir gelmez telefonun şarjı dolacak derken ancak seni arayabildim..." Sözümü bitirdiğimde nefes nefese kalmıştım. Derince bir soluk aldım. Bence oldukça mantıklı bir yalandı. Bu kadarını ben bile kendimden beklemiyordum açıkcası!
Sen mi beklemiyorsun kendinden, utan be!
Söylediklerim ile Baran hiçbir tepki vermese de "İyi misin peki?" diye sordu kısık bir sesle. "Sana bir şey olmadı değil mi?"
"Yok valla bir şey olmadı," dedim hızla söze girerken. Oysa maskemin ardında yüzümde korku dolu gerçek bir ifade yatıyordu. "Dediğim gibi hepsi bundan ibaret. Erken saatlerdi. Şanslıydım cidden."
"Peki," dedi derin bir soluk bırakarak. "Şu siktiğimin telefonunu bir daha şarja takmayı unutma," diye mırıldandığında "Naptın? O kapıyı açabildin mi?" diye sordu bu sefer.
"Hayır açamadım," dedim yalan atarak. Sonra da o kapıyı açmama rağmen içini göremediğim için üzüntülü bir ifade oluştu yüzümde. "Aslında biraz daha deneseydim olacaktı da işte mesajını görünce mecbur çıkmak zo-."
"Hay Allah'ım Yarabbi'm ya!" dedi Baran sinirden gülerek sözümü keserken.
Gözlerimin içine baktığında "İçinde kaldı değil mi?" diye sordu gergin bir şekilde sırıtırken. "Sen şimdi gözümün önünde meraktan dolayı orta yerinden çatlar sonra da dayanamayarak yarın yine gidelim falan dersin bana."
"Yok demem," dedim hızla kafamı iki yana sallarken. "Valla demem. Ben bu gece ciddi anlamda korktum yaşananlardan ötürü. Gerek de yok zaten, Ceren öğrenirse beni öldürür."
"Bak bunu doğru dedin işte." Baran masanın üzerinde bulunan telefonunu eline aldı. Sonra gözlerime baktı. "Hatta bu gece yaşananlardan hiç kimseye bahsetmeyelim. İkimiz arasında bir sır olarak kalsın. Gerek yok şimdi durduk yere ortalığı kızıştırmaya. Öğrenirlerse ikimiz açısından da fena olur."
"Bence de," dedim onu onaylayıp rahat bir nefes verirken. Arkama yaslandım. "Bu gecenin hiç yaşanmadığını farz edelim."
♟️
Dişlerimi sertçe alt dudağıma geçirdim. Saçmalıyordum, ciddi anlamda beni bir nevi eve bırakmıştı. Niye tekrar gelsin? Ayrıca evimi bile bilmiyor. Saçma kuruntularımı bir kenara bırakmalıydım hemen.
Terleyen alnıma yapışan saçlarımı geriye çekerek odama girdim. Ve korka korka perdeyi sonuna kadar çekerken üstümü değiştirdim. Duş alsam iyi olacaktı lâkin bu saatte götüm yemiyordu açıkcası. Dişlerimi fırçalayıp yatağa girdiğimde ışığı ilk defa kapatmadım. Fazla mı diken üstündeydim? Ben ne zaman böyle korkak olmuştum ya?
Hızlıca üstümdeki yorganı attığımda oturur pozisyonuna geldim fakat düşündüklerimle yine bedenimi bir tedirginlik bastı. O adam bana hiçbir şey çaktırmayarak bir nevi oyun oynamış üstüne beni tehdit etmişti. Neden sadece beni yakaladı ya da neden Baran'ın olanları bilmemesini istedi?
Aklımda o kadar çok soru işareti vardı ki sanki bu sorular beynimi zorlayarak birazdan önüme akacak gibiydi. Başım düşünmekten ağrımaya başlamıştı tekrardan.
Komodinin üzerinde duran telefonuma uzanarak numarasına baktım. Bir süre yabancı numarayı incelediğimde aniden kafamın üstünde bir lambanın yanmasıyla numarayı AA diye kaydettim hemen. Ardından WhatsApp uygulamasına girdiğimde kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Heyecanlı bir şekilde profiline girince yüzüm anında düştü. Fotoğraf falan yoktu. Elimle kafama vurdum sonra. "Aptal Nisan. Adam, gözlerini bağlayıp bıraktı seni. Bunu mu düşünmeyecekti?"
Oflayarak telefonu komodinin üzerine bıraktım ve bu gece uyuyamayacağımı bildiğim için yorganın altına girmeden önce bir tane uyku ilacı aldım.
♟️
"Ay neyine bu kadar panikliyorsun anlamıyorum Eren. Sonuçta bir kıza hediye alıyorsun ve seçeneklerin çok daha fazla. Ceren sırf Murat'a farklı bir hediye alacağım diye her sene kendini paralar."
"Yanılıyorsun Nisan," dedi Simay karşı masadan elinde boşlarla bize doğru gelirken. Kafede sadece iki müşteri vardı. "Ne kadar çok seçenek olursa o kadar çok kararsız kalırsın. Kadınlar için öyle mi?" İkimizin yanında durdu. Gözleri Eren'e döndü sonra. "Pelin gider alır bir tane kravat, o olmadı saat, o da mı olmadı bir çift spor ayakkabı ile oldu bitti bu iş. Zaten bu malı kandırmak çok kolay. Erkekler zaten genel olarak saftiriktir kızım. Pelin iki öpücük buna verse götü başı ayrı oynar bunun, hediye aklına bile gelmez."
Ben sırıtırken Eren, "Bu son derece cinsiyetçi söylemlerini duymadığımı farz etsem de diğer konuda hâklı kız," dedi bana bakıp aramızdan geçerek mutfağa giden Simay'ı işaret ederken. "Ben zaten karar veremediğim için alamıyorum. Bir de tıpkı Ceren gibi farklı bir şey olsun istiyorum."
Eren'in üç gün sonra kız arkadaşının doğum günüydü. Nasıl bir hediye alacağını bilmediği için ben ve Simay'dan tavsiye alıyordu.
"Farklı olmasını istiyorsan eğer alacağın hediyenin daha özel, ne bileyim daha manevi bir şeyler olmasına yoğunlaş o zaman Eren. Yani benim doğum günümde bana biri parasal değerinden çok manevi değeri yüksek olan bir hediye alsaydı açıkcası benim çok daha fazla hoşuma giderdi. Eminim Pelin'in de hoşuna gidecektir."
Eren elinde bulunan tepsiyi önündeki masaya bırakarak bana yaklaştı. İki elini sandalyeye yasladı ve kafası karışmış gibi yüzüme baktı. "Aslında haklısın ama ben o manevi değeri olan şeyi nasıl bulacağım şimdi?" Kumrala yakın saçlarını her zamanki gibi düzenli bir şekilde taramıştı. Hafif kemikli yüzüyle yakışıklı bir çocuktu Eren.
Dediğiyle bilmiyorum der gibi elimi kaldırdım. "Orasını da bilemem artık. Siz sevgilisiniz elbet bir şey bulursun."
Sıkıntıyla ofladı. "Umarım iyi bir şeyler bulurum Nisan. İlk defa doğum gününü kutlayacağım." Yakın bir zamanda sevgili olmuşlardı ve Eren'in çok aşık olduğu da belliydi.
Kısaca "Bulursun bulursun," dediğimde Eren geri işine dönerken önüme düşen saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırıp masanın üstündeki boşları toplayarak mutfağa ilerlemiştim ben de.
O gecenin üstünden tam 5 gün geçmişti. İlk üç gün boyunca sürekli diken üstünde dolaşsamda bir süre sonra alışmış ve bugün bir önceki güne göre biraz daha rahat sayılırdım. Tabii Baran'ın dediği gibi bir ara meraktan çatlasam dahi yine de sorgulamamıştım bazı şeyleri. Gerek yoktu. Ne de olsa beklediklerim gerçekleşmemiş ve Ceren ile aramı zor düzeltmiştim. Tekrardan yeni bir aksiyona girmek saçma olurdu zaten.
Elimdeki boşları mutfak tezgahına indirdiğimde mor önlüğümü çekiştirip düzeltirken bir yandan hız kesmeden içeriye giriyordum tekrardan. Saçlarımı omzumdan geriye doğru attığım sırada Simay'ın koşturarak daha yeni masaya oturan esmer adamın yanına gittiğini görünce bıyık altından güldüm. O sırada Eren tepsiyle yanımdan geçerken bana doğru eğilmişti. "Koşarken az kalsın ayağı takılarak adamın üzerine uçuyordu geri zekalı," dedi gülerek. "Bir de biz erkeklere laf söylüyor. Hayır Pelin en azından beni öptüğünde benim götüm başım oynuyor. Peki ya bu?! Herifin tek bakışıyla bir bayılmadığı kalıyor enayinin."
"Laf söyleme kıza," dediğimde gülerek gözlerimi çektim ondan ardından yeni müşterilerin gelmesiyle hızlı bir şekilde masaya oturan çifte doğru ilerledim. Siparişlerini çabucak aldığımda tekrar mutfağa girip siparişleri içeridekilere verdim ve sonra da dinlenmek için dirseklerimi geniş tezgaha yasladım.
"Nisan? Şu adama kahvesini götürsene."
Arkamdan Simay'ın durgun sesini işittiğimde dirseklerimi tezgahtan çekerek ona dönmüştüm. Az önceki neşeli hâlinin aksine suratı beş karıştı. Kaşlarımı çattım, ne olmuştu? Yoksa o kaba adam bir şey mi söylemişti kıza?
"Simay. Ne oldu sana?"
"Ben diğer müşterilere bakacağım," dedi ve ağzımı açmama fırsat bile vermeden mutfak tezgahında hazırlanmış olan kahveyi gösterek hışımla çıktı kapıdan.
Açık olan dudaklarımı birbirine bastırarak tezgahta duran kahveye baktım. Ne olmuştu şimdi?
"Bakmaya devam mı edeceksin? Kahve soğudu Nisan, bir daha yapmam." Bakışlarımı mutfak bölümünde çalışan Tuncay'a çevirdim. Ocağın önünde işine yoğunlaşmıştı ve arkası bana dönüktü.
"Tamam götürüyorum," dedim. Tepsiyi elime alarak içeriye girdiğimde rotamı hiç bozmayarak cam kenarında oturan adama doğru ilerliyordum. Kafasını çevirmiş camdan dışarıyı seyrediyordu.
Dikkatli adımlarla yanına yaklaştım ve kahveyi önüne bıraktım. Kibar bir dille "Afiyet olsun," dediğimde hiçbir tepki vermemişti. Hatta duymamış bile olabilirdi çünkü kıpırdamamıştı bile.
İster istemez kaşlarımı çatmıştım. Sağır falan mıydı bu adam? İşine gelmiyor bence.
İç sesimle gözlerimi devirdim. Öküz herifin tekiydi işte. Ona bakmayı keserek arkamı döndüğümde "Dur orda!" dedi.
Kalın sesi kulaklarıma ulaştığında bir an için yerin ayağımın altından kaydığını zannettim. Öyle hızlı arkama döndüm ki açık olan saçlarım sertçe yüzüme çarptı. Korkuyla masada oturan adama gözlerimi çevirdiğimde hâlâ aynı pozisyondaydı. Bu olamazdı değil mi? Sadece ses benzerliğiydi. Evet kesinlikle öyleydi!
Hızla toparlanmaya çalışarak bir adım atıp tekrardan masasına yaklaştığımda "Buyrun," dedim titrek bir sesle. Sesim içime kaçmış dudaklarımın arasında bir fısıltıya dönüşmüştü.
Ses etmedi. Kıpırtısız duran vücudunu hareket ettirerek elini önündeki fincana atıp yavaşça kahveden bir yudum aldı. Bakışlarım, uzun kemikli parmaklarından, ince bir işçilikten çıkmış olduğu belli olan lacivert ceketine oradan ise koluna taktığı ve oldukça pahalı olduğunu haykıran siyah deri kayışlı saatine kadar hızlı bir tur attı. Kahve fincanını aynı yavaşlıkta masaya bırakırken dışarıyı seyretmeye devam etti.
"İş saatin bittiğinde seni almak için kapıda bekliyor olacağım."
Bana bakmadan kurduğu cümleyle şaşkınlıktan ağzım aralandı. Şok içinde "Anlamadım!" dediğimde kafasını ağır bir çekimdeymiş gibi sakince bana çevirdi.
Yırtıcı bir kartal, avını bulmuş gibi kara gözlerini bana sabitlendiğinde aldığım nefes aleve dönüşerek soluk borumu yakıp geçti sanki. Keskin çenesi ve bana diktiği kuyu gibi karanlık olan gözleriyle şu an o kadar korkutucu gönüyordu ki olduğum yerde donmuştum...
"Anladın bence!" dedi bir şeyleri vurgular gibi gözlerimin içine bakarak. Sesi kulağımda yankı yaptı ve birdenbire o geceye gittim. "Hem de çok iyi anladın küçük hırsız!" Kendimi o sahnenin tam ortasında buldum. Gözlerim bağlıydı ve onun sesi unutamayacağım kadar tanıdıktı şimdi.
Anın verdiği şok ile titreyen elimi güç almak ister gibi yanımda bulunan sandalyeye attım. Gözleri baştan aşağıya beni süzdü. Sonra ismimin yazılı olduğu yaka kartımda takılı kaldı bir süre bakışları. Aniden ayağa kalkarak bana doğru ilerlediğinde korkuyla geriye çekildim fakat sendelemiş ve az kalsın yere düşecektim. Çünkü sadece ellerim değil bacaklarımda titriyordu.
Bedeni hareket ettiğinde bakışlarımı, beyaz gömleğinin sıkı bir şekilde sardığı geniş göğsünden çekip kafamı yukarıya kaldırmıştım. Bana doğru hafifçe eğilmişti.
Korkuyla kara harelerine baktım ve o gözlerini, yüzümün her bir zerresinde sanki bir şeyler arıyormuş gibi dolaştırdı. Ardından tehditvari bir ifadeyle kahverengi gözlerimin içine baktı. "Nisan..." dedi durgun bir sesle sanki kendi kendine konuşuyormuş adımı telaffuz ederken.
O gece geldi aklıma. Gözleri gözlerimden kopmadı. Derince yutkundum. "Eğer bir dakika bile seni dışarıda beklersem, ölürsün!" Fısıltı gibi çıkan kısık sesini kalbimin şiddetli sesinden dolayı doğru düzgün işitemesemde gözlerimi kırpıştırdım fakat o hiç beklemeden masanın üzerinde bulunan anahtarını alarak yanımdan ışık hızıyla geçip gitmişti.
Ağzım açık bir şekilde arkasından baktığımda, kasada parayı ödeyerek direkt dışarı çıkmıştı.
Aralık duran dudaklarımı birbirine bastırınca nefesim kesildi ve ben sanki bir anda içinde bulunduğum zaman ve mekan kavramını yitirdim. Olduğum yerde put kesilmiş, çıktığı kapıya bakıyordum fakat kapıyı çift olarak görüyordum. Başım dönüyor, kafede bulunan insanların oluşturduğu gürültü kulaklarımda çınlama gibi bir sese dönüşüyordu.
Titreyen elimi sandalyeden kopardığımda gözlerimde oluşan bulanıklığı gidermek amacıyla göz kapaklarımı sıkıca birbirine bastırıp tekrardan geri açtım. Yaptığım hareket sonucu görüş alanım biraz olsun netleştiğinde korkuyla kafenin içine göz gezdirdim. Sonra Simay'ın uzaktan bana olan şüpheli bakışlarını gördüm ve o an midemde büyük bir yangın çıktı. Kusucak gibi olduğumda ellerimi sıkıca karnıma bastırıp koşturarak lavaboya attım kendimi.
Kapıyı ardımdan kapattığımda titreyen elimle musluğu açıp yüzüme defalarca kez su çarptım. Vücudum zangır zangır titriyordu. Avcuma su doldurup boynumu ıslattığımda gözlerim aynaya takılırken "Siktir," dedim kısık bir sesle. Yüzüm kireç gibi olmuş, kahverengi gözlerim her an yerlerinden fırlayacakmış gibi dehşet içinde açılmıştı.
Titreyerek lavaboda gidip gelmeye başladım, baş parmağımı dişlerimin arasına kıstırmış hiç durmadan baskı yapıyordum. Durdum. Çektim parmağımı. Sonra tekrardan gidip gelmeye başladım. "Allah'ım bütün bunlar nasıl olur ya, nasıl?!" dediğimde hareketlerim o kadar hızlıydı ki delirmiş gibiydim. "B-en, ben o adamın bir kere bile olsun yüzüme baktığını görmedim... Beni nasıl tanıyabilir? Beni tanıyamaz... Beni tanıması imkansız!"
Kendi kendime söylenirken aniden olduğum yerde durdum nefes nefese. "Hayır olmaz! Bu o adam olamaz," dedim bu sefer kafamı hızla iki yana sallarken.
Elim alnımı buldu. Avuç içimi alnımdan kaydırarak saçlarıma daldırdım hırsla. Kafayı yiyecektim! Bütün bunlar tesadüf müydü? Oysa tesadüf olamayacak kadar saçmaydı her şey.
Ama ben şimdi daha iyi anlıyordum. Kafamdaki soru işaretleri cevabını alıyordu ve yapboz parçaları birbirlerini tek tek tamamlamaya başlamıştı. Bana tanıdık gelmesinin sebebi buydu. O fotoğraf... O fotoğrafta sakalsız ve daha genç görünüyordu. Ben bu yüzden tam olarak çıkaramamıştım. Eğer inceleseydim kim olduğunu kesinlikle anlayacaktım. Kahretsin!
Nefesimin kesilmesiyle ellerimi sıkıca boğazıma sardım. Sanki birileri boğazımı sıkıyordu. Derin bir şekilde nefes alıp vermeye başladım. Sakin olmam gerekiyordu. Sakin olup ne yapmam gerektiğine karar vermeliydim.
Ne yapacaktım ben?
Ne bok yiyecektim şimdi?
Gidecektim. Derince yutkundum. Evet gidecektim. Hem de şimdi!
Lavabodan çıkıp soyunma odasına nasıl ulaştığımı ve ne ara üstümü değiştirdiğimi hatırlamıyordum bile. Çantamı koluma takarak odadan çıktığımda adımlarım Cahit abinin odasına gidiyordu. Kapıya vardım ve çalıp gel demesini beklemeden içeriye daldım. Cahit abi oturduğu masadan kafasını kaldırdığında beni görmesiyle gözlerinde bir şaşkınlık belirdi. Yüzümde hâlâ hakimiyetini süren dehşeti o da görmüştü.
"Nisan," dedi endişeli bir sesle elindeki kalemi masaya bırakırken. "Ne oldu sana yüzünün rengi gitmiş." Gözleri üstüme kaydığında kaşları çatıldı bu sefer.
"Ben... Ben kendimi hiç iyi hissetmiyorum Cahit abi." Ellerim panikten dolayı sürekli bir hareket hâlindeydi. "Galiba tansiyonum düştü. Biliyorum bu ara fazla oluyorum ama bugün erken çıksam olur mu?" İş saatinin bitmesine 3 saat vardı.
Ayağa kalktı. "Nisan sakin olur musun önce? " dedi yanıma gelirken. Yüzüme baktı. "Tansiyonunun düştüğünden emin misin? İçeride kötü bir şey olmadı değil mi? Ne bu telaşın?"
Üstümdeki paniği atmaya çalıştım hızla. "Yok bir şey olmadı. Gerçekten. Dediğim gibi sadece kendimi iyi hissetmiyorum. Dinlenirsem eğer geçer. Gidebilir miyim?" diye sorduğumda izin vermesi için içimden dua ediyordum. Çünkü vermezse istifa edecek kadar kafayı yemiştim şu an.
"Tabii ki gidebilirsin. Sağlık her şeyden önemli," dediğinde rahat bir nefes alırken Cahit abi hâlâ endişeli gözlerle bana bakıyordu. "Bak eğer çok kötüysen hastaneye götürebilirim seni," dedi.
Hızla söze girerken sesim minnet doluydu. "Hayır. Gerçekten çok teşekkür ederim abi. Eve gidip dinlensem yeterli olacaktır."
Bir süre gözleri yüzümü taradığında "Tamam sen bilirsin," dedi koltuğuna geçerek. "Gidebilirsin Nisan," diye devam ettirdiğinde tekrardan teşekkür ederek odadan çıkıp arka tarafa doğru ilerlemiştim. Ön kapıdan çıkarsam Simay ve Eren beni sorguya çekeceklerdi ve ben onları şu anda göremeyecek bir durumdaydım. Özellikle de Simay'ı!
Arka kapıyı açıp kendimi dışarı attığımda derin bir soluk çektim içime. Ardından bir taksi çevirip evin adresini verdim. Otobüsle uğraşamazdım şimdi.
Ocağın üstünde kaynayan çorpaya tuz attım ve ağır hareketlerle karıştırmaya başladım. Eve gelir gelmez kendimi odama atıp bir süre öylece yatağın üzerinde oturmuştum fakat sadece bu on dakikalık bir sürede bile kafayı yeme durumuna gelmiştim. Sonra da kafamdaki o yoğun düşünce ve korkuların geçmeyeceğini anladığımda hızla odadan çıkarak kendimi temizliğe vermiştim.
Evin en ufak bir köşesini bırakmamış hayatım boyunca yapmadığım temizliği yapmıştım fakat ne yaparsam yapayım olanlar aklımdan silinmiyordu. Sözleri, yüzü, bana olan anlayamadığım ifadeler içinde barındıran o bakışları, gözleri... evet gözleri. Gözleri aklımdan çıkmıyordu.
Ne yaptım ben diyordum kendi kendime. Ben ne yaptım? Nasıl bir şeye bulaştım? Aklımca başkası için kazdığım çukura birilerini düşürerek oradan bazı cevaplar almaya çalışacaktım fakat bir gün kendimin o çukura düşeceğini hiç tahmin etmemiştim. Etmezdim.
Yüzü tekrardan gözümün önüne düştüğünde çorbayı karıştıran elim durdu. Nefes alamadığımı hissettim. Üstümde bulunan ince badi beni boğuyormuş gibi yakasını öne doğru çekiştirerek biraz daha genişlettim. Vücudum cayır cayır yanıyordu. Çorbayı karıştırmayı bırakarak mutfak penceresini sonuna kadar açtığımda masaya oturdum.
Kafamdaki görüntüsünü silmeye çabalayarak başka şeylere yoğunlaştım. Mesela masadaki tavuk gibi. Evet ona yoğunlaşabilirdim. Tahtayı önüme aldığımda daha önce ayırmış olduğum tavuk göğsünü sertçe tahtaya vurarak doğramaya başladım.
"Oha bu ne soğuk be?!" Ardımda Ceren'in sesini işittiğimde ona bakmamıştım bile.
"Psikopat mısın kızım sen, bu havada pencere mi açılır?" Yanımdan geçip gittiğini gördüm, ilerleyerek pencereyi kapattı hızla. "Hayır şu üstündekilere bak donmadın mı sen?" Bu sefer tam karşıma dikilmişti. Ona kısa bir bakış atsamda işime geri dönmüştüm tekrardan. Üstümde siyah bez bir şort ve lacivert düz bir badi vardi. Beyaz bacaklarım soğuktan renk atmıştı.
"Hey kime diyorum ben!" dedi Ceren, derince yutkundum. Bıçağı öyle sert tavuktan geçiriyordum ki tahtadan çıkan ses mutfak dolaplarına çarpıp yankı yapıyordu.
Önümde bulunan tahtanın aniden çekilmesiyle elimdeki bıçak sertçe masaya çarptığında bıçağı hızla Ceren'e doğrulturken "Ver şunu Ceren!" diye çığırmıştım adeta.
Ceren elimdeki bıçağa bakıp derince yutkunduğunda "Sakin ol ya," dedi, elindeki tahtayı üstündeki tavuğu düşürmemeye dikkat ederek kendine siper ediyormuş gibi göğsüne bastırırken.
Yaptığı hareketle normalde gülmem gerekirdi fakat o kadar gergindim ki "Tahtamı ve tavuğumu ver Ceren!" dedim dişlerimin arasından.
"Şu elindeki bıçağı indirir misin? Bakışlarınla çok korkutucu görünüyorsun. Yemedik tahtanı ya al," dedi elindeki tahtayı hızla masaya indirip karşıma otururken.
Masadaki tahtayı önüme çektiğimde tekrardan işime dönerken "Kızım tavuk mu doğruyorsun insan mı? Ne bu şiddet, bu celâl? Ne oluyor yine sana?" diye sordu.
"Bir şey olduğu yok," dedim ona bakmazken.
"Bu bayat yalanlarını başkalarına karşı kullan geri zekalı. Geldiğimde evdeydin, üstelik delirmiş gibi temizlik yapıyordun. Kaç kere sana seslendim beni duymazdan geldin. Şimdi de mutfakta yemek yapıyorsun. Senin bu hâlini bilmiyor muyum ben? Ne bok yedin yine sen?"
Son söylediğiyle elim durduğunda gözlerim paramparça olmuş tavukta takılı kaldı. Derince yutkunduğumda gözlerimi Ceren'e çevirdim. Siyah bir kot üstüne, mor peluş bir kazak giymişti. Kumral saçlarını maşalamış hafif bir makyaj yapmıştı. Dışarı çıkıyordu galiba.
"Hiçbir şey yapmadım," dediğimde elimdeki bıçağı tahtanın üstüne indirerek arkama yaslandım ve hızlıca yüz ifademi düzeltmeye çalıştım. Ceren gözlerini kıstı. Yüzüme sahte bir tebessüm yerleştirdim. "Sadece yemek yapıyordum. Yemek olsun, temizlik olsun ev işlerini yapmayı özlemişim. Öyle erken eve gelince..."
İşaret parmağını uzatıp, "Şu yüzündeki sahte tebessümü yok et," dediğinde sesi oldukça ciddi çıkarken gerilmiş dudaklarımı birbirine bastırdım hızla. "Heh! Şimdi anlat ne bok yediğini?"
Dirseklerimi masaya dayayıp oflayarak ellerimi yüzüme kapattığımda sertçe dudağımı ısırdım. "Ceren," dediğimde sesim boğuk çıkmış ve durmadan sağ bacağımı sallıyordum. Gergin olduğumda sıklıkla yaptığım bir şeydi.
Bir şey bul Nisan, dedi iç sesim. Hemen iyi bir yalan bul.
Ona o eve girdiğimi ve böyle bir şeyin olduğunu asla söyleyemezdim çünkü Ceren'le aramın düzelmesinin en büyük nedeni sözde kararımdan vazgeçip o eve girmeyecek olmamdı. Aramızın bozuk olduğunu anladığında böyle bir şeyin konusunu ben değil Baran açmıştı ve ben sesimi çıkaramamıştım. Üstelik Ceren de bunun üzerine nasıl olduğunu anlayamadığım bir zamanda yapmayacağını biliyordum kardeşim diyerek bana sarılmıştı.
İki ucu boklu değnek dedikleri bu oluyordu sanırım.
Ellerimi hızla yüzümden çekerek Ceren'e baktığımda "Çok gerginim ben," dedim.
"Onu anladık zaten," dedi alayla.
Oflayarak gözlerimi mavi gözlerinden kaçırdığımda "Reglim ben Ceren. Ondan," dediğimde ses çıkarmaması üzerine ona döndüm tekrardan.
Gözlerindeki ifadeyi gördüğümde alt dudağımı yalarken "İnanmadın değil mi?" diye sordum bu sefer.
"Cık," dedi kaşlarını kaldırırken.
Allah'ım ben nasıl ona böyle bir şeyi söyleyebilirdim ya?
"Anlatmasam. Yani şimdilik bana kalsa," dediğimde yalvarır gibi gözlerinin içine bakarken ona doğru eğilerek "Çok özel," diye fısıldadım.
Ceren gözlerini kıstığında "Çok özel!" dedi sorarcasına. Bir süre yüzümü inceledi. Sonra birdenbire gözleri kocaman açıldığında "Ne?!" diye bağırmasıyla korkuyla yerimden sıçradığımda elim kalbimin üzerine gitti.
Büyük bir korkuyla alt dudağımı ısırdığımda Ceren yerinden fırlamıştı.
Gözlerimi yumduğum sırada "Bir dakika," diyen heyecanlı sesini işittim. Sandalyeye oturmasıyla gözlerimi tekrardan açtığımda korku dolu gözlerle Ceren'e bakıyordum. "Sen şimdi," dediğinde duraksadı. Yüzümü inceledi. "Tahmin ettiğim şey mi?" diye sorduğunda ağlamak üzereydim fakat onun birden kahkaha atmasıyla şaşkınlıkla Ceren'e baktım.
Ağzım açık Ceren'e baktığımda "Kim?" diye sormasıyla "Ne?" dedim mal gibi.
"Kim diyorum kızım tanıdık mı?" diye sorduğunda sesinden heyecan akıyordu. Aniden ellerini açıp yukarıya baktığında "Allah'ım ben bu günleri de mi görecektim? Şükürler olsun Yarabbim," demesiyle refleks olarak ben de alttan tavana doğru bakmıştım.
Kendime gelmeye çalışarak kafamı hızla Ceren'e çevirdim. "Ne oluyor Ceren ya?" diye sordum, korku ve şaşkınlık birbirine karışmış her an bayılacaktım cidden.
"Ya ben seni yerim ya," dediğinde uzanarak yanaklarımı kıstırırken "Sen aşık mı oldun?" demesiyle gözlerim dehşet içinde açıldı.
Ne?
Aşık oldum. Ben?
Kime?
"Ben de diyorum bu kız neden böyle tuhaf. Sonunda birinden hoşlandın ve kendine yediremiyorsun değil mi? Bu yüzden böyle hırsını temizlikten yemekten çıkarıyorsun." Durdu. Sonra aniden yüzü düştü. "Hi! Yoksa platonik mi?" diye sorduğunda iç sesimin sahipleri bir bir ayağa kalkarak Ceren'i alkışlamaya başladılar.
Kırk yıl düşünsem böyle bir senaryo kuramazdım valla.
İçimdeki şeytani yanım sırıttı. Allah razı olsun canım Ceren.
Yüzümdeki şaşkın ifadeyi hızla düzelttiğimde arkama yaslandım. Sonra utanıyormuş gibi yaparak boğazımı temizledim. "Şey... yani evet biraz öyle. Kahvesini götürdüğümde bana bakmıyor bile şerefsizin oğlu."
"Yuh! Kız insan hoşladığı kişiye şerefsizin oğlu der mi be?" diye lafa atladığında hızla dudaklarımı birbirine bastırdım.
Ne bileyim ben? Demez mi?
"Demez mi?" diye sordum.
"Demez tabii geri zekalı," dedi kocaman gülerek. "Ay odun ya. Nasıl da belli bu konularda acemi olduğu."
Gülümsemeye çalıştığımda elimi enseme götürerek kulağımın tam ardını kaşıdığımda içine girdiğim bu karmaşık durumlardan nasıl kurtulacağımı cidden bilmiyordum. Her şey arap saçına dönmüştü. Ceren ellerini masaya dayadığında "Ee anlatsana kızım! Nasıl oldu, nasıl gördün? Kim bu çocuk?" diye sorduğunda içimden bittim ben dedim.
Tekrardan boğazımı temizledim. "Şey ya sen tanımazsın," dedim gerginliğimi belli ettirmemeye çabalayarak. "Kafeye geliyor genelde. Daimi müşterimiz sayılır." Yüzü aklıma düştü. "Esmer bir adam." Bir dakika bile dışarıda beklersem ölürsün. Derince yutkundum. Korkudan kalbimin ritmi değişti. Hafif çekik gözleri aklıma düştü sonra. "Kara gözlü."
"Vaay!" dedi Ceren alttan alttan sırıtarak. "Kara kaş, kara göz diyorsun he. Yalnız sen bayağı bayağı tutulmuşsun." Sonra birden hızla ayağa kalktığında "Ay valla sarılacağım sana Nisan ya ben çok mutlu oldum," dedi ve eğilerek kollarını boynuma doladı.
Ağzım aralandı. Ben çok kötü bir insandım.
Ceren'i hiçbir zaman hâk etmiyordum.
Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdığımda Ceren benden ayrılarak tekrardan masaya oturdu, ağzını açtığı sırada konuyu değiştirmeye çalışarak "Sen dışarı mı çıkıyorsun?" diye sordum.
"Evet," dediğinde yeni aklına gelmiş gibi eli panikle arka cebine gittiğinde "Hi! saat kaç? Ben Murat'la evin boyasını almaya gidecektim," dediğinde telefondan saatine baktı hızlıca. "Telefonum kapanmış ya. Kahretsin dükkan kapandıysa eğer Murat beni öldürür!"
Panik dolu çıkan sesiyle "Sakin ol. Dur bakayım ben saate," dedim, ayağa kalkarak telefonumu aldım tezgahtan.
"Beş buçuğa geliyor," dediğimde gözleri kocaman açıldı.
"Yemin ederim ben bittim," diyerek kapıya koşturduğunda "Nisan Murat'ı arar mısın? Buraya gelsin beni alsın öyle gidelim yoksa hayatta yetişemeyeceğiz," derken kapıdan çıkmıştı bile.
Mutfakta yalnız kaldığımda rahat bir soluk bıraktım. Avuç içimi alnıma yasladığımda saç diplerimde biriken teri silerek sakinleşmeye çalıştım. Ortaya sürekli bir yalan çıkıyordu ve ben gittikçe daha çok batıyordum. Kendime gelmeye çalışarak Murat'ı aradığımda zaten buraya geldiğini söylemesiyle kapattım hızla telefonu.
Ceren o sırada elinde çantasıyla mutfağa girdi. "Aradın mı canım?" diye sorduğunda başımı salladım.
"Aradım. Senden haber alamayınca buraya geliyormuş zaten. Mahalledeyim dedi."
"Öf şimdi bir ton laf söyleyecek. Yok niye telefonun kapalı yok bilmem ne? Valla bu erkeklerin derdi çekilmiyor," diye söylendi.
"Baştan niye böyle ayarlamadınız ki?" diye sordum Ceren'e bakarak. "Sen gideceğine o gelip seni alsaydı burdan, öyle gitseydiniz."
Ceren çantasını omzuna taktı. "Beyefendinin işi varmış," dediğinde zil çalmıştı. "Hadi ben gidiyorum," dediğinde yüzünde bir tebessüm oluştu aniden. "Sen de şu lezzetli yemeklerinin devamını getir de gelince kaldığımız yerden devam ederiz konuşmaya. Daha detaylı şekilde anlatırsın artık."
Gülümsemeye çalışarak "Tamam," dedim yalnızca.
Dış kapının açılıp kapanma sesi geldiğinde hızla sandalyeye oturarak avuç içlerimi dizlerime yasladım. Ucuz yırtmıştım fakat çok daha farklı ve saçma yalanlar çıkmıştı ortaya. Hayatım boyunca birçok kez karşımdaki insanlara yalan söylemiştim fakat Ceren'e ilk defa bu denli ağır yalanlar söylüyordum. Öğrenirse ne olacaktı?
Oluşan derin sessizlikle gözlerim etrafı taradı. Korkuyordum. İçimde kötü bir his vardı ve bu hissin oluşmasındaki tek neden o adamdı. Aklıma tekrardan sözleri düştü. Dışarıda bir dakika bile beklersem ölürsün. Yutkundum. Ondan kormayacaktım. Kendimi şu an evde güvende hissediyordum fakat ya buraya gelirse. Evde tektim. Kafamı ağrıtan düşüncelerden sıyrılarak hızla yerimden kalktığımda hâlâ kaynayan çorbanın altını kapattım. Sonra da masaya geçerek işime kaldığım yerden devam ettim.
Yemeklerin hepsini bitirdiğimde tencerenin kapağını kapatıp telefondan saatime baktığımda saat sekize geliyordu. Bu süre zarfında ne kadar düşünmemeye çalışsamda aklımdan olanlar bir türlü gitmiyordu. Gerilmekten kaslarım uyuşmuştu artık. Üstelik şu beş saattir temizlik yapacağım diye ordan oraya koştururken deli gibi terlemiştim, sıcak bir duş almam gerekiyordu bu şekilde hayatta oturamazdım.
Kendimi ılık suyun altına atıp uzunca bir süre duş aldım, suyu kapatıp elimi duvara yasladım. Kemdimi yenilmez zannederken korkağın önde gideniydim. Yaptığım şeyin doğruluğunu sorguluyordum ister istemez. Kaçmak yerine ona nedenini sormalıydım.
Düşünmeyi bırakarak saçlarımın suyunu sıkıp çıktım duş kabininden. Sıcak su bedenime iyi gelmiş azda olsa rahatladığımı hissediyordum. Askılığa yürüyerek beyaz havlumu alıp vücuduma sardım. Küçük olanı da saçıma sardığımda banyodan çıkmıştım. Sarsak adımlarla odamın önüne gelirken kulpu çevirerek içeri girdim fakat bir elin aniden ağzımı kapatıp sırtımı duvara çarpmasıyla koca bir çığlık firar etti dudaklarımın arasından.
|
0% |